Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 34

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.677 Cevap: 628
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Mart 2007       Mesaj #331
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi

Bulutların Arkasına Saklan
Sponsorlu Bağlantılar

(Sahipsiz Mektuplar)



Hadi! …
Kaybol artık…
Bak bu ikimiz için son fırsat.
Başımı adını kazıdığım ağaca yasladım
Hani seni ilk öptüğüm yere.
Hadi başladım saymaya.
Yokluğunun biri,
Hüznün ikisi,
Özleminin üçü,
Sensizliğin dördü,
Bensizliğin beşi..

Hadi! …
Kaybol artık…
Çok uzaklara git.
Git ki seni bulamayayım.
Nereye gidersen git işte
Bir düşün yamacına saklan,
Bir martının kanatlarına,
Veya bir bulutun arkasına
Ama git ne olur.
Git ki gözümün yaşı soluk alsın biraz
Git ki yüreğim acımasın bir daha.
Önüm, arkam,
Sağım, solum
Sobe.
Terk etmeyen,
Ebe…


Emre Alkan

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
26 Mart 2007       Mesaj #332
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Sponsorlu Bağlantılar
Kalbim şimdi bir sokak çocuğu
Kelebekleri göç etti gönlümün
Issızlaştı hayat sanki
Sanki, sabahı eksik şiirlerimin.
Sanki, gecesi hep kanayan bir yara
Ve sanki, artık hep kanayacak...
Ağlanacak bir aşkın kıyısına vurduysa gözlerim
Çare yok, ağlayacak.
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Kapıları kendime ben açamadım
Ya da yanlış saatlerde bekledim gelmeni
Düşünüyorum da sen gideli ne çok yalnızım..
Sarmaşık aşkın sarısında kaldım, sarılamadım.
Savunamadım seni kimselere
Anlatamadım seni kimselere
Kimsesiz kaldım,
En çok da sensiz...
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben..
Sana uyumak,
Sana uyanmaktı hayat.
Sıratını geçtim yaşarken korkmadan
Korkumu geçtim cesaretle, ihanetle
Berduş bir yalan masumiyeti öptüm bile bile
Tek sen gitme diye
Sonbahar oldum yaprak yaprak
Ağaç oldum köklerimi unutarak
Tesellisiz bir geceye fırlatıldım
Kalbimi dar kafese kapatarak
İçimdeki bir kanarya
Hiç susmadan ağlayacak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yakamozlarında yıkadım sevdamı çırılçıplak
Seni sevdiğimi bağırdım mehtabına
Beyazında akladım bulutunun
Mavi mavi sevdim seni içim kan ağlayarak
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma
Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!
Seni sevdim ben.
Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #333
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yokluğun soğuk bir savaş gönlümde… Seni beklemekten vazgeçiyorum… Uzayan tutsaklığımda,dalgalanan esaret bayrağının altında, dökülen kanda boğuluyor gülüşlerim… Üzerine çığ düşmüş beklentilerimin hareketsizliğinde, umutlarımı birbirine çatıp duruyorum…

Kalemimde ölü şairlerden hırsızlama harflerle, tekil cümleler kuruyorum acılarla uyumlu… Saçlarımda kelepçesi hükümlü rüzgar…savruluyorum… Yine dalgın gemiler geçiyor ıslak gözlerimden… Gün yüzünü dönerken geceye, düştüğüm tepelerine yeniden tırmanıyorum , kendi mazoşist duygularımla… Herkes uyurken düşlerine, ben sevilmediğimin altını çiziyorum,parantezi bol satır aralarında.. Çizdikçe çoğalıyor yalnızlığım… Yine dalgın gemiler geçiyor ıslak gözlerimden… Senin için bir dalgınlık daha tutuyorum aklımdan… nikotine kesmiş verem kokulu odamda; ( d )alıyorum bir fincan kahveyle sensizliği,kırk yıl kalasın diye hatırımda…
Hüzünlü yaz( g )ılar baskı kurarken sürgün yanlarıma, Tenimde unuttuğun yangınlarda ısınıyor sözlerimin sahte sahipleri… Oysa sana ( k )aralamıştım tüm bildiklerimi.. Kararlı yürüyüşlerde ıslıkla çalınan marşlara eşlik etmiştim, aldırmadan tel örgülerin yırtıcılığına…yeni bir ülke kurar gibi anlatmıştım umutlarımı… Şimdi kararlı adımlarıma yılgınlık dayatan sevdanın sus işaretiyim… kimse bilmez kederden kanayan ,ağır yalnızlığımı… Acıların ağır abisi demiştin bana… kim hesaplayabilir ki gönül kırıklarımın hacmini… Kıldan ince hasretimin keskinliği ve atomdan ağır sevdamın yok edici yakıcılığında,bir ben biliyorum gecelerin bitimsiz uzunluğunu… Yazmakla tamamlayamıyorum kendimi… Bana bile kendini anlatamamış ben’i anlatıyorum sana… Olur da anlam bulurum diye yüreğinde…
Anla(ya)mıyorsun… Bu yüzden seni beklemekten vazgeçiyorum…
Sus-konuş vardiyalarında,sinsi ağrılar çörekleniyor göğsümün sol cenahına… Ve duman çöküyor bu yüz duman… İçimde ayaklanan en militan duygularımı kelepçelesem; Bu aşk terörden kurtulur mu ? Bu büyük yıkımdan ağrısız günler çıkarmı?… Çıkmazındayım işte !... Bu yüzden seni beklemekten vazgeçiyorum… Artık çek işvebaz bakışlarını gözlerimden…Sesini sesimin üstüne koyma … Ya öldür beni ! Ya da yaralı bırak sevni sevmeler ülkesinde… Vazgeçmekten başka işim kalmadı benim…
İÇİ DOLDURULAMAMIŞ BİR SEVDANIN BOŞLUĞUNDA SENİ KAYBETTİM…
(d)arlandım…Katı bir “ES” le bitti bu şarkı…
Susuyorum…

H.KARADENİZ
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #334
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
"Sen yalnızlığımın bahanesisin, her gün kanayacak değilsin ya... "
Yalanlarla avutmak zorunda değildin ki beni. Sen oluyordun her arkama dönüp baktığımda göremediğim umudum. Yine de avunmayı uygun gördün sen bana. Yine sana karşı çıkmıyorum ve avunuyorum, yokluğunun ezilmişliğini taşıyamayan ruhumla. Kendimden kaçışımın nedeni olmana rağmen, seni yine de özlüyorum. Özlediğim sen misin, yoksa kendimden kaçışımın heyecanı mı, karar veremiyorum. Gittiğin yerlere ardından bakakalıyorum sinsice. Gittiğin her şehir seni benden daha mı çok özlüyor... Oysa biliyorsun, özleminin bittiği yere gömüyordum ben sonsuz bekleyişimi. Ve sen, sen olmaktan çıkıyorsun bir süre sonra, yine yok oluyorsun göremeyeceğim uzaklarda. Uzaklar oldu belki de benim yirmili yaşlarımı çalan. Çocukkende böyleydim ben, hep bir tek umudum olsun isterdim. Umutların çoğalmasıydı tek korkum. Çünkü ne zaman umutlarım çoğalsa, hep yanlış olanın peşinden koştum. Şimdi de bunun devam ettiğini, çocuklukta kalmadığını gösteren bir kanıtsın sen. Büyümüşlüğümü hiç sayansın yani. Değişmeyen tek şey bu muydu yoksa yenilerini de mi getiriyordun bana... Kurtaramadığım kanatlarımın en beyazıydın sen. Kaybolmaktan çok kaybetmekten korkuyordum ama sen kaybetmeyi de biliyordun. Senin doğallığındı benim yasaklarımı yasaklayan.Yine de katlanamadın birlikte yalnız kalmaya. Oysa ikimizde yalnızdık birlikteyken. Tüm bu kalabalığın suçunu üstlendin sen. Sadece benim suçum ağır geldi sana. Şimdi sanıklığımı sorguluyorsun benim. Oysa ben çoktan imzaladım idamımı, senin haberin yok... Sıradan bir mekandayım yine, senin olmadığın her yer gibi yani. Seni yaşamanın zor olmadığını sanırdım hep, yalan söylemişim gereksiz yere kendime. Etrafımdaki mutlulukların tek sebebiydin sen demek ki. Garipliklerimin ortasında kalmama rağmen, insanların garip bakışları kadar hassas kalmadı yüreğim. Hep bir gülüş olmak istedim dudaklarında, yazık ki tebessümün ötesine geçemedim ya da geçirmedin. Korunma iç güdüsünün sana eşlik ettiği saatlerde, ben kendi korunmasızlığıma haykırıyordum sessizce. Gözlerinin ıslattığı her yaşamdan bir parçayım şimdi. Ama ne sen varsın yanımda ne de gözlerin... Şimdilerde çok da acımıyorum bana bıraktığın anılara. Yine de sende kalan her bir parçaya sahip çıkıyorum, sanki hiç gitmemişsin gibi. Sesinin eşlik ettiği her beni gün geçtikçe daha çok sevdim. Zaten senden çok sesindi yanımda kalan, Şimdi o da yok belki, belki de hiç olmadığı kadar yakın bana. Bazen de karar veremiyorum, gözlerine mi yoksa sözlerine mi inanmalıyım. Koskocaman bir sırdı her ikisi arasındaki uyumsuzluk. Bunun çabası içinde boğuldum hep. Hep bir şeyleri eksik bırakmadın mı zaten bende. Ve ben, hep bunları tamamlama peşinde yoruldum durdum. Yorgunluğumu bile affetmedim ben, affedilmeyen diğerlerinin arasında. Gözlerimi kapatmam yetmiyor bıraktıklarını geri vermem için. Zar-zor bulduğum bütün yolların sonu sana çıkıyorken, ben, nedensiz yere bir yol seçmekle uğraşıyorum. Her yol sen olduğuna göre, tek çare oldu yoldan çıkmak. Sen yine bekle herhangi bir yolun sonunda, kimbilir belki batışımı birlikte kutlarız... Simsiyah bir dünya bıraktın, kırılmadım; büyümüşlüğümü hiçe saydın, kırılmadım; giderken bana bir avuntu bile bırakmadın yine kırılmadım; ama bir hoşça kal demeden çektin gittin ya, kırıldım, üzüldüm, üşüdüm... Belki yeni bir sevdanın çarmıhına gerildiğim için, belki de seni sindirebildiğim için. Acılarımın bir parçası olmanın sonuna geldin artık. Belki de gerçekler bundan sonra başlayacak. Ama hazır değilim bu sefer simgelediğin harflerle oyalanmak için. Hayırsız gidişini kabullenmek bile daha kolay artık. Yine de çalışıyorum, her yeni doğan güne yalan söylemek için. Yalanlarım birikiyor giderek. Kimin yüzüne baksam ayıplıyor beni. Korkak yanımın bu kadar öne çıkacağını düşünmemiştim. Benzemelerimi de benzetmelerimi de çaldın sen. Götürdüğün yerde hastalıklı bir aşk yaşattın bana. Her şeyin sonuna yaklaşırken, biraz da umut oluyor yeni başlangıçlar için. Biraz da olsa umudum kaldı mı acaba... Belki de bu, yeni sevdalara sığınmaktı benim için. Ama her yeni sevda yeni bir başlangıç olmuyor ki. Yine acıyorum içime ve yine kanıyorum kendi kendime. Artık elini uzatmanı da beklemiyorum, çünkü biliyorsun, gerçek dışı beklentilere izin vermiyorum artık. Söylediklerimi anlatma çabası içinde olduğumdan hep konuştum, hiç susmadım. Ama ne söyleyebildim ne anlatabildim sana. Şimdi uzun uzun bak birlikte seyrettiğimiz denize.Hatırlamakta korkutuyor ama. Her şeyden korkar oldum yaşadığın yüreksizliğin yüzünden. Yine de seyrettiğimiz her damlanın izini taşıyorum kirlenmiş yüreğimde. Sen sakın düşünme düşündüklerimi. En azından birimizi kurtaralım pençesinde olduğumuz kokuşmuş duygulardan... Yalnızdık, yalnızlardaydık ikimizde. Sen belki senden çok uzaklardaki birisine kiralamışsın yüreğini ama sende yalnızsın en az benim kadar. Tek çelişkim bu değildi elbette. Ben seni, sana gönderdiğim her dörtlükte yaşıyorum mısra mısra; acaba sen bunu biliyor musun? İkimizde farkındayız bir çok şeyin, hatta ikimiz dışındakiler bile. Sancısız bir aşkı yaşayamamanın yarası kanıyor şimdi de içimde. Sen de yeni yaralar açmak ister gibisin. Oysa artık insanı sevmek istiyorum, açılan yaraları değil. Şimdi ne senin mutluluğunum ne bir başkasının. Ama sen mutlu ediyorsun hem beni hem bir başkasını. Çelişkilerimin arasındaki en önemli gölgeydi bu. Sen, bendeki yansımanı biliyorsun, görüyorsun ve yeni meraklıklara sürüklüyorsun beni. Acaba gözlerin yalancı mı çıkacak bana... Şu sıralar umut bağlıyorum tozlanmış yüreğine. Ya sen, sen bırakacak mısın bilmiyorum ardından yollara dökülen her bir parçamı. Belki ben senden, ufacık bir çocuğun süpermanden beklediklerini bekliyorum, belki de tek beklentim basitliğini kaybetmiş bir paylaşım. Kocaman bir kalabalık gibisin, paylaşımcılığını yitirmiş iç dünyamda. Bunun en önemli nedeniydi belki, gözlerindeki soğukluğun yüreğimi bile titretmesi. Ama bazen yakalardım sendeki sıcak ışıltıları ve o an inanılmaz bir çılgınlığın kahramanı gibi hissederdim kendimi. Geçici olması bile umrumda olmuyor çoğu zaman. Çünkü yanımda oluyorsun, çünkü nefesim oluyorsun ve her nefes alışımda ölümüm olmuyorsun, şimdilik. Yanlış hayatlarda ve yanlış aşklarda arıyorum yine yarım kalmış yüreğimi. Ve ben bu sefer daha cesurum savaştığım karamsarlıklara karşı. Yanlış hayat; seni de yaşayacağım dolu dizgin...
Hiçbir Şey Eskisi Gibi OLmayacak....

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
3 Nisan 2007       Mesaj #335
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Tütün Tadında Bir Yaşama Terk Ettik Sevdamızı...



El değmemiş bir sabahın çıplak şafağında, beni bırakıp gitmeden önce bitmeyen umutlarımız vardı seninle, yüzüne bakılmayan sahipsiz yoksulluklar gibi sersefil bırakmadan beni daha...

Ayakta alkışlanan gül kokulu sevdalar taşırdık umutlarımızı süsleyen, ve umutlarımızla süslediğimiz sevdalarımız vardı. Bir de dile getiremediğimiz hislerimizin yanında, utanan yanlarımız vardı, bir tarafı karanlık, bir tarafı kapkaranlık. Adı konulmayan çocuklar vurulurdu çocuk yüreğimizin dipsiz kuyularında. Biz bilemedik, bilemezdik. Dedim ya çocuktuk o zamanlar…

Avuntular saklardık kanadı kırık korkularımız için, ateşli aşklara soyunurduk sonucunu bilemeden, salça sürülen ekmeklerimizle boşalırdık seksek oynanan daracık sokaklara. Her akşam, kaşık sallardık dört bir koldan çorbaya, telaşımızda cenkler doğardı sonra. Ali olurduk, Tarkan olurduk, Kara Murat sonra ve de Fatih Sultan Mehmet…

Tüm kötülüklere, tüm kötülere sallardık tahta kılıçlarımızı, anamıza duyurmadan aldığımız örümcek süpürgelerinin sopalarından yaptığımız atlarımızla…

Çocuksu yanlarımız erirdi tahta kılıçlarda, sobe diyemediğimiz hayat hep galip gelirdi, şerh düşerdi tarihe, saltanatlar dağılırdı günübirlik. Sevdamız için darağacı kurulurdu her sokağın köşe başlarına. Biz bilemedik, bilemezdik. Dedim ya çocuktuk o zamanlar, hem de her çocuktan daha da çocuktuk.

