Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 565

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.439.611 Cevap: 12.492
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5641
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sisler Bulvarı

Sponsorlu Bağlantılar


elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı

sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarı'nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlik bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlıyamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum

Kaynak: Sisler Bulvarı - 1954

Attilâ İlhan
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5642
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İki Şey

Sponsorlu Bağlantılar
Ölürsem, senin açtığın yara öldürür beni
Yaşarsam ilacım yine sen,
Şimdi iki şeye tutunarak yaşıyorum bu diyarda
Umutsuzluk yaraşmazsa da bize
Bir sahil kentinde
Bir sana tutunuyorum
Bir de seni onca sevmeme rağmen
Sana olan pusulasız kinime,
Garip değil mi
Yine çocukluk etme diyeceksin belki de bunun üstüne,
Olsun..
Ne senden geçerim
Ne de sana olan kinimden,
Senden öğrendim aslında ikisini de..

Her gün, görmekte alışkanlığımsın
Her saat yeni bir şiir
Her dakika kabulümsün düşümde
Seni alıp veriyorum havaya her saniye
Nefesim sensin
Sensiz yaşamak haram!

Ama yine de gitmiyor kabullenmeyişim, aklımdan
İlk gün gibi tazeleniyor acım seni görünce
Ben ne eyleyeyim sen söyle
Sensizliği kabul ölümlerden de beter,
Sensiz de yaşamak haram
İntihar da büyük günah oysa
Çıkar bir yol göster bana,
Sana asıl kinim bu yüzden..

Varsın bu haram saltanat senin olsun
Biz kendi derdimizle dertlenelim yine
Belki çaresi derdimizde saklıdır
Belki ölüm bize senden daha yakındır..

TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5643
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi


Dost Bildiklerim


Sanırdım gündüzdü onlarla gecem
İçimde ümitti dost bildiklerim
Ne zaman yıkılıp yere düştüysem
Bırakıp da gitti dost bildiklerim
Hepsi varken baharımda, yazımda:
Kışın bir burukluk kaldı ağzımda
Seneler senesi oysa gözümde
Cihana eşitti dost bildiklerim
..........
..........

Ümit Yaşar Oğuzcan
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5644
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Istanbul Destani



Istanbul deyince aklima marti gelir
Yarisi gümüş, yarisi köpük
Yarisi balik yarisi kuş
Istanbul deyince aklima bir masal gelir
Bir varmiş, bir yokmuş

Istanbul deyince aklima Gülcemal gelir
Anadolu'da toprak damli bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarindan
Direklerinde güller tomurcuklanir
Anadolu'da toprak damli bir evde çocuklugum
Gülcemalle gider Istanbul'a
Gülcemalle gelir

Istanbul deyince aklima
Bir sepet kinali yapincak gelir
Şehzadebaşi'nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kiz yanaşir insafsizca dişi
Boyuna posuna kurban oldugum
Kalin dudaklarinda yapincagin bali
Tepeden tirnaga arzu dolu
Sam yeli sögüt dali harmandali
Bir şarap mahzeninde dogmuş olmali
Şehzadebaşi'nda akşam üstü
Yine zevrak-i derunum
Kirilip kenara düştü
Istanbul deyince aklima Kapaliçarşi gelir
Dokuzuncu Senfoniyle kolkola
Cezayir marşi gelir
Dört başi mamur bir gelin odasi
Haraç mezat satilmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmali tombul bir ut
Tamburi Cemil Bey çaliyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Pasli Acem kiliçlari
Amerikan kovboylari
Eller yukari

Ne kadar da beyaz elbiseleri
Amerikan deniz erleri
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
Sütten duru buluttan beyaz
Beyazin böylesine ölüm yakişir mi dersin
Yakişmaz
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler
Kan rengi, barut rengi, duman rengi
Kin tutar kir tutmaz

Istanbul deyince aklima
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi pasli bir örümcek agi gibi
Gerinir Beykoz'da
Kimi Fenerbahçe'de yan gelir
Dalyanda kirk tane Orkinos
Kirk degirmen taşi gibi dönmektedir
Orkinos dedigin baliklarin şahi, Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde agaçlar devrilir
Kan çanagina döner dalyanin yüzü
Camgöbegi yeşili bulanir
Bir çirpida kirk Orkinos
Reisin sevinçten dili dolanir
Bir marti gelir konar direge
Atilan Kolyosu havada yutar
Bir başkasini beklemez gider
Balikçi gülümser tatli tatli
Adi Marikadir bu martinin der
Her zaman böyle gelir böyle gider

Istanbul deyince aklima Adalar gelir
Dünyanin en kötü Fransizcasi orda harcanir
Çalimindan geçilmez altmişlik madamlarin
Agzi dili olsa da tenhadaki çamlarin
Görüp görecegi rahmeti anlatsa insanlarin

Istanbul deyince aklima kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kiskanir
Ama şu Kizkulesinin akli olsa
Galata kulesine varir
Bir sürü çocuklari olur

Istanbul deyince aklima
Tophane'de küçücük bir sokak gelir
Her Allahin günü kahvelerine
Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanir
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarinda kirli pasli bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün
Kiminin sirtinda perişan bir küfe
Kiminin sirtinda nakişli semer
Şehrin cümbüşüne katilir gider
Kalin yagli bir kolana koşulur
Piyano taşirlar omuz omuza
Kendinden agir yükün altinda adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alirlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alirlar mi dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
Derken
Karşi radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin
Haciyagina bulanmiş sesiyle esner:
Gami sadiyi felek
Böyle gelir böyle gider

Istanbul deyince aklima
Stadyum gelir
Güne güneşe karşi yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudaginda Istiklal Marşi
Bulutlar atilir top top pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydinlik içinde eririm
Canim agzima gelir sevinçten hilafsiz
Isteseler bir gelincik gibi koparir veririm

Istanbul deyince aklima
Stadyum gelir
Kanimin kariştigini duyarim ilik ilik
Memleketimin insanlarina
Daha fazla sokulmak isterim yanlarina
Ben de bagiririm birlikte
Avazim çiktigi kadar
Gögsümü gere gere
Ver Lefter'e yaz deftere
Stadyum gelir
Istanbul deyince aklima
Binlerce insanin ayni anda
Ayni şeyi duymasindan dogan sevincin
Heybetini düşünürüm
Birbirine eklenir kafamda
Binler yüzbinler milyonlar
Sonra bir misra havalanir ürkek
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

Istanbul deyince aklima
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Demindenberi dilimin ucundasin Orhan Veli
Demindenberi senin tadin senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yarali bir güvercin misali
Başimin üstünde dolanir durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabi bilir
Deli eder insani bu şehir deli
Kadehlerin çinlasin Orhan Veli

Istanbul deyince aklima Sait Faik gelir
Burgaz adasinda kiyida
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balikçi gencelir küçülür
Ikisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün Istanbul'u dolaşirlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da marti yumurtasi toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarisi
Sabaha Galata'dan geçer yollari
Maytaba alacaklari tutar kahvede
Zararsiz bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktirmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce aglarlar

Istanbul deyince aklima
Sait Faik gelir
Taşinda topraginda suyunda
Fakirin fukaranin yanibaşinda
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kildan ince kiliçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

Istanbul deyince aklima
Sait'in son yillari gelir
Hey Allahim en güzel çaginda Sait'e
Dört beş yil ömrün kaldi denir
Sait Sait olur da nasil dayanir
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
Ihtiyar balikçi pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açilir
Bir yeşil ki cigerine işler adamin
Bir yeşil ki kasip kavurur
Küçük mavi çocuk
Ihtiyar balikçi
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
Istanbul çalkalandikça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadikça yaşasin Sait'in şiiri

Istanbul deyince aklima
Sabiyem gelir
Sabiyem boynundan büyük bir demetle
Sariyer'den gelir Pendik'ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasil
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslini ararsan çingenedir
Tepeden tirnaga güneştir
Topraktir
Anadir
Analar içinde bir tanedir
Biri sirtinda biri memesinde biri karninda
Karni her daim burnundadir
Canini mendil gibi takar dişine
Yürekten birşeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çikar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem masa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çiksin falin
Cani çikar Sabiyemin fali çikmaz
Sonra anlatir dün gece başina gelenleri
Görürüm üryamda bir sari yilan
Cenabet ugraşir durur benimlen
Uyanir bakarim benim bebeler
Yatagin ucuna kaymiş
Ayagimin parmaklarini emer

Istanbul deyince aklima
Bir basma fabrikasi gelir
Duvarlari uzun masalari uzun sobalari uzun
Dal gibi dalyan gibi kizlar çalişir bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakin
Al topuklu beyaz kizlar dalga geçmeyin
Dişarda agaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin agaçlardan ayirdiniz bizi
Dişarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dişarda dişarda dişarda
Mevsim gürül gürül akip gidiyor
Ondokuz yaşinda Eyüplü Gülsüm
Dalmiş beyaz köpüklü akişina ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
Ipegin akişina doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oglana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakiz gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çikmaz
Perdeler yatak çarşaflari çoluga çocuga çamaşir
Sakiz gibi agarmiş bir top Amerikan bezi
Gülsüm'ün gözleri kamaşir
Üçüncü oglani dogururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm'lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettigin bulsun

Istanbul deyince aklima
Agzina kadar sogan yüklü bir taka gelir
Sülyen kirmizisi üstüne zehir gibi yeşil
Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan
Yaz demez kiş demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pasi gelir dilime
Nabzimda duyarim motorunun hizini
Canimin içine sokasim gelir
Iri kalçalari pullu denizkizini

Istanbul deyince aklima
Takalar gelir
Alçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i Deryadir adlari ya Şimşir-i Zafer
Istanbul deyince aklima
Koca Sinan gelir
On parmagi on ulu çinar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardisira
Isli pasli yetim
Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5645
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İkimiz de Aşığız



uykuya yatmadan
gözyaşına uyanan gözlerle
aramalarım seni bulmak için değil
belki yüreğim aş eriyor
gecenin üçünde...

duymak,
yıkılırken yaprağı dalından
duvarlara dikmek tüm alıcılarımı
gelişini önceden görmek için değil
dağınık yakalama toplu bıraktığını...

sınırlarını ihlal ederken aklımın
kendine yetmeyen düşüncemde
kirli bir mahkeme
seni karalamak için değil bu duruşma
aklamak adını
tek fail olduğun halde...

silkindiğimde üzerimden düşersin diye
ıslak yaşadım nice zamandır
yirmibeşinci saatin olduğunu
başkası söylese deli,
sen söylersen mutlak vardır...

aşk;
aramaksa,
duymaksa,
aklamaksa,
inanmaksa...
ikimiz de aşığız!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5646
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sebil ve Güvercinler



Çözülen bir demetten indiler birer birer,
Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun.
Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun,
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber
Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun,
Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun!
Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler...

En son şarkılarını dağıtarak rüzgâra,
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.

Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar,
Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgâr
Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler.



Ziya Osman Saba
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5647
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sesimi sesinin üstüne koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı

Sesini sesimin üstüne koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr

Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla

Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr

Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi

Yüreğimde mezarlar açma artık
elimde kırbaçları tutuklu rüzgâr

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisi gibi düşmanım
ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr

-Söyle kim hak kazandı ölüme
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5648
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi


Ben Sana Demir Attım İstanbul


Önce uzaktan sevdim seni,
Sonra sevdalandım İstanbul.
Uslanmaz bir aşık gibi,
Ben sana yandım İstanbul.

Nice dalgalarla boğuştum,
Nice denizler aştım.
Nice fırtınalar yedim,
Geldim, sana ulaştım.
Kaldırımlarında yürüdüm akşam sabah,
Meyhanelerinde içtim.
Kuşlara yem verdim cami önlerinde,
Parklarında sevdalımla buluştum.
Bir liman gibi sığınmış kollarında her kul,
Ben sana demir attım İstanbul.

Bilmiyorum kaç bahar yaşadım,
Kaç mevsim tükettim sende, saymadım.
Yudum- yudum içtim seni,
Buram- buram kokladım, doymadım.
Bir yar gibi kollarında,
Her gece seninle yattım İstanbul,
Ben sana demir attım İstanbul.

İşte karşımda yıldız- yıldız adalar,
Uzatsam ellerimi,
Dokunurum bel ki.
Heybeli, Burgaz, Kınalı,
Kadıköy, Bostancı, Küçükyalı.
İçinde ne güzeller gördüm, ne kadınlar tanıdım.
Kimi ince uzun boylu, kimi tombul,
Ben sana demir attım İstanbul.

Dün Galata köprüsünde,
Olta attım, balık tuttum.
Bazen dolu geldi, bazen boş.
İki güzel gelip durdu yanıma,
Beni seyrettiler uzun- uzun.
Takıldı bakışlarımız ansızın,
İnan kendi adımı unuttum.
Elinde karanfil vardı birinin, ötekinde gül,
Ben sana demir attım İstanbul.

Bir yaz günü üç- beş kafadar,
Binip bir motorluya akşamdan,
Dolaştık boğazı, sabaha kadar.
Büyük bahçeli saraylar gördüm nakış nakış,
Yanında, eskiyip dökülen konaklar vardı.
Kim bilir, ne günahlar işlendi içinde,
Ne aşklar yaşandı.
Bebek, Tarabya, Sarıyer, Kavaklar,
Herkes aleminde sazında,
Havalar coşkulu, gönüller hoş.
Düşünmüyor hiç kimse, ne para, ne pul,
Ben sana demir attım İstanbul.

Sende şairliğim depreşti,
Sende aşık oldum, sende sevdalandım.
Sende tutuştu yüreğim, ben sende yandım.
En güzel şiirlerimi sende yazdım,
En güzel kadınları sende tanıdım.
Kimi genç kız, kimi dul,
Ben sana demir attım İstanbul...
Kazım Üçok
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5649
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İkimiz,Gökyüzü,İkimiz,Zaman



Ne ben mutlu,
Ne de sen...
Ya ben öyle sanıyorum,
Yada keyfin yerinde,
Bilinmez bir şehirde...

Ne gökyüzü renkli,
Ne de yıldızlar...
Ya bana öyle geliyor,
Yada hiç rengi yoktu yıldızların..
Gökyüzü senle renkliydi yada...

Ne izmir izmir,
Ne başka bir yer başka bir yer...
Ya bana öyle geliyor,
Yada hiç güzel değildi izmir...
Seninle güzeldi yada...

Ne yıllar çabuk geçmekte,
Ne günler hızlı...
Ya bir bana yavaş,
Yada hiç yavaş olmadı yıllar...

Yada sensizliğimde bana inat zaman,
Bana acımasız,
Bana yavaş...
Ya ben öyle sanıyorum,
Ya kuruntu bunlar,
Ya sensizlik başıma vurdu,
Dayanamadım yada...
Eriyorum,
Sensizim,
Ölüyorum...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #5650
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Zambak

"Ve acubeler güpegündüz kör gözlü."
Zambak yenen bir ova burası
Zambaklar ıslak, çıtırdak
Çiğ damlası henüz pişti
Ve ne? Ben bu kadar veled
Hırpani misin, yoksa hırpalaşma
Haşur huşur bu sesler yiten
Biten havada kuşlar konmaz
Konmaz gelmek beklemek demek
Kon yakama minik serçe kuşu
Kon ki kontiki kikiriki
Sen ki benden büyüksün
En büyük bizimdir
"Bu karanlık özgür bakışlar."


Boğaz Gezintisi

Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Gelip geçmiş!

Vapurlar değil, Boğaz'dan geçen;
Boğaz'dan yalılar geçiyor,
Toplamış bulardan eteklerini...
Dairesine çekilen bir saraylı gibi
Yalılar gelmiyen alemlerine gidiyor
Bırakıp bu sessiz gecelerini.

Çekip almış kuşların kanatlarından rüzgarını
Asırlık rüyalarında yalılar
Uykuların mahmurluğu saçaklarını sarmış.
Saz sesleri gelmiyor kıyılardan.
Ne geçen yazlardan bir haber var,
Ne gelecek baharlardan.
Kim bilir kaç deniz geçmis uykularından.

Başbaşa kalmış iki hisar
Beklemekte sönük sahilleri.
Artık eski harpleri anlatır taş duvarlar
Kıyılarından geçen balıklara.
O balıklar ki dedeleri
Şarkılarla beslenmişti geceleri.
Şimdi sulara düşen çürümüş tahtalar
Dalgalarda son oltanın yemleri.

Bir zamanlar şen yaşamış yalılar
Işıklı bir ziyafet sofrasında.
Renklerini deniz almış götürmüş,
Küllerini alev alıp savurmuş.

Deniz kenarında denizsiz kalmış yalılar.
Ortaklığı ayrılmış kıt'aların
Anadolu günden güne Rumeli'ye küsmüş

Bugün biz değiliz bakan yalılara;
Yalılar boynu eğik bize bakıyor
Biz değiliz sarkan hatıralara...
Göğüs gererek dalgalara
Yalılar bir hayal için denize sarkıyor
Yalılar bize bakıyor, denize bakıyor.

Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Gelip geçmiş!

Özdemir Asaf



Cigarayı Attım Denize

Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin

Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun

Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cigara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu

Cemal Süreya
Son düzenleyen Blue Blood; 6 Ağustos 2006 04:58

Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya