İç Mimari, İç Mimarlık
MsXLabs.org & Temel Britannica
İç Mimari ev, okul, hastane, konser salonu, cami, kilise gibi akla gelebilecek her türlü yapının içinin düzenlenmesidir. Tarih boyunca toplumsal, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmeler insanları yeni yaşam biçimleri oluşturmaya, koşullara uygun yaşama ortamları yaratmaya yöneltmiştir. Mezopotamya, Mısır, Afrika ve Güney Amerika'da yapılan arkeolojik kazılar insanların barınmaya ve yaşamaya uygun bir ortam oluşturma çabaları konusunda önemli bilgiler sağlamıştır .
İç mimarlığın bilinçli bir etkinlik ve ayrı bir uzmanlık alanı olarak ortaya çıkması ve gelişmesi 20. yüzyıl ortalarına rastlar. İç mimarlıkta amaç, yapının teknik özellikleri elverdiği ölçüde, kullanım amacına uygun ve hoş bir ortam yaratmaktır. Tavanın, duvarların, döşemenin niteliği, pencere ve kapıların biçimi, boyutları, aydınlatma, dekorasyon ve renk seçimi gibi konuların tümü iç mimarlığın kapsamına girer. Bu bakımdan iç mimarlık dekorasyon ve mimarlık dallarıyla sıkı bir ilişki içindedir . Söz gelimi okullar çocukların ve gençlerin öğrenmek için günün belirli bir bölümünde içinde bulunmak zorunda oldukları yapılardır. Bu nedenle sınıfların, toplantı salonlarının, oyun ve beden eğitimi alanlarının geniş, havadar, aydınlık ve sağlık koşullarına uygun biçimde düzenlenmesi gerekir. Pencerelerin biçimi, büyüklüğü, kullanılan gereçlerin amaca ve sağlığa uygunluğu, mobilya ve renk seçimleri, salon, kantin ve yemekhanelerin düzenlenme biçimi, çocuklar ve gençler üzerinde yaratacağı etki açısından son derece önemlidir. İç mimarlıkta güzellik ve işlevsellik birbirini tamamlayan iki ana öğedir. Örneğin, bir konser salonu ne kadar güzel bir biçimde tasarlanmış olursa olsun, akustiği iyi değilse, yani ses dalgalarının yayılmasını ve yankılanmasını sağlayan mimari yapı elverişsizse, asıl işlevini yerine getiremiyor demektir.
Bugünkü modern yapılar son derece karmaşık teknolojilerin ve yöntemlerin ürünüdür. Bir mimarın tek başına yapıların her yönüyle ilgilenmesi ve çözüm getirmesi olanaksızdır. Bu bakımdan iç mimarlık kaçınılmaz bir biçimde mimarlıkla bağlantılı ama aynı zamanda ayrı bir uzmanlık dalı olarak ortaya çıkmıştır.
İlkçağ
Yaşamaya elverişli, korunaklı ve kalıcı bir iç düzen yaratma çabası tarihte ilk kez tarımsal yerleşik düzene geçişle birlikte başladı. Yerleşik düzene geçmeden önceki göçebelik döneminde insanlar çadırlarda yaşarlardı. Çadırlarını kilim, halı, hasır ve örtü gibi toplanıp taşınması kolay eşyalarla döşerlerdi.
Arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre Eski Mısır'da evler kerpiçten ya da pişmiş tuğladan yapılırdı. Masa, koltuk, yatak gibi bugün bildiğimiz türden eşyalar olmadığından, bez ya da hayvanjderileriyle kaplı, çeşitli boyutlarda pişmiş topraktan yapılmış tabla ve setlerden yararlanılırın. Evlerin tabanı da topraktı. Sandalye, masa türünden taşınabilir mobilya yapımına İ<D 2000-1600 yıllarında başlandı. Ne var ki, o dönemde mobilya ya da vazo, çanak çömlek türünden süs eşyaları ancak varlıklı kimselerin evlerinde ve saraylarda bulunurdu. Firavunların saraylarında duvarlar ve taban nilüfer, papatya, çeşitli kuş ve hayvan desenleri ya da parlak sarı, gri, beyaz, siyah ve kırmızı renklere boyanmış ahşap panolarla süslenirdi
Mezopotamya'da Sümer, Asur ve Babil uygarlıkları döneminjie evler kerpiçten yapılırdı. Evlerin orta bölümünde bir büyük oda ve onu çevreleyen, üstü kapalı ya da açık bırakılmış odalar bulunurdu. Palmiye ağacından yapılan kapı çerçeveleri, kötü ruhları kovacağı inancıyla, kırmızıya boyanırdı. Varlıklı kimselerin evlerinde ve saraylarda tunç ve fildişinden yapılmft süs eşyaları vardı .
Med ve Pers uygaljlıkları döneminde saraylarda duvarlar sırlı vle mineli çinilerle, tavan canlı renklerle resimlenerek süslenirdi Eski Yunan ve Girit Adası'nda gelişen Mınos uygarlığı döneminde süsleme sanatı doruğuna ulaşmıştı. Girit Ada-sı'ndaki Knossos Sarayı'nda yapılan kazılarda, o çağda insanların nasıl yaşadıklarını açıklayıcı kalıntılar Dulundu. Saray duvarları çeşitli insan ve hayvan figürlerinden oluşan fresklerle, günlük yaşamı, av ve spor sahnelerini betimleyen kabartmalarla bezenirdi. İç bölümlerin süslenmesinde, doğayı canlandıran çeşitli kuş ve çiçek desenleri kullanılır, tabanda siyah beyaz ya da renkli mozaiklerden yapılma desenler yer alırdı
O dönemde kullanılan mermer, pişmiş toprak, gümüş ve fildişinden yapılmış sandalye, koltuk, divan, sandık, çekmece gibi eşyaların bir bölümü günümfize kadar ulaşabilmiştir. Zarif sütunlar, tana, yarı tanrı ve mitolojik kahramanların mermerden oyulmuş heykelleri saray ve tapınaklarda en çok kullanılan süs öğeleriydi
Romalılar ise mimarlık, dekorasyon ve mobilya yapımında Yunanlılar'ı taklit etmekle yetindiler. Sütunlar, duvar panoları, freskler ve mozaiklerle donatılmış evlerini ve saraylarını, görkemli ve lüks bir yaşam sürdüklerini gösteren geniş divanlar, renkli ipek yastıklar, Mısır'dan ve Çin'den gelme altın, gümüş, ipek işli halılar, gümüş, altın, tunç ve fildişinden yapılma heykelcikler ve vazolarla süslerlerdi. Fresklerde ve çanak çömlekte en çok göze çarpan desenler defne ve zeytin dalları, asma yaprağı, üzüm salkımı motifleri, kartal, aslan, koç ve efsanelerde adı geçen hayvan figürleriydi. Doğu ülkelerinden getirilen değişik renk ve nitelikteki mermerler önemli bir yapı gereciydi. Romalılar cam işçiliğinde ileri bir düzeye ulaşmış olmakla birlikte, o dönemde cam pahalı bir gereç olduğundan yalnızca varlıklı kimselerin evlerindeki pencerelerde kullanılırdı. Bu evlerin bazılarında resim galerileri bulunurdu.
Ortaçağ
Ortaçağın başlarında yapılara egemen olan Romanesk üslup 12. ve 13. yüzyıllarda yerini Gotik üsluba bıraktı. Gotik üslubun en belirgin özelliği göğe doğru yükselen sivri kuleler, kubbeler, kemerler ve renkli camlarla bezenmiş pencerelerdi. O dönemde Avrupa'da aralıksız süren savaşlar olduğu için soylular hendeklerle çevrili, kale benzeri büyük şatolarda otururdu. Doğu ülkelerinden getirtilen ipek örtüler, duvar halıları, altın ve gümüş gibi değerli madenlerden yapılmış eşyalar şatoları süslerlerdi . Taban ve tavandaki canlı renklerle bezeli ahşap panolar resimlerle kaplı olurdu. Bazı malikânelerde duvarlar o dönemde çok ender bulunan ve pahalı bir gereç olan duvar kâğıtlarıyla kaplanırdı
Toprağı işleyen sertler ve öteki halk kesimleri ise kerpiçten yapılmış, son derece sade ve kaba görünüşlü evlerde yaşıyordu. Bu evler genellikle tek odalı olurdu. Duvarlar taş ya da ağır ve kalın ahşap kirişlerden yapılırdı. Pencereler camsız, küçük ve dardı. Soğuğa karşı korunmak için cam yerine ahşap kepenkler kullanıldığı için odalar yeterince ışık alamaz, insanlar gündüzleri de murn ya da kandil yakmak zorunda kalırlardı. Odanın ortasında bir ateş yanar, duman tavanın ortasındaki delikten dışarı çıkaıdı. Eşyalar kaba ağaç kütüklerinden yapılmış masa, sedir, tabure ve sandalyelerden oluşurdu. Taban ise taş ya da topraktı.
Çok odalı ya da bölmeli konut biçimine 12. yüzyılda geçildi. Evlare mutfak, oturma odası ve yatak odası gibi! ayrı bölümler eklendi. Mutfaklarda büyük ijir ocak, duvarlarda kap kaçak asmak için irijçengeller, ortada genellikle büyük bir ahşap masa olurdu.
Avrupa'da iç mimarlığın gelişiminde 7. ve 8. yüzyıllarda İspanya'yı istila eden Araplar' ın ve Haçlı Seferler] sırasında Avrupalılar'ın tanıştığı doğu süsleme sanatlarının da etkisi olmuştur. Mozaik, |aş ve çini işçiliği, çiçek motifleri ve geometrik desenlerden oluşan yüzey bezemeleri ağırlık kazanmıştır. İspanya'nın Granada kentindeki Elhamra Sarayı , İran'da Isfahan, Meş-hed ve Tebriz kentlerindeki camiler; Anadolu'da Ankara, Afyonkarahisar, Konya, Niğde, Kayseri, Erzurum ve Sivas'ta Anadolu Selçuklu Devleti'nden kalma cami, medrese, han ve kervansaraylar İslam sanatının iç mimarlık bakımından en yetkin örnekleridir
Rönesans
Sanat tarihinin en ı önemli olaylarından biri olan Rönesans sanatı, 15. yüzyılın başında İtalya'nın Floransa! kentinden Avrupa'nın öteki ülkelerine yakılarak 16. ve 17. yüzyıllarda doruğuna ulaştı Düşünce ve sanat alanındaki yenilik ve gelişmelerin yanı sıra değişen toplum düzeni ve zenginleş
me süreci, insanların yaşam biçimini önemli ölçüde etkiledi. Saraylar, şatolar ve kiliseler büyük bir özenle yalın ama görkemli bir biçimde süslendi. Bu yapıların içleri geniş, yüksek tavanlı ve aydınlıktı.
Yapıların içinde ve dışında resimler, heykeller, sütunlar ve alçı kabartmalar yer alırken, ahşap ve fildişi oymacılığı, altın ve gümüş işçiliği de gelişti. Fresklerde, tavan ve duvar panolarında en çok göze çarpan desenler tarihsel olayları betimleyen görüntüler, çiçek, meyve, hayvan ve melek motifleriydi. Tavanlar yaldız ve altın kaplama, taban mermer ya da ahşaptandı. Merdivenler, kapılar, pencereler, şömineler dantel gibi oymalarla ve kabartmalarla bezendi. Duvarlar bazen işlemeli ipek ve kadife örtülerle ya da son derece değerli halılarla kaplandı.
Fildişi ve sedef kakmalı mobilyalar, cam, kristal ve seramik eşyalar, vazolar, aynalar yapıların iç dekorasyonunda yaygın bir biçimde kullanıldı.
17. ve 18. Yüzyıllar
17. yüzyılda, Eski Yunan ve Roma sanatını yani klasik sanatı temel alan Rönesans üslubu yerini Barok üsluba bıraktı. Barok mimarinin en belirgin özelliği yapıların ve iç dekorasyonun son derece gösterişli ve görkemli olmasıydı. Bu üslubun yaratıcısı İtalyan sanatçı Gian Lorenzo Bernini resim, heykel ve mimarlık alanında verdiği yapıtlarla ün kazandı {bak. Bernini, Gian Lorenzo). Mermer, ahşap, altın ve yaldız kaplamalar, kristal aynalar, alçı kabartmalar ve resimli panolar yapıların iç süslemesinde yoğun bir biçimde kullanıldı. Kral XIV. Louis'nin yaptırdığı Versailles Sarayı bu üslubun en güzel örneklerinden biridir.
18. yüzyılın başlarında Barok sanatın yerini Rokoko aldı. Bu yeni üslupta simetrik olmayan desenlere yer veriliyordu. Tavan, duvar süslemeleri ve mobilya yapımında en çok çiçek motifleri kullanıldı. Süslü ve gösterişli duvar panolarında kır ve köy yaşamını betimleyen resimler ağırlık kazandı. O dönemde kullanılan başlıca dekorasyon öğeleri tunç, altın, gümüş, porselen biblolar, vazolar, yemek takımları, çiçek motifleriyle çerçevelenmiş büyük boyutlu aynalar, oymalı, altın ve yaldız kaplama mobilyalardı. Tavan ve duvar bezemelerinde başta mavi ve beyaz olmak üzere çoğunlukla pastel renkler kullanıldı.
Rokoko'nun ardından 1750'lerde Fransa' da yeni bir akım ortaya çıktı. XVI. Louis üslubu olarak da bilinen Yeniklasikçilik'in (Neo-klasik) gelişmesinde, İS 79'da Vezüv Yanardağının püskürttüğü lavlar altında kalan Pompei ve Herculaneum kentlerinin yeniden ortaya çıkarılmasının; büyük payı vardı (bak. pompei). Barok ve Rokoko'dan sonra yeni bir arayış içine giren miıjnarlar ve sanatçılar Eski Yunan ve Roma mimarisine yeniden ilgi duymaya başladılar. Kazılar sonucu ortaya çıkarılan heykel ve fresklerin etkisiyle sanat yapıtlarında simetri, düz Ve yalın çizgiler, yuvarlak ve oval biçimler yeniden gündeme geldi.
Yeniklasikçi üslup mimarlık, iç mimarlık ve dekorasyon alanlarında da etkili oldu. Tavan, döşeme ve duvarlar ^val, yuvarlak ya da kare olarla ve alçı kabartma-ve Rokoko dönemlerin-a geniş ve aydınlık gös-asılan büyük aynalar ar-Pencereler daha büyük, odalar daha aydınlık ve ferahtı. Şömineler daha küçük ve sadeydi Odalar çiçek ve palmiye motifli duvar kâğıtları, mermer sütunlar, tunç heykelcikler, saten ya da kadife perdeler, büyük avizeler ve şamdanlarla süslendi.
19. Yüzyıl
19. yüzyıl ortalarında Avrupa'da sanayileşme-ışam biçimlerini de etkiledi. Mobilya, duvarl kâğıdı ve halı gibi birçok ev eşyasının makinelerle, düşük maliyetle üretilmesi bunların daha geniş bir alıcı çevresine ulaşmasını sağladı. Eşyalar ucuza alınabildiği için, evler doldurulmuş hayvandan vantilatöre, resimden cam eşyaya kadar birçok süs ya da kullanım eşyasıyla tıka basa dolmaya başladı.
19. yüzyılda iç dekorasyonda değişik akımlar ve yönelimler baş gösterdi. Bazı insanlar Gotik üslubu taklit ederken, bazıları da Uzakdoğu'nun sade ve rahatlatıcı üslubundan esinlenerek Japon üslubunu benimsedi. Gene bazıları evlerinin her odasını ayrı bir biçimde döşemeye başladı.
İngiltere'de evlerin ucuz ve niteliksiz fabrikasyon eşyalarla dolmasına karşı çıkan bazı sanatçılar, tasanmcı William Morris'in önderliğinde Güzel Sanatlar ve El Sanatları Hare-keti'ni başlattılar. Fabrika ürünlerinin özgünlükten yoksun, çirkin ve değersiz olduğunu söyleyen VVilliam Morris bir grup arkadaşıyla birlikte mobilya, duvar kâğıdı ve benzeri eşyaları yaparak en iyi desen ve biçimlerin el emeğiyle elde edilenler olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Morris, yapıtları ve ileri sürdüğü düşüncelerle kendinden sonraki birçok sanatçıyı da etkiledi. Onun düşüncelerini benimseyen ABD'li mimar Frank Lloyd Wright'dır
1890'larda evlerin niteliksiz ve zevksiz bir sürü gereksiz eşya ile doldurulmasına karşı çıkan bir başka akım da, Belçikalı mimar ve tasarımcı Henry van de Velde, Victor Hor-ta, Avusturyalı mimar Otto Wagner ve Joseph Olbrich'le İskoçyalı mimar Charles Ren-nie Mackintosh öncülüğünde başlatılan Yeni Sanat Akımı'ydı (Art Nouveau) (bak. grafik Sanatlar). Bu üslubun mimarlık, dekorasyon ve iç mimarlığa yansıyan en belirgin özelliği demir, cam, seramik, tuğla gibi birbirinden değişik gereçlerin serbestçe bir araya getirilmesidir. Bu uygulamada sütun, direk, kiriş gibi yapısal öğeler yumuşatılarak hareketli bir görünüm içinde bir çiçek sapına ya da bir asma dalına dönüştü.
20. Yüzyıl
1918'de Almanya'nın Dessau kentinde mimar ve tasarımcı Walter Gropius Bauhaus (Yapı Evi) adlı bir mimarlık ve tasarım okulu kurdu. Bir sanat ve kültür merkezi durumuna gelen bu okul mimarlıkta ve dekoratif sanatlarda süslemecilik yerine işlevselliği savunan bir akımın doğmasına yol açtı. 20. yüzyıl sanayi tasarımcılığının temelini oluşturan Bauhaus Akımı'nın uzantısı olarak 1920'lerde Fransa'da Art Deco akımı gelişti. Çok büyük ve abartılı bir biçimde süslenmiş yüzeyler yerine, her köşenin kullanılabildiği, insanların sıcak ve hoş bir atmosfer içinde rahatça yaşayabilecekleri bir ortam yaratma düşüncesi ağırlık kazandı. Duvar kâğıtları, mobilyalar ve halılarda sarı, turuncu ve siyah renkler egemen oldu. 1950'lerde İskandinav ülkelerinde üretilen mobilyalar yaygınlaştı. 1960'larda parlak renkleri ve çarpıcı desenleriyle göze çarpan Pop Sanat Akımı; 1970'lerde de çizgi ve desenleri makinelerle gerçekleştirilen High Tech (ileri teknoloji) Akımı ortaya çıktı.
İç mimarlık tasarımlarında ve dekoratif sanatlarda 20. yüzyıldaki en belirgin özellik, biçimlerin daha yalın, soyut ve işlevsel bir niteliğe dönüşmüş olmasıdır.
Türkiye'de İç Mimarlık ve Dekorasyon
Türkler Anadolu'ya gelip yerleşmeden önce Orta Asya'da göçebe olarak yaşar, hayvan derisinden yapılmış ev, iv, oyak, gerge, çerge ya da çetir adını verdikleri çadırlarda otururlardı. Çadırın ortasında "ateş yeri" ya da "korluk" denilen ocak bulunurdu. Çadır girişinin tam karşısında, sandıkları, hurçları, keçe ve halıdan yapılmış heybeleri içine alan, "tör" denilen yer vardı. Sağ tarafta değerli araç ve gerecin, giysilerin asıldığı demir bir kazık bulunurdu.
Türkler İslam dinini benimsedikten sonra Anadolu'ya geldiler ve yerleştiler. Ne var ki, ilk yerleşme dönemindeki evler ahşap ve kerpiç gibi dayanıksız gereçlerden yapıldığı için günümüze kadar ulaşamadı. Bugün ayakta kalan eski evlerin çoğujl8. yüzyılın ikinci yarısından ve 19. yüzyıldan kalmadır.
Hızlı yapılaşma ve sanayileşme sürecine karşın ayakta kalabilmiş ya da korunabilmiş bölgelerden olan Safranbolu'da, Anadolu evlerinin içini tanıtıcı örnekler vardır. Taş, ahşap ya da kerpiçten yapılan bu evlerin çoğu ortalama 80 yıllık, içldrinden birkaç tanesi ise 150-200 yıllıktır.
Eski Türk evlerindi dekorasyon göçebelik dönemindeki çadırlarda olduğu gibi son derece yalındı. Tavan ve döşeme ahşap kaplamaydı. Odaya sıcak ve rahat bir hava vermek amacıyla tabana keçej, hasır, kilim ya da halı serilirdi. Bu düzenleme Türkler'in yere bağdaş kurarak ya da bin ayaklarını altlarına alarak oturma alışkanlıklarından ve yerde namaz kılmalarından kaynaklanıyordu. Tavan çoğunlukla oymalı olurjve geometrik desenlerle bezenirdi.
Pencere ve kapılac küçük, panjurlu ve kafesliydi. Pencere ve (kapı yükseklikleri başta olmak üzere tüm birimler insan boyutunu aşmayacak biçimde düzenlenmişti. Görece yüksekte yer alan tepe pencereleri alt pencerelere göre daha süslü î ve özenli olur, bazıları renkli camlarla bezeiıirdi. Dekorasyonu oluşturan temel öğeler, odayı çevreleyen sedir ve divanların yanı sıra^ çok sayıda yastıktı. Duvarlar boydan boya'dolaplarla ve oymalı ahşap raflarla kaplıydı. Dolaplar açık ve kapalı kullanma alanları olarak işlev görürdü. İçine konan eşyanın türüıie göre yüklük, çubukluk, kavukluk, testilik, ieşkirlik, lambalık, feslik gibi adlar verilirdi. Sonradan yalnızca süs öğesi olarak kullanılan bu dolaplar son derece yalın, gösterişten uzak bir sadelikteydi.
Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki evlerde ve saraylarda aynı yalınlık sürdürüldü. İç mimarlık ve dekorasyonun en belirgin özelliği yüzey bezemeleriydi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kentlerdeki evler büyük ve gösterişliydi. Saraylar, yalılar, kasırlar ve büyük köşklerin odaları geniş ve yüksek tavanlıydı. Dekorasyonun en çok göze çarpan birimleri ahşap oymalı, sedef kakjmalı sehpalar, mangallar, ipek halılar, örtüler ve yastıklardı. Kapladık lan alanın büyük olmasına karşın saraylar ba-tıdakilerden farklıydı. Anıtsal, geniş ve yüksek görünümleri, görkemli, büyük salonları yoktu. O dönemde dünyanın en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı İmpara-torluğu'nun saraylarını beklentilerine uygun bulmayan Avrupalı gezginler düş kırıklığına uğramışlardı. Sözgelimi, içinde 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar her üslupta mimari yapıtı barındıran Topkapı Sarayı gösterişten uzak, ayrıntı ve süsleme inceliklerinin egemen olduğu bir yapıdır .
Topkapı Sarayımda bahçe ve avlular ön planda tutulmuş, mimariyi bütünleyen öğeler olarak kullanılmıştı. Sarayın içinde bulunan, 16. yüzyıldan kalma III. Murad Köşkü'ndeki büyük oda pembe ve mavi renklerin egemen olduğu rahat ve aydınlık bir biçimde düzenlenmiştir. Şöminesi olağanüstü güzellikteki çini desenleriyle kaplıdır.
17. ve 18. yüzyıllarda batı kültürünün etkisiyle iç dekorasyonda Avrupa'da moda olan renkler kullanılmaya başlandı. Kasırların kepenkleri yeşil, merdiven tırabzanları leylâk rengindeydi. Oval kubbeli tavanlar ve sütunlar Barok ve Rokoko üslupların etkisini yansıtıyordu. Aynı dönemde duvarlardaki çini ve nakış bezemelerin yerini alçı ya da mermer yüzeyler üzerine uygulanan çiçekli, yemişli motiflerden ve manzara resimlerinden oluşan ahşap panolar aldı.
20. yüzyıldaki toplumsal ve ekonomik değişimler hızlı yapılaşma ya da "betonlaşma" sürecini başlattı. Günümüzde Anadolu'nun bazı köy ve kasabaları dışındaki yerlerde ve büyük kentlerde Türk evinin geleneksel iç mimarlık ve dekorasyon özelliklerine rastlamak güçtür.