Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 35

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.670 Cevap: 628
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
7 Nisan 2007       Mesaj #341
maipoem - avatarı
Ziyaretçi

KIRK YILDA BİR GİBİSİN
Sponsorlu Bağlantılar

O çok eski kadınlardandın sen. Ansızın susar ve şehri o parçalanmamış haliyle dinlerdin. Henüz doğmamış, ama doğmak için sabırsızlanan bir anlamın, bir duygunun çığlığını duyardın...
Bu çığlığa kendini adardın. Çünkü her acının, her çağrının içinde bir karşılığı vardır.
Sen çok eski bir şeye aşık olan o eski kadınlardandın. Sen birini sevdiğinde bütün dünyayı herkesin her şeyle ilişkisini severdin...
Senin birini sevmen, dünyanın bütün dertlerini, bütün acılarını göğüslemeye hazır olduğun anlamına gelirdi...
Acıları ve sana akacak olan dünyanın her şeyini daha iyi ve kesintisiz algılamak için bildiğin her şeyi unuturdun.
Yalınlaştırırdın kendini. Arındırırdın...

İki kişilik bir bencillik ve karşındakinin yüreğini yeme oyununa “ aşk” diyenleri anlamak mümkün değildi sana göre.
Aşık olduğunda içinde tutkuyla yeniden yanmaya başlayan ışık, kim bilir anılarında sakladığın kaç yüzü aydınlatırdı ?
Bu yüzden aşık olmak için bu duyguya bana hep “ sevinçli bir ıstırap ” veriyor derdin...

Şimdi benden çok uzaktasın. Bu bir zamanlar sevdiğin şehirse kendi zamanlarını çoktan kaybetti.
Ama yinede, seni ne zaman düşünsem, sevginin tüm yolları yeniden aydınlanıyor benim için...

Biraz Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnasıydın; biraz Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’da anlattığı Nuran..... Yine Tanpınar’ınYaz Yağmuru hikayesindeki o büyülü, o uçarı kadında da senden çok izler vardı. Masum bir sevinç için ikbal yakan kadınlardandın sen.

Bir cinnettin, bir karabasanın yaşandığı bu hayatta artık yoksun. İyi ki de yoksun diyorum; çünkü çok acı çekerdin. Beynindeki esrarda yetmezdi seni avutmaya.

Ölümüne kadar, sana olan aşkımı bir sır gibi saklayıp, bu aşka o derin merhametinle bağlandığın için sana minnettarım. Çok yalnızım ve seni çok özlüyorum.

Sen benim için kırk yılda bir gibisin; öyle eksik, öyle hazin, öyle paramparça...

Cezmi Ersöz


Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #342
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Sahipsiz Mektuplar -4-

Sponsorlu Bağlantılar

Bitecek değil mi? Bana biteceğini söyle.
Ve yalan olduğunu belli etme. Beklide kandırılmak istiyorum.
Oyuncakçının önündeki bir çocuğun bulutlara aldandığı gibi.
Her şeyin bir sınav olduğu bu dünyada sorular çok zor
ve galiba ben iyi bir öğrenci değilim.
Güzel günleri çok özledim.
Papatya kokan sabahları, demli çay tadında akşamları..Herşeyi..
Çünkü geceler çok karanlık
ve ben hep gecelere biriktiriyorum kalbimdeki bütün ağlamakları.

Bitecek değil mi?
Bir gün gözümü açacağım ve sen gelmiş olacaksın.
Her şey eskisi gibi çiçek açmış olacak.
Geceleri yıldızlar dökülecek saçlarımızdan.
Bir rüzgar gibi esiverecek gençliğimiz kalbimizden.
Bu günler geçecek değil mi?
Bana bir kez yalan söyle en büyüğünden olsun.
Susalım kalbimizdeki isyanları. Bir çığlık gibi kanasın gözlerimiz.
Damarlarımızda alevler…
Yaşıyormuşuz diyelim öldürülen bütün hayallerimize inat.
Biz umudu yine kaybetmeyelim.
Bitecek, bitecek diyelim…
Serhat Sümer

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #343
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları... Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor. Sen sanki, yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin. Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan "Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var."

Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine "seviyorum" desen, ben yine senin gözlerinde sonsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem. Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.

Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.

Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Bir de geceleri daha uzun sanki, bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birşeyler yok. Dedim ya, her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.

Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, Uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, Üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikayeler uydururum. Ama hikayelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.

Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.

Bense odamda senden uzak. Hayır beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca biraz, biraz üşüyorum...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #344
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Cennetim Olur Musun*(Mahzenden Sevgiliye Mektup25)


Cennetim olur musun?
Senden kaçmaktı muradım. Fakat gözlerime keskin bir bıçak gibi, bilincime eksiltili bir cümle gibi saplanan gecelerden sonra anladım, boş yere yorulduğumu.
Senden kaçmak, aslında varlığımdan kaçmakmış. Senden şiirlere, tınılara, uzak ülkelere, farklı ırktan kadınların gözlerine sığınmam boşunaymış hep. Boşunaymış kör günçavdılarda ısınmak isteyişim. Boranlarda donmak isteyişim hep boşuna.
Her kaçış hamlesi bir helezon gibi, antik bir girdap gibi yine bana yönlendiriyordu zehrini. Oysa ben anımsamak istemiyordum artık gözlerini. Mevsimsiz bir zamanda ruhuma ansızın dolan, baldıran zehrini içiren gözlerini.
Ellerini. Bilinmezliğe dizeler çizen, iliklerimin ısınması için ruhumu okşayan ellerini.
Sonsuzluğa gül takan dudaklarını.
Teninin tatmadığım tuzlarını.
İlk önce bulunduğun kenti terk ettim bir akşamüstü. Gururu yıkılmış bir yılkı gibi, yaralı bir ceylan gibi kaçtım senin kentinden.
Bizim başkentimizden.
Acıların.
Sancıların.
Avuntusuzlukların.
Umarsızlıkların.
Çıkmazların başkentinden.
Gitmek; adı konmamış beldelerde sözlerini hatırlatmayacak ve seni hatırlamayacak kimseleri bulmak demekti. Onların kırlangıç kanatlarına tutunan öykülerini dinlemekti umarsızca. Belki küçük bir çocuğun avuçlarına yorumsuz iki damla göz yaşı, bir ölünün tabutuna dirençli krizantemler bırakmaktı. Kör martılardan eflatun dizeler, akasyalardan mor düşler devşirmekti. Sonra onları karanlığın ortasında yakıvermekti ansızın. Geceye devrilmek üzere olan bir akşamda, yaşlı bir masal anasının buruşmuş gül dudaklarından, sana dair olmayan bir masal dinlemekti biraz da.
Masala karışmak.
Masal olmak.
Sır olmak.
Belki de uzak, koyu gölgeli bir ormanın derinliklerinde, bir kaknüs yalnızlığıyla çıldırmaktı gitmek.
Kırlarda sert rüzgârlara karşı yürümek, tarihin nasırlı ellerinden efsaneler dinlemek, belki Nerval gibi kravatıyla kendini bir sokak lambasına asmaktı gitmek. Dağ başındaki metruk bir kulübe gibi hiçliğe tutunmak, önünde yanan ateşteki hârelerin yürekte yangına dönüşmesiydi gitmek.
Işıltılı bir sabahın büyüsü içindeyken kalbim, “tam kaçtım, kurtuldum” diyordu dilim.
Dilsizliğim.
Ama yüzüme çarpan anı kırıntılarından kurtulmamın imkânsızlığıyla kalakaldım yerimde.
Öfke burcundaydı bakışların çünkü.
Sitem saraylarında.
Kalbim kadar yakın, kalbim kadar uzaktı gözlerinin gölgesi.
İşte o an anladım her kaçışın kalbe bir yöneliş olduğunu. Ve her yönelişin içinde zehir tohumları barındırdığını. O an anladım yokluğunun benim ruhumda zakkum bahçesi olduğunu.
Şimdi suç işlemiş bir çocuk gibi kalakaldım, adını bile bilemediğim uzak ülkelerde.
Dönmek?
Kalmak?
Ve daha da kaçmak?
Yitik göklerde avare yıldızlarla konuşmaktan başka çarem kalmadı galiba. Gittiğim her yer, gördüğüm, dokunduğum, kokladığım, tattığım her şey âteşe dönüyor.
Senden kaçmakla, sana dönmek arasında bir â’raftayım en nihâyetinde?
Bana hiç açmadın kapılarını.
Şimdi bir engizisyon kaçkını gibi, bir firarî gibi kararsızlığımı gidermeni ve cennetim olmanı istiyorum.
Cennetim olur musun?
Necdet Karasevda
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #345
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Sahibini bulamayan hayaldeki sevgiliye yazılmış mektuplar serisi -2

