Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 513

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.439.527 Cevap: 12.492
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5121
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Üşürüm

Sponsorlu Bağlantılar
Yıldızları sökerim bir bir,
Gecenin yüreğinden.
Ay ışığı ile aydınlatırım geleceğin yolları,
Gelmeyeceksen ölürüm.
Sen yoksan yaşamak niye?
Gecenin başladığı yerden,
Buz gibi derin sulara bırakırım bedenimi.
Süzülürüm usulca derinlere.
Yakamoz vurdukça her gece üzerime.
Üşürüm...
Sensizliğe,ölüme üşürüm...

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5122
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Berkley

Sponsorlu Bağlantılar
Behey
Berkley!
Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.
Behey
Berkley,
Behey Allahın
Cebrail şeklindeki Ezraili,
Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
Hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
Hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni İskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
Hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!
Behey
Berkley!
Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
Kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve Allahın peskoposu!
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!
Her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin.
Sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
Her kitabın
diz çökmüş önünde Rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
Biz İsanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!
Behey
Berkley!
Behey tilkilerin şahı tilki!
Çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip Allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
Kaçma dur!
Her yol Romaya gider,
— bu belki doğrudur —
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
Bu bir hakikat
— hem de mutlak cinsinden — !
İşte sen
işte senin felsefen:
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«Fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
Dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!
Şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
Ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de Allah hakikî.
Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
Senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
Yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
Diyelim ki senden evvel baban yok
İsa gibi.
Yine fakat bacakları arasından çıktığın
Meryem gibi bir anan da mı yok!
Diyelim ki yapyalnızsın
Turu Sinada Musa gibi,
ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
Çok yalan söylemişsin çok.
Sen emin ol ki Berkley
— olmasan da zarar yok —
bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
— eldivensiz cinsinden —
Neyleyim?
Neş'e kavganın musikisidir.
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
neş'e ... iyi şeydir vesselam,
— baş döndürmezse eğer —
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
Kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!
Dinle Berkley!
— dinlemesen de olur —
Biz dinleyelim:
Beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
Ona balı dolduran
arıdır hayat.
Aldığımız hislerin
sonsuz derin
pınarıdır kâinat!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
Biz onun parçaları,
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
Biz o bacaksızların
— ******* inkâr etmeyen cinsi —
Çünkü biz
emredenlere emir verenlerden değiliz!
Bağlıyız toprağa
kalın halatlar gibi kollarımızla!
Çelik dişleri şimşekli çarklılar
koparırken kara toprağın esrarını,
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu;
kehkeşanların
gümüş aydınlığında!
Görmüşüz,
görmedeyiz
yılların yollarında toprak oluşunu
kızıl kadife dudaklı kızların!
Çiziyor hareketi gözlerimize
sonsuz maviliklerde
kuyrukluyıldızların
sırma saçlarından kalan izler.
Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..
Şu denizler,
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
rüzgârların uğultusu.
Şu ipi kopmuş
inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
şu bir damla su,
uzaklaştıkça, yaklaşılan
hakikati gizler..
Her yeni ummanla beraber
bir yeni imkân!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
Behey!
Berkley!
Behey bir karış boyuna bakmadan
Karpatları inkâr eden cüce!
Ahrete gittiysen eğer
oradan bir taç gönder,
süslemek için Allahının kafasını!
Fakat buradan
topla hemen tarağını tasını,
Haraç mezat!
Haraç mezat!
götür pazara bir pula sat:
Topraktaki saltanatın
göğe çıkan tahtını!
Yok üstünde tabiatın
tabiattan gayri kuvvet!..
Tabiat geniş
tabiat derin
tabiat uçsuz bucaksız!..

eros_sonya - avatarı
eros_sonya
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5123
eros_sonya - avatarı
Ziyaretçi
MUHAREBE GÖRMÜŞ BİR ADAM ANLATIYOR

Muharebede ne ölüm korkusu gelir
İnsanın aklına
Ne, evi barkı düşünürsün
Gezin üst kenarın ortasından
Arpacığın tepesinden
Beğendiğin yerini seçersin hedefin
Tetiği elin titremeden çekersin

Artık karşındaki sana benzemez
O da küçük bir dükkân işletir memleketinde
O da karısını sever
Onun da senin gibi
Küçük bir çocuğu var
Aklına bile gelmez
Artık senin yaşaman için
Onun ölmesi lâzımdır

NECATİ CUMALI
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5124
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ceviz Ağacı

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin

Elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5125
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
**** O Gözlerin...****

O gözlerin bana hiç yalan söylemedi.
Konuşan dilin dudağın söyledi de,
O gözlerin bana hiç yalan söylemedi...
Dilin söyledi,
Dudağın söyledi de...
O gözlerin bana hiç yalan söylemedi!

Bazen nemlendi,
Bazen ıslandı...
Bazen çok kızgın,
Bazen uslandı...
Bazen kederlendi,
Bazen yaşlandı,
O gözlerin bana hiç yalan söylemedi!

Doğru baktı,
Eğri baktı...
Ama hiç yalan söylemedi...
O gözlerin bana bakmadan edemedi!
Tatlı konuşan dilin var ya...
Çok yalan söyledi de,
O güzel gözlerin hiç yalan söylemedi...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5126
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Açlık ordusu yürüyor

yürüyor ekmeğe doymak için
ete doymak için
kitaba doymak için
hürriyete doymak için.

Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
yürüyor ayakları kan içinde.

Açlık ordusu yürüyor
adımları gök gürültüsü
türküleri ateşten
bayrağında umut
umutların umudu bayrağında.

Açlık ordusu yürüyor
şehirleri omuzlarında taşıyıp
daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
fabrika bacalarını
paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşıyarak.

Açlık ordusu yürüyor
ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

Açlık ordusu yürüyor
yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
yürüyor ayakları kan içinde.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5127
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hem Beni Kandırıyorsun Hem Kendini


Bekleyeceğine gecelerce beni
Bir kerecik arasaydın
Senin uğruna ölen bu cesedi
Hiç unutmadım o sözünü
'Hem beni kandırıyorsun hem kendini'

İçindeysem eğer aylar sonra bile
Ne işin var başkalarının ellerinde?
Ne işin var o sitelerde?
Hiç unutmadım o sözünü
'Hem beni kandırıyorsun hem kendini'

Kaderim seni bensiz bırakmak değildi
Sen terk ettin unutma
Son konuşmada akan gözyaşı benimdi
Asla unutmam o sözünü
'Hem beni kandırıyorsun hem kendini'.

Ben de düşünmüyorum artık bazı şeyleri
Kendimi düşünmeye çalışıyorum sadece
Onarıyorum yıkıp gittiğin içimdekileri
Fotoğraflarını görmezsem hatırlamıyorum bile yüzünü
Unutursam ********im o sözünü
'Hem beni kandırıyorsun hem kendini'.

İyi bilirsin benim sevince nasıl sevdiğimi
Nefretimin ve kinimin asla bitmeyeceğini
Yalanım yok sevgim bitmedi
Zaten zor olan da bu ya
Hem sevgini taşıyorum kalbimde hem nefretimi
Bu sefer ben sana söylüyorum "Başkalarının Prensesi"
'hem beni kandırıyorsun hem kendini'.

Çok tene dokundum unutabilmek için seni
Başka kollarda arınmak,temizlemek için kirlettiklerini
Yanılmışım...
Her dokunuş yüzlerce kez hatırlattı bana
Her dokunuş binlerce kez alevlendirdi aşkının ateşini
Sana olan sevgim aşkım sevdam
Senle yaşadığım her an
Gerçeğin ta kendisiydi,yemin ederim
ben ne seni kandırdım ne de kendimi.

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
31 Temmuz 2006       Mesaj #5128
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Ufuklardaki ben...

Sırtımı döndüm
Yalana, riyakârlığa
İnsanı insandan
Tüm ayıranlara
Tarihsel ayrılıklara
Kin dolu savaşlara
Zulme, zorbalıklara
Bencil karanlıklara
İnsanı köle kılan
Hükümranlıklara

Ufka yöneldim
Ufuklar arasında

Açılım, insana, insanlığa
Açılım, karanlıktan aydınlığa

Kucaklamak aydınlıkta
Bütün insanları ufukta

Denizle gök arasında
Ovalarla dağlar arasında
İnsanlarla doğa arasında
Tanrıyla insan arasında
Hayaller kurdum insanlığa
Karanlık sanılan ufuklarda
İnançla doğan aydınlıklara
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #5129
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kültürler Kavşağı...



Kusursuz bir işçilik.
Aşkla, sevgiyle yontulup perdahlanmış,
Belki de, acıyla yoğrulmuş,
Emek ile, ter ile şekillenmiş,
Büyük taş bloklar,
İşlemeli kapılar...
Yüzyılların sararttığı,
Taş konaklarla süslü,
Her taşın tanıklığında,
Her evin ayrı bir hikayesi,
Ayrı bir gizemi ve sırrı olan,
Her taşı tarih kokan bir şehir,
Bir taş yapı simgesi...
Doğaya, taşa, toprağa ve güneşe saygılı,
İklime ve insana dost,
"Marduk" kuralları geçerli burada...
Yazılı olmayan,
Ama Babil'den beri geçerli olan yaşam kuralları;
Kimse,
Kimsenin güneşini, havasını kesmez,
Kimse,
Kimsenin suyunu kirletmez...
Zamana karşı bir direnişe tanık olursunuz,
Zamanın durduğu bu kentte.
Öykülerle bezeli bu kent... Mardin...

Mezopotamya'da,
Bir dağ yamacında kurulmuş,
Kervan ve savaş yolları olmuş bin yıllarca.
Timur, Kustus, İskender ve diğerlerinin,
Hep ağzını sulandırmış...
İçinde,
Çeşitli dinlerin ve dillerin,
Kapı komşu yaşadığı;
Müslümanlar, Kameriler ve Museviler,
Süryani, Ermeni, Keldani ve Yezidiler,
Kürtler, Araplar, Çeçenler ve diğerleri
Bir dinsel ve dilsel mozaik...
Hiçbir din ve dil baskın olmamış diğerine,
Yaşam damarını kesmemiş, gücü elinde bulundurduğunda...
Sevgi, saygı ve hoşgörü bir gelenek buralarda,
Nusaybin'de Zeynel Abidin Camii,
Süryani bir usta ve oğulları tarafından inşa edilmiş...
Deyru'z- Zafaran Manastırı'nın alt katında;
Tavanı, "Kilit Taşı" ile ayakta duran,
Harçsız, dev taş bloklarla örülmüş
Zerdüşti ateş ve güneş tapınağı,
Rahatsız etmemiş bugünkü sahiplerini.
Ve korumuşlar gözbebekleri gibi,
Bugüne taşımışlar hiç gocunmadan,
Binlerce yıllık bir kültür abidesini.
Büyüleyici ve muhteşem bir insanlık mirası... Bu şehir Mardin...

Sapsarı,
Safran sarısı bir gün ışığında,
Mor lacivert akşamlarda,
Üzerine kurulduğu dağa yaslanıp,
Mezopotamya ovasını seyre dalar.
Yüzyılların yorgunluğunu;
Aşağıda dalgalanan yeşil denize,
Üzerinde yaşayan insanlara,
Taşa toprağa ve tüm canlılara
Sevgiyle, coşkuyla bakarak atmaya çalışır,
Kentin yaşlıları gibi...

Yaşlılar;
Çarşıda,
Kapı önlerinde,
Kaldırımlara konulan,
Alçak iskemlelerde oturur çoğu zaman.
Bir yandan serinlenirken gölgede,
Bir yandan da,
Tespih çekilir, tütün sarılır,
Geçmiş yad edilir,
Doyulmamış yaşama,
Ve
Yaşanmamış anlara derinden bir ah çekilir...
Biraz sonra,
Sıcak bir yağmur yağar,
Ve yıkamaya başlar,
Kentin,
Dar ve biçimsiz sokaklarını,
Yaşanmamış anlarla beraber...

Dantel gibi işlenmiş evler;
Çoğunun girişinde geniş merdivenler,
Heybetli sütunlarla desteklenmiş sahanlıklar,
İçerden açmak için,
Bahçe kapısı mandalına bağlı uzunca ipler,
Güneşi boylu boyunca alan,
Dar ve uzun odalar,
Seyrine doyum olmayan cumbalar,
Yol veren abbaralar...
Buralarda ne sevdalar,
Ne acılar,
Ne sevinçler yaşandı kim bilir..

Güneş;
Bütün ihtişamı ve tüm çıplaklığıyla,
En güzel renklerini buraya taşır,
Sarı, tüm tonlarıyla,
Bir renk akustiği oluşturur dağda, ovada.
Renk sıtmasına tutulur, toprak ve su.
Debelleşir tatlı bir heyecanla,
Bu sancının ürünü,
Muhteşem bir doğum olur,
Güneşin altın renginde,
Üzüm, zeytin, incir ve nar...

Geleneklerin belirlediği haşin bir yaşam.
Kahve içmekten,
Konak ağırlamaya,
Düğünden ölüme
Yaşama yön veren ritüeller,
Uyulması zorunlu katı kurallar...
Bazen de güçsüze, yurtsuza,
Uçsuz bucaksız bir sığınak olur.
Zamansız zamanlarda,
Şiirsel zamansızlık,
Çağlar ötesi kültürlerin harmanladığı,
Kültürler kavşağı...

Dirlik, düzen ve gücün sembolü,
Siyah kıl çadırlarda düğün ve taziyeler;
Sohbet, barış ve dostlukta,
Bazen de ölümde Acı kahve "Mırra",
Büyük bir huşu ve saygıyla,
Sunulur misafire.
Konukseverlik;
Buralarda bir ibadet gibi,
Bir ayine hazırlanır gibi,
İkrama hazırlanılır,
Kurallarıyla, adetleriyle...
Öyle ki;
Kestiği hayvanın başı ve organları bile,
Büyük tepsilerdeki yemeğin üstüne konur,
Misafire saygı ifadesi olarak...

İp atlayan,
İstop, körebe, saklambaç oynayan çocuklar,
Karanfil kokan kırık leblebi...
Hafif is kokan mis gibi yoğurt,
Toprak gibi kokan toprak,
Damlarda beslenen keklikler,
Taklabaz güvercinler,
Gökyüzünün yorgan olduğu,
Yıldızların şarkı söylediği yaz akşamları,
Gündüzleri,
Van Gogh'un resimlerindeki mutluluk güneşi,
Akrep ve Yelkovanın koşmaktan yorulduğu,
Zamanın durduğu,
Dokunulmamış zamanlar;
Geçmişin ve geleceğin o an yaşandığı,
Çocuksu, özgür ve insancıl zamanlar...

Tek bir dilin sözcükleri değildir,
Burada konuşulanlar.
Birkaç ayrı dil konuşulur şehrin sokaklarında,
Ama herkes her sözcüğü anlar,
Kendisine lazım olacak kadar...
Bir yanda;
Camilerde okunan ezan,
Bir yanda;
Aziz Petrus'tan bu yana,
Zangoçun çaldığı çan,
Diğer tarafta;
Doğan güneşe saf tutan insanlar...
Bu kadar baştan çıkarıcı,
Sürükleyici,
Davetkâr,
İnsanı başka alemlere götüren,
Şaşırtan,
Ağlatan,
Güldüren bir mekan,
Yeryüzünün hiçbir yerinde yoktur...
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
1 Ağustos 2006       Mesaj #5130
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
İstanbul da Beni Kaybetti...

Bugün İstanbul da hayat bir başka
Sevgililer, aşıklar kıskandıramıyor beni!
Sevmiyor deniz, görmüyor gökyüzü,
Beni ve sevdiğimi
O vefasız beni burada bırakıp gideli

Aşığım sana ve senin yaşadığın İstanbul’a!
Deniz git diyor, dalgalar ise
Bırakmıyor beni rüyamda
Bir ayağım adım atarken sonsuz ufuklara
Diğeri çakılıp kalır seninle sevdiğim İstanbul’a

Sevmiyor artık beni hiç kimse
Sen sevmeyeli beri
Ben de unuttum sanki
O senli o mutlu o eski İstanbul günlerini!
O vefasız beni burada bırakıp gideli

Ah İstanbul ah!
Yedi tepeli eşsiz varlığında
Beni kaybeden artık tek ben değilim,
O vefasız burada bırakıp gideli
Sen de kaybettin beni!

Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya