Arama

Gotik Mimari

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 25 Kasım 2012 Gösterim: 23.102 Cevap: 4
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
15 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Gotik Mimari

Sponsorlu Bağlantılar
Roman Mimarlığının altın çağının sonunda (12. yy.) ortaya çıkan Gotik Mimarlık, gotik üslubunun bütün öbür sanat biçimlerinden daha uzun ömürlü olarak 16. yy'a kadar sürmüştür. Gotik üslubunda yapılan çok sayıda çarpıcı din dışı yapıya karşın, yeni mimarlık üslubu özelikle, mimarlıkta Ortaçağ'ın en verimli alanı olan kiliselere en güzel yapıtlarını vermiştir. 1400 yıllarında gotik mimarlığın Avrupa'nın her yanına yayılmasına karşın, en gelişmiş örnekleri Fransa'nın kuzey kesiminde, Paris çevresinden Saint Denis ve Chartres'ı da alarak Champagne bölgesine kadar uzanan bölgede verilmiştir. Bu bölgede 12 ve 13. yy'larda yapılan bir dizi katedralde gotik mimarlığın temel yenilikleri ortaya konmuştur.
Roman mimarlığı ile gotik mimarlığı arasındaki temel ayrılık destek sorununu çözme biçiminde yatmaktadır. Roman mimarlığında yapının bütün ağırlığını duvarlar taşır ve böylece, insanda bir denge, bir kütle duygusu uyandırır; oysa gotik katedrallerde, bu ağırlık, direkler ve payandalara yüklenmiştir; direk ve payandalar, ustaca yapılmış bir kemer sistemiyle birbirine bağlanmış dıştan da destek kemerle berkitilmiştir; bütün bu özellikler insanda, yapının gökyüzüne yükseldiği düşüncesini doğurur.
Gotik mimarlığın yeni nitelikleri özenli kırık-kemer, destek-kemer, sivri-kemerler oluşturmak için birleşen silmelerin kesişme noktalarına oluşturmuş tonozların (kaburgalı tonozlar) kullanımına bağlıdır. Hafif hareketli bir çatkı görünümündeki yapı iskeletinin bu yolla hantallıktan kurtarılması, hem kesişen güç çizgileri arasında dengeyi gösterir, hem de sahnın ışık almasını kolaylaştırır. Gerçekten artık birer destek olmaktan çıkan duvarlarda geniş pencereler açılmış duvar resimlerinin yerini içeriye renkli ve hafif bir ışığın süzülmesini sağlayan ve gökyüzünden yere yansıyan Tanrı bağışının simgesi sayılan vitraylar almıştır.
Önceleri çok sade olan cephelerde, zamanla zengin süslemelerle bezenmiş geniş kapılar açılmış çok sayıda heykel ve alçak kabartmalara yer verilmiştir; bunlar âdeta, taşa aktarılmış dinsel yâda din dışı görüntülerin sergilendiği gerçek birer yapıt niteliğindedir. Gene cepheler kare ya da sekizgen kulelerle bu kuleler de bütünün yukarı doğru yükselmesine katkıda bulunan külah ya da oklarla süslüdür.
Çok yönlü olan gotik mimarlık, kısa sürede gelişti çeşitli dönem ve ülkelere göre çoğu kez birbirinden farklı görünümler kazandı. 1140-1190 arasındaki ilk dönemde île de France'ta daha sonra da Fransa'nın her yanında çok sayıda katedral yapıldı; bunlar arasında Noyon (1150), Laon, Notre Dame (Paris'te 1160), Chartres (1195-1260 ) katedralleri sayılabilir. 1190'a doğru, bu yeni üslupta çalışan mimarlar sanatlarının en üstün düzeyine ulaştılar ve 1190-1260 arasında gotik sanat altın çağını yaşadı. Reims (1211-1481), Bourges, Beauvais, Amiens katedralleri bu dönemde yapıldı.

Ad:  Notre_Dame_1.jpg
Gösterim: 1062
Boyut:  119.4 KB
Notre Dame Katedrali, Paris

Yavaş yavaş mimarlık yapılarının yetkinliği gün geçtikçe artan yukarıya yükselme kavgasıyla bozuldu ve gotik üslubunun yerini "parıltılı gotik" üslubu aldı (1260-1380). Bu dönemde Metz ve Strasbourg katedralleri yapıldı. Parıltılı gotiğe denk düşen "dikey üslup" un geliştiği İngiltere'deyse gotik mimarlık başlangıçta Fransız gotiğine yakındı ama kısa sürede çok farklı esin kaynaklı ve son derece özgün yapıtlarla ondan ayrıldı. Sivri kemer oluşturan silmeler destek kemerler kaburgalı tonozlar, destek olmaktan çıkıp süs niteliği kazandılar.
Gotik mimarlık İtalya' ya 12. yy'da Citeaux rahipleri tarafından götürüldü bu rahipler çok sayıda manastırın (Fassaova, Casamari, San Galgona ) yapımına ön ayak oldular söz konusu yapılarda üslup son derece arı ve Fransa'daki örneklerine yakındır. Ancak bunlar üslubun kural dışı örnekleri sayılır; çünkü çoğu zaman gotik üslup bu ülkede çok yaygın olan roman üslubu öğeleriyle çakışmış bu nedenle de bazen tutarsız ama çoğunlukla özgün yapıların oraya çıkmasına yol açmıştır.
1380-1540 arasında Avrupa gotik üslubu yeni bir evrim daha geçirerek "alevli gotik" adını aldı. Artık süs öğeleri mimariyi geride bırakarak ön plana geçmişti; kısa süre sonra, kendilerini taştan danteller gibi saran çok sayıda heykel ve süslerin altında yapılar nerdeyse gözden silindi. Bu evrim özellikle İngiltere'de daha da belirginleşti "dikey üslup"un yerini süslü üslup aldı; Almanya'daysa güçlü ve gerçekçi bir heykelcilik anlayışı, Fransa'daki yapıların ölçülük ve zarifliğine ters düşen bir coşku ve zenginlik ortay konmasına yol açtı.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
15 Mayıs 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Gotik Mimari

Sponsorlu Bağlantılar
Batı ve Orta Avrupa'da resim, heykel, mimarlık ve müzik alanlarında XII. Yüzyıl'ın ortalarında Rönesans'a kadar süren sanat anlayışıdır. Büyüklük duygusu, canlı imgeler, zengin benzemeler ve mistik dinsel coşku başlıca özellikleridir. Sivri kemerler ve ince payandalarla desteklenmiş kemerli çatılar gibi gotik mimarlık öğeleri Ortaçağ Katedrallerine yükseklik ve Tanrı'ya ulaşma duygusuyla estetik incelik kazandırmıştır. Bu tarz, Rönesansla birlikte başlayan simetrik ve geometrik bezemelerle özelliğini ve yaygınlığını yitirmiştir. (A.Timur Bilgic - Tarihsel Terimler Sözlügü)

Gotik Dönem
Batı ve Orta Avrupa’da resim, heykel, mimarlık ve müzik alanlarında 12. yüzyılın ortalarında başlayarak bazı yörelerde 16. yüzyılın ortalarına değin süren, pek çok ürünün veridiği, son derece çeşitli bir dönemdir. Gotik dönem, aslında Ortaçağ’ın skolastik düşünce tarzının baskısı altında kalan sanat üslubunun biraz yumuşatılmışıdır. Dinde kişisel gizemcilik sık sık vurgulanmaya başlandı. Dinsel alanlarda da hala çalışmalar yapılırken din dışı alanlarda da çalışıldı. Doğanın çeşitliliğine de kişisel yorumlar getirildi.
Giotto ve Duccio, dönemin örnek sanatçıları arasındadırlar.

Gotik Sanatı
Gotik sanatı, Roman sanatının sunduğu hayalgücü ve birikim üzerinde yükselmiştir. Bu sanattaki yapı ve düzen, dekorasyon, esin ve plastik anlayış tam anlamıyla yeni, "el değmemiş"tir. Roma Yunan'dan yararlanmış; Bizans Roma'dan ve Doğu'dan kaynaklanmış, Roman sanatı Doğu'nun, Bizans'ın, Barbarların ve Antikçağ'ın melez ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Rönesans ve modern sanatlar da mimarlık ve süsleme öğelerini Antikçağ'dan almıştı. Gotik sanatı ise Roman sanatının gelişimini köstekleyen köhneleşmiş formların kısıtlamalarını bir yana atarak doğadan yola çıktı. Gotik sanatı Roman sanatının sunduğu birikimden ve bakış açısından yararlanmasına karşın, Roman sanatının reddiyesi üzerinden kendini yaratmıştır. Gotik sanatçı da bu yaratıcı itkiyle her şeyi yeni baştan ele alma cesaretini gösterebilmiştir. Aydınlanmanın tohumları yavaş yavaş toprağa düşmektedir.
Rönesans döneminde İtalyanlar, Ortaçağ sanatını aşağılamak üzere "tedesco" diyorlar. Bunun Fransızcası "gotik". Gotik sanatı 12. yüzyılın ilk çeyreğinde Fransa'da ortaya çıktı, 13. yüzyılda olgunluk aşamasına ulaştı. Bundan sonra İngiltere'de hızlı bir gelişim gösterdi ve 13.-14. yüzyıllarda tüm Avrupa'da yayıldı. Rönesans'ın doğuşuyla beraber gerilemeye başladı ve giderek ortadan kayboldu.
Bu dönemde eski Galya bir krallık iktidarı altında merkezi ve güçlü bir devlet olmaya başlamıştı. Paris Üniversitesi'nde ders veren Aziz Thomas, dinsel dogma ve politik düşünce ile beraber inancın dünyevîleşmesini temsil ediyordu. Tüm bir toplumun ortak çabasının ürünü olan katedraller, somut olaylar dünyasının ve düşünce alanını egemenlik altına alan düzenin anıtsal ifadesiydi. Düşünce manastırdan üniversiteye, sanatsal girişimler başrahiplerden piskoposlara geçiyordu.
Roman sanatının kasvetli şatoları, Gotik dönemde saraylara dönüştürüldü. 15. yüzyılda ekonomik alanda öne çıkarak yeni bir sınıf oluşturan burjuvazinin gereksinimleri doğrultusunda, kent konutları olan konaklar ve villalar yapıldı. Gotik dönem, köprü, hastane, manastır, belediye binaları, adalet binaları, çarşılar gibi çeşitli yapılar ortaya koyarak gelişmiş bir toplumun büyük mimarlık gereksinimlerine cevap verdi. Politik iktidarın niteliğine uygun olarak Gotik sanat da merkezlerde yoğunlaştı, taşraya ancak örnek olabildi.
Gotik dönem insana yönelme konusunda bir adım daha attı. İnsana doğru atılan her adım, dinden biraz daha uzaklaşmak anlamına geliyordu ve insana ulaşmanın o dönemde dinden uzaklaşmaktan başka da yolu yoktu. Gerçekten de din, dogmalarını, ancak aklı reddederek kabul ettirebiliyordu. Aklı reddetmek ise insanı reddetmekti.
12. yüzyılda teolojik bir kavram olan Meryem, 13. yüzyılda çocuğunu seven şefkatli bir ana haline gelmiştir. Roman yapılarının yüksek kapı alındıklarındaki çatık kaşlı İsa, Gotik yapılarda kemer payandalarına inmiş bir figür olarak inananları dinsel bir gülüşle selamlamaktadır. Bu dönemde tanrı da en yüce yargılayıcı olmaktan çıkarak insanlaşmıştır. Gotik dönemdeki süslemecilik Bizans'taki simgeciliğe karşılık ansiklopedik bir nitelik kazanmıştı. Örneğin Chartres Katedralindeki 8000 kabartma ve resim skolastik felsefeyi anlatıyordu.
Gotik sanatı, mantığı ve matematiği mimariye uygulayarak yapıları yükseltmenin yöntemini buldu. Yüzünü doğaya çevirerek akla yöneldi. Akla yönelmesinin bir sonucu olarak gotik sanatta bir sistem değil bir dünya yaratma vurgusu vardır. Nitekim katedral, birçok imgenin ve varlığın yaşama zemini bulduğu başlıbaşına bir dünyadır.
Bu dünya yaratma kurgusu, tamamlayıcı unsurlar olarak felsefe ve bilimin de önünü açmıştır. Bu akıl yürütmeyi ileride Descartes'ta göreceğiz.
Birbirlerini besleyerek ayrı kanallardan beslenen sanat, felsefe ve bilim gelişen ve karmaşıklaşan koşullara yanıt üreterek, yaşanabilir bir dünya kurgusunun esas bileşenleri olma niteliğini bugün de sürdürmektedir.

Gotik Nedir?
Gotik sözcüğü, herkeste genellikle güzel çağrışımlar uyandırır: katedraller, kiliseler, sivri kuleler, eski tarz bir dekorasyon. Oysa, bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları için Gotik terimi oldukça değişik bir anlam taşımış ve klâsik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli barbarların, özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak geçerlik bulmuştur.
Gotik sözcüğü ilk önceleri Rönesans olgusunun dışında kalan tüm barbar kültürü ifade etmek için kullanılmıştı. Ancak sonradan, bu kültür daha iyi anlaşılıp, takdir edilmeye başlanınca daha dar bir anlamda, yalnızca mimari bir biçimi belirtmek amacıyla kullanılır oldu. Daha yakın dönemlerde ise, halk dilindeki anlamıyla, tümüyle dinsel yapılarla, özellikle katedraller ile bağdaştırılan bir terim haline geldi. “New English Dictionary” (Yeni İngilizce Sözlük) Gotik sözcüğü için şu tanımı vermektedir:
“Batı Avrupa’da XII. yüz yıldan XVI. yüz yıla kadar yaygın olan mimari stil için kullanılan terim. Stilin temel özelliği sivri kemerlerdir. Aynı zamanda mimari ayrıntılarda ve süslemede de uygulanmıştır.”
Aslında bu tanım yeterince kesin değildir. Mimarlık tarihi uzmanlarından bir çoğu, Gotik stilin temel özelliğinin sivri kemerler olduğunu kabul etmeyip, farklı kuramlar ileri sürebilirler. Ayrıca, Gotik stili yalnızca mimarlığa özgü olarak kullanmak da pek doğru değildir. Zira Gotik yalnız yapılar için değil; mobilyalar, giysiler, süslemeler, hatta mutfak aletleri ve davranış biçimleri için bile geçerli bir kavramdı. Ne var ki, günümüzde kilise yapılarının dışında Gotik stilden geriye hemen hiç bir şey kalmamıştır.
Konunun uzmanları, örneğin “Medieval Art” (Orta Çağ Sanatı) isimli eserinde Lethaby, Gotik stili tüm Orta Çağ sanatı ile özdeş tutmakta, üstelik renkli cam süslemelerini, el yazmalarını, şiirleri bile Gotik kapsamına sokmaktadır. Uzmanlar, XIX. yüz yılda De Caumont önderliğindeki arkeologlar tarafından Gotik sözcüğünün dar anlamda (yalnız mimarlık için) kullanılmaya başlandığını belirtmektedirler. Arthur Kingsley Porter, “Medieval Architecture” (Orta Çağ Mimarisi) adlı yapıtında Gotik sözcüğünün, Rönesans döneminde tüm Orta Çağ yapıları için uygulanan genel bir terim olduğunu, ancak XIX. yüz yılda De Caumont ve diğer arkeologlarca sivri kemerli yapıları “Romanesk” denilen yuvarlak kemerli yapılardan ayırabilmek için kullanılmaya başlandığını söylemektedir. Öte yandan, bazı yazarlar Gotik sözcüğünü kullanmaktan özellikle kaçınmışlardır. Örneğin Rickman “İngiliz Mimarisi”, Britton da “Hıristiyan Mimarisi” terimlerini tercih etmiţlerdir. “History of Freemasonry” (Masonluğun Tarihi) adlı kitabında Albert G. Mackey
“Gotik Mimari, tam anlamıyla Masonluğun mimarisidir.”
demektedir.
Gotik ortaya çıkana dek Batı Avrupa’daki tüm yapı biçimlerinin temelini oluşturan “Romanesk” mimarlık oldukça basit bir ilkeye bağlıydı ve özünü eski bazilika inşaatlarından almıştı. Bu ilke, dört duvar üzerine oturtulan düz bir çatıdan ibaretti. Eğer çatı kubbeli ya da çıkıntılı olursa, yan ağırlıkları taşımaları için duvarların kalınlaştırılması gerekliydi. Bu nedenle, geniş iç mekânlar gerektiren büyük yapılarda duvarlar fazlasıyla kalın yapılıyordu. Duvarların yeterince sağlam olması için ise pencerelerin pek küçük olmaları gerekiyordu. Sonuç olarak, Romanesk yapılar bodur ve hantal görünümlü, iç mekânları karanlık ve hüzünlü yapılardı.
Gotik mimarlar, iç mekânlarda yeterli genişliği sağlayan sivri ve yüksek kemerler kullanarak, Romanesk yapıların uygunsuz koşullarından kurtulma çaresini bulmuşlardı. Üstelik kemerli payandalar kullanarak yan ağırlıkları desteklemesini de biliyorlardı. Bu sayede, duvarların üzerindeki büyük yük azaltılmış oluyordu. Açılan büyük pencereler ve kullanılan renkli camlar iç mekânların tatsız karanlığını ve hüznünü yok ediyordu. Zamanla, yapıyı oluşturan çeşitli öğeler; kemerler, payandalar, sütunlar ve duvarlar, tıpkı bir makinenin gerekli parçaları gibi, bütün halinde uyumlu bir sistem biçimine dönüştü. Yapının çeşitli öğelerini uyumlu bir biçimde örgütleyen bu bütüncül sistem Gotik stilin özünü ve Romanesk stilden ayrılmasını sağlayan ana niteliğini oluşturdu. Kemerler, payandalar, sütunlar gibi teknik özellikler stili belirlemede ikinci plana düştü.
Violet-le-Duc’ün ünlü Gotik tanımına göre;
“Tümüyle Romanesk stilden ayrı evrimleşmiş olan Gotik stilin ayırt edici özelliği, yapının tüm karakter ve görkeminin titizlikle örgütlenmiş ve içtenlikle uygulanmış bir sisteme bağlı olmasındadır.”
Moore’un tanımlamasına göre;
“Gotik mimari kısaca, payandalar ve ayaklar tarafından taşınan bağımsız bir kemerler ağı ile bunların üzerine oturtulmuş bir çatının oluşturduğu bir yapı sistemidir. Yapının tüm dengesi, ağırlık ve karşı-ağırlıklar sayesinde sağlanmıştır. Tüm sistem, mimari koşullara ve sanatsal formlara uygun, konularını doğadan alan yontularla bezenmiţtir. Gotik, dinsel inanç ile esinlenmiş, ulusal ya da yöresel tutkularla uyarılmış laik zanaatkârların ürünü olan yaygın bir kilise mimarisidir.”
Moore, Gotik’in anahtarını payandalarda bulur. Diğer uzmanlar farklı kuramlar sunarlar. Porter’a göre temel nitelik kemerli çatıdır. Phillips sivri kemerlerin tüm sistemin özü olduğunu ileri sürer. Gould için, en üstün değer taş çatılardadır. Oysa Lethaby, Gotik stilin özünü bu tür teknik özelliklerden çok, yapının genel Orta Çağ karakterinde bulmaktadır.

Gotik Stili Kim Buldu?
Gotik’in nerede ve ne zaman başladığı konusunda mimarlık tarihçileri arasında büyük görüş farklılıkları vardır. Gotik stili yaratma onurunu kendi ülkelerine mal etmeyi arzulayan İngiliz yazarlar, ilk örneğin Durham’da 1100 yılları civarında ortaya çıktığını ileri sürmektedirler. Oysa ayrıcasız olarak tüm Fransız yazarlar, Gotik’in başlangıcının Paris ve çevresinde gerçekleştiğini savunmakta ve ilk Gotik anıtın, yapımına 1140 yılında başlanan Saint Denis Manastır Kilisesi olduğunu söylemektedirler. Çağdaş yazarların büyük çoğunluğu Fransız kuramını kabul etme eğilimindedirler. Porter, yeni stilin 1063 yılında Paris’te başladığını ve doruk noktasına 1120 yılında Amiens nefi (orta sahını) ile ulaştığını belirtir.
“Roman and Medieval Art” (Roma ve Orta Çağ Sanatı) adlı kitabında Goodyear, Gotik stilin başlangıcı ve gelişmesi hakkında şunları dile getirir: “Gotik’in “erken”, “orta” ve “geç” dönemleri olduğu belirtilir. Oysa, bu dönemler arasında kesin sınırların bulunmadığı bilinmelidir. Genel olarak XII. yüz yılda Gotik Fransa’da başlamıştır ve diğer ülkelerde XIII. yüz yıl öncesinde bu stile rastlanmaz. XIII. ve XIV. yüz yıllar Gotik stilin yetkinliğe ulaştığı dönemlerdir. XV. yüz yılda ise göreli olarak gerileme görülür. Hem Almanya ve hem de İngiltere’de Gotik XIII. yüz yılda ortaya çıkmıştır. Halbuki İtalya, Gotik’i asla tümüyle kabullenmemiştir. İngiltere, Gotik stilde en yoğun yerel ve ulusal uygulamaların yapıldığı ülkedir ve bu nedenle İngiltere’de Gotik’in ikinci el olarak, bir taklit biçiminde uygulandığı aşikârdır. Biçimsel güzellik ve genel çekicilik açısından İngiliz katedralleri diğer tüm ülkeler ile yarışabilirler; ancak Gotik’in ortaya çıkıp gelişmesi açısından öncelik Fransızlara ait olmuştur.”

Acaba Gotik mimarlar bu yeni sanatın gizlerini nereden türetmişler?
Bu konuda da, çok sayıda farklı kuramlar mevcuttur ve pek aklı başında savların yanı sıra oldukça saçma olanlara da rastlanabilir. Lascelles, mimarların sivri kemerleri Nuh’un Gemisinden öğrendiklerini ileri sürmüştür. Stukeley, yeni yapı ilkelerinin Druid’lerin mağaralarını taklit etmeye çabalarken keşfedildiğini savunur. Ranking’e göre Gotik stil, temelde Gnostik bir karakter taşımaktadır. Christopher Wren, Gotik’in Araplardan alındığını söylemiştir. Findel’e göre, Gotik sanatı bulma onuru Cermen kökenli halklara aittir. Scott bu kurama katılmakta, ancak Fransa ve İngiltere’ye yayılmasını “Comacine Ustaları”na bağlamaktadır. Lewis, bu denli açık ve kesin ilkelerin ancak tek bir kişi tarafından oluşturulabileceğini düşünür ve Gotik sanatın keşfi onurunu Fransa kralı Şişman Louis’nin başbakanı Suger’e verir. Pownall, Gotik’in ağaç oymacılığından türediğini belirtir.
Günümüz sanat tarihçilerinin genelde birleştikleri kuram, Gotik’in zamanla ve ustadan çırağa sözlü eğitim ile evrimleştiği, kaçınılmaz olarak dönemin mimari ve toplumsal koşullarından etkilendiği biçimindedir. Bu kurama Gould da şu sözlerle katılır: “Gotik, bir taklit ya da çalıntı değil, özgün bir stildir. Avrupa’nın çeşitli yörelerinde hemen hemen eşzamanlı olarak belirmiş ve zamanla gelişmiştir.”

Gotik Mimarlar ve İlk Masonlar
Gotik stilin doğduğu dönemde mimarlık da dahil olmak üzere tüm sanatlar manastır tarikatlerinin denetimi altındaydı ve ancak büyük katedrallerin yapımı sırasında mimarlık laiklerin denetimine geçti. Doğrudan inşaat işlerinde çalışanlar hakkında tarihsel kayıtların çok az sayıda olması, hemen her zaman kiliseye bağlı kişiler tarafından tutulan dönemin kroniklerinde, laik yapı ustalarından söz etmeye tenezzül edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yapı ustaları, dönemlerindeki tüm diğer zanaat mensupları gibi, lonca benzeri meslek örgütlerinde (Guilds) toplanmışlardı. Meslek örgütleri, zaman ve mekân bakımından birbirlerinden çok farklı yapıda olmalarına karşın, yine de ortak bazı nitelikler göstermekteydiler. Her örgüt kendi toplumu içinde, ilgili mesleğin ticari tekelini elinde tutan yerleşik bir düzene ve mensuplarını bağlayan yasalara sahipti. Bir meslek örgütü bir başka meslek örgütü üzerinde herhangi bir denetim yetkisi kullanamazdı. Tüm bu meslek örgütlerinin ortak olarak uygulamak zorunda oldukları; çırakların eğitimi, hammadde sağlanması ve satış koşulları gibi konular hakkında belirli kuralları vardı.
Sanatlarındaki özellikler nedeniyle, katedral yapımını üstlenen meslek örgütleri bir çok önemli konuda diğer meslek örgütlerinden oldukça farklı bir duruma yükselmişlerdi. Bu farklılık, katedral yapımı ile uğraşanların içinde bulundukları çalışma koşullarının doğal bir sonucu idi. Kentlerin bir katedrale sahip olma lüksünü göze almaları sık rastlanan bir durum değildi ve bu yüzden katedral yapımında çalışanların her zaman iş bulmaları olanaklı olmazdı. Üstelik, pek alışılmadık meslekî gizleri öğrenme ve elde tutmayı gerektiren bu sanat oldukça zordu. Zamanla katedral yapım sanatının eşsizliğini anlayan yetkililer, bu meslek mensuplarına bazı özel ayrıcalıklar ve bağışıklıklar tanıdılar; örneğin bir kentten diğerine özgürce dolaşabilmek hakkını verdiler. Bu ayrıcalık, kendi kent sınırları dışında iş görmesine izin verilmeyen yerleşik meslek örgütleri ile gezgin katedral yapımcılarını ayıran en önemli nitelik oldu.

Gotik Mimarların Evrensel Kardeşlik Örgütü
Gould, Gotik mimarların kardeşlik örgütü kuramını reddeden yaklaşımını tümüyle yapıların mimari tanıklığına dayandırmakta ve araştırmacıların düşüncelerinde yanılabileceklerini ama yapıların yanılgıya düşmelerinin olanaksız olduğunu belirtmektedir. Gould’a göre, yapılar sundukları ihmal edilemeyecek yerel özellikler nedeniyle “tek bir büyük örgütlenmenin” ürünleri olamayacaklarını kanıtlamaktadırlar. Gould’un neredeyse bir anıt niteliğinde olan yapıtının sağladığı en görkemli başarı, çeşitli ülkelerdeki Gotik mimarinin incelenmesi ve bu yapıların tek bir örgütün ortak ürünü olmadıklarının kanıtlanmasıdır. Orta Çağ mimarisi konusunda çalışan çağdaş tarihçiler de Gould’un görüşlerine katılmaktadırlar.
Gotik’in evrimi ile ilgili olarak bilinen her olgu, bu stilin zaman içinde geliştiğini ve tüm Gotik mimari gizemlerini elinde tutan tek bir örgütün var olamayacağını kanıtlamaktadır. Sivri kemerler, kemerli çatı, payandalar ve Gotik’e özgü diğer teknik özelliklerin, birbirinden bağımsız biçimde, acı veren deneyimler sonucunda öğrenildiği anlaşılmaktadır.
Porter, payandaların Gotik stilin ortaya koyduğu yeni bir mimarlık ilkesi olduğunu belirtmektedir:
“Gotik stilin doğumunu işaretleyen en önemli buluş, kemerli çatıların zaferini olanaklı kılan payandalardır. Bu bakımdan büyük olasılıkla, payandaların yarattığı olanak ve yararlar başlangıçta hemen fark edilmemiştir. İlk dönemlerde, payanda kullanılmadan inşa edilen oldukça büyük yapıların varlığı bilinmektedir. Ancak, çatının çökme tehlikesi karşısında payandaların sonradan eklenmesi sık rastlanan bir uygulamadır.”
Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Gotik stili olanaklı kılan payandalar ancak zamanla edinilen bir deneyimin sonucudur ve mimarlar payandaların sağladığı yararları yavaş yavaş deneyerek öğrenmişlerdir. Eğer mimari bir teknik ya da bir giz olarak payandalar tek bir örgüt tarafından önceden biliniyor olsaydı, bu zorlu ve yorucu evrime hiç gerek kalmayacaktı.
Benzer açıklamalar, Gotik’in temel unsurlarından biri olan sivri kemerler için de yapılabilir. Bir yapım unsuru olarak kemer oldukça eskilerden beri, Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmelerinden çok önceleri kullanılmaktaydı ve Gotik mimarlar tarafından benimsenmesi zamanla ve zorunluluk nedeniyle gerçekleşti. Başlangıçta Gotik mimarlar uzun süre eski tür yuvarlak kemerleri kullanmakta ısrar ettiler. Süsleme amacıyla kullanımı ise daha sonraları ortaya çıktı.
Örnekleri çoğaltmak gereksiz. Zaman zaman mimarlık sanatı ve özellikle Gotik stil ile neredeyse anlamdaş olarak kullanılan “Geometri” aslında o günlerde asla soyut bir bilim dalı değildi; sayısız çabalar ve deneme/yanılma uğraşları sonucunda zamanla pratik olarak öğrenilmiş bir bilimdi. Ayrıca, Orta Çağdaki inşaat girişimlerini elinde tutan ve Geometri bilimine tümüyle egemen olmuş bir “büyük kardeşlik örgütü” hakkında herhangi bir tarihsel kanıt da mevcut değildir. Gotik yapılarda yer alan Romanesk süslemeler benzeri bir öyküyü açıklamaktadır, zira tümüyle Gotik nitelikte süslemeler ve renkli cam kullanımı da, tıpkı sivri kemerlerde olduğu gibi zamanla yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.
Sanat tarihi, yapıların sunduğu bu kanıtları doğrulamaktadır. Gotik, alışılmış tarzlardan hareketle, dönemin koşullarına bağlı kalarak ve önceden var olan koşul ve alışkanlıklar arasından, zaman içinde evrimleşmiştir. Bugün evindeki rahat bir koltukta oturup, tıpkı bir film izlemişçesine tarihe bakan birisi için Gotik stil birdenbire ortaya çıkmış gibi görünebilir. Oysa olguların daha dikkatli bir incelemesi, tümüyle yeni bir sanat ve kültürü insanlığa bağışlayan bir büyük kardeşlik örgütü kuramının yalnızca tatlı bir hayalden ibaret olduğunu kanıtlar.
Bu konuda, tarihin sessiz kalması da kanıtlayıcı bir tez olarak ileri sürülebilir. Eğer Gotik sanat, tek bir örgütün egemenliğinde olsaydı, bu şaşırtıcı örgüt aynı zamanda köprülerin, yolların, surların, özel konutların ve kalelerin yapımını da üstlenmeli ve herkesin nasıl giyineceğini, evlerini nasıl süsleyeceklerini de öğretmeliydi. Zira, daha önce belirtildiği gibi, Gotik yalnızca katedrallerin yapımı ile sınırlı kalan bir mimarlık türü olmayıp, aslında tüm bir kültürü simgelemektedir. Hatta, böylesi bir bilgelikle donanmış bu varsayımsal örgütün, Avrupa’daki her büyük kentte bir merkezinin bulunması, o dönemdeki Katolik Kilise örgütlenmesi kadar evrensel olması ve tüm bunlara bağlı olarak, oldukça kapsamlı tarihsel belgeleri artlarında bırakması gerekirdi. Ancak, gerçekte bu tür belgeler yoktur ve ısrarcı araştırmalara karşın, doğrudan katedrallerin yapımına katılan kişiler hakkında bile kayıtlar yeterli bilgiler vermemektedir. Katedralleri inşa edenler hakkında bilgi edinmek isteyenlerin yolu şaşırtıcı olarak daima karanlıkta kalmaktadır.

Dönemin Koşulları
Gotik mimari, tek bir grubun çabalarının ürünü değil XII., XIII. ve XIV. yüz yıllarda Avrupa ve İngiltere’de yaşayan bir çok grubun ve örgütün eseridir. Özellikle İngiltere’de, II. Henry ve Magna Carta’yı imzalayan Yurtsuz John’un hükümdarlıkları sırasında toplumsal yapının ne denli karmaşa içinde ve halk yaşamının ne denli enerjik olduğunu anımsamak gerekir. Batı Avrupa’da durum pek farklı değildi; Capet hanedanını devirenler Frank toprakları üzerinde, Paris ve çevresinde eski Roma ile mukayese edilebilecek bir imparatorluk oluşturmuşlardı. Kentlerin özgürleştiği, feodal soyluların bölücü yaklaşımları karşısında kralların giderek güçlendikleri bir dönemdi bu. Papalık gücünü tüm Hıristiyan dünyasına yaymış ve neredeyse ahlâkî ve dinî bir bütünlük oluşturmayı başarmıştı. Bu birlik çok geçmeden Kudüs’ü almak için Filistin’e ordular gönderecekti.
Porter’in “Medieval Architecture” (Orta Çağ Mimarisi) adlı eserinden alınan şu satırlar, Gotik’in gelişme dönemindeki koşulları açıklamaktadır:
“Gotik katedrallerin en şaşırtıcı tarafı üretildikleri çağdır. Eşkiya baronların kargaşası, çekişen hiziplerin gürültüsü ile Kilise’nin bilgisizlik ve boşinançları arasında, bu alabildiğine entellektüel, ülküsel ve sevimli sanat aniden filizlenmiştir. Kargaşa dolu Orta Çağda Gotik’in doğuşu adeta bir zamanlama hatası gibi görülebilir. Döneminin ruhuna kesin biçimde karşıt gibi görünen Gotik mimari, aslında dönemin koşullarından derinden etkilenmiştir ve ancak o günlerin siyasal, dinsel, ekonomik ve sosyal koşulları dikkate alındığında Gotik’in özü anlaşılabilir. XII. yüz yıl, kendinden önceki yüz yıllardan çok daha ileri bir dönemdir ve “Fransız Rönesansı” diye adlandırılması hatalı olmaz.
Bu entellektüel devrim, pek köklü bir ekonomik atılım ile birlikte oluşmuştur. Uzmanlar, bu dönemin getirdiği değişiklikleri XIX. yüz yıldaki gelişmelere yakın bulurlar. Kentlerde çalışanlar serflikten kurtulmuşlar ve özgür örgütler altında birleşmeye başlamışlardır. Benzer bir gelişme köylerdeki serfler için de gündemdedir. Böyle bir ekonomik özgürleşmenin yararları muazzam olmuştur. Hac yolculukları, Fransız şövalyelerinin Avrupa’nın her yanına dağılması ve hepsinden çok Haçlı Seferleri, ticari yaşam için önceleri hayal bile edilemeyecek yeni etkinlik alanları yaratmıştır. Giderek güçlenen ve sayıları artan meslek örgütleri, Normandiya ile İngiltere arasında gelişen ticari ilişkiler, Montpellier ve Marsilya kentlerinin ikiye katlanan refah düzeyi, pazarların çoğalması, panayır ve fuarların artan önemi, tüm bu değişen koşullar halkın maddi yaşamındaki köklü gelişimi açığa koymaktadır. Çalışanların yaşamı kolaylaşmış, kentlerin ekonomik üretimleri artmış, yeni köprüler ve yollar yapılmaya başlanmıştır. Ticaret, bolluk yaratmıştır.”
Bu yeni yaşam tarzı, yeni düşünsel atılımlarda da kendini göstermiştir. Felsefe, hukuk, politika ve sanat konularındaki cesur fikirlerinden ötürü bir çok kişi Kilise tarafından yakılarak kurban edilmiştir. Yeni bir yaşam filizlenmiş ve bu zenginliğin içinden, tıpkı birer tomurcuk gibi Gotik katedraller doğmuştur.
Dünyanın bölük pörçük olduğu, ülkeler arası iletişimin pek zor gerçekleştiği böyle bir dönemde, Gotik sanatın tüm Avrupa’da sağladığı bütünlüğün mantıklı açıklaması nedir? Aslında Gotik becerinin tekilliği, bu becerinin ürünlerinin her yerde aynı olmasından kaynaklanıyordu. Özel Gotik yapım teknikleri, mimarlar için kendine özgü tek bir yöntemi zorunlu tutuyordu. Eğer bir harita üzerinde, Fransa’daki tüm Gotik katedraller işaretlenirse, yapıların başta Paris civarında yoğunlaştığı ve sonra çember biçiminde tüm ülkeye yayıldığı fark edilir. Bu durum, merkezde öğrenilen yeni mimari yöntemin zamanla çevreye dağıldığını göstermektedir.
Bu tür bir teknolojik ilerlemenin çok sayıda örnekleri var. Bugün dünya üzerinde sayısız ve pek çeşitli tipte makina var, ama hiç kimse bu makinaların gizinin belirli bir kapalı örgütün tekelinde olduğunu düşünmüyor. Örneğin, dünyada binlerce tıp eğitimi veren kuruluş var; bunlar aynı mesleki terimleri (bir tür gizli dil) ve aynı aygıtları kullanıyorlar, benzer kuralları bulunuyor ve asıl önemlisi, buralardan mezun olan kişilerin eğitimleri dünyanın her yerinde resmen geçerli kabul ediliyor. Ancak, biliyoruz ki, tıp eğitiminin bu birliği hiç bir zaman bir “büyük kardeşlik örgütünün” titizlikle saklanan sırlarına bağlı olmamıştır. Bu tekillik, tıp biliminde kullanılan yöntemlerin doğası gereği sağlanmıştır. Bu durum Gotik sanat için de geçerlidir. Avrupa’nın her tarafında birbirini andıran Gotik yapıların yükselmesi, gizlere egemen olan merkezi bir örgütün değil, Gotik sanatın uyguladığı zorunlu teknik yöntemlerin bir sonucudur.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
13 Eylül 2011       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Gotik Sanat ve Gotik Mimari

12. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Fransa'da doğarak 13. yüzyılın sonuna kadar süren Avrupa mimarlık ve sanat akımı.

"Gotlarla ilgili" anlamına gelen gotik, İtalyan Rönesansçıları tarafından bu anlayışı küçümsemek üzere uydurulmuştur. İlk ya da ilkel gotik, ikinci ya da klasik gotik, geç ya da alevli gotik olmak üzere, üç döneme ayrılarak incelenir.

12. yüzyıl sanatçıları, Roma mimarîsinde çok kullanılan tonozu, duvarcılık tekniğindeki gelişmelerden yararlanarak duvarın yükünü de azaltacak şekilde duvarlara gizleyerek ve kubbe kemerleriyle destekleyerek kullandılar. Kesişen sivri kemerlerle kullanıldığı için buna çapraz kemerli sivri tonoz denir. Böylece duvarları yükseltmek, kapı ve pencere boşluklarını çoğaltmak olanağı doğdu; incecik, uzun kiliseler yapıldı. Bu üslup, Orta Çağ yapılarından Saint Denis Manastırı (İlede-France) ve Chartres ve Reims katedrallerinde kullanıldı. Roman üslubundaki süslü sütun başlıkları yalınlaştırıldı. İkona heykelciliği, yalnızca iç süslemelerde kullanıldı. Ana giriş kapılarına gündelik hayata ilişkin ya da insanlık tarihini ele alan heykeller yerleştirildi. Süslemecilikte de tema olarak kır hayatı vb. alındı. Klasik gotik'in tek örneği Paris'teki Notre-Dame Kilisesi'dir. Alevli gotikte pencere parmaklıkları, alevi andırır şekilde yapılırdı. Resim alanında görülen yenilikleriyse, Kuzeyli sanatçıların Fransa'yı etkilemeleri ve duvar resmi yanında sehpa resmi denen dinsel konulu mihrap arkalıklarının yapılmasıdır. Geometrik şekilli, çok renkli vitraylar yapıldı. Pencere ve kemer üstlerinde önemli kişilerin heykellerine yer verildi (Saverne ve Valbourg vitrayları). Angus Şatosu'ndaki Apokalipsis Örtüsü, duvar halıcılığının başyapıtlarındandır. Gotik sanatı, Fransa'dan Hollanda, İspanya, İtalya ve İngiltere'ye; Haçlı Seferleri'yle de Kıbrıs'a ve Kudüs'e kadar yayıldı.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
pinus - avatarı
pinus
Ziyaretçi
19 Ocak 2012       Mesaj #4
pinus - avatarı
Ziyaretçi
Mimari akımların en görkemlisidir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
KAPTAN - avatarı
KAPTAN
Ziyaretçi
25 Kasım 2012       Mesaj #5
KAPTAN - avatarı
Ziyaretçi
Gotik mimari, Mimaride bir tarz.

Gotik tarzın ilk çıkış yeri Fransa diyenler varsa da Avrupa'nın çok yerinde aynı zamanda rastlanmış ve bütün Hıristiyan dünyasına yayılmıştır. Her ülke Gotik sanatında zevkine uygun değişiklikler yapmıştır. Avrupa'nın sanat merkezi kabul edilen İtalya'da ise pek tesiri görülmemiştir. Gotik mimari sanatı Avrupa'nın kuzeyinde 16. yüzyılın başlangıcına kadar sürmüştür.

Gotik mimarisinin başlıca eseri katedraldir. 13. yüzyılda toplum adeta bütün heyecanını ve zenginliğini katedral yapmaya ve süslemeye harcamıştır. Böylece ekonomi de gelişmiştir. Gotik mimarinin en önemli örnekleri: Paris'te bulunan Notre Dame Katedrali, Chartes Katedrali, Rheims Katedrali ve Strasbourg Katedrali; Ingiltere'de Salisbury Katedrali ve Italya'da Milano Katedrali'dir.

Gotik mimari tarzi Batı Avrupa'da diğer özellikle dinsel binalarda kullanılmıştır. Örneğin, Fransa'da Saint Dennis Manastiri Basilikasi; Portekiz'de Batalhar Manastiri, Fransa Avignon'da "Papalar Sarayi".

Gotik sanatının mimarları, ağırlığın itme kuvvetini ve yönünü tespit ederek, baskıyı kemerlere ve fil ayaklarına aktardılar. Böylece yapının tamamı dengeye faydalı olan elemanlara bağlandı. Ayakların ağırlığı duvarların üzerinden kendi üstlerine almasıyla duvarlara vitray süslemeler yapıldı. Cephelerde bulunan çok sayıda cam ve vitray gotik yapıların karakteristik özelliklerinden biri oldu. Ağırlığa tamamiyle hakim olan Gotik mimarisinde yapılar, sanki yükselerek uçuyormuş gibi bir his verir.

Gotik mimari tarzının önemli özelliği sivriliktir. Roma mimarisindeki yaygın kubbeler yerine, dilimli kubbeler, yuvarlak kemerler yerine, sivri ve birbirini kesen kemerler kullanılmıştır. Dini yapılarda aranan diğer bir husus ise büyüklük ve yücelik hissinin uyandırılmasıdır. Pencerelerin bol olması, pencere camlarının renkli olması, çatılardaki okumsu kuleler dikkati çeken diğer özelliklerdir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

23 Şubat 2009 / Misafir Fantezi Dünyası
12 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Fantezi Dünyası
1 Ağustos 2009 / kompetankedi Sanat
30 Temmuz 2009 / king nothing Sanat
28 Mayıs 2008 / yüksel2 Edebiyat