Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 296

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.435.550 Cevap: 12.492
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2951
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir Başka Dünyasın Sen

Sponsorlu Bağlantılar

Bazen göz göze gelir, bakışırız,
Dost, düşman gözleri vardır hep üzerimizdedir, biliriz ki,
Ve hep kaçamakta kalır her bakışmamız,
Doyasıya ve uzun - uzadıya olan bakışmamız yoktur hiç,
Kader utansın mı diyelim şimdi...
Yine de bu anlıkların her defasında,
Yüreğim gözlerinin en derinlerine,
Ve en ucra noktasına değin iner bir anda,
Sanki yıldızlar uçuşur gözbebeklerinde,
Buğulanır badem gözlerin, ağlamaya hazır gibi,
O bir tutam kahkülün alnına düşmüştür yine,
Sıvazlayıp atarsın hemen; suçlu o imiş gibi,
Saçların da kafana kafa tutar gibidir ler,
Artık akları belli ki belli...
Ama tebessüm edersin her şeye inat,
Beni benden alır, esir edersin, her şeye inat,
Sendeki o dünyaya,
Geri dönmek istemediğim,
O bambaşka dünyana götürürsün her defasında...

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2952
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bilki mutsuzum

Sponsorlu Bağlantılar

Gülemiyorum artik eskisi kadar,ugrassamda yapamiyorum hayatim boyunca fedakar oldum hep
ama ben bunu secmedimki
böyle mutsuz olmayi ben istemedimki...
sevmek güzel...sevilenin olunca..
yasamakta güzel...
amacin olursa..
hele özlemek varya..
o herseye deger..fakat bekleyenin olursa...
ölürüm,kaybolurum bu yalan dünyadan,hersey aci verdi su hayatta,mutlu oldugum saniyelerin bile bedeli vardi unutma,sunu bil basardin mutsuzum mutsuzum

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2953
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Pis Bir Günün Suyunu İçtim



Çekimine kapıldım
Fır dönüyorum yörüngesinde
Pis bir günün suyunu içtim
Ruhumda med-cezir
Hangi kıyıyı basacak
Nereye kadar çekilecek
Belli değil

Pis bir günün suyunu içtim
Mavi değil rüzgar
Tüm renkler kırmızı
Kanatlarım yağmur yemiş
Bedenim hantal
Uçamıyorum
Fasit bir dairedir çizdiğim

Şu dağı bu dağla buluştursam
Bu ovayı o ova ile konuştursam
Hep bir araya gelsek
Orman ile su ile tanıştırsam
Bu sis dağılır
Pussak kalkar
Güneş yeniden doğar belki
Belki ay aydınlık olur geceleri
Yıldızlar döner gökyüzüne yeniden

Ey rüzgar sarmalı
Gecede yürüyen kızıl korku
Düşlerimin yağmacısı
Bedensiz düşman
Yüreğimin aynasında görüyorum
Kara cahil suratın
Nanik yapıyorsun bana
Elinde cehlin tuzakları
Kestim diyorsun yollarını
Sağın solun çevrili
Teslim ol diyorsun bana

Hayır
Dehşetle bağırıyorum hayır
Sesim yutuluyor mayalanmış havada
Soluyor bedenim
Sol elimin ayasına çarpıyor sesin
İğrenç bir kokuya dönüşüyor
Geriye yansıyor nefesin

Bir daha hayır diyorum
Bin daha
Birleşip çoğalıyor
Gök gürültüsüne dönüşüyor sesim
Doğruluyorum dizlerimin üstünden
Yumruğum sıkılmış
Ayaklarım yana açık
Gözlerim hedefe kilitli
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2954
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
...Sen Kalbimdesin...

Yürekten gelir hani Duygular
Satirlara dökmek istersin
Zaman gelir canin önemi kalmaz
Ama Yardan vazgecemezsin
En büyük Düsmanin Sana Yüregin olur
Firtinalar koparir engelleyemezsin
Ilk kez tatmisindir bu Duyguyu
Zaman zaman isyan edenlerdensin
Gözyasin birikip icine akar
Belkide en fazla aglayanlardansin
Güldügün anlarda olacak elbette
Sonucta sende bir Insansin
Istemezsin Yare actigin Gözlerin
Yari görmeden kapansin
Sakin Kadere sitem edeyim deme
Birakta Felek utansin
Hani farkinda olmadanbazen
Düsünceye dalarsin
Dertlerin Denizinde
Bogulacan sanirsin
Kivrandikca daha cok batar
bir türlü kurtulamazsin
Careyi Hayallerde Umutlarda ararsin
Yanlizlarin yanlizi Sen
Bende hep var olansin
Sen herseyden vazgectigim anda
Tek geriye kalansin..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2955
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir Başka Seviyorum Seni


Bir başka seviyorum seni,
Gündüzün geceyi sevdiği,
Balıkların denizi,ayrılığın kavuşmayı,
Bulutların yağmurları sevdiği gibi,
Sonra dalında yaprakları ağaçların,
Sonbaharı beklediği gibi,
Bambaşka seviyorum seni,
Şairin şiiri,
Hasretin yüreği özlediği gibi,
Bir başka seviyorum seni,
Çiçeklerin fotosentezi,
Dağların rüzgar'ı beklediği gibi,
Bambaşka bekliyorum seni,
Uykunun yatağı,
Sabahın uyanmayı öğrettiği,
Kitabın okunmayı,
Kalemin yazmayı bildiği gibi,
Bir başka seviyorum seni,
Bambaşka yaşıyorum bilemezsin,
Yüreğimi benden çalan,
Delicesine kapıldığım yüreğini.....
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2956
kambis - avatarı
Ziyaretçi

image0011bw

mavi bugün gökyüzü

bir başka güzel

savurur dallarını ağaçlar

kuşlar telaşında yuvalarının

ya insanlar?



dolu gözlerim bugün neden

kapasam şimdi gözlerimi

sıyrılsam düşüncelerimden

ve seni düşünsem

ağlar mıyım bilmem



sevmek yürek işidir

olmaz tek yürekle sevişmek

hayal etmek bütün gün seni

duyguyu coşku bilip

sevgiye inanmak gerek

Aysun PAKSOY
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2957
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmiyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizliyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız :
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

«6 Ağustos emri» verilmiştir.
Birinci ve İkinci ordular, kıt'aları, kağnıları, süvari alaylarıyla
yer değiştiriyordu, yer değiştirecek.
98956 tüfek,
325 top,
5 tayyare,
2800 küsur mitralyöz,
2500 küsur kılıç
ve 186326 tane pırıl pırıl insan yüreği
ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz
kımıldanıyordu gecenin içinde.
Gecenin içinde toprak.
Gecenin içinde rüzgâr.
Hatıralara bağlı, hatıraların dışında,
gecenin içinde :
insanlar, âletler ve hayvanlar,
demirleri, tahtaları ve etleriyle birbirine sokulup,
korkunç
ve sessiz emniyetlerini
birbirlerine sokulmakta bulup,
kocaman, yorgun ayakları,
topraklı elleriyle yürüyorlardı.
Ve onların arasında
Birinci Ordu İkinci Nakliye Taburu'ndan
İstanbullu şoför Ahmet
ve onun kamyoneti vardı.
Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet :
İhtiyar,
cesur,
inatçı ve şirret.
Kırılıp dağlarda kalan sol arka makası yerine
şasinin altına, dingilin üzerine
budaklı bir gürgen kütüğü sarmış olmasına rağmen
ve kalb ağrılarıyla
ve on kilometrede bir
karanlığa yaslanıp durduğu halde
ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken
şahsının vekarlı kudretini resmen biliyordu :
«6 Ağustos emri»nde ondan ve arkadaşlarından
«... ihzar ve teşkil edilmiş bulunan
ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan
100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu.
İhzar ve teşkil olunanlar,
bu meyanda Ahmet'in kamyoneti,
insanların, âletlerin ve kağnıların yanından geçip
Afyon - Ahırdağları ve imtidadına doğru iniyorlardı.

Ahmet'in kafasında uzak bir şehir ve bir şarkı vardı.
Bu şarkı nihaventtir
ve beyaz tenteli sandalları,
siyah mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
bir deniz kıyısındadır şehir.

Vantilâtörde adedi devir
düşüyor gibi.
Arkadaşlar ileri geçtiler.
Ay battı.
Manzara yıldızlardan ve dağlardan ibaret.

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
çınar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü,
kalk,
sıra servilerin önünden yürü,
çeşmeyi geç,
mektep bahçesi, medreseler,
orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarında
siyah çarşaflı bir kadın
çömelip yere
darı serper güvercinlere
ve papelciler
şemsiye üstünde papaz açarlar.

Motor mızıkçılık ediyor,
bizi dağ başlarında bırakacak meret.

Ne diyorduk oğlum Ahmet?
Dökmeciler sağda kalır,
derken, Uzunçarşı'ya saparken,
köşede, sol kolda seyyar kitapçı :
«Hikâyei Billûr Köşk»,
altı cilt «Tarihi Cevdet»
ve «Fenni Tabâhat».
Tabâhat, mutfaktan gelirmiş,
yani yemek pişirmek.
Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.
Yaldızlı kuyruğundan tutup
bir salkım üzüm gibi yersin.
İlerde bir süvari kolu gidiyor,
saptılar sola.

Uzunçarşı'yı dikine inersin.
Sandalyacılar, tavla pulcuları, tesbihçiler.
Ve sen İstanbullu,
sen kendi ellerinin hünerine alışmış olduğundan
şaşarsın İstanbullulara :
ne kadar ince, ne çeşitli hünerleri var, dersin.
Rüstem Paşa Camii.
Urgancılar.
Urgancılarda yüz parça yelkenli gemiyi
ve hesapsız katır kervanlarını donatacak kadar
urgan, halat ve dökme tunçtan çıngıraklar satılır.
Zindankapı, Babacafer.
Uzakta Balıkpazarı.
Kuruyemişçiler.
Yemiş iskelesindeyiz :
sandalları, mavnaları,
güneşli karpuz kabuklarıyla
yüzüne hasret kaldığım deniz.

Sol arka lastik hava mı kaçırıyor ne?
İnip
baksam...

Yemiş iskelesinden dilenci vapuruna binip
Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti.
Elleri yumuk yumuk,
bacakları biraz çarpıktı ama,
yeşil zeytin tanesi gibi gözler.
Kaşları da hilâl gibi çekikti.
Tam Kasımpaşa'ya yaklaştık, beyaz başörtüsü...

Lastik hava kaçırıyor.
Derdine deva bulmazsak eğer...
Dur bakalım Babacafer...

Üç numrolu kamyonet durdu.
Karanlık.
Kriko.
Pompa.
Eller.
Küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken
Ahmet hatırladı :
bir gece nüzüllü babaannesini
sedirden sedire taşırken
kadıncağız...

İç lastik boydan boya patladı.
Yedek?
Yok.
Dağlarda avaz avaz
imdat istemek?

Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kanyonet.
Hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
Süleymaniyeli şoför Ahmet
soyun...

Soyundu.
Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,
Ahmet'i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Bu şarkı nihaventtir.
Deniz kıyısında bir şehir...
Beyaz başörtüsü...

Saatta elli yapıyoruz...
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet'i,
dayan arslan...

Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir âleti...
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2958
kambis - avatarı
Ziyaretçi
YELKENSİZ GEMİ...
"Kal" deseydin, kalırdım. Demedin oysa...
Kuru bir "Bitmesin"den başka hiçbir şey demedin.
Öyle kuru, öyle soğuk, öyle uzaktı ki, ondaki anlam!
Bu kadar kolay mıydı her şey, bu kadar yakın mıydık uçuruma?
Savunmayacak mıydın sevgimizi?
"Kal" diye haykırmayacak mıydın ardımdan?

Düşündüğüm bu değildi...
Hayal ettiklerim, beklediklerim başkaydı senden,
Mücadele beklemiştim oysa...
Yelkensiz olan gemimizi kıyıya ulaştırırız sanmıştım...
Kıyıya ulaştırırsın sanmıştım...
Oysa, onu denizin ortasında savunmasız bırakmama göz yumdun...
Bu kadar yıpratıcı olamazsın...
Oysa, bir anlam olmalıydı yaşadıklarımızda!
Paylaşılan duyguların bir anlamı olmalıydı.
Yüreğimdeki martıların bir anlamı olmalıydı.
Beynimizdeki melodilerin, aramızdaki çekimin,
Geçen akşamki sohbetin bir anlamı olmalıydı.
Duygularımızın bir anlamı olmalıydı.

Yüreğimdeki tüm martıları uçurdun şimdi...
Hangi yöne gittiler bilmiyorum,
Geri dönerler mi bilmiyorum.
Dünya boşaldı mı ne!
Neden bu kadar sessizleşti birden yaşam,
Neden artık parlamıyor yakamozlar gözlerimde?
Neden artık rüzgar esmiyor,
Her şey seninle mi kaldı yoksa?
Mantığım... Mantığımı bana bırak lütfen, ona ihtiyacım var.
Bazı şeyleri anlamak için ona ihtiyacım var!
Evet! Ben istedim ayrılığı, çıkmaz yollara yönelen bendim,
Kucağında bir yığın noktayla karşına çıkan bendim...
Kahretsin! Bunu neden yaptığımı bilmiyorum.
Ve senin buna nasıl göz yumduğunu...
Tıpkı balkondaki akasyaları sularken,
Fazla sudan dolayı sararacaklarını bilmediğim gibi...
Su, onun için hayat olmalıydı oysa...
Ve... Sen de benim tutunacak dalım!

Bazı şeyler vardı aramızda biliyorsun,
Olmaması gereken ama daima varolan.
Farklı uçlardaydık seninle,
Farklı mevsimleri seviyorduk, farklı zamanlarda....
Sen büyük fırtınalara vardın, bense lodostan bile ürküyordum..
Oysa başardığımız şeyler vardı her şeye rağmen,
Daha doğrusu öyle sanıyordum...
Binlerce yıldız arasında,
Ayın güzelliğini gösterebilmekti tek amacım...
Yıldızları söndürmekti... Sorunları yok etmekti...
"Bitti" deyişim öylesine bir şeydi, öylesine, sıradan, şakacıktan...
"Hayır" demeliydin!
Hatta kıyametler koparmalıydın yüreğimde,
Hendekler açmalıydın yoluma gidemeyeyim diye.
Sahip çıkmalıydın gözlerimdeki ay'a sevgimiz diye...
Beni yolumdan alıkoymalıydın...
"kal" demeliydin... Defalarca "kal" demeliydin...
Oysa, demedin...

Belki de senin çiçeklerin çoktan solmuştu ve ben
Akasyaları kışın yaşatmaya çalışmakla hata etmiştim...
Belki böylesi daha iyi oldu...
"Kal" deseydin kalırdım... Hem de seve seve kalırdım.
Martılarla kalırdım. Yakamozlarla kalırdım.
Demedin oysa!
Bilir misin?
Kaç çığlık olup yıkıldı yüreğim giderken...
Bilir misin?
Nasıl bir cana hasretti yüreğim, yolumdan döndürecek...
Bilir misin?
Nasıl zor oldu ardıma bakmadan çekip gitmek...
'KAL' desen kalacaktım...
DEMEDİN OYSA!!!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2959
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dön Ne Olursun...

Bu gün güneşim özlem ufuklarından yakıyor tenimi.
Dağların nefesi ürkütüyor beni,
Gözlerime sonbahar hakim, yanaklarımda yağmurlar.
Hasret dallarına konmuş güvercin misali.
Yelkeni parçalanmış sal gibiyim,
Kırbaçlanır her gün yüreğim.
Gurbetin sessiz türküsü gırtlağıma tıkanmış,
Salkım salkım damlar hasretin içime...
Şu karşı dağlarda yükselen çoban ateşine yansır gözlerin,
Gecenin bir ayazında cigara ziftlenir, dumanından okurum seni...
Çatlayan avucumun içinde, resmine bulanır gözyaşlarım.
Ey benim sarı yoncadan nazlı maralım, Ne zaman yakınlaşır uzaklar ?
Buralarda şehir dağ gibi düşer üstüme,
Zaman bir adım önümde,
Güz aylarına mahkum çıplak çınar ağacı gibiyim.
Dudaklarıma bulanır, gözlerimden akan sen...
Nemrut yamaçlarına yapışmış bir dal gibiyim.
Köklerim yorgun...
Dön artık ne olursun.
Nefesim seni ararcasına,
Hergün beni biraz daha terk ediyor...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Haziran 2006       Mesaj #2960
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Alev Damlaları

Bendim, gidişine böyle üzülen...
Hasrete dolanan elim ne yapsın?
Alev damlaları olup süzülen,
Dinmeyen gözyaşı selim ne yapsın?

Kimse yanmadı böyle severek.
Özlemin zindanı, bize ne gerek,
Ayrılık olmasın, gitme diyerek:
Yalvaran yakaran dilim ne yapsın.

Güneş'in akışı uf'ka ererken,
Nereden ne zaman gelecek derken,
Yolunu gözleyip seni beklerken;
Elimde kuruyan gülüm ne yapsın?

Şu kalp başkasını benimsedi mi,
Adından başka isim dedi mi,
Ölene dek seni istemedi mi,
Olmaza düşen emelim ne yapsın?

Şığmıyor hasretim taşar setinden,
Uzağa düşmüşüm sezgi yetinden,
Umutsuz kalbimin His Demeti'nden:
Yüreğimden kopan telim ne yapsın?

Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya