Yüreğinin eski sandıklarından çıkardığın mutsuzluklar,
Ve mumyalanmış umutlar götürdüler seni
Gece gibi kara kaoslarının merkezine.
Kimbilir,
Karanlıklar prensidir belki senin özlediğin,
Belki tanıdığın, belki de hiç görmediğin...
Sen,
Bir hayal dünyasında gibi kendinle,
Bir an gibi benimle kaldın...
Ben bütün ışıklarını yaktım koridorların.
Attığım her adımın ardında hem,
Gün gibi aydınlık bir "ben" bırakarak
Geçip gittim yüreğinden.
Göremezdin, göremedin de..,
Çünkü hep karanlıktaydın sen,
Çünkü tutkularının mazisindeki
Mahsenlerden çıkıp gelmiştin.
Bir an bile benim yaktığım ışıklara takılmadı gözün,
Çünkü sen ışığa kördün....
Belki mahsenlerindeki yalnızlığının kurbanı olduk,
Belki de hayvani arzuların esirliğindeydi yanlış olan.
Ne iksirler hazırlamışsındır sarmaşık mırıltılarınla bilmem,
Kandırıp kendini çıkıp derinliklerinden
Ve hiç düşünmeden beni sımsıkı boğan...
Ne bu böyle canımı yakan, kanatan, kanımı ısıtan;
Gölge kuytularında hazırlanmış bir zehir mi yoksa?
Ardından,
Yavaş yavaş aklımı başımdan alacak gibi olan...
Neyseki sana olan hislerimi zaman içinde eritebileceğim.
Ama vakit gerek bana bu iksir için.
Ve
Anlamını resmedip görmek manasını,
Bu "hiç" in...
Olmaz ama!
Tek suçlusu sen değilsin!
Takıp prangaları ayaklarıma,
Aç, susuz ve suçsuz
Mahsenlerinde bilerek yatan benim.
Yanılmışım işte,
Ne yazık seni,
Gökyüzünde yaşayıp
Yıldızlarla körebe oynayan,
Güneş ve ay ile kol kola dolaşan
"Sevgilerde güzeldir sevgili" ye benzetmişim...
Karanlıklarını bıraktın şimdi bende.
Karanlıklarındaki acıları, sana ait umursadığım
Ama konuşmadığın korkularını hem.
Bir de tutarsız bencilliğinde kaybettiğimiz dost tarafımız,
Üstelik bir daha asla bulamayacağımız...