AŞK TUTKU VE KORKU



Hiç sevmeye korktun mu sen güzel kadın. Hayır, sevmeye korkmak değil de sevdiğini belli etmeye, hatta sevdiğini ve bir insani istediğini kendine itiraf etmekten korktun mu? Bu, zor bir sorudur, tıpkı yaşanmasının zorluğu gibidir.

Umut etmek öyle güzel ve keyiflidir ki, aşk gibi, aşkı yasamak gibi sevdiğin bir ruhla sevişmek gibidir. Zaten aşkı yaşatan önemli öğelerden biridir umut etmek. İnsan karşısındakini umut ettikçe , istedikçe, merak ettikçe ve arzu ettikçe aşk yasar. Aşkın bittiği an işte bu biraz önce saydığım duyguların bitmesiyle oluşur.

Birden bire henüz umut etme ve merak etme donemi yaşanırken hayal kırıklığına uğramaktan korkmaya başladığını düşün bir insanın.Simdi söyle bana hatırlandıkça kanımın daha da deli ve sıcak akmasına neden olan güzel kadın; korku; istemeyi, merak etmeyi, arzulamayı körletmez mi?

Seni sevdiğim ve seni arzuladığım gerçeği yüreğimde , ruhumda ve sana yönelen düşüncelerimde ayan beyan ortada. Bunu ne kendimden ne de senden gizlememe gerek yok.

Peki, ya önümüzde uzanan imkansızlıklar, zamansızlıklar ve mekansızlıklar nasıl bir korku duvarı örüyordur sence önümüze. Ah bilsen seninle aşk yasama düşüncesi ne güzeldir beynimin kıvrımlarının arasında dolanırken ismin. Ve bir bilsen nasıl bir korkudur seni yasayamadan bu aşka nokta koymaya yönelik büyüyen hayal kırıklığının gölgesinin olasılığı.

Seni sevmekten hic vazgeçmedim ben, ne birbirimizden korkup birbirimizden koptuğumuz o ilk ayrılığımızda, ne de simdi sana kavuşmanın imkansızlığını düşünürken...

Dudaklarının dudaklarımdaki tadı o ilk bakir öpüşmemizin ardından olduğu gibi duruyor. sokaklarda deli sevdalı kahkahalarla dolaşmamızın sevdalı anıları da olduğu gibi duruyor.

Seninle yakaladığımız o kendiliğinden oluşan enerji birlikteliğinden sonra sevdanın ve arzunun olmamasına imkan yok zaten. Bunu ne sen ne de ben yok edebiliriz. Ama düşün seni sevemeye ve özlemeye duyduğum korkuyu nasıl bitirebilirim? Sen özlemeye korktun mu hiç? Belki hiç düşünmedin bunu. Belki benim seni istediğim kadar istemedin beni, bu yüzden bu korkularımı da yasamadın

Söyle bana sevdiğim kadın; hiç özlemeye korktun mu sen? Duyacağın bir hayır cevabının korkusu ile aşkını tıka basa sevgilinin ismiyle dolu ruhunun derinliklerine atmaya çalıştın mi? ruhuna her değdiğinde sırf bu yüzden ellerin, göğsün, yüzün sevgilinin isminin hecelerine, yani aşkına, tutkusuna boyandı mı?

Tutku nasıl buyur bilir misin? Bu öyle böyle bir tutku, bir erkeğin bir kadını arzuladığı, istediği bir tutku da değildir. Bir erkeğin bütün yasanmış aşklarında arayıp da bulamadığı ama bu aşkta bulacağını düşündüğü tutkunun yaşanmadan elinden kayıp gideceği korkusunu yasadın mi?

Peki ya bu kadar korku ve sessiz isyana rağmen, sitemsizliğimin farkına vardın mı? Bu sitemsizliğin sevgiliyi üzmemek için nasıl da bilinç altı denen canavarda büyütülüp yüreğe kocaman darbeler vurmasına neden olduğunun ayardında misin?

Ben senin sevilmenin hazzı içinde şımarmana öyle sevdalı gülümsüyorum ki, biliyorum bu vurdumduymazlığını besliyorum aynı anda. Ama seviyorum seni, başka bir şey yapmak elimden gelmiyor. Aşkın emrettiği neyse onu yapıyor özlemlerim. Hasretlerim isminle kanasa da, aşkın emrettiği oluyor işte kadınım…

Bekliyorum seni, tutkuyla, hasretle ve sitemsiz.
...................................
Alıntıdır
maipoem - avatarı
maipoem
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #346
maipoem - avatarı
Ziyaretçi
TAŞLARA İMZA BIRAKTIM,
TOPRAĞIN TADINA DOYAMAYIŞIM BU YÜZDEN

Kanlı meydanlarda, yüzüm yere dönük ve her bir karenin çizgisine basmamaya özen göstererek, gözlerimden damlayan bir garip hüzün ile midemdeki bulantıyı birbirinden ayırmaya çalışarak (ki acı neredeyse, tüm duygular o noktaya hücum ediyor), toplamayı deniyorum kimsenin göremediği yalnız bana beliren (en azından ben öyle sanıyorum) tomurcukları. Ve yüreğimi yararcasına üzerime düşen şavkında tarihin, kalabalığın arasından yol bulup sıvışma gayretinde, sıcağın temmuzunda üstelik, köşebaşı parklarında çimlerin serinliğine uzatıyorum bedenimi. Bir kanal, boyunca şehrin, ölümün şahitliğini yaparken ve susarken bu şehadete rağmen ve ‘birgün tükeneceksiniz’ fısıltılarını bırakırken kulaktan kulağa, ya dağlar da üzerimize devrilir de ecelimiz, tüm gelecek üzerine yapılmış planlara rağmen, anlık kararlarla maddemizi ruhsuz bırakırsa işte ‘YANILGI’:

‘Umut verip ödül sandılar
Umudu alıp ölür sandılar’ (1)

Demeyecektim böyle. ‘Küçüktüm, çocuk değildim...
Aşıktım.’ (2) Kimsenin bilmesini istemediğim cümlelerimi içimdeki mahrem sandığımda sessiz besleyecek ve bakacaktım yine de bir tebessümle önümdekilere. Sonra hiçkimseye gördüklerimin resmini çizmeyecektim. Herkes herkesin inandığına inanmak zorunda sayıyordu kendini belki (insan eli kanunlarıdır bunlar) ve ben bu inancı yıkmanın zamana, yer ile gök arasına; toprağa, suya, havaya sığmayacağını düşünme genişliğini yakaladığımda

Anne, baba çabuk gelin! Burada kırmızı donlu bir fare var.’ (3) dememe kararını almıştım bile. Ne acı! Hâlâ karar alarak hayatın ipine bağlanmak ve üstelik hayâl üretmeye çalışmak...

Keşke aşk’ın ayıbını örtüsüz kılabilseydim ve izler silinseydi geriye kalan ve vursaydım hummalı atışlarla tam orta yerinden, düşseydi mezarına boyunca. Bir büyük şehirden bir büyük şehre uzanmış tüm tanımsızlıkları, kurulan cümleleri paragraflara dönüştürmeye çalışmaktansa, her birine uzun şerhler düşmeye çabalamaktansa ve yüreğime atılan ‘aşk’ mimlemesinin nelere, hangi kıyılara ve hangi uçurumların kenarına beni sürükleyeceğini anlayabilseydim diyecektim belki:

‘bu sokakta her köşe ayrı birer hikâye
kuytularda düşlediğim rüyalar da toz mâvi’ (4)

Gördüm ki yaz geldi mi sıcak da ona eşlik ediyor, tanımadığım topraklarda bile ter birikiyor alnıma. Soğuktansa nasibini bolca almış olmanın sertliği ellerimde gezinmede. Artık ne ‘anne’ demek geçiyor içimden, ne ağlamak, ne de tanısı konmamış anları kalemle buluşturmak... ‘hepsi soğuk kış yüzünden’ diyerek kaçmak da yalan artık. Hiç postalanmamış bir mektuba konu olan her ne ise, her ne ise bu kaçışın adı, her ne ise zamanında yakalayamamış olmanın divaneliği, her ne ise yeşil pencereli, mor boyalı evlerin bildik duruşu... ben de o’yum (beni karşılaştığınızda tanıyamayışınız ondan). Vah ki, bir amaç bile edinemedim şöyle ‘tadına doyamadan gitti’ diyebilecekleri. Bu yüzden;

Şimdi dünyada nerede biri ağlıyorsa
İşte öyle- ağlıyorsa dünyada
Bana ağlıyor’ (5)

Buraya, yazının tam şurasına (X) Paris sokaklarından bir taş söküp koymalı, ‘yazarın imzasıdır’ adına... Ve Mevlana’nın ateşiyle yanmaya başlamalı daha da geç olmadan:

‘Seccadeni ateş haline getir de, secde yeri temiz olsun.’



Naz FERNİBA
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #347
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 5






Yaşamımın tek düze koridorlarında yürürken, bir yıldırım gibi, bir mavzer âteşi gibi düştün gençliğimin tam orta yerine.
Bilincimin ve gençliğimin orta yerine.
Bir elinde âteş vardı, bir elinde gül.
Ve kasırgalar dökülüyordu parmak uçlarından.
Saçlarından irin kokulu çağrışımlar savruluyordu sağa sola.
Dudağından bir dem uçuk kahkahalar akıyordu.
Bir dem, çığlıklara tutunmuş umarsızlık kokan mor cümleler.
Maskeli balolardan döndürdün beni sonra. Kırdın benim için yapılan bütün maske gardıroplarını…
Çünkü öyle bir zamanın kalbinden geçiyorduk ki, sevdalar bile maskeli baloların yapıldığı salonları barındırıyordu içinde.
Riyâ.
Zehirli nehirlerin aktığı bir rüyâ.
Ve sen beyaz kanatlı bir kelebeğin tılsımıyla gelerek, götürdün beni ölü kelebekler ülkesine.
Eflâtûn düşler şehrine.
Istırabın başkentine.
Gözyaşının başkentine.
Kahrın ve gâmın başkentine.
Âteşin başkentine.
Sonra, sonra…
Yitik düşlerimi topladım, senin yanaklarının hüzün kokan atmosferinde…
Yıllar yılı kentlerin arka sokaklarında aradığım masalları, söylenceleri buldum, çağ sürgünü gözlerinin elâ derinliklerinde.
Çağa meydan okudum.
Kendime ve kentime meydan okudum.
Sorular sordum gözlerimin içine bakarak.
Cevabı zor olan kolay sorular.
Söylenmemiş sözlerimin ışık yüzlü, ateş edâlı öznesi oldun sonra…
Şiirlerime doldun.
Yumruğum oldun, âteşim oldun.
Güneşim oldun.
Özüm oldun, közüm oldun.
Gözüm oldun.
Kalabalıklardan bunalan ruhumun, ölüme yüz tuttuğu akşam üstlerinde, kirpiklerine tutundum.
Unuttum arkada bıraktıklarımı.
Şiirlerimi, şehirlerimi.
Yanılgı ve yenilgilerimi.
Ve hatta kendimi.
Sende tamamlamaya çalıştım yarıda kalmışlıklarımı…
Kâğıtlarda yarım kalan bükük boyunlu sevda şiirlerimi, dâr ağaçlarında henüz sallanmamış çığlıklarımı tamamlayan sen oldun gecelerin alacasında…
Gecenin içinde büyürken gece, uzak ormanların yosun kokularında tamamladın beni.
İç çekişlerle solarken duvarları küf ve irin kokan odamın, sen su içmeye inen bir ceylanın yaşama bilincini verdin bana.
Ama ürkek.
Ama umutlu.
Ama çatışma ve çelişkilerle dolu.
Hayatın kalbini, aşkın kalbini verdin ellerime.
Kalbimi ellerine aldın…
Benden yeni bir sen çıkarmaya başladın etrafı erguvan ve leylak kokuları sardığında.
Bülbüller ağladığında.
Kalbimin gözyaşları çağladığında.
Ve dağladığında kaknüs, kendini yangınlarda.
Adımlarımı içe attığım sevda zamanlarında, beni hüznün gizeminde yalnız bırakmadın.
Beni yalnız ve savunmasız bir kalp gibi bir başıma bırakmadın yalnızlığın geyik gözlü köşesinde…
Kalbimin ellerinden tuttun.
Yorgun gecelerde yokluğa karışmaya hazırlanan varlığımı baharla doldurdun.
Sonbaharlarla.
Kuru ve sarı yapraklarla.

Masallarla, şiirlerle doldurdun sînemi.
Kendinle tamamladın bende eksik kalan yerlerimi…

Hiç Kimse


Necdet Karasevda
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #348
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Sahipsiz
Tarih hiç önemli değil , olmadı da hiçbir zaman . Bölünmüşlüğümüzün bir kalıntısı o da . Bizi , kendi özümüzden ve yetielrimizden mahrum bırakan ve insanların yarattığı acımasız bir sınır “tarih” . Şu anda yazdıklarım sadece benimle “ben” arasında karalamalar . Neden ve nasıl yazdığımın hiçbir önemi yok , önemli olan şu anı yakalyıp kendimi aktarabilmek . Beni birilerinin anlayıp anlamaması da zerre kadar ilgilendirmiyor artık . Ben kendi halimde , kendi dört duvarımda yaşamaktan başka şansı olmayan - elimden kendi ellerimle çekip aldım bu şansı haince- kendime sesleniyorum artık .

Yapabildiğim tek şey kağıda kaleme sarılıp düşüncelerimi onlara hapsetmek senin bana ya da benim sana ulaşıp ulaşmamam gerçel zamanın bir sorunu . Yani bizim dışımızda ama dehşetle haberdar olduğumuz bir süreç . İnsanların yaşamlarında birçok kez yaşadıkları ve unutup gittikleri bir süreç . En son okuduğum kitapta da söylendiği gibi böyle bu . Birçoğumuzun yaşamı nefes alıp vermekten öteye geçemiyor . Kendimizi hayatın kollarına bırakakmıyoruz . Korkuyoruz , inatla kurallar ve sınırlar oluşturuyoruz kendimize . Kendimiz dışındaki insanları dışlayarak acımasız bir bencilliğe gömülüyoruz . Neden bu sence ? Niye böyle bir yolda ilerleyerek zavallı dünyaya eziyet ediyoruz ? Yani kişinin kendinde özünde hiç mi sorumluluk yok ?

Zihnimşzin karanlık köşelerinde sıkışıp kalan o zamanın mirasını ve çığlıklarını kullanmamak sadece bizim kendimizle ilgili bir sorun değil belki ama eğer yenilmemek için hiçbir uğrtaşı verilmiyorsa kişinini kendisiyle olan savaşını yitirmesi olarak değerlendirilemez mi bu ?

Amaç ne olmalı ya da ne olmamalı . Bunu açıkça ortaya koynak mümkün mü ? Bir amaç olmalı mı ya da ? Yani ıssızlığında varlığımızın bir toz zerresi gibi yuvarlanırken bizden sonrakileir düşünmek ve bunun için çaba harcamak kendimize yapılmış bir haksızlıktır denebilir mi ? Bence hayır . Her ne kadar aydınlığın uzakta olduğunu bilsek de diğerlerine aldırmadan ve onları kapsamya çalışmaksızın , kendimizi ve varlığımızı ortaya koyarak , bozuk gömrdüğümüze bozuk , yanlış gördüğümüze yanlış diyebilmeliyiz, kendimize haksızlık etmemek için yapmalıyız bunu . Toplumdan soyutlanmak , hain ya da deli ilan edilmek , sevilmemek korkutmamalı bizi . Çünkü doğanın ve kendimizin potansiyelideki sevgi bize yeter . Hainlik ve delilikse zamanın bir oyunu sadece .

Bu sana ilk mektubumdu . Sen okumayacaksın belki bunu ama benim bunları yazmış olmam yeterli .
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
12 Nisan 2007       Mesaj #349
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Sahipsiz aşk mektubu



Biliyorum okumayacaksın, ama yine de yazıyorum.
Okumayacaksın, çünkü göndermeyeceğim.
Belki masamın çekmecesinde, belki giymediğim bir gömleğin cebinde bulacaklar yıllar sonra.
Kimi aşk mektubu diyecek, kimi umut dolu bir mektup... Kimi cümlelerin içtenliğine bağlanacak, kimi soruların sertliğiyle irkilecek... Eski bir kâğıt olacak şu an elimde tuttuğum kâğıt şüphesiz. Bazı harfler okunmayacak, bazı soru işaretleri de öyle. Kimi sorularım yargı gibi anlaşılacak. Kimi noktalarım da silinecek. Bitmemiş cümleler kalacak yıllar sonra, bugün bitirdiğimi sandığım pek çok hatıradan geriye...
Seni mutlaka merak edecekler. Seni suçlayanlar çoğunlukta olacak. Benim kendimi suçlayan ifadelerimden bile bana acıyan çıkacak. Senin güzel olduğuna hükmedecekler hemen. Güzel değilsen bile alımlı olduğunda hemfikir kalacaklar. Seni sevdiğimi tartışmayacaklar bile. Ama senin beni sevip sevmediğin konusunda birbirlerine girecekler.


Sen okumayacaksın, ama okuyacakmışsın gibi yazıyorum yine de.
Okumayacaksın, çünkü göndermeyeceğim.
Yazdıktan sonra yırtıp atmayı da düşünmüyor değilim. Yakmak, aklımdaki bir başka çözüm. Ama hayır, saklayacağım. Okumayacak olsan da kelimelerimi sevdiğini biliyorum. Sevdiğin için, benim sana birşeyler yazdığımı hissedeceğini biliyorum. Ben yazarken içinin ürperdiğini, gülen yüzünün hüzünlendiğini, konuşan dilinin suskunlaştığını, aklının karıştığını, kalbinin küt küt attığını hissediyorum. Belki sırf bu yüzden yazıyorum. Yazmıyorum da sanki sana dokunuyorum. Sanki kâğıdı katlamıyor, sana sarılıyorum. Mektubu saklamıyorum da sanki seni unutmaya çalışıyorum.


Hayır, okumayacaksın. Okumayacaksın çünkü göndermeyeceğim.
Göndermeyeceğim, çünkü adresin yok. Belki postacıya tarif etsem bulur seni. Ama önce beni çok iyi tanıması gerek. Benim de onu. Tanıması yetmez anlaması da şart. Benim de onu. Benim için senin ne anlam ifade ettiğini iyi bellemesi gerek. Bellemeli ki seni bulabilsin. Bellemeli ki seni bulmak ayaklarını yormasın, aklını usandırmasın. Ama göndermeyeceğim bu mektubu. Okumayacaksın.


Bu mektubu göndermeyeceğim. Çünkü sahibini bilmiyorum. Seni seviyorum ama kimsin bilmiyorum. Ne yüzünün şekli, ne sesinin tonu, ne oturduğun evin manzarası. Hangi vurguyla çıkar ağzından sevgin ve öfken? Hangi renkleri seversin? Yemek önüne gelince elin gayri ihtiyari tuzluğa gider mi? Bulmaca çözerken en çok hangi soruda takılırsın? Büyüyünce ne olacağını söylemiştin küçükken? Telefon gelince koşar mısın? Mektup alınca ne hissedersin? Seni korkutan bir kapı zilinin sebebi olmak istemem.


Hayır göndermeyeceğim. Bu mektubu okumayacaksın.
Çünkü ben ne istediğini bilmeyen biriyim. Ayaklarım yere sağlam basmaz asla. Kararlılıklarım yoktur, asla ama asla diyeceğim prensiplerim de. Kalabalıklar içerisinde kolay seçilmem. Kütüphanelerin en dikkat çekmez kitabıyımdır. Bazen öyle korkak, bazen öyle sıradan, bazen öyle ufak tefeğimdir ki... farkedemezsin beni.


Bu mektubu göndermeyeceğim. Çünkü ben yokum.


Göndermeyeceğim... Çünkü sen de yoksun!


Alıntı..
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
13 Nisan 2007       Mesaj #350
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 6




*Adamın Paronayak Adımları*




Yine akşamın kalbinde ilerliyor adımlarım.
Kendimden kendime kaçan paranoyak adımlar…
Sırtında cinnetler ve cennetler taşıyan çağ sürgünü adımlar…
Kendi kalbimin ve kanayan beynimin adımları…
Ve tamamen zamanın ve mekanın dışındaki bir aşkın, bitik ve yitik şairi bir adamın hıçkırıkları…
Kentin az ağaçlı, bol insancıklı bulvarlarında yankılanan, karşılığını bulmamış, bulamamış serseri çığlıkların sahibi, sahipsiz bir adamın kıvranışları akmakta kafatasımın kırık aralıklarından…
Her şeyden öte, senin erguvan rengi varlığına bürünmüş, varlığına susamış uysal bir adamın adımlarıyla adımlamaktayım içimdeki adamın içinde…

Sevgili şu dem göz yaşlarımın traverten güzelliğindeki asaletine yaslanmış olarak yaşatıyorum ruhuma en asil yasları…Ela gözlerinin hasretini, minik ellerinin kıvrımlarını, dolgun dudaklarının reddiyelerini, kirpiklerinin delici gizemini ve tabi ki seni sen kılan umarsızlığını dolduruyorum varlığımın kara ölüm ormanlarına…
Sen kokuyorum yani…
Sen oluyorum…
Yine antik yalnızlıklar düşüyor bahtıma bu kentin, bu geceye yüz tutan saatlerinde…
Yine birazdan koridorlar açılacak içimde, ben oradan ateş ülkesine kapılar açıp, köprüler kuracağım…
Darağaçlarında sallandıracağım göz bebeklerimi…
Kulaklarımı ve dilimi linç ettireceğim kalabalık meydanların münzevi yalnızlığında…
Kendimi aşkın başkentine salacağım, senin kirpiklerinin deltasında saklayacağım,…
Yani yok olacağım…
Yani solacağım,
Yani ateşlerle dolacağım…
Ve yine kimse bilmeyecek benim neden siyahlar giydiğimi, neden soylu bir duruşla sorgusuz ve soysuzca ağladığımı…
Kimse bilmeyecek ağzımdan kızıl kanların neden aktığını…
Kendimin ellerinden tutacağım yine, bana acıyan kentsoylu varsıl bakışlar üzerime üzerime yürüdüğünde…
Yine sen geleceksin dilimin ucuna…adının kurtuluş olduğunu bilsem de kalbimi bilinmezliğe adayacağım yine…
Susacağım…
Adın gibi, adam gibi susacağım…
Kasırgalarla, depremlerle, volkanlarla konuşacağım…
Ve taşlar,
Ve tüfekler,
Ve tanklar yönelecek üzerime…
Pankartlar açılacak, sloganlar atılacak sonra…
Öfkelerin sinesinde, nefretler rüzgar halinde değecek ateşten tenime…
Yanacağım belki…
Belki yakacağım…
Ama ey sevgili, kararmış dudaklarımdan adın değil, aşkın dökülecek…
Ve görecek herkes kızılın en yoğununu, susacaklar..
Ben ölümümle konuşacağım çünkü…
Çünkü benim ölümüm bir yeniden doğuştur.
Ben aşkınla ölüp, adınla yeniden dirileceğim…


Necdet Karasevda

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük