Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 36

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.670 Cevap: 628
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Nisan 2007       Mesaj #351
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
korkuya, karanlıkta kaybolan iyilik bir gün senide yakalar ve karanlık seni de içine kendisi gibi ömerse işte o zaman sen kendi benliğini unutur ve karanlığın seni yavaş yavaş emip bitirmesini beklersin çaresizce işte o gün düşüncelerin bir üneş gibi aydınlatır seni ama sen çoktaaaaan körelmişsindir!
Ama yaşamak için hiç bir çaba sarfetmemişsindir senin cezandır bu.Yanlışlarını anladıktan sonra elinden hiçbir şey gelmez , zaten kaybetmişsindir canından çoooook sevdiklerini
Sponsorlu Bağlantılar
caner gözübüyük - avatarı
caner gözübüyük
Ziyaretçi
14 Nisan 2007       Mesaj #352
caner gözübüyük - avatarı
Ziyaretçi
Çocukken geceleri yıldızlara bakardım...
Başımı gökyüzüne kaldırır heyecanla yıldızları sayardım;
Sponsorlu Bağlantılar
kaçında aşk vardı, kaçından böyle görünürdü gökyüzü,
kaçında denizler bu kadar güzel ve kaçında aşk maviydi...
Yıllar sonra senin gözlerinde gördüm yıldızları...
Gözlerinde o çocukluk heyecanımı yaşadım yeniden.
Mavi denizleri, mavi gökyüzünü, mavi aşkı gördüm...
Belki de onun için sen gözlerini kapattığında sönüyor yıldızlarım...
Gözlerinden bir yol çizdim kendime, yıldızlara tutunarak ulaştım aşka... Aşk
maviydi; gözlerinde aşka bulandım... Şimdi belki de bu yüzden; gözlerini
kapadığında yolumu kaybedişim...
Şiirler okurdum gökyüzüne bakarak; nefesimden cam buğulanırdı... Adımı yazardım
o şiirli buğuya, yanında bir boşluk bırakarak... Sonra yanına eklenecek mavi
aşkımı hayal ederdim saatlerce... Şöyle olmalı, böyle bakmalı, böyle
konuşmalı...
Şimdilerde gözlerine bakarak şiirler okuyorum içimden, sen duymuyorsun...
Gözlerinin buğusuna adımı yazıyorum, yanına da mavi aşkımı; yani seni... Kapasan
gözlerini, buğusu silinecek, adım silinecek gözlerinden, aşk silinecek...
Bir şiir okuyorum soğuk cama yaslanıp;
“Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum kapama gözlerini” diye biten...
Şimdi gözlerini kaparsan; gözlerindeki yıldızlar sönecek...
Şimdi gözlerini kaparsan; maviler çok üşüyecek






Alıntıdır.

TUZLU KAHVE

Kıza bir partide rastlamıştı. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı. Ben artık gideyim demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

“Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz!..
Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla, garip bir ağız tadınız var dedi. Delikanlı anlattı:
“Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.”

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...
O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu. Tatlı ve sıcak. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabi. Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.
40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. Ölümümden sonra aç diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında...
"Sevgilim, bir tanem, lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede... İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken `tuz` çıktı ağzımdan... Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok. İşte gerçek. Ben tuzlu kahve sevmem, o garip ve rezil bir tat. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum. Dünyaya bir daha gelsem, her şeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.”

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında bir gün biri, kadına tuzlu kahve nasıl bir şey diye soracak oldu...
Gözleri nemlendi kadının...

Çok tatlı!... dedi...



Alıntıdır.
Son düzenleyen caner gözübüyük; 14 Nisan 2007 13:57 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #353
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Madem Ki Yokluğumla Daha Mutlusun



.....
Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış...



.....
Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık..



.......
Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben!



........
Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...



.............
Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor.



......
Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun.



......
Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...


Cezmi Ersöz
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
15 Nisan 2007       Mesaj #354
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi

Sahibini Arayan Mektup




Söz verdiği gibi zamanın usulca çekip gitmişti tıpkı hatıraların gibi ne geriye dönüş kaldı nede ileriye dönük herhangi bir umut. Kalan yalnızca sessizce bir çöküştü senin gözlerinde. Ayrılığın var olduğuna dair getirdiğin somut deliller bana seni tanıtmıştı, varolan bir gerçek ve yok olan bir yaşam. Gittiğin gün neden aklına getirmedin sen kaç hayat söndürmüştün kendinle beraber kaç gül soldurmuştun kendi gözlerinde.
Umut da seninle beraber sessizce terk etmişti tüm yaşamlarımızı, zaten yok olan bir hayatın umudu olmazdı. Aynen öyle bırakıp gitmiştin her şeyi.

Senin ardından şiirler döküldü nice şairin kaleminden, nice dengbej senin adına türkü yaktı,
Sana ulaşamayan ama yüreğimi dağlayan en acıklı sözler döküldü senin ardından. Bütün canlılar düşman kesildiler birbirine ve bir serçe yavrusunu terk etti tek bir damla gözyaşı dökülmeden gözlerinden tıpkı senin gibi. Rüzgarlar fırtınaya dönüştü yağmurlar kasırgaya ve dağıttılar tüm yaratılanların yuvalarını düşleriyle umutlarıyla sonra arkalarına bile bakmadan terk edip gittiler bu şehri senin gittiğin gibi.

Bilmem kaç mektup yazıldı sana ama hiç birisi sana gönderilemedi çünkü sen bilinen bir şehri tüm bilinmezliklere sürüklemiştin. Acaba diyorum mecnun benim yerimde olsaydı ne yapardı yada Ferhat, dağları deldikten sonra hoşça kal bile demeden hoşça kal bile demeden gitseydi Şirin.


Sen gidince bu şehirden Boş belgeler giriyordu hayatıma Yağmurlar da sessizce senin ardından terk ediyordu beni. Senin yokluğunda tüm melankoli anlarım anlamsızlaşıyordu
Boş sayfalara yazılar yazıyordum hiçbir anlamı olmayan, kimseyi duygulandırmayan
Şiirler döküyordum beyaz ama saflığını yitirmiş kağıtlara. Ta sabahın ilk ışığına kadar Düşlere terk ediyordum tüm gerçeklerimi, güneş doğuyor ve ben uyanıyordum senle geçirdiğim tüm rüyalarımdan


Yusuf Safi
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
16 Nisan 2007       Mesaj #355
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 7 Bir Ben Uyumadım…



