Arama

Eski Yunan ve Roma'da Gizem Kültleri

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 29 Temmuz 2008 Gösterim: 7.144 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2008       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eski Yunan ve Roma'da Gizem (Mysterion) Kültleri

Sponsorlu Bağlantılar
Gizem Dinleri, Greko-Romen kültür dünyasında kamuya açık resmi dinler tarafından sağlanamayan bireysel dini deneyimler sunan çeşitli gizli kültlere verilen addır. Bu dinlerin kökeninin, ilkel insanlar tarafından dünyanın çeşitli yörelerinde uygulanan kabile törenlerinde bulunduğu ileri sürülmüştür. İlkel kabile topluluklarında hemen herkes inisiye olurken, Grek dünyasında Gizem Dinlerine inisiyasyon kişisel seçim konusudur. Gizem Dinleri, İsa’dan sonra gelen ilk üç yüz yıl süresince en yaygın oldukları dönemi yaşamışlardır; ama kökenleri Grek tarihinin en eski dönemlerine kadar geri gider.
Etimolojik olarak, "Mysterion" (Gizem) sözcüğü Grekçe'de "gözleri ve dudakları kapatmak" anlamını taşıyan "myein" (muein) fiilinden türemiştir. Gizem Dinleri, daima adayların "inisiye" (içeri alınma) olarak girebildikleri gizli kültlerdir. İnisiye olan kişiye "mystes", adayı öneren kişiye "mystagogos" (mystes'in önderi) adı verilir. Kültün önderinin adi ise "hierophantes" (kutsalı açıklayan) ya da "dadouchos" (meşale taşıyan) olmuştur. Bir gizem topluluğunun temel uygulamaları toplu yemekler, dans ve inisiyasyon törenleridir. Ortak yaşanan bu deneyimler kült içi bağlılıkları güçlendirir.
"Gizem Dinleri" (Mystery Religions) genelde yalnızca belirli bir toplumsal birimin üyesi olarak kabul edilen kişilere açık törenlerden oluşmuştur. Yasama ve yaşamın sürdürülmesine sıkıca bağlı olan bu gizemlerin başkalarına açıklanmaması temel koşuldur. Gizem dinleri, gizemlere ulasan kişilere toplumsal anlamda değişmez nitelikler ve özel bir statü verir.
Gizemler iki ana nitelikte ele alınabilir:
Birincisini, bir bireyi toplumsal yapı içinde, erişkinlerin yaşamına ya da gizli bir derneğe alan gizli törenler oluşturur ve bu törenler daima gizemci bir yeniden doğum düşüncesini içerirler;
ikincisi ise, belirli mevsim değişimlerinde mitosların canlandırılmasından, her uygulamada bir "arketip" (ilk örnek) ile gerçeklik ve nitelik bakımından eşdeğer olduğu öngörülen kutsal temsillerden oluşur.
Gizem Dinlerinin uygulamalarına benzer dramatik ritüeller oldukça yaygındır. Bu törenlerin nitelikleri, yaşamın sürdürülmesi için gerekli koşullar, doğal çevre ve topluluğun inanç yapısına bağlıdır. İlk çağlarda Mezopotamya'da, yaz sıcağının bitkileri yok etmesi, Temmuz’un ölümü ve dirilmesini canlandıran mitos ve kült dramalarında karşılığını bulur; günesin kış mevsimi tarafından yenilgiye uğratılması ve baharda geri dönüsü ise, Marduk'un yeraltı dünyasına hapsedilmesini ve kurtarılmasını anlatan törenlerle kutlanır. Suriye ve Fenike'de Adonis, Bati Anadolu'da Attis ve Mısır’da Osiris de, bu tür dramatik ritüellerin başrol oyuncuları olarak görülmelidir. Bu ritüellerin hemen tümü, toprağın verimliliği ve canlıların doğurganlığı ile ilgili "Gizem" (Mystery) törenlerini oluşturur. Atina'da ünlü Eleusis törenleri ve yalnızca kadınlara özgü "Thesmaphoria" bu dinlerden sayılır.
Bir "Gizem" (Mysterion), gizeme ulaşarak inisiye olanlar dışında herkesten gizli tutulan (muein = kapalı) bir ritüeldir. Adaylar, bir hierofan (ierofantis) yani "kutsalı açıklayan" önderliğinde gizemlerin kendilerine açıklanması için hazırlanırlar. İzmirli Theon'a göre Eleusis törenlerinde bu hazırlık dört aşamada gerçekleşir: ön arınma aşaması, bilgilendirme ve yönlendirme aşaması, gizemin açıklanması aşaması ve son olarak artık ayrıcalıklı bir kişi olan kişinin basına taç ya da boynuna çelenk takılması. Üçüncü asama olan gizemin bildirilmesinin, yalnızca konuşularak yapılan bir uygulama olmayıp, dramatik bir gösteri biçiminde olduğu da bugün bilinmektedir. Ayrıca, tüm gizem törenlerinde dansın da önemli bir yer tuttuğu açıklanmıştır.
Eleusis törenlerinde gizliliğin nedenleri olarak, bazı düşünürlerce, egemen Grekler tarafından yerel halkın dinsel baskı altında tutulması sonucunda kültlerin gizliliğe sığınması biçiminde açıklanması ağırlık kazanmıştır. Gerçekten, Girit'te Grek gizem törenlerinin benzeri tümüyle açık olarak uygulanmakta olup, hiçbir gizemli yönü bulunmuyordu. Ayrıca, Eleusis'teki "Telesterion" (gizem töreninin gerçekleştiği tapınak) Minos-Miken mimari tarzında olup Eleusis adinin bile büyük olasılıkla Grek öncesi bir kökeni olduğu ileri sürülmüştür. Gerek Eleusis ve gerekse diğer Gizem Dinleri törenlerinde Grek öncesi birçok unsurun yasamaya devam ettiği kesinlikle saptanmıştır.
Bu düşünceye karşılık, Gizem Dinlerinin tanrıları arasında kesin olarak Grek olduğu bilinenlerin (Demeter, Kore gibi..) bulunması, ritüellerin yerel dinlerin kalıntısı olmadığını düşündürmektedir. Bu törenlerin, çoğu zaman soylu ve önde gelen aileler tarafından düzenlenmesi ve törenlerdeki büyü uygulamalarının varlığı gizliliğin nedeni olarak ileri sürülebilir.
Gizem Dinleri tanrılarının tümü, birer toprak ya da yeraltı tanrısı (chtonian) niteliğinde olup, her ne kadar koruyucu ve iyiliksever olsalar da, doğaları gereği yanlarına yaklaşılması tehlikeli olan varlıklardır. Bu bakımdan, herhangi kritik bir anda dogabilecek bir soruna yer vermemek için, törenlerin bir gizlilik örtüsü altında yürütülmesi ve böylece "arınmamış" kişilerin uzak tutulması yoluna gidilmiş olmalıdır.
Attis-Kybele, Isis ve Dionysos Sabazius'a bağlı ve sonradan Yunanistan ile Roma İmparatorluğu’nu istila eden Doğu Gizemleri, Eleusis törenleri ile birçok ortak özellikler taşımaktadırlar. Ancak, Doğu Gizemlerinde katılanların kendinden geçişleri (vecd) çok daha şiddetli, üstelik tanrılarla bütünleşme arzusunun yarattığı psikolojik gerilim çok daha tehlikeliydi. Örneğin, başrahibin tanrının adını taşıdığı Attis tapımında inisiyeler kendilerini hadim ederlerdi. Tanrı ile bütünleşme, ya boğa kurbanı (Taurobolium) sırasında kana bulanma, ya da sunak üzerinde kendi kollarının bıçakla kesilmesi ile sağlanırdı. Ayrıca bir kutsal evlenme töreni düzenlenir ve inisiye büyük tanrıça ile cinsel ilişki kurardı. Frigya gizemlerinde, dramatik olarak ifade edilen, Attis'in ölümü ve dirilmesi çok belirgindi. Bu törenlerin gerçekleştirildiği "Hilaria" (sevinç ve neşe) bayramı ilkbahara rastlardı.
Eleusis gizem törenleri de, "Boedromion" ayinin son yarısında, yani yaz sonunda gerçekleştirilirdi. Bu yörede hasat zamanı, kuzey iklimlerine göre daha önce gelir, gizem törenleri uygulandığı günlerde harmandan elde edilen taneler çoktan toprak altına gömülmüş olurdu. Törenlerin başlangıcında Kore (Persephone = tahıl bakiresi) kesin olarak yeraltına göç etmiştir. Mevsimin en yağışsız ayı olması nedeniyle, tarlalar bos ve kuru görünümdedir. Ancak, güz yağmurları başlayıp tarlaların sürülmesi ve ekim zamanı gelince Kore geri dönecektir, yani hasat olacaktır. Törende, Kore'nin yeraltına kaçırılışı temsil edildikten sonra, ritüelin yarattığı heyecan doruğa vardığı anda, biçilmiş bir buğday başağı katılanlara gösterilirdi.
Bu kültlerin çoğunda inisiyeler, acı çekmişler ve sonunda zafer kazanarak tanrıyla bütünleşmişlerdir; bu dünyada tanrının sevgisini kazanmakla kalmayıp öbür dünyada da mutluluklarının garanti altına alındığı inancını taşımaktadırlar. İnisiye olanlar, tanrı ile birleşirler, onun yaşamını ve ölümünü kendilerinde gerçekleştirirler. Ölen ve yeniden yasama dönen tanrı gibi, gerçek ölümden sonra da sonsuz yasama kavuşacaklarına inanırlar. Gizem Dinlerinin inisiyeleri, eski yerel-ulusal dinlerin sınırlarını aşıp, artik daha kişisel ve daha derin bir kurtuluş dinine girmişlerdir.


-Alıntıdır-

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yunan ve Roma Uygarlıklarında Etkili Olan Gizem Dinleri

Sponsorlu Bağlantılar
Dionysos
Tüm Grek kentlerinde Dionysos'a (Bacchus) tapan erkek, kadın ya da karma özellikte çeşitli kardeşlik örgütleri vardı. Dionysos, genelde bir bereket ve bitki tanrısı olmakla birlikte, özünde şarap tanrısıydı. Dionysos adına düzenlenen ve adına "Dionysiac" ya da "Bacchanalia" denen senlikler, topluluk üyelerinin gündelik yaşamın döngüsünün dışına çıkmaları için bir fırsat oluştururdu. Bu senlikler, yalnızca şarap içmeyi ve cinsel eylemleri içermekle kalmaz, ayni zamanda korolar ve pandomim gösterileri gibi Grek uygarlığının değerli kültür etkinliklerini de kapsardı. Çoğu kez, yalnızca inisiye olanların bu törenlere katılmasına izin verilirdi. Ancak, zaman içinde topluluktaki hemen tüm bireylerin inisiye olması sağlandığı için, Dionysos kültüne giriş, ilkel kabilelerin inisiyasyon törenleri ile paralellik gösterir. Öyle görünüyor ki, bireyin cinsel yaşamının başlangıcı ile Dionysos kültüne girişi ayni anda gerçekleştirilirdi. Ne var ki cinsel üreme eylemi, asla ölüm düşüncesinden tümüyle ayrı tutulamadığı için, Dionysos'a tapanlar ölmüş ataları, yasayan nesil ve topluluğun gelecekteki üyeleri arasındaki gizemci birlikteliğin bilincindeydiler.

Eleusis
Tahıl tanrısı Demeter (Ceres) ile kızı Kore (Persephone) adına kurulmuş en önemli tapınak Attika'da, Atina ve Megara arasında yer alan Eleusis kentindeydi. Adına "Büyük ve Küçük Eleusis Gizemleri" denilen ve tahılın ekim, filizlenme ve biçim dönemlerinin kutlandığı ünlü dinsel tarım senlikleri Eleusis kentinde yapılırdı. Kore mitosunda dile getirilen tahılın yasam döngüsü ile insanin yasam döngüsünün paralel olduğuna inanılırdı. Homeros'un yazdığı "Demeter'e Ağıt”ta yer alan bu mitos, kendine bir es arayan yeraltı tanrısı Hades'in (Pluton) Kore'yi toprağın derinliklerine kaçırışını anlatmaktadır. Günler boyu kızını arayan anne Demeter, Eleusis'e varır ve tahılların büyümesini durdurur. Sonunda Hades, Kore'yi dünyaya geri göndermeye razı olur. Kore, tahıl bakiresi olarak aydınlığa döner ve oğlu Plutus'u doğurur (Kore, "bakire", Pluton, "zengin olan", Plutus, "bolluk" anlamına gelmektedir). Oysa Kore, doğum ve ölümü simgeleyen narlardan yemiştir ve bu yüzden karanlıklardan tümüyle kurtulamaz; bir orta yol bulunur, yılın üçte birini kocası ile yeraltında geçirecek, kalan sürede annesi ile birlikte olacaktır. Bu çözüme sevinen Demeter, tahılların yeniden büyümesine izin verir ve Eleusis halkına kendi ritlerini öğretir. Eleusis senliklerinde, Demeter ve Kore'nin tüm öyküsü titizlikle yeniden canlandırılır. Tıpkı mitosta Kore'nin yeraltına kaçırılması, Hades ile evlenmesi ve Plutus'u doğurmasında olduğu gibi; ayni biçimde, tahıl da yeni bir yasam vermek üzere toprağa ekilir. Tıpkı topraktan fışkıran, biçilen ve hem insanoğlunun ekmeği biçimine dönüşen, hem de tohum olarak yeniden kullanılan tahıl gibi, Kore'de annesinden kopartılır ve yeni bir yasam doğurması için bakireliği yok edilir. Ölen insanlar da, yaşamın yenilenmesi döngüsüne mistik anlamda katkıda bulunmak için toprağa gömülürler. Eleusis'in mesajı budur: her mezardan yeni bir yasam fışkırır. Bu nedenle inisiyeler, ölümden sonra ulaşılacak ölümsüzlük için umut beslemelidirler. Tüm Grek kentlerinde Eleusis senliklerinin yapılmasına karşın, gerçek Eleusis Gizemleri yalnızca Eleusis kentinde kutlanmaktaydı. Başlangıçta Demeter kültü yerel bir inançtı ve bu külte inisiyasyon, kişisel değil, topluluk ya da kabile düzeyindeydi. Eleusis Gizemlerine katılan birey, bağlı olduğu topluluğun tam bir üyesi oluyordu. Bu düzen, M. Ö. 600 yıllarında Eleusis'in Atina topraklarına katılmasına kadar sürdü. Bu tarihten sonra, toplumsal statü sağlama yöntemi olarak önemi azalan inisiyasyon, giderek tümüyle dinsel bir tören biçimine dönüştü. Tüm Atinalılar Eleusis Gizemlerine katıldılar ve kısa süre içinde gizemler tüm Grek dünyasına yayıldı; böylece Eleusis senlikleri "uluslararası" bir niteliğe kavuştular. Ancak, inisiye olmak isteyenler yine de Eleusis'e gitmek zorundaydılar. Eleusis gizem riti artik bir kabile töreni olmaktan çıkmıştı. Her birey, katılıp katılmama konusunda kendi kararını kendisi veriyordu. Bu gelişim ancak, büyük bir kent olan Atina’nın, din de dâhil olmak üzere, kişilere kendi yasam biçimlerini seçme hakkini tanıyan farklı bir kültür yapısına sahip olmasıyla sağlanmıştı.
Hem Dionysos, hem de Eleusis Gizemleri geniş bir anlam içeriğine sahiptiler. Bu gizemlerin özü, hiç bir yazılı kaynakta yer almaz; yalnızca topluluğun kutsal günleri olan senlik dönemlerinde yaşanarak öğrenilirdi. Yine de katılanların büyük çoğunluğu, törenlerin sadece yüzeysel yönlerini tanıyabilirler ve hoşça zaman geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirirlerdi. Ancak, törenlerin daha derin anlamları da bulunmaktaydı; ama bu gizler, herhangi bir teoloji ya da inanç dizgesi ile açıklanmaz, doğrudan dinsel eylemin yaşanması ile aktarılırdı. Bu bakımdan, inisiye olmamış kişilere gizemleri sözlerle açıklamak olanaksızdı. Öte yandan, gizli dansları yabancılara anlatmak bile dinsel ihanet sayılırdı.

Din Dışı Gizem Toplulukları
İnisiyelerden oluşan bir topluluk, zamanla tüm dinsel bağlantılardan arınarak, tümüyle sosyal bir dernek biçimine dönüşebilirdi. Yine de kardeşlik, gizlilik ve birlikte yenilen yemekler sürdüğü için, Grekler ve Romalılar bu tür dernekleri de gizem toplulukları olarak görürler, dinsel gizem topluluklarından farklı olarak değerlendirmezlerdi. Bu tür dernekler arasında aristokratik nitelikte olanların Atina politikası üzerinde önemli etkileri olmuştu. I.Ö. 415 yılında ünlü "Gizem Skandalı" meydana geldi. Bir kaç aristokratik dernek, Atina demokrasisini devirmek için komplo düzenlemişti. Tüm üyeleri taahhüt altında tutabilmek amacıyla, her üyenin katılmak zorunda olduğu toplu bir suç islenmesi yoluna gidildi. Bir gece, bütün üyeler birlikte, Atina sokaklarında bulunan sayısız Hermes heykellerinin erkeklik organlarını çekiçle kırdılar. Böylece ilerde ortak siyasal amaçtan sapma gösterecek olan kişi, kendi dostları tarafından dine karşı suç islemek ithamıyla ihbar edilecek ve üstelik bu suçlamayı doğrulamak için birçok tanık kolayca bulunacaktı. Atina halkı gelişmekte olan komployu kısa sürede fark etti. Bir dizi yargılama sonrası, komplocular cezalandırıldı ve sürgüne gönderildi. Komploculardan biri olan ünlü hatip Andocides'in savunma konuşması olan "On the Mysteries" (Gizemler Hakkında) bir edebiyat eseri olarak günümüze kalmıştır.
Din dışı gizem toplulukları Grek ve Roma tarihi boyunca varlıklarını sürdürdüler. Özellikle Romalılar gizli topluluklara karşı güvensizlik beslemekteydiler. Bu kuşku, M. Ö. 63 yılında yönetimi devirmeye kalkışan ve bunun için gizem topluluklarını kullanan Catiline tarafından doğrulanmıştı. Örneğin,
M. S. 98 – 117 yılları arasında İmparator olan Trajan, bir itfaiye ekibi oluşturmak üzere bir dernek kurmak isteyen Nicomedia (İzmit) halkına izin vermemiş; iyilik isleri için bir dernek kurmak isteyen Amisus (Samsun) halkına ise pek gönülsüz bir onay vermiştir.

Orpheus
Topluluk inisiyasyonlarının yanı sıra, daha derin dinsel deneyimler yasamak isteyen bireyler için de törenler mevcuttu. Bu törenler "Orpheus Gizemleri" adini taşımaktaydılar. Orpheus, insanüstü müzik yeteneğine sahip olan ve gizemli yazılar kaleme aldığı öne sürülen bir mitos kahramanıydı. "Orphic Rapsodiler" adıyla bilinen bu yazılar, ölüm sonrası ve ruhsal arınma gibi konuları işlemekteydiler. Bağımsız bir Orpheus kültünün asla varolmamasına ve Orpheus'çu küçük toplulukların öğretilerinin birbirinden oldukça farklı olmasına karşın, söz konusu bireysel inisiyasyon uygulamalarının ortak bir yapısı olduğu görülmektedir.
"Orphic" diye adlandırılan Orheus Gizemlerine bağlı kişilerin günah ve suç kavramlarına ilişkin güçlü duyguları olduğu sanılmaktadır. İnsan ruhunun tanrısal özellikleri olduğuna, ruhun bedene esir düştüğüne ve insanin asil görevinin ruhunu kurtarmak olduğuna inanırlardı. Kurtuluş, ancak "Orphic" bir yasam sürmekle sağlanabilirdi: yani et, şarap ve cinsel ilişkiden kesinlikle uzak durmak gerekliydi. Ölüm sonrasında, ruh yargılanacaktır. Eğer kişi doğru bir yasam sürdüyse, ruhu Elysium'un çayırlarına gitmeye hak kazanacak; ancak kişinin yaşamı kötülüklerle doluysa, ruhu çeşitli cezalara uğrayacak, hatta belki de cehenneme gidecektir. Ödüllendirme ya da cezalandırma döneminin sonunda, ruh yeni bir bedende yasama dönecektir. Bu döngüden, yalnızca üç kez üst üste dindar bir yasam sürdüren ruhlar kurtulabilecektir.

Pisagorcular
M. Ö. VI. yüz yılın başlarında Güney İtalya’da ortaya çıkan Pisagor kardeşlik örgütünün temelinde Orphic inançlar yatmaktaydı. Pisagorcular, kimi zaman politik eğilimlere de sahip olan aristokratik nitelikli bir kardeşlik örgütlenmesiydi. Yine de temel başarıları müzik, geometri ve astronomi alanlarında gerçekleşmişti. Bu alanlarda yer alan çeşitli olguların, sayılar ya da orantılar sayesinde anlaşılabileceğini ortaya çıkarmışlardı. Kendi buluşları ile Orphic eskatoloji (ölüm ve ölümden sonrasının dinsel anlamda incelenmesi) arasında bir bütünlük sağlamışlar; müzik, geometri ve astronomiye dinsel değerler yüklemişlerdi. Öğretilerine göre, insan ruhunun özgün yuvası yıldızlardaydı. Ruh, yıldızlardan yeryüzüne düşmüş ve bedenle birleşmişti. Bu bakımdan, insan aslında yeryüzüne yabancıydı ve bedenin bağlarından kurtularak göklerdeki yuvasına geri dönmek için çırpınmaktaydı.


Plâtoncular
Platon'un (M. Ö. 428 – 348) felsefesi, gizem kültleri ile bağlantıların doğrudan bir sonucudur. Platon, eski Grek dininden, özellikle Pisagor kardeşlik örgütünden ve Eleusis topluluklarından birçok düşünceyi ödünç almıştır. Kendisi de, felsefesinin gizem dinlerinden türediğini belirtmiştir. Örneğin, Eleusis Gizemlerinde pek önem verilen "arama ve bulma" kavramları Platon felsefesinde de bas köseyi tutmaktadır; filozof, gerçeği arayışına asla ara vermemelidir. Buna karşın Platon'dan sonraki Gizem Dinleri, diyalogların zengin düş gücünden yararlanarak, Platon'un düşüncelerini ödünç almışlar ve böylece Plâtonculuk ile derinden kaynaşmışlardır.
Evren kuramını sergilediği Timaeus adli eserinde Platon, ayrıca bir de ruh kuramı geliştirmiştir. Yeryüzü, yedi gezegenin oluşturduğu küreler tarafından çevrelenmiştir; sekizinci küre sabit yıldızların bulunduğu küredir. Sekizinci kürenin ötesinde tanrısal ülke yer almaktadır. Tanrısal güçle devinen sabit yıldızlar küresi değişmez bir hızla sağa doğru dönmektedir. Bu saat yönünde devinim, saat yönünün tersine devinen diğer küreleri etkilemektedir. Ölümlülerin küreleri gezegenler düzeyinde başlamaktadır. Her ruhun özgün mekânı sabit yıldızlardan biridir. Kürelerin devinimi nedeniyle ruhlar kürelerden ayrılıp, bedenlerle bütünleşecekleri yeryüzüne doğru düşmektedirler. Bu düşüş sırasında ruhlar çeşitli gezegenlere özgü nitelikler kazanmaktadırlar: Satürn’den miskinlik, Mars'tan kavgacılık, Venüs'ten cinsellik, Jüpiter’den şehvet ve Merkür'den açgözlülük. Sonuçta, her ruh bağlı olduğu bedenden ayrılarak, ait olduğu yıldıza geri dönmeye çabalamaktadır. Ölümden sonra ruh, kendi yıldızına geri döner, tıpkı inisiye olan adaylar gibi edindiği tüm niteliklerden sivrilir, gündelik değerlerden arınarak kutsal mekâna girmeye hazırlanır.
Platon; kürelerin müziği, ruh göçü, ruhun kendi göksel kökenini anımsaması, doğrunun ödüllenmesi ve kötünün cezalanması gibi birçok başka geleneksel inançları da yinelemektedir. Daha sonra gelişen Gizem kültleri ise bu açıklamalardan derinden etkilenerek, Platon'un pek güzel ifade ettiği bu kavramları benimsemişlerdir.


Helenistik Dönem
Büyük İskender’in Asya krallıklarını İndüş nehrine kadar ele geçirmesi ile Grek dünyasının sınırları büyük ölçüde genişlemiş oldu. Ne var ki, Yunanistan’ın ve İskender İmparatorluğunun batı bölümlerinin dinsel düşüncelerinde değişim çok yavaştı, zira zaten dünyanın hâkimi olan Greklerin herhangi bir değişimi gereksiz görmeleri pek doğaldı.
Bu dönemde de Gizem kültlerinin etkinlikleri sürmekteydi. Örneğin, Messenia bölgesinde bulunan Andania kentinde Demeter ve Persephone onuruna gizem senlikleri kutlanmaktaydı. M. Ö. 92 yılından kalma uzun bir anlatı, Andania ritlerinin uygulamasını oldukça kapsamlı biçimde anlatmakta, ancak doğal olarak inisiyasyon töreni sırasında olan biten hakkında hiç bir ayrıntı vermemektedir.
Bir diğer örnek; Samothrace adasında uygulanan gizem ritleridir. "Cabeiri" (çeşitli bereket tanrıları) onuruna düzenlenen bu senlikler, o dönemde büyük dikkat çekmektedirler. Cabeiri, denizcilerin yardımcısı olduklarına inanılan tanrılardı ve bu gizemlere inisiyasyon, genelde her türlü felakete, ama özel olarak deniz kazalarına karşı koruyucu olarak kabul edilirdi.
Dionysos Gizemleri, senlik ve cümbüşleri ile tüm Grek tarihi boyunca sürüp gitti. Grek uygarlığının birçok özelliği ile birlikte, bu kült de İtalya’ya taşındı. Dionysos Gizemleri daha çok alt-orta tabakadan kentlilerce kutlanıyordu ve gizliliğin altında kaba seks partileri ve şiddet içeriyordu. M. Ö. 186 yılında, "Bacchanalia" (Dionysos senliklerinin Latince adi) ile bağlantılı bir rezalet Romalıları öylesine olumsuz etkiledi ki, Senato çıkardığı bir karar ile bu kültü tüm İtalya’da yasakladı.
Helenistik dönemde, Gizem kültleri ile ilgili en önemli gelişmeler Yunan kültürü ile Doğu dinlerinin karşı karşıya geldiği Doğu ülkelerinde meydana geldi. Grek uygarlığı ile temas, okur-yazarlığın yalnızca bir kaç rahip ve kâtibin ayrıcalığında bulunan Doğu’daki yaşamı tümüyle değiştirmişti. İskender’in fetihlerinden sonra toplum yapısı önce dağıldı ve daha sonra yeni çizgilerde gelişim gösterdi. Dinsel düşüncede de değişim kaçınılmazdı. Bunu Doğu geleneklerinin Grekleri etki altına alması izledi. Gerçi, değişim süreci oldukça yavaştı ve ancak bir kaç yüz yıl sonrasında kendini açıkça belli etti.
Hâlbuki Krallık Kurumu açısından Doğu-Batı kaynaşması pek hızlı gerçekleşmişti. Eski Yakin Doğu’da krallık kutsaldı. Suriye ve Mısır’da yeni ortaya çıkan Grek krallıklarının halkı, Makedon krallarına yarı tanrı gözüyle bakıyorlardı. Yunanlıların kendileri de, kısa süre içinde bu politik ve dinsel karışıma uyum sağladılar. Kutsal-kral birleşimi, toplumsal yapının "devlet" ya da "ulus" biçiminde soyutlanmasını kavrayamayan ve ancak politik yapının birliğini kralın kişiliğinde bulabilen Suriyeliler ve Mısırlılar için pek doğaldı. Kral, güvenliğin bir simgesiydi ve bireylerin düzenli bir toplumda yaşamasına yardım etmekteydi. Böyle bir ortamda gelişen ve adına "Kraliyet Gizemleri" (Royal Mysteries) denen ritüeller özellikle Mısır’da çok etkiliydi. Geleneksel Mısır dinine göre, egemenlik süren firavun güneş-tanrı Horus'un yeniden yaşama dönmüş biçimiydi. Firavunun karisi gökler kraliçesi İsis'i, bir önceki ölmüş firavun da bereket tanrısı Osiris'i simgelemekteydi. Helenistik dönemde Osiris'in adi, Zeus ve Apis isimlerinin bir sentezi olan Serapis olarak değişti. Tüm Mısır tanrıları Grek tanrıları ile eşdeğer biçime geldiler: Isis, Demeter ile Aphrodite'in, Horus, Apollon ile Helios'un, Serapis de hem Dionysos, hem Hades ve hem de Zeus'un yerini tutuyordu. Grek ve Mısır mitosları tüm bu tanrılara uyarlandı.
Mısır’ın Büyük İskender tarafından kurulan yeni başkenti İskenderiye’nin mahallelerinden biri Eleusis adını taşımaktaydı ve burada Eleusis Gizemlerinin Mısır’a uyarlanmış bir biçimi uygulanmaktaydı. Dionysos Gizemleri ise, Mısır’da çok daha geniş bir uygulama alanı bulmuştu. Firavunun yeniden yasama kavuşmuş Dionysos'u simgelediği "Bacchus" senlikleri o denli sık düzenlenmekteydi ki, saray halkı bile kargaşa içine girmişti. Pisagorcu ruh göçü kavramı da aktarılarak, Horus'un hüküm süren firavun olarak yeniden doğusu ile ilgili geleneksel Mısır inancı ile harmanlanmıştı.
Ne var ki politika ve dinin içi içe geçmesi, Gizemlerin Akdeniz dünyasına yayılması için bir engel oluşturuyordu. Mısır ve Suriye'de yasamakta olan Grekler bile, tanrı ile insan ayrımına dayanan geleneksel kavramı korumaya çalıştılar ve ancak Gizem kültlerinin politik yönleri silindikten sonra, dinsel unsurlar kendilerine ait bir bağımsızlığa kavuşabildiler. Delos adasında bulunan yazıtlar bu durumu pekiyi açıklamaktadır. Delos adasına Serapis tapimi, adanın Grek kökenli firavunlar tarafından bir deniz üssü olarak kullanıldığı dönemlerde girmişti. Ada üzerindeki Mısır etkisi hafifledikçe, Serapis kültü gelişti ve yeni doruklara ulaştı. Delos adası, daha sonraları Romalılarca Doğu Akdeniz ticareti için serbest bir liman olarak kullanıldı ve bu sayede Serapis ve Isis tapimi, tüm Grek limanlarına, Napoli körfezine ve Roma'ya kadar yayıldı.
Kral tapımı ile Gizem kültleri unsurlarının karışımı, Doğu Anadolu topraklarında bulunan Kommagene krallığında da açıkça göze çarpar. Kommagene kralları, büyük paralar harcayarak tüm ülkeyi devasa tapınaklarla doldurmuşlardı. Bu tapınaklarda her yıl, kralların tahta çıkış günleri tanrılar onuruna düzenlenen senliklerle kutlanmaktaydı. Tapınak kalıntılarında bulunan yazıtlar, Gizem kültlerinde kullanılan mitos ve dualarla çarpici benzerlikler göstermektedir.

Roma İmparatorluğu Dönemi
Gizem Dinlerinin en şanlı dönemi, Romalıların tüm Akdeniz’e kendi barışlarını kabul ettirmeleri ile başlamaktadır. Dionysos dernekleri İmparatorluğun her yanında, Yunanistan'da, Ege Adaları’nda, Küçük Asya'da, Tuna boylarında ve özellikle İtalya ve Roma'da yeşerdiler.
Roma'da "Porta Maggiore" (Büyük Kapı) yakınlarındaki yeraltı bazilikasında olduğu gibi, kimi topluluklarda Orheus ve Dionysos kültleri birleşmişti. Ünlü "Orpheus Ağıtları" da bu tür bir karma kültün ürünüdür. Genellikle Anadolu'da görülen bu karma kültlerin üyeleri geceleri toplanır ve meşaleler altında tapınırlardı. Ritüelde kansız bir kurban töreni uygulaması da vardı; dualar, ağıtlar söylenir; tütsüler yakılırdı.
Eskiden beri bilinen Gizem kültlerinin yanı sıra, Doğu halklarının ulusal dinlerinin Grekleşmiş uyarlamaları da yayılmaya başlamıştı. Bu dinleri saran hafif egzotik atmosfer, Romalılar ve Grekler için pek çekici gelmekteydi. Doğu Gizemleri içinde en yaygını İsis kültüydü. Hıristiyanlığın doğuş yıllarında, Augustus zamanında İsis kültü Roma'da modaydı. Gerçek Roma dinsel geleneklerini yeniden geçerli kılmak isteyen Augustus, Doğu etkilerinden nefret ediyordu. Ancak, çevresindeki güçlü ve saygıdeğer kişiler İsis Gizemleri için pek güçlü bir eğilim beslemekteydiler. Ask tanrıçası İsis, kibar saraylı hanımların da gözdesiydi. Isis kültü, İtalya’da
M. S. I. ve II. yüz yıllarda iyice yaygınlaştı. Bir bakıma, Roma İmparatorluğu topraklarında Hıristiyanlığın yayılması, Mısır kültlerinin yayılmasıyla ayni döneme düşmektedir.
Diğer bir önemli etki de Anadolu kökenli kültlerden kaynaklanmaktaydı. M.Ö. 200 yıllarında Büyük Ana Kybele (Magna Mater) ve sevgilisi Attis, Roma pantheonuna girmişlerdi ve artik birer Roma tanrısı olarak kabul ediliyorlardı. Kybele-Attis kültü özellikle İmparator Claudius döneminde pek yaygın biçime ulaştı. "Magna Mater" evrensel ana niteliği ile öne çıkıyor ve özellikle yabanıl doğa üzerindeki egemenliği simgeliyordu. Gizem törenleri, sevgilisi Attis ile olan ilişkisi aracılığıyla, Toprak Ana’nın çocukları ile olan bağlantısını vurguluyor; inisiyeler üzerinde, özel bir yöntem sonucunda, Kybele ile bütünleştikleri hakkında öznel bir inanç durumu yaratmaya yarıyordu. Bu kült de, ölümden sonraki yasam hakkında güçlü bir umut unsuru belirgindi.
Perslerin Işık tanrısı Mithra daha geç bir dönemde, büyük olasılıkla M.Ö. II. yüz yılda yaygınlaşmaya başladı. Mithra kültü, yaşamın başlangıcını Mithra tarafından yakalanan ve kurban edilen kutsal boğaya bağlamaktaydı. Pers kaynaklarına göre, kutsal boğa ölümü ile göklerin, gezegenlerin, yeryüzünün, bitki ve hayvanların doğumunu sağlamıştı; böylelikle Mithra yaşamın yaratıcısı durumuna yükseliyordu.
Suriye'den de çeşitli kültler Batı’ya doğru yayıldılar; Jüpiter Heliopolitanus (Heliopolis'in -modern Baalbek- kentinin tanrısı) ve Jüpiter Dolichenus (Doliche'nin -modern Dülük- kentinin tanrısı) en önde gelenleriydi. Byblos kentinin bitki tanrısı Adonis, uzun süreden beri Greklere aşinaydı ve genellikle ritleri ve mitleri pek benzer olan Osiris ile bağlantılı kabul ediliyordu. Adonis'in dişi eşdeğeri Greklerin Aphrodite ile ayni kabul ettikleri Atargatis idi.
İmparator Marcus Aurelius'un egemenlik sürdüğü yıllarda,
M. S. II. yüz yılın sonlarına doğru, Paflagonya'li İskender adli bir sahte-peygamber, "Glycon" adli kutsal bir yılana tapmak üzere yeni bir Gizem kültü geliştirmiş ve çok etkili olmayı başarmıştı.
Suriye etkisinin doruğa vardığı dönem, M. S. III. yüz yılda, Sol Invictus adlı Suriye güneş tanrısının neredeyse Roma İmparatorluğunun baş tanrısı durumuna yükseldiği yıllardır. Bu kült M. S. 220 yılında, kişisel olarak İmparator Elagabalus tarafından Roma'ya tanıtılmış ve
M. S. 240 yılından başlayarak Sol onuruna düzenlenen "Pythia" senlikleri başlamıştır. İmparator Aurelianus (270–275), Sol'u en yüce tanrı düzeyine çıkarmış ve İmparatorluğun dört bir yanında Sol tapınakları inşa edilmiştir. İmparator Büyük Constantine bile, uzun süre Sol ile İsa arasında tereddüt geçirmiş, her iki dinin birlikte hüküm sürmesine izin vermiştir. Sonunda, Constantine'in girişimi ile Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini olmuştur.
Farklı Gizem Dinleri zaman içinde birbirinden esinlenmişlerdir, ancak her bir Gizem Dini farklı bir sosyolojik gruba yönelik olmuştur. Grek ve Roma kentlerinin orta sınıf halkı Dionysos topluluklarını seçerken, Isis liman kentlerindeki orta tabakayı çekmiştir. Magna Mater'in izleyicileri çoğunlukla zanaat ve meslek örgütleri olmuş, Mithra askerleri ve memurları etkilemiştir. Köleler için ayrı inanç toplulukları oluşmamış, isteyen köle istediği külte toplumsal statüsünü korumak koşulu ile bağlanabilmiştir. Yalnızca senlikler sırasında köleler, özgür yurttaşlar ile eşit kabul edilmişlerdir.



-Alıntıdır-


Benzer Konular

2 Ekim 2006 / GusinapsE Akademik
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
3 Ocak 2010 / Misafir Soru-Cevap
29 Aralık 2011 / İNTERNET ADMİNİ Soru-Cevap