Ziyaretçi
Sahibini Arayan Mektup-2
Sonbahara dönen mevsimin başlangıcında yitivermişti yine zaman. Senin çekip gitmenle talihsiz bir yağmur yağıyordu kendisine bile faydası olmayan bereketsiz bir yağmur dökülmüştü senin ardından.
Gittiğin gün hani bu kentte yıkılmamıştı. Sadece biraz sıkılganlık bir kabına sığmama ruh hali vardı o gün. Ama kuşlar ayrılmıştı şehirden senin gibi, her sonbaharın başlangıcında. Ve sen gitmiştin eylül ortası sonbahar başlangıcı, arkana bile bakmadan
Son defa ellerimi sıkıp “Allahaısmarladık, belki yine görüşürüz.”
İki cümle iki kısa ama yaşamı kara bir deliğe dönüştüren söyleyip yitmiştin.
“Hoşça kal ve kendine iyi bak” umutsuzca dökülmüştü ağzımdan, sen ellerini kurtarmaya çalışırken avuçlarımdan.
İşte gittin
Ve yağmur tekrar yağacak bu şehre, fırtınalar belki kopmayacak ama gittiğin günün sıkılganlığı hep bende kalacak. Arkandan belki yas tutmayacağım fakat seni her düşündüğümde sana söz bir sigara yakacağım, geceleri arabesk şarkılar çalacak radyolarda ve ben sabahlara kadar onları dinleyeceğim. Bu sefer jilet atmayacağım yalnızca önceki yaralarıma bakıp biraz hüzünleneceğim.
Sen gittin işte
Bir eylül günü öğlenin tam ortası hani hiç olmayacak bir saate, ayrılığa hiç yakışmayacak bir saate.
Saat, 12:30
Bekleyebilirdin oysa akşamı yada ikindi vaktinin geç saatlerini o zaman belki biraz daha romantik olurdu ayrılığımız. O saate gider efkarlı efkarlı şarkılar söylerdim şehrin kendine bile faydası olmayan yağmurlarında, yada sarılacak bir dost bulurdum. Oysa sen ayrılığa hiç yakışmayan bir saati seçmiştin.
Gittin ve gitmeliydin
Ardında bir türkü bırakabilirdin en azından “bu şehri seninle sevdim.” Şimdiyse bu şehri sensiz seviyorum, ateşin ortasında kalan bir sevgimde yok artık.
Hoşça kal ve kendine iyi bak
Gittin işte
Belki bir daha rüyalarıma dahi gelmeyeceksin, gülüşünün izi kalacak boş koridorlarda, bir de dökülen saçlarının telleri. Teker teker her bir telini alıp okşardım.
Belki yine okşarım alıp ta götüremediğin senden bana kalan tek şey. Dağılmasınlar diye tüm bir sonbahar hiçbir pencereyi açmayacağım.
Gitmen gerekiyordu
Seni bekleyen yeni hayatlar yeni umutlar ve yepyeni bir gelecek.
Çünkü sen bu şehre sığmıyordun ben seni yüreğime sığdırmaya çalışırken.
Söyleyivermiştin
Bir gün buralardan gideceğini belki bir daha hiç geriye dönmeyeceğini. Ama o kadar erken beklemiyordum bu ayrılığı, hani ne zaman gitsen yine erken olur ama o kadar da erken gitmemeliydin.
Biraz daha kalabilirdin, belki bir gün daha, en azından akşamı bekleyebilirdin.
Hoşça kal ve kendine iyi bak
Arkandan ağlamadım, bir damla gözyaşı dahi dökmedim hep öptüğün gözlerimden.
Efkarlandım bağırmak istedim, fakat sen en uygunsuz saatte Allahaısmarladık dedin ve ben sustum.
Ardından uzun uzun bakarken ilk kez tanıdım seni ve beni, yolları kesişmemesi gereken iki yabancı iki farklı atomun yörüngesinde dönen zıt elektronlar.
Ama ilk kez ardından bakarken anladım ne kadar bağlandığımı sana. Ve sessizce dökülüverdi ağzımdan
Kendine iyi bak ne olur.
Sponsorlu Bağlantılar
Sonbahara dönen mevsimin başlangıcında yitivermişti yine zaman. Senin çekip gitmenle talihsiz bir yağmur yağıyordu kendisine bile faydası olmayan bereketsiz bir yağmur dökülmüştü senin ardından.
Gittiğin gün hani bu kentte yıkılmamıştı. Sadece biraz sıkılganlık bir kabına sığmama ruh hali vardı o gün. Ama kuşlar ayrılmıştı şehirden senin gibi, her sonbaharın başlangıcında. Ve sen gitmiştin eylül ortası sonbahar başlangıcı, arkana bile bakmadan
Son defa ellerimi sıkıp “Allahaısmarladık, belki yine görüşürüz.”
İki cümle iki kısa ama yaşamı kara bir deliğe dönüştüren söyleyip yitmiştin.
“Hoşça kal ve kendine iyi bak” umutsuzca dökülmüştü ağzımdan, sen ellerini kurtarmaya çalışırken avuçlarımdan.
İşte gittin
Ve yağmur tekrar yağacak bu şehre, fırtınalar belki kopmayacak ama gittiğin günün sıkılganlığı hep bende kalacak. Arkandan belki yas tutmayacağım fakat seni her düşündüğümde sana söz bir sigara yakacağım, geceleri arabesk şarkılar çalacak radyolarda ve ben sabahlara kadar onları dinleyeceğim. Bu sefer jilet atmayacağım yalnızca önceki yaralarıma bakıp biraz hüzünleneceğim.
Sen gittin işte
Bir eylül günü öğlenin tam ortası hani hiç olmayacak bir saate, ayrılığa hiç yakışmayacak bir saate.
Saat, 12:30
Bekleyebilirdin oysa akşamı yada ikindi vaktinin geç saatlerini o zaman belki biraz daha romantik olurdu ayrılığımız. O saate gider efkarlı efkarlı şarkılar söylerdim şehrin kendine bile faydası olmayan yağmurlarında, yada sarılacak bir dost bulurdum. Oysa sen ayrılığa hiç yakışmayan bir saati seçmiştin.
Gittin ve gitmeliydin
Ardında bir türkü bırakabilirdin en azından “bu şehri seninle sevdim.” Şimdiyse bu şehri sensiz seviyorum, ateşin ortasında kalan bir sevgimde yok artık.
Hoşça kal ve kendine iyi bak
Gittin işte
Belki bir daha rüyalarıma dahi gelmeyeceksin, gülüşünün izi kalacak boş koridorlarda, bir de dökülen saçlarının telleri. Teker teker her bir telini alıp okşardım.
Belki yine okşarım alıp ta götüremediğin senden bana kalan tek şey. Dağılmasınlar diye tüm bir sonbahar hiçbir pencereyi açmayacağım.
Gitmen gerekiyordu
Seni bekleyen yeni hayatlar yeni umutlar ve yepyeni bir gelecek.
Çünkü sen bu şehre sığmıyordun ben seni yüreğime sığdırmaya çalışırken.
Söyleyivermiştin
Bir gün buralardan gideceğini belki bir daha hiç geriye dönmeyeceğini. Ama o kadar erken beklemiyordum bu ayrılığı, hani ne zaman gitsen yine erken olur ama o kadar da erken gitmemeliydin.
Biraz daha kalabilirdin, belki bir gün daha, en azından akşamı bekleyebilirdin.
Hoşça kal ve kendine iyi bak
Arkandan ağlamadım, bir damla gözyaşı dahi dökmedim hep öptüğün gözlerimden.
Efkarlandım bağırmak istedim, fakat sen en uygunsuz saatte Allahaısmarladık dedin ve ben sustum.
Ardından uzun uzun bakarken ilk kez tanıdım seni ve beni, yolları kesişmemesi gereken iki yabancı iki farklı atomun yörüngesinde dönen zıt elektronlar.
Ama ilk kez ardından bakarken anladım ne kadar bağlandığımı sana. Ve sessizce dökülüverdi ağzımdan
Kendine iyi bak ne olur.
Yusuf Safi