Arama

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında - Sayfa 15

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 25 Eylül 2013 Gösterim: 254.830 Cevap: 158
MkYaramaz - avatarı
MkYaramaz
Ziyaretçi
20 Temmuz 2008       Mesaj #141
MkYaramaz - avatarı
Ziyaretçi
Gençliği Her bakımdan insanların en üstünü olan Muhammed aleyhisselâm, daha gençliğinde Mekke halkı arasında, diğerlerinden farklı olarak, çok sevilmiştir. Güzel ahlâkı, insanlara görülmemiş bir şekilde iyi davranması, sâkinliği, yumuşaklığı ve diğer üstün halleri, insanlar arasında fevkalâde farklılığı ile herkes O'na hayran olmuştur. Mekke halkı, O'nda gördükleri şaşılacak derecedeki doğru sözlülük ve güvenilirlikten dolayı da O'na El-Emîn (her zaman kendisine güvenilen) dediler ve gençliğinde bu isimle meşhur oldu.

Sponsorlu Bağlantılar
Peygamberimizin gençliği sırasında, Araplar koyu bir câhiliyyet devri yaşamakta olup, aralarında puta tapmak, içki, kumar, zinâ, fâiz ve daha birçok çirkin iş yaygınlaşmıştı. Muhammed aleyhisselâm onların bu bozuk hallerinden son derece nefret eder, her kötülüklerinden dâimâ uzak dururdu. Bütün Mekke halkı O'nun bu hâlini bilirler ve hayret ederlerdi. Daha çocukluğunda O'nunla birlikte Kâbe'yi tavâf eden dedesi Abdülmuttalib ve amcası Ebû Tâlib, O'nun putlardan nefret ettiğini iyi bildikleri için tavâf sırasında O'nu Kâbe'nin çevresindeki putlara yaklaştırmazlar ve bozuk işlerin yapıldığı mahallerden uzak tutarlardı. Nitekim amcası Ebû Tâlib ile ticâret için Şam'a gitmek üzere yola çıkıp Busra denilen yerde konakladıklarında, kendisinde peygamberlik alâmetleri görerek Lât ve Uzzâ putları adına yemin verip, bâzı şeyler soran râhip Bahîra'ya; 'Bana Lât ve Uzzâ adına yemin vererek bir şey sorma! Vallahi, ben, o putlardan duyduğum nefreti hiçbir şeyden duymam.' demiştir. Putlardan şiddetle nefret ettiği için aslâ yanlarına yaklaşmazdı.

Çocukluğunda ve gençliğinde kendine âit koyunları güder geçimini böyle sağlardı. Bir taraftan da çok bozulmuş olan cemiyetten bu münâsebetle uzak dururdu. Bir defâsında Eshâb-ı kirâma; 'Koyun gütmeyen hiçbir peygamber yoktur.' buyurmuştur. 'Yâ Resûlallah, sen de güttün mü?' denince; 'Evet ben de güttüm.' buyurdu.

Muhammed aleyhisselâm yirmi yaşlarında bulunduğu sıralarda Mekke'de âsâyiş tamâmen bozularak zulüm son derece yaygınlaşıp mal, can ve nâmus emniyeti kalmamıştı. Mekke'nin yerli halkından fakir olanların yanında ticâret için ve Kâbe'yi ziyâret maksadıyla gelen yabancılar da haksızlığa ve zulme uğruyorlar, haklarını almak için mürâcaat edecek bir merci bulamıyorlardı. Bu sırada ticâret maksadıyla Mekke'ye gelen Yemenli bir tüccarın malları, Âs bin Vâil adında bir Mekkeli tarafından zorla elinden alınıp gasb edilmişti. Bu hâdise üzerine Yemenli, Ebû Kubeys Dağına çıkıp feryâd ederek hakkının alınması için kabîlelerden yardım istedi. Artık zulmün had safhaya ulaştığını dile getiren bu tip hâdiseler üzerine Hâşim ve Zühre oğulları ve diğer kabîlelerin ileri gelenleri Abdullah bin Cedân'ın evinde toplandılar. Yerli yabancı hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasına, zulme mâni olmaya ve haksızlığa uğrayanların haklarını almaya karar verdiler. Bu maksatla bir de adâlet cemiyeti kurdular. Muhammed aleyhisselâmın genç yaşta katıldığı ve kuruluşunda çok tesirli olduğu bu cemiyete, daha önceden Fadl adındaki iki kişi ile Fudayl adında biri tarafından kurulup zamanla unutulan böyle bir cemiyeti de hatırlatmak bakımından, Fâdılların yemini mânâsında Hilf-ul Fudûl Cemiyeti denildi. Bu cemiyet, zulmü önleyip Mekke'de bozulan âsâyişi yeniden kurdu. Tesiri uzun müddet devâm etti. Muhammed aleyhisselâm kendisine peygamberlik verildikten sonra bu olayı Eshâb-ı kirâma anlatıp: 'Abdullah bin Cedân'ın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum. Bence o yeminleşme kırmızı tüylü develere (servete) sâhip olmaktan daha sevimlidir. Şimdi de böyle bir meclise çağrılsam icâbet ederim.' buyurdu.

Mekkeliler öteden beri ticâretle uğraşarak geçimlerini sağlarlardı. Muhammed aleyhisselâmın amcası Ebû Tâlib de ticâretle uğraşıyordu. Muhammed aleyhisselâm yirmi beş yaşında bulunduğu sıralarda Mekke'de geçim sıkıntısının iyice artması üzerine Mekkeliler Şam'a gitmek üzere büyük bir ticâret kervanı hazırlamıştı. Ebû Tâlib yeğeni Muhammed aleyhisselâma bu kervana katılmasını tavsiye etti. Amcası Ebû Tâlib'in bu tavsiyesi üzerine Mekke'de üstün ahlâkı ve meziyetleriyle tanınan ve Tâhire (çok temiz) lakabıyla anılan hazret-i Hadîce'nin mallarını götürüp satmak üzere bu ticâret kâfilesine katıldı. Bu işe büyük bir memnuniyet gösteren hazret-i Hadîce kölesi Meysere'yi de O'nun yanına yardımcı olarak vermişti. Bu sefer sırasında bir bulut devamlı üzerinde dolaşarak Muhammed aleyhisselâmı gölgeledi. Kuş şekline giren iki melek sefer bitinceye kadar O'nunla birlikte hareket etti. Yolda yürüyemeyecek derecede yorulup kervandan geri kalan iki deve Muhammed aleyhisselâmın ayaklarını eliyle sığamasından sonra, birden süratlenerek yola devâm ettiler. Üç ay süren bu sefer boyunca Muhammed aleyhisselâmın daha nice hârikulâde hallerine şâhit olan kervandakiler, O'nu son derece sevip şânının çok yüce olacağını anlamışlardı. Busra denilen yere vardıklarında, daha önce amcası Ebû Tâlib'le ticâret için geldiklerinde konakladıkları manastırın yakınında bir yerde bu seferde de konakladılar. Gördüğü birçok alâmetten O'nun son peygamber olacağını anlayıp söyleyen râhip Bahîra ölmüş, O'nun yerine Nastura adında başka bir râhip geçmişti. Manastırın yakınına gelip konan Kureyş kervanını seyreden râhip Nastura manastırın yakınında bulunan kuru ağacın altına birinin oturmasıyla birlikte yeşermesini görerek koşup geldi. Bir elinde bulunan sahifede yazılı olanlara, bir de Muhammed aleyhisselâmın yüzüne bakıyor, baktıkça da hayrete düşüyordu. Nastura bildiği, duyduğu ve okuduğu alâmetleri aynen görüp, Muhammed aleyhisselâmı göstererek; 'Îsâ aleyhisselâma İncîl'i indiren Allah hakkı için bu zât son peygamber olacaktır. Ne olaydı ben O'nun peygamber gönderilerek emrolunduğu zamâna ulaşsaydım!' dedi. Muhammed aleyhisselâm Busra pazarında Hadîce Hâtunun mallarını satarken de O'nunla pazarlık yapan bir Yahûdî inanmadığı için; 'Lât ve Uzzâya(iki put ismi) yemin et ki inanayım.' deyince Muhammed aleyhisselâmın; 'Ben o putlar adına aslâ yemin etmem! Onların yanından geçerken yüzümü başka tarafa çevirerek geçerim.' demişti. O'ndaki diğer alâmetleri de gören Yahûdî; 'Söz senin sözündür. Vallahi bu zât peygamber olacak bir kimsedir ki, âlimlerimiz kitaplarda bunun vasfını bulmuşlardır.' diyerek hayranlığını açıklamıştı.

Kureyş kervanı ticâretini tamamlayıp Mekke'ye dönünce, kervanda bulunan Hadîce Hâtunun kölesi Meysere Muhammed aleyhisselâm hakkında işittiklerini ve gördüklerini Hadîce Hâtuna bir bir anlattı. Hadîce Hâtun mallarını satmak üzere teslim ettiği Muhammed aleyhisselâmın iyi kâr getirdiğini görerek çok memnun olmuştu. Fakat o bundan ziyâde kervanı karşıladığı sırada Muhammed aleyhisselâmı gölgeleyen iki meleği görmesi ve sefer sırasında vukû bulan hârikulâde hallerin, kölesi Meysere tarafından teker teker anlatılması üzerine hemen amcasının oğlu Varaka bin Nevfel'e gitti. Varaka bin Nevfel putlara tapmayan, okumuş ve çok bilgili, yaşlı bir Hıristiyandı. Daha önceden rüyâsında; gökten ayın inerek koynuna girip, koltuğundan çıktığını ve bütün âlemi aydınlattığını anlatan Hadîce Hâtuna Varaka bin Nevfel; 'Âhir zaman peygamberi vücûda gelmiştir. Sen O'nun hanımı olursun. Senin zamânında O'na vahiy gelir. O'nun dîni bütün âlemi doldurur. Sen O'na en önce îmân eden olursun. O peygamber Kureyş kabîlesinin Hâşimoğulları kolundan olacak...' demişti. Hadîce Hâtun bu defâ kölesi Meysere'nin anlattıklarını Varaka bin Nevfel'e söyleyince, hayrete düşüp; 'Bu söylediklerinden anlaşılıyor ki, şüphesiz Muhammed bu ümmetin peygamberi olacak. Ben zâten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve O'nu bekliyordum. Bu zaman O'nun tam zamandır.' dedi. Böylece hazret-i Hadîce'nin sevgisi ve îtimâdı daha da arttı.

Muhammed aleyhisselâm 12 yaşındayken amcası Ebû Tâlib ile ticâret için Busra'ya kadar, 17 yaşındayken amcası Zübeyr ile Yemen'e ve 25 yaşındayken hazret-i Hadîce'nin mallarını satmak üzere Şam'a olmak üzere üç defâ seyâhate çıktı. Bunların dışında hiçbir yere seyahat yapmadı.

gökkuşağı - avatarı
gökkuşağı
Ziyaretçi
21 Temmuz 2008       Mesaj #142
gökkuşağı - avatarı
Ziyaretçi
kuran resimthumbnailKuran okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz. (Araf Suresi, 204)
Ayetteki ifadeden de anlaşılacağı gibi Kuran okunurken susup dinlemek, yalnızca güzel bir davranış şekli değil, aynı zamanda da Allah’ın farz kıldığı bir tavırdır. Ayetin devamındaki ifadeden de bu emre titizlik göstermenin müminlerin esirgenmesine vesile olacağı anlaşılmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Kuran Allah’ın sözüdür. Bu nedenle, Allah’ın Zatına gösterilmesi gereken haşyet dolu saygının aynı şekilde Allah’ın sözüne karşı da gösterilmesi gerekir. Bu saygının ilk aşaması ise Allah’ın sözünü işittiğinde, susup o söze kulak vermektir. Kuran’a, Arapça olsun, Türkçe meali olsun ya da farklı bir dilde okunduğunda aynı saygının gösterilmesi şarttır.
Herkesin farklı işlerle uğraştığı bir ortamda haber vermeden Allah’ın ayetlerini okumak, insanların dalgınlıkla istemeden bu ayetin hükmüne girmesine sebep olabilir. Bu nedenle, gerekli saygı ortamını sağlamadan Allah’ın kelamını okumak uygun bir tavır olmaz.
Bazı kişiler, herkesin başka işlerle uğraştığı ve kimsenin dinlemediği halde arka planda, kasetten ya da radyodan sürekli Kuran okunması önemli bir ibadet ve takva alameti olarak görürler. Oysaki Kuran derin bir saygıyla, her kelimesi can kulağıyla dinlenilmesi, akılda tutulması, üzerinde düşünülüp öğüt alınması ve uyulması gereken “üstün ve şerefli” bir sözdür.

MMDMR - avatarı
MMDMR
Ziyaretçi
22 Temmuz 2008       Mesaj #143
MMDMR - avatarı
Ziyaretçi
SEN YOKTUN!



Sen yoktun...
Hz Adem'deydi nurun
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Adem nuruna affedildi
Arafat bu affa şahitti.


Sen yoktun
Nuh'un gemisindeydi Nurun...
Dalgalar yeryüzünü boğarken
Toprağın bağrındaki su
Gökyüzüyle buluşurken
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı binbir sebeble
Tufan,nurunu selamladı edeple...


Sen yoktun...
Hz.İsmail'in alnındaydı Nurun
İbrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
"Rabbimiz" dedi,
" Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder ";
Amin dedi on sekiz bin alem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini
Semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine'den adı Uhud olan bir amin yankılandı
Sevr dağında.


Sen yoktun Sultanım...
Hz.İsa Ahmed diye muştuladı seni
Alemlerin efendisi diye sana seslendi
" Artık ben sizinle çok söyleşmem "dedi havarilerine
Çünkü bu alemin reisi geliyor...
Bekleyin Ahmed geliyor
Kainata Rahmet geliyor...
Havarilerin yüzünü okşayan, ölüleri dirilten bir nefes oldun.
Ama sen yoktun.


Sen yoktun....
Hz.Abdullahın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Put eyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı sema'da
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme!...
Ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler.


Sen yoktun Sultanım...
Canlı canlı toprağa gömülmenin adı idi dayıya gitmek,
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliği idi,
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi.
En son çocuk atılırken çukura,
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek Hira Nur dağını gösterdi
Melekler süslüyordu Hira'yı,
Efendisine hazırlanıyordu Cebel-i Nur
Efendisine hazırlanıyordu Mekke
Alem, efendisine hazırlanıyordu.
Kainatın gözü Hz.Amine'deydi
Toprak yalvarıyordu Rabbine...
Gel diye ağlıyordu mazlumlar
Gözleri Sema'da
Ve bir gelişin vardı Ya Resülallah
Bir inişin vardı yeryüzüne
Ve cebrail ardında yalın kılıç melekler
Bir inişin vardı yeryüzüne
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdiler belki de...doya doya.
Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini
Herşey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu Ay,
Kainat bir isim duymak istiyordu
Ve bir ses yükseldi Amine’nin evinden
Muhammed...
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini
Muhammed...
Seni yaratan Allah'a kurbanız Ey Dürr-i Yekta...
Sana O adı veren Rahman’a kurbanız.


Artık sen vardın...
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra, anne Halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?...
Kaldır şehadet parmağını...
Yağmuru salsın Allah
Sonra tut ağacın yaprağını
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeter ki sen iste
Sen iste Ya Resülallah
Deki; ben kimim?...
Dağlar, taşlar dile gelsin...
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup "ente resülallah" desin.


Sen vardın...
Bedir kârdı,
Uhud dardı,
Hendek yardı,
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitlerin
Hele bir Enes'in vardı Ya Resülallah
Uhud'da öldüğünü duyunca arkadaşlarına;
" Niye burada oturuyorsunuz ? " diye sordu...
Onlarda ;" Allah'ın resül-ü öldürülmüş ! " deyince...
" Peki O öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız,
Kalkın ve O'nun gibi ölün." demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit Ey Nebi...
Vücudu yaralardan tanınmaz halde idi
Kız kardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...
Musab bin Umeyer'in vardı senin...
Uhud'da sancağını taşıyan, öyle bir aşkla sana bağlıydı ki!...
Allah o gün meleklerini Musab'ın suretinde indirdi.
Ebu Hureyre'n vardı...
Acıkınca mescidin önünde durur
Sana bakardı, sen anlardın.
" Ya Ebahir!..gel " derdin.


Ve sen gittin...
Bir gidişle gittin.
Ardında hüznün kaldı,
Hasretin kaldı göklerde,
Bilal ezan okuyamaz oldu
Ne zaman teşebbüs etse
" Muhammed resülallah " demeye...
Dizinin üstine çöker kendinden geçerdi.
Sonra günler ay, aylar yıl oldu.
Asırlar oldu...
Sensizliğe açtık gözlerimizi
Ama sen bırakmazsın bizi!...


Sen varsın...
Ey şehitlerin Sultanı sen varsın
Bir şehit bile ölmezken
Sana nasıl yok deriz.
Ebu Talip Şam'a giderken,
devesinin önüne geçip;
" Beni burada kime bırakıp da gidiyorsun " demiştin
" Ne anam var ne babam..."
Ebu Talip bırakmamıştı bu yüzden
Sensizliğin ızdırabı ile inleyen
Ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Resülallah
Bırakma bizi ki ; Allah " Sen onların içindeyken onlara azap edecek değiliz." buyuruyor.


Bırakma bizi !...
Hayatı seninle öğretti Rahman
Kulluğu seninle tanıdık
Duayı senden öğrendik sevgili,
Hz.Ömer umre için senden izin isteyince,
Kardeşcik dedin ona;
" Duanda bana da yer ayırır mısın ? "
Bizler Ömer değiliz ama bütün dualarımız senin için.

Ey Rabbimiz!...
Resülünü anışımızdan haberdar et...
O'na binler salat,binler selam...
Habibine Makam-ı Mahmud-u ver...
O'na Vesile-i lütfet...
O'nu Refik-i Ala'ya yükselt....
Bizi de affet...
O'nun hatırına affet...
Zatının hatırına affet...
Ne olur affet bizi...
Bizi affet....
MeLL - avatarı
MeLL
Ziyaretçi
23 Ağustos 2008       Mesaj #144
MeLL - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
NihLe adlı kullanıcıdan alıntı

Resullullah'a Mektup

5000 kişinin katıldığı Resullullaha mektup yarışmasından 7 kişinin
mektubu sıralamaya konmadan seçildi ve bu 7 mektup sahibi ödül olarak
ümre haccına gittiler. İşte o güzel mektuplardan biri..

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
Esselatü vesselamü aleyke ya RASULALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya HABİBALLAH
Esselatü vesselamü aleyke ya Seyyidel evveline vel'ahirin,Veselamün alel mürselin.
Rahman'ın günahkar,aciz,gafil,gözü yaşlı kulundan mektup.
Sana mektup yazmak ha!..Sana seslenebilmek, Sana hasret çekemeden, Sana layıkıyla ümmet olamadan Günahlarımla seni üzerek,Yaratılan her zerrenin senin aşkınla yandığını idrak edemeden,utanmadan sıkılmadan sana mektup yazmak ha!...
Affet YA RASULLALLAH(sav). Affet sultanım. Cüretimi bağışla.
Bir gün seni özlemiş,sana olan hasretiyle yanmış tutuşmuş bir güzel kul tanıdım,yemek ikram etmişlerdi ona.Rabbim'in nimetlerine hamdederek başladı.Yüzündeki o parlaklık ne güzeldi.
Ama gözlerinin altındaki kızarıklık,alnındaki kıvrımlar, sakalındaki bembeyaz kıllar,şakaklarına yağan karlar bir şeyler haykırıyordu YA RASULLALLAH.
Ümmetinden bir kul,Rahmanın güzel bir kulu.Gülüyordu çehresi, Nur saçıyordu. Yemek yiyorduk hep beraber,çok lezzetliydi.Dudaklarında daima bir kıpırdanma vardı, yemek yerken zorlanıyor zor yutkunuyordu,dertli kul.Yüzüne her bakışımda gözlerinin daima artan ışıltısı dikkatimi çekti.Ve birden ak düşmüş sakallarına doğru iki damla gözyaşnı yolculuğa çıkardı.Ağlıyordu ihtiyar amca, gözyaşlarını saklama ihtiyacı hissediyordu.Ama gözleri coşmuştu bir kere, yemeği bırakıp yanına oturdum. Amca dedim:
-Rahatsız mısınız? Birşeyiniz mi var?
-Hayır evladım iyiyim sağol!dedi.
-Peki amca, niye ağlıyorsun?dedim.
-Peygamberimiz (sav)aklıma geldi birden. Onu düşündüm ve ağlayıverdim kusura bakma.
Gözünün yaşını sildi,Elhamdülillah dedikten sonra çekildi sofradan. Kenarda bucakta bir yere oturdu, elinin tersiyle gözlerini siliyor ve cebindeki mendilini arıyordu. Ben de kalktım sofradan yeni demlenmiş çaydan getirdim ihtiyar amcama.Çayı karıştırırken elleri titriyor ve dudakları büzülüyordu.Mendiliyle tekrar sildi gözlerini.Çayını içti ve Rabbim'in selamı ile müsaade isteyerek ayrıldı yanımızdan.
Düşünce idrakini yitirmiş bir hal içinde düşünüyordum. Adamcağız yemek yerken seni anıyor ve ağlıyordu YA RASULLALLAH(sav). Sana yakın olmanın verdiği coşkuydu gözyaşları.
Senin ümmetinden bir kul.Nasıl oluyorda seni görmeden, kokunu almadan,mübarek ellerini öpmeden sanki yanıbaşındaymışın gibi seninle yaşıyor. Ben de anlamalıydım,çözmeliydim bu sırrı....
Seni YA RASULLALLAH(sav) evet seni tanımam,bilmem gerekiyordu. Ashab!ı Kiram efendilerimizin hayatından başladım işe. Onların hayatlarını okuyarak sana ulaşmalıydım YA RASULLALLAH (sav), okudum. Ebu Bekir Sıddık ,Ali bin Ebu Talip,Hz. Ömer Hz. Osman,Hz. Talha,Hz. Bilal,Sad bin Ebi Vakkas,Hz. Hamza,Abdullah bin Revaha,Ebu Hureyre,Muaz bin Cebel...
Hepsini okudum YA RASULLALLAH(sav).
Şimdi seni okuyorum. Halık'ı zül celal Rabbim'in sevgilisi,biricik kulu.Senin nurunun hürmetine varolan ben seni arıyorum Ya RASULLALLAH(sav). Ömrümün sonuna kadar her nerede ve ne zaman olursa olsun seni hakkıyla tanıyamayacağımı biliyorum.Ben senin deven Kusva'ya aşık oldum efendim.Dayandığın hurma kütüğünün yerinde olabilmek için bin canım olsun feda ederdim.Yeter ki inleyeyim,sen beni okşarsın susarım. Yanımdan ayrılırsan tekrar inlerim YA RASULLALLAH(sav).
Ebu Hureyre(ra) sıcak bir günün öyle vaktinde evinden çıkıp mescide gelmişti. Sende oradaydın YA RASULLALLAH(sav) Açlıktan evinde duramayıp mescidine sana koşmuşlardı. Sen de aç idin. Günlerdir bir şey yememiş açlıktan zayıf düşmüştünüz. Hendek günü karnına iki taş bağlayan da sendin YA RASULLALLAH(sav). Bir deri parçasını temizleyip kızarttıktan sonra açlığını dindiren Sad bin Ebi Vakkas (ra) değilmiydi EFENDİM.Bir hurma tanesini annesine saklayan Ebu Hureyre değil miydi?Bir avuç arpa ekmeğiyle yetinen HABİBULLAH sendin efendim. Ya ben midemin doluluğunun sarhoşluğuyla seni unutan ben değil miyim. Abdullah bin Revaha (ra) gibi elimdeki kemik parçasını fırlatıp ''ben hala bu dünyada yaşıyor muyum?''diyebilirmiyim?Senin ölümünle Hz.Bilal(ra) susmuştu.Bir daha ezan okumayacaktı.Kızgın çölde kayaların altında inlerken EHAD,EHAD diyerek senin nurunu görmüyor muydu YA RASULLALLAH(sav).
Sana nasıl kavuşacağız bilemiyorum.Günahlarımın derdiyle,hasretinin yangınıyla,Aşkının ateşiyle,sana ümmet olmanın sevinciyle arz ediyorum halimi. Sana gelmek var ölmeden önce, Şehrinde narına yanıp kül olmak var.Sana geldikten sonra bir daha dönmemek olsa (inşallah) yanında kalsam,ayak bastığın yerlere gömülsem. Kıyamete kadar yanında olsam.Toprağın altında dahi alırım kokunu YA RASULLALLAH(sav).
VE ÖLÜM...
Nikah saati :RABBİME ve SANA yolculuk.Tahta arabanın içinde keyifli seyahat....
Ölmeyi bilene kutlu olsun. EY DÜNYA!...
Anlat şimdi ayrılık acısını,Peygamber sana veda ederken çektiğin acıyı anlat.Bağır, durma, Haykır: VAĞLEMU ENNE FİKUM RASULLALLAH de...
O'nun vefat ettiği gün.Söyle ey dünya ne haldeydin.Her zerre O'nun ölümüyle yok olmak isterken sen nasıl raksettin.Yine sabahları güneşi davettin.Karanlığı nasıl kovdun.Söyleeeee...
Her gün raksedip dönmektesin değil mi ey dünya. Kainatta yalnız sen ONA kucak açtın,bu mutluluk senin değil mi. Güneş bile kıskanır seni ALLAH'ın Habibi yaşadı üzerinde. Ne kadar bahtiyardın o devirde varlığının şükrünü eda ediyordun. Denizlerin bir ayrı güzeldi O varken. Suların daha bir tatlıydı. Ağaçlar,dağlar ,ovalar,bitkiler, kuşlar ve sen ey dünya ne kadar mutluydunuz.
Ama o gün:RABBİM (c.c.) çağırıyordu Habib'ini.
Rabbim'in emriyle Cebrail yanına geldi YA RASULLALLAH(sav),Azrail (a.s.) kapıda senden izin bekliyordu. Kisra nın sarayını aydınlatan nurunla gelecektin.
Sessizlik acımasız ve dert yüklüydü,
Aniden peygamberin dudakları kıpırdadı,
YÜCE DOSTA ,REFİK'İ ALA'YA
PEYGAMBER vefat etti.
Usame seferden döndü,zafer müjdesiyle kavuşacaktı sana. Abi bin Ebu Talib'in dizine başını dayamıştın. Ölüm bile sana o kadar yakışmıştı ki, VUSLAT seninle güzel oldu. Kusva gözyaşlarıyla inlemekteydi. Hz. Ebu Bekir(ra.)geldi seni öptü öptü öptü....
Yokluğun acısıyla yanan gönüller, kardeşlerin, Seni çok özlediler Ya Rasullallah(sav)
Ben de özledim seni. Rüyalar da teselli bulan ümmetine şefaat eyle EY SEVGİLİ...

Ne kadar güzel.Bu sayfalarda emeği geçen herkesten,paylaşım yapan herkesten Allah bin kere razı olsun.HEm teşekkür etmek hem alıntı yapmak istedim ki,okuyamayan var ise yeniden görüp okusun diye...
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
26 Ağustos 2008       Mesaj #145
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz,

muhterem kerîmeleri Hz. Fâtıma-i Zehrâ (r.anhâ)’ya gelin olurken şu nasîhatta bulunmuşlardır:

"Kızım kendini temiz tut! (Devamlı) Rabbini zikret! Efendin sana baktığı zaman Sen’den memnun olsun, büyük bir ferahlık duysun! Gözlerini sürmele! Sürme, kadınların ziynetidir. Kızım! Kocan sana baktığı zaman gözlerini ondan ayırma; Sen de mukâbele et! Böyle yaparsan sevgin fazla olur. O başka tarafa bakarken, Sen onun yüzüne bak! Bunun büyük mükâfâtı vardır.. Güzel bakışlarınla, güler yüzle onu takip edip memnun etmene bir ay nâfile orucu sevâbı yazılır.

Kocanın yanında sessiz ve ilgisiz durma! Onun hoşlandığı şekilde güzelce söyle ki, sana muhabbet etsin.. Kocanın hatâlarını başkalarına söyleme! Eğer söylersen, Allah Teâlâ sana gazab eder.. Sonra melekler, peygamberler ve nihâyet kocan sana gücenir..."

Ashâb-ı Kirâm’dan Hâris (r.a.)’ın kızı Esmâ (r.anha), gelin olup giderken annesi ona şu nasîhati yapmıştı:

"Kızım, evimizden çıkıp başka bir eve, ülfet etmediğin bir kimseye gidiyorsun.. Sen kocana yer ol ki, o sana gök olsun! Sen ona hizmetçi ol ki, o sana köle olsun! Kocana yumuşak davran!

Öfkeli hallerinde sessizce yanından kayboluver.. Öfkesi geçinceye kadar ona görünme.. Ağzını ve kulağını muhâfaza et.. Kocan sana fenâ söylerse, söylediklerini duyma; sakın mukâbelede bulunma! Ona karşı gelme! Dâimâ senden güzel söz işitsin, güler yüz görsün.. Bu suretle sana iyi nazarla baksın.."
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
nazlı prenses - avatarı
nazlı prenses
Ziyaretçi
23 Mart 2009       Mesaj #146
nazlı prenses - avatarı
Ziyaretçi
ANLATIM



Yüce Allah, Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s) bütün evrene rahmet olarak gönderdigini bildirmis ve söyle buyurmustur:
“Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107)
Rahmet: acimak, sefkat göstermek, merhamet etmek, iyilik etmek ve bagislamak anmalarina gelir. Peygamberimiz görünen ve görünmeyen bütün yaratilmislar için Allah’in ihsan ettigi büyük bir lütuftur. Bunun anlamini söyle açiklayabiliriz:
Peygamberimize gönderilen din, bütün insanlar için hakki ve dogruyu gösteren bir kilavuzdur. Günes nasil biyolojik yasam için gerekliyse Peygamberimize gönderilen din de insanlarin hem iç dünyalari için hem de toplumlari için o kadar gereklidir. Peygamberimize gönderilen din, tabiat için de rahmettir. Çünkü ölçüyü asan insan yalniz kendine zarar vermez; hirslari ugruna havayi, suyu zehirler, topragi çöllestirir. Peygamberimizin gönderilisi hem insanlik için hem de diger varliklar için bu nedenle rahmet olmustur.
Peygamberimiz yasami boyunca güçsüzlerin ve korumasiz kalmislarin koruyucusu olmustur. Yasadigi dönemde en çok kadinlar, köleler ve korumasiz kalmis öksüz ve yetimler ezilmekteydi. Hz. Muhammed (s) onlarin durumlarini iyilestirmeye yönelik çesitli önlemler almistir.
Kadinlar konusunda Peygamberimiz söyle demistir:
“Ey insanlar! Kadinlarin haklarini gözetmenizi ve onlara haksizlik etme konusunda Allah’tan korkmanizi tavsiye ederim.”
Bir çocugun aglamasi Peygamberimizi çok etkilerdi. Bir defasinda söyle demisti:
“Ben namazi uzun tutmak isterim, fakat geriden bir çocugun aglamasini duyunca, annesine güçlük çikarmamak için namazi kisa keserim.”
Peygamberimizin çocuklara sefkat ve merhameti çok ünlüdür. Bir defasinda küçük bir hizmetçi kizi sokakta aglarken görmüstü. Yanina yaklasip neden agladigini sordu. Küçük kiz:
“Sahibim bana un almam için 2 dirhem vermisti, onu kaybettim” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona iki dirhem hediye etti. Fakat çocuk aglamaya devam ediyordu. Peygamberimiz neden agladigini tekrar sordu. Küçük kiz:
“Eve geç kaldim, beni dövmelerinden korkuyorum” dedi. Peygamberimiz çocugu evine kadar götürdü. Kapida Peygamberimizi gören ev sahipleri hem sevindiler hem de zahmet verdikleri için üzüldüler. Peygamberimize olan sevgilerinden dolayi kiz çocuguna özgürlügünü bagisladilar.
Peygamberimiz savasta çocuklara, kadinlara ve din adamlarina dokunulmamasini emreder, kilicini atip teslim olan savasçilara eziyet edilmesini yasaklardi.
Peygamberimizin merhameti yalnizca insanlara yönelik degildi. Hayvanlara eziyet edilmemesini ister, üzerlerine haddinden fazla yük yüklenmesini yasaklardi. Tehlike kaynagi olmadikça hayvanlarin öldürülmesini
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Temmuz 2009       Mesaj #147
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

ALLAH (cc) buyurdu:

” (Ey Muhammed) de ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” (Al-i imran3/31)

*“ Ve sen (Ey Muhammed ) elbette yüce bir ahlaka sahipsin” (Kalem68/4)

*“Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” Buyuran Efendimiz Hz MUHAMMED MUSTAFA (sav) :

*Kendine kötülük edene iyilik ederdi

*Kendine istendiğini başkasına da ister, kendi istemediklerini başkasına da istemezdi

*İçi, dışı, özü, sözü birdi

*Hem doğruluğu öğütlüyor, hemde söylediklerini aynen uygulardı Şakalaşır fakat şakasında dahi doğruyu söylerdi

*Hayatında söyledikleriyle yaptıkları arasında asla bir tezat ve tutarsızlık görülmezdi
* Faaliyetlerinde daima yumuşaklığı şefkat ve merhameti kine, öfkeye ve sertliğe tercih ederdi
* Bütün davranışlarında ifrat ve tefritten kaçınır, orta yolu benimserdi
*Çevresine karşı güler yüzlü idi Herkese değer verir hiçbir şekilde nezaketi elden bırakmazdı
*Davete icabet eder hastaları ziyaret ederdi
*Karşısındakine bütün vücuduyla dönerek konuşur, muhatabı yüzünü çevirmedikçe o da yüzünü çevirmezdi
*Ağzından çirkin söz çıkmaz, ahlakı güzel olanın hayırlı insan olduğunu söylerdi
*Hiçbir şeyi uğursuz görmezdi
*Hayatında hiçbir kadını ve köleyi dövmedi Şahsına yapılan haksızlıktan dolayı intikam almadı 10 yıl boyunca hizmetinde bulunan Enes bin Malik’ e bir defa bile kızmadı
*Kim olursa olsun çağırana “buyurun” diye cevap verirdi
* Son derece cömertti Kendisinden bir şey istendiği zaman ona çok ihtiyacı da olsa verirdi
*Fakiri, yetimi, dulu kimsesizi gözetler, onlara yardım eder, onlarla oturur ve onlarla gezerdi
*Çocuklara sonsuz bir şefkat gösterirdi; onları kucaklayıp öper, bağrına basar ve omzuna alırdı
* Kendisini ashabından üstün görmez, onların yaptığı işi kendisi de yapardı Küba Mescidi ve Mescid-i Nebevi inşa edilirken o da sırtında taş ve kerpiç taşımıştı
* Evde bulunduğu saatlerde ev işlerine yardımcı olurdu
*Önüne getirilen yemekte kusur aramazdı; hoşuna giderse yer, gitmezse yemezdi
* İbadet etmekten derin bir zevk alır, bazen ayakları şişinceye kadar namaz kılardı
*Bir meclise girerken ve çıkarken selam verirdi
*Sade temiz giyinmeyi ve güzel kokuyu severdi Temizliği imanın yarısı sayardı
*Uzaktan bakılınca kendi insanların en heybetlisiydi Yakınına gelince herkesten daha tatlı ve çekiciydi
*Daima düşünen bir insan olarak görülürdü Çoğu kez sessiz durur hiçbir zaman gereksiz yere konuşmazdı
*Yumuşak huylu, mütevazı, güvenilir, hoşgörülü ve affediciydi Katı kalpli değildi, hoşlanmadığı şeye göz yumardı
*Hiç kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırmaz, hiçbir Müslüman hakkında kin gütmezdi Hiç kimse ile çekişmezdi
* İnsanları devamlı ilme teşvik eder, cehaletten kurtulmaları için çaba sarf ederdi
* Şahsı için asla kimsenin gönlünü kırmaz, kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı Ancak yapılan hata Allah’ın bir emir ve yasağının ihlali ise, o zaman mutlaka kırıcı olmadan uyarırdı
*Hata eden şahıs bir topluluk içinde bulunuyorsa yanlışlığı isim vermeden düzeltirdi
* Enn sevdiği renk yeşil, en sevmediği huy yalandı
*Topluluk içinde yanındaki ile fısıldaşılmamasını isterdi
Farz namazlarını cemaatle kılardı…

Allah Azze ve Celle bizleri O'na layık ümmetlerden,kendisine layık salih ve saliha kullarından eylesin İnşaallah...

_________________
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Kasım 2009       Mesaj #148
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İşte Hz. Peygamber'in tahammül edemediği suçlar...

Gerek yazının tamamını okumaya vakti olmayanlar, gerekse de yazıda çokça isim geçeceği için zihni karışacak olanlar için yazının özetini baştan vereyim.

Hz. Peygamber’in asla tahammül edemediği ve kesinlikle affetmediği suç, yalan, iftira gibi her çeşit karalama türü yaklaşımlarla toplumun zihninin karıştırılması ve yanlış düşünce sahibi olmalarına zemin oluşturulmasıydı. Kamu malı konusunda da hassastı. Aksi davranış içinde olanlara karşı şiddetli cezalar uyguladı.

Konunun ayrıntısına girmeden önce, Hz. Peygamber öncesi döneme ait bazı bilgiler vermekte yarar var.

Kamuoyunun kontrolü tarihin her döneminde büyük önem taşımıştır. Güç ve iktidar sahipleri, insanlık tarihinin bilinen bu en eski silahından sürekli yararlanma yoluna gitmişlerdir.

Eski Yunan ve Roma toplumlarında da, kamuoyu oluşturma tekniği olarak nitelendirebileceğimiz profesyonel faaliyetler mevcuttu. İmparator Neron, “Augustales” denilen ve görevi halkı heyecanlandırarak hasım grupları katletmek için coşkulu tezahürat yapmak olan ve çoğunluğu gençlerden oluşan 5000 kişilik bir teşkilât kurmuştu. Sezar zamanına gelindiğinde, Çiçeron gibi etkili hatiplerin siyaset ve toplum hayatı üzerindeki etkisi üst seviyelere çıkmıştı

Pompei harabeleri arasında bu devirde etkin faaliyet gösterdiği anlaşılan dellâllara ve münâdîlere ait kalıntılar bulundu.

Halkın çeşitli söylentilerle sindirilmesi ve morallerinin çökertilerek ruh dünyalarının peşinen esir alınması düşüncesi çok eski bir stratejidir. Anibal Roma üzerine yürürken bu teknikten yararlandığı gibi, Atillâ ve Cengiz Han’da bu iş için özel ekipler oluşturmuşlar, ordunun geçeceği güzergah üzerinde yaşayan halklarda büyük bir korku dalgası meydana getirmeyi başarmışlardır. Tarihe geçen tüm başarılı seferlerde, böylesine profesyonelce uygulanan bir zihin inşa stratejisi vardır.

Timur Anadolu’yu işgali sırasında da bunu başarıyla uygulamıştır. Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a karşı mağlubiyetinde Timur’un propaganda silahını çok iyi kullanması etkin rol oynamıştır. O kadar ki, üzerinden asırlar geçmesine rağmen, Timur’la ilgili menkıbeler Anadolu’da hâlâ anlatılmaktadır.

O günün medyası…

Modern anlamda gazeteciliğin insan hayatına girmesi son 200, 300 yıla ait bir olaydır. Radyo, televizyon gibi günümüzün popüler iletişim araçlarının insan hayatına girmesinin üzerinden ise henüz 100 yıl bile geçmemiştir.

Kısacası, bundan 100, 200 sene öncesine gelinceye kadar tüm insanlık tarihi boyunca en etkin kamuoyu oluşturma aracının başında şifahi (sözlü) unsurlar başta geliyordu. Onu en iyi kullanan da, etkin söz söyleme gücüne sahip şairlerdi.

Şairler eski çağlar boyunca bir bakıma şimdiki anlamıyla medyanın görevini yürütüyorlardı. Herhangi bir konuda kamuoyu oluşturulacaksa, bu iş için şairler görevlendiriliyor, karşılığında kendilerine menfaat temin ediliyordu. Özellikle savaş hazırlıkları sırasında ve savaş anında askerin coşturulmasında en etkin silah şiirdi.

Şairlerin çoğu Yahudi idi…

Hz. Peygamber risalet görevine başladığında Mekke bir bakıma Arap yarımadasının şiir merkezi (medya üssü) gibi idi. Arap yarımadasının en etkin şairleri burada bulunuyor, en güzel şiirler Kâbe duvarına asılıyordu.

Hz. Muhammed (s) peygamberlik görevine başladığı andan itibaren, çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu şairler hemen saldırıya geçti.
Yahudi şairler, şiirlerinde İslâm'la alay ediyor, Hz. Peygamberi sürekli aşağılıyorlardı. Özellikle Müslüman kadınları küçük düşüren ve hakaret eden şiirlere ağırlık veriyorlardı. Zaten o günün en etkin kamuoyu oluşturma aracı şiirler olduğu için bu hakaretler kısa zamanda ağızdan ağza yayılıyor ve toplum Müslümanlara karşı kışkırtılıyordu.

Müslümanlar kendilerine olan özgüvenden dolayı bundan doğrudan etkilenmeseler de, insanların hakikatlere karşı kalplerinin ve gözlerinin kapalı hale gelmesine yol açtığı için bu tür karalama kampanyalarına üzülüyorlardı.

Mekke dönemi sabır dönemi olduğundan, Hz. Peygamber bu amansız saldırılara doğrudan karşılık vermedi. Medine döneminde ise; gerekli savunmaya ve mücadeleye izin verildiğinden dolayı, Hz. Peygamber’in yaklaşımı çok farklı oldu. Hz. Peygamber İslam’ın tüm hasımlarıyla mücadele ettiği gibi, kamuoyunu Müslümanlar aleyhine kışkırtan şairlere karşı da sert tedbirler aldı.

O dönemde İslam’ın en azılı düşmanlarından biri de, Asma binti Mervan adındaki şair kadındı. Tüm hayatı, İslâm aleyhinde şiir üretmek, şiirlerinde İslâm ve Hz. Peygamber düşmanlılığını işlemekle meşguldü. Bu şairi sahabeden Umeyr öldürdü. Hz. Peygamber onun hakkında, "Allah'a ve Resulü'ne gıyaben yardım eden birisini görmek istiyorsanız Umeyr'e bakın!" buyurdu.

İslâm'a ve Hz. Peygamber’e saldıran Yahudi şairlerinden birisi de Ebû Afek adındaki fitneci şairdi. Sâlim b. Umeyr isimli sahabi de bu İslâm düşmanı Yahudi şairi öldürdü ve toplumu ifsat etmesinin önüne geçti.

Bedir savaşında Müslümanların üstün gelmesi bütün Yahudileri kızdırdı ve daha da hırçınlaştırdı. Bu savaş onların kinlerini açığa vurmalarını sağladı. Bedir zaferinden sonra Yahudi şair İbnu'l-Eşref, İslâm'a daha ağır hakaretler yapmaya başladı. Bedir Savaşı’nın ardından, "Bugün yerin altı üstünden yeğdir" dedi.

Mekkelileri Müslümanlara saldırtmak için Mekke’ye gitti ve orada şiirleriyle ağıtlar yaktı. Medine'ye dönüp İslam düşmanlığına devam eden İbnu'l-Esref o kadar ileri gitti ki, Hz. Peygamber sonunda söyle dua etti: "Ya Rabbi, beni Ka'b ibnu'l-Eşref’den ve onun şiirinden kurtar." Sahabeden Muhammed b. Mesleme çok geçmeden bu şairi katletti.

Ertesi gün, İbnu'l-Eşref'in haksiz yere öldürüldüğünü savunmak için gelen Yahudilere Hz. Peygamber şöyle dedi: "O suçsuz değil; bizi aşağıladı. İslâm ve Müslümanlar aleyhinde şiirler söyledi (kamuoyu oluşturdu). Aranızdan her kim aynı fiili işlerse, onun da kafası kesilecektir. Bunu böyle bilin ve bir daha İslâm aleyhinde söylemeyin…"

Bu olaydan sonra Nadiroğulları Hz. Peygamber ile bir ittifak antlaşması yaptı. Fakat barış dönemi uzun sürmedi. Uhud Savaşı yapıldı. Hz. Peygamber, Uhud Savaşı esirlerinden yalnızca şair Ebu Azze'nin öldürülmesini emretti. Bu şair, Mekkeli Müşrikleri şiirleriyle galeyana getirerek Müslümanlara karşı yeni bir saldırıya geçirilmesinde büyük bir rol oynamıştı.

Kimler öldürüldü…

Mekke fethi esnasında, Hz. Peygamber (a.s) "Saldırıya uğramadıkça, sakın saldırmayın. Fakat şu on bir erkek ile altı kadını nerede bulursanız öldürün. Başka kimseye dokunmayın" dedi. Fakat bunlar arasından sadece dört erkek öldürüldü, diğerleri affa mazhar oldu.

Öldürülen dört kişinin isimleri ve suçları şunlardı:

1. Abduluzza b. Hatal: Daha önce Müslüman olup, Abdullah adını almış ve zekât toplamakla görevlendirilmişti. Önemsiz bir sebepten Müslüman ar*kadaşını öldürdü, kısas edileceğinden korktu, irtidat etti ve topladığı zekât malları ile birlikte kaçtı. Mekke'ye iltica etti. Hem katil, hem mürted, hem de hırsızdı. Fetih günü Ka'be örtüsü içine saklanmışken buldu ve öldürüldü.

2) Mikyas b. Subabe: Müslüman ol*muş kardeşinin, başka bir Müslüman tarafından müşrik zannedilerek hataen öldürülmesi üzerine, onun hakkını almak için geldi, Müslüman oldu ve kardeşinin kanını dava etti. Diyet almasına rağmen, kardeşini öldüren Müslümanı öldürdü, irtidad etti ve Mekke'ye kaçtı. Fetih günü Müslümanlara pusu ku*ranlar arasında yer aldı. Gizlendiği yerde yakalanıp öldürüldü.

3) Haris b. Tulatıla: Hz. Peygamber’e daha ilk günden itibaren en ağır eziyet ve hakaretleri yapanlardandı. Sürekli alay eder, yalancı olduğunu söylerdi. Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürüldü.

4) Huveyris b. Nukayzi: Mekke döneminde Peygamber (a.s.)'e en çok eziyet edenlerdendi. Hz. Peygamberi hakaretler içeren şiirler söylerdi. Hz. Peygamberin kızları Fatıma ve Ümmü Gülsüm'e de eziyetleri olmuştu. Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürüldü.

Özetlemek gerekirse, Hz. Peygamber’in şairlere karşı sert tutumunun bir nedeni de, şairlerin kendi zihin kirliliğini ve küfrünü şiirleriyle topluma da bulaştırması ve kendi karanlık dünyalarına başkalarını da ortak etmesiydi.

Çünkü İslam, bireyin olduğu kadar toplumun da ruh sağlığının korunmasını, bireyi ve toplumu ifsat eden her türlü yanlışın önüne geçilmesini ister. İnsana saygının gereği de budur.

Osman Özsoy
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2010       Mesaj #149
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

peygamber efendimiz hakkinda bilgi

peygamber efendimiz islam dinini anlatırken nasıl yöntem uygulamıştır
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Mayıs 2010       Mesaj #150
Avatarı yok
Yasaklı
Cennete Açılan Tek Kapı

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Allahü teâlâ kendisine kavuşturacak, Cennete girilecek, tek açık kapı bırakmıştır. Bu tek kapı, Peygamber Efendimizin mübarek kalbidir. Peygamberler dâhil herkes bu kapıdan geçmedikçe Allahü teâlâya kavuşamaz. Onun Peygamberliğini kabul etmeyen, kim olursa olsun, Cennete giremez. Peygamber efendimize zerre kadar benzemek, bütün dünya ve ahiret lezzetlerinden, nimetlerinden daha tatlıdır, daha üstündür. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah ve melekleri, Resule salât ediyor. Ey iman edenler, siz de salât edin) buyuruyor. Allah’ın salât etmesi rahmet, meleklerinki dua, müminlerinki ise Onun şefaatini taleptir.

Allahü teâlâyı seven, Kur’an-ı kerim okumayı sever. Kur’an-ı kerim okumak ruhun gıdasıdır. Allah’ı seven, Onun bildirdiğiyle amel eder. Allah’ı seven, Habibine tâbi olur, onu sever. Onu seven de Ona çok salevat okur ve sünnetine uyar.

Peygamber efendimiz, (Allah’ı anmadan, Peygambere salevat getirmeden toplanıp dağılmak, leşin başından dağılmak gibidir) buyuruyor.

Âhir zamanda bütün dünyayı küfrün zulmeti kaplar. Herkes bu havayı teneffüs etmeye mecbur olur. Bu pisliği çıkartmanın, bundan kurtulmanın yolu, birkaç arkadaş bir araya gelince dinden, imandan, Allahü teâlânın sevgili kullarından bahsetmektir. Böyle yapınca bu pislik çıkar, insan temizlenir, rahatlar. Müminler, Allah için bir araya geldiği zaman, isteseler de, istemeseler de Allah sevgisi mutlaka kalbden kalbe geçer.

Bir Müslüman, rüyasında imam-ı Şafiî hazretlerini görünce ona, (Efendim, bu dereceye, bu makamlara nasıl kavuştunuz, nasıl bu kadar büyük bir zat oldunuz, çok merak ediyoruz) diye sorar. İmam-ı Şafii hazretleri, (Merak ediyorsan yazdığım kitaba bak) buyurur. Başucunda onun yazdığı bir kitap vardır. İmam hazretleri sözüne devamla, (Ben, Peygamber efendimizin her ismi geçtiğinde “aleyhissalatü vesselam” diye salatü selam verdim. Hiçbir zaman Onun mübarek ismini salatü selamsız yazmadım. Rabbim bunun için bana bu makamı ihsan etti) buyurur. O mümin uyanıyor, kitaba bakıyor ki, İmam-ı Şafii hazretleri, Peygamber efendimizin isminin geçtiği her yerde, salevat-ı şerife yazmış.

Kendimizde ihlâs yoksa, Allah aşkı yoksa, başkasının kapısını çalmamızın ne faydası olur? Ne bize, ne ona hayır gelir, çünkü ihlâssızlık fitneye sebep olacak işler yaptırır. İhlâs olmayan yere, menfaat girer, dünya girer. İhlâs demek, ahiret için, Allah için çalışmak demektir. İmam-ı Gazali hazretleri vefat ederken, talebelerine son nasihat olarak, üç defa (İhlâslı olun) buyurmuştur.


Kaynak: Dinimizislam (Mehmet Ali Demirbaş'ın, 8 Mayıs 2010 Tarihli Yazısı)




Benzer Konular

9 Nisan 2009 / ayşe nur Soru-Cevap
15 Ekim 2018 / Şeb-i Yelda Hz. Muhammed
3 Haziran 2014 / Ziyaretç Soru-Cevap
8 Haziran 2014 / Misafir Cevaplanmış
30 Ağustos 2009 / Misafir Soru-Cevap