Sonra soldular tek tek yakamızdaki çocuk ağlamaları, çelenklerle karşılanan terleyen bıyıklarımız belirirdi köşe başlarında, vururdu sahile ay, delikanlı hayallerimizin resmini çerçevelere sığdırırdık sonra yeni terlemiş bıyıklı resimlerimizi. Sonraları el yazması aşklarımız büyüdü yüreklerimizde. her birimiz farklı sevdalara yelken açtık. Kimimiz sahilden uzaklaşabildi kimimiz oturduk karaya.

Dilimizden düşmeyen şarkılarımız vardı hepimizin. Aşık olduğumuz kızın baş harfiyle başlayan şiirler yazdık. Gece indiğinde güftesinde konakladığımız ve tütün tabakalarına kilitlediğimiz sevdamıza yaktığımız türkülerimiz vardı efkara inat. Bir demirci ustalığında dövdük yüreklerimizi uğruna dayak yediğimiz sevdalarımız bilmedi, duyurmadık. Duyuramadık, zira serde delikanlılık vardı.

Deniz kenarında yaktığımız ateşin başında bulurdu tavını özlemler iki telli akortsuz sazlarda. Sonra uğruna canlarımızın yandığı, canlar yaktığımız sevdamız kına yakardı tutamadığımız ellerine. Bizler sevdamızın kınasına katılırdık. Böyle olurmuş demek ki sevdalar derdik ve mecnun olmadığımızı leylayı bulamadığımızı düşünürdük. Tokat yemek hoşumuza gitmezdi ***** kızından ama bilemedik, bilemezdik. Çocuk bir yanımız hala yaşamaktaydı çünkü...

Çatardık kaşlarımızı ***** gülüşlere, gençliğimizin verdiği sıkıntılara üzülmek için bahaneler bulurduk. Bahaneler bulunsun ki akşam sahile inip bir iki bira devirelim. Devrildikçe içkiler ard arda kıvamını bulmayan öfkeler kuşanırdık sonra. Ve onca içmelerden sonra seslerimizin sabıkalı resmi asılırdı karakol duvarlarına, fişlenirdik.

Geçmişine ağladığımız beyhude yanlarımız vardı bizim, boş vermişliğe terk ettiğimiz hayatlara inat güneş yüzü görmemiş küfürlerimiz vardı, giden sevgililerin ardından usta bir virtüöz edasıyla….

Sevdalarımız bahar kokularıyla geçip giderdi yanımızdan ve bir göz mesafesi fark olurdu her birinden. Görünce kalp atışlarımız hızlanırdı. Karşı evden pencere aralığında bizi süzen gözler olurdu ve geçip giderdi en edalı halini takınarak yanımızdan ve bizlere sadece ayrılık kokan sancılar kalırdı… Bilemezdik, bilemedik de zaten.

Tanıdık yüzler birer birer göçerdi mahallemizden ve yüreğimizde saklı kalan yanlarından birer ikişer yarışır gibi gidiyorlardı ebedi istirahathaneye ve imam derdi ki El Fatiha… Ağıtlarda geçerdi isimleri tüm sokaklarımız vurulurdu. Siyahın en sığ koynunda. Göz yaşları sel olurdu. Bizlerde ağlardık.

Feryatlar söndürecek ırmak yüklü göz yaşlarımız olurdu, acıya boyanmış ürkek bakışlar vardı. Yediler olurdu sonra bizde giderdik. Belki börek – çörek yemek içindi, şimdi hatırlamıyorum ama o zamanlar bilemezdik, bilemedik. Taki sevdiklerimizi kaybettiğimizde anlamıştık acılarını en fazla. Hep cebimizin zulasında sakladığımız acılarımız vardı bizim. Sevdiklerimizin naaşlarından sonra zencefil bulanırdı toprak.

Deniz mavisi hasretler yüklenirdik sevda akşamlarında, vurgun yemiş yalnızlığın kırıklığında. İhanet damıtan yanılgılarımızın yanında, inadına yorgunluk giyer susardık. Biz susardık deniz susardı, susardı martılar ve uygun adım yürüdüğümüz adımlarımız susardı.
Sohbet, muhabbet susardı ve iki teli kalmış sazımız susardı…

Siz çayda çırayla gelirdiniz düşlerimize,
Biz ise ay karanlığında el sallardık ayrılığın hüznüne,
Yağmur diliyle konuşan yürekteki çığlıklar
Kayıtsız kalırdı bunca keşmekeşliğe..
Bilemedik, bilemezdik de zaten...

