Ebu Abdullah Ca''feri Sadık (R.A)
İlim Medine'sinin kapısı Hz. Ali (r.a)'dan, Hz. Hüseyin (R.A), ondan Zeynel Abidin (R.A) ondan Muhammed Bakır (R.A) ondan, da Ca'fer-i Sadık (R.A).
Haliyle Hz. Ali (R.A) onun büyük babasının büyük babası ve peygamber torunu. Anne tarafından da büyük babası, İmam Kasım el-Fakih'tir.
0 meşhur On iki îmamın altıncısı.
Hicri 83 yılında Medine'de doğdu.
Babası Muhammed Bakır'ın (R.A) en büyük oğlu.
İlimde o kadar ilerlemişti ki zamanının bir tanesi diye anıldı. Bir yandan îmamı Azam gibi bir zat, îmam Cafer'in dizlerinin altında ders alırken, diğer yandan 0 da, Maruf-i Kerhi'den gönül sırlarım alıyor.
Mana ilminde olduğu kadar maddede de üstad. Kimya ilminde günün üstadıydı. Cebir ilminin mucidi ve sonra da kimyada da en büyük mucitlerden olan El Cabir onun talebesidir.
Kendisine doğruluğundan dolayı sadık lakabı takıldı. Eba Müslim Horasani, Emevilere karşı isyan bayrağını açınca Cafer-i Sadık hazretlerine mektup gönderdi:
-"Halife sen ol!"
Cafer-i Sadık cevap veriyor :
-"Ben halifeliği kabul etmem." Ve mektubu yakıyor. Çünkü o mana ilminin halifesi idi...
Şöyle buyurdu: "Şu dört şeyi her çerifin (Seyyid' in) yapması gerek, yapmaması yakışmaz;
1- Bulunduğu meclise babası ^elince ayağa kalkması.
2- Misafirlerine hizmet etmek
3- Yüz tane hizmetçisi de olsa, bineğine yardım istemeden binmek.
4- îlim öğrendiği hocasına hizmet."
Dedi ki: "Bir hata işlediğinizde, Allah (c.c)'tan af talep ediniz. Çünkü hatalar, insanlar yaratılmadan önce yaratılmıştır. Bütün helak; hatada ısrar etmededir.
Derdi ki: "Bir mü'min kardeşine karşı sevmediğin bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısı araştır. Bulamazsan belki benim bilmediğim bir özrü vardır de ve kapa."
Buyurdu ki: "Bir kimsenin Rızkı daralırsa istiğfara devam etsin."
Derdi ki: "Bir kimse sevdiği bir malın elinde kalmasını istiyorsa, baktıkça maşallah la kuvvete illa billah desin."
Buyurdu ki: "Sultanların kapısına yaltaklanmadıkça, fakihler, peygamberlerin vekilleridir."
Derdi ki: "Beş kimseden sakının; yalancıdan, ahmaktan, cimriden, mürüvvetsizden ve fasıktan."
Bir gün Davud-i Taî (R.A) Sadık' ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ü Teala'nın Resulünün (S.A.V) oğlu, bana nasihat ver, kalbim karardı" dedi. "Sen zamanın zahidisin. Benim nasihatime ihtiyacın yoktur" buyurdu. Davud, Ey Allah Resulünün (S.A.V) oğlu, Cenab-ı Hakk size herkesin üstünde bir fazilet verdi, herkese nasihat vermeniz gerekir, deyince: "Ey Ebu Süleyman! Kıyamette ceddimin (S.A.V) niçin bana hakkıyla uymadın demesinden korkuyorum. Bu nesep işi değil, amel işidir, buyurdu. Davud bunu duyunca ağladı ve: "Ya Rabbi, onun kıymetinin aslı, peygamberlik suyundan yaradılışının terkibi burhan sahilîlerindendir. Dedesi Resul, annesi Betül (Hz. Fatıma evladıdır) olduğu halde, böyle hayran olursa, Davud kim oluyor ki yaptıklarının bir kıymeti olsun dedi.
Bir gün kölelerini çağırdı. "Gelin bîat eyleyelim ve söz verelim ki; kıyamette, içimizden hangimiz kurtulursa, diğerlerine şefaat etsin." Ey Resulullahın (S.A.V) oğlu, sizin bizim şefaatımıza ihtiyacınız yoktur. Dedeniz, bütün insanların ve cinlerin şefaatçısıdır, dediler. Hazreti îmam, "ben bu amelimle, kıyamette Ceddimin yüzüne bakmaya utanırım buyurdu."
Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu, Allah Allah diyordu. Arkasından kalbi yanık birisi de gidiyor ve Allah Allah diyordu. Sadık dedi ki: "Allah! elbisem yoktur, cübbem yoktur." Aniden bir paket elbise göründü. Sadık elbiseyi giydi. Arkadan gelen kimse huzuruna gelip: "Ey efendi! Allah Allah derken bende sizinle beraber diyordum. Eski elbiselerinizi de bana veriniz." dedi. Bu söz Sadığın hoşuna gitti ve çıkardığı elbiseleri ona verdi.
Buyurdu ki: "Nefsi için nefsiyle mücahede eden, keramete kavuşur, Nefsi ile Allah için mücahede eden, Allah'ü Teala ya kavuşur.
Bir kimse Cafer Sadık hazretlerinin huzuruna gelip; "Bana Allah'ü Teala'yı göster" dedi.
"Siz, Musa Aleyhisselama: "Beni göremezsin" dendiğini bilmiyor musunuz?"
"Biliyorum, fakat bu ümmet Muhammet Mustafa'nın (S.A.V) ümmetidir. Kimi, kalbimle Allah'ü Teala' yı görüyorum, kimi, Rabbimi görmeyince, ibadet etmem diyor, dedi."
Sadık; "Şu adamı bağlayın ve Dicle'ye atın" buyurdu. Adamı bağlayıp Dicle'ye attılar. Suya gömdüler, çıkardılar.
Dedi ki: "Ey peygamber efendimizin (S.A.V) oğlu, beni kurtar.
Sadık; "Ey su bunu içine al" buyurdu. Yine battı. Çıkınca ; yine Ey Resulullahın (S.A.V) oğlu beni kurtar dedi. Ey su bunu içine al buyurdu. Bir kaç defa devam etti. Nihayet, her şeyden ümidini kesip, suya gömülünce insanlardan bir şey istemeyip "Ya Rabbi beni kurtar" dedi. Sadık onu çıkarın buyurdu. Çıkardılar. Kendine gelmesi için bir müddet yatırdılar.
Sonra "Hakkı gördün mü?" buyurdu. Başkasından yardım istediğim müddetçe önümde bir perde vardı. Bütün varlığımla ona sığınınca, kalbime bir pencere açıldı. Oradan baktım aradığımı buldum dedi.
Sadık buyurdu ki; "doğru söyleyinceye kadar, yalancı idin. Şimdi, kalbinde açılan o pencereyi iyi muhafaza et.
Ebu Basir anlatır; "Medine'ye gitmiştim. Yanımda bir cariyem vardı. Onunla cem oldum. Hamama gitmek için dışarı çıktım. Bir takım kimseler gördüm. İmam Caferi Sadık'ı ziyarete gidiyorlardı. Ben de onlara katıldım. Gidip içeri girdik. Bana bakarak: "Ey Ebü Basir, peygamberlerin ve oğullarının huzuruna cünüp olarak girilemeyeceğini bilmiyor musun?" buyurdu. Sizi ziyaretten mahrum kalmayayım diye gelmiştim. Bir daha böyle yapmayacağıma tövbe edip dışarı çıktım.
Birisi anlatmıştır. Bir dostum vardı. Halife Mensur onu hapsetmişti. Bir hac mevsiminde ikindi namazından sonra İmam Cafer-i Sadık'ı gördüm. Hapiste olan arkadaşımı sordu. Yine hapistedir dedim. Hemen dua buyurdular. Biraz sonra, kendisi yemin ederek: "Arkadaşını Arife günü ikindi namazından sonra salıverdiler" buyurdu.
Yine birisi anlatır: "İmam Cafer-i Sadıkla Mekke'ye gidiyorduk. Etrafında çocukları ile bir kadın ağlaşıyordu. Önlerinde de bir inek ölüsü vardı. Bu ne haldir diye sordular. Kadın, biz bu ineğin sütü ile geçinirdik. Şimdi öldü ne yapacağımızı şaşırdık dedi. Hazreti îmam, bu ineği, Allahu
Teala' nın diriltmesini ister misin? buyurdu. Kadın, bu musibet yetmiyormuş gibi, bir de benimle alay mı ediyorsun? dedi. îmam alay etmiyorum deyip dua buyurdu. Sonra mübarek ayağı ile hayvana dokundu. Hayvan sağlam olarak kalktı. Hazreti îmam ise kalabalığa girip, gaip oldu. Kadın bu büyük işi, kimin yaptığını anlayamamıştı.
Yine birisi anlatır: "Bir grup insanlarla Hazreti îmamın sohbetinde idik. Ben sordum ki, Allahu Teala, Bakara Suresi iki yüz elli altıncı ve sonraki ayetlerinde İbrahim Aleyhisselama: "Dört kuş al. Onları iyice tanı. Sonra her birini kesip parça parça et. Her bir parçayı bir dağın üzerine koy. Sonra onları yanına çağır. Hepsi yanına gelecektir." buyurdu. 0 kuşlar aynı cinsten mi idi, yoksa ayrı cinsten mi idiler. "îster misiniz o kuşları aynen size göstereyim" buyurdu. îsteriz dedik. "Ey tavus!" buyurdu bir tavus hazır oldu. "Ey karga" buyurdu bir karga hazır oldu. Sonra "Ey güvercin" buyurdu. Bir güvercin orada gördük. Sonra "Ey doğan!" buyurdu. Bir doğan hazır oldu. Emir buyurup oradaki dört kuşun başları kesildi, bir yere saklandı. Vücutları karıştırılıp, parçalandı. Sonra "Ey tavus!" buyurdu. Tavusun eti, kemiği; tüyleri bir araya toplanıp başına yapıştı ve canlandı. Diğer kuşlar da aynı şekilde canlandılar.
Buyurdu: Namaz her takva sahibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihadıdır. Bedenin zekatı oruçtur. Amel etmeden karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.
Buyurdu: Sadaka ile rızkınızı çoğaltınız. Zekat vererek mallarınızı koruyunuz. îktisat eden aldanmaz. Tedbir, yani düzenli olmak geçimin yarısıdır.İnsanlarla iyi geçinmek aklın yarısıdır.
Buyurdu: Takvadan üstün azık yoktur. Susmaktan güzel bir şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.
Yedi erkek, üç kız çocukları vardı. Hepsi de zamanın, süsü alimi, fadılı, evliyanın rehberiydiler. Oğulları;
1- Musa Kazım
2- İshak
3- Muhammed
4- İsmail
5-Abdullah
6- Abbas
7- Ali
Hicri 148 yılında 65 yaşında Medine'de vefat etti. Mübarek hilyeleri: Beyaz pembe karışımı bir renkte çok güzel bir yüze sahiptiler
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:46