İslâm dini, insanların muaşeretine, yani, birbiriyle görüşüp konuşmalarına, medenî toplu bir halde yaşamalarına büyük bir ehemmiyet vermiştir. Müslümanların muaşeretlerinde samimiyet, tevazu, sadelik zorakilikten uzak, karşılıklı yardımlaşma, nezaket, hürmet, muhabbet, hayırseverlik bir esastır.
Müslümanın edebi, irfanı, asaleti, olgunluğu münazaa zamanında belli olur. Olgun ve terbiyeli Müslüman, arasında niza yani anlaşmazlık bulunan kişiye düşmanlık etmez. Her hâl ü kârda mürüvvetten, adaletten, insaftan ayrılmaz. Olgun ve terbiyeli Müslüman konuşur ve yazarsa hayır söyler. Olgun ve terbiyeli Müslüman, ehil ve layık olmadığı hizmeti, makamı, mevkii, riyaseti istemez; ona teklif edilirse ehil değilse kabul etmez. İyi bir Müslüman kötülüğü iyilikle def eder.
Parası, geliri, serveti yoksa, sıkıntı içindeyse peynir ekmek yer, lakin asla haram gelir, haram para peşinde koşmaz, haram yemez. Haram yemektense ölmeyi tercih eder.
Terbiyeli ve olgun Müslüman asla meddahlık, dalkavukluk, yağcılık, yalakalık yapmaz.
Kendini hiç övmez.
Şarlatanlık yapmaz.
Ben ben ben demez.
Fitne, fesat ve nifak çıkartmaz.
Olgun ve terbiyeli Müslüman doğru ve dürüsttür, eğri değildir.
Olgun ve terbiyeli Müslüman iyice düşünmeden konuşmaz.
İnsanların ayıplarını araştırmaz, tecessüs etmez. Kazara öğrenirse gizler. Asla gıybet yapmaz ve laf taşımaz.
Onda paylaşma ve yardımlaşma ahlâkı vardır. Yedirir içirir, cömerttir. Açıkta, çarşıda pazarda, sokakta, meydanda, evinin, balkonunda yemek yemez, kimseyi imrendirmez.
Zengin de olsa, parası ve imkanı bulunsa da lükse, israfa şatafata, gösterişe kaçmaz; orta halli, mütevazı, ölçülü bir hayat sürer. Yaptığı iyilikleri başa kakmaz. Zekât dışında sağ elinin verdiğini sol eli bilmez. Kin tutmaz, intikam almaz.
Şu görgü kuralları önemlidir: Herkesin arasında gerek el, gerekse vücudun diğer yerlerindeki kemikler çatırdatılmaz veya çıtırdatılmaz. Büyük görgüsüzlüktür. Varılır varılmaz çok samimî olmadığınız kişilerin evlerinde tuvalete gidilmez.
Misafirlikte veya bir iş görüşmesinde cep telefonunuz kapalı olmalıdır. Cep telefonunu açık bırakmak ve zırt zırt konuşmak büyük bir görgüsüzlüktür, hem de ev veya büro sahibine hakaret ve saygısızlıktır.
Misafir gittiğiniz yerdeki kitap ve gazeteleri izinsiz eline almak, karıştırmak, okumak görgüsüzlüktür. İstisnaî olarak çok merakınızı çeken bir kitap için izin isteyip bakabilirsiniz. Diğer eşyalar için de aynı şey geçerlidir. Doktor muayenehanelerinde, başka iş yerinde müşterilerin beklerken okumalarına mahsus malzeme için bu kural geçerli değildir. Bunları alıp okuyabilirsiniz. Düzeni bozmamak, okuduktan sonra tertipli bir şekilde yerine koymak şartıyla.
Önceden randevu almadan ziyarete ve misafirliğe gidilmez.
Yemek vakitlerinde gelmek için randevu talep edilmez.
Yarım ağızla yani bağcı ağzıyla yapılan davetler kabul edilmez.
Soru sormak ince bir iştir. "Bana bir soru yönelt, senin kim olduğunu söyleyeyim..." İnsanın ne mal olduğu sorularından anlaşılır.
Kartvizitiniz sizin ilminizin, irfanınızın, görgünüzün, kültürünüzün, zevkinizin küçük bir aynasıdır. Bir lokantada yemeğe çağrıldıysanız garson önünüze bir menü listesi getirdiğinde en pahalı, en ağır yemeği seçmeyiniz. En ucuzunu da seçmeyiniz. Dâvet eden üzülebilir.
Bir yere fikir ve görüşlerinizi açıklamanız için çağrılmış olma hali dışında çok konuşmayınız.
Kibar bir insan yabancıların, hatırlı kimselerin yanında güzel ve zarif bir kalemle not tutar.
Kenarı yırtık kâğıtlara adres veya telefon numarası yazılıp verilmez. Her şey sizin temizliğinizin, nizam ve intizamınızın aynasıdır.
Kapı sadece bir kere çalınır, beklenir. Hemen açılmazsa birkaç dakika daha beklenir. Yine açılmazsa ısrar edilmez ve geri dönülür. Kapının zilini deliler gibi üç, beş kere uzun uzun çalmak görgüsüzlük ve terbiyesizliktir.
Kibar, asil, görgülü bir insan asla gıybet etmez.
Toplu taşıma vasıtalarında cep telefonu ile konuşulmaz. Konuşmak gerekirse çok hafif sesle konuşulur, diğer yolcular duyup rahatsız edilmez.
Toplu taşıma vasıtalarında, sokakta, meydanda, lokantada, pastanede, şurada burada terbiyeli ve görgülü hanımlar ve genç kızlar hafif meşrep şekilde gülmezler, kahkaha kopartmazlar, yılışıklık yapmazlar, gevrek gevrek şehevî çıngıraklı sesler çıkartmazlar.
Büyüklerin ve küçüklerin yanında ayak ayak üstüne atılmaz.İslâm edep, ahlâk, incelik, nezaket, kibarlık, görgü demektir. Müslümanların mutlaka ince olmaları gerekir. Kabalık, vahşilik olmaz. Ülkemizde son yirmi-otuz yıl içinde büyük ahlâksızlık, görgüsüzlük, edepsizlik de patladı, suçlar ve edepsizlikler alabildiğine arttı. Genç nesillere maalesef yeteri kadar nezaket, edep, terbiye, görgü öğretilemedi. Eski İslâm Osmanlı görgüsünde, herkesin arasında görenleri imrendirecek şekilde yemek yemek, içmek çok ayıptı. Görgülü bir vatandaş, sokakta dürüm, yarım ekmek içinde kokoreç veya döner yemez. İki genç kız, ellerinde kumpirler, hem yiyorlar, hem yürüyorlar, hem de kıkır kıkır gülüyorlar. Felaket!..
Müslüman, muhafazakâr gençlere görgü dersleri verilmelidir. Tesettürlü genç kızların yanlarındaki genç erkeklerle laubali şekilde yürümeleri, oturmaları, hatta pek sıkı fıkı olmaları akıl almaz bir terbiyesizlik, görgüsüzlük, kabalıktır. Müslümanlara yılışıklık, gevezelik, zevzeklik, soytarılık, farfaracılık, müptezellik yakışmaz. Müslüman Efendi insandır, edepli insandır, hayâlı ve iffetlidir. Sokakta, toplu taşıma vasıtasında herkesin içinde utanmadan, arlanmadan öpüşmek, koklaşmak terbiyesizlik ve görgüsüzlüktür. Kafelerde, tatlıcılarda, şurada burada çılgınlar gibi gülüşmek, kahkaha kopartmak çok utanılacak bir durumdur. Ah edep, ah edep, ah edep... Bizi bırakıp nerelere gittin?..
Müslümanlıkta halk ile muâşeretin çeşitli safhaları, mertebeleri vardır. Bir kısmı şunlardır:
1- Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalpli olmak. Bir Müslüman, daima güler yüzlü bulunur, hiç bir kimseyi dökülü bir çehre ile karşılamaz. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V) Efendimiz: "Şüphe yok ki ALLAH Teâlâ mülayim huylu, açık yüzlü kimseyi sever" (Beyhekî, Şüabül-İman, No:7827, 7828) buyurdu.
2- Herkes ile güzelce görüşmek, halka eziyet vermekten kaçınmak. Abdullah b. Amr b. As (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V) Efendimiz: "İyi Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu, zarar görmediği kişidir." (Buhari, İman: 4-5, Rikak: 26, Müslim, İman: 64-65, Ayrıca Bk. Ebû Davud, Cihad: 2, Tirmizi: Kıyamet: 52, İman- 12, Nesai, İman: 8-9-11) buyurdu.
3- Halkın eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilikle muamelede bulunmak: Ukbe b. Amir (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:"Ya Ukbe! Sana dünya ve ahiret ehlinin en faziletli ahlâkını haber vereyim! Sana gelmeyene sen git, sıla-i rahim yap! Sana vermeyene sen ver! Sana zulmedeni sen affet. Ömrünün uzamasını ve rızkının genişlemesini arzu eden kimse, sıla-i rahim yapsın!" (Hakim, Müstedrek, 4/178, No:7285) buyurdu.
4- Dargınlığa hemen son vermek: Müslümanlar, aralarında bir dargınlık yüz gösterirse hemen barışırlar, birbirini üç günden fazla terketmezler. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık, kin duyguları yaşayamaz. Bir hadis-i şerifte: Ebû Eyyûb el-Ensarî (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Müslüman bir kimseye din kardeşini üç gün, üç geceden fazla terk edip dargın durmak helâl olmaz Öyle ki birbirlerine karşılaşırlar da, birisi yüzünü şu tarafa, öbürüsü de öte tarafa çevirir. Bunların en hayırlısı, önce selâm vermeğe başlayandır, buyurdu." (Buharî, Edeb:62, No:5727, 5/2256, İsti'zân 9; Müslim, Birr 25, (2560); Ebû Dâvud, Edeb 55, (4911)4/278-279, Sünen-i Tirmizî, Birr: 21, (1933).] 4/327, Muvetta': Hüsnü'l-Hulk 13,2/213) buyurdu.
5- Araları düzeltmeye gayret: Bir Müslüman, iki din kardeşi arasında her nasılsa bir dargınlık yüz göstermiş olduğunu görünce, aralarını bulmaya, o dargınlığı giderecek çare aramaya çalışır. Abdullah b. Amr (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Sadakanın en faziletlisi, dargın kimselerin aralarını bulup ıslah etmektir." buyurdu. (5Müsnedi Abd bin Humeyd; No:335; 1/135)
İnsanların kusurlarını araştırmamak, ifşa etmemek, bilâkis örtmeye çalışmak: Müslümanlar, kimsenin ayıplarını araştırmazlar, kimsenin şahsına ait kusurlarını meydana çıkarıp teşhîr etmeye çalışmazlar. Bunun aksine hareket, dinen yasaktır. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "...Ve bir kimse bir Müslümanın aybını örtbas ederse, ALLAH da dünya ve ahirette onun aybını, günahını örtbas eder..." (Müslim, Zikir: 38, Ebû Davud, Vitr: 14, Tirmizi, Kıraat: 12, İbn-i Mace, Mukaddime: 17) Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:"Bir kul, diğer bir kulun kusurunu örterse, ALLAH Teâlâ da onun günahını kıyamet gününde örter" (A. b. Hanbel; No:8809; 2/388)
7- Dostları arkalarından müdafaa etmek: Bir Müslüman, lüzum görüldükçe dostlarını, dindaşlarını arkalarından müdafaa eder, onların haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Kul din kardeşinin yardımında oldukça, ALLAH da kulun yardımındadır..." (Müslim, Zikir: 38, Ebû Davud, Vitr: 14, Tirmizi, Kıraat: 12, İbn-i Mace, Mukaddime: 17)
8- İnsanların kalplerini kötü zandan korumak için töhmetli yerlerden uzak bulunmak: Bunun aksine hareket, birçok kimselerin günaha girmesine sebep olur, insanlar arasında dedikoduya, dargınlığa meydan verir. Bir hadis-i şerifte: "Töhmet yerlerinden kaçınınız." (Suyuti, Şerhu Süneni İbn-i Mâce; No:2559; 1/184) buyurulmuştur.
9- Farklı halk sınıflarıyla, mevkilerine göre sohbette, münasebette bulunmak: Meselâ: Herkese kabiliyetine göre hitap etmeli, bir âlimden, bir zahidden, bir zenginden beklenilen vasıfları bir câhilden, bir fasıktan, bir fakirden beklememelidir.
10- İhtiyarlara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek: Müslümanlıkta büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi bir esastır. Bu esas, aile arasında bir kat daha ehemmiyetli bulunur. Meselâ anaya, babaya pek fazla hürmet lâzımdır. Bunları adlarıyla çağırmak edebe aykırıdır. Bir kadının kocasını adıyla çağırması da edebe aykırı olduğundan mekruhtur. Enes b. Malik (R.A.)'den, şöyle demiştir. Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Bir genç yaşlılığından dolayı bir ihtiyara ikram ve hürmet ederse, ALLAH o gence, ihtiyarın yaşına geldiğinde ona ikram ve hürmet edecek kimseyi halk ve takdir eder" buyurdu. (Tirmizî, Birr:75, No:2022, 4/372.) Bu mübarek hadis-i şerif, ihtiyarlara saygı gösteren gençlerin sevap kazanacaklarını, çok yaşayacaklarını müjdelemektedir. Artık ihtiyarlara saygısızlık yapan bazı gençler, bunu biraz düşünmelidirler. Olgun ve terbiyeli Müslüman kimse büyüklerine hürmet eder, hiçbir şekilde saygısızlık etmez. Büyükler kimlerdir? Dedeler, nineler, anne, baba, teyzeler, hâlalar, amcalar, dayılar; öğretmenler, yaşça büyük komşular, ustalar...
Küçüklere şefkat gösterir, merhamet eder; kendisinden küçük olanları ezmez.
11- Hayır sever olmak, yardımlaşma ve dayanışmada bulunmak: Şöyle ki, Müslümanlar, herkesin hakkında hayır diler, herkese karşı yardımda bulunmaktan bir zevk duyarlar. Müslümanların meşru' bir sahada birbirine yardım etmesi, aracılık yapması aralarındaki din kardeşliği icabıdır. Kendisi hakkında hayırlı görüp istediği bir şeyi başkaları hakkında da istemeyen kimse, İslâm muaşeretinin temiz esaslarına riâyet etmemiş olur. Enes b. Malik (R.A)'den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: "Sizden hiçbiriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz." (Buhari, İman:6, Müslim, İman:71-72, Tirmizi, Kıyamet 59: Nesai İman, 19.33. İbn-i Mace, Mukaddime 9) buyurdu.
12- "Selâm vermek: Şöyle ki, Müslümanlar arasında selâm vermek bir sünnettir, bir dostluk, bir hayırseverlik alâmetidir. Selâm almak da bir farzdır. Ebu Hureyre (R.A.)'den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Nefsim kabza-i kudretinde olan ALLAH'a yemin ederimki, siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Biribirinizi sevmedikçe hakkıyla iman etmiş olamazsınız. Ben size birşey göstereyim mi? Onu yaptığınız zaman: Sevişirsiniz. Aranızda selâmı yayınız." buyurdu. (Müslim, İman: 22, No: 54, 1/ 74)
Selâm vermenin bazı âdabı vardır. Mesela, bir meclise girilirken konuşulmadan evvel "Esselâmü aleyküm" diye selâm verilir. Boş bir yere giren Müslüman "Esselâmü âleyna ve ala ibâdillâhissâlihîn" der.
Gençler ihtiyarlara, binitli olanlar yayalara, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere selâm verirler. Bir cemaate verilen selâma içlerinden birisi "Ve aleykümüsselâm" diye karşılıkta bulununca, diğerlerinden selâm vazifesi düşer. Hiç birisi böyle bir mukabelede bulunmazsa hepsi de günaha girer. Bir meclisten ayrılırken de selâm ile ayrılmak daha faziletlidir. Kendisine selâm verilen kimsenin daha güzel bir karşılıkta bulunması için: "Ve aleykümüsselâmü ve rahmetül'lâhi ve berekâtüh" demesi, yerine göre pek güzeldir.
Selâmı almaktan hakikaten veya hükmen âciz olan kimseye selâm vermek mekruhtur. Bu sebeple yemek yiyen veya Kur'an okuyan veya hutbe dinleyen veya namaz kılan bir kimseye selâm vermemelidir. Verilirse, alınması mutlaka lâzım gelmez. Fâsıklığını ilân etmekten çekinmeyen kimselere de selâm vermek mekruhtur.
Kısacası selâm verip almak, bir dostluk nişanesidir, muhabbete vesiledir. Fakat selâm verirken rükûya gidercesine eğilmek mekruhtur. Hattâ bazı alimlere göre selâm verirken rükûya yakın bir halde eğilmek, secde etmek gibidir. Yaratılmışlara tazim için yapılacak bir secde ise, îmana aykırıdır.
Yazar: Mehmet Talu HocaEfendi