Ziyaretçi
Kaçınılmaz olduğunu düşündüğüm son, olayları kendi akışına bıraktıktan sonra, “zamanı geldiğinde” gerçekleşseydi, bu kadar yakmayacaktı içimizi belki, bu kadar öldürücü olmayacaktı açtığı yaralar belki…
Aşkı yaşayarak tükettiğimizde, böyle eksik, böyle çaresiz, böyle kırık olmayacaktı hayatlarımız… Aşk, dolu dolu yaşanarak tüketildiğinde, yarım bırakılmışlığın, yaşanmamışlığın yükünü sırtlarımıza vurmayacağından, dost kalarak ayrılmayı başarabilecektik belki de…
Birlikte mutsuz olduğumuzu, yaşayarak gördüğümüzde, ayrı ayrı mutlu olmayı başarabilirdik. Kim bilir, belki de mutsuzluğu, acıyı, ayrılığı hiç yaşamadan, hayatımızın sonuna kadar birlikte olabilirdik…
Ne yapmıştım ben!...
İkimize ne yapmıştım ben!..
Gözlerimi gerçeğe açtığımda, temelini yaptığım yanlışlarla kurduğum bu hayata daha fazla devam edemeyeceğimi anladım. Aynaya her bakışımda bu “kötü adam”la yüz yüze gelmeye tahammül edemezdim artık!..
Kalbimin sesini dinlemeye karar verdim, yıllar önce yapmam gerekeni yapmaya yani…
“Git ona” diyordu zavallı kalbim, “onsuz olmaya dayanamıyorum, git ona, ait olduğum yere götür beni…” Kalbimi dinledim… Sana geldim…
Birden bire karşına çıkmaya cesaretim yoktu, seni, hayatına yeniden girmem düşüncesine alıştırmam gerekiyordu. En başında izlediğim yöntemi, daha uzun zamana yayarak uygulamaya karar verdim. Gülleri tek tek göndermeye başladım.
Ofisine geldiğim o güne kadar her şeyin planlarıma uygun olarak ilerlediğini düşünüyordum. Bu düşüncenin verdiği cesaretle, yılların verdiği hasretle ve en yakın arkadaşının yardımıyla, odana kadar girdiğim, özlediğim kokunu içime çektiğim, uzaklaşmak için kendimle mücadele ettiğim o günden sonra, yaşadıklarını uzaktan izledikçe, yine yanıldığımı düşünmeye başladım. Sana ikinci kez işkence çektiriyordum. Gidişim de, gelişim de seni yaralıyor, parçalıyor, öldürüyordu…
Sana bunları ikinci kez yapmaya hakkım yoktu!
Kalbim, haline ne kadar üzülse, kan ağlasa da, devam etmemi söylüyordu. Sonuna kadar gitmemi, ne olacaksa olmasını…
Ne yapacağımı bilmiyordum. “Üzgün” olduğumu bildirdikten sonra, şehirden uzaklaşmaya karar verdim. Seni görmeden, uzaktan izlemeden daha net kararlar verebileceğime inandım. Devam edip-etmeyeceğim orada, senden uzakta belli
olacaktı.Bir hafta boyunca her gün, sabahtan akşama kadar, iki düşünce çatıştı durdu beynimde. Gitmek ya da kalmak ve devam etmek, sonuna kadar, olacakları görmek…
Seninle yüzleşmeliydim. Ne olursa olsun bunu yapmalıydım. Bu defa, bize olacaklar konusunda senin de söz hakkın olmalıydı. Ya hep hayalini kurduğum gibi, “kal” diyerek kollarıma atılmalı ya da “git” diyerek, bu kez tüm yaptıklarımdan dolayı beni suçlayıp, benden nefret ederek “ikimizi” gömdüğün çukurun üzerine beton dökebilmeliydin. Vereceğin karar ne olursa olsun, diyecek sözüm, verecek karşılığım yoktu. Sadece başladığım şeyi bitirmeli, bu kez kazanmaya bir şans tanımalı, kaybedersem de sonuçlarına katlanmalıydım.