Gençliğin son demleri geçerdi bir bardak rakıda, sonrasında koşar adım uzaklaşırdı hayatın gizemli yollarında. Tutamazdık, tutamadık da zaten… Sokaklarda yuvarlanırdık, karaya bulaşırdı ellerimiz, saçlarımız bahar kokan sevgililere inat toprak kokardı her birimizin.
Ve başlardık ağlamalara yine. Buğulu gözlerimizin rüzgarına bir kanaviçe gibi işlenirdi hasret ve biz sevdasına yenik düşmüş birkaç sevdalı gelecek günlere kaldırırdık bir daha kadehlerimizi. Şerefe ***** kader, şerefe geri gelmez gençliğimiz, şerefe bizi sersefil bırakan bahar kokulu sevdalar ve şerefe yeni güne elveda diyen tek aydınlığımız ay…

Karanlığında ihtilallerimizi saklayan firari gecelerimiz başlardı sonra, bizi sevdaya mecbur eden, sevda ile yaşatan, ağlatan gecelerimiz başlardı. Ve biz de bıkmadan usanmadan asardık yağlı urganlarla hayırsız aşklardan gelen sancıları, gecenin karanlık duvarlarına.

Bizler sevdalı ve de biraz çakır keyif üç beş kişi, sevdaların sıtmalı bir utanç ve geçmesi zor olacak bir acı bırakacağını, tarumar olmuş bir yüreğin Karadeniz gibi çalkantılı ve kimselerin kabul etmeyeceği mengene kıvamında sıkışan bir yürek bırakacağını bilemezdik. Bilemedik de zaten…

Şimdi çocuk olmak vardı oysa……….
Hadi var mısınız çocuk kalalım hepimiz……………..


Emre Alkan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #336
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mektup07bj3


Kandırma kendini; okudukların sadece soğuk harfler.

Baktığın şey kağıt değil, yazılarsa eski, güzel kalemlerden çıkmış satırlar değil. Hayat artık daha kolay; masanın üstünde biriken kağıt yığınları yok, kaleminin mürekkebi bitmiyor, gömlek cebinde ise lekeler oluşmuyor artık...

Dayanmaya çalışıyoruz, ama kolaylık her zamanki gibi ezip geçiyor. Düşünceleri, duyguları okumak için para ödemek zorunda değiliz aldığımız bir kitap ardından. Hatta bu satırları yazarken arka planda çalan "mp3" melodileri dinlerken ben de o melodilere emek harcayanları hiçe sayabiliyorum...

Orta yaşı çoktan geçmiş biri olarak nostaljinin "kızıl" renginden kopmamaya çalışıyorsam, benden daha "büyükler" olarak aranızdan birkaç kişinin işi çok daha zor. Kitap kokusunu alamamanın burukluğu ve elinde "somut" bir şey tutmadan fikirlere ulaşmanın "garip"liği dolaşıyor etrafımızda...

Kitaplar da gidecek, biliyorsunuz değil mi? Yavaş yavaş ağırlıksız ve bedensiz düşünceleri okuyacağız. Okurken de yazanın el yazısından kişiliğini anlama lüksünü kaybettiğimizi fark edeceğiz.

Önümde "17 inch" bir "kağıt" ve ellerimin altında 106 tuşun 30 - 35 tanesinin dışındakilerini pek kullanmadığım bir kalem var. Arkamda duran "eski" ve "güzel" kitaplara sırtımı dönmüş yazıyorum. Her şey daha kolay ve çabasız…

Gözlerimi hafif sağa kıpırdattığım zaman kimlerin bu "sanal" dünyanın içinde gezindiğini görebiliyorum. Onlar bir sandalyede otursalar da artık orada değiller. Yumuşak hatlı nesnenin üzerindeki tuşlara dokunarak dünyanın başka bir ucundaki, nerede, nasıl durduğunu bile bilmedikleri ve hatta düşünmedikleri bir bilgisayarın "HardDisk" ini çalıştırıp oradaki "birler" ve "sıfırlar"dan nasiplerini alıyorlar...

1024 "çarpı" 768 pikselden oluşan dünyanın içerisinde varolmaya çabalarken, bunun bir eğlence ve zaman geçirme aracı olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyorum galiba. Düşününce "Matrix" fena fikir değilmiş gibi gelmiyor ara sıra...

Kaçıyoruz galiba "her şey" den buralarda. Somut olamayan insanlar ve somutlaşmak istemeyen düşünceler uçuşuyor etrafta. İletişim yanıp sönen "imleç" anlamına geliyor aslında ama ne çok duygular yüklüyoruz sınırlı harflere ve silikçe duran satır sahiplerine. Yaratmanın uzağında dolaşırken, diğer yandan da yarattığımızı sanıp "ASCII" güllerle ilan-ı aşk ediyoruz sanal güzelliklere...
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
4 Nisan 2007       Mesaj #337
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Sevgili süpermen, dönmüşsün. Çok uzun zaman oldu, görmeyeli güçlenmişsin. "S" harfin daha da bir parlak olmuş. Botlarını pek beğenmedim, ama olsun, yine de giydiklerini taşımayı beceriyosun. Pek rahat bi'şey olmasa gerek o giydiklerin. Saçının önündeki o lüleye ise bi'şey diyemiyorum. Lois Lane'e olan hayranlığın konusuna gelince; seni sürekli onun etrafında dolaşırken görüyorum son zamanlarda. Bu haksızlık. İnsan gelir gelmez bi saniye olsun ayrılmaz mı yanından?
Ya benim bindiğim uçak düşerse?
Peki ya frenleri tutmayan bi vosvos'la İstiklal'e dalarsam?
Peki ya Semoş'un motoruyla gezerken İstanbul'da, bizi kendini bilmezler sıkıştırmaya çalışırsa ne olacak? (dın dın dın!!!)
Tamam aşkının peşinden gidiyosun, o da güzel, iş ve aşkı aynı anda çok güzel idare edebiliyosun ama biraz kendine gel. Bence başka yerlere de uğra. Sürekli Lois'e "ben hep buralardayım" derken yakalıyorum seni. Tamam o kadın da çok güzel, hatta daha da bi güzelleşmiş. Ama baktım ki hala senin "superman" yanınla ilgileniyor. Bu bir kişilik bozukluğu bilmem farkında mısın? ( ahaha) Dön bir bak bakalım çevrene senin Clark Kent halinden hoşlanan kaç kız var? Ewet bunların başında belki ben de oluyor olabilirim ahaha ama bu mektubun bununla bi'ilgisi yok. Şimdilik bu kadar. Tekrar hoşgeldin, cevabını bekliyorum nokta
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
6 Nisan 2007       Mesaj #338
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Gün Olur da Bir Gün Bana Gelirsen (Sahipsiz Mektuplar)



Gecenin kara yüzü göründü yine çatı katımın penceresinden. Ayın şavkı Karadenizi aydınlatıyordu. Uykusuzdum, birazda sarhoş. Sensizlik mi çarpmıştı beni yoksa içtiğim rakıdan mıydı bu bendeki baş ağrısı. Ben her gece seni özlerim, sensiz sessizliğimde her gece seni ararım ama yine bulamam. Boş kağıtlara seni yazarımda yine anlatamam seni ve beni anlamaz kağıtlar. Bu halime en çok içimdeki çocuk güler. Her şiirim senin adınla başlar, her şiirim senle biter de sen bilmezsin. Gecenin karasını maviye boyarım sen yokken, ben maviyi özlerim seni özlediğim kadar.

Her şey yarım. Aşklar yarım, sevdam yarım. Sensiz yaşanıyor yaşanacak her ne varsa. Yani hayatım yarım. Gecelerim yarım ve pazar sabahları radyodan çalan şarkılar bile yarım. Resimler yarım, ben yarım. Sensiz gecelerim, ayım, yıldızım. Sensiz ağlıyor gülen diğer yarım. Sensiz yaşanıyor yaşanacak her ne varsa. Sensiz, sessiz yarım.

Sen yokken durur zaman. Güneş durur, ay durur, bulutlar öylece durur. Dalgalar durur, rüzgarlar durur, insanlar durur. Ben durmam! ... Ben inatla seni özlemeye devam ederim. Durmadan, bıkmadan, usanmadan döneceğin günü beklerim. Yüreğimdeki yangını söndüremez binlerce umman. Yüreğimin sensizlikle yoğun olduğu bir yerlerde toplu güvercin katliamları başlar, tek tek vurulur sevgi kuşlarım.

“Sensiz kanadı kırık bir martıyım şimdi.
Yorgunum, sensizim, sessizim,
İçim dışım senin özlemin.
Güz kanadında çıplak ayaklı bir çocuğum şimdi.
Yine sensiz çalınmış uykularımın arka sokaklarındayım.
Yalnızlığın en orta yerinde öksüz ve yaralı yani…”
Bazı geceler bulutlara takılırım, rüzgarla şakalaşır, dolunayda gölgeni ararım. Yıldızlardan sorarım seni de bilemez nerede olduğunu veya bana söylemezler.
Sonrasında sahilde bulurum kendimi, veya öyle hayal kurarım. Dalgalar bir türlü yazıp sana atamadığım şişelerin hesabini sorar benden, rüzgarlar kolumdan tutup beni sana taşımaya kalkar ama izin vermez martılar. Ben seni özlerim ve ben seni beklerim. Meğer sen, acımasız zamanı beraberinde götürmüşsün. Zamansız zamanlarında da seni özlerim en fazla. Benimle birlikte tüm saatler, dakikalar, saniyeler, martılar ve bu sahil geleceğin günü bekler. Yüreğim de bekler seni, gözlerim ve de ellerimde bekler. Yani geceleri sensiz, zamanı bensiz geçiririm. Sen gelene kadar ' Tadilat nedeniyle kapalı”(yız) dır kalbim. Gözlerim hiçbir güzeli görmez. Hiçbir sevdaya sevda demez yüreğim.

Sensizliğimde yüreğimin bir köşesinde yıllık sayımlar yapılır ve bir tek sen eksik çıkarsın. Yediğim her şey senle çarpılır, duyduğum her heyecan sana bölünür.
Seni düşünmediğim her an benden çıkartılır, beni düşündüğüm her an seninle toplanır.
Ve sonuç hep 'SEN' çıkar tüm işlemlerde. Bir tek 'SEN' in sağlaması beni 'BEN' yapar.

Rüyalarımda yolumu eşkiyalar keser, kırk haramiler seni benden alır. Sen gittiğinde ben bir eksilirim, her yarım diğer yarımı arar. Senin yokluğunda intihar komandoları benimledir, her an patlamaya hazır bir bomba durur yanıbaşımda. Sen yokken yüreğimin sahillerini kumlar kaplar, yunuslar toplu intiharla kendilerini kumsallara vurur. Tüm çocuklar al - bal satarken, ben çocukluğumun eskicileri misali sensizlik alıp sensizlik satarım. Kan kaybı değil bu, sensizlik tek çektiğim. İnan bana kan kaybından değilse bile sensizlikten ölecek bu Şiirbaz.

Bilmezsin kimlik kartı olarak ben hep seni taşırım yanımda. Ne kadar doktor varsa senin adına öksürmemi, ağzımı açtırdıklarında derinliklerde seni görmek isterler.
Tüm tahlil sonuçları sen çıkar da sen bilmezsin. Ben hiçbir tefeciye seni rehin bırakmadım, ama sen beni iki yırtık lastik terliğe, bir bardak iğdeye eskicilere sattın.

“Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi, göz kapaklarımın içindesin
Bir aşk borana tutuluyor bir daha, ilk dönemeçte
Kum taneleri var ya onların birindesin…

Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hala
Dursam ölürüm, paramparça olur dünya
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Cennet diyelim istersen, yada sen söyle…”

Şimdiden sonra bana gelirsen, pırıl pırıl bakışlarınla gelmelisin ve mutluluğu asarak sol omzuna. Kinden, nefretten her tür tuzaktan arınarak çıkmalısın yola. Hayatı taşıyacak kadar yürekli olmalı küçük parmakların, avuçlarının içi ise her dem ıslak…

Gün olurda gelirsen, parçalayıp yeni bir evren yaratmak için, tek bir yıldız getirmelisin bana. O kısacık ıslak saçlarınla gel gelirsen…

Gün olurda gelirsen, gözlerini getirmelisin bana. O içlerinde şatolar yapıp kaybolacağım kadar engin gözbebeklerini de almalısın yanına. Gün olurda gelirsen, yürek titreten gülüşlerini de almalısın yanına. Ve akmalısın yüreğime daha ilk sözcük için hazırlık yaptığım anda…

Gün olurda gelirsen, tanrının şaheserlerinden olan o öpülesi dudaklarınla gelmelisin ve ardında bıraktığın sözcüklerin tümünü silerek hafızandan. Gün olurda bir gün bana gelirsen, acıyı bal eylemeyi bilerek gelmelisin ve hesapsızlıkların bile hesabını yapmadan çıkmalısın yola…

Gün olurda belki bir gün gelirsen yanıma, güneşi getirmelisin. Karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz güneşi, o güneş bizim olmalı.

Her neyse sen yinede aldırma bana.
Gün olurda bir gün gelirsen yanıma,
Sadece kendini getir
Tüm söz verilmiş sevdalarla…

Dost kalın ve hep sevdalı kalın….


Emre Alkan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2007       Mesaj #339
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Birazdan ruhum demini tutar çok sıkıntılı yağmurların, birazdan bulutlardan önce yağmaya başlar bacaklarıma romatizma ağrılarım. Sen say ki az önce yaz sevincimde sen vardın, az sonra yok olacaksan anında çöle yenik düşecek baharlarım.

Yüreğimin karanlık izbe köşelerine o çok korktuğum yalnızlıklara terk edilerek unutulduğum gecelerden varlığını hissettirmek için yıldızlar düşürürdün sen. Ben senin alev alev yanan sözlerini biriktirip içimde sabahlara güneş çocukları doğuran şiirlerle ruhumu soyardım, sevdanın en güzeli buydu belki de...

Esmer gülüşlerle bezeli, esrik bir geçmişle kaplı tümden kızıl siyah bir bulutla çepe çevre sarılı bir yaşamdı bizimkisi…


Ah sevgili ah sevgili nasılda mutlusun göğsümde sere serpe uzandığın yerde. Vuslatsız da olsa sıkı sıkıya tutunurduk biz birbirimize, ne çok severdik birbirimizi önümüzde ayrılık ara ara “gerçek benim” der gibi göz kırpmış olsa bile…inadına yapışarak yaşardık bizi içine alan, umut vaat eden hayallere.

Çok yuvarlandık dik düşlerin pervasız yamaçlarından, çok tok durduk ellerimiz boş dönerken vefasız sevdalardan ve sırf yaşamımızı idame ettirmek için ezik meyveleri topladık mutluluğun tezgah altlarından.Kısmen çöpçüydük biz atıklardan, çürüklerden yaşamın anlamına dair kendine doyma şekilleri üreten. Kan kokardı kendini, sevdayı, aşkı anlatmaktan yorulmayan uykusuz ellerimiz… çünkü; ne yazsak, ne yaşasak beyaz kağıt üstü kırmızı mürekkep olup düşerdi saflığını hiçbir şeyin kirletemediği kalbimiz. Pas tutmuş, rengi kararmış, sevdaya gözleri kapanmış sevgililerin sevgileri bir gün bizim sevdamızın ölümsüz külleriyle ovuşturularak parlatılacaklar.

Böyle kutsal bir misyonu var sevdamızın bir tanesi, anıtlaştığımızı görmek için mahremliğin saydam duvarlarından izleyecekler bizi, göğe bir yazlık sinema kurduğumuzu farz etsin herkes sevgili…


Uçmasını bilmeyen sinekler her defasında dışarıya çıkmaya çalışırken cama yapışırlar…

Ve yüreğimizde inadına büyüttüğümüz küçük sevinçlere aç hüzünler çalma içgüdüsü ile ellerini uzatırlar. Yüzümüzde bir iyi niyet, bir bulmaca, bir bilmece sihri çocukça meydan okur her kötü niyete ve gardını alır gözlerimizde efsunlu dizeler ardından gözyaşı yürür her kem göz sahibine.

Biz seninle birlikte yalın ayak gezinirdik içimizde bir yerlerde ve oralarda bakışarak masum gözlerle ha uçtu ha uçacak, ha düştü ha düşecek uçurum korkularıyla korkmamayı öğretirdik birbirimize. Mazimizin dehlizlerindeki aynaları tutup çıplaklığımıza, yıldızlarımızın sevişmelerine tanık ederdik geceleri ay tepelerinde…

O yırtık, o eski, o kıymeti bilenememiş aşklarımızın bitlenmiş pardösülerini çıkarıp üzerimizden çarpardık geri dönenlerin ayaklarına, yüreklerine…

Firuzan’dık biz; yaşadığımız her aşkta türlü türlü renklere, türlü türlü ışık yansımalarına değerine paha biçilemeyen bir aşkla ömrünü ölüme mahkum etmiş…

Ruh seyyahlarıydık ki biz; kimseler gidemezdi bizim gittiğimiz yerlere, bilmeyene bunun için okunması zor bu seyahatnamenin de… Sana benden başka Firuzan yok sevgilim, bana senden başka seyyah yok!

İşte bu denli garibiz biz bu çarklarını tersine çevirmeye niyetlendiğimiz dünyaya. Değeri geç anlaşılacak bir cevher gibi bu gün hurdadan sayılacağız olsun varsın, gelecekte de aynı demle yaşayarak herkese etiketli şaşkınlıklarını, sahip çıkamadıkları aşklarını yeniden yeniden anımsatacağız.Hiç bir maneviyatın tren, otobüs, uçak,gemi vesaire yolculuğu olmamıştır.Çünkü onu hiçbir güç maddiyata bindirecek kudretti kendinde bulamamıştır.o ışın ötesi, zaman ötesi ve hatta ötenazisi olan bir şeydir sevgilim.

Göz yaşlarımı düşürdüğüm yastıklardan haberin yok senin,yağmurlu gecelerimin sesi duyulmasın diye içli burun çekişlerimden de haberin yok.Taraftar değilim yorgunluğumla başka omuzlarda yaslanmalara, başka türlü bulut yüklü boyun büküyor başım hazan zamanlarında.

Her ne yana gitsem ama aklımda, ama ruhumda, ama düşlerimdesin.Asla göç etmeyeceksin içimden biliyorum...


Alıntıdır...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
6 Nisan 2007       Mesaj #340
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Sahipsiz Mektuplar -3-


Şimdi neredesin ne haldesin bilmiyorum.
Başına neler geldiğinden hiç haberim yok.
Benim başıma gelenleri de sen duysan inanmazdın.
Hayat kötü oyunlarından sadece birini bizim için oynadı.
Sen gittin.
Aydınlıklar karardı, yapraklar soldu,
Yüzlerinden gülümsemelerini düşürdü çocuklar.
Kahkahalar artık o kadar içten değil.
Ama gözyaşı konusunda uzman oldum biliyor musun.
Artık ağlarken yeni biçimler deniyorum.
Geceleri ansızın uyanıyorum mesela.
Ve tarifsiz acılar çekiyorum.
Son yıllarda öğrendim havanın ne kadar zor aydınlandığını.
Oysa uyurken ne kadarda kolay doğuyormuş güneş.
Kızılca bir kıyamet gibi üstüne çökünce karanlıklar
Yıldızların değerini çok daha iyi anlıyormuş insan.
Sıkıntısız geçen her güne daha bir umutla sarılıyormuş.

Eski günleri ne kadar özledim bilemezsin.
Çocukluk aşklarını, futbol maçlarını, sokak gezintilerini,
Anlamsız şeyler üzerine yapılan anlamsız konuşmaları,
Ve sıradan bir insanın sıradan olarak yapabildiği her şeyi.
Her şeyin şimdikinden daha güzel olmasını isterdim,
her şeyin birazcık daha kolay…
Mükemmel bir hayat değildi ama beklediğim bu kadar da eksik olması gerekmezdi.
Bir hastalığın pençesine nasıl bu kadar çabuk düşebilir insan, nasıl bu kadar kolay yıkılabilir bir hayat, anlatsam anlar mısın?
Çok yoruldum canım dostum ve çok özledim geçmişte kalan her şeyi.
Bazen uyumak ve bir daha uyanmamak istiyorum acılar bitene kadar.
Bazen gitmek ve dönmemek istiyorum vazgeçemediklerim çağırana kadar.
Bazen ölmek istiyorum dostum yaşam dediğin bu oyun bitene kadar.
Ve işin kötüsü hiç birini yapacak gücüm yok.
Dünyanın ortasında yapayalnız bir yaprak gibiyim, soluyorum.
Bir rüzgarlık kalp atışım var onu da gelişine saklıyorum.
Serhat Sümer

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük