Ve aynı şeyler var yine gönlümde
biraz hüzün,biraz gam, biraz keder!!!
Bu kasvetli gençliğimin,
bu yorgun halimin
bir sebebi olsa gerek ;
gece her zamankinden daha karanlık oluyor bu saatlerde nedense...
yıldızlar sanki sonbahar yaprakları gibi dökülmüş
puslu ay ışığının altında gözükenlerde
her an kendilerini bırakıverecekmiş gibi
göz kırpmalarına devam ediyorlar....
ay sanki her yıldızın parıldayış çabalarına inat bembeyaz
koskocaman yüzünü göstermiş
sanki ağlıyormuş gibi
ışıklarını döküyor
ve dökerken de bakıyor yüzüme...
ağlamaklı, üzgün,üzülmüş....
Bir kadın var köşe başında
kucağında minicik bir yavru,
gözleri ağlamaklı,
bir yere gidiyor belli giyinmesinden
ama bu saatte araba olmaz ki,
ben bildim bileli hiç geçmedi bu saatte,
gönlümün patika yolu gibi dar ve soğuk,
rüzgarın hep dert estirdiği
bir parça mutluluk varsa
savurup uzaklara sonbahar yaprakları gibi
götürdüğü bu sokaktan.
Sokak lambasının aydınlığı vuruyor
melek yüzlü yavrunun o yorgun ve masum yüzüne...
gözleri dolmuş ,
tedirgin iri bakışları,
soğuktan kızarmış yanaklarıyla
etrafını yargılar gibi bakıyor,
yargılayıp ta mahkum ettiği tek şey ne ki: gözleri!...
gözleri ve o loş ışığın parlatabildiği,
onun gözlerinden annesin yüreğinden damlayan
iki damla yaş...
Soğuktan üşüyen yüzünü
avuçlarıyla ısıtmak isterken fark ediyor ağladığını,
kucağından yere indirip
diz çöküyor yanına
ve tıpkı bir zamanlar ben ağladığımda
annemin başörtüsünün bir kenarlarıyla
göz yaşlarımı silmesi gibi
o ceylan gözleri siliyor...
sanki sildiği yaşlar
kadının gözünden tekrar dökülüyor
ve çaresiz
kucağına alıyor
kayboluyor sokakların
aydınlık ama dünyasının karanlık çıkmaz sokaklarında.....
Perdemi örtüp soğumuş çayımdan bir yudum alıyorum
ve düşünüyorum seni ve senle geçen günleri....
Ne verdin bana,
neleri alıp götürdün
ve ne kaldı bu yalnız odamda senden,
boynu bükük yarım hayallerimden
ve masamın üstünde duran çerçeveli,
bir zamanlar gülen resminden başka...
Geçen gün yine
Daralmışlığımla
geç saatte yürürken
sonbahar rüzgarlarıyla bir gariplik düştü içime
içim bulandı derin sular gibi,
geçmişimi düşündüm çocukluğumu
, lise yıllarımı, aşklarımı...
o zamanlar hayata iyi ki gelmişiz derdik
nereden bilirdik sonradan hayatın bize güleceğini
hem de kahkahalarla beynimizde patlarcasına....
sigaramda kalmamış,
bitane var
onu da eve dönünce çay yapar içerim demiştim...
olmadı yine parçalı bulutlu oldu gönül,
çaya fırsat kalmadı....
tuttum ucunu sigaramın, bastım yüreğime, yaktım...
belki on tane daha olsa,
onunu da içerdim..
.içimden bir şeyler akıp gitmişti,
gözlerim doldu
ağlamak istedim
ağlayamadım
oturdum olduğum yere,
sensizliğinle üşüdüm havanın soğukluğuyla değil...
tuttum evin yolunu yavaş yavaş,
ömrümün en olmadık yerlerinde yaşadıklarımı düşündüm...
uzandım o soğuk o buzdan yatağıma
çaktım gözlerimi tavana; seni düşündüm.....
Sen de böyle gitmiştin benden,
avuçlarımdan,
kollarımdan, yüreğimden...
varlığını fark ettirebildiğin tek şey
olur olmaz zamanlarda ayrılık hikayeleri anlatman olmuştu
ve benim de uyku sessizliğiyle dinlemem çaresiz....
“böyle aşk olmaz”
“bu şekilde seninle yaşayamam”
“bu dünyaya seninle uğraşmaya gelmedim, mutlu olmaya geldim”
der çekip giderdin...
sonra peşinden gelir bin bir nazla
seni bu kararından caydırmaya çalışırdım,
olmadı ağlardım...
küçük bir çocuğun
karanlıktan korktuğu gibi korkardım sensiz kalmaktan...
belki senin
benim açımdan sorunların
beni anlamamandan doğan ve
adını ilgisizlik koyduğun,
benim için anlamı olmayan
ama senin için her şeyi yıkarcasına manalı
bir o kadarda değerli saydığın fikirlerindi..
bana en çok “saçmalama” dediğim için kızardın
ama işin doğrusu çokta saçmalardın...
Yastık yapıp yattığım zaman,
gecenin bir vaktinde ,
beni uyandırmamak için
usulca çektiğinde kolunu,
fark eder “nereye gidiyorsun” diye sorardım,
gülerdin başını bir sağa bir sola çevirerek
ve “korkma uzağa değil mutfağa kadar” derdin....
şimdi ben böyle bir başıma,
böyle bitkin,
böyle çaresiz
böyle umutsuz kaldım...
artık hüzünlü şarkılar içimi yakmıyor,
en yalnız aşk şiirleri yüreğime çakılmıyor
ve ben artık yalnızlığımla,
küçük şeylerle mutlu olan yüreğimle
ama büyük düşünen beynimle
aldım bana yeten fikirlerimi,
bohçaladım yüreğimdeki sevgileri
düştüm gönlümün uçsuz bucaksız patika yoluna...
sen anlayamadın beni!!!
Veya anlamak istemedin,
bizim hayatımızda suçsuz olan yoktu,
mutlaka biri suçu üstüne almak zorundaydı ve susmalıydı;
bizim hayatımızda biri diğerine göre yaşamak zorundaydı,
bizim hayatımızda memnun iki kişi olamazdı
ve bizim hayatımızda mutluluk kapıyı aralamazdı
belki hüzün kapısı açık,
cereyan yapar hasta oluruz diye korkardık,
bizde açamazdık....
İşte geldi geçti bitti gidiyor.....
ne sen varsın artık yanımda
ne de yüreğini yüreğime hapsettiğim sevgiler,
firar etmiş hükümlüler gibi her biri bir tarafta pusmuş,
saklanmış gibi yaşıyor kendi kendilerine...
tabi bunun adına yaşamak denirse....
İşte oldu,
isteğin oldu,
Sen beni terk ettirdin ,
ben seni terk ettirdim...
ben senden soğudum, sen benden.....
Giderken sana
nereye gidiyorsun diye sormamıştım
hatırlarsın....
Gönlümün düşmüş olduğu gibi düştüğüm,
karşına çıkan yol ayrımlarında
sadece mutluluk tabelasının asılı olmadığı
patika yollarda bana doğru geliyorsun
hayallerimde,görüyorum....
ve sırası geldi şimdi soruyorum :
“mutfak o kadar uzakta mıydı be canım”