Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 1241

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.427.225 Cevap: 12.492
YeRa - avatarı
YeRa
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12401
YeRa - avatarı
Ziyaretçi
GÜNEŞ
Ah! aydinliklardan uzaktayim,
Kafamda o dagilmiyan sukun.
Sponsorlu Bağlantılar
Olmedim lakin, yasamaktayim.
Dinle bak: vurmada nabzi ruhun.

Yarasalar duyurmada bana
Kanatlarinin ihtizazini.
Simdi hep korkular benden yana;
Bekliyor sular, acmis agzini.

Ah! aydinliklardan uzaktayim,
Kafamda o dagilmiyan sukun.
Olmedim lakin, yasamakktayim.
Dinle bak: vurmada nabzi ruhun.

Siyah ufuklarin arkasinda
Seslerle ciceklenmede bahar
Ve muhayyilemin havasinda
En guzel zamanin renkleri var.

Olmedim hala.. yasamaktayim.
Dinle bak: vurmada nabzi ruhun!
Ah! aydinliklardan uzaktayim,
Kafamda o dagilmiyan sukun.

Ruhum olum ruzgarlarina es;
Isik yok gecemde, gunduzumde.
Gozlerim gormuyor.. lakin gunes..
O her zaman, her zaman yuzumde.


Orhan Veli KANIK

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12402
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENİ ARIYORUM

Sponsorlu Bağlantılar
Bu şehrin bütün sokaklarına sinmiş yalnızlığım
Sensizliğin köşe başındayım
Avuçlarımda kırık dökük pişmanlıklar
Avuntusuz çıkmazlara doğru yürüyorum
Bütün umutsuzluğuma inat
Yine seni arıyorum...

Dudaklarımda bildiğin o ıslık
Sokak lambalarına sığınıyorum
Hafiften bir yağmur ağlıyor benimle
Bir deli rüzgar saçlarımda
Yalnızlıktan üşüyorum
Bulamayacağımı bile bile
Yine seni arıyorum...

Anlatacak nelerim var bir bilsen
İçimde ihtilaller kopmuş
Kendime sürgüne verdim
Mutluluğum çoktan iflas etmiş
İtiraza hakkım yok biliyorum
Beni savunmak sana düştü
Seni arıyorum...

Yarım kalmış şiirlerim gibisin
Yaşanmamış çocukluğumsun anılarımda
Öylesine eksiğim sensiz
Öylesine sahipsiz
İşte bütün umutlara havlu attım gidiyorum
İçinde geç kalmışlığın çaresizliği
Çocuklar gibi ağlıyorum
Ve gel gör ki her damla gözyaşımda
Yine seni arıyorum...

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12403
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızlığın ne demek olduğunu ilk defa öğrendim
İlk defa sensiz çarptı yüreğim
Gitarın tellerini İlk defa sensiz okşadım
Yıldızlara,mavi gözlerini unutarak daldım...


Baharda yeşeren bir fidan gibi
Yeniden doğdum ayrılık mısralarına
Mavi semaların yalnız izlendiği bu alemde
Yangın dolu saatleri sensiz yaşadım


Hasretine aç kalan bu gönlüm,
Yaşlı bir çınar misali uğurluyor yapraklarını
Ağlayan gözlerin fayda etmediği bu alemde
Yalnızlık çok farklı yaşanıyor


Şimdi resmini tozlanmış sokak lambasında
Ağlayan hatıraların sana haykırışında
Beni terkettiğin mevsimin mahzun aylarında
Güneşin acımasız kızıllığında arıyorum


Bir damla göz yaşınla eriyen bu yüreğimi
Bir damla göz yaşımla tutuşturuyorum
Aşk çileklerini ektiğim penbe tarlama
Bu bahar son nadası bırakıyorum

Gönlümün bulutları yağmur oldu,
Lütfen dokunma gelsinler senin şehrine
Gelsinler ki anla, her düşen yağmurun benim göz yaşım
Her çakan şimşeğin,gönlümün derinliklerinde ki cehennem olduğunu

Sen gittin ben yine gidemedim
Sen unuttun ben yine unutamadım
Üzülme gülüm zor değil ölüm ...
the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12404
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
Bir Aksam Üstü

Gözlerim kayip gidiyor, aksamin safagina
Dudaklarim seni söylüyor, ilerlerken sonsuz ufka
Mutlulugum esir olmus, kalmisim birbasima
Bir aksam üstü cikagel, neden diye sus sorma

Bahar gelip, cicekler actigi zaman düslerde
Hatirla gecmisi, düs yollara cikmaz sokaklara girme
Seni seven biri var, unuttugun geri gelmez mazide
Bir aksam üstü caliver kapimi, habersizce

Elinde sigaran, gözünde yaslarla anarsan beni
Tutusurda yüregin, sönmek bilmez misali
Eserse aklina geri dönmek istegi
Bir aksam üstü cikagel, al eline gülleri

Gökyüzü sarkimizi, sarkimizi söylüyor! Bak dinle
Ayriligin adi yok seven yüreklerde
Bir tek sen kaldin, umutsuz bekleyiste
Bir aksam üstü cikagel, yarinin gölgesinde

Ufkun günesi umut olsun dogan güne
Sarkilar yazilsin, sevgilerin en güzeline
Hasretin daha fazla büyümeden yüregimde
Sormadan dönüver bir aksam üstü, yeter bekletme

Sevdigimi söyleyemeden, kapanmasin gözlerim
Sonsuz seferlerden geri dön, gel yetis sevgilim
Dogmasin yalnizlik,edemeden sana veda
Bir Aksam Üstü cikagel, dilindeki sonsuz dualarla.....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12405
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Su gibi buharlaşmak
Mutluluklarda bulutlaşmak
Bir hüzne kapılıp
Sicim gibi yağmak
Ağlamak
Su olmak istiyorum
Hırçınlığımda sel olmak
Sevdiklerimi de kapıp sürükleyerek
Coşmak bütün ihtişamımla
Hükmedercesine doğaya
Su olmak istiyorum
Bazen buz kesmek
Lapa lapa yağarak
Yeni tomurcuklanmış ağaçlara
Bütün soğukluğumla masum
Su olmak istiyorum
Kuru bir çölde vahi
Ölüm susuzluğunda hayat vermek
Yaylada bir soğuk pınar
Kayalar arasından akan
Su olmak istiyorum
Sevinçten buharlaşan
Yaşamak istiyorum
Ateşten korkmadan
Asi bir çağlayan......
featherCahid AYLAR
the_pretty - avatarı
the_pretty
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12406
the_pretty - avatarı
Ziyaretçi
*** Aşk ***

Aşk;
Gece yarısı gördüğüm rüyadan
Çığlıklarla uyanmaktı.
Kalbimin ceryanda kalmış pencereler
Gibi vurmasıydı.
Aşk;
Umut diye topladığım(ız)
meyvalardı.
Aşk;
Bir öğrencinin ders aralarında
Defterine sevdiğinin ismini
Yazmasıydı.
Bir annenin akşama ne pişirsem
Diye duyduğu telaştı.
Aşk;
Çocukların gözlerinde yeşeren
Heyecandı.
Dost sohbetlerinde
Söylediğimiz türkülerdi.
Aşk;
Otogarlarda yolcu ederken
Ağladığımız beyaz mendillerdi.
Hayatla savaşırken
Döktüğümüz incilerdi.
Aşk;
Ben ve Senden oluşan
Masum bir bebekti.
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12407
kambis - avatarı
Ziyaretçi

Hadi! Yalan Söyle bana!


Hadi!..
Bana yalan söyle son bir kez daha…
Hadi utanma!
Bir yalan söyle bana…

Seni seviyorum de mesela.
Mesela beni sevdiğini haykır dünyaya…
Son bir kez evet son kez yalan söyle bana!

Hadi sevgili!
Hadi susma…
Susma da konuş!
İhtiyacım var yalanlarına.
Susma konuş Allah aşkına.
Son bir kez…
Son kez, bir yalan söyle bana!
Yeniden, tıpkı eskisi gibi yalan.
Sadece yalan söylesin dilin umarsızca…

Hadi!
Susma…
Bak konuş diyor yüreğim ilk kez sana.
Bir tane…
Tek bir tane daha yalan söyle bana!

Tüm yalanlarının üzerine yüreğin; tek bir yalan daha eklesin anlamsızlığıma…
Anlamsızlığımıza…
Bize…
Bana ve sana…

Sebepsiz…
Nedensiz…
Tek bir yalan daha…


Son bir kez yalan söyle bana!
Gözlerimin içine bak yine eskisi gibi…
Ve…
Ve bir yalan daha savur dünyama.

Tek fark son olsun bu seferki,
Senin bildiğin…
Benim ise hala gerçekliğine inanmak istediğim…


Hadi!
Utanma…
Son bir kez daha yalan söyle bana…

Dünyanın neresinde olursan ol özleyeceğim de mesela.
Mesela…
Mesela hep bekleyeceğini söyle bana.
Bekleyeceğim de sevgili…
Son kez söyle…
Bekle de bana!
Beklemeyeceğini bilsem bile,
Çekinme yalan söyle bana…
O yalanınla mutlu et beni.
Evet…Evet son kez…
Son bir kez yalan söyle sevgili.
Ve o yalanınla ağlat yüreğimi…

Sebepsiz…
Nedensiz…
Gözyaşlarımı akıt yanağıma…
Son yalanlarını da söyleyip git sonra.
Hep yaptığın gibi…
Hep yaşattığın gibi,yaşat acımı bana…

Biliyorum ki giderken sen sevgili, sebepsiz hıçkırıklar düğümlenecek boğazıma.
Cümlelerim iflasın eşiğinde debelenecek yine çaresiz.
Çaresiz gecenin soğuk teni işleyecek bedenime.
Bir zamanlar ellerinle ısıttığın titrek kalbimin atışları zayıflayacak belki de…
Belki de martılara eşlik edecek delici çığlıklarım gecenin karanlığında hüzünle…

Ama olsun…
Sen yine de son bir kez yalan söyle bana!
Söyle ve git sonra…

Ölüp ölüp dirilecek olsa da ruhum sen giderken uzaklara…
Aldırma!
Aldırma asla bana.

Çünkü..
Çünkü, her ölümde ilk sen geçeceksin gözlerimin önündeki film şeridinden.
Ve her dirilişte, sana sarılacağım sebepsiz,yeni doğmuş bir bebeğin hıçkırıklarında…
Her dirilişte ilk seni görecek gözlerim..
Sonra sen kaybolacaksın bir yalan gibi yavaş yavaş, ölüm anında çıkana kadar karşıma…


Son kez sevgili…
Son kez sussun da dilim sen konuş…
Sen konuş Allah aşkına…
Son bir kez..
Son kez,bir yalan söyle bana…
Seni seviyorum de mesela…

07/10/2006
Meral Bilgiç


alıntı
recruit87 - avatarı
recruit87
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12408
recruit87 - avatarı
Ziyaretçi
Kuvâyi Milliye - Yedinci Bap

922 Ağustos Ayı
Ve
Kadınlarımız
Ve
6 Ağustos Emri
Ve
Bir Âletle Bir İnsanın Hikâyesi


Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

«6 Ağustos emri» verilmiştir.
Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgâr.
Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.

Vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay battı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.

Motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.

Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikâyei Billûr Köşk»,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabâhat».
Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.

Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.

Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
İnip
baksam...

Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilâl gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...

Üç numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...

İç lastik boydan boya patladı.
Yedek?
Yok.
Dağlarda avaz avaz
imdat istemek?

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...

Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...

Saatta elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...

Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12409
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN


Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilk yaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
Adresinde yok! Diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman…
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Gülde çiy damlası… Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgândayım, bir Kanlıcada,
Üsküdarda, Beykozda, Çamlıcada.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut! …
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …
Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar? …
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman! …

nazlisu - avatarı
nazlisu
Ziyaretçi
29 Kasım 2006       Mesaj #12410
nazlisu - avatarı
Ziyaretçi
Karlı dağlar yollar aşıp
Hırçın denizlerden taşıp
Sular seller gibi coşup
Yine sana geliyorum.

Hayalini sora sora
Şu bağrıma vura vura
Zincirleri kıra kıra
Yine sana geliyorum.

Başkasına aldırmadan
Sevgimizi soldurmadan
Sana bir toz kondurmadan
Yine sana geliyorum.

Kıymetimi bilmesende
Gözyaşımı silmesende
Çağırınca gelmesende
Yine sana geliyorum.


Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya