Arama

Şiir Nehri -1- [Arşiv] - Sayfa 94

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 1.424.566 Cevap: 12.492
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #931
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bir Şairin Ömrü

Sponsorlu Bağlantılar
Şu an okuldayım
Bir şey girmiyorsa aklıma
Dersi dinlemektense
İsmini sıraya kazımanın
Zevkini
Bilir misin sen!

Şu an evdeyim
Hiç birşey oyalamıyorsa beni
Yiyip içmektense
Uzanıp yatağıma seni düşünmenin
Hazzını
Bilir misin sen!

Şu an sokaktayım
Hiç birşey çekmiyorsa ilgimi
Boş boş gezmektense
Senin gezdiğin yerleri gezmenin
Mutluluğunu
Bilir misin sen!

Şu an yanındayım
Yetmiyorsa bana seni öpmek sana sarılmak
Her dakika yabancı olacağını düşünmektense
Sana sahip olup,sen benimsin demenin
Gururunu
Bilir misin sen!

Şu an gurbetteyim
Bizi ıraklaştıran yollar unutturmamışsa seni bana
Gurbette adam olmaktansa
Saz çalıp âşık olmanın
Kesâvetini
Bilir misin sen!

Şu an evliyim
Sen değilsen yanıbaşımdaki
Mutlu değilsem,
Monoton yaşamanın
Kahrını
Bilir misin sen!

Şu an mezardayım
Sana doyamadan öldüysem
Cenneti düşünmektense
Son nefesimde dahi
Seni düşünerek ölmenin
Vefasını
Bilir misin sen!

Şu an cehennemdeyim
Senin için günahkârsam
Cennete girmektense
Benim olmayan biri için,senin için,
Senle geçen günlerim için,
Pişmanlık duymadan yanmanın
Ateşini
Bilir misin sen!

hikaye1001729am

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #932
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KÜÇÜK İSTAVRİTİN ÖYKÜSÜ

Sponsorlu Bağlantılar
Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp
hızla atıldı çapariye
önce müthiş bir acı duydu dudağında
gümbür gümbür oldu yüreği,
sonra hızla çekildi yukarıya...

Aslında hep merak etmişti
denizlerin üstünü
neye benzerdi acep gökyüzü.
Bir yanda büyük bir merak,
bir yanda ölüm korkusu.

"Dudağı yarıklar" denir,
şanslıdır onlar, hani
görüpte gökyüzünü, insanı,
oltadan son anda kurtulanlar.

Ne çare balıkçının parmakları
hoyratça kavradı onu
küçük istavrit anladı; yolun sonu.
Koca denizlere sığmazdı yüreği.
Oysa, şimdi yüzerken
küçücük yeşil leğende,
cansız uzanıvermiş dostlarına
değiyordu minik yüzgeci.

İnsanlar gelip geçtiler önünden,
bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
yavaşça karardı dünya,
başı da dönüyordu.
Son bir kez düşündü derin maviyi,
beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.

İşte tam o anda eğilip aldım onu.
Yürüdüm deniz kenarına
bir öpücük kondurdum başına,
iki damla gözyaşından ibaret sade
bir törenle, saldım denizin sularına.

Bir an öylece baka-kaldı
Sonra sevinçle dibe daldı.
Gitti tüm kederimi söküp atarak,
teşekkürü de ihmal etmemişti.
Bir kaç değerli pulunu
Elime, avuçlarıma bırakarak.

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme.
Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu, niye?
"Bir gün dedim, bulursam kendimi
yeşil leğendeki
küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar
hep bir umudum olsun diye..."


Serdar Sıralar



SEVEN ADAMLA PAPATYA
Sevgisiz insan, bir gün şans eseri bir çiçek
bahçesinde bulmuş kendini, bahçedeki
çiçekleri hiç düşünmeden ilerlemiş bir süre.
Bir düzlüğün ortasında mola vermiş bir ara.
Etrafına bakmış bir süre, hiç bir çiçek
bir şey ifade etmemiş ona. Sonradan yıkılan
bir ağaç görmüş ve onun yanında bir papatya.
Papatya kendinden emin, o köşede yıkılan
ağacın yanında çıkan rüzgara göğüs geriyormuş.
Papatya o kadar güzelmiş ki...Sevgisiz insan
sevgiyi tanımış. Buna şaşırmış. Alışamamış,
ne yapması gerektiğini bilememiş. Pek tabii
bildiğini sanmış... Papatyayı sevmiş, okşamış,
rüzgar ona zarar vermesin diye araya girmiş
oturmuş... Papatya bir süre tekrar dikleşmiş.
Papatyanın zarar görmesinden öylesine
korkuyormuş ki, böylesi bir güzelliğin sonsuza
dek sürmesini, o kadar çok istiyormuş ki...
Papatyanın, ellerine dokunduğu her an, onu
hissettiği her an kendini dünyanın en mutlu
insanı hissediyormuş... Sevgiyi öğrenen adam,
gerek papatyayı korumak için gerekse ona olan
doyumsuzluğundan dolayı papatyayı koparmayı
ve yanına almayı istemiş. Onu bu bahçeden
koparmak ona çok doğru gelmiş çünkü, onu
yanında hep koruyabilecek, sevebilecekmiş.
Papatyayı hiç düşünmeden çekmiş,
koparmaya çalışmış, papatya buna direnmiş,
direnmiş. Seven adam anlayamamış
bu direnci, daha da güçle yüklenmiş papatyaya.
Aklı o zaman neredeymiş, kim bilir...
Papatya gün geçtikçe solmuş, solmuş...
Adamın gölgesi onu öyle bir kapıyormuş ki,
soluk almasını engelliyormuş. İşin garibi
adam bunu görsede anlayamıyormuş,
papatya soldukça üzerine daha çok titriyor,
iyice kapıyormuş güneşini. Sevmeyi yanlış
öğrenen adam, en sonunda dayanamamış
ve papatyayı tüm gücüyle kendine çekmiş.
Tüm dünyaya ne mutlu.. Ve o salak adama
ne mutlu ki, papatya herşeye rağmen
direnebilmiş gücü kalmasa da. Ama bu
direniş o kadar büyük bir güç gerektirmiş ki,
o herşeyden çok sevdiği papatya boynu bükük
kalmış... Seven adam işte o noktada her şeyi
görmüş ve anlamış, yaptığının acısı ona
öyle bir koymuş ki, sendeleyip yere düşmüş.
Hayatında tanımadığı acıyı çekmiş adam.
Hayatta kendini ilk defa haksız, ilk defa
bencil, ilk defa küçük hissetmiş. Ağlamak
para etmezmiş, üzülmekte. Güneş de
hemen fayda etmezmiş papatyaya.
Sevmiş adam, bir çiçeğe nasıl davranması
gerektiğini görmüş gözündeki perdeler
kalkınca... Ağlayarak çiçeğin yanında durmuş,
rüzgara karşı kendini siper etmiş yine ama
çiçeği ne koparmaya çalışmış bir daha, ne de
üzerinde gölge etmeye... Papatya, tekrar mutlu
bir şekilde bütün asilliğiyle ve gücüyle dimdik
ayakta durana kadar bekleyecekmiş öylece,
yakınında olacakmış çünkü, çiçeğin ona ihtiyacı
olacağı bir zaman olursa o da o anda çiçeğinin,
papatyasının yanında olacakmış. Seven adam,
papatya onu bir daha hiç sevmese bile, onu
sonsuza dek sevecekmiş, çiçek isterse uzakta,
çiçek isterse yakında... Çünkü seven adam için
değerli olan tek şey varmış, o da çayırda
tek başına ayakta durmaya çalışan eşi benzeri
olmayan güzellikteki o tek papatya.

hikaye10021 beyazpapatya

Son düzenleyen Blue Blood; 21 Mart 2006 13:31 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #933
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İşte hayat hikayem...

Bir ilkbahar sabahıydı.
Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını
yer yüzüne yolluyordu.
Bu ışınları gören kozalardan
o sabah beyaz bir kelebek çıktı.
Çok büyük ve tül gibi ince
bembeyaz kanatları vardı.
Birden kendini bir bahçenin
çiçekleri arasında buldu.
Önce keşif uçuşuna çıkıp
bahçeyi dolaştı.
Sonra dinlenmek için
kırmızı bir güle kondu.
Dinlenirken, kanatlarını
dikleştirip birleştirmisti.
Etrafına baktı.
Doyasıya yeşilliğe daldı
saatlerce seyretti...
Dinlenmişti.
Şimdi dolaşma vaktiydi,
yaşamalıydı, önünde uzun zamanı vardı.
Ağaçlara uçtu. Çiçeklere kondu.
Mutluydu, özgürdü.
Herkes ona bakıp "ne güzel" diyordu.
Akşama kadar çiçekten çiçeğe,
daldan dala uçup durdu.
Güneş batarken
bir garip his kapladı içini,
artık öğrenmişti.
Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti.
Son bir kez etrafına baktı.
Batan güneşe daldı.
Ve bi daha hiiiiç uyanmadı...
hikaye10022 kelebekler
pasaklikedi - avatarı
pasaklikedi
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #934
pasaklikedi - avatarı
Ziyaretçi


Daha az seviyorum seni..
Giderek daha az..
Unutur gibi seviyorum..
Azala azala..
Aramızdaki uzaklığın karanlığında..

Geceler kısalıp..gündüzler uzuyor öyle olunca..
Daha az seviyorum seni..
Kendini iyileştiren bir yara gibi..
Daha az..
Ve zamanla..

Sen geceyi tutuyorsun..ben nöbetini..
Uzak dağ kışlalarında..
Görmüyoruz birbirimizi..
Usul usul sis iniyor..
Kopmuş yollara..
Işığı hafif..uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin..
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda..
Sevgilim sevgilim
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da..

Artık daha az seviyorum seni..
Unutur gibi..ölür gibi daha az..
Yeniden ödetiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini..
Kolay değildi..
Yalnızca sevgilimi değil..evladımı da kaybettim ben..
Kaç acı birden imtihan etti beni..
Bir tek gece vardır insanın hayatında..
Ömür boyu sürer nöbeti..
Bu da öyleydi..
İyi ol..
Sağ ol..
Uzak ol..
Ama bir daha görme beni..

Murathan Mungan

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #935
arwen - avatarı
Ziyaretçi
ÖYLE GÜZELDİN Kİ!
AMA BİR GÜN ANLADIM
YÜZÜNDEKİ GÜZELLİĞİN
RUHUNDAN GELDİĞİNİ.
ÖYLE GÜZELDİN Kİ!
ANLADIM SENİ GÜZEL GÖREN
BENİM GÖZLERİMDİ.
SEVGİMİN GÜZELLİĞİYDİ
SENİ GÜZELEŞTİREN..
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #936
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Yoksun...

Yıllar sonra gidişinin son perdesini çekiyorum

Göz kapaklarım örtüyor sinsi gecenin

yorgunluğunu.

Akşamın ayaz soğukluğunda bedenim

Yatağıma yorgan yaptığım resmini kaldırdım

Beni ısıtan Gülüşünü sattım bu gece

YOKSUN...Yüreğimi ezip gidişini anlattım sahillere

Yürüdüğüm yollara arkana bakmadan gidişini

söyledim

Ellerimi hayalinden çektim

Sevda sözlerimi kaldırdım dudaklarımdan

Beni yıkan Gidişini sattım bu gece

YOKSUN...


Gidişinin son elbisesini çıkardım üzerimden

Kapımı kapattım olmayan suretine

Nefesimi ayırdım nefesinden

Sana ait olan göz yaşımı kuruttum

Mahkumluğumu özgürlüğüne kavuşturdum

Beni yakan BEKLEYİŞLERİNİ sattım bu gece

YOKSUN...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #937
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10065 1



hikaye10065




Çirkin Postacı



Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanırım birkaç defasında da


evden ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık
bekliyordum sanki ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde
daire kapıma sıkıştırılmış bir Mektup buldum. Hayretle baktım
üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip açtım...

hikaye10065 1
"Acıları paylaşmak insanların vazifesidir" diyordu. "Senin geçtiğin
sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım
veya paylaşılmamış acılarını içinde gezdiren bir insan!..."

hikaye10065 1
Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?
Kimdi, neden yazmıştı bu notu ve neden bana yazmıştı?
Aslında hoş sözlerdi...Ve aslında bir mektuba da deliler gibi
ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı
her gün?.. Bunu zaman gösterecekti. İlk gün kafam karıştı.
Hem kendi problemlerimi hem dün gelen mektubu, hem de
yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün
posta kutumda beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim...
Yazı aynıydı, odama girip okumaya başladım mektubu.

Bu inanılmazdı.. Bir bardak su içercesine bitiverdi mektup.
Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve
susuzluğumu kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı...
Sanki tanıyordu beni, sanki yıllardır dertleşiyordum onunla...
Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..."
Yarın yine yazdı, öbür gün yine..Ve sonraki günler yine yazdı...

Her mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı
ve her gün de dediğini yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken
kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün görüyordum posta kutumun
bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız olmadığımı,
kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime
giriyor sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu.
Zannediyordum ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım.
Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar sanki nefes alamayacağım!...
Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum.
Zaman geçti ve zamanla beraber sıkıntılarımda geçti.
O günlerden geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde
karşı koyamadığım bir merak peydahlandı; kimdi bu?
Nasıl biriydi? Onunla ilgili her şeyi merak etmeye başladım.
O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya devam edecekti.
Bundan emin olduğum için de, yazılarında anlattıklarından çok
nasıl bir kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline
aklımı takmaya başladım... Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana,
onunla ilgili her şey de mükemmel olmalıydı. Ama her şey...

O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika mektupların
en azından nasıl birisi tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum
kafama... Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm.
Koşarak aşağı indim. Mektubumu kutuya bırakmıştı, eli henüz
havadaydı...Göz göze geldik. Aman Allahım... Aman Allahım,
bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle! Dondum kaldım... O da başını
eğdi döndü ve gitti. Orda öylesine bekliyordum şimdi...
Kutuyu açıp mektubu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca
güzel bir mektubu, bu kadar çirkin biri mi taşımıştı? O öptüğüm,
kokladığım, göğsüme bastırdığım, yastığımın üzerine koyduğum
mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli değmişti?
Saçmaladığımı biliyordum ama böylesine güzel duygularıma
bu çirkin yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum.
Kapıyı açtım, dışarı çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. Neye olduğunu bilmiyordum ama çok kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya.
Odama girdim, eski mektuplarıma baktım. Biliyordum, onlar benim
en zor günlerimle bugünüm arasında köprü olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği yakıştıramıyordum!

Ertesi gün iş dönüşü baktım ki, kutuda hâlâ o aynı kirli mektup var!
Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.
Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım...
Altı yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana.
Bir dosta, bir morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım...
Her şey çok ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum.
Mektup aklıma geldiğinde gece yarısını geçiyordu. Tereddüt
bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubu aldım.

Bir saat içinde üç defa okumuş, özlemiş olarak göğsüme bastırmış
ve uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim.
Bunlar benim ilacımdı biliyordum. En çok o gün merak etmiştim,
bir daha ne zaman yeni bir mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı aynıydı, zarfta yine isim
yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...

hikaye10065 1
Açtım zarfı;içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu;
"Sana gelmiş bir mektubu kırk sekiz gün okumamakla ne kazandığını
bilmiyorum... Ama artık benim sana yazmaya vaktim olmayacak.
Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre gidiyorum. Hoşçakal!

Çirkin Postacı..."

hikaye10065 1
Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma,
hıçkırarak eve girdim. Çantamı açtım; tarakların,rujların ve diğer
karışıklığın arasında bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda;
"Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta kutuma koydum.

Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda,

aynı notum iki yıldır yapayalnız bekliyor...








Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #938
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ALAKASIZSIN

Duyuyor musun sesini
Bak işte sana bağırıyor uzaktan
Dinle bak, bakalım, duyman gerekiyor
Hayatta tanıdıkta gelmesi lazım sana
Hatırlaman lazım işitiyor musun
İyi dinle bakalım dinle
Belki anlatacak bir şeylerin olur bana
Gövdeni siper ettiğin kalbinin sesini dinle
Dinle de belki bana anlatacak bir şeylerin olur...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #939
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni Düşüneceğim

Şu an seni düşünüyorum
Az önce düşündüğüm gibi
Dün de seni düşünmüştüm
Geçen hafta, geçen ay
Geçen yıl düşündüğüm gibi

Az sonra yine seni düşüneceğim
Bugünümü yarınımı değil
Sadece seni düşüneceğim
Az sonra ve daha sonra
Sonsuza kadar seni düşüneceğim

Barbaros Yıldız


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Mart 2006       Mesaj #940
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AŞK ERİŞİLMEZ OLMALI

Aşkta baharı yakalamalıyım
Mevsimsiz şarkılarda yaz'ı
Umut hep olmalı sevdada
Hayaller gerçeğe taşınmalı.
Küçük yürekte destanlar yaşatmalı duygular
Avucumda sakladığım yıldızları savurduğumda
Samanyolu çizmeli lacivert gökyüzü
Denize yoldaş olmalı.

Aşkta coşkuyu yakalamalıyım
Hani göğsümde çit çektiğim deli taylar var ya
Yalamalı dağı taşı dörtnala
Ben eteğime toplamalıyım baharı.

Kelebekler konmalı ormanın saçlarına
Meltemi okşamalı en bakir dallarını
Yedi kat altına kadar gökyüzü kurşunlamalı toprağı
Aşk erişilmeyen olmalı.



Benzer Konular

18 Ocak 2010 / virtuecat Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya