Ziyaretçi
ZİGGURATLAR
Ziggurat Mezapotamya'ya özgü bir terimdir. Tanrıdağı anlamındadır. İlkçağda Sümerler, Keldanlılar, Babiller ve Asurlular tarafından yapılan, tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen giderek küçülen teraslardan oluşan, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli bir kuledir. Üzeri açık ve dört köşelidirler.
Bu yapılar tarihi metinlerde Ziggurat, Zigura ve Ziggurak gibi çeşitli yazılışlarla görülür. Zigguratların ilk olarak Sümerlerce inşa edildiği düşünesi yaygındır.
Mezapotamya halklarının en önemli faliyetleri tapınakları Tanrıya ithaf etmeleridir. Sadece Antropolojik değil, edebi içerikli kalıntılara dayanarak da Sümerler'den önce başlamak kaydıyla Mezapotamya düşünce tarzına aydınlık getiren tez şudur: Politik açıdan Sümerlerde şehir devleti sözkonusu idi ve her merkezin bir tanrısı olduğu gibi her tanrının da yeryüzünde kendini temsil eden bir hükümdarı vardı. Bu hükümdarın birinci görevi tanrının evini inşa ettirmekti. Çünkü böylece tanrı onlardan hoşnut kalacak bunun karşılığında da onların o bölgedeki yaşamlarını temin edecek suyu gönderecekti. İşte Orta Asya'dan gelen bu kavimler , yüksek dağları tanrı makamı kabul etmişlerdi ve dağlık olmayan Mezapotamya yöresine gelince bu şekilde yüksek, yapay bir tepe meydana getirerek onu tanrının makamı ve tapınak yeri olarak nitelendirmişlerdir.
Yapay bir tepe görünümündeki zigguratların yapımına ilşkin inançlar tartışmalıdır. Örneğin gökyüzüyle yeri ayıran Hava Tanrısı Enlil'in büyük bir dağ olduğuna ilişkin inanışın ziggurat biçimini belirlediği öne sürülmektedir. Çok yıkık olmalarına rağman mevcut kalıntı ve kabartmalar üzerinde çalışan bazı arkeologlarsa ova yerlilerinin dağda doğup doruklarda yaşadığına inandıkları tanrılar için bir "Tanrı Evi" inşa ederken dağa benzer bir yapıyı yeğlediklerini düşünmektedirler.
Ziggurat hakında ilginç bir bilgi de bu yapıların merkezleri Babil olmak üzere evrenin yedi rüzgarını temsil ettiklerine inanılmasıdır. Babillerde ziggurat, dünyanın merkeziydi. Evren onlar için yatay olarak bir merkezden yayılan dört bölüme, düşey olarak da üç düzeye ayrılıyordu; böylece hepbirlikte yedi oluyordu.
Ziggurat harabelerine günümüzde Mezapotamya'nın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Kerpicten yapıldıkları için hava ve yağmurun etkisiyle çabuk yıkılmışlardır. Ancak bazılarında ilk birkaç kat korunmuştur. Esas şekilleri sadece kabartmalardaki resimlerden anlaşılabilmektedir.
Zigguratlar üstüne bilgilerimiz arkeolojik kazılara, Herodotos'un Babil'deki Baal tapınağının üzerine yazdığı yazılara,Strabon, Sicilyalı Diodoros gibi antik yazarlara ve Nuh torunları tarafından Babil kulesinin yapılışını anlatan Tekvin'e dayanmaktadır.
Zigguratta büyüklük ve özellikle yükseklik amaçlanmıştır. Kat sayısı değişkendir; genellikle üç ya da dört, bazen yedidir. Katlar ve rampalar, ağaçlar ve bodur bitkilerle yeşillendirilmiştir.yapının planı genellikle 38x52 m. boyutlarında bir dikdörtgen ya da karedir. Yüksekliği ise 18- 30 m . arasında değişir. Zigguratlar eklemelerle büyütülüp yükseltilmiş, her yeni hükümdar kendi katını eklemiştir.
Giderek küçülen sekiz kuleden oluşan bu tapınak, çok muntazam dört köşeli bir kaide üzerine oturtulmuştu. Bu kulelere ya katlar arasındaki basamaklarla ya da çevresini dolaşan rampa ya da yokuşlarla çıkılmaktaydı. Orta katlardan birinde bulunan odada, yukrıya çıkanların dinlenmesi için oturacak yerler blunmaktaydı. En tepedeki kule büyük bir tapınak özelliğindeydi ve içinde bir yatakla altın bir masa vardı. Burası kutsal makamdı. Bu makam aynı zamanda bir ticaret ve kültür merkeziydi. Dinadamlarından başka, tüccarlar, zanaatkarlar ve yazıcılar da orada kendilerine ayrılmış yerlerde otururlardı.Burada tanrıya ait bir ya da birkaç oda bulunurdu.
"Yüksek tapınak" bölümünün dışında ziggurat, Mısır piramitlerinin tersine dolu gövdelidir. Kütlesi pişmemiş tuğla ve kerpicten, bir ya da birkaç dış duvar yüzeyi ise genellikle pişmiş topraktan yapılmış bazen sarı ve mavi sırlı tuğla kullanılmıştır.
Ziggurat ilk kez pişmiş tuğla kullanımının yaygınlaştığı Yeni Sümer döneminde ortaya çıkmıştır. Urnamu döneminden (M.Ö. 2112-2095) bu yana bilinen ziggurat yapısının doğrudan yeni bir dinsel düşüncenin ürünü mü, yoksa kutsal mekanı yükseltmek amacıyla zaman içinde üst üste inşa yoluyla oluşan bir strüktür mü olduğu da tartışmalıdır. Urnamu; Ur, Uruk, Eridu ve Aşağı Mezapotamya'daki birçok kentte zigguratlar inşa edilmiştir. Daha sonra da Mari, Babil'in yanı sıra Asur, Dur Sarrukin gibi Akad kentleri de bu tür yapılarla donatılmıştır. Elam'da Sus'da büyük bir olasılıkla bir ziggurat vardı; Çobangazi'de ise birinci katında tapınma mekanları ve odalar bulunan bir ziggurat kalıntısı (M.Ö. XIII. yy.) ortaya çıkarılmıştır.
Bu da dini bir geleneğin varlığını göstermektedir. Gerek Herodotos'un verdiği bilgilerden, gerek Uruk'daki Beyaz Tapınak ile Erudu ve Tell Uqair Tapınakları gibi yapılardan varılan sonuç, genellikle "yüksek tapınak" ın içinde bir oda bulunduğudur.bu odanın dar duvarında bir seki ortasında tuğladan bir adak masası yeralmaktaydı. Nimrud'daki iki tapınaktaysa uzun bir salonla iinde tanrı heykeli bulnan küçük bir oda ortaya çıkarılmıştır. Papakhu adı verilen bu bölüm, tapınağın girilmeyen en kutsal yeridir. Ayrıca bu tapınakların birinde, bu iki mekana ek olarak büyük bir salon ve önünde küçük bir hol yer almaktadır. Bu da "giriş-tören mekanı-kutsal mekan" üçlemesi sayılabilir.
Herodotos, M.Ö. 460'da doğuya yaptığı geziyi anlatırken, her biri ötekinden küçük olarak, üst üste yükselen sekiz tapınak gördüğünü yazar.yazarın babil'deki Baal tapınağı hakkında verdiği bilgiye göre, kenarları 370 m . olan bir kare kaide üzerinde, küçülerek yükselen katlar çok görkemliydi. Herodotos bunların en üstünde tapınağın yeraldığını yazmıştır. Ama böyle bir tapınağın izine, zigguratların hiçbirinin tüm yüksekliğiyle sağlam kalmamış olmasından dolayı rastlanmamıştır.
Tarihçi Ksenophan da "Onbinlerin Dönüşü" adlı eserinde 31,50 m . genişlikte ve 61 m . yükseklikte bir kule gördüğünü yazar.
Tevrat'ta Babil kulesi için şöyle der: "geldiniz kerpic keselim ve onları ateşte pişirelim dediler, kendimize tepesi semaya kadar bir kule bina edip nam kazanalım dediler." (I. Kitap, 11. bab, 3. ve 4. ayetler) İncil'de de adı geçen bu yapı Sümer, Babil ve Asur şehirlerinde yükselen pek çok ziggurattan yalnızca biriydi.
Mezapotamya'nın düzlüklerinde yükselen esrarlı tepeler, çoğu zaman yıkık bile olsa, kenarı dik, üstleri düz olduğundan öteden beri dikkat çekiyordu. Gezginler bu yapıları uzun uzun anlatıyorlardı. 1840'larda görevle Mısır'a atanan Paul-Emile Batta, bölgeyi dolaşırken garip tepeler görüyordu. Daha önce Kinneir, C.T. Rich ve Ainsworth gibi gezginler de bu tepelerden sözetmişlerdi. Böylece çağdaş arkeolojinin dikkatleri zigguratlara çekilmiş oluyordu.
Eski dünyanın harikalarından biri, Babilin Asma Bahçeleri olarak blinen yapı, teraslar halinde yükselen dev bir kuleydi. Bu düşünceden hareket eden R.K. Koldewey 1898'de babil'deki zigguratı kazmaya başladı. Böylece Tevrat ve İncil'de adı geçen kulenin büyük gövdesi ortaya çıktı. Güneşte kurutulmuş kerpiclerle örülenyapı kitlesi sırlı tuğlalarla kaplanmıştı. Bir çevre duvarı içinde rahip sarayları,geniş ambarlar ve zigguratlar topluca yer alıyordu. Beyaz boyalı duvarlar, tunç kapılar, kemer ve tonozlarla birlikte birbirine bağlanan mekanlar sık sık tekrarlanan görüntülerdi. En alt katta başlayan rampalı merdivenler yapıyı her katta dolaşarak tepeye kadar tırmanıyordu. Her kat ayrı bir renge boyanmıştı.
1940-1941 'de yapılan Irak kazıları Ukayir'deki tepenin bir ziggurat olduğunu ortaya çıkardı. Ur'daki ziggurat ise Ur Nammu adlı kral tarafından yaptırılan görkemli bir kule olarak yükseliyordu (29) ve Mezapotamya'nın en iyi korunmuş zigguratıydı.(30) İkinci yapı kuzeydoğuya dönük, ölçüleri en alt platformda yaklaşık 60x40 m. kadardı. İlk katta merdiven kuzey köşeden doğu köşeye çıkıyordu. Dört yüzü geniş yüzeye gelecek güneş ve rüzgar etkisini azaltmak için nişlerle parçalanmıştır.
Zigguratların tanrılara inşa edildiği kesin gibidir. Ancak bu yorumu şüphe ile karşılayanlar da vardır. Kimi arkeologlara göre Mezapotamya düzlüklerinde yükselen bu hakim yapılar dağı sembolize etmektedir. Bir zigguratın düz ovada görünüşü gerçekten çok etkilidir. Çoğu kez kule tapınak denmesi de bundandır. Arkeolog Layard, Nimrud zigguratını kazdığı zaman buranın bir kral mezarı olduğunu ileri sürüyordu. Sümerlilere göre gökleri işaret eden yapı, merdivenlerle tırmanılan gökyüzüne çıkan bir yoldu.
Bazı arkeologlar ziggurat denilen bu basamaklı piramitlerin bir tapınak olmayıp yıldızları gözlemeye mahsus birer gözlemevi oduğunu, rahip veya müneccimlerce kullanıldığını ileri sürerler. Çok kişi de zigguratları Orta Amerika'nın Basamaklı piramitleriyle bağlantılı görmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu yapılar tarihi metinlerde Ziggurat, Zigura ve Ziggurak gibi çeşitli yazılışlarla görülür. Zigguratların ilk olarak Sümerlerce inşa edildiği düşünesi yaygındır.
Mezapotamya halklarının en önemli faliyetleri tapınakları Tanrıya ithaf etmeleridir. Sadece Antropolojik değil, edebi içerikli kalıntılara dayanarak da Sümerler'den önce başlamak kaydıyla Mezapotamya düşünce tarzına aydınlık getiren tez şudur: Politik açıdan Sümerlerde şehir devleti sözkonusu idi ve her merkezin bir tanrısı olduğu gibi her tanrının da yeryüzünde kendini temsil eden bir hükümdarı vardı. Bu hükümdarın birinci görevi tanrının evini inşa ettirmekti. Çünkü böylece tanrı onlardan hoşnut kalacak bunun karşılığında da onların o bölgedeki yaşamlarını temin edecek suyu gönderecekti. İşte Orta Asya'dan gelen bu kavimler , yüksek dağları tanrı makamı kabul etmişlerdi ve dağlık olmayan Mezapotamya yöresine gelince bu şekilde yüksek, yapay bir tepe meydana getirerek onu tanrının makamı ve tapınak yeri olarak nitelendirmişlerdir.
Yapay bir tepe görünümündeki zigguratların yapımına ilşkin inançlar tartışmalıdır. Örneğin gökyüzüyle yeri ayıran Hava Tanrısı Enlil'in büyük bir dağ olduğuna ilişkin inanışın ziggurat biçimini belirlediği öne sürülmektedir. Çok yıkık olmalarına rağman mevcut kalıntı ve kabartmalar üzerinde çalışan bazı arkeologlarsa ova yerlilerinin dağda doğup doruklarda yaşadığına inandıkları tanrılar için bir "Tanrı Evi" inşa ederken dağa benzer bir yapıyı yeğlediklerini düşünmektedirler.
Ziggurat hakında ilginç bir bilgi de bu yapıların merkezleri Babil olmak üzere evrenin yedi rüzgarını temsil ettiklerine inanılmasıdır. Babillerde ziggurat, dünyanın merkeziydi. Evren onlar için yatay olarak bir merkezden yayılan dört bölüme, düşey olarak da üç düzeye ayrılıyordu; böylece hepbirlikte yedi oluyordu.
Ziggurat harabelerine günümüzde Mezapotamya'nın hemen her yerinde rastlanmaktadır. Kerpicten yapıldıkları için hava ve yağmurun etkisiyle çabuk yıkılmışlardır. Ancak bazılarında ilk birkaç kat korunmuştur. Esas şekilleri sadece kabartmalardaki resimlerden anlaşılabilmektedir.
Zigguratlar üstüne bilgilerimiz arkeolojik kazılara, Herodotos'un Babil'deki Baal tapınağının üzerine yazdığı yazılara,Strabon, Sicilyalı Diodoros gibi antik yazarlara ve Nuh torunları tarafından Babil kulesinin yapılışını anlatan Tekvin'e dayanmaktadır.
Zigguratta büyüklük ve özellikle yükseklik amaçlanmıştır. Kat sayısı değişkendir; genellikle üç ya da dört, bazen yedidir. Katlar ve rampalar, ağaçlar ve bodur bitkilerle yeşillendirilmiştir.yapının planı genellikle 38x52 m. boyutlarında bir dikdörtgen ya da karedir. Yüksekliği ise 18- 30 m . arasında değişir. Zigguratlar eklemelerle büyütülüp yükseltilmiş, her yeni hükümdar kendi katını eklemiştir.
Giderek küçülen sekiz kuleden oluşan bu tapınak, çok muntazam dört köşeli bir kaide üzerine oturtulmuştu. Bu kulelere ya katlar arasındaki basamaklarla ya da çevresini dolaşan rampa ya da yokuşlarla çıkılmaktaydı. Orta katlardan birinde bulunan odada, yukrıya çıkanların dinlenmesi için oturacak yerler blunmaktaydı. En tepedeki kule büyük bir tapınak özelliğindeydi ve içinde bir yatakla altın bir masa vardı. Burası kutsal makamdı. Bu makam aynı zamanda bir ticaret ve kültür merkeziydi. Dinadamlarından başka, tüccarlar, zanaatkarlar ve yazıcılar da orada kendilerine ayrılmış yerlerde otururlardı.Burada tanrıya ait bir ya da birkaç oda bulunurdu.
"Yüksek tapınak" bölümünün dışında ziggurat, Mısır piramitlerinin tersine dolu gövdelidir. Kütlesi pişmemiş tuğla ve kerpicten, bir ya da birkaç dış duvar yüzeyi ise genellikle pişmiş topraktan yapılmış bazen sarı ve mavi sırlı tuğla kullanılmıştır.
Ziggurat ilk kez pişmiş tuğla kullanımının yaygınlaştığı Yeni Sümer döneminde ortaya çıkmıştır. Urnamu döneminden (M.Ö. 2112-2095) bu yana bilinen ziggurat yapısının doğrudan yeni bir dinsel düşüncenin ürünü mü, yoksa kutsal mekanı yükseltmek amacıyla zaman içinde üst üste inşa yoluyla oluşan bir strüktür mü olduğu da tartışmalıdır. Urnamu; Ur, Uruk, Eridu ve Aşağı Mezapotamya'daki birçok kentte zigguratlar inşa edilmiştir. Daha sonra da Mari, Babil'in yanı sıra Asur, Dur Sarrukin gibi Akad kentleri de bu tür yapılarla donatılmıştır. Elam'da Sus'da büyük bir olasılıkla bir ziggurat vardı; Çobangazi'de ise birinci katında tapınma mekanları ve odalar bulunan bir ziggurat kalıntısı (M.Ö. XIII. yy.) ortaya çıkarılmıştır.
Bu da dini bir geleneğin varlığını göstermektedir. Gerek Herodotos'un verdiği bilgilerden, gerek Uruk'daki Beyaz Tapınak ile Erudu ve Tell Uqair Tapınakları gibi yapılardan varılan sonuç, genellikle "yüksek tapınak" ın içinde bir oda bulunduğudur.bu odanın dar duvarında bir seki ortasında tuğladan bir adak masası yeralmaktaydı. Nimrud'daki iki tapınaktaysa uzun bir salonla iinde tanrı heykeli bulnan küçük bir oda ortaya çıkarılmıştır. Papakhu adı verilen bu bölüm, tapınağın girilmeyen en kutsal yeridir. Ayrıca bu tapınakların birinde, bu iki mekana ek olarak büyük bir salon ve önünde küçük bir hol yer almaktadır. Bu da "giriş-tören mekanı-kutsal mekan" üçlemesi sayılabilir.
Herodotos, M.Ö. 460'da doğuya yaptığı geziyi anlatırken, her biri ötekinden küçük olarak, üst üste yükselen sekiz tapınak gördüğünü yazar.yazarın babil'deki Baal tapınağı hakkında verdiği bilgiye göre, kenarları 370 m . olan bir kare kaide üzerinde, küçülerek yükselen katlar çok görkemliydi. Herodotos bunların en üstünde tapınağın yeraldığını yazmıştır. Ama böyle bir tapınağın izine, zigguratların hiçbirinin tüm yüksekliğiyle sağlam kalmamış olmasından dolayı rastlanmamıştır.
Tarihçi Ksenophan da "Onbinlerin Dönüşü" adlı eserinde 31,50 m . genişlikte ve 61 m . yükseklikte bir kule gördüğünü yazar.
Tevrat'ta Babil kulesi için şöyle der: "geldiniz kerpic keselim ve onları ateşte pişirelim dediler, kendimize tepesi semaya kadar bir kule bina edip nam kazanalım dediler." (I. Kitap, 11. bab, 3. ve 4. ayetler) İncil'de de adı geçen bu yapı Sümer, Babil ve Asur şehirlerinde yükselen pek çok ziggurattan yalnızca biriydi.
Mezapotamya'nın düzlüklerinde yükselen esrarlı tepeler, çoğu zaman yıkık bile olsa, kenarı dik, üstleri düz olduğundan öteden beri dikkat çekiyordu. Gezginler bu yapıları uzun uzun anlatıyorlardı. 1840'larda görevle Mısır'a atanan Paul-Emile Batta, bölgeyi dolaşırken garip tepeler görüyordu. Daha önce Kinneir, C.T. Rich ve Ainsworth gibi gezginler de bu tepelerden sözetmişlerdi. Böylece çağdaş arkeolojinin dikkatleri zigguratlara çekilmiş oluyordu.
Eski dünyanın harikalarından biri, Babilin Asma Bahçeleri olarak blinen yapı, teraslar halinde yükselen dev bir kuleydi. Bu düşünceden hareket eden R.K. Koldewey 1898'de babil'deki zigguratı kazmaya başladı. Böylece Tevrat ve İncil'de adı geçen kulenin büyük gövdesi ortaya çıktı. Güneşte kurutulmuş kerpiclerle örülenyapı kitlesi sırlı tuğlalarla kaplanmıştı. Bir çevre duvarı içinde rahip sarayları,geniş ambarlar ve zigguratlar topluca yer alıyordu. Beyaz boyalı duvarlar, tunç kapılar, kemer ve tonozlarla birlikte birbirine bağlanan mekanlar sık sık tekrarlanan görüntülerdi. En alt katta başlayan rampalı merdivenler yapıyı her katta dolaşarak tepeye kadar tırmanıyordu. Her kat ayrı bir renge boyanmıştı.
1940-1941 'de yapılan Irak kazıları Ukayir'deki tepenin bir ziggurat olduğunu ortaya çıkardı. Ur'daki ziggurat ise Ur Nammu adlı kral tarafından yaptırılan görkemli bir kule olarak yükseliyordu (29) ve Mezapotamya'nın en iyi korunmuş zigguratıydı.(30) İkinci yapı kuzeydoğuya dönük, ölçüleri en alt platformda yaklaşık 60x40 m. kadardı. İlk katta merdiven kuzey köşeden doğu köşeye çıkıyordu. Dört yüzü geniş yüzeye gelecek güneş ve rüzgar etkisini azaltmak için nişlerle parçalanmıştır.
Zigguratların tanrılara inşa edildiği kesin gibidir. Ancak bu yorumu şüphe ile karşılayanlar da vardır. Kimi arkeologlara göre Mezapotamya düzlüklerinde yükselen bu hakim yapılar dağı sembolize etmektedir. Bir zigguratın düz ovada görünüşü gerçekten çok etkilidir. Çoğu kez kule tapınak denmesi de bundandır. Arkeolog Layard, Nimrud zigguratını kazdığı zaman buranın bir kral mezarı olduğunu ileri sürüyordu. Sümerlilere göre gökleri işaret eden yapı, merdivenlerle tırmanılan gökyüzüne çıkan bir yoldu.
Bazı arkeologlar ziggurat denilen bu basamaklı piramitlerin bir tapınak olmayıp yıldızları gözlemeye mahsus birer gözlemevi oduğunu, rahip veya müneccimlerce kullanıldığını ileri sürerler. Çok kişi de zigguratları Orta Amerika'nın Basamaklı piramitleriyle bağlantılı görmektedir.
Son düzenleyen ThinkerBeLL; 21 Nisan 2011 02:14