Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 1156

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.424.766 Cevap: 12.492
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #11551
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Gönül camdan bir taht

Sponsorlu Bağlantılar

Kırıldı gönüllerdeki o muhteşem camdan taht
O tahta çıkmış olan gönüller de artık bedbaht

Kırılınca gönüller, her bir parça dağıldı evrene
O parçalar ki mutluluk verirdi kendisini sevene

Kırılan camlardan hüzün yansıdı mutlu olanlara
Kanatları kanayan bir kuş silueti düştü sonra

O dağılan parçalar ki herbirine bir evren sığardı
O tahttan yansıyan hayat her sabah dünyaya yağardı

Dünyaya yağan acılar ve o büyük küresel ihanetler
Patlayan bombalar, yokolan nesiller ve cinayetler

Her doğuşunda güneşin binlerce can yokolurken burda
Sevgi öldü önce ve sonra cesaret, dayanamadı onurda.

Acı ilmek ilmek sararken o saf ve temiz gönül makamını
Kim engel olabilir kim durdurabilirdi tahtın yıkımını

Artık kalplerde kırıkların dinmeyen yarası kanayacak
eski güzel günler mutlu tebessümler masallarla anılacak

Şimdi toplayıp bir kaç gönüllü birleştirseler de tahtı
Düzelirmi ki bir daha ne tahtın nede sevenlerin bahtı

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #11552
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Yer yok,
Mekan önemsiz,
Sponsorlu Bağlantılar
Zaman sıfır...

Bana şah damarımdan daha yakın olana sığınarak!..
Hala acının acemisiyim ve hala sensizliğe bakamaz gözlerim.

Kaybolmuyorsun,
Bitmiyorsun,
Çoğalmıyorsun,
Eksilmiyorsun.

Çıkmaz bir vuslata sürüklenen yüreğimde sen yanıyorsun!
Bu gün kelimelerin tutsaklığına yer yok yüreğimde;
ister anla, ister es geç ve vur sensizliği yalnızlığıma. Çiğne kalabalığımı, tıkansın yürüyüşlerimi ve duyma ayak seslerimi gidişinin ardından.

Gittin, durdum.
Duydum, sustum.
Konuştun, kırıldım.
geldin, yıkıldım.

Susturduğum sabır taşı bu gün dillendi.
Ah, zaman!...
Nereden sürgülendiğini bir bilsem.
Derdim ne seninle, ne de sensizliğe...
Sürülsem kendimden ve benliğim el seluleti gibi yansısa aynalardan.
Ve hırçın bir fırtına sonunda durulsa içim.

Seni düşünmedim,
Yalan!
Seni beklemedim,
Yalan!
Seni hiç önemsemedim,
Koca bir yalan!...

Böyle düşünmemiştim hiç.
Ne seni, ne kendimi ve ne de bu vakitsizliği...
Akrep sancılanmayacaktı zamanda ve akrep umursamaz dönecekti kolumda.

Denizine açtım gözlerimi.
Varlığın ne zaman süzüldü içime?
Zamansızlığındaki çokluğun ve yalnızlığımdaki azlığın...
Neden bu kadar zorsun?

Uzaklarda dolanışım varlığına duyumsadığım ihtiyaçtan ve senden bana arta kalan, durgun anlarımın yalnızlığına...

Söylemediğim
Ve
Söyleyemeyeceğim
Sadece iki kelimeyle...

Tuna Olam

recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #11553
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Kırkıncı Oda

Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...???
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...???

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrı'yı mı kandırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...???

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalandan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utandığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalandan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak...

Ahmet Altan
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
10 Kasım 2006       Mesaj #11554
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
Liseli Kız


Hani bir Liseli kız vardı,hatırlar mısın?
Bundan yıllar önce...
Siyah,örgülü saçları,
Yanağında gamzesiyle...
Bir Liseli kız vardı,hatırlar mısın?
Yıllar önce...
Hani bir çocuk vardı,aynı sokakta,o yıllarda...
Ölesiye sevdalı,Liseli kıza...
Liseli kız da sevdalı,
Arzu gibi,Kamber gibi ikisi de...
Onlar hiç dilleriyle konuşmazlardı,
Gözleriyle sevmişlerdi,birbirlerini...
O sokakta iki sevdalı vardı,hatırlar mısın?
İşte böyle başlamıştı bu hikaye,yıllar önce...
Deli gibi severdi çocuk,Liselisini,
Ölürdü onun için,
Bir gün görmese,sevdiğini,
Deliye dönerdi...
Leyla’nın Kays’ı gibi...
Liselisi de sevmişti besbelli onu yürekten,
Ölesiye kadar seveceğim derdi mektuplarında,
Ta...yürekten...
Söz vermişlerdi birbirlerine,
Hiç ayrılmayalım diye...
Hani bir Liseli kız vardı,hatırlar mısın?
Bundan yıllar önce...
Kavuşmaktı tek dilekleri,ikisinin de..
Ama,
Hayalleri vardı,okuyacaklardı da öyle...
Daha çok küçüklerdi onlar zaten...
Liseli kız öğretmen.
Çocuk mühendis olacaktı...
Ama ayrılmayacaklardı,
Hiçbir zaman...
O sokakta iki seven vardı,hatırlar mısın?
Bir Liseli kız,bir de oğlan...
Sonra,bir gün...
Bir traktör geldi o sokağa...
Liseli kız taşındı başka bir yere,
Taa uzağa...
Çocuk bakakaldı,buğulu gözlerle ardından...
Bulurum nasılsa diyordu çocuk,
Bulurum sandı Liselisini...
Çok ümitliydi,onu bulacağından...
Tüm şehri ararım diyordu,
Öyle de yaptı çocuk...
Tam üç yıl,adım adım,sokak sokak...
Tüm şehri dolaştı,yıkık,dökük...
Yoktu Liselisi bu şehirde sanki...
Yıkıldı,kahroldu,küstü hayata,
Ve şehrin tüm sokaklarına...
Hani bir Liseli kız vardı hatırlar mısın?
O...Yoktu artık,çocuğun yanında...
Hayalleri de yoktu artık onun,
Okusa ne olacaktı? Okumadı...
İçkilerle haşir neşir,perişan,darmadağan,
Bir serseri olup çıktı o çocuk,işte o zaman...
Her şeye kahrediyor,ağlıyor gecelerce...
Ta derinden kanıyordu yarası,ince ince...
Ağır bir yüktü bedeninde yaşamak
Cılız bedenine düşmüştü bu yükü taşımak...
Tam on yıl direndi,ümitle aradı hep...
Vazgeçmek istedi o cılız bedeninden,
Hala bir iz yoktu
Sevdiğinden,
Liselisinden...
Karar verdi,ölerek son verecekti bu azaba,
Biliyordu,kavuşmak yoktu onlara bu dünyada...
Bulurum diyordu, nasıl olsa mahşerde...
O gün sabahlara kadar içip,
Sızdı kaldı bir kenarda...
İki damla gözyaşı birikmiş,göz çukurlarında...
Ağlıyordu yüreği,gözleri,tüm bedeni...
Ağlıyordu sadece sevdiğine...
Sadece Liselisine...
İşte o anda...
Gözyaşlarının silindiğini hissetti çocuk,
Sıçradı,gözlerine inanamadı,
Hani bir Liseli kız vardı,hatırlar mısın?
İşte o duruyordu tam karşısında...
Ağlama artık diyordu,ne olur ağlama...
Mahşere dek terk etmem seni bundan sonra...
Elini uzattı çocuk,ama boşta kaldı eli,
Tutamıyordu asla Liselisini...
Ama o hala orada duruyordu,
Gözünü kapatsa da hep onu görüyordu...
Gördüğü rüya değil,hayal hiç değildi...
Hani bir Liseli kız vardı hatırlar mısın?
İşte o tam karşısında duruyordu...
Bir bedende iki ruh olmuştu şimdi onlar
Artık mahşeri bekliyorlar,çünkü,
İki sevdalı ancak orada kavuşacaklar...


Mehmet Ali Terken
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
11 Kasım 2006       Mesaj #11555
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Postacı

Bir şanstım senin için,
Bir şanstın benim için,
Kullanmayı bilemedik
Ne dersin rahat mı için?

Şimdi pişman olma üzülme,
Bilirim bunlar çok acı,
Ama bizim buralarda kapıyı;
Bir defa çalar postacı!


iraLoS - avatarı
iraLoS
Kayıtlı Üye
11 Kasım 2006       Mesaj #11556
iraLoS - avatarı
Kayıtlı Üye
YalanDünya güzel
Hayat tatlı derler
Yalan inanama ...
Sevip sevilmeyince
Mutlu olamayınca
Arayıpta saadeti bulamayınca
Bakıp da ellere
Aldanma ...
Hayat bomboş.
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
11 Kasım 2006       Mesaj #11557
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Han-ı Yağma*

Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

* Han-ı Yağma: yağma sofrası
yokkk - avatarı
yokkk
Ziyaretçi
11 Kasım 2006       Mesaj #11558
yokkk - avatarı
Ziyaretçi
Yeni Bir Sayfada Sana Bakmak


her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
Allah’a inanmaktır

Yılmaz Erdoğan


kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
11 Kasım 2006       Mesaj #11559
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Çıkar Dolduğum Gözlerinden

Bak geçmişe neler yaşanmış
Yemin etmedik mi sözler vermedik mi?
Sonsuza kadardı hani, yalanmış
Ben daha seni beklerken
Sen ise unuttum diyorsun
Vicdanı sorar hesabını derken
Yazık vicdan da kalmamış
Beni hatıralarınla anma sakın
Mazinden sök çıkar beni
Paramparça olan umutlarımıda
Ver ben saklarım
Çıkar dolduğum gözlerinden
Al kurtar ellerini ellerimden
Kurtulayım özleminden
Kal gelme gittiğin yerden
Çıkar solduğum hayallerinden
Çıkar taş kalbinden
Yaşandı bitti olmasın
Çıkar acısını da çıkar…



Erdal BABÜR
yokkk - avatarı
yokkk
Ziyaretçi
11 Kasım 2006       Mesaj #11560
yokkk - avatarı
Ziyaretçi
Seni özlüyorum. Gecenin en zifiri anında bile odamı aydınlatan bu aşkı özlüyorum en çok da her gün duyabilmek için çırpındığım sesini. Seni özlüyorum işte...
Gözbebeklerimin içine yerleşmişsin ve dünyada iyiye ve güzele dair ne varsa içinde sen varsın. Meleklerin kanatlarında geliyorsun sen bana her gün, martıların gözlerinde. Bir papatya demetinin üstündeki uğur böceği oluyorsun, ayın şavkında, umudun mavisindeki en çok bu renge tutkunum bilirsin sen varsın. Yüreğime işlemişim seni bir dantel gibi ince ince düğümlerle... Çözülemezsin çözmem seni. Oradasın orada kalmalısın. Çünkü bir tek sen yüreğime yakışırsın.

Her gün içimi ısıtan asıl sensin sıcacık ışıklarında tüm ruhumu saran, her yeni güne gözümü acar açmaz içine doluştuğunbir günaydınsın. Seni özlemek dayanılmaz hale geldğinde bile hiç isyan etmiyorum. Çünkü içimdesin ve seni göz yaşlarımla akıtmaya kıyamıyorum. Özlemin sancılarıyla bedenim her gün ölse de aslında her güne yeniden doğuyorum.

Seni özlüyorum çünkü seni seviyorum hemde çok.. Doğrularını yanlışlarını sorgulamadan, bir çocuk yüreği gibi masumca yaşıyorum seni. Bu hayata verdiğim her nefeste gittiğim her yerde sende benimle birlikte varsın. O yüzden yalnızlık hiç bilmiyorum. Asla değiştirmeden, en katıksız halinle seviyorum seni. Özgürleşiyor aşkımız, sevdikçe büyüyor özledikçe yüceliyor. İşte en çok bunu, özlüyorum seni sevmeyi özlüyorum. Sevdikçe daha çok özlüyorum, özledikçe daha çok seviyorum.

Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya