GiTSiNGözüme bakta döktügüm yaslari izle
izlede ruhumu sariver gitsin
Beni benden eden mühür gözlerinle
Ceylan gözlerime daliver gitsin
Matemimi duvak yap o mutlu anda
Kazandigini sanipta kaybettigin anda
Nikah defterini önüne alipta
Su aciyan canimi aliver gitsin
Sende yüzles bakalim felekle
Basbasa biraktin beni hayalinle
Bicagi alipta kendi ellerinle
Yarali yüregime caliver gitsin
Sen haykir ben gelirim sesine
Aglamiyorum bakma titrek sesime
Dalipta gidersem gözlerinin icine
Maziydi deyip bir kalemde siliver gitsin
Bahtimin rüzgarina yön ver nefesinle
Nefesini hisseder gibiyim tenimde
Baska bir el degince beyaz tenine
Bir yirtik kagit gibi ativer gitsin...
BÖLÜCÜ AŞK
Askim toplumda infial yaratir bilirim.
Kaldirim üstü binlerce linc edilirim.
Küfürler, olmadi tekmeler yerim.
Neden gücenirler ki sevgime?
Ne incitmek,
Ne de kirmaktir niyetim.
Tepeden tirnaga sadece duru bir sevgiyim.
Sonra göz altina alinir yarali bedenim.
Kalmadi DGM`ye sevkedilirim.
Kendi kendime "Devletin güvenligi bu kadar mi güvensiz kendine?" derim.
"Düsünce sucu" diye bir sey varmis bu ülkede,
Düsünce düsünceye sucmus, ben nerden bileyim?
Demek ki, ben her an her saniye suc islemisim.
Düsünce bir de aska durur mu ki yerinde ne fikrim ne de yüregim?
Gece gündüz sevgilinin seyrindeyim.
Bu halimse tamamen
Aska düstügümden, yemin ederim.
Hem sucum, hem sucuma delilim.
Valla ne inkarim var,
Ne de isyanim.
Coktan kendi ipini cekmis bir deliyim.
Olsa olsa zamanadir belki sitemim.
Tamam, itiraf ediyorum.
Yasadisi ASK örgütü üyesiyim
Ve bölücünün biriyim.
"Terörist sevdalarda" yüregim, ben ne edeyim?
Yasasin askimin bölünmez bütünlügü ama
Ben onu hem sevgiliye hem de siirine bölerim.
Tanik diye cagirilan sevdigim,
Zaten olur olmaz hücremde direnislerdeyim.
Bir de sen öyle bakma bana,
Bilirsin bir tek sana kirilir direnisim.
Anlayacagin hakimim,
Galiba ben yasalari bir cok kez cignemisim.
Ha bu arada,
Yine bir suc daha ama,
Anayasa`nin bazi yasaklayici hükümlerden arinmasidir önerim.
Sevgisiz bir yasa nasil "ana " olur siz söyleyin?
Son olarak demek istedigim,
Bedenimle iceride olabilirim
Ama fikrimle her yerdeyim.
Kah ülkede,
Kah sevgilide,
Kah annedeyim.
En olmadik düste,
En olduk gercekteyim.
Düserken düsünceye ve aska
Cezaevine düsen
Tüm insanlar adina
Beraatimi talep ederim.
Zincir vurulmaz ki fikre ve yürege hakimim!
Canim, Sevdigim, Yüregim
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
hasretlik
askima ceza verseler sevmeye hakkin yok deseler yedi kat yerin dibine gomseler soyle sevgilim sensiz yasamin imkani varm!
hayalin gozumden bir gun gidermi gezdigimiz anlari yillar gecermi ismini anmadan gunler gecermi soyle sevgilim sensiz yasamin imkani varmi!
mezarimi tastan oysalar her yanima cicek kopysalar sevdim diye atese atsalar soyle sevgilim sensiz yasamini imkani varmi
umutlar
seni yazdim sahildeki kumlara ismini fisildadim icimdaki duygulara gelsin dedim yater dedim ve sen yalnizca birtanem dinledim sarkilarda duydugum dalgalarda sigaramin dumaninda bir hayal bir ozlem olup kaldin
Bilemiyorum
Sevda yüklü bulutlar günaydın dedi bana bu sabah
Arkalarına saklayıp kahkahası bol bir güneşi,
Umutları toplamışlar yıldız uçlarından dün gece
Yüreklerinde o çok sevdiğim yasemin çiçekleri...
Kırmızı bir gülün kokusunda kondular pencereme
Kanatlarında denizi taşıyan martılarla el ele...
Ben de katılabilir miyim size, dedim
Güldüler...
Anlayamadım.
Yüreğimi uzatıp penceremin pervazına,
Onları izledim uzun uzun...
Suskundum...Ve ürkek
Bakışlarımı bıraktım bir yasemin yaprağına,
Sustu...
Dudaklarımla ağladım bir zaman
Düşüncelerimi yıkadım,
Ve bir bardağa koyup bıraktım
Martının ayakları ucuna
Gagasına aldı martı hepsini ve... gitti!
Ellerimi uzattım, yağmurlar tuttu
Bakışlarım ıslandı dudaklarımın kupkuruluğunda
Anlıyordum...
Koca bir yalnızlıktı her yağmur öncesinde yaşanan
Bir martıyı bekliyordu düşünceler
Terketmek için suskunlukları
Yürekler hep el eleydi yasemin çiçekleriyle
Ve güller kırmızı açardı sevda bahçelerinde hep
Tatlı bir melodi uğradı kulaklarıma, sarsıldım!
Sevincim gözlerimde nemdi yine işte
Bitmişti nihayet yalnızlıklarım
Gülümsemeleri getirdi melodiler başka dudaklardan,
Gözlerinde sevda sözcükleri,
Tellerinde mektuplar...
ASK ILE EGLENEN BIR ISVEBAZ
Güzelim afetsin lakin ben sana
Divane olsamda asIk olmazdIm
Pek acIk söylersem darIlma bana
AsIk olsamda sadIk olmazdIm
Sen gibi sahbazlar semiz kaz arar
Bilirim cok alIk asIklarin var
Ben bu koleksiyona girssem de nacar
Onlarin birine faik olmazdIm
Bende senin gibi capkInIm biraz
Iki cambaz aynI ipte oynamaz
Beni sevsen bile sen ey isvebaz
Ben o muhabbete layIk olmazdIm
ANLAMAK
Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akıp gideceğiz hayata...
Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.
GECEDEKİ HAYALİN
Up uzun bir gece... Bu gecenin sonu hiç yok gibi;
Sanki hiçbir zaman güneş doğmayacak
Kapkaranlık tıpkı gözlerin gibi...
Gecede kaybolmuşum, yolumu değil kendimi arıyorum:
“Allah’ım ben nerdeyim?”
Ucu bucağı yok bu gecenin tıpkı gözlerin gibi,
Düşmüşüm içine bir kez çıkamıyorum...
Işıklar sömüş...
İnsanlar rüyalarının ikinci baharını yaşıyorlar şimdi;
Herşeyden umarsız...
Hayalin geliyor...
Baktığım bu camın karanlığında
Ve arkasında çok uzaklardasın.
Serap görüyorum gecenin karanlığında,
Gecenin dondurucu soğuğunda;
Kızgın çöllerdeki su gibi hayalin.
Sana doğru koşuyorum; yetişemiyorum.
Koştukça kaçıyorsun benden.
Elimi uzatıyorum sana,
Uzandıkça gecenin karanlığına gömülüyor hayalin.
Sonra “dur” diyorum. “Ne olur dur”...
Sesimi gecenin karanlığı alıp yutuyor sanki.
Sonra bir ses... Uzaklardan.
Senin sesin...
Kanımı donduruyor, korkuyorum.
Hıçkırklara boğulmuş sesin.
Kömürgözlerinde bir telaş ve birkaç damla yaş...
“Kurtar beni!”
Sonra çınlıyor kulaklarım.
Sesin dört duvar arasında; her duvardan aynı ses:
“Kurtar beni!”...
Başım kenetlenmiş ellerimin arasında,
Sıkıyorum tüm gücümle;
“ Ne olur ya dur ya sus!”
Koşuyorum sesine ulaşmak, sana dokunmak için
Karşımdaki duvara çarpana dek.
Sonra arkamdaki duvarda beliriyor sesin
Sonra sağımdan ve solumdan...
Nefes nefeseyim.
Tüm umudumu, tüm gücümü yitirmişim.
Odanın ortasında çaresizce sensizliği yaşıyorum.
Boynum bükük, başım öne eğilmiş...
Yine de son nefesimde seni diliyorum Rabbimden.
Sonra bir ışık...
Göğü ve gecenin karanlığını yara yara iniyor üstüme.
Ve bir kez daha beliriyor hayalin.
Bu kez gözlerinde korkudan eser kalmamış.
Sesinde hıçkırık yok...
Gülümsüyorsun bana.
Ve yine bir ses...
Bu kez oldukça sıcak ve sevecen...
Elini uzatıyorsun:
“ Hadi gel bebeğim”...
Sonra kanatlarının altında,
Sonsuzluğa uçuyoruz beraber,
Sonsuzluğu yaşamak için...
sevgi
kalbinle sev beni dilinle DEGIL
sevginle agyat beni DERDINLE DEGIL
guzeliginle sarhos et beni ICKINLE DEGIL
OLUM AYIRSIN BIZI ELLER DEGIL
“AŞK VE SEVGİ ÜZERİNE”
Küçük bir fide gibidir aşk... Sulamazsan kurur, rüzgarlıksız o yana bu yana savrulur da durur. Üzerine titremelisin onun; sevginle gözyaşlarınla beslemelisin onu.Aşk; yürekle, sevgiyle, emekle büyür...
Gün gelir toprağını beğenmez fide. Her fideyi her toprak tutamaz, her aşkı da her yürek yaşayamaz...
Bazen sağlam bir fide, çorak topraklarda kendiliğinden büyür. Yetişir, çınar olur... Bazı aşklar da vardır; ne sevgi ister ne emek. Kendiliğinden olup bitiverir herşey. Toprak fideden habersiz, fide topraktan habersiz.Onun adı, “PLATONİK AŞK” tır...
Aradan aylar yıllar geçer, gün gelir aşk büyür. Nasıl bir fide kök salar çınar olur! Nasıl söküp atmazsın onu? O da öyledir. Ona “SEVGİ” denir... Rüzgarlara dayanıklıdır çınar. Sellere dayanıklıdır. Sulamak ta yersizdir...
Belki toprağa gelen binlerce tohumdan ancak birkaç tanesi büyür. Yürek te öyledir. Niceleri gelip geçer, aradığını bulamaz da bir kıvılcım, bir tebessüm anlatır yüreğine. Bir bakış acıtır. Yanar kül olursun. O bakış hiç silinmez. Hep onu ararsın, hep onu düşünürsün. Bunun adı da “YILDIRIM AŞKI” dır...
Bazen saniyeler sene olur geçmez. Bazen seneler saniye olur; gözünü açtığın da her şeyi değişmiş bulursun ya! Sevgi de böyledir. Sevdiğine giderken şehirler arası bir yolculuktan sonra tüm dünyayı dolaşmış gibi hissedersin kendini. Ya onun yanındayken? Zaman sel gibidir. Bunu onu yolcu ettiğin de ya da onu arkanda bırakıp giderken anlarsın. Yol boyunca ağlarsın. Yol boyunca gördüğün her parıltı, sokak lambalarından süzülen her ışıltı onu anlatır, onun gözlerini anımsatır sana...
Sevgi budur! Sevgi acı çekmektir gerektiğin de. Sevgi onunla aynı yola baş koymak, aynı yolda can vermektir... Sevgi ağlamaktır... Göz yaşı olmayan yer kanımca çoraktır, kuraktır. Sevgi yeşermez! Ektiğin fideler sürgün vermez...
Bir Yerden Sonra
Birbiri ardına geliyorsa mutsuzluklar
Keskin bir bıçak gibi saplanıyorsa acılar
Köşebaşlarını tutmuşsa umutsuzluklar
Ve uçurumlarda yankılanıyorsa aşkın son çığlıkları
Ayrılık güzeldir...
En kalabalık yerlerde büyüyorsa kimsesizliğin
Binlerce kahkaya karışıyorsa gözyaşların
Son çiviyi çakıyorsan yorgun sabrına
Daha kirpiklerinde can veriyorsa hayallerin
Ve dilinin ucundaysa en çılgın küfürler
Yalnızlık güzeldir...
Güvendiğin yüreklere karlar yağmışsa
Buz tutmuşsa o sımsıcak bakışlar
Sen yangınlar içinde üşüyorsan
Ve bir zavallılıksa artık o çok sevmek
Böyle bir dünyaya tükürmek
Ve ölmek güzeldir...!!
İNSAN
Birbiri ardına geliyorsa mutsuzluklar
Keskin bir bıçak gibi saplanıyorsa acılar
Köşebaşlarını tutmuşsa umutsuzluklar
Ve uçurumlarda yankılanıyorsa aşkın son çığlıkları
Ayrılık güzeldir...
En kalabalık yerlerde büyüyorsa kimsesizliğin
Binlerce kahkaya karışıyorsa gözyaşların
Son çiviyi çakıyorsan yorgun sabrına
Daha kirpiklerinde can veriyorsa hayallerin
Ve dilinin ucundaysa en çılgın küfürler
Yalnızlık güzeldir...
Güvendiğin yüreklere karlar yağmışsa
Buz tutmuşsa o sımsıcak bakışlar
Sen yangınlar içinde üşüyorsan
Ve bir zavallılıksa artık o çok sevmek
Böyle bir dünyaya tükürmek
Ve ölmek güzeldir...!!
“ BURASI PEYGAMBER OCAĞI ”
Burda ki en güzel şey, sayılı günlerin ileri doğru değil geri doğru gitmesi. Burada sabah kalktığında şafağın kaç ise bir daha ki sabaha kadar aynı sayıyı söylersin. Ertesi gün askerliğinden giden bir günün keyfini hatta gururunu yaşarsın. Bir günde çok fazla şey kaybedersin burda. Arkadaşlarını, dostlarını hatta sevgilini... Seni teselli eden tek şey ise askerliğinden giden bir günündür... Hatta saatleri, dakikaları, saniyeleri sayarsın. Her geçen saniye sivil hayatına ve gerçek dostlarına biraz daha yaklaşırsın...
Eksilen dostlarının yerine yenileri gelir burda. Her geçen gün daha da yaklaşırsın burdaki dostuna. Açılırsın rahatlamak için.o da sıkıntılıdır ama sıkıntısını unutur da yaralarına merhem olmaya çalışır. O yüzden askerlik arkadaşları unutulmaz; o kadar çok şeyler yaşar paylaşırsınız ki o yüzden askerlik anıları hatıralar arasında önemli bir yere sahiptir...
Burdaki herkesin ayrı bir derdi vardır. Arkadaşını telefonda konuştuktan sonra yüzüne baktığında anlarsın kimle konuştuğunu. Ağlıyorsa ya da buğulanmışsa gözleri muhtemelen küçük oğlunun veya kızının sesini duymuştur. Yüzünde bir tebessüm varsa, sevdasından “Seni seviyorum askerim” sözünü duymuştur; ya da telefonunu bütün hırsıyla kapatmışsa buraya gelirken hayallerini emanet ettiği kız arkadaşı, nişanlısı, karısı tarafından terk edilmiştir muhtemelen...
Burada uyandığında güneş yoktur henüz. Her sabah “ Koğuş Kalk” sesiyle inanılmaz bir kargaşa başlar; dakikalar sonra bu kargaşa belli bir düzene bırakır yerini. Belli bir düzenden kastım; dün, önceki gün ve ondan önceki günkü düzen ile bu günün düzeni aynıdır...
Her şey yerli yerine oturduğunda güneşin ilk sırmalarını görürsün karşıdaki tepelerin üzerinden. Yukarı doğru güneşe bakmak için başını kaldırdığında gözlerini kısmak zorunda kalırsın. Ama yine de bakarsın. Bu seni çok mutlu eder. Çünkü bunun anlamı yeni başlayan gün değil, geride bıraktığın koskoca bir gündür. Ve bu günü tekrar yaşamak zorunda değilsindir... Bazıları için bu ilk güneş sırmaları çok daha önemlidir. Çünkü o “Doğan Güneştir”. 450 gün boyunca bu günü beklemiş, hayal etmiştir. İşte onlar, o günün kıymetini çok iyi bilirler tıpkı yıllarca hayal ettikleri arzularının değerini bildikleri gibi...O gün vedalaşırlar teker teker tüm dostlarıyla. Mutludurlar ama yine de birkaç damla dökülür; göz yaşları yanaklarından süzülür, en sonunda toprağa kavuşur göz yaşının her bir damlası. Elinde çantası, 450 gününü geçirdiği bu yere bakmak için son bir kez daha döner arkasına. Arkasında koskoca bir ordu vardır sanki. Ordunun her bir arslanı imrenerek yolcu ederler aralarından ayrılan arslanı. Geride yine de koskoca bir ordu kalır... kimisi giden arkadaşlarının arkasından ağlar, kimisi merak eder kendi doğan güneşlerini...
Askere gitmeyen, o çileyi çekmeyen bilemez sivilin kıymetini. Burada en şanslı kişiler çarşı iznine çıkanlarla, ziyaretçisi gelenlerdir. Bir anne değil, baba değil, sevgili değil; sivildeyken bir yerlerde oturup çay içmiş olduğu birisi dahi gelse ziyaretine o gün senin olur, seni mest eder. Sivildeyken gördüğü bir kişiyle aynı ortamda bulunmak başka bir anlamlıdır askerde...
Burda sabah, öğlen, akşam içtimaları vardır. Günü gelir, kışın ortasında, karın yağmurun altında, çamurun içinde saatlerce beklersin. Yazın ortasında güneş o kadar tepededir ki kendi gölgeni bile göremezsin, kavrulursun. En çok ta bu koyar ya askere!
Elindeki silah kolunu öyle bir uyuşturur ki sol omzunda bir kolun olduğunu unutursun. Her “Tüfek omza!” komutuyla sol omzuna öyle bir iner ki tüfeğin, kemik sesini duymak için zorlanmazsın... ama asker yine de sever tüfeğini. Esas duruşta namlusunu okşar sivilde bıraktığı sevdasının saçlarını okşarmış gibi. Selam durda, sevdasının elini tuttuğu gibi kavrar kabzasını. Çaprazda, dipçikten, kabzadan tutmak sevdasının omzuna sarılmak gibidir. Çünkü tüfek namusudur askerin ve koskoca bir ordunun. Her atış öncesi sarılırsın, hafiten yanağına yaslarsın. Sonra gezine usulca fısıldarsın: “Hadi bebeğim; hadi yüzümü kara çıkartma...”
Burda yediğin birkaç dilim kuru ekmek, tabağının tabanını dahi doldurmayan çorbadır belki ama hem yemekten önce, hem yemekten sonra şükredersin: “ Tanrımıza Hamdolsun; Milletimiz Var Olsun!” Tabağındaki yemek doyurmaz seni ama Çanakkale’ deki, Kocatepe’ deki binlerce şehidimizin haftalarca, aylarca bulamadığı bu çorbanın her bitanesi, ekmeğinin her bir kırıntısı çok önemlidir asker için...
Burada nöbet vardır gece gündüz. Öyle anlar gelir ki 24 saatinin ancak birkaç saatinde görebilirsin yatağını. Ama asker yılmaz. Gece ay tepedeyken mutludur asker. Burnunda tüttüğü köyü de aynı anda, aynı ayla aydınlanmaktadır. Belki sevdası da aynı ayın altında askeriyle aynı hayalleri kurmaktadır. İşte bu saatlerde askerin tek sırdaşı sevdası yerine koyduğu elindeki tüfeğidir. Tüfek soğuktur. Tüfek ağırdır. Ama bırakmaz asker yere namusunu.
Uygun adımda bir avuç askerin ayaklarından çıkan sesle deprem oluyor zannedersin. Uygun adımda söylenen marşlar gök gürültüsünü andırır sanki. Aslında topu topu bir avuç askerdir ama karşısındakilere büyük bir korku salarlar yine de...
Burası 81 ilin insanın kaynaşıp, hamur haline geldiği yer. Ve burası PEYGAMBER OCAĞI... Buraya girmek için yemin etmelidir her biri...
Çocuk bilir girerken kışlaya; kışla önündeki bu kapıyı 3 ay sonra görecektir bir daha, ve 3 ay sonra görecektir köyünde bıraktığı *******, babasını... Yemin günü geldiğinde bayram yerine döner kışla. Çocuk gururlu, komutan gururlu, ana-baba gururlu... Beyazın üstünde albayrak, onun üstünde üstüne yemin edeceği tüfeği öyle bir ahenk oluşturur ki! Çocuk eğilir tüfeğine; karşıda 3 ay önce gördüğü anası vardır; bağırır “oğlum” diye. Ama duymaz çocuk. Kardeşi el sallar karşıdan ama görmez çocuk...
Aslında hem duyar hem görür çocuk. Ama yine de kıpırdamaz. Arı ensesine konar sokar da gözünü bile kırpmaz. Çünkü o gün, çocukluktan askerliğe geçeceği yemin günüdür. Karşıda gözü yaşlı *******n “ oğlum “ diye feryad edişine vereceği tepki en fazla yanaklarından süzülen birkaç damla göz yaşıdır...
O artık askerdir nihayetinde. Sonra binlerce gözün önünde o heybetli yürüyüşünü yapar asker. *******n önünden geçerken bir ara göz göze gelirler. Artık çok yakındır anası, kardeşi, bacısı, sevdası... O bakışma anlıktır ama çok şeyler anlatırlar birbirlerine...
S a a t i D i n l e r k e n
Saten yastıkta dudak baskıları
Gene habersiz elveda öpücükleri
Bizimkisi çıtkırıldım
bir tuhaf geçimsizlik
Sıcaklığın yanımda sen yoksun
Guguklu saatim kime kalk diyeyim
Sebzeleri şunu bunu ayıkladım
Merak etme titizliğinle hazırladım
Sade çorba zeytin ezmesi taze peynir
Tuzsuz pide dilimleri sebzeli pilav
Göbekte kuzu kızartması
m e y v e l e r
i ç e c e k l e r
Kaşık çatal bıçak bardaklar
El bezi peçeteler
Eften püften başka şeyler.
Zamana Karşı
Özlemi baltalıyordu yanlızlık
Seni çalmaya çalışan hırsızdı zaman
Ağlayan bir cellattım ben
Sorguya çekmeden tutukluyordum zamanı
Zamana meydan okurcasına sevmiştim seni ben,
Kanayan kalbime sokmuştum seni ben.
Gözyaşı akıtmıyordu zaman
Yıldızlar geceyle dosttu
Gecenin koynunda üşürdüm ben
Artık mezesiz içiyorum geceyi
Zamana meydan okurcasına sevmiştim seni ben,
Kanayan kalbime sokmuştum seni ben
Sualsiz bir eceldi gidişin
Durdursam zamanı, tutuklasam geri gelecek miydin?
Uçamayan bir kelebektim ben
Matem kaplamıştı kanatlarımı...
Zamana meydan okurcasına sevmiştim seni ben,
Kanayan kalbime sokmustum seni ben.