Arama

İslam Dininde Çocuk Eğitimi ve Terbiyesi

Güncelleme: 20 Ekim 2011 Gösterim: 14.325 Cevap: 2
TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
20 Ekim 2011       Mesaj #1
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi
Ebû Hureyre radıyallahu anh, "Rasûlullah sallellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:
"Her doğan çocuk, mutlaka İslâm fıtratı üzere doğar. Ancak anasıyla babası onu yahudi veya hristiyan ya da mecusi yaparlar."
Sponsorlu Bağlantılar
Nesiller üzerinde önceki kuşağın ya da yakın ve hakim çevrenin etkisini, ulaşabileceği en acı boyutuyla gözler önüne seren hadisimiz, geleceğin neslini yoğurma ve dolayısıyla nesli koruma görevinin ciddiyetine dikkat çekmektedir. Bu arada insan fıtratının temizliğini, sadeliğini ve İslam'ın bu fıtrata hitab ettiğini ve uyum gösterdiğini belirlemektedir.
Hatta hadisin buraya almadığımız kısmında fıtratın temizliği, bütün organları tam olarak doğan hayvan yavrularına teşbih edilmekte, insanların bu tam yaratılışlara müdahale île kulaklarını, kuyruklarını kestikleri örnek verilmekte, İslam telkini dışındaki telkinlerin bu dış müdahalelere benzediği, temiz ve mükemmel yaratılışı bozduğu belirlenmektedir.
Bu arada hadisin ortaya koyduğu bir önemli gerçek de din duygusu ve hakikat aşkının insanın fıtratında, mayasında mevcut olduğudur. Nitekim Allah teala Rum Suresi'nin 30. ayetinde bu gerçeği şöylece bildirmektedir:
"Sen yüzünü dosdoğru dine, tam bir ihlas île çevir. (Bu din) Allah'ın o fıtratıdır ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı değiştirilmez. En doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler"
Demektir ki müslümanlık, insan fıtratının doğruluğuna şehadet ettiği bir dindir. Peki ya fıtrat nedir?
Fıtrat aslî yaratılış (hilkat-i asliyye) demektir. Fıtrat, hakkı kabul ve idrak kabiliyetidir. Mealini verdiğimiz ayet-i kerimede fıtrat, her ferde has olan özel fıtrat değil, bütün insanlığın insan olarak yaratılışlarına esas olan ve hepsinde müştereken bulunan fıtrat-ı külliye, fıtrat-ı ula ve fıtrat-ı asliyye anlamındadır.
Fıtrattaki hakka temayül yeteneği, kulakların işitilebilecekleri işitmeye, gözlerin görülebilecekleri görmeye kabiliyetli olarak yaratılmış olması gibidir. Yani dış müdahalelerden, şartlandırmalardan uzak fıtrat-ı selîme sahibinin, yaratanını tanımaması mümkün değildir.
Ne var ki böylesine fıtrat-ı selime sahibi olan çocuğun gelişme ve kainatı algılama çağında, yakın çevresi başına üşüşür ve onu kendi iç dünyaları doğrultusunda etkilemeye çalışırlar. Bunda da genellikle başarılı olurlar. Yakın çevrenin temel elemanları ise, anne ve babadır. Hadisimiz, anne ve babanın tertemiz bir fıtrata sahip olan yavrularına, elbise giydirir gibi dinî kişilik kazandırdıklarını işaret etmekte ve tabiî dolayısıyla onlara sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Dînî şekillenmede tesirleri açık ve inkar edilemez olan ebeveyn'in geleceğin neslini yoğurmada ve yetiştirmede en büyük pay sahibi olduğu da böylece belirlenmiş olmaktadır.
Hadisimizde, insan özüne uygun olan İslam'a yönelebilecek çocukların Yahudi, hristiyan veya mecusî yapılmasından söz edilmesi, hiç şüphesiz o günkü müslümanların çevrelerinde bu inanç gruplarının bulunmasından dolayıdır. Hadisimizin bazı rivayetlerinde "ya da müşrik yaparlar" kaydına da rastlamaktayız. Bugün dinsizlik dahil, İslam dışı bütün inanç sistemlerini düşünebiliriz. Yine bugün ana okullarını, mürebbiyeleri, okulları ve radyo-televizyon, teyp-video gibi iletişim ve haberleşme araçlarını da çocukları etkilemekte anne-babaya ilhak edebiliriz. Zira, anne-baba fonksiyonunu ya doğrudan doğruya yada tercih ettikleri etkilenme ortamları vasıtasıyla gerçekleştirirler. Sonuçtan sorumlu olan daima anne-baba, yani ailedir.
Kendilerini ve aile fertlerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennemden korumak ve kollamakla görevli bulunan günümüz müslümanları, nesillerini kendi inançları üzerinde yaşama azm ve iradesine sahip kılmanın, onlara bu bilgi ve iman donanımını temin etmenin fevkalade önem kazandığı bir zamanda yaşamaktadırlar. Haberleşme ve iletişim vasıtaları çağımızda, tüm kesimleriyle dünyalıların adeta annesi-babası haline gelmiştir. Bu güçlü tesir odaklarına karşı yeterli tedbir alınmaz, onların olumsuz etkilerinden çocuklar uzak tutulamazsa, hadisimizin ifadesiyle nesillerin yahudileşmesi, hristiyanlaşması ya da mecusîleşmesi veya müşrikleşmesi, dinsizleşmesi beklenmeyen değil, önceden bilinen acı sonuç olacaktır.
Gerek İslam'a gerek millî kültüre yabancı bu yıkım ve şartlandırmayı, daha önce böyle bir beyin yıkama ameliyesine tabi tutulmuş, gönülleri işgal edilmiş, böyle yapılmasının çağdaşlık, ilerilik ve fazilet olduğuna inandırılmış bizden kişilerin yürüttüğü düşünülecek olursa, mücadele ve mukavemetin ne derece zor ve fakat gerekli olduğu anlaşılacaktır.
Her milletin, her ümmetin kendi insanını yetiştirmesi hemen tabii hakkı hem de nesil ve değerlerini yaşatabilmek için en asil görevidir. Bu konuda İslam ümmetine fıtrat en büyük yardımcıdır. O halde bu büyük yardımcıya rağmen, müslümanlar, müslüman nesiller yetiştiremezlerse beyan edecekleri herhangi bir mazeretleri kalmamış demektir. Zira hadisimiz açıkça, İslam'ın en büyük gücünün ve gelişme imkanının, insan özüne uygun olmasından kaynaklandığını ifade etmektedir. Bunun için de "İslam, tabii ve fıtrî bir din" "sıbğatullah=(Allah boyası)" olarak tarif edile gelmiştir.
Hicret'ten sonra Medine'de ilk doğan muhacir çocuğu Abdullah b. ez-Zübeyr'in o günkü müslümanlar arasında sebep olduğu büyük sevinç, şirk ve küfre bulaşmadan yetişecek ilk müslüman neslin ufukta belirmiş olmasının sevinci olsa gerektir.
Unutmayalım ki, çocuklarımızı iyi birer müslüman olarak yetiştirmek, geleceğin neslini yoğurmak demektir.


Çocuğunuza İlk Okutacağınız Kitap

Günümüz çocuk edebiyatını incelediğimizde ne kadar zengin ve çeşitli olduğunu görüyoruz. Küçük yaşta okuma alışkanlığını ve sevgisini aşılamak için annelerimizin aldığı bol resimli renkli kitaplar, o kadar çok ki bazen ebeveynler olarak bu kitapları niçin aldığımızı unutuyoruz.3 yaşındaki çocuğumuza aldığımız kitabın amacı sadece okuma ve kitap sevgisi mi? Bizim çocuklarımız okuyacağı ilk kitaba yönelik hiçbir beklentimiz hiçbir amacımız yok mu?
İlkokula başlayan çocuklarımıza yönelik, yakın akraba ve tanıdıklarımızın soruları genellikle şöyle olur:
-Hangi okula gidiyorsun, okulunu seviyor musun, derslerin nasıl, ilerde ne olacaksın?
Çocuklarımızı farkında olmadan dünyevileştiriyor muyuz, tertemiz kalpler, boş beyinler direk beşeri bilimle mi doldurulacak. Amaç sadece bu dünyada hangi mesleğe sahip olmak istedikleri mi? Neden çocuklarımıza sorularımızdan bir kaçı şunlar olmasın;
-Kur''an okumayı biliyor musun? Namaz kılıyor musun? Kaç süre ezberledin? Peygamberimizin çocukluğunu anlatır mısın? vb. Çocuğa küçük yaşta verilen eğitim taşa yazılan yazı gibidir.
Anne ve babanın gerçek anlamda vermiş olduğu ilimin sevabı, öldükten sonra dahi kesilmeksizin devam eder. Resullullah şöyle buyuruyor.
"Bir kimse öldüğünde üç şey hariç ameli kesilir, o öldükten sonra insanların faydalandığı hayır, fayda veren ilim, ona dua eden salih evlat."
Çocuklarımızın kalpleri çeşitli günahlarla kirlenmeden faydasız arzularla kuşatılmadan önce, okuyacakları ilk kitapta amacımız Kur''an olmalı. Küçük kalplerin ilk olarak kur''an pırıltılarıyla beslenmesi maneviyatının zenginleştirilmesi hedef alınmalı.
Günümüzde hemen her evde birden fazla kur''an-ı kerim süslü kılıflar içinde ve dolaplarda durmakta. Eğer evde Kur''an okuyan birileri varsa, çocuk küçük yaştan itibaren sorular sormaya başlar. Çocuğun bu soruları kur''an bilinci ve kur''an-a saygıyı öğretmek acısından bir fırsattır. Kur''an''ın Allah''ın sözü olduğu onun insanlara söylediği sözleri içerdiği, İnsanlara neleri yapmaları gerektiğini, nelerden sakınmaları gerektiğini bildiren kutsal bir kitap olduğu açıklanmalıdır. Ayrıca kutsal kitapların sonuncusu olduğu ve Hz. Muhammed''e gönderildiği anlatılarak normal kitaplardan farklı olduğu vurgulanmalıdır.
Kur''an-ı elimize alış tarzımızla, okuyuşumuzla, bizzat kendimiz, saygı ve hürmet konusunda örnek olmalıyız. Kur''an-a saygı kavramı çocuğa verilirken aşılı gidilmemeli, korkma boyutuna getirmemelidir. Merak eden çocuğa inceleme fırsatı verilmeli diğer kitaplarla arasındaki farkı görmesi sağlanmalı.
Allah''ın emir ve yasaklarının yazılı olduğu kitaptaki emirlere uyarsak ve hayatımıza aktarırsak Allah''ın sevgili kullarından olacağımız ifade edilmeli.
Çocuğa Kur''an-ı sevdirmek için onu öğrenmeye teşvik etmek gerekir. 4-5 yaşlarından itibaren eğer çocuk ilgiliyse seviyesine uygun olarak kısa süre ve dualar ezberletilmeli, Kur''an okuma öğretilmelidir. Çocuk Kur''an okumaya başladığında abdestli olarak kur''an-a dokunma, alıp-koyma esnasında gereken itinayı gösterme konusunda rehberlik edilmelidir. Ayrıca kız çocuklarına güzel bir başörtü temin edilmeli okuma esnasında başını kapatmasına yardımcı olunmalı.
Çocuğun başarısı önemsenmeli istediği bir hediye alınarak sevinci paylaşılmalı. Ayrıca çocuğun kendinse ait bir Kur''an alınmalı kendisinin seçmesine fırsat verilmelidir.
Kur''an öğrenme ve okumaya yönelik ayet ve hadisler hatırlatılarak, Kur''an okumanın ne kadar güzel bir ibadet olduğu maneviyatı beslediği çocuğun seviyesine uygun olarak anlatılmalıdır.
Çocuğuna verdiği Kur''an-ı kerim öğretiminden dolayı anne ve babanın mükâfatlandırılmasını Peygamber Efendimiz şöyle açıklıyor;
"Her kim Kur''an-ı kerim okursa ve onunla amel ederse Allah(c.c) kıyamet gününde ışığı güneş ışığından daha parlak bir tacı bu kişinin anne ve babasına giydirilir."
"Sizin en hayırlınız Kur''an-ı öğrenen ve öğreteninizdir."

Namazla Çocuk, Rahmet Kucağında Terbiye Olur
Rabbimiz Ankebut suresinde
“Namaz insanı bütün kötülüklerden korur”
buyurmuştur. Namaz insan için büyük bir terbiye metodudur. Namaz ile saygıyı, tevazu ve güzel ahlâkı öğrenen bir çocuk, Rabbi’ni tanır, ebeveynine asi olmaz. Namazla çocuk rahmet kucağında yetişen bir güle benzer.
İnsanoğlu dünyada iken ne derdi ne de tasası biter. Çoğu konuşmalar “İçimde bir boşluk var bir türlü dolmuyor…” sözleriyle noktalanır. Günah ve dünya sıkıntılarıyla yıpranıp sıhhatini kaybeden kalp huzuru bulamaz. Hz. Mevlana (k.s) Mesnevisi’nde bu boşluğu şöyle tarif eder; “Namaz ehli olmayanı, gönül namazı kılmayanı, öfke rüzgârı, şehvet rüzgârı, tamah rüzgârı alıp götürür.” Namaz gönül yaralarını sararken iç huzuru ve vicdani bir rahatlık da sunar. Peygamberimiz (s.a.v) “Namazda şifa vardır” buyurmuştur.
Mümin namaza niyet edip kıyama durduğunda sevgi ve saygı ile Rabbi’nin huzuruna varır. “Allahu Ekber” kelamını söyleyip tekbir alırken teslimiyetiyle Yaratan’ına kurban olur. Bu öyle bir teslimiyettir ki benliğe vurulan keskin bir kılıç gibidir. Çünkü insan, hakiki efendisini, Rabbi’ni tanır ve onun huzurunda boyun bükmeyi öğrenir. Nefsin arzularını kurban ederken, şeytanın vesveselerini de keser.
Namazda sağ el sol el üzerine konurken; sağ elin ahireti sol elin ise dünyayı tasvir ettiği düşünülür. Dünyalık kaygılar sağ el ile bağlanarak yüce Allah’a boyun bükülür. Kıyamda başlayan saygı, rükûda tevazu ile kucaklaşır. Rükûda başlayan tevazu ise secde de zirveye varır. Ruh ve kalbin Allah’a en yakın olduğu bu anda kul Rabbi’yle en güzel bağı kurar.

Namaz hayatımızın merkezinde mi?
Allah Rasulü’nün (s.a.v) hayatının merkezinde namaz vardı. Hz. Aişe (r.anha) annemiz anlatıyor:
“Rasulullah bizimle konuşur biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince bizi tanımıyormuş gibi bir hale bürünür, bütün varlığıyla Allah’a yönelirdi.”
Çocuklara namazı sevdirerek öğretmek ve namazı hayatın merkezinde görmelerini sağlamak ebeveynlere bağlıdır. Namaz vakti yaklaştığında, her işini bir tarafa bırakıp güzel ve temiz elbiseler içinde Allah’ın huzuruna varmak için hazırlanan anne-babaya şahit olan bir çocuk, namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu fark edecektir.
Ebeveynler çocuğuna namazı sevdirmek istiyorsa öncelikle onun önemli gördüğü şeylere değer vermeli, özel eşyalarına ve sevdiği şeylere saygı duymalıdır. Araştırmacı yazar Cemalnur Sargut bu konuyla ilgili, şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: “Bir tanıdığımızın dört yaşındaki çocuğunun namazdan nefret ettiğini öğrenince çok üzüldük ve sonradan anlaşıldı ki, namaz saatlerinde çocuğun seyrettiği çizgi film kapatılıyor. Böyle yapmak yerine, başka bir odada kılmak daha iyi sonuç verir. Diğer zamanlarda elbette çocuğun görebileceği yerlerde kılınmalı.”

Cami çocuğun Rabbi’ni tanıyacağı okuldur
Namaz yüce Kuran’da en çok zikredilen ibadetlerden biridir. Bunun için de çocuğun ilk öğreneceği ibadet namaz olduğu gibi Rabbi’ni tanımasına vesile olacak ilk okul da camidir. Ecdadımız bu konuda oldukça hassas davranmıştır. Osmanlı döneminde her mahallede kurulan sıbyan mekteplerinde, dört yaşında eğitime Kur’an ile başlanırdı. Zira dört yaş eğitim için çok önemlidir. Bu yaştaki çocuklara dua ve ibadet ilginç geldiği gibi hoşlarına da gider.
Çocuğunun namazın ne kadar büyük bir ibadet olduğunu kavramasını isteyen ebeveynlere buldukları her fırsatı değerlendirmek düşüyor. Özellikle babalar cemaatle namaz kılarken çocuklarını da beraberinde götürmeyi birer vazife olarak görmelidir. Hafta sonu tatilleri, camileri ve cami hükmündeki mübarek mekanları ziyaret için iyi bir fırsat olabilir. Camilerin manevi atmosferiyle buluşan çocuklar, aynı zamanda tarihi hakkında bilgi verilirse kültürel değerleri tanıma ve saygı duyma bilinci de geliştirir.

“Namaz benim en vefalı dostum”
Beş altı yaşlarında namaz ile tanışan Fatma Hanım “Namaz benim en vefalı dostum oldu ama bu sevgiyi dedemin namaz sevdasından aldım” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Köyde bütün evler camiye yakın değildi. Bir de kara kış eklenince camiye gitmek zorlaşırdı. O uzun kış günlerinde yatsı vakti gelince camiye uzak olan mahalle sakinleri bizim evde toplanırdı. Dedeme ‘Hasan Ağa bize namaz kıldır’ derlerdi. Dedemin kulağı zor işitirdi, sağlığı da iyi sayılmazdı ama namaz deyince gözleri parlar 18 yaşında bir delikanlı gibi kalkar güzelce abdest alır seccadesini serer, namaza başlardı. İşte ben de o cemaat arsında onların yanında boyunlarına sarılır bazen de namaz kılar gibi yapardım. Namaz bitince dedem menkıbeler kitabından hikâyeler okurdu. Kimi ağlar, kimi esner, kimi ah çekerdi. Velhasıl herkes ruhu doymuş ve sabah namazı için hazır bir şekilde evinin yolunu tutardı. Çocukken namazlarımda okuduğum duaların anlamını bilmiyordum fakat namaz kılarken bir mutluluk hissederdim. Şimdi yetişkin bir insan oldum ama hala o kıldığım çocukluğumdaki namazın tadı bir başka. Bu gün namazım en vefalı arkadaşsa; dedemin namaz kılarken omuzuna sıçrayıp beraber secdeye varışıma borçluyum.”

Namaz kişilik gelişimi için önemli
Allah Rasulü,
“Yedi yaşına gelince çocuklarınıza namazı emrediniz”
buyurur. Yedi yaşında akıl muhasebesi gelişen çocuk, kendini ifade etmeye ve sosyal hayatta yerini almaya başlar. Bu yüzden o yaşlardaki bir çocuğun namazı öğrenmiş olması çok önemlidir. Namaz kılan Müslüman hem kendini hem de yirmi dört saatini disiplin ve intizam altına alır. Günde beş kez amirinin huzuruna çıkıp malumat veren bir memur gibi insan da günün beş vaktinde Rabbi’nin huzuruna varır. İşte bu nizam küçük yaşta başlarsa insan disiplin sahibi olmayı ve belli bir düzen içinde yaşamayı öğrenir.
Allah (c.c)
“Şüphesiz ki namaz, müminler üzerinde belli vakitlerde farz kılınmıştır.” (Nisa, 103)
buyuruyor. Namaz için tayin edilen her vakit bir sırra tabidir. Namazı vaktinde kılmaya devam eden mümin o sırdan nasiplenir. Yalnızca namaz kılan mümini saran ilahi atmosferin içine girer. Namaz bir nurdur. Bu nurla tanışan küçük bedenler de birer nur parçası olur.

İstikbal endişesiyle namaz erteleniyor
Hz. Mevlana (k.s) diyor ki:
“Bu dünya bir tuzaktır. İsteklerimiz o tuzağın yemi gibidir. İstek tuzaklarından kaç. Bu dünya bir kuyuya benzer, o kuyudan kurtulmaya çalış.” Dünya hayatı insanoğlu için bir imtihan yeri. İmtihanın şekli de zamanın şartlarına göre çeşitlilik kazanıyor. İnsan uyanık olmasa Allah’a kul olmaktan uzak, şeytanın emellerinin peşinde bulabilir kendini. Günümüzde “ekmek parası” ya da “istikbal” endişesiyle çocuklarını okul ve çeşitli kurslara koşturan ebeveynler; namaz ve dini eğitimin önemini çocuklarına kavratmakta geç kalabiliyor. Ertelenen namazla ebedi istikbalin elden kaçıp gidebileceği gözden kaçabiliyor.

Arkadaş grubu ve çevre önemli

Çocuklukta edinilen dini bilincin muhafazası hususunda çevrenin büyük etkisi var. Zira ailesinde görmediği halde çocuklar kötü alışkanlıklara, günahlara müptela olabiliyor. Bu da çevresinin etkisiyle oluyor. Ebeveynler özellikle arkadaş edinme konusunda çocuklarını doğru yönlendirmelidir. Bunun için de yakın arkadaşları ve aileleriyle tanışmak arkadaşları hakkında daha fazla bilgi edinmeye yardımcı olur. Arkadaş etkisi çocukluktan gençliğe geçiş döneminde daha belirgindir. Bugün dini eğitimin temelleri iyi oturtulmadığı için çocukluktan gençlik dönemine geçişte; medyanın olumsuz tesiri çok çabuk görülmektedir. Çünkü çocuk bu dönemde öğrendiği bilgilerle hayatını şekillendirmektedir. Efendimiz çocuklara yedi yaşında namazı emretmekle; gençlik dönemine yapılacak olan manevi yatırıma işaret etmektedir.

Çocuğunuzun olumsuz davranışlarına cezasız engel olmak
A) Çocuk davranışı yapmadan evvel:
1) Önleyici açıklamada bulunmak, beklentilerin açık dille önceden çocuğa söylenmesi;
2) Çevreyi değiştirmek, çevreyi çocuğa uygun hale getirmek
3) Örnek olmak, beklenen davranışlara anne/babanın örnek olması;
4) Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak,yol göstermek ve yaptığı zaman takdir etmek.
B) Sorun olan davranış sırasında:
5) Olumsuz davranışın nedenini düşünmek;
6) Yapıcı bir çözüm yolu, alternatif göstermek;
7) Aile bireyinin duygularını ve olumsuz davranışın kendi üzerindeki etkilerini açıklaması
C) Sorun olan davranıştan sonra:
8) Olumsuz davranışın etkilerini göstererek pişmanlık duyurmak;
9) Çocuğun olumsuz davranışının sonuçlarını yaşamasına müsaade etmek.
Azarlama ve kınamanın çocuğunuz üzerinde etkili olmadığının belirtileri
  • Çocuğunuz genellikle azarlamanıza azarlama ile ile yanıt verir, kafa tutar, ağız burun büker veya sizinle tartışmaya girişir.
  • Sizi işitmezden gelir, aldırmazdan gelir ya da gülümser.
  • Azarlanınca öfke nöbetine tutulur.
  • Olumsuz bir ilgi de olsa, sizin böyle fazladan ilgi göstermenizden hoşlandığını görürsünüz.
Çocuğa Etkili yönergeleri ve komutları nasıl vermeli?
Ana babalar yeri geldiğinde çocuklarına etkili ve açık yönergeler ve komutlar verebilmelidirler. Bir de verdiğiniz komutları yaptırımlarla destekleyebilmelidirler. Bir komut, belli bir davranışta bulunmaya hemen başlanmasını veya belli bir davranışa hemen son verilmesini içeren bir istektir.
Komutlar ne zaman verilir? Çocuğunuzun belirli bir kötü davranışına son vermesini istiyorsanız, fakat basit bir cümle biçiminde duyuracağınız isteğinizi çocuğunuzun yerine getirmeyebileceğini düşünüyorsanız, o zaman bu isteğinizi ona komut biçiminde söyleyin.
Bir de, çocuğunuzun belirli bir davranışta bulunmaya başlamasını istiyorsanız, ama çocuğunuzun basit bir cümle biçiminde ileri süreceğiniz bu isteği yerine getirmeyebileceğini düşünüyorsanız, o zaman isteğinizi komut biçiminde söyleyin.
Bir komut nasıl verilmeli? Aşağıda ana çizgilerini verdiğimiz yolu izleyin.
Çocuğa Etkili Komut Vermenin Yolu izleyeceğiniz uygulama Basamakları:
  • Çocuğunuza yaklaşın.
  • Ciddi bir yüz ifadesi takının.
  • Çocuğunuzun adını söyleyin.
  • Çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak konuşun.
  • Kararlı ve sertçe bir ses tonuyla konuşun.
  • Basit, açık ve dolaysız bir komut verin.
  • Gerektiğinde verdiğiniz komutu bir yaptırım ile destekleyin
Çocukların muhakemesini geliştirmek de görevdir
Aile içinde çocuklara din bilgisi vermek nasıl ana-babanın görevi ise çocukların mantık ve muhakemelerinin gelişmesini sağlamak da o kadar ana-babanın görevidir. Çünkü mantık ve muhakeme gelişmesi de çocuğu istikbalde kurtaracak vasıflardandır.
Bu konuda verilen misaller hem dinlendirici hem de düşündürücüdür. Birini, hem dinleyip hem de düşündürmek niyetiyle arz ediyorum bugün sizlere...
Bu misalde denmek isteniyor ki, nasıl din bilgisi çocuğu kurtarırsa mantık ve muhakemesini geliştirmek de aynı şekilde çocuğu kurtarıcı olabilir.

***
Hükümdarın biri şehrin ortasından geçerken oynayan çocuklardan birine yaklaşarak sormuş:
- İslam'ın şartı kaçtır evladım?
Çocuk beklemeden cevap vermiş:
- İslam'ın şartı beştir, efendim.
Hemen yanındaki çocuğa da sormuş aynı soruyu:
- Sen nasıl cevap veriyorsun bu soruya?
Çocuk omuzlarını silkerek karşılık vermiş:
- Ben bilmiyorum efendim!.
Hükümdar yanındakilere dönerek emrini şöyle vermiş:
- Bilen çocuğun babasına beş altın verin, bilmeyen çocuğun babasına da beş sopa vurun! Bilen çocuk, bu emre ses çıkarmazken; bilmeyen çocuk itiraz ederek demiş ki:
- Hükümdarım, arkadaşımın babasına babası öğretmiş ki, o da çocuğuna öğretmiş, size doğru cevap verdi. Benim babama da babası ögretmiş olsaydı o da bana ögretir, ben de size doğru cevap verebilirdim. Bu yüzden babamı cezalandırma yerine, babamı öğretmeyen babasını cezalandırmayı düşünmeniz daha adil olur!
Çocuk bundan sonra da sözlerine şunu eklemiş:
- Ancak, demiş, babamın da babası olan dedem şimdi Rabbimizin adaletindedir. Onu bulup cezalandırmanız hem mümkün olmaz, hem de bir suçtan iki defa ceza vermek adil olmaz. Şu anda dedem çocuklarını ihmal etmenin ne demek olduğunu çektiği kabir azabıyla çok iyi anlamış, ama kabirdeki bu anlamanın hiç de faydası olmamıştır. Onun için dedemin bilgisiz bıraktığı babamı bağışlamanızı diliyorum.
Bu mantık ve muhakeme mahsulü cevaptan memnun olan hükümdar, bu defa kararını değiştirerek emrini şöyle vermiş:
-Bilen çocuğun babasına çocuğuna din bilgisi öğrettiği için, bilmeyen çocuğun babasına da, çocuğuna böyle muhakeme kazandırdığı için mükafat verin, cezalandırmayı düşünmeyin. Çünkü demiş, çocuğuna böyle muhakeme kazandırmak da bir eğitimdir. Baba, bildiğini öğreterek çocuğunu geliştirmiştir.
***

Sadece ilmin verilmesi yetmez. Muhakemeli bir ilim aşılanmalıdır. Örnekte görüldüğü üzere soruyu bilemeyen çocukta bir istidat var ve muhakeme gücü gelişmiş; dini bilgileri öğrenme potansiyeli var. Sadece "ilmen yoğurulmamış".
Küçük yaşlarda muhakemesi gelişen ve kendisine bu bilincin aşılandığı çocukta vicdan, adalet, basiret ve feraset gibi hasletler de yer alacaktır.

Yardımsever çocuklar yetiştirmenin yolları
Çok küçük yaştaki çocuklar, hatta iki yaşından küçükler özellikle annelerine ve diğerlerine de, yardımsever, cömert ve nazik bir tavır takınırlar. Bazı çocukların diğerlerine göre daha nazik ve şefkatli olduğu da doğrudur. Bir çoğumuz çocuklarımızın bu şekilde yardımsever olmalarını isteriz. Böyle bir çocuğa sahip olmak için aile ortamında aşağıda belirtilen değerlerin bulunması gerekebilir.

Sevgi dolu bir aile havası yaratma
Çocuklarını sevme, besleme, ve onlara destek olma gerekliliğine inanan ebeveynler, diğerlerine karşı daha düşünceli, daha anlayışlı, yardımsever çocuklara sahiptirler. Bu durum belki de çocuğun ailesine güvenle bağlılığından ve ebeveynin iyi huyundan dolayıdır. Ayrıca çocuğun sizin davranışınızı model olarak aldığından kaynaklanabilir. Çocuğunuz böyle iyi huya sahipse, başkalarına yardımda daha istekli olacaktır. Onun bu yönünü desteklemek gerekir.


Kurallar koymak ve nedenini açıklamak
Disiplinsiz çocuğun terbiyesi iyi olmaz, hafif otoriter aile tarzıyla çocuklar daha iyi yetişir ve gelişirler. Çocuklar kurallar ve standartlar hakkında kendilerine rehberlik edilirken açık olunmasını isterler. Bu da onların kendi güvenlerini kazanmalarına yol açar.
Eğer çocuk arkadaşına vurmak istiyorsa veya böyle girişimde bulunuyorsa, "arkadaşına vurursan onun canını acıtırsın" gibi uyarmanın yanı sıra, diğerlerine vurmamalısın diye belirgin bir şekilde kuralı da açıklamalıdır. Böyle davranan annelerin çocukları diğerlerine karşı daha sempatik ve yardımsever olurlar. Çocuğa niçin cömert ve yardımsever olmasının gerektiği duygusal olarak da açıklandığında, pek çok araştırmaya göre, çocuk daha düşünceli ve nazik olmaktadır:
Bütün aileler çocuğun neyi yapmaması gerektiğini söylemek için çok zaman harcarlar. Aslında önemli olan, niçin yapmaması gerektiğini söylemektir. Ayrıca, bazı olumlu kuralları da yinelemekte yarar vardır. Örneğin, sıkıntıları olan, işleri ters gitmiş bazı insanlara olunmalıdır gibi kesin kuralların sık sık yinelenmesi de çocukları yardımseverliğe götüren davranışlardır!


Yararlı görevler vermek
Ebeveyn çocuğunu, evcil hayvanlara bakmak, yoksul çocuklara vermek üzere oyuncaklar yapmak, veya kardeşine bir oyunun nasıl oynanacağını öğretmek gibi etkinliklerine; evde veya okul çevresinde karşılaşılan yardım gerektiren olaylara katılmalarına destek vermelidir. Bu tip davranışlara doğal olarak kalkışmayan çocuklarda özendirilmelidir. Bezende zorlanmaları gerekebilir. Fakat bu zorlama da ılımlı olmalıdır. Aksi halde ters tepki verebilir. Yardımsever çocuklar yetiştirmenin en belirgin yolu, onlarda görmeyi istediğiniz, cömert düşünceli, yardımsever davranışı, sizinde uygulamanızdır. Söylediğinizle yaptığınız arasında bir zıtlık olduğu zaman, sizin söylediğinizi değil, yaptığınızı taklit edeceklerdir. Eğer davranışınız söylediğinizi yansıtmıyorsa, sonuç yeterince iyi olmayacaktır.


Çocuğa konulan yasağın zamanı bilinmeli
Her ne kadar çocuğunuza örneklerle bir şeyler gösterip onu olumlu bir şekilde yetiştirseniz de hayır demek zorunda olduğunuz anlarda olacaktır. Çocuğunuz siz hayır dediğinizde o sırada ne yapıyorsa onun yasak olduğunu anlamalıdır.
Kesinlikle hayır denilmesi gereken 3 önemli durum örnek olarak verilebilir.
  • Çocuk kendine zarar verecek her hangi bir şey yapacağı zaman (fırın üzerindeki sıcak tencereye erişmek istemesi)
  • Çocuğun hareketleri başkalarına zarar verecekse (uyuyan bir bebeğin yanında yüksek sesle oynanması oyuncaklarını gürültüyle birbirine çarpması.
  • Çocuğun hareketi gerçek bir hasarla sonuçlanacaksa (mum boyalarını oturma odasının duvarlarına ve kanepelere sürmesi
Böyle durumlarda, hayır diyerek zıtlaşmaya gitmektense severek yapacağı başka bir etkinliğe dikkatini çekmek en idealidir.
Hayır demeye karar vermeden önce çocuğun niyeti iyice anlanmalı, gereksiz yere suçlayıcı olunmamalıdır. Çocuğa niçin hayır dediğinizi ve demediyseniz neler olabileceğini açıklamak gerekir.

Sözünüzün hemen dinlenmesi ve yerine getirilmesi tutarlı bir disiplin sağlamak

Çocuğunuzu disipline ederken önce doğru şeyi yaptırmak olanaksızdır. Çünkü onun doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etme gibi henüz mantıksal gücü olmadığı gibi dilediğini yapma isteği de çok kuvvetlidir.


Çocuklara ORUÇ Nasıl Sevdirilir?
Ramazan'da bir heyecan fırtınasına kapılan çocuklarımıza orucu, birçok ilginç etkinlikle sevdirebiliriz. Bu nasıl olacak diyorsanız, işte size 12 öneri:
Ramazan'da yeme içme, yatma kalkma düzeninin değişmesi, misafirliklerin ve misafirlerin yoğunlaşması, camilerin daha sık ve uzun süreli ziyaret edilmesi çocuklarda merakla karışık bir heyecanı beraberinde getirmektedir. İşte bu merakla karışık heyecan çocuklara ahlaki değerler kazandırmak, içinde yaşadığı toplumun kültürünü anlatmak ve benimsetmek, din ve dinî yaşayış hakkındaki algısını derinleştirmek anlamında anne-babalar için bulunmaz bir fırsat olmalı ve mutlaka bu kıymetli zaman dilimi değerlendirilmelidir. Peki bu konuda neler yapabiliriz?

1- İyi hazırlanalım:
Ramazan bize bir mesajla gelmektedir ve bu mesaj yeme içmenin ötesinde ruhi bir gelişim ve olgunlaşma mesajıdır.
2- Evimizi süsleyelim: Evimizi süsleyebilir, Ramazan'ın kaçıncı gününde olduğumuzu gösteren bir takvim hazırlayabiliriz.
3- Yaşayarak anlatalım: Çocuklar duyduklarından çok gördüklerini taklit ederler; yani kötü alışkanlıklarından mümkün olduğunca arınmış ve farklılaşmış bir birey olarak çocuklarımıza örneklik oluşturmalıyız.
4- Orucu teşvik edelim: Yaşlarına göre oruç tutmalarını güzel sözlerle ya da küçük hediyelerle teşvik edelim. Küçük yaştakiler birkaç saat da olsa oruç tutabilirler.
5- Huzuru hissetsinler: Oruçlu iken anne-babalarının daha anlayışlı ve kimseyi incitmeme konusunda hassas olduğunu gören çocuklar, terbiye eğitimini aktif olarak alacaklardır.
6- Ziyaretleri unutmayalım: Çocuklarımızla beraber akrabalarımızı, hasta ve muhtaçları ziyaret ederek sosyal yardımlaşmanın ve sıla-i rahimin sadece sözde kalmaması gerektiğini göstermiş oluruz.

7- İftar ve sahurları ailece yapalım: Oruç tutmasalar da iftar ve sahurlarda ailece sofraya oturmaya çalışalım. Sesli olarak dua etmeyi düzenli hale getirebilirsiniz.
8- Camilere götürelim: Bakın edebiyatçı Halit Fahri Ozansoy, babasının kendisini çocukluğunda Sultanahmet Camii'ne götürdüğü bir Kadir Gecesi'ni anlatıyor: "Çocuklukta böyle geceler, din duygusunun, Allah ve Peygamber duygusunun ruha derinlemesine işlediği gecelerdir. Babalar bunu bugün de düşünüyorlar mı? Ben, Kur'an'ın nâzil olduğu her Kadir Gecesi'nde o küçük yaşımın, o hayranlık ve iman dolu gecesini hatırlarım. Babam, bana bıraktığı bu kutsal hatıra ile mezarında daha rahat uyuyabilir."
9- Çocuk iftarları düzenleyelim ve çocuklarımızı ev sahibi yapalım: Oruçlulara iftar vermenin önemini ve sevabını çocuğumuza anlatarak, kendi akranlarını çağıracakları çocuk iftarları düzenleyelim ve çocuklarımızın daveti sahiplenerek misafirleri çağırmasını, sofrayı ve ikramları organize etmede sorumluluk almasını sağlayalım.
10- Yardım kutusu hazırlayalım: Bir yardım kutusunu çocuklarımızla beraberce hazırlayalım ve çocuklarımızdan birine yardım kutusunun sorumluluğunu vererek Ramazan boyu hem aile fertlerinin hem de misafirlerin yardım kutusuna katkıda bulunmasını sağlayalım.
11- Pano hazırlayalım: Evimizin güzel bir köşesine Ramazan'la ilgili bilgilerin, hatıraların, güzel söz ve yazıların yer alabileceği günlük yenilenen bir Ramazan panosu hazırlayalım ve sorumluluğunu çocuklarımız arasında paylaştıralım.
12- Albüm hazırlayalım: Ramazan boyunca yaşadığımız hatıralarımızın, resimlerimizin, okuduklarımızın vs. yer alacağı bir Ramazan albümü hazırlayalım.


"MAHREMİYET" Nedir? Çocuklara Nasıl Öğretilmelidir?
Dışarıda nasıl ki mahremiyetimizin sınırları varsa evimizde de mahremiyetin bazı sınırları olmalıdır. Odalara girerken kapı vurmak ve sesli olarak izin istemek, ev içinde de kılık kıyafetlere dikkat etmek gibi aile içinde mahremiyet sınırlarına özen göstermek hem tarafların birbirine hem de Yüce Mevlâ’ya saygının bir gereğidir. Ebeveynler bu mahremiyet anlayışını, başka bir ifade ile utanma (haya) duygusunu, küçük yaşlardan itibaren çocuklarına kazandırmakla yükümlüdürler. Çünkü sağlıklı bir mahremiyet duygusu geliştiren çocukların taciz riski daha azdır ve sağlıklı bir cinsel kimlik gelişimi için temel oluşturur.

Sağlıklı bir mahremiyet gelişimi için neler yapabiliriz?
Çocuğa ayrılmış olan odaya büyüklerin girerken kapıyı çalarak sesli olarak izin istemeleri çok önemlidir. Böylece çocuk, hem kendisine değer verildiğinin farkına varacak, hem de özel odalara girerken izin istenmesi gerektiğini büyüklerinden görerek öğrenmiş olacaktır.
Çocuğunuza 4 yaşından itibaren giyinirken bazı hususlara dikkat etmesini sağlayın. Özellikle misafirlerin yanında giyinilmemesi gerektiğini öğretin.
Odasında giyinen çocuğunuza kapısını ve penceresini kapalı tutmasını isteyin. Çocuğunuzun tuvaletteyken kapısını kapalı tutması gerektiğini, banyo veya tuvalete girmek istediğinde kapıyı mutlaka çalması gerektiğini öğretin.
Böylece banyo ve tuvaletin özel bir alan olduğu fikri kafasına yerleşecektir. Eğer çocuğunuz lazımlığa tuvaletini yapıyorsa dikkat edeceğiniz nokta, lazımlığı herkesin görebileceği bir yere koymamanızdır.
Çocuğunuza siz yatak odasındayken kapının vurulmadan girilmeyeceğini öğretin. “Ben giyiniyor olabilirim. Ve giyinirken yalnız kalmalıyım.” gibi açıklamalar yapabilirsiniz. Ancak, zaman zaman çeşitli nedenlerle geceleri yatak odanıza gelebileceğini düşünerek dikkatli olmanız gerekir.
Ev içi kıyafetlerinizde de dikkatli olmalısınız. Sizin kıyafetlerinize dikkat etmeniz çocuk için en iyi eğitimdir.
Mahremiyet anlayışını kazandırmaya çalışırken, zorlayarak, korkutarak katı bir disiplinle yaklaşmamaya dikkat etmelisiniz. Aksi takdirde ya söylenenin zıddını yapan ya da konuşmayan, özgüveni eksik bireyler karşımıza çıkabilir.
12. ayından sonra eğer çocuğunuzla beraber yıkanıyorsanız bunda mutlaka dikkat edeceğiniz hususlar olmalı. Çocuk kendi bedeniyle anne ve babasının bedeni arasında sınırlar olduğunu bilmelidir.

Her Çocuğun Gönlüne Bir Siluet Düşürmek
Zamanın sınırsız aralıklarından bir siluet düşüveriyor zihinlerimize. Karanlık zihin dünyamızın yol haritalarına ışık tutuyor sonra. Rotasız kalınan bütün güzergâhlardan ve çıkmaz sandığımız her sokaktan hikmetli sözleriyle alıp çıkarıyor bizleri. Bir siluet beliriyor düşüncelerimizde ansızın, bir çocuğun başını okşarken… Ve binlerce söylenecek söz arasında onun sözleri dökülüveriyor dudaklarımızdan: “Her ağacın bir meyvesi vardır, gönlün meyvesi da çocuktur.”
Ve çocuk olmak alabildiğine doğal, insanca… Bir tebessümün uğruna masallar dinlemek saatlerce. Saf, olabildiğine pervasız, ön yargısız bakmak kurallar bütününden oluşan dünyaya. Sonra sıkışmak yüzyılın gelgitleri arasına. Farkında olmadan sunulan yaşamı solumak bir nefeste. Dip dibe binalar arasında aramak düşleri. Sonsuz hayalleri sanal ortamlarda kurmak. Binlerce acabanın arasında temiz ve pembe rüyalar görebilmek. Ve yirmi birinci yüzyılda çocuk olmak...
Dimağları taptaze, yürekleri alabildiğince geniş, sınırların dar geldiği bir dönem çocukluk. Bir ömür boyu ayak izlerini taşıyacakları bir süreç. Evet ve hayırların belirginleşeceği bir yaşamın ilk tohumları burada atılacak. İşte tam bu noktaya güzel, erdemli, örnek bir siluet düşürmek lazım, inşa olunan körpe hayatlara. Doğru, emin, Muhammedî, mütebessim bir siluet…
Aydınlık bir ışık sunsun diye karar noktalarına. Yüzyıllarca öteden birini sevmeyi, örnek almayı öğrenirse bu yürekler, en yakınlarını, arkadaşlarını daha rahat ağırlarlar sevgi pınarının başında. Güzel şeylerle doldurulmuş testi misali, güzel şeyler sunarlar etraflarına. Sanal kahramanların her gün televizyon aracılığıyla pompalandığı çocukça yaşamlara, gerçek bir örnek, güzel bir yaşam ve imanla geçmiş bir ömrün parıltılarını sunmaktır asıl olan.
Güzel insan Peygamberimizi tertemiz yüreklerle buluşturup, can sularını onun öğretileriyle verebilmek sonra. Ahiret yurdunun basamaklarına her geçen gün yaklaşırken, O’nun sözlerinin ışığında bir yer tutabilmek ebedi âlemin sınırlarında. ''Cennette ferahlık ve sevinç evi denilen öyle gösterişli bir yer vardır ki, oraya yalnız çocukları sevindirenler girebilir."
Nebi’nin sözleri akarken hayatımıza Hasan ve Hüseyin’e olan muhabbet ve sabrı ısıtır içimizi. Çocuklarına olan yakınlığı şekillendirir ailenin sıcaklığını. Yeryüzünün çocukları ağlarken şu günlerde, uzaklardan bir söz gelir yakalar yüreğimizdeki sızıyı. "Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönüllerse, Cenâb-ı Hak ona Cennette memnun olacağı kadar nimet verir."(H.Ş) Ve nimet bahçelerinin anahtarını sunar bize sessizce…
Bir siluet düşer davranışlarımızın her noktasına. Terbiye etmek, şekil vermek için bir çocuğun kişilik tablosunu; hayırla süslemek, sevgiyle yapılandırmak ve sabırla karmak gerek kişilik hamurunu. Resulün hayatını önce kendimize, sonra çocuklarımıza düstur ediniyoruz. Ne zor iştir benlik denizinin gel-git lerini uyumlu ve hayırlı hale dönüştürmek. Zaaflarımızın üstünü hayırlı şeylerle örtebilmek. İlahi bir terbiyecinin elçisinden sınırlarımızı ve haddimizi öğrenmek. Ve bizden sonra açık kalacak olan hayır kapısı çocuklarımızı onun terbiyesiyle yetiştirmek. Öperken bile çocuklarımızı farkında olabilmek sevap deryasının yamacında dolaştığımızı. "Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beş yüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar." Çocuklarımız ve hayırlı ameller arasında bir köprü olabilmek için.

TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
20 Ekim 2011       Mesaj #2
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi
Muhterem Müslümanlar!
Her canlı varlık soyunun devamını ister ve bunun için gayret gösterir. Bu, canlının varlığını devam ettirebilmek arzusunun bir sonucudur. İnsan ise, canlı varlıklar içinde en mukaddes bir varlıktır ki; Allah Teala insan için “halifem” demiştir. İnsan da, neslinin devamı için üremek ihtiyacı olan, çoğalmak kendisine hoş gösterilen bir yapıda yaratılmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Allahü Teala Kuran-ı Kerimde şöyle
buyurdu:
“Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (câzip) gösterildi. Bunlar, sadece dünyâ hayâtının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allâh'ın yanındadır. (Ali İmran/14)”
İnsanoğlu, çoğalarak bununla gurur duyar. Lakin çocuğu hayırlı olmazsa evladıyla ilgili hayal ve arzuları anne ve baba için bir kabusa dönüşür. Hayatı zindan olur, üç günlük dünyada ağız tadıyla yiyeceği üç lokma zehir haline gelir.
Çocuğun hayırsız olması çocuğun kusuru mudur yoksa anne babanın kusuru mudur? Elbette anne ve babanın kusurudur.
Bu haftadan itibaren "çocuk terbiyesi ve eğitimi üzerine anne babaya düşen nedir?" Konulu bir kaç hafta sürecek hutbelerimiz olacaktır. Gönül ister ki bu hutbeleri bilhassa bayanlarımız da dinleyebilsinler veya bu hutbelerden haberdar olsunlar.
Buna neden ihtiyaç duydum? Almanya'ya geldikten sonra sayısını hatırlamıyorum ama, bir hayli nikah kıydım.
İtiraf edeyim ki, bunlar içinde yeni evlenecek olan çiftlere ait kıydığım nikah malesef iki adettir. Diğerlerinin tamamı başlarından bir iki evlilik geçmiş bay veya bayanların nikahı olmuştur.Yaşlarına bakıyorum; daha henüz evlenme çağında veya evlenme çağını biraz geçmiş. Bu kadar kısa ömür içinde bu kadar çok evlilik yapmak, her evliliği bir umut olarak görüp sonunda hüsrana uğramak, her seferinde tutunduğu dalın kopması, yaslandığı ağacın yıkılması bu gençleri çok kısa sürede tüketir, bunalıma sürükler. Çok ama çok tehlikeli bir gidişattır bu. Öyleyse ne yapmalıdır?
Meseleyi halletmek çocuklarımızı terbiye edecek metodları doğru bilmekten geçmektedir. Dünya elli yıl öncenin, yüz yıl öncenin dünyası değildir. Dünya, benim yaşımın, benden büyük yaşta olanların dünyası değildir. Dünya çocukların ve gençlerin dünyasıdır. Her şey onlara hitap etmektedir. Her şey ya onları çok iyi bir geleceğe hazırlamak için ya da yoldan saptırmak için icad edilmektedir.
Hz. ALİ R.A:
“Çocuklarınızı içinde bulunduğunuz çağa göre değil gelecek çağa göre eğitiniz” buyurarak devrim niteliğinde bir söz söylemiştir. Mevlana Celaleddin de: “Eskiye ait ne varsa söylendi cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım”diyerek çağını aşan bir altın öğütte bulunmaktadır.
Değerli Müslümanlar!
Anne babalar olarak zaman zaman meslek edindirme kurslarına çağırıldığımız ve gittiğimız olmuştur. Kadınların el işi beceri kurslarına, yemek kurslarına ilgi gösterdiği olmuştur. Ama çocuk eğitimi ve terbiyesi kurslarına katılmayı, veya böyle bir kursun açılmasını düşünüp istemeyi nedense hep lüzumsuz görmüşüzdür. Çünkü her anne baba eğitim ve terbiye konusunda kendisinin anne babasından gördüklerini aynen çocuğuna uygulaması durumunda meselenin hallolacağını düşünmektedir.. Lakin sonunda çoklarımızla hüsran yaşamışızdır.

Ancak aziz cemaat!
Hiçbir anne baba çocuğunun hayat yolunu çizemez... ANCAK ONA, KENDİ YOLUNU ÇİZECEĞİ BİR HARİTA VEREBİLİR iken bizler onun hayatını çizmeye kalkarız; bu yanlıştır.
Günümüzde insanlık, balığı, kuşu,köpeği, kazı, ördeği eğitirken kendi evladını terbiye edememekten şikayetçi ise bir yerlerde bir hata yaptığı muhakkaktır. Hata nerededir? Eğer telafi edilmezse vahim sonuçlar doğuracak olan, hatta sizlerin zaman zaman: “Neslimizi kaybediyoruz” diyerek yakındığınız bu tehlikenin telafisi var mıdır?
Büyük hükema Sadi Şirazi:
“Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, gelecekte koyun gibi güdülmesinler.”
diyor. Bir Batılı yazar ve düşünür de: “Çocuklar donmamış beton gibidirler; üzerlerine ne düşerse iz bırakır” demektedir. Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şöyledir:
“Anne babanın çocuğuna bırakacağı en iyi miras güzel terbiyedir.”
Peki ama güzel terbiye nedir ve nasıl olmalıdır? Günümüzde terbiye ve eğitimin ruhu aynı kalmakla birlikte metodları çok gelişmiştir. Değişmemiştir ama gelişmiştir. Her birerlerimiz bunları öğrenmeli ve yeni bir başlangıç yapmalıyız. Buna mecburuz.

Muhterem Müslümanlar!
Çocuk terbiyesi ve eğitimi, daha baba adayının evleneceği kızı seçerken dürüst, namuslu, dindar bir kız seçmesi, anne adayının da dürüst, namuslu ve karakterli, aynı zamanda dindar bir koca adayının teklifini kabulüyle başlar. İleride dünyaya gelecek olan çocuk ne annesinden utanç duymalıdır ne de babasından. Her ikisi de ahlak ve karakter bakımından mükemmel olmalıdır ki çocuk anne babasıyla gurur duyabilmelidir.
Baştan yanlış atılacak adımın faturasını önce çocuklarımız sonra da kendimiz öderiz. Çünkü hayat reçete edilemez. Her insan kendi doğruları ile yaşar. “Bana göre böyle” der. “Ben böyle gördüm” der. Asrımız bilgi asrıdır. Binlerce uzman, çocuk psikolojisi ve eğitimi üzerinde harıl harıl çalışma yapmakta, klinik taramalarda bulunmaktadır. Elbette her konuda, nasıl ki bilimin dediğinden şaşmıyorsak bu hususta da bilimin söylediklerine kulak vermemiz gerekmektedir.
Bizim Müslüman olarak yapacağımız, bilimin bize öğreteceği eğitim ve terbiye metodlarını İslami motiflerle süslemek, Hz.Peygamberin ahlakıyla güzelleştirmektir.

Muhterem Müslümanlar!
Çocuklarımızı arkadaşlarımız kadar bile tanıyamıyoruz. Maalesef onları tanımak için gayret sarf etmiyoruz. Halbuki her insan ayrı bir kişiliktir. Onun kendine ait bir dünyası vardır. Çocuklarımıza hitap ederken ona hoş gelecek, onu ürkütmeyecek dili çok iyi tesbit etmeliyiz.
Psikologlar ve eğitim uzmanları ana babayı üç gruba ayırırlar:
Birinci gruptakiler her zaman haklı olduklarını söyleyip güç ve otoriteleriyle çocuğu kurallara uymaya zorlayanlar, gerekirse ceza vermekle korkutan ve ceza verenler; ikinci gruptakiler çocuklarına fazla özgürlük tanıyan ve çocuğun ihtiyaçlarının yerine getirilmemesinin zararlı olduğuna inananlar; üçüncü gruptakiler ise bocalayanlar.
Bunların üçü de yanlıştır kıymetli anne babalar. Ne haklı olduğumuzu diretip çocuğu susturmak doğrudur, ne de ona aşırı özgürlük vermek doğrudur. Susuturulan çocuk ikna olmamıştır. Arzusu, isteği, problemi, sorusu cevaplammadığı için onu ertelemiştir. İlk fırsatta o arzusunu ortaya çıkaracaktır.
Mesela çocuğumuz bizden yaşına uygun olmayan veya bizim imkanlarımızı zorlayan bir istekte bulunmuşsa ona isteğini yerine niçin getiremediğimizi izah etmeli ve onu ikna etmeliyiz. “Sus” diyerek susturmak hem çocuğun bize olan güvenini sarsar hem de o istekten onu vazgeçirmez sadece erteler.
Aşırı özgürlük tanıdığımız çocuğumuz ise daha fazlasını ister. Özgürlüğün sınırı vardır ama isteklerin sınırı yoktur.
Kuran-ı Kerimde Allahü zülcelal Lokman Hakim'in oğuluna nasıl hitap ettiğini bize sunmaktadır: Lokman oğluna: “Yavrucuğum!” diye hitap etmektedir. Bir kaç örnek verelim:
Lokman, oğluna öğüt vererek:
Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.”
Gördüğünüz gibi Lokman hem gayet yumuşak bir hitap ile çocuğuna sesleniyor, hem ona bir konuda yasak koyuyor hem de niçin yasak koyduğunun gerekçesini söylüyor. Allaha ortak koşma çünkü bu durum büyük bir şirktir”diyor. Birbaşka örnek: “Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.”
"Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.”
Çocuk eğitiminde genellikle şu yanlışlar yapılmaktadır:
  • Emir vermek, yönlendirmek
  • Uyarmak. gözdağı vermek
  • Yargılamak ,eleştirmek, suçlamak
  • Aşırı derecede övmek
  • Ad takmak, alay etmek
  • Soru sormak, sınamak, çapraz sorgulamak
  • Sözünden dönmek oyalamak, konuyu saptırmak
Konunun uzmanları “Küçük çocuğunuza bir şey söylerken, diz çökerek onunla aynı hizaya gelmeye çalışın. Sizinle işbirliği yapmaya daha istekli olduğunu göreceksiniz.” Derler. “Küçük çocukların isteklerini küçük görmemeli”diye de bir söz vardır. Şimdi size bir annenin veya babanın çocuğuy lakonuşurken nasıl davranması gerektiği ile ilgili bir örnek sunmak istiyorum:
1- Çocuk: Bu yıl ki öğretmenimi hiç sevmedim.
Anne baba: Öğretmeninden hoşlanmadığın için düş kırıklığına uğramışsın
Çocuk: Evet öyle..

2-Çocuk: Yemek ne zaman hazır olur?
Anne: Acıkmışsın.Yemeğe kadar biraz yağlı ekmek ister misin? Baban gelmeden yemek yiyemeyiz. O da bir saati bulur.
Çocuk: İyi olur, biraz atıştırayım.

Örneklerde görüldüğü gibi buyurgan, yasaklayıcı bir konuşma yerine ikna edici ve yumuşak bir konuşma üslubu kullanılmaktadır.Buyurgan ve yasak koyucu konuşma tarzları çocuğu hırçın yapar. Bu hırçınlık çocuğun bütün davranışlarına yansır ve günün birinde hem anne babaya hem de çocuğa zarar verecek noktaya gelir.
Çocuklarımızın her isteğini yerine getirmek, onları aşırı derecede sevmek ve yanlışlarını doğru kabul etmek de kendilerine güven sağlamalarını önler. “Sadi Şirazi: “Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyiniz ki, ilerde koyun gibi güdülmesinler” der. Bu durum onları sevmek değildir.

Muhterem Müslümanlar!
Çocuklarımızın bizim ve onların geleceği için ne kadar önemli olduğunu geçen hutbelerimizde defaatle belirtmiştik. Ancak, çocuğumuzu sadece seviyor olmamız ona karşı ebeveynlik görevimizi yaptığımız anlamına gelmiyordu. Aksine çocuğunu seven bir ebeveyn’in sorumluluğu daha da artıyordu.
Küçük yaştan itibaren çocuklarımızın eğitimi ve terbiyesi ile ilgili yapmamız gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:
  • Çocuklarınıza temizlik alışkanlığı kazandırın, tırnağını kesmesini, dişlerini fırçalamasını, başka insanların yanında burnunu karıştırmamasını öğretiniz.
  • Nimeti veren Allah'a şükür etmesini, getirene de teşekkür etmesini öğretiniz.
  • Derslerine düzenli çalışmasını, tertip ve düzenli yaşamasını öğretiniz.
  • Çocuklarımıza öğüt vermektense örnek olmalıyız.
  • Çocuğunuza ilk dini bilgileri verirken asla “Allah'ı cezalandırıcı,çarpıcı,ateşte yakıcı bir varlık olarak” öğretmeyiniz. Çocuk,küçük yaşında cezalandıran bir Allah kavramına ısınamaz. Bunun yerine Allahımızın çocuğa verdiği sayısız nimetleri hatırlatıp onu sevdiriniz.
  • Çocuğunuzun sahip olmadığı özelliklere üzülmek yerine sahip olduklarına sevinmelisiniz.
  • Çocuklarınızla beraber kitap okuyunuz, gazete okuyunuz, onlara okumayı sevdiriniz.
  • Çocuklarınızla oynayın. Onların oynayabileceği ev içi veya dışı oyunlar oynayın. Bu oyunlarda da mutlaka çocuklarınıza yenilin. Çocuk yenile yenile yenmesini öğrenmez. Yenile yenile oyundan ilgisini keser.
  • Çocuğunuzun her yaşta anlattığını sıkıntıdan patlasanız bile can kulağı ile mutlaka dinleyiniz.
  • Çocuğunuzla iddialaşmayın. Yumuşak bir sesle: “Ben böyle düşünüyorum”deyin ve susun. Dediğinizi kabul etme ihtimali artar. (Hemen olmasa biraz sonra)
  • İletişim kişiye değil, kişiyle yapılır. Siz konuşurken çocuğunuz susup dinliyorsa boşa konuşuyorsunuz demektir.
  • Çocuğunuza düşünce ve duygularını ifade fırsatı verin. Cevap veriyor diye kızmayınız.
  • Çocuklarınızı spor, tiyatro gösterisi, diploma töreni gibi özel günlerinde yalnız bırakmayınız.
  • Alkol, ilaç ve kumar bağımlılığının hayatı felakete sürüklediğini, küçükyaştan itibaren, ortaya çıkan her fırsattan yararlanarak çocuğunuza anlatın. Bu konudaki gazete haberlerini beraber okuyun, zarar gören insanları çocuğunuza gösteriniz.
  • Sigara içen anne-babanın çocuklarının sigara içmeye daha eğilimli oldukları tesbit edilmiştir. Çocuğunuz büyüdüğünde sigara içsin istemiyorsanız asla yanında,evde,arabada sigara içmeyiniz.
  • Çocuğunuza verdiğiniz ve kulak asmadığını düşündüğünüz bir öğüdün onu nasıl etkilediğini bilmek istiyorsanız, kardeşine verdiği öğütleri dinleyiniz.
  • Kardeşi ile aralarında mesele çıktığında hemen müdahale etmeyin.Çözebilmelerine veya çözemiyorlarsa çatışmalarına sabır gösterin. İkisi de birşeyler öğreneceklerdir.
  • Çocuğunuz ders çalışmaya veya ödevini yapmaya başlarken ona yüreklendirici sözler söyleyin.
  • Çocuğunuz 13 yaşını geçtikten sonra, tatillerde günde birkaç saat çalıştırın. Kendinize ait iş yeriniz olsa bile,çocuğunuzun başkaları yanında çalışmalarına imkan hazırlayınız.
  • Ergenlik döneminin ilk yıllarından itibaren çocuğunuzu para kazanmaya teşvik edin. Gerekirse ücretini haberi olmadan siz ödeyin. Kazandığı tecrübe bütün hayatı boyunca işine yarayacaktır.
  • Çocuğunuzun istediği mesleği seçmesine izin veriniz.
  • Gerektiğinde çocuğa ceza da verilebilir. Çocuğa anne bir ceza vermişse baba,baba bir ceza vermişse anne asla çocuğa sahip çıkıp verilen bu cezayı boşa çıkarmamalıdır.
  • Ceza neyin yapılmayacağını söyler, ödül ne yapılırsa daha iyi olacağını gösterir. Mümkün olan her durumda ödülü tercih edin. Çocuğunuzu ilgilendiren bütün konularda kararı onunla birlikte veriniz.
  • Hangi yaşta olursa olsun, her fırsatta çocuğunuzun fikrini sorun.Çocuklarınızın yanlışlarını değil doğrularını yakalayınız.
  • Çocuğunuza iyi sözler söylemekten ve onu övmekten korkmayın.Şımaran çocukları hayat hizaya sokar.
  • Atalarımız:”Taç giyen baş akıllanır” demişler. Çocuğunuza küçük başarıları karşısında olumlu sıfatlarla yaklaşırsanız ona en büyük hazine olan kendine güven duygusunu kazandırırsınız.
  • Çocuğunuzun hatasını asla başkalarının yanında konuşmayın. Asla başkalarının yanında eleştirmeyiniz.
  • Kızgın olduğunuz bir sırada hayat dersi vermeye kalkmayınız.

Muhterem Müslümanlar!
Efendisinin villasına su taşıyan bir hizmetçinin suyu getirdiği yolun hep bir tarafının yeşilliklerle, çiçeklerle dolu olduğunu görenler bunun sebebini sorduklarında şu cevabı almışlar:
"Kuyudan su getirdiğim kovanın birini deldim. Gidip gelirken kovadan akan su yolun birtarafını gülistan haline getirirken diğer taraf çöl kaldı."
Büyük Kuran Tefsir alimi Fahrettin Razi ilim ve terbiyenin önemini şöyle vurguluyor:
Maliki Mezhebinin dışında kalan üç mezhep köpeği “necisü’layn pis” kabul eder. Evlerde bulundurulması doğru değildir. Ancak köpek “kelbimuallem” olursa yani kendisine av avlama ve çobanlık öğretilirse temiz sayılır; ağzına alıp getirdiği yenir, sürtünüp dolaştığı yerler temiz kabuledilir.
Fahreddin Razi:
“Bir köpek bile ilim ve terbiyeden bir iki şey öğrenince pis olmaktan çıkıyor ve insanlar nezdindeki değeri ne kadar yükseliyorsa, insan iyi terbiye edilir ve eğitilirse artacak değerini varın siz düşünün.”
diyor. Demek oluyor ki; şu evlerimizin sokaklarımızın, tüm İslam memleketlerinin temizlenebilmesi için daha çok eğitime ve terbiyeye muhtacız.
Hutbemizi yüce Allah'ın ayetinin anlamıyla bitirelim:
Onlar ki; Rabbımız, eşlerimiz ve çocuklarımız hususunda gözümüzü aydın kıl, bizi müttakilere imam yap, derler. (Furkan Suresi)

TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
20 Ekim 2011       Mesaj #3
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi
Engelli Çocuk, ALLAH'ın Özel Emaneti
ALLAH'ım ben ne günah işledim? Bu bize bir ceza mı? Bu çocuk benim olamaz, görmek istemiyorum…”
Bu isyan dolu ifadeler dinin sınırları dışına çıkmaya kadar götürür insanı. Ancak kimi zaman dokuz aylık zorlu hamilelik sürecinden sonra engelli bir çocuk dünyaya getiren bir annenin ağzından dökülür bu cümleler. Kalbi böyle demese de o an yaşadığı üzüntüyle dili söyler. ölünceye kadar bebek kalacak, bakıma muhtaç bir çocuğa sahip olma gerçeğiyle yüzleşen her kadın başlarda bu durumu kabullenmek istemiyor. O kadar ki, bazı anneler çocuğunun bu özel durumundan kendisini sorumlu tutuyor. Yaptığı bir hata sonucunda ya da hamilelik dönemindeki ihmaller yüzünden engelli bir çocuk dünyaya getirdiğini düşünüyor. Yaşanan ilk şoku atlattıktan sonra evladını kucağına alan, onun sıcaklığını yüreğinde hisseden her anne zamanla yavrusunu kabulleniyor, hatta bütün hayatını çocuğuna adıyor.
Engelli çocukla ilgilenmek, bakımından yetiştirilmesine kadar her şeyini üstlenmek diğer çocuklardan daha zor şüphesiz. Annelerin yaşadıkları zorluklar da ortada. Bağışıklık sistemi oldukça zayıf olan bu çocuklar daha sık hastalanıyor. Ayrıca, sağlıklı büyüyen çocuklar birçok şeyi belli bir yaştan sonra annelerinden bağımsız olarak yapar hale gelmelerine rağmen engelli bir çocuk ömür boyu annenin kontrolü altında ve ona bağımlı yaşamak zorunda kalıyor. Bazen babalar çocuğu kabullenmiyor, yemek yemesinden bakımına, temizliğine kadar bütün sorumluluğu anneye yüklüyor. Ayrıca, evdeki diğer çocuk, anne babasının engelli kardeşine olan ilgisini kıskandığında psikolojisi olumsuz etkileniyor. Burada dengeyi kurmak yine anneye düşüyor.

Engelli çocuk ailelerinin sosyal hayatla ilişkisi azalıyor
Engelli çocuğu olan annelerin birçoğu mutsuz ve kendi halinde yaşıyor, hatta çevresiyle ilişkisini koparıyor. Kimi ebeveynler çocuğunun iyileşmeyeceğini düşünürken, inancını muhafaza eden aileler evladının durumu ne kadar ağır olursa olsun ileride normal bir çocuk olacağı umudunu taşıyor. Ailelerin en büyük korkuları ise onlar öldükten sonra çocuklarının akıbetinin ne olacağı. Uzmanlar, hayatın bir imtihan, her derdin bir sabrı ve mükafatı olduğu inancını taşıyan anne babaların bu durumu daha çabuk kabullendiklerini söylüyorlar.
Sebahat İnan ve Havva Işık Tepe engelli çocuk sahibi birer anne. Ev hanımı Sebahat İnan, 15 ve 8 yaşlarında iki erkek çocuk annesi. Her iki oğlu da sağlıklı dünyaya gelmiş. Lisede okuyan büyük oğlunun sağlık problemi yok. Küçük oğlu Mücahit Furkan ise altı aylıkken yakalandığı Hipoplazi (Beyin dopları arasında açıklık) hastalığıyla savaşmaya devam ediyor. Sebahat Hanım, aynı zamanda ailesinin tek evladı. Bir yandan annelik, diğer yandan da evlatlık vazifelerini yerine getirmeye çalışıyor. Biri sağlıklı, diğeri engelli iki çocuğuna sevgi ve şefkatini eksiksiz verirken, 35 yıldır şeker hastası olan, gözleri görmeyen annesinin bütün hizmetini üstlenmiş.
Mücahit Furkan, sekiz yıl önce gözlerini dünyaya sağlıklı bir bebek olarak açar. Altı aylık oluncaya kadar çok nadir hastalanır. 17 Ağustos depremi, İnan ailesinin ve minik Mücahit Furkan’ın yıllarca sürecek hastalığının başlangıcı olur adeta. Depremden üç gün sonra, henüz altı aylık olan Mücahit Furkan’da aşırı mide bulantısı başlar. İnan ailesi, midesine giden her damla sütü geri çıkaran minik yavrularını hemen hastaneye kaldırırlar. Doktorlar bebeğin midesini üşüttüğünü, korkulacak bir durum olmadığını belirterek, hafif ilaçlarla aileyi eve gönderir.
Ancak, ilerleyen günlerde Furkan’ın durumu daha da kötüleşir. Artık, ne anne sütünü kabul eder ne de mamasını yer. Evlatlarının hastalığı karşısında iyice çaresiz kalan anne baba tekrar hastaneye koşar. Tahliller yeniden yapılır ancak sonuçlar gene normal değerlerde çıkar. Bulantısı devam eden minik yavru, uzun araştırmalar sonrasında teşhis konulamadan yeniden evine gönderilir. Doktorların yapacak bir şey olmadığını söyledikleri Mücahit Furkan’ın beslenmesi tamamen durur. Verilen ilaçlar ise mideye inmeden geri gelmektedir.
Bu durum bir yaşına kadar devam eder. Evlatları elleri arasında günden güne eriyen İnan ailesi mücadeleye devam eder, her hastaneye gider, her doktorun kapısını çalar. Furkan bir yaşına geldiğinde özel bir hastanede tedavi altına alınır ve verilen ilaç sayesinde mide bulantısı durur ancak, artık yeme alışkanlığını kaybetmiştir. Sebahat Hanım, bir yaşındaki oğlunu, bebek maması ve bitki çaylarıyla beslemeye başlar. Oğlu, artık ne konuşabiliyor ne de emekleyebiliyordur. Büyümesi de durur.
İnan ailesi evlatlarının hastalığının ne olduğunu öğrenmek için mücadeleyi bırakmaz. Furkan iki yaşına geldiğinde çekilen beyin MR’ıyla hastalığın adı konur: Beyin dopları arasında açıklık vardır. Aile bir kez daha yıkılır. Doktorlar yapılacak fazla bir şey olmadığını söylese de, onlar “ALLAH’tan ümit kesilmez” diyerek tedaviye devam ederler. Furkan, altı ay boyunca İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde fizyoterapi ve özel eğitim alır. Tedaviye cevap veren Furkan 2,5 yaşına geldiğinde emeklemeye başlar. Mücahit Furkan, şu an sekiz yaşında. Üç yaşından beri Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde fizyoterapi ve özel eğitim görüyor. Annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, etrafındakileri algılayabiliyor, kısmen de olsa şikayetini dile getirebiliyor.
“Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama inşALLAH cennet-i alada koşacak”
Sebahat Hanım, hiçbir zaman umudunu yitirmeyen annelerden. Oğlunun sağlığına kavuşması için bir yandan dua ediyor, diğer yandan sebeplere sarılarak şifayı ALLAH’tan bekliyor. 35 yıldır şeker hastası olan annesinin hizmetini de eksiksiz yapmaya gayret eden vefakar kadın, dört yıl önce alzheimer hastalığına yakalanan babasına da evlatlık vazifesini yerine getirmiş.
“Bir evde üç hasta vardı” diyen Sebahat Hanım, o günleri şöyle anlatıyor: “Mücahit Furkan üç yaşındayken, babam alzheimer hastalığına yakalandı. Şeker hastası olan ve gözleri görmeyen annem dolaşım bozukluğu nedeniyle ameliyat oldu. Hastanede annemin yanında kalıyor, bir yandan da babamın hizmetini yapıyordum. Bu arada Furkan’la da ilgileniyordum. Babam üç yıl yaşadı. Üç yıl üç hasta bezledim. Çok zor günlerdi ama ALLAH’a sığınarak atlattım. Annem benim yanımda ve bakıma muhtaç. Ben annelik ve evlatlık vazifeleriyle imtihan edildiğimi bilerek inancımla görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum. Hayır ve şer ALLAH’tan gelir. Oğlum bu dünyada yürüyemiyor ama insaşALLAH cennet-i alada koşacak.”
Engelli çocuk annelerinin her duyguyu daha yoğun yaşadığını belirten Sebahat Hanım, zorlukların kendisini daha sabırlı ve şükür sahibi bir insan yaptığını söylüyor.
“İnancım beni huzurlu kılıyor.”
diyen Sebahat Hanım,
“Eskiden olumsuz baktığım her şeye artık olumlu bakıyorum. Şefkatim ve merhametim daha da arttı. Furkan’ın ve annemin rahatsızlığı nedeniyle sosyal hayatım tamamen durdu. Beş yıldır kimseyle görüşemiyorum. Yalnız, oğlumun tedavisi ve alışveriş için dışarı çıkabiliyorum ama her zorlukta ebedi alemi gözümün önüne getiriyorum. Çünkü bu dünyada çekilen her derdin sabrı ve mükafatı olduğuna inanıyorum.”
şeklinde konuşuyor.

Doktorlar beş yıl ömür biçti, ancak Acar şu an yedi yaşında...
“Ben ve oğlum Acar, Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail gibiyiz…”
Havva Işık Tepe, doğuştan engelli oğlu Acar’ı hayata bağlayabilmek için verdiği mücadeleyi bu sözlerle anlatıyor. Doktorların,
“Yalnız karaciğeri sağlam, yürüyemez, dört yaşında gözlerini kaybeder, beş yaşında bu dünyadan ayrılır”
dediği Acar şimdi yedi yaşında. Havva Hanım, doktorlar kadar çabuk pes etmemiş ve yedi yıl boyunca İnşirah suresini dilinden ve kalbinden düşürmeden, ALLAH’a sığınarak, oğluna bir damla hayat suyu bulmaya çalışmış. Eşinin akrabası Yeliz altı yıldır Havva Hanım’ın yanında olan tek insan. Hayatta yapabileceği en güzel hizmetin Acar’ın yanında bulunmak olduğunu düşünerek ailesini ve eğitimini bırakıp, Tepe ailesinin evine taşınan genç kız tek destekçileri.
“Yeliz, bedenimin ve ruhumun diğer yarısı”
diyor Havva Hanım.
Şimdiler de Üsküdar Belediyesi özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’nde haftada üç gün fizyoterapi ve özel eğitim gören minik Acar 2000 yılında dünyaya gelir. Hamilelik döneminde sık sık yapılan kontrollerde doktorlar bazı problemlerden bahseder, ancak bunların önemsiz olduğunu söylerler Tepe çiftine. Dokuz ay süren heyecanlı bekleyişin sonunda doğum gerçekleşir. ALLAH’ın bir hediyesi olan evladını kucağına almayı hayal eden ve sabırsızlanan anne, doktorların “Bir oğlunuz oldu ancak yalnız karaciğeri sağlam, kalbinde ciddi problem var. Kontrollerde fark edemedik” sözleriyle yıkılır. Evladı bir kuvözde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Her şeyin ALLAH’ın takdiri olduğunu bilen acılı anne o zor günlerde Lokman suresi 34. ayetinden güç alır:
“Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca ALLAH katındadır. O, yağmuru indirir, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz ALLAH hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır”
ayet-i kerimesi karanlık günlerinde yolunu aydınlatır. Günler sonra hastaneden çıktıklarında minik Acar’ın emme-yutma yeteneği yoktur.
Havva Hanım pes etmez; doktorlardan bebeğin beslenmesi ile ilgili bilgi alır, hastane hastane dolaşır, oğlunun yaşaması için elinden gelen bütün çabayı harcar. İstanbul’daki bütün üniversite hastanelerinde yapılan araştırmalar sonucunda Acar’a beyin felci tanısı konur. Oğlu hiç iyileşmeyecek, bir ömür boyu kendisine bağlı yaşayacaktır. Havva Hanım kendini oğlunun yerine koyarak onun her yaptığı hareketi yapmaya çalışır, onu daha iyi anlayabilmek ve dünyasına girebilmek için onun gibi yaşamaya başlar. Acar’ın içinde bulunduğu durumu çözebilmek için oğlu gibi bakar, onun gibi oturur, onun gibi hareket eder. Oğlunun adeta kulağı, gözü ve dili olur. Beş yıl ömür biçilen minik Acar 5,5 yaşından beri annesinin desteğiyle yürüyebiliyor, yemeğini yiyebiliyor. Acar’ın bir de dört yaşında erkek kardeşi var. Oldukça sağlıklı bir çocuk olan Efe, ağabeyi Acar’ı adeta küçük kardeşi gibi koruyor, onunla oyunlar oynuyor.
“Oğlumu en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim”
Halkla İlişkiler Uzmanı olan Havva Işık Tepe, Acar’ın doğumundan sonra iki yıl engelli çocukların annelerine danışmanlık yapar. İkinci oğlu dünyaya geldikten sonra mesleğini bırakarak, hayatını, biri sağlıklı diğeri engelli iki oğluna adar. Yoğun tedavi sürecinde maddi sıkıntılar içine düşünce, iki yıl önce, takı tasarımcısı olan komşusundan takı yapmayı öğrenir. Havva Hanım iki yıldır bir yandan çocuklarına bakıyor diğer yandan takı tasarımcılığı yaparak eşine maddi destek olmaya çalışıyor. İnancını hiç kaybetmediğini, yaşadığı zorlukların kendisini ALLAH’a daha da yaklaştırdığını belirten Havva Hanım,
“Her zorlukta bir kolaylık vardır. İnsan hayata nasıl bakarsa hayat ona o şekilde dönüyor. Bakmasını bilmek lazım”
diyor. Çocuğunu kendisinin olduğu için sevmekten öte ALLAH’ın emaneti olarak gördüğünü anlatan cefakar anne şöyle devam ediyor:
“Acar bana ALLAH’ın özel bir emaneti. Ben o emanete sahip çıkmalıyım. Onun sorumluğu bana verildi. Hz. Hacer gibi evladıma su bulmalıyım. ALLAH’ın verdiği ömrü ona en iyi şekilde yaşatmak anne olarak benim görevim. Biraz içgüdüsel biraz bilgiyle hareket ediyorum. Acar sayesinde sabretmeyi öğrendim. ALLAH’a olan inancımı asla kaybetmedim. Ona dayanarak yola devam ediyorum.”

İslam Dinine göre Çocuk Hakları
İslam dinine göre çocuğun bazı hakları vardır. Bu hakların başlıcaları şunlardır:

1- Himaye, Bakım ve beslenme
Yaşamak her insanın en tabii hakkıdır. Dünyaya gelen bir çocuğun bu haktan yararlanabilmesi gerekir. Hadis-i Şerif’de Peygamber Ef. (S.A.V) Şöyle buyuruyor:
« كُلُّكُمْ راعٍ ، وكُلُّكُمْ مسئولٌ عنْ رعِيَّتِهِ ، والأِمَامُ رَاعٍ ، ومسئولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، والرَّجُلُ رَاعٍ في أَهْلِهِ ومسئولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، والمرْأَةُ راعِيةٌ في بيْتِ زَوْجِهَا ومسئولة عنْ رعِيَّتِهَا ، والخَادِمُ رَاعٍ في مالِ سيِّدِهِ ومسئولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ ، فكُلُّكُمْ راعٍ ومسئولٌ عنْ رعِيتِهِ».
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlunuz.” [3]
Maddi ya da sosyal endişelerle çocukların hayatlarına kıyılması, cahiliye döneminde özellikle kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi adetine karşı İslam’ın getirdiği tedbîr ve uygulamalar, kız çocuğunun bakım ve himayesine daha fazla önem verilmesi sonucunu doğurmuştur. Hz. Peygamber’in bazı hadisleri, kız çocuğu yetiştirmenin büyük ecir ve sevabını dile getirir. Çocuğun maddi-manevi ihtiyaçlarının mümkün olan en iyi şekilde karşılanmasından ve yetiştirilmesinden birinci derecede baba sorumludur. Çocuğun bakımı, beslenmesi ve eğitimi ise ana vasıtasıyla gerçekleşir.

2- Güzel İsim
Çocuğa, büyüdüğü zaman kendisinin de beğenebileceği hem lafızca hem de anlamca güzel bir isim verilmelidir.

3- Güzel terbiye
Çocuğun sağlam kişilikli, bilgili, faziletli, sanat ve hüner sahibi, iyi bir insan, iyi bir Müslüman olarak yetişmesi için her türlü gayretin gösterilmesi gerekir.

4- Eşit Muâmele
Yakup Peygamber’in çocuklarına, özellikle. Hz.Yusuf’a olan sevgisi buna en güzel örnektir. Yani her şeyde (özellikle sevgide de) eşit olmamız gerektiğinin açık bir kanıtıdır. [4]
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır.
Çocuklar arasında herhangi bir şekilde ayırım yapmak son derece yanlış hem de sünnete aykırıdır. Özellikle cahiliye dönemi kalıntısı olan, kız çocuklarını aşağı ve değersiz görme ve onları bazı haklardan mahrum bırakma, İslam’da son derece çirkin kabul edilen ve yasaklanan bir davranıştır. Tam aksine, kız çocuklarının haklarına öncelik vermek hususunda Hz. Peygamber’in ısrarlı tavsiyeleri ve vardır.
اتَّقُوا اللَّه وَاعْدِلُوا في أَوْلادِكُمْ
"Allah'tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli davranınız"
5- Evlendirme
Bülûğ çağına ulaşan ve evliliğin gereklerini yerine getirebilecek durumdaki çocukların evlendirilmesi gerekir. Mazeretsiz olarak bunun geciktirilmesinin doğurabileceği olumsuz sonuçlardan Ana-Baba dini bakımdan sorumlu sayılır.Haklar ve görevler karşılıklıdır. Çocuğun Ana-Babası üzerinde hakları olduğu gibi; kendisini dünyaya getiren, besleyip büyüten ve sayısız fedakarlıklarla yetiştirip, eğiten Ana ve-Babasına karşı görevleri de vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in Nisa süresi 36. âyetinde Allah Teâla şöyle buyuruyor:
وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً
“Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana-Babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip övünenleri elbette sevmez.” [5]
Çocuklarımız geleceğimizdir. Onun için çocukların iyi eğitilmeleri, manevi değerlerle donatılmalarının sağlanması, sosyal kişilik kazanmalarının yanısıra; olumlu bir kişiliğe sahip olup anne babasına, akraba ve komşularına, ülkesine ve milletine, el-hasıl insanlığa yararlı birer birey olması için elden gelen gayret gösterilmelidir.
Rasûlüllah (s.a.s) herkesi çocuklarını öpmeye teşvik ederdi:
"Çocuklarınızı öpün, zira her öpücük için size, Cennet'te bir derece verilir. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve bunu sizin için yazarlar."Torunlarını öpen Rasûlüllah (s.a.s)ı Akra b. el-Hâbis yadırgayıp Rasûlüllah'a şöyle demişti:
"Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim." Rasûlüllah (s.a.s) "Merhameti olmayana merhamet edilmez." cevabını vermişlerdir. [6]
Çocuklarımıza güzel muâmele yapmalı, onları güzelce eğitmeli, geleceğe güzel hazırlamalıdır.
Hz. Ali (k.v) :
“Sizler; çocuklarınızı bulunduğunuz zamana göre değil, onların bulunacağı zamana göre yetiştiriniz.”
buyurmuştur.
Çocuklarla ilgilenip onları geleceğe hazırlamak her ana-babanın arzusudur. Onların inancı, ahlakı, eğitimi gelecek için yapılan en güzel yatırımdır. Çocukların, hayatı ana-babaları ile birlikte, aktif bir şekilde yaşayarak tanımaya ihtiyaçları vardır. Ana-baba güzel örnek olup onları hayata hazırlamalıdır.
Ne mutlu O kimselere ki ; arkalarında sâlih ameller işleyen, ana-babalarının derecelerini yükseltecek hayırlı evlatlar bırakanlardır...


İlhami TEMEL

[3] Riyazü’s-Salihin, Profr.Y.Kandemir,İ.L.Çakan,R.Küçük,
[4] İslam ve Çocuk, Profr.B.Bilgin
[5] Nisa, 4/36
[6] Buhari, Edep, 18

Benzer Konular

11 Nisan 2012 / asla_asla_deme Müslümanlık/İslamiyet
22 Kasım 2010 / Daisy-BT Müslümanlık/İslamiyet
17 Ocak 2013 / nötrino Müslümanlık/İslamiyet
27 Temmuz 2011 / _Yağmur_ Müslümanlık/İslamiyet
15 Temmuz 2011 / _Yağmur_ Müslümanlık/İslamiyet