Sis
sobelendim, yumuyorum...
Sis perdesinin gölgelendirdiği pencere görüntüsünün
Arka cephesinden geçiyor flu, sakin bir gece
Krizantem parçacıkları dağılmış uçurumlar
Şimdi, görünmeyen bir deniz var
Tüm sabıka defterlerimde – kimse bilmiyor
Kayıtlarda, mazbatalarda, belgelerde
Silik pencereden bir tuval var
Her baktığında öncekinin ağırlığından kurtulan
Savrulmuş bir kağıt gibi gidiyorum sisin içinde
Sis içimde, alıngan, aşağılayıcı bir dışavurum
Gecenin kınına girmesi sancının damarlarla köprüsü
Konuşan bir soğuk kulaklarımda uğuldayan
Tüm şehrin çığlıklarını duyamaz sarhoşlar, belki biraz
Belki hiç, belki çoktan seçmeli bir zaman içindeyim,
Bildiğimi sanıyorum, Sis içinde diz çökmüş bir çocuk sobesi
Saklanmış bir kağıt gibi çıkarıldım naftalinlerin arasından
sıram geldi,
Yumuyorum.
Sandıklar açılıyor, garip bir koku vuruyor boşa
Yayılıyor, derin, ağır atıl bir şey bu naftalin...
Geçmişin kokusu yapıştığı yerden çıkmıyor,
Sokak lambalarının altında barınağın külliyatı
Sorgusuz, şimdi yarı görünür bir deniz var
Tüm sabıka defterlerimde – bazıları biliyor
Çakmak taşlarında, rızlalarda, kükürtte
Silik pencereden loş bir tiyatro var
Her oynandığında bir öncekiyle aynı duran
Uçurumdan düşen bir çakıl taşı gibi gidiyorum sisin içinde
Sis içimde, soluksuz, son sürat bir metropol maskaralığı
Kibir gibi bir duvar örüyorlar ruhbanlar önüme
Kaçıyorum, kovalıyor, önümde duruyor sis – sağol
Tüm şehrin aşklarını nasıl hisseder ki ******lar?
Belki biraz, belki hiç, belki çoktan seçmeli bir yalnızlığın içindeyim,
Biliyor muyum? Sis elinde tabanca bir rus ruleti
Sıkıştırılmış bir barut gibi çıkmalıyım demirin mayasından
Sıram geldi,
Yumuyorum.
Kabzasından kavrıyorum – ne kadar ağır bir külfet sorgusuzluk
Park simsarlarıyla dost oldum, sağır kaldım meteliğin şıngırtısına
Duruşuna, pahasına duyarganın.
Sokak lambalarının altında bir şehir krokisi
Eskiyen, yaşlanan, gözlerinin altı kırışmış
Seyir defterini yakmış bir kaptan çıkageliyor denizden.
Denizi anlatıyor bin usul,
Denizden bir tutam tuz koyuyor yaralarının üstüne
Deniz kokuyor, tuzlu, karanlık, sisli bir gece dümende
Şekilsiz, şimdi apaydınlık bir deniz var
Tüm sabıka defterlerimde – herkesler biliyor
Pusulalarda, limanlarda, iskele babalarında
Kamara penceresinden yarım kalmış bir sinema var
Oynadığında şiir gibi ağır, hiçliğe bağlı
fırtınada sürüklenen bir şilep gibi gidiyorum sisin içinde
sis içimde, damarlarımda, bedenimi kaplamış,
göstermiyor mu yoksa beni?
Sis içimde, sessiz, derin, kifayetsiz bir sorumluluk kaçaklığı
Kibirden bir korsan düşürmüşler ruhbanlar peşime
Yüzüyorum, yüzüyor, yüzbin yıllık yüzüşlerde
Önümden çekiliveriyor sis – nereye gittin?
Tüm şehrin hayatlarını bilir miyim sanıyor bunlar?
Belki biraz, belki hiç, belki çoktan seçmeli bir sınavın arefesindeyim,
Artık biliyorum, sis gelip geçici bir paravan eskizi
Açıldığında yine herşey aydın, yine hergün aynı
biliyorum, Saklanan bir çocuğum sobenin içinde ben
Sisim kalktı, zaman doldu, ucunda yine sobeci olmak var.
O halde çıkıyorum!