Arama

Kur'an-ı Kerim'de Kader

Güncelleme: 28 Kasım 2010 Gösterim: 20.116 Cevap: 3
tekask - avatarı
tekask
Ziyaretçi
18 Aralık 2008       Mesaj #1
tekask - avatarı
Ziyaretçi
Allah´ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında ödüllendireceğiz. (3/145)

Sponsorlu Bağlantılar
Sonra kederin ardından üzerinize bir güvenlik (duygusu) indirdi bir uyuklama ki içinizden bir grubu sarıveriyordu. Bir grup da canları derdine düşmüştü; Alah´a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah´ındır." Onlar sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar "Bu işten bize bir şey olsaydı biz burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine devrilecekleri yerlere gidecekti. (Bunu) Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizde olanı arındırmak için (yaptı). Allah sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (3/154)

Sizi çamurdan yaratan sonra bir ecel belirleyen O´dur. Adı konulmuş ecel O´nun katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz. (6/2)

Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi onların tümünü hidayet üzere toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma. (6/35)

Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler.) (7/34)

Eğer Allah´ın geçmişte bir yazması (söz vermesi) olmasaydı aldıklarınıza karşılık size gerçekten büyük bir azab dokunurdu. (8/68)

De ki: "Allah´ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü´minler yalnızca Allah´a tevekkül etmelidirler." (9/51)

İnsanlar tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu. (10/19)

De ki: "Allah´ın dilemesi dışında kendim için zarardan ve yarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince artık ne bir saat ertelenebilirler ne öne alınabilirler. (10/49)

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah´a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (11/6)

Andolsun, onlardan azabı sayılı bir topluluğa (veya belirli bir süreye) kadar ertelesek, mutlaka: "Onu alıkoyan nedir?" derler. Haberiniz olsun; onlara bunun geleceği gün, onlardan geri çevrilecek değildir ve alaya almakta oldukları şey de kendilerini çepeçevre kuşatacaktır. (11/8)

"Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır." (11/37)

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a tevekkül ettim. O´nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (11/56)

Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır. (11/107-108)

Andolsun Musa´ya kitabı verdik onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı mutlaka aralarında hüküm verilmiş olacaktı. Gerçekten onlar bundan (Kur´an´dan) yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler. (11/110)

O´nun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah´ın emriyle gözetip-korumaktadırlar. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiçbir (biçimde imkan) yoktur; onlar için O´ndan başka bir veli yoktur. (13/11)

Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur´an olsaydı (yine bu Kur´an olurdu). Hayır, emrin tümü Allah´ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, insanların tümünü hidayete erdirmiş olurdu. İnkâr edenler, Allah´ın va´di gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez. (Veya miadını şaşırmaz.) Andolsun, senden önceki elçilerle de alay edildi, bunun üzerine Ben de o inkâra sapanlara bir süre tanıdım, sonra onları (kıskıvrak) yakalayıverdim. İşte nasıldı sonuçlandırma? (13/31-32)
Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah´ın izni olmaksızın (hiç) bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır. Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O´nun katındadır. (13/38-39)
Biz kendisi için bilinen (takdir edilmiş) bir kitap olmaksızın hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmadık. (15/4)
Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiçbir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler. (16/61)

hiçbir ülke (veya şehir) olmasın ki kıyamet gününden önce biz onu (ya) bir yıkıma uğratacağız veya onu şiddetli bir azabla azablandıracağız; bu (muhakkak) o kitapta yazılıdır. (17/58)

Hani kız kardeşin gezinip; "Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?" demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve hüzne kapılmasın. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve seni 'esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik.' Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa." (20/40)

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (20/129)

Ümmetlerden hiçbiri, kendisine tesbit edilmiş eceli ne öne alabilir, ne erteleyebilir. (23/43)

Görmedin mi ki Allah bulutları sürmekte sonra aralarını birleştirmekte sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir onu dilediğine isabet ettirir de dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (24/43)

Ve şüphesiz senin Rabbin sinelerinin gizli tuttuklarını ve açığa vurduklarını kesin olarak bilmektedir. (27/74)

Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın. (27/75)

Azab konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Eğer adı konulmuş bir ecel (tayin edilmiş bir vakit) olmasaydı, herhalde onlara azab gelmiş olurdu. Fakat kendileri şuurunda olmadan, onlara kuşkusuz apansız geliverecektir. (29/53)

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır. (31/34)

Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir. (32/5)

Allah'ın kendisine farz kıldığı bir şey(i yerine getirme)de peygamber üzerine hiçbir güçlük yoktur. (Bu,) Daha önce gelip geçen (ümmet)lerde Allah'ın bir sünnetidir. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. (33/38)

İnkâr edenler dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır gaybı bilen Rabbime andolsun o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da daha büyük olanı da istisnasız mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (34/3)

De ki: "Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz. (34/30)

Allah sizi topraktan yarattı sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu Allah'a göre kolaydır. (35/11)

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah kendi kullarını görendir. (35/45)

Andolsun Musa'ya kitabı verdik fakat onda anlaşmazlığa düşüldü. Eğer Rabbinden (daha önce) bir söz geçmiş (verilmiş) olmasaydı mutlaka aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Gerçekten onlar bundan yana kuşku verici bir tereddüt içindedirler. (41/45)

Kıyamet-saatinin ilmi O'na döndürülür. O'nun ilmi olmaksızın, hiçbir meyve tomurcuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Onlara: "Benim ortaklarım nerede" diye sesleneceği gün, dediler ki: "Sana arzettik ki, bizden hiçbir şahid yok." (41/47)

Onlar kendilerine ilim geldikten sonra yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler. (42/14)

Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mü'min erkekler ve mü'min kadınlar için mağfiret dile. Allah, sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. (47/19)

Hiç şüphesiz, biz herşeyi kader ile yarattık. (54/49)

Andolsun Biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? (54/51)

Onların işlemiş oldukları herşey kitaplarda (yazılı)dır. (54/52)

Küçük büyük herşey satır satır (yazılı)dır. (54/53)

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki Biz onu yaratmadan önce bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre pek kolaydır. (57/22)

Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı muhakkak onları (yine) dünyada azablandırırdı. Ahirette ise onlar için ateş azabı vardır. (59/3)

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir. (64/11)

Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse O ona yeter. Elbette Allah kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah herşey için bir ölçü kılmıştır. (65/3)

"Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah'ın eceli geldiği zaman o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız." (71/4)

De ki: "Bilmiyorum size vadedilen (kıyamet ve azab) yakın mı yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?" (72/25)

Öyle ki onların Rablerinden gelen risaleti (insanlara gönderilenleri) tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olanları sarıp-kuşatmış ve herşeyi sayı olarak da sayıp-tesbit etmiştir. (72/28)
Son düzenleyen asla_asla_deme; 22 Ocak 2010 18:58
Muhabbetci - avatarı
Muhabbetci
Ziyaretçi
18 Aralık 2008       Mesaj #2
Muhabbetci - avatarı
Ziyaretçi
Eline yüregine saglik....

Sponsorlu Bağlantılar
Maide Suresi 119 Allah buyurdu: "Özü-sözü doğru olanlara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gün budur. Altlarından ırmaklar akan cennetler var onlar için. Sonsuza dek kalacaklardır orada." Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte budur büyük kurtuluş.

Insallah ALLAH razi olur senden....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Ocak 2010       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kaza -Kader Nedir?

Müslümanlar arasında ve Kelâm ilmi litaratüründe bu terim, genellikle

"Kaza ve Kader" şeklinde geçer. Bu iki kelime birbirinin gereği ve tamamlayıcısı gibidir. Bazı hadislerde, "Kadere İman", Hayrı ile Şerri ile kadere iman" diye geçmekte ise de çok de fa bir arada kullanılmaktadır. Ancak genellikle Eş'arîler "Kaza ve Kader", Mâturidîler ise "Kader ve Kaza" diye zikrederler. Bu kullanış, Kur'ân-ı Kerimde bir çok âyetlerde, ayrı yerlerde ve farklı anlamlarda geçen "kaza" ve "kader" kelimelerine verilen değişik anlamlardan ileri gelmektedir. Önemli olan; bu manaları iyi anlamak ve herşeyin Allahu Teâlâ'nın ezelde takdir ve tayin ettiği kaderine, yani ilahi ölçüye uygun olarak kaza şeklinde meydana geldiğine kesinlikle iman etmektir. Çünkü İslâm inançlarına göre her şeyin "takdir'i ilahi" ile yani "ilâhî kadere" uygun olarak yeri ve zamanı geldiğine, yani yaratıldığına inanmak şarttır. Ancak kader konusu kelâm âlimleri ve İslâm düşünürleri arasında derin görüş ayrılıklarına ve çetin tartışmalara sebeb olan, anlaşılması ve çözümü çok zor bir mesele, hatta bazılarınca "İlâhî bir sır" olarak kabul edilmektedir. Gerçek şudur ki; Selefiyye, Muhaddisler ve Ehl-i Sünnet Kelamcılarının ortak görüşüne göre, Allahu Teâlâ'ya ve onun, ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına iman, "kaza ve kadere iman" etmeyi de gerektirir. Çünkü lugat ve ıstılah manalarını açıklayınca anlaşılacağı gibi, "kader" Hak Teâlâ'nın "İlim" ve "İrade" sıfatlarına, "kaza" da "Kudret" ve "Tekvin" sıfatına dayanır. Yani bu sıfatlara inanmanın kesin sonucu ve gereğidir. Bu esasa dayanılarak ve İslâm inançları arasındaki önemli yeri dikkate alınarak, bir de, peygamberimiz (s.a.s)'in meşhur "Cibril Hadisi" de, nakli delil sayılarak "Kaza ve Kadere İman" ayrıca belirtilmiş ve "İman Esasları" arasında altıncı esas kabul edilmiştir. Nitekim bazı sahih ve meşhur hadislerle beraber (Buharî, el-kader; Müslim, el-iman) bir çok âyet-i kerimede her şeyi ilâhî takdire, tabi olduğu ve Allah'u Teâlâ'nın Kudretinin ve hükmünün (kazasının) bir gereği olarak yaratıldığına işaret olunmuştur. Kaza ve kader kelimelerinin lugat ve Kur'an âyetlerinde geçen değişik anlamları ile, Mâturîdilere ve Eş'arîlere göre terim manaları şöyle açıklanabilir:

"Ka-de-re" kökünden gelen kader; lugatta; "ölçü, ölçme, miktar, bir şeyi ölçerek belirli bir ölçüye göre yapmak, onu takdir ederek tayin ve tahsis etmek", anlamlarına gelir. Rağıb el-İsfehanî'ye göre "kader ve takdir" bir şeyin miktarını ve sınırını bildirir (el-Müfredad, s.403). Yani Kader; her hangi bir şeyin mahiyetini gösteren ve sınırlayan bir ölçüdür. Nitekim her şey "ilâhî bir ölçü"ye bağlı olarak ezelde takdir ve tayin edilmiştir. Mesela: buğday tohumu veya hurma çekirdeği kendilerine özgü öyle bir ölçü ve belirli özelliklerle takdir ve tayin edilmiştir ki birincisinden yalnız buğday, diğerinden yalnız hurma ağacı yetişir, başka bir şey yetişmez. Her nebatın her ağacın veya hayvanın tohumu da öyledir. O halde kader; bu âlemin ve ondaki bütün varlıkların ilâhî hikmete göre yaratılmasında ve varlığının devamında esas olan "İlâhî bir ölçü, İlâhî bir kanun" dur.

Kader kelimesi Kur'an-ı Kerim'de "masdar" ve "fiil" olarak geçmektedir. "Şüphesiz biz, her şeyi(n mahiyetini) belirli bir ölçüye (kadere, ilâhi takdire) göre yarattık" (el-Kamer, 54/49) âyetinde mastar; "...(Allah) herşeyi yaratmış ve her birisine belirli bir nizam vererek onun kaderini takdir ve tayin etmiştir" (el-Furkan, 25/2). Yani, yaratılacak şeylerin bütün özelliklerini, yerini ve zamanını Hak veya batıl, hayır veya şer, sevap veya ikab olacağını ezelde tayin ve tespit etmiştir anlamını ihtiva eden âyette de fiil olarak kullanılmıştır.

"Kaza" kelimesine gelince: lugatta; "bir şeyi sonuna getirerek hükme bağlamak", yani onun sözle veya hareketle tamamlanması, "fiillerin zamanında yaratılması"dır.

Bu kelime Kur'an'ı Kerim'de "mastar" olarak değil, "fiil", "fâil" ve "Mef'ul" olarak kullanılmıştır (Fussilet 41/2, Taha, 20/72 Meryem, 19/21). Yerine ve manaya göre; "emir, hüküm, ilan, beyan" ve özellikle "yaratma" manalarına gelir. "Rabb'in, yalnız kendisine ibadet etmenizi "kaza etti"emretti (öyle hükmetti)"(el-İsra, 17/23). Kaza kelimesi "emir ve hüküm" manasınadır. Emir ve hüküm ise, bir şeyi "sözle tamamlamak" tır. "Bunun üzerine onları (Allah c.c) yedi gök olmak üzere iki günde yaratır (kaza etti) " (Fussilet,41/12) âyetinde de kaza, yaratmak (halk etmek) anlamına kullanılmıştır. Bu âyette geçen "Kadâhunne" kelimesi, Allahu Teâlâ'nın onları ezeli olan ilmi ve sonsuz hikmeti ile yaratmış olduğunu ifade etmektedir. Kaza kelimesi özet olarak; "herhangi bir şeyi sona erdirip varlığını tamamlamak" anlamına ise de, bu mana, yerine göre bazen değişebilmektedir (fazla bilgi için bk. Abdul Kerim el-Hatip, el-Kadâ ve'!-Kader, s.147-151).

Kaza ve Kader'in ıstılah manaları itikatta "Ehl-i Sünnet" mezhepleri olarak tanınan Eş'arî ve Mâturîdî âlimlerine göre birbirinden farklı ve değişiktir.

Maturidîlere göre kader; "Allah Teâlâ'nın, ezelden ebede (sonsuzluğa) kadar olmuş ve olacak şeylerin zamanını, mekânını, sıfatlarını ve her türlü özelliklerini bilmesi, ezelde o mahiyyet ve şekilde takdir ve tahdid etmesidir. "Bu tarife göre kader, Hak Teâlâ'nın "İlim" ve "İrade" sıfatlarına bağlı olup, bu ilahi sıfatlara ve taalluklarına iman, kadere imanı da gerektirmektedir.

Maturîdîlere göre kaza ise; "Allahu Teâlâ'nın ezelde irade ve takdir etmiş olduğu şeyleri, zamanı gelince, ilim, irade ve ezeldeki takdirlerine uygun olarak yaratması" demektir. Bu bakımdan kaza, maturîdîlere göre ayrı bir kemal sıfatı olan "Tekvin" sıfatına tabi olup onun ilgi alanına girer.

Bu tariflere göre kader, kazadan daha genel olup, taalluk ettiği alan daha geniştir. Çünkü kader, bu kâinatı idare eden ilâhî kanun ve ilâhî ölçü, kaza ise, bu kanuna uygun olarak tenfizdir, aynen uygulamaktır. Allah (c.c) her şeyi bir sebep ve hikmete dayanarak yapar. Kadere böyle inanılması gerekir.

Eş'arilere göre kaza, hüküm manasına olup, "Allahu Teâlâ'nın bu kâinatta meydana gelecek şeylerin hepsini nasıl, ne zaman, hangi şekil ve özelliklerde olacaklarsa, ezelde öylece bilmiş ve ezeli ilmine uygun olarak dilemiş olmasıdır."

Kader ise; "Hak Teâlâ'nın her şeyi vakti gelince ezelî ilmine uygun olarak irade ettiği (dilediği) şekil ve vasıfta yaratmasıdır."

Eş'arilerin bu tariflerine göre kaza, kaderden daha genel ve şumüllü olup, Allah (c.c)'ın ilim ve irade sıfatlarına; kader ise, kudret sıfatına tabi olup, bu sıfatın hadis olan ikinci taallukunun eseridir. Çünkü Eş'arîlere göre Hak Teâlâ'nın "Tekvin" diye ayrı bir sıfatı bulunmamaktadır. Madurîdîlere göre durum aksine olup, kader, kazadan daha şumüllü ve geneldir. Ayrıca, Maturîdîlerce yapılan tarifler "Kaza ve Kader" kelimelerinin lugat manalarına daha uygundur. Özel olarak bilinmesi ve inanılması gereken husus; bu âlemde var veya yok olan her şey, Allah Teâlâ'nın kaza ve kaderi iledir. Her şey bu ilâhî irade, ezeli ilim ve mutlak kudrete uygun olarak var veya yok olur. Yani kâinattaki her şey bu ilahi kanuna tabidir. Her şeyde ve her yerde kader, yani onu vücuda getiren vasıf ve ölçüler ile belirli sebepler mevcuttur. Bunlar ezelî olan Allah'ın ilmine ve iradesine bağlıdır. Bu sebeplerin birleşme veya ayrılmasından ortaya çıkan olay ve eşya ise, kazadır, kaza-i ilahî'nin tecellileridir. Hak Teâlâ'nın kader ve kazasında ilahi hikmetler vardır. Çünkü Allah (c.c) her şeyi bir sebep ve hikmete göre yaratır. Bu esasa göre Hak Teâlâ kâinattaki her şeyi tespit ettiği ilahi plana ve yüce nizama göre yönetmektedir. O halde kainatta meydana gelen maddi-manevi her çeşit varlıklar ve olaylar, gayesiz olarak rastgele ortaya çıkmamaktadır. Belki her şey, Allahu Teâlâ'nın ezelî ilmi, mutlak iradesi ve sonsuz kudreti ile ilâhî ölçüye plan ve nizama uygun olarak yaratılmaktadır.

"Fâil-i Muhtar" olan Allah (c.c) her şeyi meydana gelmeden önce ezelî ilmi ile bilip, onların vasıf ve özelliklerini, yerini ve zamanını takdir ve tespit ederek "Levh-i Mahfuz"a yazmıştır. Bu gerçeklere şu âyetler delâlet etmektedir. "(Gerek) yeryüzünde ve (gerek) kendi nefislerinizde herhangi bir musibet gelmemiştir ki, bu Bizim onu yaratmamızdan önce kitapta (yazılmış) olmasın. Şüphesiz ki bu Allah'a göre kolaydır" (el-Hadid, 57/22). "De ki; Allah'ın bizim için yazdığından başka bir şey bize isabet etmez" (et-Tevbe 9/51). Allah'ın kazası "Levh-i Mahfuz" da yazılı olan kaderine daima uygun olarak tecelli eder. Kadere halk arasında "alın yazısı" da denmektedir. Bilinmeyen alın yazısı bilerek veya kayıtsız olarak veya unutarak yapılan günahları mazur göstermez, insanın iradesini etkisiz hale getirmez ve onu sorumluluktan kurtarmaz. Kaza ve kaderin birbirine aykırı düşmesi imkansızdır. Aksi halde kâinatın mizan ve düzeni bozulur, varlıklar âlemi devam edemezdi. Çünkü bu muazzam kâinat yer ve göklerdeki canlı cansız varlıklar, ilahî bir plan ve kanun olmadan varlığını koruyamaz.

Kaza ve Kader, İman Esaslarından mıdır?

Ehl-i Sünnet'e göre; "kaza ve kadere iman", iman esaslarındandır. Yukarıda kısaca işaret olunduğu üzere, Ehl-i Sünnet'e göre Allahu Teâlâ'ya ve O'nun mukaddes sıfatlarına iman etmek, "kaza ve kadere" imanı da gerektirir. Çünkü kader, Hak Teâlâ'nın "ilim" ve "irade" sıfatlarının, kaza da "kudret" veya "tekvin" sıfatının birer gereğidir. Yani, "kaza ve kader akidesi" Allah'a ve O'nun ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarına iman etmenin zorunlu bir neticesidir. Kadere imanı inkâr etmek, zâtullaha sâbit olan zâtî ve subûtî sıfatları inkâr etmek demektir. Bu yüzden önemi dikkate alınarak, kaza ve kadere iman İslâm'da iman esaslarından sayılmış ve altıncı esas olarak

"Müslüman'ın Âmentüsü"nde yer almıştır. Nitekim Buhâri ve Müslim'in Sahihler'inde zikredilen (bk. Kitâbu'l İman, Kitâbu'l-Kader) Hz. Ömer (r.a)'in Rasûlullah (s.a.s)'den naklettiği meşhur "Cibril Hadisi"nde, "Kadere iman" iman esasları arasında, aynen tasrih edilmiştir. Rivayete göre; bir gün Peygamber (s.a.s) ashabıyla mescidde otururken, insan suretinde gelen Cebrâil (a.s), "İman, İslâm ve İhsan"ın manasını Peygamber (s.a.s)'e sormuş ve her sualin sonunda, (Sadakte) diyerek doğruluğunu tasdik etmiştir. "İman nedir?" sorusuna Rasulullah (s.a.s): "İman; Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Ahiret gününe inanmaktır (ayrıca) hayrı ve şerri ile kadere iman etmektir" buyurmuşlardır.

"Bu konudaki hadisler 'ahad hadislerdir', sahih ve meşhur da olsa zannı ifade eder. Zannî deliller akaid ve iman konularında delil olarak kullanılamaz" denilemez. Çünkü bu hadislerin delâlet ettiği mana kesinlik ifade eden âyetlerle te'kid edilmiştir. Bu durumda zannî deliller de kesinleşir. Yukarıda bazıları zikredilen bir çok âyeti kerimelerde her şeyin ilâhî takdire tabi olduğu ve Allah'ın kazası (emir hüküm ve yaratma) ile meydana geldiğine işaret buyrulmuştur (Âlu İmran, 3/47, en-Nisâ, 4/78, 143, e!Mâide, 5/77, el-En'**, 6/86-88, et-Tevbe, 9/51, el-Hicr, 15/60, el-İsrâ, 17/29, Tâhâ, 20/72, Sebe, 34/18, Meryem, 19/21, Fussilet, 41/12, el-Kamer, 54/49, el-Hadid, 57/22). Bu bakımdan, "kaza ve kadere iman", iman esaslarını birarada zikreden (el-Bakara, 2/177, 285, en-Nisâ 4/136) gibi âyetlerde ayrıca sayılmamıştır. Peygamberimiz (s.a.s)'in vefatından bir müddet önce "kader meselesi" ve "hayır ve şer" etrafında yapılan bazı tartışmalar üzerine; "Kadere, hayrın da, şerrin de Allahu Teâlâ'nın takdiri ve yaratması ile olduğuna" inanmanın "iman esaslarından olduğu, Peygamberimiz (s.a.s) tarafından beyan edilmiştir. Kendi aklı ve şahsi kanaati ile değil, daima ilâhî vahiyle dini hüküm ve esasları ümmetine aynen tebliğ eden Rasûlullah (en-Necm, 53/3-4) Cibril hadisiyle bildirdiği iman esasları, zamanla tevatür derecesine ulaştığını ehl-i sünnet imamları bu gerçeği ittifakla kabul etmiş ve bu hususu eserlerinde zikretmişlerdir (Bu konuda geniş bilgi için bk. Faruk Ahmed ed-Derühi: El-Kada ve'l-Kader Fi'l-İslam, Beyrut 1986, III, s. 5-6; Ali Arslan Aydın: İslam da İman ve Esasları, İstanbul 1982, s.394-397; Abdülkerim el-Hatib-el-Kadâ ve'I-Kader, Kahire 1961, s.225-227). Kaza ve kaderin, kulun iradesi ve ihtiyarî fiilleri ile ilgisine kaza ve kadere iman konusunun meşhur bir kelâm meselesi olan "halk'ı ef'âl-i ibâd", yani "insanların ihtiyârî fiillerinin yaratılması", ile ilgisi, kısacası; "İnsanın irâdî fiilleri Kesb ve yaratma problemi- gibi hususlara gelince Ehl-i sünnet akaid imamları Eş'ari ve Maturidi bu konuları geniş bir şekilde açıklamışlardır

Şa İA
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
28 Kasım 2010       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Kadere inanmak, İslam'da inanç esaslarından biridir. Kader, Allah'ın evrende olmuş, olmakta ve olacak olan şeylerlerin nerede, ne zaman, na­sıl ve nice olacağını önceden bilmesi­ne ve takdir etmesine denir. Kader Al­lah'ın ilim sıfatının (her şeyi önceden bilmesinin) bir sonucudur. Allah'ın önceden bilip takdir ettiği şeylerin, onun bilgisine uygun olarak takdir edildiği yer, zaman ve biçimde orta­ya çıkmasına, gerçekleşmesine,kaza denir. (Bir hükmün, bir kararın uygulanması, infaz edilmesi anlamında).

Dünyada ve tüm evrende Allah'­ın takdirinin haricinde hiçbir olay meydana gelmez. Her şey, her olay onun tasarrufundadır.

Allah'ın her şeyi önceden bilmesi ve takdir etmesi biz insanların diledi­ği gibi davranmasına engel midir? ts-lami anlayış buna "hayır" cevabı ve­riyor. İnsanlar yaptıklarından sorum­lu olacak kadar bir irade ile donatıl­mışın Cüz'i irade denen bu irade in­sanların sorumluluğunun kaynağıdır. Biz yaptığımız bir şeyi Allah bildiği ve takdir ettiği için yapmayız. Fakat biz yapacağımız için Allah bilir ve takdir eder. Yeni Allah'ın takdiri bizim ira­demize göre şekillenir. Bunun şöyle klasik bir örneği var: Bir astronom (gökbilimci) ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını önceden bilir. Takvimler­de bu kayıtlıdır. O zaman gelince ay ve güneş tutulur. Ayın ve güneşin tu­tulması astronomun onların tutulaca­ğını bilip yazmasından dolayı mıdır. Hayır. Onlar zaten tutulacağı için ast­ronom bilmiştir ve yazmıştır. Allah'­ın takdiri de böyledir.

Kader konusunda bize düşen şu­dur: Biz Allah'ın takdirinin ne yön­de olduğunu, hangi mahiyette gerçek­leştiğini bilemeyiz. Bilemediğimize gö­re irademizi iyi bildiğimiz istikamet­te kullanmak durumundayız. Daha ileri giderek şu söylenebilir: Eğer biz Allah'ın takdirinin bizim aleyhimize olarak kararlaştığını bilsek dahi, yi­ne de tavrımız bize gösterilen doğru yoldan ayrılmamak olmalıdır. "Na­sıl olsa benim işim bitik, kaderim ta­yin olmuş, bundan sonra ne yapsam boş..." biçiminde bir tutumu benim­seyenleyiz. Çünkü böyle bir tutum Is-lami anlayış ve inceliğe, Allah'a olan güvene uymaz. Bu durumda dahi kul­luk esastır.

Dinde bu görüşü destek­ler mahiyette bir öykü var: Eski de­virde, seçkin, zeki bir talebe (mürid) rüyasında, çok sevdiği, bağlandığı, uzun yıllar feyz aldığı hocasının ce­hennemlik olduğunu "görür. Rüyayı ilk gördüğünde sıradan bir rüya diye aldırmaz. Ama aynı rüyayı birkaç de­fa üst üste görünce sadık (doğru) bir rüya olarak yorumlar, üzüntüye ka­pılır. Üzüntüsü dışarıdan da hissedi­lecek şekildedir. Herkes gib ihocası da bunu fark eder ve sorar:


—"Oğlum, senin neyin var, son günlerde yüzün hiç gülmüyor."

Delikanlı başlangıçta söylemek is­temeyip geçiştirmeye çalışırsa da so­nunda açıklamak zorunda kalır:

—"Hocam, ben kaç defadır rü­yamda sizin cehennemlik olduğunu­zu görüyorum ve buna üzülüyorum."

Hocası öğrencisine ve onun şah­sında herkese ders olacak şu cevabı verir:
—"Ne diye üzülüyorsun oğlum? Ben senin gördüğün rüyayı (kendimin cehennemlik olduğunu) kırk yıldır gö­rü yorum. Ama yine de ümitsiz ve is­yankâr değilim. Kulluğumu eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorum. Gerisi Allah'ın bileceği iştir."

Dinde, kader anlayışındaki espri budur.

Günümüzde bazıları, birtakım suçlar işliyor, dince yasaklanmış kö­tülükler yapıyor, sonra, "Benim ne kabahatim var? Allah benim böyle yapacağımı yazmış, kaderim böyley-miş, böyle davranmamak tümde de­ğildi ki..." gibi mazeretler öne sürü­yorlar. Din bakımından bu tür maze­retlerin hiçbir geçerliliği yoktur. İn­sanın, irade ve karar verme, bunu uy­gulama yeteneğine sahip bir varlık olarak, mahiyetini bilmediği ilahi tak­diri eylemlerinden sorumlu tutmaya kalkışması dindeki kader anlayışıyla bağdaşamaz.

Dinde iki türlü kader vardır:

Kader-i mutlak, kader-i muallak. Kader-i mutlak, kesinleşmiş, hiçbir şekilde değişmeyecek olan kaderdir. Kader-i muallak ise henüz askıda olan, kulların iş ve eylemlerine göre biçimlenecek olan kaderdir. Bizim öz­gür irademizin bu kaderin tayininde rolü bulunduğu, Allah tarafından bi­ze dilediğimiz gibi davranabileceğimiz bir alan bırakıldığı bilinmektedir.

Kader inancı, iman esaslarından en nazik olanıdır. Nice insan bu ko­nuyu fazla kurcalamaktan dolayı sa-pıtmıştır. İslam dünyasında ortaya çı­kan mezheplerin kaynağında iki ana anlaşmazlık noktası vardır. Bunlar­dan biri Peygamberden sonra yerine kim geçmeliydi (halifelik) sorunu, di­ğeri kaderdir. Müslümanlıkta en çok bu iki konu etrafında anlaşmazlık üremiş ve sonunda birbirlerine hiç iyi gözle, hoşgörüyle bakmayan mezhep­ler türemiştir. Halbuki peygamberi­miz müminleri bu konuda fazla ileri geri konuşmaktan men etmiştir. Çün­kü akıl, kader konusuna tam bir açık­lık getirecek kapasitede değildir.

Sahabeden (peygamberimizi gören Müslümanlardan) birine "Kader hak­kında ne düşünüyorsun?" diye sor­muşlar. Şöyle cevap vermiş:
—"Cenâb-ı Hak, bana öbür dün­yada 'Kader hakkında ne düşünüyor­sun?' diye sormayacak, 'Benim için ne yaptın?' diye soracak."

Kader konusunda müminin pragmatik tavrı da budur.

İslam Ansiklopedisi

Benzer Konular

20 Temmuz 2018 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
27 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
16 Eylül 2008 / GÜLGECELER Kur'an-ı Kerim
6 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış