Nereye gidiyorsun ey insan! Bak insan diyorum sana! İnsan… Peki, sen inanıyor musun insan olduğuna? İnanıyor musun gerçekten “inandığına” ? İnancına, inanman gerektiğine, neye ve neden inandığına? Sen sen ey insan! Nasıl yaşıyorsun? Dur dur! Sen yoksa yaşadığını mı sanıyorsun? Nedir senin için yaşamak?
Fecir vakti O’nu düşünerek açıyor musun gözlerini? Ellerin, ayakların kıpırdıyor mu? En önemlisi kalbin atıyor mu? Fark ediyor musun, bugün de nefes aldığını? Sen yaşıyor musun ey insan? ! Tenin sıcak mı, soğuk mu? Hissettiğin duygunun adı ne? Üşüyor musun, terliyor musun ve gerçekten hissediyor musun?
Yaşamak nedir senin için söyle? ! Açtın gözlerini… Ellerin, ayakların kıpırdıyor… Tamam, kalbin de atıyor… Peki, yeterli mi bu oluşlar yaşamana? Yerinden doğruldun, bastın yeryüzüne… Bunlara “izin verenden” bihabersen yaşıyor musun söyle?!
Adım attın günün kalbine… Çevrende eş, dost belki… Ya yalnızsın ya da paylaşıyorsun; o yaşadığını zannettiğin hayatı sevdiklerinle… Sesler geliyor harmanlanmış güzelliklerle… Hepsi hitap ediyor sana… Mutlu oluyorsun duyduklarınla… Mevsim belki yaz, belki de kış… Ya bir kuş sesi var dışarıda, ya da yaz
yağmurunun çatı üzerine vuruş sesi… Yani ıssız değil hiçbir yer… Peki, farkında mısın duyduğuna? Ve bu yaşamak mı ey insan söyle?! Sen inanıyor musun gerçekten yaşadığına?
Hissediyorsun şimdi soğuğu ve sıcağı… Sol yanında bir et parçası ki; bütün bedenin onun elleri arasında… Bir kıpırtı, bir hareket var; gün içinde belki de hiç hissetmediğin… Oysa seni ayakta tutan, sana sevgiyle ya da nefretle baktırtan o… Ah be insan! Sen bir kalp taşıyorsun… Yoksa taşıdığını sanıyorsun! İnsan! Sen kalbini biliyor musun? Nedir senin için kalp, söyle? !
Gözünde iki damla belirirse kalbin sızladığındandır… Sesini duymak istediğin birine hasretteysen, kalbindir o özlemi, o hasreti taşıyan. Yüzünde bir tebessüm oluştuysa, bil ki o et parçasına Yaradan sevgi koyduğu içindir ki; o et parçası “sahibini biliyorsa” hep tebessüm kardır…
Hiç düşündün mü ha bir kalp taşıdığını? Ey insan! Sen ne kadar da bencilsin… Bilmiyorsun ki o olmasa sen hiçsin! Bilmiyorsun ki taşıdığın her uzuv onunla hareket eder… Ah insan! Bak, hala insan diyorum farkındaysan! Biliyorum, diyorsun ki; “ Bana mı sesleniyorsun?” Yoksa sen insan değil misin? Bilmem… Belki sen öyle olduğunu zannediyorsun…
Düşüncen var bilirim… Seni her gün güzelliklerden alaşağı eden… Bir de nefsin ki; gaflet kuyusuna adım adım sürükleyen… Ne demeli bilmem ki! Kişi kendi iyiliğini istemezse başka fani onu ne kadar düşünür? Kendinden çok düşünür ey insan! İnan kendinden ve nefsinden çok düşünür!..
Şimdi asrısaadete uzan bir an… Kapat gözlerini… Emri verdin, kapandı gözlerin… Eğer ki “biliyorsan” düşün şimdi Efendimizi. Sen ki O’ndan asırlar sonra gelecektin… Ne görmüştü seni, ne de bilmişti… Karşı komşun değildir; senden bir şey bekleyerek iyilik yapan! Oğlun ya da kızın değildir O; menfaatle seni sevip, canım diyerek sarılan… Kara gözlerine vurulan, sesine aşina olup vazgeçilmezi olduğun eşin değildir O! Demem o ki ey insan, O
Peygamberin! O seni görmeden seven! O senin için gece gözyaşı döken… Senin belki adını bir kere bile aşkla anmadığın halde sana “kardeşim, ümmetim” diyen…
Ne o! Ağır mı geldi insan! Kaçırıyorsun gözlerini… Yoksa bir vicdanın olduğunu mu hatırladın sözler içine dokununca? O zaman şükret Yaradan’a hala vicdanım var diye… Hala bir yazı okuyunca, bir gerçeği duyunca sızlıyor diye…
Ah ben insan! Ne mutlu sana… Hatırladın ben insanım diye… “Ben dünyaya insan suretinde, sağlam, ayakları yere basan, gören, hisseden, duyan, dokunan, ağlayan, gülen biri olarak geldim… Bir kalbim var; Allah’ı (c.c) biliyor. Bir dilim var; O’nu zikrediyor. Ben yürüyen, koşan yani sapasağlam…”
İnsan! Demek insansın ha! Bu dünyaya neden geldiğini biliyor musun peki? Vazifen ne, ne için yaratıldın? Tamam geldin… Tamam sağlamsın… Peki, gerisi yok mu? Ye, iç, gez, toz, ağla, gül, bağır... Ah insan! Sen yaşamak diye buna mı diyorsun? Öyleyse Ashap yaşamamış… Evliya hiç gelmemiş dünyaya! Peygamberimiz (s.a.v) yaşamayı mı bilmiyordu yoksa? Yaradan sana öğretmiş de en sevdiği, bütün âlemi O’nun adı için yarattığı “Sevgilisine” mi öğretmemiş?
İnsan! Demek yaşıyorsun… Ah gafil ah! Sen bal gibi de yaşadığını sanıyorsun… Anlayacaksın biliyor musun? Fakat bu dünyadaki gibi; nasıl bir şeyi elinden kaçırdığında onun değerini
anlıyorsun, işte ölüm meleği gelip o farkında olmadığın, taşıdığını sandığın ruhunu aldığında duracaksın… “Ben nerdeyim? Ah be! Ben insandım, yaşıyordum, yaşadığımı sanıyordum!” diyeceksin.
İçinde taşıdığın ve her gün hareket halinde olan ama senin ı koşuşturmada, iş peşinde, para peşinde ya da peşinde koştuğun her ne ise, farkında olmadığın o et parçasının o an farkına varacaksın… “Durmuş!“ diyeceksin… Yani görevi bittiğinde, yani değerini yitirdiğinde, hiçbir özelliği kalmadığında, aç kalmış bir hayvana verdiğinde bir lokmada yutacak küçük bir et olduğunda… Hani seni ağlatan, sevgilerle
coşturan, kör kütük aşık olan, bazen sancılarıyla seni uyutmayan o kalbin çok geç farkında olacaksın…
İşte böyle insan! Bak hala insan diyorum sana… Yalan diyorsam söyle, vur yüzüme! İnan gocunmam… Ben de senin gibiyim… Fani, geçici, kendini bilmeyen ve yaşadığını zanneden…
Sen şimdi bana doğruyu söyle!
Sen nereden geldin?
Sen nereye gidiyorsun?
Yaşıyor musun, yoksa sen yaşadığını mı sanıyorsun?
Zehra Öner