Bu akşam, kaldığım otelin lobisinde oturmuş, elimde telefon, yarın gece, evine ulaştırılacak olan altıncı gülün organizasyonunu yaparken, otelin kapısından içeri sen girdin!Resepsiyonda fazla oyalanmadan, kaydını yaptırıp aceleyle yukarı, odana çıktın…
Benden kaçıyordun…
Yine karıştı düşüncelerim, yine savaş ilan etti kalbime beynim…
Sabah olmak üzere ve ben saatlerdir sana yazıyorum.
Üç yıl önce neden ve bu kadar yıl sonra neden? Bunun yanıtlarını vermeye çalışıyorum.
Üzgünüm, mantıklı bir açıklamam yok!..
Anlatabileceklerim sadece; nedensiz korkularım, gereksiz gururum, aptalca kararlarım, dayanaksız bahanelerim, yaşadığım ve yaşattığımı bildiğim cehennem ve tesadüf olamayacağına inandığım gelişmelerin açtığı gözlerim, sürekli savaş halindeki beynim ve kalbim…
Bu mektup, sondan bir önceki gülle birlikte yarın akşam, resepsiyon görevlisi tarafından sana teslim edilecek.
O saatlerde ben, çoktan oradan ayrılmış olacağım. Sabah ilk uçakla dönüyorum, geldiğim ve geldiğin şehre.Yedinci gülü alıp-almama kararını sana bırakıyorum.
Eğer istersen, beni bulabilirsin. Gerekli ipucunu bu mektupta sana verdim.
Tez-anti tez-sentez.
Sen hep bu sac ayağının bir parçası oldun iş hayatında.
Bir defalığına pozisyonunu değiştirmeni istiyorum senden. Tez, senin iki yıldır yaşadıkların. Anti-tez yukarıda okuduğun satırlar. Savunma makamı değil, şimdi karar makamısın sen bu davada. Sentezi sen yapacaksın.
Birlikte, iki yüzüğün prangasında, müebbet hapis ya da bu sevginin idamı ile bu sanığın ömür boyu sürgünü…
Karar senin!..
Savunmamı son sözümle bitiriyorum:
Seni çok seviyorum…
İki yıl önce, iki yıl boyunca, hâlâ ve daima…
Aşkı yaşayarak tükettiğimizde, böyle eksik, böyle çaresiz, böyle kırık olmayacaktı hayatlarımız… Aşk, dolu dolu yaşanarak tüketildiğinde, yarım bırakılmışlığın, yaşanmamışlığın yükünü sırtlarımıza vurmayacağından, dost kalarak ayrılmayı başarabilecektik belki de…
Sponsorlu Bağlantılar
Ne yapmıştım ben!...
İkimize ne yapmıştım ben!..
Gözlerimi gerçeğe açtığımda, temelini yaptığım yanlışlarla kurduğum bu hayata daha fazla devam edemeyeceğimi anladım. Aynaya her bakışımda bu “kötü adam”la yüz yüze gelmeye tahammül edemezdim artık!..
Kalbimin sesini dinlemeye karar verdim, yıllar önce yapmam gerekeni yapmaya yani…
“Git ona” diyordu zavallı kalbim, “onsuz olmaya dayanamıyorum, git ona, ait olduğum yere götür beni…” Kalbimi dinledim… Sana geldim…
Birden bire karşına çıkmaya cesaretim yoktu, seni, hayatına yeniden girmem düşüncesine alıştırmam gerekiyordu. En başında izlediğim yöntemi, daha uzun zamana yayarak uygulamaya karar verdim. Gülleri tek tek göndermeye başladım.
Ofisine geldiğim o güne kadar her şeyin planlarıma uygun olarak ilerlediğini düşünüyordum. Bu düşüncenin verdiği cesaretle, yılların verdiği hasretle ve en yakın arkadaşının yardımıyla, odana kadar girdiğim, özlediğim kokunu içime çektiğim, uzaklaşmak için kendimle mücadele ettiğim o günden sonra, yaşadıklarını uzaktan izledikçe, yine yanıldığımı düşünmeye başladım. Sana ikinci kez işkence çektiriyordum. Gidişim de, gelişim de seni yaralıyor, parçalıyor, öldürüyordu…
Sana bunları ikinci kez yapmaya hakkım yoktu!
Kalbim, haline ne kadar üzülse, kan ağlasa da, devam etmemi söylüyordu. Sonuna kadar gitmemi, ne olacaksa olmasını…
Ne yapacağımı bilmiyordum. “Üzgün” olduğumu bildirdikten sonra, şehirden uzaklaşmaya karar verdim. Seni görmeden, uzaktan izlemeden daha net kararlar verebileceğime inandım. Devam edip-etmeyeceğim orada, senden uzakta belli
olacaktı.Bir hafta boyunca her gün, sabahtan akşama kadar, iki düşünce çatıştı durdu beynimde. Gitmek ya da kalmak ve devam etmek, sonuna kadar, olacakları görmek…
Seninle yüzleşmeliydim. Ne olursa olsun bunu yapmalıydım. Bu defa, bize olacaklar konusunda senin de söz hakkın olmalıydı. Ya hep hayalini kurduğum gibi, “kal” diyerek kollarıma atılmalı ya da “git” diyerek, bu kez tüm yaptıklarımdan dolayı beni suçlayıp, benden nefret ederek “ikimizi” gömdüğün çukurun üzerine beton dökebilmeliydin. Vereceğin karar ne olursa olsun, diyecek sözüm, verecek karşılığım yoktu. Sadece başladığım şeyi bitirmeli, bu kez kazanmaya bir şans tanımalı, kaybedersem de sonuçlarına katlanmalıydım.
Bu akşam, kaldığım otelin lobisinde oturmuş, elimde telefon, yarın gece, evine ulaştırılacak olan altıncı gülün organizasyonunu yaparken, otelin kapısından içeri sen girdin!Resepsiyonda fazla oyalanmadan, kaydını yaptırıp aceleyle yukarı, odana çıktın…
Benden kaçıyordun…
Yine karıştı düşüncelerim, yine savaş ilan etti kalbime beynim…
Sabah olmak üzere ve ben saatlerdir sana yazıyorum.
Üç yıl önce neden ve bu kadar yıl sonra neden? Bunun yanıtlarını vermeye çalışıyorum.
Üzgünüm, mantıklı bir açıklamam yok!..
Anlatabileceklerim sadece; nedensiz korkularım, gereksiz gururum, aptalca kararlarım, dayanaksız bahanelerim, yaşadığım ve yaşattığımı bildiğim cehennem ve tesadüf olamayacağına inandığım gelişmelerin açtığı gözlerim, sürekli savaş halindeki beynim ve kalbim…
Bu mektup, sondan bir önceki gülle birlikte yarın akşam, resepsiyon görevlisi tarafından sana teslim edilecek.
O saatlerde ben, çoktan oradan ayrılmış olacağım. Sabah ilk uçakla dönüyorum, geldiğim ve geldiğin şehre.Yedinci gülü alıp-almama kararını sana bırakıyorum.
Eğer istersen, beni bulabilirsin. Gerekli ipucunu bu mektupta sana verdim.
Tez-anti tez-sentez.
Sen hep bu sac ayağının bir parçası oldun iş hayatında.
Bir defalığına pozisyonunu değiştirmeni istiyorum senden. Tez, senin iki yıldır yaşadıkların. Anti-tez yukarıda okuduğun satırlar. Savunma makamı değil, şimdi karar makamısın sen bu davada. Sentezi sen yapacaksın.
Birlikte, iki yüzüğün prangasında, müebbet hapis ya da bu sevginin idamı ile bu sanığın ömür boyu sürgünü…
Karar senin!..
Savunmamı son sözümle bitiriyorum:
Seni çok seviyorum…
İki yıl önce, iki yıl boyunca, hâlâ ve daima…