Arama

Hadisi Şerifler - Sayfa 7

Güncelleme: 11 Kasım 2017 Gösterim: 262.443 Cevap: 447
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #61
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım! Beni esirge, bana merhamet eyle, bana hidâyet et, bana âfiyet ver, beni rızıklandır!"
Sponsorlu Bağlantılar
İbn Abbas radıyallahu anh. Tirmizî.

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım, kalblerimizi hayır üzere kaynaştır, aramızı bul, bizi kurtuluş yollarına ilet ve bizi karanlıklardan kurtarıp nura kavuştur!
Açık, gizli tüm hayasızlıklardan bizi uzaklaştır! Kulaklarımızı, gözlerimizi, kalblerimizi ve eşlerimizi bizim için mübarek eyle!
Tevbelerimizi kabul eyle! Sen tevbeleri çokça kabul eden ve sınırsız merhamet edensin!
Nimetine karşı bizi şükredenler kıl, bize bolca verip, nimetlerini tamamla!"
İbn Mesûd radıyallahu anh. Rezîn.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:45
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #62
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Peygamber'in eşi Aişe (r.ah.) şöyle dedi:
Namaz, mukim hâlinde ve seferde olana ikişer rekât farz kılındı. Daha sonra sefer de kılınan namazlar olduğu gibi bırakıldı, mukim hâlinde kılınan namazlara ikişer rekât eklendi.
Sponsorlu Bağlantılar
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:45
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #63
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım! Yalnızken de, insanlar içindeyken de, senden korkmayı dilerim. Rıza ve öfke hâllerimde de, senden ihlas kelimesini dilerim.
Fakirlikte ve zenginlikte tutumlu olmayı dilerim. Senden, bitmeyen nimeti isterim. Senden, kazadan sonra rızayı isterim. Senden, kesilmeyen göz aydınlığı dilerim.
Senden, ölümden sonra güzel bir hayat dilerim. Cemâline bakmak ve sana kavuşmak lezzetini dilerim.
Kimsenin zararına uğramamayı ve saptırıcı fitneye düşmemeyi dilerim.
Bizi îman süsü ile süsle! Bizi doğruya eren ve doğru yolu gösterenlerden eyle!"
Kays radıyallahu anh. Nesêî.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:45
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #64
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İslamiyet'te helâl ve haramların sınırları bellidir. Bir helâl, harama yakın görünüyorsa o da şüpheli addedilir. Bu konu hiçbir kimsenin söz söylemesine fırsat vermeyecek ve ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır. Dinin hükümleri zamanla da değişmez. Bu arada zaruretler mevzuu istisna teşkil eder. Zaruretlere getirilen tarif de bellidir. Zarauret insanın muzdar kalmasıdır. Mutlaka yapılması gereken şeyin de hâciyat denilen kısımdan olması şartı vardır. Bunlar da miktarlarıyla mukadderdir yani çerçeveleri bellidir. Yani ne kadar zaruret varsa o zarureti giderecek kadar mahzurlu şeyler mübah kılınmıştır. İhtiyaç ölçüsünde, belki ölmeye ramak kaldığında ölmemek için bazı şeyler mübah kılınmıştır. Ama orada da sınırlar bellidir.
Bu açıdan zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya talip olmuş, dünya birinci derecede bir mesele haline gelmiş diye insanın haram olan şeylere girmesi tecviz edilmemiştir/edilemez de. Üstad hazretlerinin başka bir mülahazaya binaen dediği gibi haramları yeme, yutma, masiyete girme, gırtlağına kadar günahın içine saplanma hususunda başkalarıyla beraber olma bir teselliyse kabrin öbür tarafında bu beraber olma pek esassızdır. İnsan aldanmış olur.
Din insanın hayat tarzını belirlemiştir. İnsan dine uyma mecburiyetindedir. İnsan dinin kurallarını değiştiremez; hele şahsı adına hiç değiştiremez. Bir yerde de ifade edildiği gibi din, insanlar kendilerini ona göre bir kıvama soksunlar diye gönderilmiştir; yoksa, insanlar kendi heva ve heveslerine göre dini şekillendirsinler diye değil. Ancak az önce de geçtiği gibi zaruretler ve ciddi ihtiyaç olan şeylerin dinde husûsî bir yeri vardır. Zaruretlerle alakalı söylenen hükümlere göre, ne kullanılır ne kullanılmaz bellidir. Bunları değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Sadık Tüccar Nebîlerle Haşrolur
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; “Sadık tüccar nebilerle, sıddıklarla haşrolur ve Cennet'e girer.” buyurmaktadır. Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) burada aynı zamanda insanların yanılma noktalarından birine dikkat çekmektedir. Yani bazı kimseler vardır ki, bunlar cismanî hevesleri, arzuları ve şehevanî duygularıyla daha çok aldanırlar. Diğer bazıları rahatla, yurt-yuva, ev-barkla aldanır; o noktada zayıftırlar. O noktada mukavemet edecek kadar ciddi bir karakterleri yoktur. Bazılarının da dünyaya karşı meyl ü muhabbeti vardır.

