Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 33

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.677 Cevap: 628
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
16 Mart 2007       Mesaj #321
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Sahibini Arayan Mektup-2

Sponsorlu Bağlantılar

Sonbahara dönen mevsimin başlangıcında yitivermişti yine zaman. Senin çekip gitmenle talihsiz bir yağmur yağıyordu kendisine bile faydası olmayan bereketsiz bir yağmur dökülmüştü senin ardından.

Gittiğin gün hani bu kentte yıkılmamıştı. Sadece biraz sıkılganlık bir kabına sığmama ruh hali vardı o gün. Ama kuşlar ayrılmıştı şehirden senin gibi, her sonbaharın başlangıcında. Ve sen gitmiştin eylül ortası sonbahar başlangıcı, arkana bile bakmadan

Son defa ellerimi sıkıp “Allahaısmarladık, belki yine görüşürüz.”
İki cümle iki kısa ama yaşamı kara bir deliğe dönüştüren söyleyip yitmiştin.
“Hoşça kal ve kendine iyi bak” umutsuzca dökülmüştü ağzımdan, sen ellerini kurtarmaya çalışırken avuçlarımdan.

İşte gittin
Ve yağmur tekrar yağacak bu şehre, fırtınalar belki kopmayacak ama gittiğin günün sıkılganlığı hep bende kalacak. Arkandan belki yas tutmayacağım fakat seni her düşündüğümde sana söz bir sigara yakacağım, geceleri arabesk şarkılar çalacak radyolarda ve ben sabahlara kadar onları dinleyeceğim. Bu sefer jilet atmayacağım yalnızca önceki yaralarıma bakıp biraz hüzünleneceğim.

Sen gittin işte
Bir eylül günü öğlenin tam ortası hani hiç olmayacak bir saate, ayrılığa hiç yakışmayacak bir saate.
Saat, 12:30
Bekleyebilirdin oysa akşamı yada ikindi vaktinin geç saatlerini o zaman belki biraz daha romantik olurdu ayrılığımız. O saate gider efkarlı efkarlı şarkılar söylerdim şehrin kendine bile faydası olmayan yağmurlarında, yada sarılacak bir dost bulurdum. Oysa sen ayrılığa hiç yakışmayan bir saati seçmiştin.

Gittin ve gitmeliydin
Ardında bir türkü bırakabilirdin en azından “bu şehri seninle sevdim.” Şimdiyse bu şehri sensiz seviyorum, ateşin ortasında kalan bir sevgimde yok artık.

Hoşça kal ve kendine iyi bak
Gittin işte
Belki bir daha rüyalarıma dahi gelmeyeceksin, gülüşünün izi kalacak boş koridorlarda, bir de dökülen saçlarının telleri. Teker teker her bir telini alıp okşardım.
Belki yine okşarım alıp ta götüremediğin senden bana kalan tek şey. Dağılmasınlar diye tüm bir sonbahar hiçbir pencereyi açmayacağım.

Gitmen gerekiyordu
Seni bekleyen yeni hayatlar yeni umutlar ve yepyeni bir gelecek.
Çünkü sen bu şehre sığmıyordun ben seni yüreğime sığdırmaya çalışırken.
Söyleyivermiştin
Bir gün buralardan gideceğini belki bir daha hiç geriye dönmeyeceğini. Ama o kadar erken beklemiyordum bu ayrılığı, hani ne zaman gitsen yine erken olur ama o kadar da erken gitmemeliydin.
Biraz daha kalabilirdin, belki bir gün daha, en azından akşamı bekleyebilirdin.


Hoşça kal ve kendine iyi bak
Arkandan ağlamadım, bir damla gözyaşı dahi dökmedim hep öptüğün gözlerimden.
Efkarlandım bağırmak istedim, fakat sen en uygunsuz saatte Allahaısmarladık dedin ve ben sustum.
Ardından uzun uzun bakarken ilk kez tanıdım seni ve beni, yolları kesişmemesi gereken iki yabancı iki farklı atomun yörüngesinde dönen zıt elektronlar.
Ama ilk kez ardından bakarken anladım ne kadar bağlandığımı sana. Ve sessizce dökülüverdi ağzımdan
Kendine iyi bak ne olur.


Yusuf Safi

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Mart 2007       Mesaj #322
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
dagarcik10103

Sponsorlu Bağlantılar
Kirli sarı duvara çivilenmiş gri asık suratlı posta kutusuna baktım,
Soğuk metal kutudan gökkuşağı fışkırıyordu sanki.
Loş bir boşluğun içinde, hem de yıllardan sonra
minik posta kutumda sarı bir zarf... Üzerinde pul.

Özlemişim! El yazısı görmeyi özlemişim meselâ...
Adımın, adresimin sevdiğim bir dost tarafından yazılmasını özlemişim.
Çocuk gibi sevindim. Bir süre açmaya kıyamadım zarfı, öylece bekledim.

Gözlerimi el yazısından almadım, alamadım. Seyrettim.
"s" biraz yamuktu, "b" desem sanki kelimeden ayrı gibi, bir başına.

Belli ki aceleyle yazılmıştı. Ama her harf bir dokunuştu.
Sarı zarfa dost eli değmişti, dost yüreği gezinmişti üzerinde.

İstanbul'un göğü grilere teslimken, sabah kuşları taze, yeşilli
yaprakların arasında kuru dal ararken, gün bulutlu,
rüzgârlı ve gitgide sessizken gelivermişti.

Apartmanın girişindeki asık suratlı gri posta kutusu
bana göz kırptı sanki. Konuştu... Duydum!

Ne zamandır hep ince uzun, dikdörtgen zarflar alıyordum. Bankalardan,
taksitli kartların ekstreleri. Bir de telefon ve elektrik faturaları.

Mektup almayalı ne çok olmuş. Ne çok özlemişim el yazısıyla
yazılmış zarfları. Her biri aynı karakterde yazılmış, puntoları bile
değişmeyen zarflar hayatımı ne zaman işgal ettiler?
Ya, el yazılı zarflar nasıl minik ve çelimsiz adımlarla uzağıma
nasıl düştüler? Ve ben buna nasıl izin verdim.

Başka zaman olsa kendime kızardım. Bu kez öyle olmadı.
Kendimi anlamaya çalıştım. Affettim. Zarfı yavaş, yavaş açtım.
Sindire, sindire. Çizgisiz kağıda yazılmış, kat yerleri
özenle ayarlanmış mektubu şaşkınlıkla okşadım.

Sadece iki satırdı mektup: "Her gün mailleşmek yetmedi birden.
Ekrandan ekrana yaptığımız yazışmalar yetmedi.
Yıllar önceki gibi olsun istedim. Biliyor musun, sana mektup
gönderirken ben aslında kendimi tazeledim."

Yüreğim pır pır etti, gülümsedim!

Y.Bilinmiyor

HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
20 Mart 2007       Mesaj #323
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Ey bu şehrin güzeli, kalbimin yalanı, derviş yüreği hanemizden, sonu gelmez bir yolculuğun ıssız ve hoyrat, insan ve yalan kokan penceresinden unutulmuş yitik bir gençliğin küçücük bahçesindeki yaşama duacı beyaz papatyalara ve içli sarmaşıklara mecbur ettin bizi. Biz ki sevdayı yüreğimizin en derin, en soğuk ve penceresiz hanesinde saklardık. Korkardık yiğit ve cesur olacağımız yerde kaypak ve aşka müptela olmaktan. O kadar kendimizden uzak, o kadar yabancı şehirlerdeydik ki adımız anıldığında binlerce çiçek solar, binlerce kuş uçuşurdu çığlık çığlığa. Akşam olurdu çocuklar çekilirdi evlerine hayatın ağır bir işçisi gibi. Yıldızlar düşerdi, biz kalbimizin yabancısı olurduk. Kireç badanalı duvarlar arasından, fukara gönlümün gelgitleri arasında; gurbet ve hasret ortasında, şehirden ve insanlardan kaçan, olmayanı arayan bu gözler önünde eşsiz bir tebessüm, asil bir edayla görünüveren; hüznümün, gözlerimin ve yüreğimin perdelerini aralayıp hayatımıza düşen, bizi sarsan suret, güzellik, zarafet ve nezaket. Biçimsiz, kuralsız ve haşarı dünyalara sürgün ettin bizi. Yüreğimize el sürdün, gülümsedin yok ettin. Şimdi kalbim çıkışı olmayan bir zindan, gözlerim gardiyan, Yağmur yağar düşlerim silinir, yavru ceylanlara yol gösterir adım. Ellerimden çiçekler açmaz ama hüznümden bağ bahçe çoğalırdı. Adımlarımız dolaşırdı, biz hayatın köylüsüydük.

Ey bilinmeyenim, hayata gülüp geçenim, Çocukları bilir misin? taş ve toprak avluda tarladan annesinin yolunu bekleyen, uzamış kirli saçları, lastik pabuçları, kırk yerinden yamalı elbisesi ve donuk bakışlarıyla umudu pörsümüş, yüreği büyümüş o çocukları. O çocukların buruşmuş gönlünü, dünyayı sığdırıp, çocukluğunu sığdıramadığı o gözlerini? Güneşi avuçlayamayan o ellerini? acıyla akran düşlerini? ayaza kesmiş hayallerini? solmuş, pörsümüş ve ertelenmiş uykularını? Mahcup delikanlının mazlum ve yetim sevdasını? gelinlik kızların çeyiz sandığını, gece uykularını? Annenin yüreğini, babanın direncini? Hayallerinden büyük bir şehirde sırtına hatıralarını ve tedirginliğini sarmış bir çocuk oldun mu? Sahi sen hiç yaşadın mı ?

A benim günahım , beyaz yarim ,Dün bütün sayfalarını kopardım hayatın . Tecrit edilmiş ne varsa yaşamaktan yana özenle yakama yapıştırdım. Dudaklarıma bir sigara iliştirip usulca sokaklara açıldım. İnsanlar benim kadar yalnızdı. Çaresiz yürüdüm. Yanımdan geçen bir çocuğa ellerimi uzattım, saçlarını okşadım. Kuru yemişçinin önünde çekirdek çıtlatan serçelere selam verdim içimden. Gurbete sevkıyat yapan trene el salladım .... Kağıttan uçak yaptım, sana selam gönderdim.

Sahi düşlerine uğradı mı ?
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2007       Mesaj #324
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
dagarcik10034 cbk



dagarcik10034


ÇOCUĞUNUZDAN MEKTUP VAR !

Sevgili anneciğim, Sevgili babacığım,

Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim: Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da, sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşılarımda özgürlük tanıyın. Beni her zaman her yerde koruyup horlamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görürsem, daha iyi öğrenirim. Bırakın, kendi işimi, kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım yoksa. Büyümeyi çok istiyorsam da, ara sıra yaşımdan küçük davranmaktan kendimi alamıyorum. Bunu önemsemeyin, ama beni şımartmayın da. Hep çocuk kalmak isterim sonra. Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe, almadan edemiyorum. Bana yerli, yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca, sizlere güvenim azalıyor. Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurullar ve yasakların hepsini begendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlamayınca, ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce, hem bocalıyor, hem de bundan yararlanmadan yapamıyorum. Öğütlerinizden çok, davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları
çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder. Çok konuşup, çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri ben pek duymam. Yumuşak ve
kesin sözler bende daha iyi bir iz bırakır. "Ben senin yaşındayken" diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım. Küçük yanılgılarımı
büyük suçmus gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni yaramazlıklarım için kötü çocukmuşum gibi yargılamayın. Yanlış davranışım üzerinde durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece, cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yakın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin, hiç değilse,
çabamı övün. Beni başkaları ile karşılaştırmayın. Umutsuzluğa kapılırım. Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden ögretmeye kalkmayın. Bana süre tanıyın. Yüzde yüz
dürüst davranmadığımı gördüğünüzde ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın. Yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam da, soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın.
Unutmayın ki, bende sizi başkalarının önünde güç durumda bırakabilirim. Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca, açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz, size olan sevgimi azaltmaz, tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi
görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur. Bana verdikleriniz yanında benden istetediklerinizin zor olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldiyse, bir çoğundan vazgeçebilirim, yeter ki beni ben olarak seveceğinize
olan inancım sarsılmasın. Benden "Örnek çocuk" olmamı istemezseniz, ben de sizden kusursuz anne-baba olmanızı
beklemem, severek ve anlayışlı olmanız bana yeter. Sizin
çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım
olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.
Sizi seviyorum. Ço
cuğunuz.
dagarcik10034

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #325
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Yaşanmamış Sevdaların Elinden Tutmak (Sahipsiz Mektuplar)

Puslu bir gecedeyim. Karşımdaki denizi görmek imkansız. Martılar bile ortak oluyor mezelerimize. Onlar da göremiyor bizi. Bütün yarım sevdalılar toplandık bu gece. Kadehlerimizi vefasız sevgililer için kaldırıyoruz. Ulan diyorum ne çok şerefe kadeh kaldıracağımız acılar çekmişiz be. İkinci büyük şişenin bile dibi göründü. Ayrılıklara rağmen, sensizliğe rağmen yaşamışız. Ömrümüz hep kaçışlarla dolu. Her kaçısın sonunda tekrar kaçmaya hazırlanmışız meğer. Ama ömrümüzü hep bir eksikli yaşamışız. Bir yanını tamamlasak, mutlaka başka bir yerden açık veriyormuşuz. Tamamlamaya uğraştıkça sevdanın gizlerinde kaybolup gidiyormuşuz.

Oysa ne çok sevmiştik ulan biz. Bedenlere değil, ruhlara taliptik oysa. Belki de sırf bu yüzden zorlanıyorduk sevda adına bir adım atmakta. Cehennem ateşi gibi, sevdanın kor alevlerinde yanacağımızı bilemedik. Bilememişiz… Bizler, yani bir gecelik akşamcılar adanın değil, bir kıtanın kaşifi olmak için cebelleştik hayat denen kıçı kırık meretle.

Sevmiştik hepimizde. Umarsız sevmiştik, yalansız sevmiştik. Sevda denen yola çıkmıştık bir kere dönüşümüz yoktu. Ama yıllarca öyle çok ara duraklarda beklemiştik ki, kaçan otobüslere mendil sallamayı bile çoğu kez unutmuştuk…

Kaçan kaçmıştı, yakalayamamıştık, koşamamıştık sevdalarımızın peşinden. Zira delikanlıya zor gelirdi. Dedikodular diz boyu, arşı aşardı o zaman. Bizlere de bunlar yakışmazdı hani. Sonrasında geriye dönüp baktığımızda başladığımız yerden bir kaç metre bile uzaklaşmadığımızı fark ediyorduk. Bir acayip denklemdi yani çözemediğimiz. Dönüp dolaşıp aynı limana demir atıyorduk. Bu da kaderimizi güldürmeye yetiyordu. Ama yüzümüzü güldürmemişti bu hayat. Kaderin bizlere yedirdiği kelekler bini aşmıştı. Bizler o keleklere bile alışmıştık.

Sevdayı kovalamak bizleri yormuştu. Sevda her ne hikmetse bizden daha hızlıydı. Artık onca sevda ufukta bile görünmeyen seraptı artık. Rüyalarımıza bile zor girer çıkar olmuştu. Ama bir bahanesi vardı işte bu geceki içmelerin. Kimbilir kaç kez “Vazgeç” bu sevdalıktan demişizdir kendimize, kaç kez jiletlere hedef olmuşuz ve kaç kez bitirmek istemiştik umut aradığımız rakılarda. Yok olmak unutmak demekti, unutmak demek sarhoş olmaktı oysa. Ama her sabah yeniden baş ağrısıyla uyanmayı unutuyorduk. Unuturmuşuz meğer.

Düşündüm de kaç kez unutmaya çalışmıştım seni, kimbilir kaç kez yaşamı noktalamak geçmişti içimden. Salaklık işte. Mıh gibi sokmuşsan aklına bir kere çıkar mıydı dövülmeden demirci örsünde. Oysa yaşamak güzeldi, dost sohbetlerinde askerlik anıları gibi, eski sevdalarımızı anlatamıyorduk ama yine de güzeldi saklı kalan sevdamızı yaşamak.

Oysa o zamanlar birimiz yaprak diğerimiz dal oluyordu. Kopmasın diye tutunduğu bir dal. *****lik yüklü rüzgarların hemen kıracağını unutmuşuz. Unutmuşuz ayıracağını daldan yaprağını. Unutmuşuz işte…

Nasılda coşku dolu başlanır ilk sevdaya. Yemeden içmeden kesilir insan. Uykusuz geceler birbirini kovalar. Aç-bilaç gezinir durusun sokaklarda. Dünya içine sığmaz zavallı yüreğin. Gecelerin gündüzlere karışır. Bir yumru peydahlanır boğazına nefes alamazsın. Göz kapakların uykuya darılır, Bülbül olursun yada gül. Bülbülsen güle hasret, gülsen bülbüle hasret yaşarsın. Ömrünü sevdana adamaya hazırsındır. Anlarsın sonra, onu biriyle el ele gördüğünde, şabalak haline ağlarsın. De ki sevdanla barışıksın, de ki dünya onun etrafında dönüyor. Senin hayatına yön veren tek pusulan bu sevda. Ama sonrasında her gün yeni bir yönünü öğrenip şaşırırsın. Buna da katlan bakalım katlanabilirsen.

Bizler yürekleri yorgun, yaşları kırkları geçkin, sevdayı kovalamaktan bitkin, ihtiyar delikanlılarız. Puslu bir geceyi aydınlatan üç – beş ateş böceği yani. Yaşanılanlarla yaşamayı unutmuş birkaç tane bedevi. Şimdi her birimizin bir sevdası var. Ölümüne sevdiğimiz, uğruna öldüğümüz sevdalarımız yani. Şimdi ne ***** rüzgarlara veririz yaprağımızı nede unuturuz yeminimizi. Öylesine yapışmış ki dallar ve yapraklar kopartabilene aşk olsun. Artık kimin dal, kimin yaprak olduğunu iyi biliyoruz. Ne dalsız yaprak ne de yapraksız dal oluyor artık.

Bizim sevdalardan uyanalı çok olmuştu. Artık sevda hikayeleri dinlemeyeli yani. Artık başrollerde dal ve yapraklar vardı. Uykularımızın adları değişti çoktan. Şimdilerde geçim sıkıntısı uykusu, okul masrafları uykusu var. Bir gece birinin, bir gece diğerinin sonsuzluğunda kaybolup gidiyoruz artık. Ne gariptir ki kendimizi kuşatma altında ki bir ordunun komutanı gibi görüyoruz çoğu zaman. Ulan diyorum meğer ne çok askerimiz varmış bizlere ihanet eden…

Puslu bir gecedeyiz işte. Biraz buruk, biraz hüzünlü ve birazda sarhoşuz. Karşımızda puslu, sisli kardeşim Karadeniz. Martılar bile sarhoş bizimle. Yere dökülen mezelere ortak, birazda çakır keyifler şişedeki rakıyı içmekten. Biz bize ailece oturuyoruz işte. Bütün yarım sevdalılar toplandık bu gece. Bir yanımda Hüseyin hoca, bir yanımda Tilki, diğer yanımda Hacı. Dedim ya bir gecelik akşamcı. Kadehlerimizi vefasız sevgililer için kaldırıyoruz birer birer. Ulan diyorum ne çok şerefe kadeh kaldıracağımız acılar çekmişiz be. Bunca sıkıntılara rağmen nasılda ayakta kalabilmişiz. Bunca kötüye rağmen nasılda yaşamışız. Ömrümüz hep kaçışlarla geçmiş. Sevdanın abisinden kaçmışız, sonra polisten kaçmışız. Ama ömrümüzü hep bir eksikli yaşamışız. Bir yanını tamamlasak mutlaka başka bir yerden açık vermişiz. Tamamlamaya uğraştıkça sevdanın gizlerinde kaybolup gitmişiz.

İşte şimdi de gidiyoruz. Kıyamete doğru gidiyor bindiğimiz kayık. Arkamızda bir kaç boş şişe, bitmemiş mezeler ve bir avuç çerez. Birde geçmişte yaşadığımız uzun cümlelerle anlattığımız gençliğimizi bırakıp gidiyoruz. Yeni bir sevdaya pupa yelken, sağa sola yalpalayan karadenizin tam ortasındaki bir kayık misali gidiyoruz. Sizleri de bekleriz…

Sevgilerin yalansızı sizlerin olsun, hep sizden yana
Aşk şerbetini siz içmelisiniz dolu dolu, kana kana
Yaşam dediğin ne ki zaten, kısa metrajlı bir film
Umutlarınız daim olsun, budur size son dileğim…

Yanmaksa yaşamak, bazılarımız yansın. Kanmaksa aşk, bir kaçımız kansın. Sevmekse bir ömür, gelin tüm dünya sevsin. Ben sizleri seviyorum zira.

Geride yaşanmamış zamanların ellerinden tutmak dileğiyle DOST kalın SEVDALI kalın ve hep böyle SEVGİYLE kalın….

Emre Alkan
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
23 Mart 2007       Mesaj #326
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Madem Ki Yokluğumla Daha Mutlusun

.....
Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış...


.....
Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık..


.......
Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben!


........
Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...


.............
Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor.


......
Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun.


......
Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...


Cezmi Ersöz
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
24 Mart 2007       Mesaj #327
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Dönen Her Şeyin Ortasında Bir Kırda
--------------------------------------------------------------------------------
"Acı! Ne kadar da gereksiz bir duygu. Öylesine geçici ve sahtedir ki bu dönen evrenin içinde duyumsayabildiğimiz her acı. Öylesine alaycıdır ki. Hiç bitmeyecek sandığınız acılarınız dahi geçer. Zaman üstümüzden akıp gider bu dönen evrende ve acınız sürüklene sürüklene zaman içinde keskinliğini kaybeder, körelir ve bir süre sonra kesmez hiç bir yerinizi. Acı çekiyor olmak öylesine önemsizdir ki bu dönen evrende, her şey gibi." Ayağa kalkıp yüzümün avuçlarımın arasından kayıp gitmesi için izin veriyorum. "Bırak paramparça olsun sağlam kalan tek şey de."
--------------------------------------------------------------------------------
Puslu ve aşılamaz şeffaf bir duvarın ardından kendime bakıyorum. Bu kadar masum olmak zorunda mıyım? Her şeye rağmen bu kadar masum... Biraz korkmuş biraz da o çocuksu meraktan nasibini almış. Dokunsan her şeyi itiraf edip hemencecik ağlayacakmış gibi.
"Evet anne,onları ben kırdım."
Hala nasıl böyle bakabiliyorum? Çocuk değilim ki ben! Kocaman olmuş gözlerimin akı parlıyor. Bir tutam saç alnımdan yüzüme dökülmüş, burnumu kaşındırıyor. Bebek yüzüm ve nazik kollarım... Karanlığın içinde... Ne kadar da güzelim ve var olma çabası içindeyim sanki o puslu ve hüzünlü duvarın arkasında. Parmak uçlarımda hissediyorum tüm yitikliğimi. Kendi kendime sesleniyorum, masum göz bebeklerim çığlık çığlığa.
"Kurtar beni!"
Tekrar bakıyorum kendime. Bebek ellerime... Kendimde göremediğim tek yer yüzüm. Nasıl inanabilirim ki bu kadar masum bakabildiğime. Yüzümün yansıması beni aldatıyor olamaz mı? Nasıl bu kadar masum bakabilirim ki hala bunca kan ve nefretin arasında ve aynalar yalan söyleyemez mi herkes söylüyorken? Nasıl inanabilirim bundan sonra?
Yüzümü çevirip alıyorum o sisli duvardaki masum gözlerden.
Dünya dönüyor. Yıldızlar dönüyor. Kumdan kaleler dönüyor. Evren dönüyor ve ben uçsuz bucaksız bir kırdayım. Benim gibi yüzünün gerçekliğinden kuşkuya düşmüş bir beden ve zihnin karşısında... Dönen her şeyin ortasında uçsuz bucaksız bir kırda... Parmaklarım uzanıp tenine değiyor. Yansımalardaki masum gözlerim yine kocaman, çocuksu ve meraklı.
"Neden?" diyorum. "Hiç düşündün mü, neden döner dünya? Yansıyan acaba gerçekten sen misin? Yoksa başkalarının sende görmelerini istediğin kişi mi yansıyanın ya da başkalarının sende görmek istediği kişi."
Bir hata yapmışçasına sıkıntılı ve ufak bir çocuk gibi utanıyor, benliği karşımda ezik büzük.
"Sence bu ikisi arasında bir fark var mı? İnsanların sende görmek istediğiyle senin onlara göstermek istediğin arasında... Yoksa sen de ben de aslında programlanmış makineler gibi tüm olaylara aynı tepkileri verip her şey karşısında aynı şeyleri mi hissediyoruz; diğer insanlar gibi."
Kendi etrafımda bir tur dönüyorum, evren gibi. Dönen her şeyin ortasındaki bir kırda dönüyorum kendi etrafımda. Bir çocuk gibi neşeyle dönüyorum, bir çocuğun bakışlarını taşıyan gözlerimin ait olduğu bedenimle. Tıpkı bir çocuk gibi... Avucuma bakıyorum. Avucumun içine, oraya her baktığımda yansıyanın kim olduğunu düşünmem için yerleştirilen aynaya bakıyorum. Elimi kaldırıp "Bak!" diyorum. "Ne görüyorsun orada? Hangisi görüyorsun senlerinden?"
Gözlerini avucumdan ayırmadan "Hiçbir şey." diyor. Hayal kırıklığıyla tütsülenmiş buğulu bakışları benim çocuk gözlerime yalvarıyor. Çığlık çığlığa bağırıyor o şeffaf hüzün duvarının ardındaki yansıyanım
"Kurtar beni!"
Çığlık çığlığa. Her şey dönüyor etrafımda ve ben avucumdaki aynada hiç bir şey göremeyen bir beden ve bir zihinle dönen her şeyin ortasındaki bir kırda duruyorum.
"Haklısın." diyorum. "Sen gerçeği görmek istedin ve gördün." Zarif bir hareketle yere oturuyorum. Kırılgan, hep korkan bedeni ve kendini sürekli bir yerlere hapseden zihniyle bağdaş kuruyor karşımda. Tenimde taze çimenin ferahlığı oynaşıyor.
"Dinle." diyorum. "Biz aslında seninle hep aynı şeyleri duyduk ve rüya perisi bize rüyalarımızın derinliklerinde hep aynı gerçekleri gösterdi. Yansıyan aslında sen değilsin. Aslında yansıyan hiçbir şey yok.. Gördüklerin sadece sahip olamadığın gözlerinin görmek istedikleri ya da görmeye zorlandıklarıydı. Senin bir yüzün yok ve haklıydın. Bu aynanın içinde hiçbir şey yok."
Aynı o sahte duvarın ardındaki yansıma gibi yana eğiyorum başımı. Sızlanan parmaklarım yüzümün derisini delip geçiyor. Taze çimen kokusuna sıcak ve yapışkan kanın kokusu karışıyor.
"Her gece birer kelime fısıldadı rüya perisi kulaklarımıza. Tek tek anlattı her şeyi bize ve sonunda uyandık bizde. Her şeyin sonu geldiğinde, uyandık bizde."
Tenim yavaşça yırtılıyor. Elim hoyratça sola çekerken parmaklarıyla kavradığı deriyi, yüzüm sağa yatıyor. Bebek parmaklarımın arasından taze çimenlerin üzerine akıyor kızıllığım.
"…ve uyandık. Artık yansımalara hapsettiğimiz yüzlerimizi gömmenin vaktidir. Bırak paramparça olsunlar, ne de olsa kırılacak başka bir şey kalmadı artık. Her şey tüketildi ve hayalden bedenlerimiz bir daha eskisi gibi olamayacak kadar deforme olup pisliğe battı. Haksız mıyım? Bak kendine. Gerçeği görmek isteyerek bak kendine."
Ellerini kaldırıp bakıyor avuçlarına. Soyulup kanayan elleri kendi avuçlarımın arasındaki yüzüm gibi parlıyor, dönen her şeyin ortasındaki kırın üstünde parıldayan güneş misali.
"Ah! Canım yanıyor."
"Acı! Ne kadar da gereksiz bir duygu. Öylesine geçici ve sahtedir ki bu dönen evrenin içinde duyumsayabildiğimiz her acı. Öylesine alaycıdır ki. Hiç bitmeyecek sandığınız acılarınız dahi geçer. Zaman üstümüzden akıp gider bu dönen evrende ve acınız sürüklene sürüklene zaman içinde keskinliğini kaybeder, körelir ve bir süre sonra kesmez hiç bir yerinizi. Acı çekiyor olmak öylesine önemsizdir ki bu dönen evrende, her şey gibi."
Ayağa kalkıp yüzümün avuçlarımın arasından kayıp gitmesi için izin veriyorum.
"Bırak paramparça olsun sağlam kalan tek şey de."
Korku ve farkındalık dolu gözlerini her saniye biraz daha çürüyüp dökülen avuçlarından ayırıp bana bakıyor. Ellerime... Ellerimden hiçliğe düşen yüzüme...
Yüzüm düşüyor düşüyor düşüyor ve zemine çarpıp milyonlarca parçaya ayrılıyor. Dönen her şey duruyor birden. Her şeyin ortasındaki kırın üstünde parıldayan güneş sönüyor ve yıldızlar kaçıyor birbirinin ardı sıra. Avuçları Tanrı'dan bir şey diler gibi açık. Tabii dilenecek bir şey kalmışsa ve ben olmayan yüzümle ayaktayım. Çimenlerin üzerine saçılan parçalarım havalanıp ışıldamaya başlıyorlar Tanrı'nın son nefesi gibi. Göğe yükselip titreşiyorlar. Hareketsiziz. Dünya ve evrendeki her şeye karşı olarak hareketsiziz. İlk hareket ettirici ve sonsuz olan kadar hareketsiziz. Yüzümün parçaları güçlüce parıldıyor ve patlayıp üzerimize yağıyor, Tanrı son nefesini verirken. Işık ışık... Yıkanıyoruz; ama gene de temizlenemiyoruz. Bir daha asla masum olamayacağımın farkındayım, asla masum bakamayacağımın. Patlayıp üzerimize yağan yüzümün hayaletleri gülümsüyor şimdi. Önce cılız bir ışık yayıyor sonra canlıca parlayıp güçlüce ışıldıyor.
***
Artık yüzlerimiz yoktu ve avuçlarımız kanıyordu. Masalların özünden yapılma ruhlarımızı ise kaybedeli çok olmuştu. Tekrardan dönemeye başlayan her şeyin ortasında bir kırda hareketsizdik. Sonsuza kadar…
Gizem OZAN
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
25 Mart 2007       Mesaj #328
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Hiç Susmasaydın Keşke (Sahipsiz Mektuplar)



Bir şarkı olmalı seni anlatan,
Bir şiir belkide sonu hasretle biten.
Veya gözlerimden düşen bir damla yaş…
Ne bileyim işte,
Bir şeyler olmalı seni bana kavuşturacak…
Yüreğin olmalı yüreğimde bulduğum.
Her gözümü kapattığımda sen olmasın
Her gittiğim yol sana çıkmalıydı oysa
Her virgülden sonra sen başlamalıydın….
Ama nafile be güzelim, nafile.
Ah bir bilsen be gülüm ah bir bilebilsen
Ne çok denedim seni bulmayı,
Ne çok aradım seni bir bilsen...
Sanma ki çabuk pes ettim,
Sanma ki korktum sevdadan,
Seni bulabilmek için ben bir ömrü tükettim...
Sesim mi çıkmıyordu,
Çok mu sessiz harf vardı gözlerimin içinde.
Yazılmamış bir şarkı mı beklediğin yoksa,
Yoksa adı konmamış bir şiir mi
Denizlere saldığım kağıt sandallarım mı
Yoksa uzaklardan esen hayırsız rüzgarmı
Seni bana getirecek olan...

Ah sevdiğim...
Kendimce yazabildiğim tüm cümleleri,
Dizebileceğim en özenli şekliyle dizdim de kaç kere,
Yine bulamadım seni...
Her yağmurda seni aradım oysa
Her geçen balıkçı kayıklarına seni sordum
Ama seni bana getirmediler işte.
Eksik bir şeyler var diye düşünüyorum bazen.
Oysa sevda karışımını beraber hazırlamıştık
Tuzunu biberini beraber atmıştık kararınca
Ne yaptımsa olmadı, ne yaptımsa olduramadım
Ne yana baksam senken, seni bulamadım
Bildiğim bütün sevda türkülerini söyledim oysa...
Biliyorum…,
Çok şey söyleyecektin bana.
Bunu da çok istiyordun.
Hayatının sırlarına ortak edecektin beni.
Kendini anlatacaktın.
Özlemlerinden, beklentilerinden, yaşantından,
Umutlarından söz edecektin bana.
Ama sen sustun be gülüm…
Susmasaydın keşke
Keşke ben susmasaydım…..
Oysa kaç gece koynuma hasretini alıp uyumuştum
Kaç gece yalnızlık sancısıyla kıvranıp durmuştum.
Kaç gece beklemiştim seni.
Her kapı çalınışında geldin sanmıştım
Her kum tanesinde seni aramıştım oysa
Ömrümdeki tüm yollar sana çıkıyordu
Sonunda sen oluyordun,
Sen kokuyordu tüm sokaklar
Ve ben o sokaklarda seni arıyordum
Çok geceler sarhoşlarla bekledim seni
Bir köşe başından dönersin diye.
Boşunaymış bekleyişlerim
Bunca acı boşunaymış
Hayatımda bir lal oldun,
Ben konuştum sen sustun
Ah be Sevdiceğim
Susmasaydın keşke
Keşke hiç susmasaydın…………..


Emre Alkan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2007       Mesaj #329
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beni unutamazsın bilirim, beni unutamazsın
Denizin durgunluğu, gözlerimi
Coşkunluğu, saçlarımı hatırlatır
Kulaklarını tırmalar sesim, hayatından silemezsin
Beni unutamazsın bilirim.
Parkın tozlu yollarında yalnız dolaşacaksın
Mutsuz gökyüzünde bir iki yıldız, ışık tutacak karanlığına
Delikanlının biri uzanacak ellerine ansızın
Çaresizliğine, yalnızlığına irkileceksin
Ve daha sonra tarakta kalan saçlardan anlayacaksın ihtiyarladığını
Dudaklarının pembeliği solacak
Cilâsı çıkmış bir mobilya gibi eskiyecek güzelliğin
Kahrolacaksın!
Ve bir gün gelip, beni anlayacaksın.
Oysa; vakit çoktan geçmiş olacak
Ama sen yine de sözlerime aldırma.
Gözlerin zamansız ıslanmasın.
Çünkü, artık çocuk değilsin
Güneşin nereden doğduğunu bilirsin
Başka bir İstanbul olmadığını bilirsin
Ve seni nasıl sevdiğimi bilirsin
Ama gitmek istiyorsan, yine de sen bilirsin
featherrn6Ahmet Selçuk İLKAN
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Mart 2007       Mesaj #330
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
AŞK TUTKU VE KORKU


Hiç sevmeye korktun mu sen güzel kadın. Hayır, sevmeye korkmak değil de sevdiğini belli etmeye, hatta sevdiğini ve bir insani istediğini kendine itiraf etmekten korktun mu? Bu, zor bir sorudur, tıpkı yaşanmasının zorluğu gibidir.

Umut etmek öyle güzel ve keyiflidir ki, aşk gibi, aşkı yasamak gibi sevdiğin bir ruhla sevişmek gibidir. Zaten aşkı yaşatan önemli öğelerden biridir umut etmek. İnsan karşısındakini umut ettikçe , istedikçe, merak ettikçe ve arzu ettikçe aşk yasar. Aşkın bittiği an işte bu biraz önce saydığım duyguların bitmesiyle oluşur.

Birden bire henüz umut etme ve merak etme donemi yaşanırken hayal kırıklığına uğramaktan korkmaya başladığını düşün bir insanın.Simdi söyle bana hatırlandıkça kanımın daha da deli ve sıcak akmasına neden olan güzel kadın; korku; istemeyi, merak etmeyi, arzulamayı körletmez mi?

Seni sevdiğim ve seni arzuladığım gerçeği yüreğimde , ruhumda ve sana yönelen düşüncelerimde ayan beyan ortada. Bunu ne kendimden ne de senden gizlememe gerek yok.

Peki, ya önümüzde uzanan imkansızlıklar, zamansızlıklar ve mekansızlıklar nasıl bir korku duvarı örüyordur sence önümüze. Ah bilsen seninle aşk yasama düşüncesi ne güzeldir beynimin kıvrımlarının arasında dolanırken ismin. Ve bir bilsen nasıl bir korkudur seni yasayamadan bu aşka nokta koymaya yönelik büyüyen hayal kırıklığının gölgesinin olasılığı.

Seni sevmekten hic vazgeçmedim ben, ne birbirimizden korkup birbirimizden koptuğumuz o ilk ayrılığımızda, ne de simdi sana kavuşmanın imkansızlığını düşünürken...

Dudaklarının dudaklarımdaki tadı o ilk bakir öpüşmemizin ardından olduğu gibi duruyor. sokaklarda deli sevdalı kahkahalarla dolaşmamızın sevdalı anıları da olduğu gibi duruyor.

Seninle yakaladığımız o kendiliğinden oluşan enerji birlikteliğinden sonra sevdanın ve arzunun olmamasına imkan yok zaten. Bunu ne sen ne de ben yok edebiliriz. Ama düşün seni sevemeye ve özlemeye duyduğum korkuyu nasıl bitirebilirim? Sen özlemeye korktun mu hiç? Belki hiç düşünmedin bunu. Belki benim seni istediğim kadar istemedin beni, bu yüzden bu korkularımı da yasamadın

Söyle bana sevdiğim kadın; hiç özlemeye korktun mu sen? Duyacağın bir hayır cevabının korkusu ile aşkını tıka basa sevgilinin ismiyle dolu ruhunun derinliklerine atmaya çalıştın mi? ruhuna her değdiğinde sırf bu yüzden ellerin, göğsün, yüzün sevgilinin isminin hecelerine, yani aşkına, tutkusuna boyandı mı?

Tutku nasıl buyur bilir misin? Bu öyle böyle bir tutku, bir erkeğin bir kadını arzuladığı, istediği bir tutku da değildir. Bir erkeğin bütün yasanmış aşklarında arayıp da bulamadığı ama bu aşkta bulacağını düşündüğü tutkunun yaşanmadan elinden kayıp gideceği korkusunu yasadın mi?

Peki ya bu kadar korku ve sessiz isyana rağmen, sitemsizliğimin farkına vardın mı? Bu sitemsizliğin sevgiliyi üzmemek için nasıl da bilinç altı denen canavarda büyütülüp yüreğe kocaman darbeler vurmasına neden olduğunun ayardında misin?

Ben senin sevilmenin hazzı içinde şımarmana öyle sevdalı gülümsüyorum ki, biliyorum bu vurdumduymazlığını besliyorum aynı anda. Ama seviyorum seni, başka bir şey yapmak elimden gelmiyor. Aşkın emrettiği neyse onu yapıyor özlemlerim. Hasretlerim isminle kanasa da, aşkın emrettiği oluyor işte kadınım…

Bekliyorum seni, tutkuyla, hasretle ve sitemsiz.

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük