Ziyaretçi
Posta Kodu Aşk
Bir gelincik tarlasına benzeyen gülüşü gizem
bırak da öpeyim yalnızlığını
Sen hiç gelincik gördün mü? Bir kere yapraklarına tutayım dedim, eriyip kaldı ellerimde. O zaman ağlamadığıma ağlarım simdi.
Saklandığım türkülere söylediğim şiirler vardı. Alıp götürsünler diye sesimi sana verdim. Tutanağa geçen sözlerimin sebepsiz bekleyişleri de çâre olmadı yeni türkülerime. Bunun içindir ki güvercin bakışlı olmak heyecan veriyor bana. Bunu biliyor ve ağlamıyorum. Ağlasam ne değişecek? Bunu da bir zarfın üstüne yazarak postalıyorum aşka. Cevabı ilginç olduğu kadar yakıyor yüreğimi: “Bul ve tanış kendinle, hayat sende anlam kazanmadıkça sana verebileceğim bir şey yok.”
Neden kendime yabancı kalmışım diye eğilip topluyorum çiçeklerini hüznün.
Unuttuğum bir şey vardı: akşam olduğunda saatlerce dönüp duran bulutları görünce rüzgâra bırakılmak ve çıkıp gitmek hayalden öte sandığım isimler zincirine. Biliyorum bir gün gelecek ve defterinin arasına bıraktığım her şeyi saksıdaki çiçeğin köklerine bırakacak duasında kendini unutan adam. Çiçek filiz verecek ve aldığı soluğun anlamına varacak. Sen hangi dalında açacaksın çiçeğin?
Dostluğun yarım açılan kapılarından geçip merdivenlerden hızla tırmanan bir postacının elindeki zarfa tutuşan bir kelebek olmayı ne çok istedim. Sitem ve hüzünlerin orta yerinde oturup gözyaşlarını sayan bir çocuk olmak içimi kemiriyor. Kapıyı açtığımda bir tebessüm vermiyor bana eski dostlar. Ben hangi yüzümle tırmanayım mutluluk merdivenine? Bıraktılar âh yazık, çekemediler tesbih tanelerini. Postacımız nergisin bile tahammülü sınanıyor bak!
Ağlayışlarına anlam katamadılar eski sevinçlerimin. Lirik bir şiir diye kalbime kazındı adın. Sana bir ömür gülümseme borcum var diye mahkûmun oldum.
Yazdıklarımın anlamlı olmasını ve tüm yazdıklarımda beni bulmayı istiyorsan bütün yazdıklarımı birbiri ardına okuman yeterlidir demiştim. Hiç kimse doğru dürüst okumadı. Kapının altından bıraktığım dipnotlar benim en büyük itiraflarım oldu. Fakat hiçbir zaman bir şiirle anlatmadım kendimi. Saklandığım şeylerdi mısralarım.
Mektuplarım ve şiirlerim hüznümün paylaşılmaz yalnızlığını vururken kıyıya, akşamları beni düşlerinde bulacak bir kalbim olsun istemiştim. Sebepsiz bir acımaya dönünce satırlar ve bakışlar, söz vaktinde bana susmak düştü hep.
Yüreğinize su serpen bir soluk dahi olsa, her kelime içine bir ateş gibi düştükçe, insanın tutunası gelmiyor hayatın gözbebeğine. Âh... Uzak bir ihtimal değil sokaklarda bir gülün yaprağını yere düşürmek ya da kendi gölgesinden kaçarken yakalanmak kör bir dilencinin donuk bakışlarına. Beni kimler anlayacak diye kaygısının olmaması ne güzel yüreğimin. Yaşayıp gidiyorduk, sanki kalbimi boydan boya çizdirecek ne vardı?
Artık / rüyasına da yenik düşüyor insan. Sabahları kapımda ağlayanın, minareden sarkan serçe kuşunun bir kanadı olsaydım. Âh bir olsaydım! Gideceğim sadece bir pervaz vardı. Hüzünler bir yangını söndürmüyormuş demek. Gittikçe çoğaltıyormuş gökyüzü güllerimde alevlerini.
Ne yazacağını bilmeyen adam, alıp çıktı güneşin saçlarını gizlediği memlekete doğru aşkını. Vuslat vuslat olalı böyle ayrılık görmedi. Yolu ezber bilinen aşklar yürüsün, biz kalkmayalım zamanın durduğu bu masadan.
Ey ülkesi dua kokan günlerin melikesi, sana anlatmak istediğim çâresizliğimin bin dildeki ifadesidir bu. Dua diye ellerimi kaldırsam unutur dilim heybemde fakirliğimi. Îcâza yeltenen sözlerin bilmediği bir akışla akıyorum sana. Bu yüzden dağılıyor duyuşun ritmine mest olan niyaz.
Kendimin tanığıysam dalgınlığımın şevkine zindedir her dem yüreğim. Hüküm sevmekse, ben aşk mahkûmluğu için giydiğim elbiseyi çıkarmam. Bütün sıfatlardan arınarak karşında olmayı da bir erdem sayıyorum. Aşk yarasına kan bedeli istemem. Yeter ki sükûna ermesin hiç fer/yâdımız.
Bitmesin hücremizde vuslat huzuru.
Galebe çalıyor ruhuma zulmet. Dua ışığına kavuşmak için sevginin gayesine sımsıkı tutunuyorum. Sabah olmadan yine akşama çıkıyorum. Ya Hayy. Bu nasıl cefadır senden gelip sana ulaşamayan. İçimde kızgın bir çöl gibi kanadıkça susayan…
Göğsüm, arı peteği; ateşe su vuruyor göz göz. Bu hazin ruhumun yok mudur saltanatı. Açık bıraksam uçar gönül kuşu eşiğimizden. Ağrıyan yalvarışta önemi var mıdır seslerimizin? Diz çökmeye gelseydim tülden bir duvara nakışladığım söz, sıcak bir sızıyla dolanırdı ömrüne anlam katan şefkati.
Kendimden geçtim diye kaybettim kimliğimi. Yandım ki ten çölümün her zerresi aşk bulutundan merhamet dileniyor. Vecde gelmez mi zaman?
Kavlimi dara çeken bir sükût bırakmışsın. Ve ben nasıl oluyor da yağmurunu bekliyorum göklerin; kendimi arıyorum senin içinde.
önce kendimi yazıyorum
sonra katlıyor ve zarflıyorum
bekle!
Pullanıp sana geliyorum..
Mehmet Şamil (Posta Kodu Aşk)
Sponsorlu Bağlantılar
Bir gelincik tarlasına benzeyen gülüşü gizem
bırak da öpeyim yalnızlığını
Sen hiç gelincik gördün mü? Bir kere yapraklarına tutayım dedim, eriyip kaldı ellerimde. O zaman ağlamadığıma ağlarım simdi.
Saklandığım türkülere söylediğim şiirler vardı. Alıp götürsünler diye sesimi sana verdim. Tutanağa geçen sözlerimin sebepsiz bekleyişleri de çâre olmadı yeni türkülerime. Bunun içindir ki güvercin bakışlı olmak heyecan veriyor bana. Bunu biliyor ve ağlamıyorum. Ağlasam ne değişecek? Bunu da bir zarfın üstüne yazarak postalıyorum aşka. Cevabı ilginç olduğu kadar yakıyor yüreğimi: “Bul ve tanış kendinle, hayat sende anlam kazanmadıkça sana verebileceğim bir şey yok.”
Neden kendime yabancı kalmışım diye eğilip topluyorum çiçeklerini hüznün.
Unuttuğum bir şey vardı: akşam olduğunda saatlerce dönüp duran bulutları görünce rüzgâra bırakılmak ve çıkıp gitmek hayalden öte sandığım isimler zincirine. Biliyorum bir gün gelecek ve defterinin arasına bıraktığım her şeyi saksıdaki çiçeğin köklerine bırakacak duasında kendini unutan adam. Çiçek filiz verecek ve aldığı soluğun anlamına varacak. Sen hangi dalında açacaksın çiçeğin?
Dostluğun yarım açılan kapılarından geçip merdivenlerden hızla tırmanan bir postacının elindeki zarfa tutuşan bir kelebek olmayı ne çok istedim. Sitem ve hüzünlerin orta yerinde oturup gözyaşlarını sayan bir çocuk olmak içimi kemiriyor. Kapıyı açtığımda bir tebessüm vermiyor bana eski dostlar. Ben hangi yüzümle tırmanayım mutluluk merdivenine? Bıraktılar âh yazık, çekemediler tesbih tanelerini. Postacımız nergisin bile tahammülü sınanıyor bak!
Ağlayışlarına anlam katamadılar eski sevinçlerimin. Lirik bir şiir diye kalbime kazındı adın. Sana bir ömür gülümseme borcum var diye mahkûmun oldum.
Yazdıklarımın anlamlı olmasını ve tüm yazdıklarımda beni bulmayı istiyorsan bütün yazdıklarımı birbiri ardına okuman yeterlidir demiştim. Hiç kimse doğru dürüst okumadı. Kapının altından bıraktığım dipnotlar benim en büyük itiraflarım oldu. Fakat hiçbir zaman bir şiirle anlatmadım kendimi. Saklandığım şeylerdi mısralarım.
Mektuplarım ve şiirlerim hüznümün paylaşılmaz yalnızlığını vururken kıyıya, akşamları beni düşlerinde bulacak bir kalbim olsun istemiştim. Sebepsiz bir acımaya dönünce satırlar ve bakışlar, söz vaktinde bana susmak düştü hep.
Yüreğinize su serpen bir soluk dahi olsa, her kelime içine bir ateş gibi düştükçe, insanın tutunası gelmiyor hayatın gözbebeğine. Âh... Uzak bir ihtimal değil sokaklarda bir gülün yaprağını yere düşürmek ya da kendi gölgesinden kaçarken yakalanmak kör bir dilencinin donuk bakışlarına. Beni kimler anlayacak diye kaygısının olmaması ne güzel yüreğimin. Yaşayıp gidiyorduk, sanki kalbimi boydan boya çizdirecek ne vardı?
Artık / rüyasına da yenik düşüyor insan. Sabahları kapımda ağlayanın, minareden sarkan serçe kuşunun bir kanadı olsaydım. Âh bir olsaydım! Gideceğim sadece bir pervaz vardı. Hüzünler bir yangını söndürmüyormuş demek. Gittikçe çoğaltıyormuş gökyüzü güllerimde alevlerini.
Ne yazacağını bilmeyen adam, alıp çıktı güneşin saçlarını gizlediği memlekete doğru aşkını. Vuslat vuslat olalı böyle ayrılık görmedi. Yolu ezber bilinen aşklar yürüsün, biz kalkmayalım zamanın durduğu bu masadan.
Ey ülkesi dua kokan günlerin melikesi, sana anlatmak istediğim çâresizliğimin bin dildeki ifadesidir bu. Dua diye ellerimi kaldırsam unutur dilim heybemde fakirliğimi. Îcâza yeltenen sözlerin bilmediği bir akışla akıyorum sana. Bu yüzden dağılıyor duyuşun ritmine mest olan niyaz.
Kendimin tanığıysam dalgınlığımın şevkine zindedir her dem yüreğim. Hüküm sevmekse, ben aşk mahkûmluğu için giydiğim elbiseyi çıkarmam. Bütün sıfatlardan arınarak karşında olmayı da bir erdem sayıyorum. Aşk yarasına kan bedeli istemem. Yeter ki sükûna ermesin hiç fer/yâdımız.
Bitmesin hücremizde vuslat huzuru.
Galebe çalıyor ruhuma zulmet. Dua ışığına kavuşmak için sevginin gayesine sımsıkı tutunuyorum. Sabah olmadan yine akşama çıkıyorum. Ya Hayy. Bu nasıl cefadır senden gelip sana ulaşamayan. İçimde kızgın bir çöl gibi kanadıkça susayan…
Göğsüm, arı peteği; ateşe su vuruyor göz göz. Bu hazin ruhumun yok mudur saltanatı. Açık bıraksam uçar gönül kuşu eşiğimizden. Ağrıyan yalvarışta önemi var mıdır seslerimizin? Diz çökmeye gelseydim tülden bir duvara nakışladığım söz, sıcak bir sızıyla dolanırdı ömrüne anlam katan şefkati.
Kendimden geçtim diye kaybettim kimliğimi. Yandım ki ten çölümün her zerresi aşk bulutundan merhamet dileniyor. Vecde gelmez mi zaman?
Kavlimi dara çeken bir sükût bırakmışsın. Ve ben nasıl oluyor da yağmurunu bekliyorum göklerin; kendimi arıyorum senin içinde.
önce kendimi yazıyorum
sonra katlıyor ve zarflıyorum
bekle!
Pullanıp sana geliyorum..
Mehmet Şamil (Posta Kodu Aşk)