Gecenin kalbinde atıyor nabzım…
Kendimden ve uykudan kaçıyorum yine…
Herkes çoktan uyudu…sokak köpekleri, yıldırımlar, kentin tüm insanları, arabalar, bankalar, lokantalar…
Çoktan uyudu herkes ve her şey …
Bir ben uyumadım…
Bir ben kaldım kaldırım taşlarının ve sokak lambalarının korkunç kollarında…
Her adım benden başka bir adamı yaklaştırırken bana, beni de uzaklaştırıyor benden…
Sonra sorular sarkıyor sakallarımdan …
Niçin?
Ne zaman?
Nerede?
Ve her soru kangren ediyor bilincimi…
Herkes uyudu, bir ben uyumadım…
Sen de uyudun biliyorum. Suskunluğa gömdün ela yangınlarını…bir şiir gibi, aşağılayan bir senfoni gibi sustun.
Ve manastırların sessiz çığlıklarıyla başbaşa bıraktın beni…
Beni Antik hüzünlerin esaretindeki bir eski zaman heykeli gibi, nem ve küf kokan katedrallerin mahzunluğuna terk ederek uyudun…
Yarıda kalmışlıklarım ve yaralanmışlıklarıma aldırmadan kapadın ruhunu …
Çektin tılsımlı buhurdanlar gibi tüten nefesini üzerimden…
Sen de uyudun…
Bir ben uyumadım…
İntihar karası düşünceler düşmeye başladı önüme..
Ve geçmiş…
Ve gelecek…
Ve an…
Ve gel de dayan…
Yarın umutlu bir güne açacaksın bakışlarını…belki ceylanlar su içecek ellerinden, belki denize sihirli sözler fısıldayacaksın yine, belki gökkuşağı tutunacak eteklerine, kardelenler devşireceksin ağustos ikindilerinde, belki bir martının çığlıklarına hıçkırıklarını ekleyeceksin, belki en çoksevdiğin o semtte satılan sabah simitlerini, küçük bir sokak çocuğu ile paylaşacaksın, belki yine şiirlere, şarkılara, romanlara konu olacaksın, baharlarla dolup, meltemler gibi eseceksin üfül üfül, serçelere özeneceksin belki yine, uzak beldelerde erguvan renkli, akasya kokulu hayallere dalacak, yükseklerden bir şelale gibi akacaksın, uçurtma edeceksin belki yüreğini, belki anlamsızca koşacaksın kendi kentinin bulvarlarında, acıyla ve sancıyla dolacaksın…
Ya ben…
Herkes uyudu, bir ben uyumadım…
Bir korkunun, bir meçhulün gri koridorlarında emekliyorum…
Bir sevdanın alacasında yitiyorum hala…
Kimsecikler tutmuyor ellerimden…
Ağlıyorum hala…
Belki sen de ağlıyorsundur rüyanda…
Ağlayan var mıdır acaba şimdi rüyasının en tatlı anlarında?
Herkes uyudu, bir ben uyumadım…
Tenime değen ruzigar da uyuyacak belli..o da suskunluğun ve ölümün saltanatına bırakacak kendini belki…
Ben kentin en tehlikeli tepesinde güneşin doğuşunu bekleyeceğim birazdan…
Yani bir günümün ve bir gülümün taziyesini…
Herkes uyudu, bir ben uyumadım…
Çığlıklar akıyor kılcal damarlarımdan…
Sen çok uzaklardasın…
Ve uyuyorsun…
Ama seni hala taşıyorum ağırlaşan göz kapaklarımda…
Saçımın gece siyahı tellerinde senin için kıvranıyor dizeler…
Ben kentin en yüksek tepesine ilerliyorum hızla…
Birazdan bir daha doğacak güneş…
Belki birazdan güneş senin bir daha doğacak…
Herkes uyudu, bir ben uyumadım…
Herkes çoktan uyudu…sokak köpekleri, yıldırımlar, kentin tüm insanları, arabalar, bankalar, lokantalar…
Ve sen…
Ve sen de uyudun…
Birazdan bir daha doğacak güneş…
Belki birazdan güneş senin bir daha doğacak…
Kimbilir benim bu tepeden ve bu kentten ve ülkeden ve bu dünyadan ve bu evrenden son kez seyredişim olacak güneşin bu doğuşunu…
Birazdan herkes uyacanak…
Ve uyuyan ben olacağım…
Ve sorularım kalacak arkamda…
Niçin?
Ne zaman?
Nerede?



Necdet Karasevda
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
17 Nisan 2007       Mesaj #356
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 8 …



Merhaba iniltilerimin sebebi;
Kaçınılmaz varlığım merhaba;
Hasret ve hicranın hafakan ve cinnetle birleştiği bir avuntusuz gecenin, en yaman, en öldürücü, en yakıcı anlarında billurlaşan kanlarla seni arıyorum.
Kıyıya vuruyor varlığım, gözlerim sağa sola savruluyor; titrek parmak uçlarımdan kan damlıyor en güzel şiirlerin üstüne. Seni düşlüyorum sonra düşüyorum derin ve keskin kanyonların intihar kokan derinliklerine. Sokaklarda, insanlarda bulamıyorum aradığımı. Aradığımın sen olduğunu daha iyi biliyorum, matem renkli elbiselerle dehlizlere düştüğümde. Her yer sen kokuyorsun, ama sen yoksun!
İddialı cümlelerim vardı bir zamanlar. En yüksek sesle en keskin cümleleri kurardı, adını sayıklaya sayıklaya hazana yüz tutmuş dilim. Şimdi bu kahrolası kentin içinde, kahrolası bir nokta bile değilim. Silik karakterli, silik yüzlü, bilmem kaçıncı derecede siyah beyaz bir figüranım işte. Oysa ben senin dingin serinliğinden süt sağacaktım güneşli güzel günler için. Ateşlerimi ve güneşlerimi senin gölgende söndürecektim. Düşlerimin elinden tutup bir sabah vakti gülen güvercin kanatlarıyla gelecektim sana. Bir tufanı, bir volkanı hatırlatacaktı yaban ellere benim sana gelişim. Uçurumları taşıyan kirpiklerimle, kangren olmuş şehrin caddelerinde yüreğimin pankartlarını korkusuzca dalgalandırarak, bir annenin şefkat ve merhametine susuzluğuyla gelecektim yüreğinin kapısına. Sıkılmış mülteci yumruklarımla zulüm saltanatlarını yıka yıka, belki dişleri kenetli dipdiri bir ölü gibi gelecektim ayaklarına kapaklanmaya. Sana her yaprağında yüreğim kokan taze kır çiçekleri getirecektim. Ve şimdi eser yo eski benden.
Şimdi sen yoksun ya yanımda, her taraf kahır, her taraf zindan. Ne olur gel tut yüreğimin ellerinden. Bana beni yani seni bağışla.
Tükeniş saatlerinde odamın cinnet kokan duvarlarında, toprak renkli silüetinin gözlerinden hep kan akıyor nedense. Çileli ve çelişkili ifadelerle konuşuyorum seninle. Sonra, sonra sen de diğerleri gidiyorsun diğerleri gibi. Ve ben kalakalıyorum en soysuz gecelerin, en aşağılık ve en çıldırtıcı yalnızlığında. Ne olur gel Rüya! Ne olur gel!
Bu dem dilime dolanıyor şair. Dilim içime sığmıyor. Ve kelimeler senin için yürüyor çığlığımın atardamarından:
Ya içimden şu zalim şüpheyi kaldır
Ya sen gel, ya da beni yanına aldır.
Fırtına güncesini sokakların en soğuğuyla yazan, bir sokak çocuğu gibi, kentin ve insanlarının elinde dili dilim edilmiş diller gibi, başını duvardan duvara vuran deliler gibi, divaneler gibi, bir işçinin sıcak ekmek kokusuna hasretiyle düşeceğim gönül toprağına. Ama ne olur tut ellerimden.
Evet güneşin kızı, her şeye rağmen, ölüme, kana, ayrılığa, reddedilişe rağmen kendimi kendi külümden var ederek sana geleceğim. Ayaklarına kapanmaya, dudaklarından sonsuzluğa tutunmaya ve düşlerime düşen cemre güzeli gözlerinin düşsel gerçekliğine sığınmaya geleceğim.
Ne olur yüreğimi tut bu gece!
Bu gece yüreğim güneşe gebe!
Necdet Karasevda
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
19 Nisan 2007       Mesaj #357
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 9 …



Bilmem hangi yönden esen hâzân rüzgârıydın?
Hüzün taşıyordun kirpiklerinde.
Avuçlarında ıssız bilinmezlikler.
Hangi şiirin kafiyesi, hangi hicrân şarkısının hüzzâm bestesiydin?
Bir eylül akşamında gelip, ruhumun küf kokan duvarlarına kondun.
Varlığını gösterdin önce.
Gözlerini.
Ellerini.
Önce hüznün evrensel diliyle konuştun.
Sözlerin sustu.
Gökyüzü sustu.
Ağaçlar, kuşlar ve tüm insanlar, şairler sustu.
Ben sustum.
Yalnız âlev bakışlarından evrene yayılan, hüznün evrensel dili konuştu.
Ruhunun gözleri konuşurken, göz bebeklerim de sustu benim.
Kirpiklerim uyuştu.
Tırnak uçlarımdan kıvılcım almaya başladı ellerim. Ellerim mahkûm olurken titremelere, göz bebeklerim çoktan tutuşmuş, yüreğim yangın yerine dönmüştü. Çünkü yanış ve yakılış önce gözlerde başlardı, yürekte yangına dönüşürdü.
Mezar yalnızlığı yaşarken kent, ben yanmaya ve kanmaya, kanamaya ruhumun penceresi olan gözlerimden başladım.
Rengini kavrayamadığım sihirli bir siluetten ibâret gözlerini merak ettim en çok.
Varlığını uzaktan, öteler ötesine ait bir varlık gibi seyrederken, burnunla güzelleşen, bükük boyunlu hızma takıldı gönlümün en gizil kıvrımlarına. Sanki uçurumlardan düştüm o an. Bir gizem ve güzellik anıtı gibi damlamaya başladın dallarıma o eylül akşamının kızıl güzelliğinde...sonra, sonra bilinmezliğe adadın yanaklarını.
Yüzünü çevirdin.
Koptu kıyâmet.
Başladı tûfan.
Kalbimin sahilinde med-cezir yaşamaya başladım gözlerimi üzerine çivilediğim zaman.
Sen adımlarını attın gökyüzündeki billur sarayına sonra.
Geride seçemediğim gözlerin kaldı.
Ellerin kaldı.
Hızman kaldı.
Ben kaldım, yani hüzün kaldı...
Ve sen gittin!
Söylenilmemiş bir söz gibi, üzerine katran dökülmüş bir köz gibi gittin.

Varlığını sorgulamaktayım, sabaha uzak bu gecenin koyu karanlığında.
Âteş tonlu sorular sormaktayım varlığına dair:
Kimdin?
Hangi masaldan gelmiş bir perî yavrusuydun?
Ya da hangi düşürülmüş düşün dışlanmış düşsel bir gerçekliğiydin?
Yoksa kanatlarına güz vurmuş nâzenin bir kelebek miydin?
Yaprakları eylülü soluyan bir gül mü, kızıl kanla dolu bir lâle mi, sümbül mü, yasemin mi, menekşe miydin?
Dante’nin Beatrice’i mi, Petrarca’nın Laura’sı mı, Vinci’nin Lisa’sı mı? Mecnûn’un gece duruşlu, gece saçlı, gece edâlı leylî’si mi, Ferhat’ın Şirîn yâri mi, Keremin âlev yüzlü Aslı’sı mıydın?
Kimdin?
Boynunu hangi engizisyon mahkemesinin giyotinlerinden kurtarmış bir bâkireydin?
Hangi uzak doğu âteşiyle yakmıştın bakışlarını?
Neydi sen konuşmadan, sana her şeyi söyleten esrârengîz suskunluk?
Rengini bilemediğim saçlarına gönül kuşumu esir eden düşsel gerçek neydi?
Neydi söylenilmemiş sözleri, aşikâr edilmemiş sırları sînesinde sürgün bir süngü gibi taşıyan sır?
Ve daha bir çok soru yürümekte şimdi çığlığımın atardamarlarından.
Cinnete yüz tutan yüzlerce soru.
Şimdilik gözlerimin kanıyla siluetini çiziyorum odamın kuru gül rengindeki duvarlarına.
Üzerime üzerime yürüyen sorulardan ve kentin en acımasız duvarlarından çekerek bakışlarımı, bu geceyi sana adıyorum.
Ve birazdan sabah olacak ve ben seni yine o ağacın altında seyredeceğim.
Ve yine benden habersizce orada bir antik çağ güzeli gibi duracaksın.
Kanatları akasya kokusuna bürünen bir melek gibi duracaksın.
O ân benim kalbimin başkentinde yılkılar koşacak dört nala.
Ölüme.
Hiçliğe.
Toynakları acılara ve sancılara değen yılkılar.
Ve ben biraz daha yanacağım.
Son olarak pıhtılaşmış bir elvedâyı gönderiyorum bilemediğim adresine...
Elvedâ sorularımın kaynağı.
Hüznümün evrensel dilsizliği elvedâ.

Hiç kimse


Necdet Karasevda
ySmn_ - avatarı
ySmn_
Ziyaretçi
20 Nisan 2007       Mesaj #358
ySmn_ - avatarı
Ziyaretçi
Sana ne demeliyim bilmiyorum,
Güneşim desem güneş batıyor,
Hayatım desem hayat çok kısa,
Gülüm desem oda soluyor,
Sana canım demeliyim.
Çünkü bu can seninle yaşıyor...


Askim sana öluyorum
Sana hiç doyamiyorum
Bakmaya bile kiyamiyorum
Askindan eriyip bitiyorum
Sensiz yasiyamam asla yapamamm
Ölurumde seni öbur tarafta unutamam..

Sensiz bu kalp atmiyor,
beden calismiyor,
gözlerim senden baskasini görmuyor.
Bir an olsun aklimdan cikartip yatmak istesemde yatamiyorum
Nekadarda yazsam nekadarda konussam sana olan sevgimi anlatamam.
Bu yalan dunyada benim tek gercegim sensin.
Ayrilma benden yasayamam sensiz..
Icimdeki sana olan duygularimi kelimelere sigdiramam
Sözcukler anlamsiz kalir tamamlanamaz.
Hasretin öyle bir alevki sondurulemez.
Askim artik gel kurtar beni bu acidan
Dayanacak gucum kalmadi artik
Bu kalbin yarisi sende kaldi
gözlerim yollarda kaldi seni ariyor


arkadaslar bakin ben bu sözlerden rap yazdim sizce sözleri nasil ??
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2007       Mesaj #359
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Herseyinden Son Mektup...


Yasadigimi unuttugum zamanlardi. Sen yoktun, yokusasagi yollarimda. Apartmanimdan disariya baktigimda sadece yoklugun geliyordu aklima. Izmir'in o bunaltici sicaginda titriyordum yalnizligimla kolkola. Sadece sevgiydi istedigim bir yudum daha. Belki bir daha. Umut yok oldugunda insanlarin neler dusunebildigini ogrendim hayatimda ilk kez. Sadece senin yoklugunda. Golgelerimle beraber yuruyordum, kendi golgem ve senin oldugunu hayal ettigim digeri. Eleleymisiz gibi. Sessizlik oylesine kaybettiriyor ki kendimi anlatamiyorum. Kendine has yuruyusun aklima geliyor hemen. Tutup kolumdan zorlayisin beni bir adim, bir adim daha yurumeye ikna edisin. Hayatim boyunca yaptigin gibi, yurumeyi bile unuttum gittiginden beri. Tebessumlerinin ne kadar da degisken oldugunu animsiyorum. Her birinde baska bir anlam gizli. Dusunuyorum ki bana daha yillar boyu sen gerekli. Saatlerce yuruyusler sonunda kimsenin daha once ulasamadigi kalp diyarlarima ulasiyordun. Insaniz iste bilmiyoruz. Sanki yanimizdaki kisi hep orada olacakmis gibi degil mi? Ne olum geliyor akla ne de ikinci bir kisi. Sadece sen ve o. Biz ve ikimiz. Mevsimler bile degisti sanki hep sicak burasi sen yanimdayken. Acaba o sicacik bedenin mi? Yoksa sicacik varligin mi? Belki de benim icimdeki ates ayakta tutuyor beni sen yanimdayken. Dokunmaktan usanmadigimi animsiyorum. Cekinmeden optugumu hatirliyorum seni, bulabildigim her firsatta. Senin etrafa goz gezdirisin hep aklimda, ya bir goren olursa deyisin. Boyle istemeyerek uzaklasisin benden. Bilerek hem de seni asla birakmayacagimi, bir sarmisken seni. Her gece ayri yataklarda yuzunu goremeden ruyani tahmin edemeden uyumak olumum olurdu; ama ona bile cozum bulmus gibiydik birisi telefonda sizana kadar konusurduk saatler saatleri kovalarken; sesinin her kivrimini bedenime kazirdim geceleri. Uyandigimda tekrar okuyabilmek icin bana karsi neler hissettigini. Belki de daha fazlasini hissettigimi kanitlama sanisini bir an olsun yakalayabilmek icin. Biliyordum ki, kalbimdeki butun dostluklar, kardeslikler hatta varlik bile senden sonra yaratilmisti. Once sen yaratildin sonra ask. Benden once kimse sevmedi kimseyi. Biliyorum artik cok gec hersey icin kelimeler milyonlarca kez tekrar tekrar yazildi degistirile degistirile. Elimde sadece, bir demet gul kaldi. Oraya birakilmasi gereken. Birakmak istemiyorum askim. Orada olmak, orada yasamak istiyorum belki geceleri duyabilirim tekrar sesini belki kaideler degisir. Belki birisi duyar sesimi anlar benim neler hissettigimi senin bir zamanlar anladigin gibi. Bilmiyorum ne kadar zamandir burada ayaktayim bilmiyorum, dostlarimiz nereye gittiler. Tek bildigim sen benim istisnai kaidemsin. benim Dunyamin pinari. Topragin altinda olusun bile degistiremez bunu. Seni seviyorum..... Askin, herseyin...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #360
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 2

Yitmek Yitiklikte







Bir kırağı tutkusuyla, koyakların koynunda yürüdüm nice zamanlar. İçimde en deli sevdalar, en acımasız varoluşlar esti üfül üfül.
En büyük acizliğim, belki de azizliğim, adını bilememekti içimdeki kalp ağrısının. Çoğu zaman öznesiz cümleler kurdum göz bebeklerimde. Anlamlandıramadım dudaklarımdaki pıhtılaşmış hüznün nabız atışlarını.
Neydi, kirpiklerimin esmer aralığından kalbimi akıtan nedensizlik yığını. Ve neydi ruhumun ateş denizlerinde mumdan gemiler yüzdüren bilinçdışı şeyler.
Kırık kanatlı bir mısra mıydı, gecenin bir vakti beni hiçliğe salan. Yoksa avuntusuz bir umarsızlık mıydı, oyulmuş gözlerimin boş çukurlarında. Yoksa menekşe sahillerinde, üşüyen çenemden düşen sahipsiz sözcükler miydi içimi kanatan. Yoksa katlime neden, bir çift gözün esrarı mıydı?
Yokluğa yüz tutan varlığımı en büyük tipilere, baranlara açarak çıktım fırtınaların önüne. Ama korka korka, ama içimdeki benle çatışa çatışa ve kanata kanata kalbimi.
Bazen yittim.
Yittiğim demlerde gün gibi ortada idi oysa bakışlarımdaki yitiklik. Ama bitik bir iklimde, yitik bir şairin kalbini taşımak en büyük yitiklikti.
Biliyordum bunu.
Ruhumun başkentine yansıyan, sözsüz tükeniş çığlıkları üzerime üzerime çöreklendiğinde, kimse dönüp de bakmadı içime.
Kalbimin elinden tutan kimsecikler olmadı.
Kanadım.
Kaynadım.
İşte o anlarda, kendileri için, yokluğun kalbine atıldığım kimseciklere baktım uzun uzun. En güzel giysilerle, en dokunaklı maskelerle gülüyorlardı birbirlerine. Ama onlar hiçbir zaman duymadılar yüzyıl kokan çığlıklarımı, ırzına geçilmiş hıçkırıklarımı.
Ben ölgün cümlelerde, yankısız yüklemlerin ıssızlığında yaşadım yitikliği.
Yolların sonuna her geldiğimde, geldiğim yerin aslında bir başlangıç olduğunu gördüm. Yani bitişlerde başlangıçların kalp atışı saklıydı.
Ve anladım ki, yitiklik aslında, varolmanın ta kendisiydi.
Ve her gün, binlerce defa bilinçli bir yitiklikle yittim, dizelerin, desenlerin, tınıların dizlerinde.
Her yitişin, arayışımın bir parçası olduğuna olan inancım arttığı için, büyüyordu göz bebeklerim.
Büyüyordu kalbim.
Yitiyordum.
Yittikçe büyüyordum…
Her şeye rağmen, hiç ipekli sırmalalarla sarmalanmadı tenim.
Kalbim hep kırık kaldı bu bitik arayış öyküsünde.
Kırılmadım kimseciklere.
Kimseciklere kırılmadım.
Ve hala,
Ve her gece,
Ve inadına
Bir kırağı tutkusuyla, koyakların koynunda yürüyorum.
Hala, üfül üfül esiyor içimde sesin, nefesin.
Sana da kırılmadım.
Sadece yittim.
Sadece gittim.
Herhangi bir gün batımında, soylu bir duruşla gittim, içime akan bir dizenin bilinmezliğinde.
Bittim.
Necdet Karasevda

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük