Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 37

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 268.666 Cevap: 628
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
23 Nisan 2007       Mesaj #361
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Karşılıksız aşk üzerine mektup

Sponsorlu Bağlantılar
Seni ne çok sevdim ben. Ne çok gözyaşı döktüm senin için. Geceleri sen yatağında meleklerin kanatlarıyla uçarken ben penceremin önünde senin rüyana girmek için dua ederdim. Bir bakışına, bir dudak kıvrımında titreşen gülüşüne ulaşmak için dünyanın bütün çiçeklerini önüne sererdim. Şiirler, şarkılar, sevgiler içimde tutuşan bir ateş, onun yangınında senin için kül kesildim. Ağır hastalar geceyi zor geçirir. Sabahı bekler kırgın yürekler, hasta umutlar, yalnız ruhlar. Yalnızdı gecelerim. Hastaydı gecelerim. Kan kaybından giden bir yaralı gibi umarsızdı gecelerim. Bir uçurumun kenarına beni taşıyan karabasandı gecelerim. Adına yalnızlık dedim. Sensizlik dedim.. Sen beni bilmedin, beni tanımadın, beni sevmedin.. Bu bir ölümdü, bu bir fermandı .. Bıçak kesmez artık beni, ip asmaz, çeküller yüreğimi taşımaz. Yaşamak mümkün değil, yalnızlık karanlık kapılarıyla üstüme kapandı. Amansız acılar içindeyim. Ey Sevdiğim.. Ben seni ne çok sevdim. Dünya bildi, bir sen bilmedin. Yalnızlığın diğer adı aşka karşılık almamaktır. Kaçılamayacak kadar yakın, tutulamayacak kadar uzak bir yerdesin.. Benim aşkıma yalnızlık kucak açtı. Senin yokluğuna dokundum, içim yandı. Odamın çıldırtan sessizliğinde sana seslendim. Yankısı döndü dolaştı, senin kapıların bana kapalı. Kendi sesim yine bana ulaştı. Anladım ki beni hiç duymayacaksın. Sana sitem edemem. Sana kırılamam. Bir tek dileğim var senden, son bir tek isteğim. O da MUTLU OLMAN. MUTLU OL SEVDİĞİM.. BİRİCİĞİM.. AŞKIM. NEREYE, KİME GİDERSEN GİT YETER Kİ SEN MUTLU OL...

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #362
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 3

Sponsorlu Bağlantılar

Söz Satıyorum Sağırlar Panayırında



Sözlerimi satıyorum sağırlar panayırında.
Kendimi kentimin kara kaoslarında kaybetmiştim kurşuni bir akşamüstü. Sokak lambalarına toslamış, ayışığında ıslatmıştım saçlarımı.
Sürrealist saklambaçlarda kendimi sobelemekti amacım.
Kendimden kaçarken sulara düşürmüştüm, beni anlamlı kılan yanlarımı.
Çocuk-su-luğumu.
Umuda tutunmuşluğumu.
Merhamete muhtaç olmuşluğumu.
Karanlık kanatlarında gecenin, darda kalmışlığımı.
Susamışlığımı.
Susmuşluğumu.
Oysa dudaklarının umarsızlığında büyütmüştüm intihar çiçeklerimi.
Her gece kara bir gül açmıştı kirpiklerimde.
Her seher bir bülbül susmuştu sinemde.
Kendimi çığ kokan dağlara vurmuştum sonra.
Kardelenler ölmüştü çiğliğimde.
Ama yine de büyük bulvarların, önemli salonların canlılığında titreştirmiştim parmaklarımı.
Gözyaşlarımı tüketmiştim ışıklı panolarda, pahalı bilboardlarda.
Metropollerin keşmekeşliğinde, fiks menü hayatlar dayatılırken, idamda görmüştüm gözbebeklerimi.
Celladın siyah kıllı elleriyle sunduğu fiks menü bir idamdan arta kalan gözlerimi, söz karşılığında satmıştım antik bit pazarlarında.
İşte şimdi ruh tanem, gözlerimin bit pazarında satılmasından bu yana, sokakların yankısızlığında büyüttüğüm sözlerimi satıyorum sağırlar panayırında.
Krizantem direnişlerde emzirdiğim, kış kokuşlu sözlerimi satıyorum.
Her hecesinde aşkından devasa izler taşıyan, dudaklarından, yanaklarından, parmaklarından beslenen, sözlerimi satıyorum sağırlar panayırında.
Biliyorum kimse duymayacak ateşten sözlerimi.
Ben de göremeyeceğim hiç kimseyi.
Görmesem ne kaybederim ki, sen duymayınca içimin yankısını; son’a yönelik, sana dönük sözlerimi.
Seni görmeyince, anlamı mı kalır göreceğim en güzel yüzün, en güzel gözlerin ve en güzel ellerin.
Her gece inadına;
kekeme bir hatibin,
onulmaz bir aşıkın,
iç derinliklerinde boğulan bir ama’nın,
çatışmalarıyla satacağım sözlerimi.
Alan olmayacak sözlerimi elbette.
Sözlerim boşluğun koynunda savrulacak sağa sola.
Yankısız.
Issız.
Ve sahipsiz.
Ama yine de ben,
Her akşamüstü,
Kırlangıçlar üşürken,
Gözleri çıkarılırken aç martıların,
Sözlerimi satacağım sağırlar panayırında.


Necdet Karasevda

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #363
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Bir çığılıktı yalnızlığım......
Konuşmak gerekir bazen,susmak artık çare değilse…Anlatmaya başlamalı bi yerden,en başta kendinden,Başlıyorum öyleyse dur ve dinle;Ardından değişti hayatım,bütün değişime mahkum hayatlar gibi,geceler değişti kara kuru oldu biraz daha çok acı verir oldu…mevsimim yıllardır sonbahar rengi soluk,yüreğim yorgun ayazda kalmış bi-çare donuk.Aynı şarkılar farklı anlamlar kazandı,oysa şarkılar bu kadar içimi acıtmazdı,güneşi seven ben,ay ışığında aydınlatmaya çalıştım dünyamı ve yıldızlar başka türlü parladı gökyüzünde…yalnızlığımı anlatmak istercesine..Ağır ağır çektim perdeleriÇekmeceye gizledim çocuksu sevinçleriBüyüdüm sanki harcadım yıllarıUmduğumdan olgun yaşadım ayrılığıBeyaz örtüler örttüm eşyaların üstüneKapadım kapıları topladım anılarıDöktüm denizlereVe sen hala varsın,gidip gelirsin içim de bir yerde ama hep aynı yerde…Payını almış olmalısın değişimden,İlgili sen olmak üzere bir sözleşme hazırladım içimde,Sen aklıma gelecektin sadece,yüreğime uğramayacaktın,Düşünecektim ama dokunamayacaktım,Üzülecektim belki ama ağlamayacaktım…Öyle yaptım ve altına imzamı attım…Ve sen tüm kuralları ihlal ettin,infaz ettin yüreğimi,sana gel dedim gelmedin…rahat bırak gecelerimi uykularımı böyle kabus olma,hala içimdesin gitmiyorsun,bit…bit lütfen…Yar! Terk-i Diyaryollarında şimdi kalbimTuzla buz oldum,incindim örselendimElimde tek kalan darmadağın ümitlerimBaşardın en sonunda Oldu bak istediğinYaralı HayallerimHep aynı olmak zorunda mı ayrılıklar,yalnızlığımın sesini kimse dinlemedi…Ben yalnızlığımı haykırdım ama kimse duymak istemedi….
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #364
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Mahzenden Sevgiliye Mektup 4


Yüklemsiz Sözler



Yağmur yağıyor yüreğime.
İliklerimden sevda sözleri filiz veriyor habire.
Aşk ışkınları.
Âteş gülleri.
Dar sokaklı, kesme taşlı yollardan geçerken, koca bir hatıra haritasını ezdim ayaklarımın altında.
Dillenmemiş kıyı anılarını.
Mezarlıklara yaslanmış, kimliğimi kemiren istemli çatışmaları.
İçe dönük cümleleri.
Kasıklarımda oynak toynaklarıyla ruhumu tüketmeye çalışan kısrakları.
Öznesiz yalınlıklarla yüzüme çarpan esmer ve platonik buğuları.
Kesik boyunlu kızıl kuğuları.
Yağmur tanecikleri yıldızlanırken saçlarımın tellerinde, damarlarımdaki mağma kuyularında ayaklanmaya başladı volkanlar.
Eretnalar.
Her yağmur damlası ile biraz daha ufaldım.
Büyüdü dışımdaki her şey.
Sen.
Ve seni çağrıştıran birçok şey.
Kahır.
Keder.
Desen.
Renk.
Ahenk.
Yiterken, ya da biterken varlığım, dağ kokmak istedim. Kara bir yanılsama değildi bu. Kırlangıçlar üfledi içime gerçeği. Dağ kokmak istedim. Ve ne kadar yakınsa deniz içime, dağ o kadar uzaktı dışıma.
Kardelen kokmak, yasemin kokmak, dağ lâlesi ve kenger kokmak istedim. Bu kokuların büyüsüyle, uzak ve yorgun mayıslarda bitsin istedim trajik öyküm.
Kentlerin kalabalık kimsesizliğinde kaybolmaktansa, bir dağın erguvan ikliminde ölmek, ölümlerin en soylusuydu.
En ulusuydu.
Kendimi sana ve sona kurmaya devam ettim, yağmurların soluğunda üşürken kirpiklerim.
Mor dağların dağdağalı sükûnuna katılmak arzusu sardı ruhumu sen akarken yanaklarımdan.
Uzak ormanların uğultuları çalkalandı kulaklarımda.
Ruhumda.
Ayaklarımın kanayan yanlarında duydum, bir ceylan için kurulmuş tuzağın esaretini.
Tanımsız bir hürriyet duydum, esaretin gizinde.
Özünde.
Bu nasıl bir duyguydu.
Bu nasıl bir yanılgı.
Kavrayamadım.
Kendimi senin yamaçlarına vurmaya devam ettim yine.
Önümde, gözyaşları yağmur tanelerine karışan, burnu sümüklü kız çocuğunu görünce unuttum tüm bildiklerimi.
Erdemlerimin linç edildiğini duydum bilincimin bilinmezliğinde.
Yokluğa yüz tutmaya başladı en taze duygularım.
Uçurum çiçekleri kokan bir yere getirdi kalbim beni sonra.
Zamanın sustuğu, mekanın yok olduğu bir yere.
Dibinde ölüm kokan, mavi bir uçurum.
Bir anda bembeyaz sesin yankılandı içimde.
İçimin göğünde.
Umuda, sevdaya dâir yüklemsiz sözlerin yankılandı mor dağlarda.
Kör oldu yarasalar.
Bana dâir bir kıvılcım, bir iz bulamadığım sözlerin çekti beni, gözlerinin derinliklerine benzeyen uçurumlardan.
Elâ uçurumlardan.
Yine yağmurlara döndüm.
Islanmaya.
Iskalanmaya.
Korkmaya.
Üşümeye.
Acı ve sancı dolu sokaklara.
Kente döndüm.
Her yağmur damlasının kalbinde arıyorum gözlerinin izini şimdi.
Ruhunun filizini.
Ve hâlâ yağmur güzeli,
Filizkıranlarla üzerime geliyor kör baykuşlar.
Yüklemsiz sözlerinin tutsağı olduğum bu dakikalarda, yağmur yağmakta hâlâ.
Ve ben hâlâ yağmur çiçeklerini büyütmekteyim avuçlarımda.
Sana dönük binlerce sevda çiçeğini.
Ölüm çiçeği.

Hiç Kimse


Necdet Karasevda
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #365
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
AN Çağrışımlı Mahzenden Sevgiliye Mektup



Ruhuma Aşkı Bağışlayan’ın adını serlevha ederek başlıyorum iç kanamama…
Bilmem kaç gece, kaç hafta, kaç ay, kaç yıl geçti…
Sancı ve sanrılarla dolu, hafakan şimşeklerinin çaktığı gecelerden arta kalan yanlarımla huzurundayım.
Bu bir itiraf mı ey Yâr, bir inhiraf mı bilemiyorum. Bildiğim tek şey; geceye evrilen şu sessiz dakikalarda, gözbebeklerinin ıssızlığında varlığımı dâra çekmek isteyişim.
Bir düşünsene Cân, ne kadar zor bir şey, oynaşan gözbebeklerine şiirlerimi asamamak. Karasevda iklimlerinde senin için büyüttüğüm memnû gülleri gerdanına takamamak.
Kalabalıklar içinde, kan kusmama rağmen, senin adınla başlayan cümleler kuramamak.
Bu ne biçim bir öykü, ey hüznümün kızı.
Bu ne biçim bir trajedi.
Boğazıma tıkanan hıçkırıklar, ellerimin kıvrımlarına yüklenen med cezirler, olmalar ve ölmeler paradoksunda, yok olmanın tiradını okumak vakti midir sana dair olduğum bu dakikalar?
Nereden başlasam Gül, ey Gül-i Hazan, nerede yitirmiştim bilincimi, nerede serapa sen olmuştum. Rengine boyanmış, Van Goghlar, Kleistler, Rilkelerle dolmuştum.
Şimdi bilinçsizce bir baş kaymasının kurbanı olarak, adını bilmedim sokakların dilsizliğinde, esaretinin elifbasını sökmeye çalışıyorum. Gözyaşlarımın gizemli kıvrımlarına gelip oturuyorsun, utanıp mahçup oluyorum. Kalbine dayadığım söz kurşunlarını, gözlerine yaşattığım çağdaş zulümleri tahattür ediyorum bilincimin derinliklerinde.
Bir iç kanama yaşıyor bildiklerim.
Anılar sızıyor dudaklarımın hafif aralığından.
Ve, va esefalar, keşkeler, nedenler, niçinler sarkıyor sakallarımdan…
Ve her soru bir labirent oluyor virane ruhumda. Yankısız cevaplar dökülse de dilimden, az çıkıyor sesim, kesiliyor nefesim…
Ey Cân, sussun diyorum bu öykü…
Kalbim sussun.
Dünya dursun, dil dursun, zaman dursun ve sussun mekân.
Yusuftutanlar hüvelerde boğulsun.
Belki bir daha yoluna çıkmak isteyişin zavallı çırpınışları bunlar.
Hayır Şair, hayır Âşık bitti bu rüya.
Hayır bitmedi. Hâlâ her şey, aynı tonda yaşanıyor uzak vadilerde.
Ölü kelebek iklimlerinde.
Yarım bırakılmış şiirler ülkesinde.
Nârın ve nûrun şeffaf perdesinde.
Hâlâ kaçan uykular, şişen gözkapakları, sevgili için büyütülen sevda sözleri, mektuplar, gece sohbetleri için iç titremeleri, memnû dakikalarda zamanın kalbini durdurma, ve üç şehir, ve üç kırık öykü, ve terminaller, ve avuçlara sıkıştırılan mahrem beyanlar, kırık bakışlar, gitmeler…
Ve sonra büyütülen baş ağrıları, gönül sancıları. Ve iç daralmaları.
Ve hâlâ cümlelerde aynı özneler, ve hâlâ lügatlerde en çok bakılan aynı kelime, ve güz kokan kokular, ve hasta bakışları, ve pansumanlı genç kızlar, bembeyaz kıyafetlerin ortasına düşen kan lekeleri, a rh pozitifler, hepatit b’ler, ambulanslar, telefonlar, bloknotların kirpiklerinde saklananlar, mehtaba asılan kangren dakikalar, sabahlanan banklar ve pet bardakların griliğine tutunmuş demli çaylar, sevdaya adanmış billur gözyaşları…
Ey Cân, ey Ruh, her şey yerli yerinde, geçen bunca asra rağmen.
Ölümlere, bombalara, işkencelere rağmen her şey yerli yerinde.
Metropollerin çok sesli cinayetlerine tanık olmalara rağmen her şey yerli yerinde.
Deliler gibi, divaneler gibi, çağdaş çöllere düşmelere rağmen, erguvan dallarında sallandırılmalara rağmen, her şey yerli yerinde.
Belki susmak zamanı şimdi.
Ama izin vermiyor kalbim.
Belki senin sağırlık zamanın bu dem. Belki de öyle olmalı.
Ama ne yapabilirim ki, ey Sûz-i Dîl, dîlime ferman faide etmiyor şimdi…
Hep konuşan ben oldum, ve hep susan da.
Belki de bu öyküde mefisto benim ağzıyla konuştu hep. Ben onun aksak ayaklı hizmetkârı oldum belki.
Ama ne yapabilirim ki ey Cân, ey Rûh-i Revan, kaçmak istedim senden hep. Ama senden kaçacak yerim yoktu.
Belki tuhaf gelecek ama, senden her kaçışım sana dairdi yine. Yani senin için kaçıyordum senden. Sensizliğin gayyalarında senin için büyüttüm cennet güllerini. Ama bu öyle bir yazgı ki, senin bahtına hep ateşten gülleri koklamak düştü.
Sen kokladın ben yandım.
Sen kokladın ben yandım.
Belki de öyle olmalıydı.
Sen hep suskundun.
Korktuğun bir şeyler vardı hep. Aklına gelmedi asla, korktuklarının bir gün gerçek olacağı. Hem seni hem beni kana boyayacağını.
İlginçtir, Cânâ, kalbim her med vakti, kalmanın da, gitmenin de ateş olduğunu fısıldadı bilincime.
Ben zaten reh-i sevdaya düşünce, dillere düşünce, gözlerden düşünce anlamıştım vuslatın da, firakın da, intizarın da ateş olduğunu.
Ve Şeyh Galip geldi gönlüme kondu o enfes beytiyle, bir bağ bozumu.
Ben senin, hayran olduğum yüzünün gizli bahçesinde yaşadım ateşi.
Yaşadım vuslatı.
Yaşadım firakı.
Yaşadım intizarı.
Dım.
Yorum.
Yacağım.
Rım.
Tüm zamanlarda, tüm kiplerde kurulmalıydı bu cümle.
Ben senin, hayran olduğum yüzünün gizli bahçesinde yaşıyorum ateşi.
Kırgın bakışlarının ateş denizlerinde yüzdürdüm kalbimin ateşten gemilerini.
Bağışla beni.
Dedim ya, belki, geçen bu asra rağmen susmak en iyisiydi. Ama bu kalbi en iyi bilen sen olduğun için, yine en çok sen bilirsin onun asiliğini, susmak istemeyişini.
Her şeye rağmen konuşmalı, içinin haritasını açmalıydı kalbim.
Ve öyle oldu.
Ey Cân!
Ey Yâr-ı Güzin!
Şimdi ilk günkü tuhaf heyecan ve helecanla dökülüyor dilimden heceler. Şahittir buna geceler. Şahittir buna akrep ve yelkovan, şahittir buna şiirler, şarkılar…
Yaşamanın, var olmanın sencesini hakkelyakin müşahede ettim. Her gün gönlümdeki anıtının önüne gidip, kırmızı bir gül bırakıyorum senin için. Aslında gerçek yaşamın bu olduğunu keşfettim acı ve sancıyla. Hatırlanmanın gerçek varlık olduğunu anladım. Görmesen de, kitapların gizli ithaflarında yaşamanın çok daha değerli olduğunu fark ettim.
Mekân ve zamanın ne kadar da sığ şeyler olduğu düşüncesine götürdü beni yaşadıklarım.
Anıt dedim de, A… Ağıt’ta bir anıttan bahsettiler. Hayır o anıt, A...’nın mezarına değil, kendi mezarıma dikilmiştir. Ben A…’nın mezarına kendimi gömdüm aslında.
Gözlerimi, hayallerimi, sözlerimi, tutkularımı, zaaflarımı, erdemlerimi, şiirlerimi, romanlarımı gömdüm.
Adamlığımı gömdüm.
Şimdilik susuyorum.
Kesiliyor kelimelerim.
Sesine susuyorum.
Ve git şiirini, gitme anlamıyla okumanı diliyorum…
Affedilmek umuduyla…


Ateşten bir gece -


Necdet Karasevda
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #366
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Yine sessiz bir kış seheri, odamın perdeleri açık, kar usul usul yağıyor şehrime. Dört tane duvar , yaylı yatağım , yatağımın baş ucunda duran ahşap sehpa ve üzerindeki içi boş vazo; geçen sene vardı içinde bir şeyler ama zamana, birazda susuzluğa yenik düştüler. Kocaman dev blokları olan dillere destan bir konağın arkasına saklanmış küçük ,ahşap bir evdeyim işte. Kimim kimsem yok, annemi hiç görmedim , babam; bir yaz akşamıydı iyi hatırlıyorum , sofada oturmuş gümüş kabzalı tabancasını temizliyordu, ben yan odada elimi kafese daldırmış babamın kanaryasını tutmaya uğraşıyordum . Babam sinirli adamdı kızdığı zaman eline ne geçerse fırlatır, yeri göğü inletirdi, bana hiç kızmamıştı belki o silah patlamasaydı bir gün bana da sinirlenecek belki bir tokat patlatacaktı yanağıma . Silah sesini duydum öyle bir irkildim ki masadaki kafes yere yığılı verdi , bir an kuşun delicesine çırpınışını gördüm, içim korkuyla dolmuştu hemen sofaya koştum babam yerde öylesine yatıyordu ki korkudan yaklaşamadım bile . küçük kanaryamda ölmüştü babam da, artık hiç kimsem yoktu. İlk başlarda böyle olmadığını sanıyordum baba tarafımdan akrabalarım vardı, iki üç yıl sonra kendimi sokaklarda buldum . Ne babam vardı ne de bir yakınım. Yirmilerimde bir kız sevdim! İşte şimdi bu küçük kasabadayım yalnızlığımda pek bir değişiklik yok ama biraz yaşlandık galiba gelecek ay elliyi devireceğim. Neyse ağır ağır çıkmak gerek rahat musalla taşından, eh şimdilik rahat tabi arkamıza cemaat gelirde Allahuekber denilince sırtımız ya rahatta olur yada azapta. Adamın çıkası da gelmiyor sıcacık yorganın altından, şimdi sen tut buz gibi havada kalk işe git olacak iş mi yahu! “Tak tak “ , ha! sen kimsin be seher bülbülü sabahın köründe? “geldim geldim” ses soluk yok gitti mi acaba? Ceketim nerede yahu bulamıyorum, hay aksi , yerlerde buz kesmiş .Eee neredesin seher bülbülü? Öyle geçerken ihtiyarı yatağından kaldırayım diye mi uğradın? Yoksa yuvanı mı şaşırdın?
Buda nesi be eski toprak! Aman, aman şaka maka iyice yaşlandın eski toprak baksana yerden bir kağıdı bile alamıyorsun, tamamdır işte sabahları hep böyle olur cıvatalar soğuktan sıkılaşıyor eğilemiyorsun ,eğilirsen doğrulamıyorsun.
“Sen benim kadar sevebilir misin? “ hah ha haaaa ne bu eski toprak? Bizim bilmediğimiz bir gizli hayranın mı var? Baksana sabahın altısında kapıya bırakılan pembe bir mektup hem isimsiz, hem aşklı meşkli. Neyse bu arada iliklerim dondu gir içeri ne demeye kapının önünde alık alık bekliyorsun sanki bırakan geri dönecekmiş gibi,! Şöyle sıcak bir çay iyi gider yediğimiz bu soğuğun üstüne, bu arada da şu alacalı bulacalı mektubu rahat rahat okuruz.
Ohhh içim ısındı ciğerlerimiz cana geldi be eski toprak. Ne diyor bizim seher bülbülü bir bakalım. Hah tamam! Bohça sarar gibi sarmış mübarek kat kat, adam mektubu açarken yoruluyor inşallah içindekiler bizi bu kadar yormaz.

“ Bu mektubu sana hem çok uzaklardan hem de çok yakınından yazıyorum sevdiğim!

Hep birini sevmek istemiştim, yitikte olsa yalanda olsa , yanımda olmasa da sevmeyi delicesine ve sen çıktın karşıma..
Ben Leyla isem benim sevdiğim Mecnun olsun isterim , yan yana olmasak da , beden toprağa kavuşsa da ruhlarımız hiç ayrılmasın isterim. Sen böyle sevebilir misin? Ben severim diyorum kendi kendime en az ölüm kadar gerçek. Keşke şimdi yanımda olsaydın, ama yoksun! Olsun diyorum, ben seni öylesine sevmedim ki! Ben seni sıcak tenin içinde sevmedim , ben seni ruhunla sevdim. Ben seni! Ben seni zifiri bir karanlıkta sevdim .
Sevdim mi acaba? Gerçek sevgi bu mu? İçimi cayır cayır yakan bu ateşin adı aşk mı? Yoksa ,yoksa her şeyin yapmacık olduğu şu küçücük dünyada daha da küçülen insanların adını aşk koydukları bir heyecan mı sadece? Eğer bu gerçek aşk değilse gerçeğini hayal bile etmek istemem. Şu an hissettiklerim bile beni ağır ağır boşluğa çekiyor bundan fazlasını ne hislerim ne yüreğim ne de ruhum kaldırır. Sadece bir tek cevap ver. Ben senin kalbinde hiç olmasam da artık sana sarılamasam da unutma ki bu ateş hiç sönmeyecek değil mi? Ta ki ruhum ölene dek. Sevda’nın adını anan tek bir yürek kalmasa da , tüm kalplere mühür vurulsa da , seven gönülleri kor ateşle dağlasalar da, benim kalbim seni anar , benim sevdam tüm mühürleri söker , ben de dağlanacak tam bin yürek var her biri Arş kadar.
Tekrar soruyorum “Sen beni böyle sevebilir misin?”
Dur ! sakın söyleme, ben duyamıyor olsam da , kim bilir belki karanlık kıskanır, belki yalnızlık çekemez sevdamızı. Belki de ışıklar küser gözlerime . Bir sel olur çağlar yüreğim aşkın yıkımında . Ne olur sarmaşıklar girmesin aramıza ; zehirli sarmaşıklar. Tut elimden ne olursun beni sensiz sadece sensiz bırakma. Bir gün olurda duyarsan çekildiğini bedenimin toprağa “gülmeyen bir yüzü vardı yazsınlar mezar taşıma”. Sonra gelip güldür beni bir tanem. Ay ışığında gel mezarıma , bir demet papatya bırak mezarımın başucuna, ellerini üstüme yığılı toprağa sok ve hisset hayattayken sana anlatamadıklarımı. Dedimya ben zifiri karanlıkta sevdim; kuşkusuz, amaçsız, ölesiye sevdim, tabi adı sevdaysa bu çilenin.
Adına her ne diyorlarsa acı, ızdırap , keder tarifi her neyse bu duygunun ben kabulüm sen yanımdaysan.
Şu içimden geçenlerin sadece birini tutup çıkarabilsem seni sana onunla anlatabilsem ne yazmaya kalem ne de satırlarıma kağıtlar yeterdi. Çünkü sen benim içimdesin ruhumun deli sarmaşığı!

Seni seviyorum, seni seviyorum
Öylesine değil , ölümüne, bir bulmacanın karelerinde yok olmacasına!
Hatırlar mısın? hep seher bülbülüm derdin bana ben sana seni öldükten sonrada seveceğim derdim de sen hep gülerdin, hiç inanmazdın bana belki ben öyle hissederdim, sanki fersahlar vardı aramızda ben senin başucundayken. Hep boşluğa dalardı gözlerin sanki bir benim yanımdaydın bir boşluğun içindeki düşlerde. Bak işte aradan nice yıllar geçti ben toprak oldum sen Eski Toprak!
Hani papatyalarımız vardı cam vazoda sakladığımız arada bir alıp seviyor sevmiyor oynadığımız papatyalar. Şimdi boş görüyorum vazoyu aşkımız soldu mu yoksa sevdiğim?
Ben seni böyle sevdim, beşikten mezara kadar değil , ruhum yok olana kadar.
Sen beni böyle sevebilir misin?
Sensiz geçen her gün ufkuma göz yaşı yağıyor , ben zaten gözyaşı olmuşum! Hatıralarının sıcaklığı tüm ruhumu ısıtıyor aradan geçen onca yıla rağmen. Hatırlar mısın sevdiğim? Hani gözlerinde kendimi görmeye çalışırdım da sen hep ağlardın da puslu bir hayal olurdum gözlerinin içinde , ellerini tutarken, sana sarılırken yutkunurdun hep öyle ağlamaklı. Bugün ruhlar semada ölümle dans ediyorlar yırtık kefenlerinde. Bugün yıldızlar bizim için parlıyor farkında mısın?
Senden ayrılmadan; yani seni terk etmeden önce saçlarından bir tutam aldım, şimdi avuçlarımın içindeler. Hani ben ölmüştüm de sen bana sarılıp ağlamıştın da ben kıpırdayamamıştım , usul usul gel kollarıma sevdiğim kainatı kıskandırmadan gel ben seni işte böyle sevdim!”

“ Vakit geldi Eski Toprak!”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #367
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Sevgili Anneciğim ve Saygıdeğer Babacığım,
Yıl sonu programıma gelemediniz,
Diğer aileler arasında yer alamadınız,
“işte bu benim yavrum” diyerek beni gururla izleyemediniz.
Beni bağışlayın…
Size o zevki, gururu yaşatamadım.
Birlikte bana yeni giysiler alacaktık,
Üzgünüm… Alamadık.
Onun yerine ben buralardayken,
Son giysim olan kefeni almışsınız.
Onu giydirdiler bana sizden ayrı bir odada.
Bu yüzden mutluyum;
Beni karda kışta, yaşamda ve mezarda, açta açıkta bıraktırmadınız.
Bir şey daha var;
Son kez okşadığınız saçlarımda kokunuz.
Birlikte uyuyoruz geceleri,
Minik ayımın yerini tutmuyor ama olsun,
Sen kokuyorsun, annem kokuyor saçlarımda.
Bazen yağmur yıkıyor saçlarımı,
Ama sizin hayaliniz gitmiyor gözlerimin önünden.
Eski günlerimiz, oyunlarımız, akşam yemeklerimiz, pazar günlerimiz…
Hepsini tek tek anımsıyorum yalnız kaldığım gecelerde,
Sonra gizlenip usulca ağlıyorum ruhumun derinliklerinde…
Bu mektubu okurken ağlama anneciğim,
Ne olur, ben burada mutluyum babacığım!
Arkadaşlarıma söyle küstüğümüz zamanları unutsunlar,
Affetsinler beni.
Hepsini çok seviyorum ve özlüyorum
Sizleri özlediğim gibi…
Arada bir gelirim yanınıza buralardan,
Usulca girerim balkon kapısından.
Sakın korkmayın bir ses duyunca,
Bilirsiniz biraz sakarım.
Bu alışkanlığım vardı yaşanan anılarda;
Yani geride kalan yıllarda.
Söyleyin, kimse üzülmesin ben artık geri gelmem!
Ne olur ağlamayın artık,
Beni de üzmeyin…
Sözünü unutma anneciğim,
“Ölürsen; kalplerde yaşamaya devam edersin”
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
1 Mayıs 2007       Mesaj #368
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Geride Kalanlar

Senden arda kalan yıkıntılar arasındayım... Yar gitti arkasına bakmadı, ağlamaklıyım! Be günle yaşamıştık, neler paylaşmıştık, bu kadar kolay mıydı sevgili terketmek!

Ah sevgili(!)

Sen benim her şeyimdin, benim sevdiğimdin, çok severdin hani, nasıl da gittin. Öksüz çocuklar gibi beni nasıl da sensizliğe mahkum ettin ya da kim bilir, belki de bırakmak zorunda kaldın. El ele tutuşup, hiç ayrılamayacağımızı terkedirdik, ayrılacağımızı bilircesine, her gittiğimiz yerde şarkımızı söylerdik..... Biz seninle hep gülerdik, ağlamayı beceremedik! ben ne kendimi sensiz düşünebilirim, ne de seni bensiz...
Olmaz olamaz. O zaman güneş doğar mı gökyüzüne, aynı güzellikle, ya çiçekler açar mı, hayat devam ediyor dercesine...
sende yapamazsın bensiz. gel bekliyorum.seni çok seviyorum...

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Mayıs 2007       Mesaj #369
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Akarsuya Bırakılan Mektup - incecikti
gül dalıydı
dokunsam kırılacaktı
dokunmadım
kurudu-

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
neden akşam oluyorum tren kalkınca
kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
az önceki çiçekler nasıl da diken diken
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı
oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
5 Mayıs 2007       Mesaj #370
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
BENİ BU SON AYRILIK ÖLDÜRDÜ
Beni bu son ayrılık öldürdü

Ne güzel günler yaşamıştık
Beraber sevinip beraber üzülmüştük

Bazen oturup bir parkta konuşurduk
Cenem düşerdi saatlerce konuşurdum hiç susmadan
Konuşurdum ama sana derdimi anlatamazdım
Öyle konuşurdum işte
sıkılırdın ama söylemezdin

bazen de susardık hiç konuşmadan
dakikalarca saatlerce birbirimizin gözlerine bakardık
daha cok şey anlatırdım sana susarken
oturup bir cay bahcesinde sarkı dinlerdik
aynı şarkıya hem oynardık hem ağlardık

Beni bu son ayrılık öldürdü

Ne gözlerinin içine bakabildim
Ne de tek bir kelime cıktı ağzımdan
söyleyecek ne cok sözüm vardı
Belki söyleseydim böyle sessiz böyle ani olmazdı gidisin
belki de gitmezdin
Gittin işte
Artık eskisi gibi konuşmuyorum
Susup o simsiyah gözlerinin içinde ÖLÜMÜMÜ BEKLİYORUM

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük