Kadının Geçimsizliği Durumunda Başvurulacak Çareler
Cenab-ı Hak, Nisa Sûresi'nin 34. âyetinde; kasıtlı olarak evlilik hukukunu ihlâl etmek sûretiyle ailede problem çıkaran kadınları ıslah etme adına başvurulacak çareleri bildirmiştir. Bunlar sırasıyla; nasihat etme, vazgeçmezlerse onları yatakta yalnız bırakma ve ıslah adına bu da yeterli olmazsa onları hafifçe dövmedir. Dinî ahkâmın istinbat edildiği birinci kaynak olan Kur'an-ı Kerîm'de kadınlarla ilgili böyle bir hükmün bulunması öteden beri münazaa mevzuu olmuştur. Hususiyle günümüzde sanki aile içindeki şiddet vak'alarının ortaya çıkmasına sebep bu âyetmiş gibi düşünen bazı kimseler, durumu tashih adına şaz ve zorlama yorumlara başvurmak zorunda kalmışlar; daha başkaları da bu hususu İslâm'a saldırmak için bir gerekçe gibi göstermeye çalışmışlardır. Aslında söz konusu âyet-i kerîme mânâ bütünlüğü içinde ele alınsa, seçilen kelimeler üzerinde durulsa, sonra da âyet-i kerîmede mücmel bırakılan hususları tefsîr ve tebyîn eden diğer âyet-i kerîmeler ve ilgili hadîs-i şerîfler esas alınarak meseleye yaklaşılsaydı, tenkide mahal olmadığı görülürdü.
Konuyla alâkalı âyet-i kerîme şu şekildedir: "Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O hâlde iyi kadınlar: İtaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Serkeşliğe yüz tutan kadınlara gelince: Onlara evvelâ öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün! Şâyet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve yegâne büyük olan Allah vardır.
Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah Alîm ve Habîr'dir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır.)" (Nisa Sûresi, 4/34–35)
Ailede Şefkat ve Merhametin Esas Olması
Zikri geçen bu âyet-i kerîmelerde bir aile düzeninin kurulması ve bunun devam ettirilmesine yönelik açıklamalar vardır. Diğer tedbirlerin yanında söz konusu edilen kadınların dövülmesi meselesi ise, bozulmaya yüz tutmuş aile nizamını korumaya vesile olması adına başvurulabilecek son çare olarak zikredilmiştir. Yoksa burada ne mutlak mânâda kadınların dövülmesi emredilmekte ne de mutlak mânâda buna müsaade edilmektedir. Eğer böyle olmuş olsaydı, bu âyet-i kerîmenin Kur'ân'ın diğer âyetleriyle ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) birçok mübarek beyanlarıyla tearuz hâlinde bulunması icap ederdi. Zîrâ Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de, karı ve koca arasında sevgi ve şefkat var ettiğini (Rum Sûresi, 30/21) ve kadınların kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca teminat aldıklarını söylemekte (Nisa Sûresi, 4/21); bunun yanında kadınlarla hoşça ve güzelce geçinmeyi (Nisa Sûresi, 4/19), boşanırken bile güzellikle ayrılmayı emretmektedir. (Talak Sûresi, 65/2) Başka bir âyet-i kerîmede ise Cenab-ı Hak düşmanlık eden bazı eşler olabileceğini ve bunlardan sakınılması gerektiğini hatırlattıktan sonra şu tavsiyede bulunmuştur: "Ama affeder, kusurlarını örter ve bağışlarsanız, bilin ki Allah (celle celâlühü) çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Tegâbun Sûresi, 64/14)
Hadîs-i şerîflere baktığımızda da kadınlara karşı güzel muameleyi emreden birçok nassla karşılaşırız. Bunlardan bazıları şu şekildedir: "Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır. İçinizde eşlerine karşı en iyi davrananız da benim." (İbn Mâce, Nikâh 50); "İman açısından en mükemmel mümin, ahlâkı en iyi olan mümindir. Sizin en hayırlınız da hanımlarına karşı hayırlı olanlardır." (Tirmizî, Radâ' 11); "Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?" (Buhari, Nikâh 93); "Bir kimse hanımına kin beslemesin. Hanımının bir huyundan hoşlanmamışsa, pekâlâ beğeneceği başka (iyi) huylar vardır." (Müslim, Radâ 61)
Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselâm kadınlarla alâkalı bu tavsiyelerinin yanı sıra onlara karşı muameleleriyle de bu konuda bize kudve-i hasene olmuştur. Hz. Aişe Validemiz'in naklettiğine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçisine asla vurmamıştır. (Müslim, Fedâil 79) Kur'an ve Sünnet'i çok iyi anlayan sahabe efendilerimizin kadınlara karşı genel tavırlarını yansıtan Hz. Ömer'in (r.a) şu sözü de meseleye vuzuh kazandırmaktadır: "Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara söz söylemekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık." (Buhârî, Nikâh 81) Burada çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki; ailede esas olan; eşlerin birbirlerine karşı mürüvvetli davranmaları, karşılıklı muamelelerinde şefkat ve mülâyemeti esas almaları ve böylece aileyi Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirmeleridir.
O hâlde bir kere daha ifade edelim ki, yukarıdaki âyet-i kerîmede ele alınan öncelikli mesele İslâm'da kendisine büyük önem verilen aile müessesesinin korunmasıdır. Aynı şekilde burada dövülmesine müsaade edilen kadın da alelade bir kadın değil, nasihatten anlamayan, yatakta yalnız bırakmanın bile fayda etmediği, kocanın bütün ıslahçı tavırlarına karşı ayak direten ve hâlâ serkeşliğini, kocaya karşı isyanını ve daha başka kötü hâl ve tavırlarını devam ettiren naşize bir kadındır. Dolayısıyla kadınlara karşı kötü muamelede bulunmama önemli bir maslahat olsa da, bozulan aile düzenini yeniden ıslah etme daha büyük bir maslahat olduğundan, geçici ve ârızi bir durum olarak belli prensipler dâhilinde, daha başka yeni arızalara sebebiyet vermeden te'dip için naşize kadınların hafifçe dövülmelerine ruhsat verilmiştir. Ve bu ruhsat da kendisine en son ve mecburen başvurulacak bir ruhsattır. Buradaki maksat, kadının canını acıtmak veya ona eziyet etmek değil, onun onur ve gururunu harekete geçirerek girdiği yanlış yoldan geri dönmesini temin etmektir. Bunun için de asgari ölçü neyse o uygulanmalıdır. Yoksa kadının yüzünü gözünü morartacak şekilde onu dövmek, hedef ve maksadı belirsiz, dinen tecviz edilmesi mümkün olmayan hoyratça, cahilce ve insanlık dışı davranışlardır. İşkence, eza, cefa ve intikam hissiyle eşlerini döven insanların Allah katında yaptıklarından mesul olacaklarında ise şüphe yoktur.1
Saliha Kadınlar
Cenab-ı Hak, âyet-i kerîmenin başında kadına nazaran daha dayanıklı ve güçlü olduğu ve aynı zamanda ailenin nafakasını temin ettiği için erkeğin kadın üzerinde kavvâm olduğunu söylemiştir. Ardından aile hayatı içinde yer alan kadınlar saliha ve naşize şeklinde ikiye ayrılarak, saliha kadınların itaatkâr ve kocalarının yokluğunda onların haklarını koruyan kimseler oldukları ifade edilmiştir. Daha sonra ise nüşuzlarından korkulan kadınlar için takip edilecek yol ve yöntem açıklanmıştır.
Âyet-i kerîmenin başında erkeğin kadın üzerinde yönetici olduğunun ifade edilmesiyle erkeğin omzuna ailenin kıvamını sağlama mükellefiyeti yükleniyor. Merhum Elmalılı, âyette geçen "kavvâmun" tabiriyle, erkeğin kadına hâkimiyetinin bildirildiğini, fakat bu hâkimiyetin keyfemâyeşâ bir hâkimiyet olmayıp, hizmetle beraber olan bir hâkimiyet olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla âyet-i kerîme, bir taraftan erkeğin fadlını ifhâm ederken, diğer taraftan da kadının kıymet ü faziletine işaret etmiştir.2 Şöyle de diyebiliriz. Erkeğin ev reisi olması hukukî bir payedir ve daha ziyade ev yönetimiyle ilgili bir husustur. Yoksa ahlâkça, faziletçe veya insaniyetçe üstün olmakla ilgili değildir.3 Zîrâ üstünlük takva iledir.
Evet, serkeşlik yapan ve kocasına karşı başkaldıran kadını tedip etme adına ifade edilen yöntemleri kullanma hakkının meşruiyeti de aslında daha baştan ifade edilmiş oluyor. Daha sonra Cenab-ı Hak: فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللهُ buyurmak sûretiyle saliha kadınların sahip olduğu iki hususiyetten bahsetmiştir. Bunlar; itaatkâr olmaları ve kocalarının gıyabında onların haklarını korumalarıdır. Buradaki lâfızlar isim cümlesi şeklinde gelse ve haber kipiyle ifade edilse de, aslında kadınlara yönelik birer emirdir.4 Bu ifadeyi: "Eğer saliha birer kadın olmak istiyorsanız şu özelliklere sahip olun." şeklinde de anlayabiliriz.
Evli bir kadın ya kocasının yanındadır veya ondan ayrı bir yerdedir. Saliha diye vasıflandırılan kadının her iki hâlde de sahip olması gereken hususiyetler ifade edilmiştir. Kocasının yanında olduğu zaman ona karşı itaatkâr olması, ayrı bulunduğu zaman ise onun hukukunu koruması emredilmektedir.
İlk olarak "kânitât" kelimesini ele alacak olursak, bunun mânâsı her dâim itaate devam etmektir. Burada emredilen itaatin kime karşı olacağı akla gelebilir. Müfessirlerin açıklamalarına baktığımızda kadının ilk olarak Cenab-ı Hakk'ın emirlerine karşı itaatkâr olması gerektiği, sonra da kocasına karşı mutî' olması gerektiği ifade edilmiştir.5 Bu itaat, tabî ki iyilikte itaattir. Yoksa günah ve kötü işlerde itaat olmayacağı malumdur.
Evlilik hayatı içinde kendilerinin saliha olduğu söylenen kadınların bir diğer özelliği de kocalarının yokluğunda onların haklarını korumalarıdır. Burada korunması gereken haklarla alâkalı olarak müfessirler, kadının öncelikle kendi ırz ve namusuna leke gelebilecek davranışlardan sakınmasını (çünkü böyle bir durumda aynı leke kocaya da gelecektir), kocasına ait olan malları muhafaza ederek onları zayi olmaktan korumasını, gerektiği şekilde evini muhafaza etmesini ve ailesiyle ilgili sırları ifşa etmeme gibi korunması lazım gelen hususları anlamışlardır.6
Bu âyeti izah ve te'kit sadedinde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîs-i şerîflerini hatırlayabiliriz: "Hayırlı kadın, baktığın zaman seni mesrur eder, bir işi yapıp yapmama hususunda kadın üzerine yemin etsen, o bunu yaparak seni yeminden kurtarır, emredersen itaat eder. Sen olmadığın zaman da seni, malını, namusunu korur." (İbn Mâce, Nikâh 5); "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." (Tirmizi, Radâ' 10); "Kadın beş vaktini kılar, iffetini korur, kocasına da itaat ederse, dilediği kapısından Cennet'e girer." (İbn Hibbân 6/184); "Muhammed'in ruhunu elinde tutan Zât'a yemin olsun kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabb'inin hakkını eda edemez." (İbn Mâce, Nikâh 4); "Kadınların en hayırlısı kocasının emrine itaat edendir." (Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut, 1990, II, 175)
Ayrıca özetle "salihat" kelimesinin marife olarak zikredilmesinden şunu da anlıyoruz ki, cemi kelimelerin başında elif-lâm harfinin gelmesi istiğrak ifade ettiğinden dolayı bir kadın ancak bu iki sıfata sahipse saliha olabilir. Veya şöyle de diyebiliriz. Saliha olan her kadın kocasına karşı itaatkâr ve yokluğunda onun haklarını koruyucu olmalıdır.7
Burada kadınların niye kocalarına karşı kânitât ve hâfizât olmaları gerektiğine dâir akla bir soru gelebilir. Âyet-i kerîmenin devamındaki: بِمَا حَفِظَ اللهُ
ifadesi akla gelebilecek böyle bir soruya cevap veriyor. Bu ifadenin muhtemel tevcihlerinden8 birisi de şudur. Allah Teâlâ kadınların haklarını muhafaza etme adına erkeklere bazı mükellefiyetler yüklemiştir. Onlara kadınlara karşı âdil olmalarını emretmiş, erkekleri, kadınlara karşı güzel muameleyle sorumlu tutmuş, kadınların ihtiyaç ve masraflarının karşılanmasını (nafaka mükellefiyetini) erkeklere yüklemiş ve evlenirken de kadınlara karşı mehir vermeyi emretmiştir. Buna göre âyet-i kerîmede anlatılan hususu "Bu, şuna karşılıktır." şeklinde anlayabiliriz.9
Nâşize Kadınlar
Cenab-ı Hak, aile hayatında saliha olan kadınlara ait özellikleri zikrettikten sonra: وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ "nüşuzlarından korktuğunuz kadınlar." buyurarak kadınların diğer taifesi olan nâşize kadınlara karşı uygulanacak yöntemleri izah etmiştir. Bunlara geçmeden önce nüşûzun ne mânâya geldiği üzerinde kısaca duralım. en-Neşzü kelimesinin çoğulu olan nüşûz, sözlükte yükselmek ve yüksek mekân mânâsına gelir.10 Buna göre, kadının nüşûzu, onun kocasına buğz etmesi, ona kafa tutup isyankâr bir vaziyet alması, nefsini ona itaatten müstağni görmesi ve kocasına karşı kibir içine girmesi demektir.11
Bunun yanı sıra yukarıda saliha kadınların sahip oldukları iki vasfın zikredilmesi bize nüşûzun ne mânâ ifade ettiğini anlamada yardımcı oluyor. Nâşize kadınlar, saliha kadınların karşısında zikredildiğine göre, onların diğerlerinin sahip oldukları iki vasfa sahip olmayan kadınlar olduğu anlaşılıyor. Yani Allah'a ve kocalarına karşı asi olan, onların yokluklarında korunması lazım gelen haklarını korumayıp ihanet eden kadınlardır.
Diğer yandan Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) irad buyurdukları bir hadîs-i şerîfte nüşûzun bir diğer yönüne dikkat çekilmiştir. Hadîs-i şerîf şu şekildedir: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda emanet gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik (fahişetin mübeyyinetin) işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın." (Tirmizî, Rada', 11) Burada kadına karşı tavır alınmasını gerektirecek vasıf olarak nüşuz değil "******-i mübeyyine" zikredilmiştir. Bu kelimeyle çoğu zaman zina kastedilse de, kadının kötü geçimli olması, iffete muhalif davranışlar sergilemesi, günah ve isyanda aşırı gitmesi kısaca söz ve fiillerde ortaya çıkan her bir kötü haslet gibi daha genel bir mânâda kullanılmıştır.12
Dolayısıyla kendisine karşı nasihat edilmesi, yatakta yalnız bırakılması ve hafifçe vurulması söylenen kadınların hangi tür kadınlar olduğu buradan açıkça anlaşılıyor. Yani burada basit bir geçimsizlik meselesinden daha ziyade, aile hukukunun ciddi şekilde çiğnenmesi, iffet ve haysiyet gibi muhafazası gereken temel değerlerin ihlâli gibi durumlar söz konusudur.13 Bu açıdan esas problem, böyle bir zevce karşısında belli yaptırımların uygulanması değil, buna seyirci kalınmasıdır.
وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ ifadesinde dikkat çeken bir diğer husus da, doğrudan nâşize kadınlar denmeyip, nüşûzlarından korktuğunuz kadınlar denmesidir. Müfessirler buradaki تَخَافُونَ lâfzının تَعْلَمُونَ (bildiğiniz) veya تَظُنُّونَ (zannettiğiniz) mânâlarına geleceğini söylemişlerdir. Yani erkek daha problem başlamadan önce mukaddimelerden bunu sezecek ve ailenin dağılmaması adına gerekli tedbiri alacaktır. Çünkü kadın yapacağını yaptıktan, aradaki perdeler yırtıldıktan, sevgi ve saygı kaybolduktan sonra ıslah adına yapılan gayretler netice vermeyebilir. Bu açıdan erkek basiretli ve firasetli davranmak sûretiyle, kadının hâl ve tavırlarında daha sonra ortaya çıkabilecek bir nüşûz sezdiğinde, vakit fevt etmeden gerekli tedbirleri almaya çalışmalıdır.
Islah Adına Ortaya Konulan Çareler
İşte bu durumda alınabilecek önlemlerden ilk adım olarak Cenab-ı Hak: فَعِظُوهُنَّ "Onlara nasihat edin." buyuruyor. Yani öncelikle nâşize bir kadına yapmış olduğu kötü davranışların yanlışlığı güzelce anlatılmalıdır. Tenkit edilmeden, demine damarına dokundurmadan, kavl-i leyyinle mesele izah edilmelidir. Yoksa bağırıp çağırma, birbirini suçlama, diyalektiğe girme, hakarete varan tenkitlerde bulunma, problemi çözmek bir yana yarayı daha da derinleştirecektir.
Eğer kadının düzelmesi adına öğüt ve nasihat faydalı olmazsa: وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ "Onları yataklarında yalnız bırakın." emri mucebince ikinci aşama olarak onlar yataklarında yalnız bırakılmalıdır. Bu aşamada yapılması gereken odayı veya yatağı terk edip başka bir yatakta yatmaktan ziyade, yatakta sırtını dönerek kadına karşı mesafeli durmaktır. İçlerinde İbn Abbas'ın da bulunduğu bazı ulema burada kastedilen mânânın kadınla konuşmayı kesmek olduğunu da söylemişlerdir.14
Böyle bir tedbire başvuran erkek, yaptığından başkalarını haberdar etmemeli, mahremiyet sınırlarına dikkat etmeli ve ifrat ve tefritten kaçınmalıdır. Hassasiyet gösterilmesi gereken böyle bir meselede, maksadın hâsıl olması adına kadının fıtratı çok iyi bilinmeli ve ona göre davranılmalıdır. Buradaki esas gaye erkeğin mağlup olabileceği bir noktada iradesinin hakkını vermesi ve kadının elindeki en büyük kozu kullanmasına fırsat vermemesidir.15
Bu aşamada sözlü uyarıların fayda vermediği bir kadına karşı fiilî uyarıya geçilmiştir. Meselenin ciddiyetini gösterme ve kadının ortaya koyduğu kötü davranışlara kayıtsız kalmama adına bir adım daha atılmıştır. Kadın için çok önemli olan hissî ve bedenî yakınlığa bir süreliğine ara verilmiştir.16 Eğer eşler arasındaki sevgi bağları bütünüyle tükenmemişse, saygı ve hürmet duygusu devam ediyorsa, kadına karşı alınan böyle bir tavır tesirli olacaktır.
Eğer kadına karşı böyle bir tavır alma da onu yola getirmiyor ve kadın hâlâ isyan ve serkeşliğini devam ettiriyorsa ortada boşanmaya doğru giden çok ciddi bir aile problemi var demektir. İşte böyle bir durumda Cenab-ı Hak son çare olarak: وَاضْرِبُوهُنَّ "Onlara hafifçe vurun." buyuruyor. Burada dövme, emir sigasında gelmiş olsa da ibâha ifade eder. Nitekim İmam-ı Şafii, belli şartlarda dövmenin mübah olacağını ancak faziletli olanın dövmeyi terk etmek olduğunu söylemiştir.17 Diğer yandan âyetteki vurma emri mutlak olarak ifade edilse de, bu vurmanın keyfiyeti hakkında hadîs-i şerîflerde yeterli izahata yer verilmiştir.
Konuyla ilgili bir hadis-i şerif şu şekildedir: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın sözü uyarınca namuslarını kendinize helâl kıldınız. Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin, onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa, onları hafifçe/iz bırakmayacak şekilde dövün. Sizin de onların geçimini ve giyimlerini sağlamanız onların sizin üzerinizdeki haklarındandır."18 (Müslim, Hacc 19) Başka bir hadîs-i şerîfte Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınların erkekler üzerindeki hakkı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen (ayıplamaman, hakaret etmemen, lanetlememen vs.), evin içi hâriç onu terk etmemen!" (Ebu Davud, Nikâh 42)
Bu hadîslerden de açıkça anlaşıldığı gibi âyette kastedilen mânâ bir anlık öfkeye kapılarak kadına zarar vermek, onun canını acıtmak hele hele insanlık dışı muamelelerle onun yüzünü gözünü morartmak değildir. Bilakis hadîs-i şerîflere baktığımızda kadının yüzünden başka bir yerine âdeta onun onur ve gururunu harekete geçirme adına hafifçe vurma üzerinde durulduğunu görüyoruz. İbn Abbas âyet-i kerîmede geçen ifadeyi izah ederken mendil, misvak veya kalem gibi bir nesneyle iz bırakmadan hafifçe vurulacağı şeklinde bir ölçü getirmiştir.19
Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, âyette gözetilen sıralamaya uymaktır.20 Nitekim Hz. Ali konuyla ilgili şöyle demiştir: "Öncelikle kadına sözleriyle nasihatte bulunur. Eğer kadın düzelirse başka bir şey yapamaz. Kadın yüz çevirip kocanın sözünü dinlemezse, yatağı terk eder. Yine de düzelmezse hafifçe vurur. Kadın bununla da ıslah olmazsa, hakemlere başvurulur."21 Âyet-i kerîmede böyle bir sıralama getirilerek, bir yönüyle gazabına mağlup olmuş kocanın hemen kadın üzerine yürümesinin önüne geçilmiş oluyor.
Erkeğin başvurduğu bütün bu tedbirler kadını ıslah ve tedip gayesine hizmet etmelidir. Bunun için de erkeğin, kadının fıtratını çok iyi bilmesi ve uyguladığı her bir metodun kadın tarafından nasıl karşılanacağını iyi hesaplaması gerekir. Maksat, kadını ıslah etmek sûretiyle bozulan aile düzenini yeniden kurmak olduğu için, uygulanacak yöntemin bu maksada hizmet etmesi gerekir. Meselâ kadını yatağında yalnız bırakmak daha büyük bir probleme sebep olacaksa, kocanın bu durumu önceden çok iyi hesap etmesi ve ona göre daha başka bir yol izlemesi gerekir. Aynı şekilde âyet-i kerîmede son bir çözüm olarak sunulan dövme, özellikle günümüzde bazı durumlarda daha yeni arızaların ortaya çıkmasına sebep olabilir. İşte koca, bütün bunları çok iyi hesap etmeli ve aile hukukunu ihlâl eden kadını düzeltme adına bir adım atmadan önce, onun fıtratını ve tabiî özelliklerini hesaba katmalıdır.
Cenab-ı Hak âyet-i kerîmenin sonunda şöyle buyuruyor: فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا Şâyet size itaat ederlerse, onları incitmeye bahane aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır." Bütün bunlardan sonra kadın nüşûzdan vazgeçip tekrar itaate yönelecek olursa, kocaya düşen de, önceki hata ve kusurlarını unutmak ve af yolunu tutmaktır. Bundan sonra hâlâ farklı bahanelerle kadının aleyhine olmak yasaklanmıştır. Sonra da Cenab-ı Hakk'ın çok yüce ve büyük olduğu ifade edilmiştir. Âyetin Cenab-ı Hakk'a ait bu iki isimle bitirilmesinin hikmetini Elmalılı şu ifadeleriyle açıklıyor: "Allah'tan korkunuz da Allah'ın size verdiği kuvveti su-i istimal etmeyiniz. Allah'ın size karşı kudreti, sizin kadınlara karşı kudretinizden çok yüksektir. Ve sizin Allah'a karşı günahlarınız da kadınların size karşı günahlarından daha çok olduğu hâlde, Allah sizin seyyiatınızı affederken size itaat eden zevcelerinizin vaki olan kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara taarruz için vesile arar durursunuz? Allah'ın uluvv-i şan ve kibriyası karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten, vazifelerinizi sui istimal etmekten son derece sakınmalısınız."22
Burada bütün bu çarelere rağmen kadın yine de itaat etmezse ne olacak şeklinde akla bir soru gelebilir. Bu durum da bir sonraki âyet-i kerîmede tarafların her birinden birer hakem gönderilmesi sûretiyle bu problemi çözme yolu emrediliyor.
Netice
Aile içi şiddet hâdiseleri eskiden olduğu gibi, günümüz modern dünyasında da büyük bir problem teşkil ediyor. Sadece tahsili olmayan veya az olan insanlar arasında değil, belli bir tahsil seviyesi olan üniversite mezunu aileler arasında bile aile içi şiddetin yüksek nispette oluşu dikkat çekicidir. Özellikle kendilerini kadın hakları savunucusu ve oldukça medeni gören Amerika'da ve Batı dünyasında bile şiddete maruz kalan kadın sayısının milyonlarla ifade edilmesi23 meselenin dinî değil insan fıtratıyla ilgili olduğunu ispatlıyor. Maalesef, nefsi ve kötü duyguları İslâm terbiyesiyle terbiye görmemiş her insan, canı yandığında saldırıya geçebiliyor.
Hülâsa, ifade etmek istediğimiz husus, dövme ve şiddetin kesinlikle İslâm'dan kaynaklanmadığı ve kaynaklanmayacağıdır. Bir anket yapılsa eşini döven hiçbir erkek; "Din bana bunu emrettiği için eşimi dövüyorum." demeyecektir. Bilakis İslâmî şuurun, Allah korkusunun ve ahiret inancının hâkim olduğu ailelerde dövme hâdisesine neredeyse hiç rastlanmaz. Çünkü İslâm, kadını layık olduğu mevkie oturtmuş, Cennet'i onun ayaklarının altına sermiş ve ona hukukî ve medenî bütün haklarını bahşetmiştir. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ömrü boyunca hiçbir kadına vurmamış ve ahlâken en olgun Müslüman'ın kadınlara karşı en güzel davranan insan olduğunu ifade etmiştir. "Dövenler sizin hayırlılarınız değildir." buyurarak meseleyi kestirip atmıştır. Cenab-ı Hak kadınlara güzel muamelede bulunmayı emretmiştir. Şimdi önünde bu kadar âyet ve hadîs bulunan bir Müslüman nasıl olur da canı her sıkıldığında, Allah'ın kendisine emanet olarak verdiği, ömür boyu aynı yastığa baş koyduğu hayatta en büyük yârânı ve destekçisi olduğu eşine vurabilir. Geçimsizlik durumunda bile öncelikle yapılacak iş, anlaşma, uzlaşma, istişare etme, nasihat etme hattâ idare etme gibi daha insanî çözümlerdir. Dolayısıyla asıl olan şefkattir, merhamettir, mülâyemettir. Dövme ise kaba saba ve âciz insanların işidir. Âyet-i kerîmede ifade edilen hükme gelince o, bir hikmete mebni, en son ve mecburî istikamette ve belki de aileyi kurtarma adına nâşize kadınları ıslah etmede kullanılacak istisnaî bir hükümdür.