Her insanın bünyesinde ortak virüsler olabileceği gibi değişik virüsler de olabilir. Başka bir ifade ile bazı virüsler bazı insanlarda daha fazla yerleşmişlerdir ve onları oradan söküp almak çok defa zordur. Bu virüslerin hepsine karşı insanın fizikî yapısında olduğu gibi ruhunda da manevî farklı farklı korunma sistemleri vardır. Mesela, ev-bark, mal-mülk hususunda bir insandaki bağışıklık sistemi onlarla başa çıkabilecek kadar güçlü olabilir fakat aynı sistem tûl-ü emeli, tevehhüm-ü ebediyeti, cismanî-bedenî ve şehevânî hisleri gemleyebilecek ve onları hep meşrû dairede tutabilecek ölçüde kuvvetli olmayabilir. İşte bütün bunların hepsinin karşısında durabilecek ve hepsinin üstesinden gelebilecek güç ve sağlamlıkta, İslamiyetin gösterdiği korunma sistemleri vardır. Bu virüslerin gücüne göre o silahlarla mücadele edilebilir. Tek bir korunma sistemi değil farklı farklı sistemler vardır. O farklı farklı virüslere, mikroplara, bakterilere karşı İslam'ın koyduğu sistemler onları hallederler.
Bazı kimselerin dünyada daha fazla gözleri vardır. “Bir yerde biraz param, yarınlar adına bir tane evim, daha başka şeylerim olsun” derler. Bunlar insanın zaaflarıdır. Aslında bu meseleyi bütün bütün kınanacak bir mevzu olarak ele almak doğru değil. İnsanda böyle bir duygu olabilir. Önemli olan bu duygunun dinin yasak ettiği alana taşmaması, yüce hakîkatlerin yerine konmaması hatta önüne geçirilmemesidir. Yani daima bir vasıta olarak düşünülmesi, amaç ve gaye yerine konulmamasıdır. Zira hedef her zaman ve sadece Allah, Allah'ın rızası olmalıdır.

Kuralarla ev çekilişlerine giren insanlara bazen ekranlarda gözümüz takılıyor. Sanki Cennet'i kazanmış gibi sevindiklerini görüyoruz. Halbuki insanın uhrevî hayatı adına ev ne ölçüde önemlidir?! Bu gibi şeyler insanın hayatını dengeli sürdürebilmesi için yan aksesuarlar ve besleyici, destekleyici faktörlerdir. İnsanın eşine, eşinin de ona ihtiyacı vardır. Çocukların, anne babaya, anne babanın da çocuklara ihtiyacı vardır. Bütün bunlar insanın hayatını dengeli yaşamasına matuf, ağyar düşüncesine kapılmamak için verilmiş şeylerdir. Bunların hiçbiri gaye değildir. Gaye Allah'tır. Allah'la insanın arasına giren ev de olsa, çoluk-çocuk da olsa anne-baba da olsa merduttur. Allah'la insanın arasına girecek şeyler mağmalara kadar yerin dibine batmayı fazlasıyla haketmektedir.

İnsanlardan kime; “çocuklarını mı yoksa Allah'ı mı tercih edersin?” diye sorulursa sorulsun hemencecik, “Elbette Allah'ı tercih ederim” der. Fakat Allah'la münasebetin, irtibatın sarsılması karşısında bir çocuğunun ölmesi halinde duyduğu üzüntü ve tasayı duymuyorsa o zaman bu cevap tam olarak bir hakîkati ifade etmemektedir. Unutmayalım ki, esas yetimlik Allahsızlık, peygambersizlik, dinsizlik ve diyanetsizliktir. Bu hazmı biraz zor fakat çok önemli bir meseledir.
Allah Rasûlü bu hadis-i şeriflerinde insanın zaafına işarette bulunuyor. Bu hadis-i şerifte hassas bir nokta var. Sadık, iffetli ve helalinden kazanan bir tüccar demek ki insanın ayağının kaydığı bir noktada kazanıyor. Yani hileye, hud'aya girilmesi, müşterinin kandırılması, her şeyin milimi milimine tartılmaması, fiyatın fazla söylenmesi mümkün iken bu zaaflara karşı yenik düşmüyor ve kazanıyor. Yani kaygan sayılabilecek bir zeminde ayaklarını yere sağlam basıyor ve kaybın muhtemel olduğu bir zeminde kazanıyor. İşte bu kayma noktalarında iradesinin hakkını verebilen bir tüccar nebilerle, sıddıklarla haşroluyor. Sadakati şiar edinmiş olduğundan Cennet'e giriyor.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:45
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #65
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım! Beni bağışla, bana hidâyet et, bana rızık ver ve bana afiyet ihsan eyle!"
Asıam radıyallahu anh. Ebû Dâvud.


. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, her namazın ardında şöyle derdi:
"Allahım! Küfür, fakirlik ve kabir azabından sana sığınırım."
Ebû Bekre radıyallahu anh. Tirmizî.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #66
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hadis-i Şerif LugatıHadîs Âlimi (Muhaddis):
Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse. Çok sayıda hadîs toplayıp, senet ve metinleriyle ezberleyen, râvilerin cerh ve ta'dîl (güvenilir olup olmadıkları) noktasından durumlarını bilen, bu ilimde ihtisas kazanıp kitaplar yazmış olan âlim. Muhaddisin çoğulu muhaddisîn'dir.
Hadîs İmâmı:
Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de denir.
Hadîs-i Âhâd:
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Âmm:
Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Cibrîl:
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
Hadîs-i Garîb:
Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs.
Hadîs-i Hâs:
Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Hasen:
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Kavî:
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Kudsî:
Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)
Hadîs-i Maktû':
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler. Tâbiîn'den rivâyet edilen, bildirilen maktû' hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler, bunlar hakîkaten hadîs-i maktû'dur. Mevdû sanmamalıdır. (İbn-i Kudâme-Buhârî)
Hadîs-i Mensûh:
Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.
Hadîs-i Merdûd:
Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.
Hadîs-i Meşhûr:
İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mevdû:
Bir hadîs imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler. Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için; "Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdûdur" der. Yoksa; "Resûlullah'ın sallallah ü aleyhi ve sellem sözü değildir" demez. (Dâvûd-ül-Karsî)
Hadîs-i Mevkûf:
Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mevsûl:
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.
Hadîs-i Muddarib:
Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Muhkem:
Te'vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mu'allak:
Baştan bir veya birkaç râvîsi(rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Munfasıl:
Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müfterâ:
Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri. Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri aramış, bulmuş ve ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur.
Hadîs-i Mürsel:
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müsned-i Münkatı':
Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müsned-i Muttasıl:
Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd):
Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müteşâbîh:
Te'vîle (açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mütevâtir:
Bir çok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler. Mütevâtir hadîsleri rivâyet edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları müm kün değildir. Hadîs-i mütevâtire muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur, îmânı gider. (İbn-i Âbidîn)
Hadîs-i Nâsih:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.
Hadîs-i Sahîh:
Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (bir çok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bulan) hadîsler.
Hadîs-i Şâz:
Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler. Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka) olamazlar. Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar. Hadîs-i Zaîf:
Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler. Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur. Zaîf hadîslere göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #67
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:
Ben, Abdullah hasta iken onu ziyaret etmek maksadıyla yanına girdim. Kendisi bize biri kendinden, biri de Allah Resulü'nden olmak üzere iki hadis söyledi: Allah Resulü'nü (a.s.) şöyle buyururken işittiğini söyledi: "Muhakkak Allah mümin kulunun tövbesi sebebiyle şu kimseden daha fazla sevinir: Öyle bir kimse ki çorak bir arazide devesi ile birlikte bulunuyor. Devesinin üzerinde yiyeceği ve içeceği vardır. Derken uyuya kalır. Uyandığında bir de bakar ki devesi gitmiş. Devesini aradı. Nihayet kendisine şiddetli bir susuzluk erişti. Sonra kendi kendine: Artık ben ilk bulunduğum yere döneyim de orada ölünceye kadar uyuyayım dedi. Gitti, ölmek üzere başını kolunun üzerine koydu. Bir aralık uyandı. Bir de baktı ki devesi yanıbaşında. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devenin üzerinde! İşte Allah mümin kulunun tövbesine bu kimsenin devesini ve azıklarını bulması anındaki sevincinden daha fazla sevinir."
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:46
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #68
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım! Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen bağışlarsın. Rahmetinle beni bağışla! Bana merhamet eyle! Çünkü sen Gafûr ve Rahîmsin."
Ebû Bekr radıyallahu anh. Buhârî.


843. Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellemin duası:
"Allahım! Kötü ahlâklardan, kötü işlerden ve kötü arzulardan sana sığınırım."
Ebû Saîd radıyallahu anh. Tirmizî.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #69
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ebu Abdullah Ca''feri Sadık (R.A)
İlim Medine'sinin kapısı Hz. Ali (r.a)'dan, Hz. Hüseyin (R.A), ondan Zeynel Abidin (R.A) ondan Muhammed Bakır (R.A) ondan, da Ca'fer-i Sadık (R.A).
Haliyle Hz. Ali (R.A) onun büyük babasının büyük babası ve peygamber torunu. Anne tarafından da büyük babası, İmam Kasım el-Fakih'tir.
0 meşhur On iki îmamın altıncısı.
Hicri 83 yılında Medine'de doğdu.
Babası Muhammed Bakır'ın (R.A) en büyük oğlu.
İlimde o kadar ilerlemişti ki zamanının bir tanesi diye anıldı. Bir yandan îmamı Azam gibi bir zat, îmam Cafer'in dizlerinin altında ders alırken, diğer yandan 0 da, Maruf-i Kerhi'den gönül sırlarım alıyor.
Mana ilminde olduğu kadar maddede de üstad. Kimya ilminde günün üstadıydı. Cebir ilminin mucidi ve sonra da kimyada da en büyük mucitlerden olan El Cabir onun talebesidir.
Kendisine doğruluğundan dolayı sadık lakabı takıldı. Eba Müslim Horasani, Emevilere karşı isyan bayrağını açınca Cafer-i Sadık hazretlerine mektup gönderdi:

-"Halife sen ol!"
Cafer-i Sadık cevap veriyor :

-"Ben halifeliği kabul etmem." Ve mektubu yakıyor. Çünkü o mana ilminin halifesi idi...
Şöyle buyurdu: "Şu dört şeyi her çerifin (Seyyid' in) yapması gerek, yapmaması yakışmaz;

1- Bulunduğu meclise babası ^elince ayağa kalkması.
2- Misafirlerine hizmet etmek
3- Yüz tane hizmetçisi de olsa, bineğine yardım istemeden binmek.
4- îlim öğrendiği hocasına hizmet."

Dedi ki: "Bir hata işlediğinizde, Allah (c.c)'tan af talep ediniz. Çünkü hatalar, insanlar yaratılmadan önce yaratılmıştır. Bütün helak; hatada ısrar etmededir.
Derdi ki: "Bir mü'min kardeşine karşı sevmediğin bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısı araştır. Bulamazsan belki benim bilmediğim bir özrü vardır de ve kapa."

Buyurdu ki: "Bir kimsenin Rızkı daralırsa istiğfara devam etsin."

Derdi ki: "Bir kimse sevdiği bir malın elinde kalmasını istiyorsa, baktıkça maşallah la kuvvete illa billah desin."

Buyurdu ki: "Sultanların kapısına yaltaklanmadıkça, fakihler, peygamberlerin vekilleridir."

Derdi ki: "Beş kimseden sakının; yalancıdan, ahmaktan, cimriden, mürüvvetsizden ve fasıktan."

Bir gün Davud-i Taî (R.A) Sadık' ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ü Teala'nın Resulünün (S.A.V) oğlu, bana nasihat ver, kalbim karardı" dedi. "Sen zamanın zahidisin. Benim nasihatime ihtiyacın yoktur" buyurdu. Davud, Ey Allah Resulünün (S.A.V) oğlu, Cenab-ı Hakk size herkesin üstünde bir fazilet verdi, herkese nasihat vermeniz gerekir, deyince: "Ey Ebu Süleyman! Kıyamette ceddimin (S.A.V) niçin bana hakkıyla uymadın demesinden korkuyorum. Bu nesep işi değil, amel işidir, buyurdu. Davud bunu duyunca ağladı ve: "Ya Rabbi, onun kıymetinin aslı, peygamberlik suyundan yaradılışının terkibi burhan sahilîlerindendir. Dedesi Resul, annesi Betül (Hz. Fatıma evladıdır) olduğu halde, böyle hayran olursa, Davud kim oluyor ki yaptıklarının bir kıymeti olsun dedi.
Bir gün kölelerini çağırdı. "Gelin bîat eyleyelim ve söz verelim ki; kıyamette, içimizden hangimiz kurtulursa, diğerlerine şefaat etsin." Ey Resulullahın (S.A.V) oğlu, sizin bizim şefaatımıza ihtiyacınız yoktur. Dedeniz, bütün insanların ve cinlerin şefaatçısıdır, dediler. Hazreti îmam, "ben bu amelimle, kıyamette Ceddimin yüzüne bakmaya utanırım buyurdu."

Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu, Allah Allah diyordu. Arkasından kalbi yanık birisi de gidiyor ve Allah Allah diyordu. Sadık dedi ki: "Allah! elbisem yoktur, cübbem yoktur." Aniden bir paket elbise göründü. Sadık elbiseyi giydi. Arkadan gelen kimse huzuruna gelip: "Ey efendi! Allah Allah derken bende sizinle beraber diyordum. Eski elbiselerinizi de bana veriniz." dedi. Bu söz Sadığın hoşuna gitti ve çıkardığı elbiseleri ona verdi.

Buyurdu ki: "Nefsi için nefsiyle mücahede eden, keramete kavuşur, Nefsi ile Allah için mücahede eden, Allah'ü Teala ya kavuşur.
Bir kimse Cafer Sadık hazretlerinin huzuruna gelip; "Bana Allah'ü Teala'yı göster" dedi.

"Siz, Musa Aleyhisselama: "Beni göremezsin" dendiğini bilmiyor musunuz?"

"Biliyorum, fakat bu ümmet Muhammet Mustafa'nın (S.A.V) ümmetidir. Kimi, kalbimle Allah'ü Teala' yı görüyorum, kimi, Rabbimi görmeyince, ibadet etmem diyor, dedi."

Sadık; "Şu adamı bağlayın ve Dicle'ye atın" buyurdu. Adamı bağlayıp Dicle'ye attılar. Suya gömdüler, çıkardılar.

Dedi ki: "Ey peygamber efendimizin (S.A.V) oğlu, beni kurtar.

Sadık; "Ey su bunu içine al" buyurdu. Yine battı. Çıkınca ; yine Ey Resulullahın (S.A.V) oğlu beni kurtar dedi. Ey su bunu içine al buyurdu. Bir kaç defa devam etti. Nihayet, her şeyden ümidini kesip, suya gömülünce insanlardan bir şey istemeyip "Ya Rabbi beni kurtar" dedi. Sadık onu çıkarın buyurdu. Çıkardılar. Kendine gelmesi için bir müddet yatırdılar.

Sonra "Hakkı gördün mü?" buyurdu. Başkasından yardım istediğim müddetçe önümde bir perde vardı. Bütün varlığımla ona sığınınca, kalbime bir pencere açıldı. Oradan baktım aradığımı buldum dedi.

Sadık buyurdu ki; "doğru söyleyinceye kadar, yalancı idin. Şimdi, kalbinde açılan o pencereyi iyi muhafaza et.

Ebu Basir anlatır; "Medine'ye gitmiştim. Yanımda bir cariyem vardı. Onunla cem oldum. Hamama gitmek için dışarı çıktım. Bir takım kimseler gördüm. İmam Caferi Sadık'ı ziyarete gidiyorlardı. Ben de onlara katıldım. Gidip içeri girdik. Bana bakarak: "Ey Ebü Basir, peygamberlerin ve oğullarının huzuruna cünüp olarak girilemeyeceğini bilmiyor musun?" buyurdu. Sizi ziyaretten mahrum kalmayayım diye gelmiştim. Bir daha böyle yapmayacağıma tövbe edip dışarı çıktım.
Birisi anlatmıştır. Bir dostum vardı. Halife Mensur onu hapsetmişti. Bir hac mevsiminde ikindi namazından sonra İmam Cafer-i Sadık'ı gördüm. Hapiste olan arkadaşımı sordu. Yine hapistedir dedim. Hemen dua buyurdular. Biraz sonra, kendisi yemin ederek: "Arkadaşını Arife günü ikindi namazından sonra salıverdiler" buyurdu.
Yine birisi anlatır: "İmam Cafer-i Sadıkla Mekke'ye gidiyorduk. Etrafında çocukları ile bir kadın ağlaşıyordu. Önlerinde de bir inek ölüsü vardı. Bu ne haldir diye sordular. Kadın, biz bu ineğin sütü ile geçinirdik. Şimdi öldü ne yapacağımızı şaşırdık dedi. Hazreti îmam, bu ineği, Allahu

Teala' nın diriltmesini ister misin? buyurdu. Kadın, bu musibet yetmiyormuş gibi, bir de benimle alay mı ediyorsun? dedi. îmam alay etmiyorum deyip dua buyurdu. Sonra mübarek ayağı ile hayvana dokundu. Hayvan sağlam olarak kalktı. Hazreti îmam ise kalabalığa girip, gaip oldu. Kadın bu büyük işi, kimin yaptığını anlayamamıştı.

Yine birisi anlatır: "Bir grup insanlarla Hazreti îmamın sohbetinde idik. Ben sordum ki, Allahu Teala, Bakara Suresi iki yüz elli altıncı ve sonraki ayetlerinde İbrahim Aleyhisselama: "Dört kuş al. Onları iyice tanı. Sonra her birini kesip parça parça et. Her bir parçayı bir dağın üzerine koy. Sonra onları yanına çağır. Hepsi yanına gelecektir." buyurdu. 0 kuşlar aynı cinsten mi idi, yoksa ayrı cinsten mi idiler. "îster misiniz o kuşları aynen size göstereyim" buyurdu. îsteriz dedik. "Ey tavus!" buyurdu bir tavus hazır oldu. "Ey karga" buyurdu bir karga hazır oldu. Sonra "Ey güvercin" buyurdu. Bir güvercin orada gördük. Sonra "Ey doğan!" buyurdu. Bir doğan hazır oldu. Emir buyurup oradaki dört kuşun başları kesildi, bir yere saklandı. Vücutları karıştırılıp, parçalandı. Sonra "Ey tavus!" buyurdu. Tavusun eti, kemiği; tüyleri bir araya toplanıp başına yapıştı ve canlandı. Diğer kuşlar da aynı şekilde canlandılar.

Buyurdu: Namaz her takva sahibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihadıdır. Bedenin zekatı oruçtur. Amel etmeden karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.
Buyurdu: Sadaka ile rızkınızı çoğaltınız. Zekat vererek mallarınızı koruyunuz. îktisat eden aldanmaz. Tedbir, yani düzenli olmak geçimin yarısıdır.İnsanlarla iyi geçinmek aklın yarısıdır.

Buyurdu: Takvadan üstün azık yoktur. Susmaktan güzel bir şey yoktur. Bilgisizlikten zararlı düşman yoktur. Yalandan büyük hastalık yoktur.

Yedi erkek, üç kız çocukları vardı. Hepsi de zamanın, süsü alimi, fadılı, evliyanın rehberiydiler. Oğulları;

1- Musa Kazım
2- İshak
3- Muhammed
4- İsmail
5-Abdullah
6- Abbas
7- Ali
Hicri 148 yılında 65 yaşında Medine'de vefat etti. Mübarek hilyeleri: Beyaz pembe karışımı bir renkte çok güzel bir yüze sahiptiler
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:46
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #70
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Ebu Zerr (r.a.) şöyle anlatır:
Ey Allah'ın Resulü! Yeryüzünde (ibadet için) yapılan ilk mescit hangisidir? diye sordum. "Mescid-i Haram" buyurdu. Ben: Sonra hangisi? dedim. Allah Resulü: "Mescid-i Aksa" buyurdu. Ben: Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar zaman vardır? dedim. Allah Resulü: "Kırk sene vardır. Namaz sana nerede yetişirse namazı orada kıl. İşte orası bir mescittir" buyurdu.
Son düzenleyen Safi; 12 Kasım 2017 23:47

Benzer Konular

29 Kasım 2009 / Misafir Cevaplanmış
4 Ekim 2009 / Misafir Cevaplanmış
8 Aralık 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
6 Ocak 2009 / ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış