Bu sabah uyandığımda açmamıştı henüz bahçemdeki Anka kuşu gözlerini.
Kaf Dağı ardında bir ormanda tanımıştım.
Avuçlarımda bıraktığın boşluğa kondurdum rengarenk ve küçük bedenini.
Yanımda uzanan sendin sessizce...
Öpüşlerini kaybedeli çok olmuştu...
Biliyor musun sana bakamayalı ne yollar keşfettim boyası çoktan dökülmüş duvarlarımda...
Bak mesela şu karşı ki, hani senin en sevdiğin tablonun asılı olduğu duvar...
Sen uyurken sarı saçlı, rugan ayakkabılı bir kızın bahçesi oluveriyor.
Tutup elinden içimdeki çocukluğun çekmeden önceki ben gibi aynı...
Tarla kuşlarına yol gösteren resmimiz var başucumda birde...
Göremediğimiz yerlerin havası sinmiş gözlerimize...
Sonra birden bir toz bulut gözlerimde .
Uyanıyorum...
Uyanışımla peydah oluyor yine ikimizin yerine yaşadığım yalnızlık...
Ağzımda geceden kalan kahve tadı ,
Karalanmaya çalışılmış birkaç kağıt yerde duran...
Hazırlanmış valizin kapının önünde..
Şımarıkça alıp saklasam gitmez misin acaba?
Masallarıma bakıyorum o anda.
Yok diyorlar...Yapamazsın...
Ben sana getirmiştim oysa Zümrüd-ü Anka’yı ,
Rugan ayakkabılı kızın bahçesinden çiçekler toplamıştım başucuna bırakmak için...
Göremediğimiz ne çok yer var oysa...
. . .
. . .
Bir adres bırak hiç olmazsa ..
Gülmesin ardından kimseler
Adressiz mektuplarıma...
Ağlıyorum halime sessizce...
Özlüyorum...
. . .
Ayalarımda ki nem,
Gözlerimde ki tutku,
Tenimde ki alevdi gözlerin...
Bitmezdin sen...
Bitmemeliydin...
Olmadı...
Ve ben çok zaman sonra anladım senin bile gidebileceğini...