Arama

İslam'a göre eşlerin birbirleri üzerindeki hakları nelerdir?

Güncelleme: 13 Nisan 2015 Gösterim: 2.850 Cevap: 8
Hayrünisa - avatarı
Hayrünisa
Ziyaretçi
13 Nisan 2015       Mesaj #1
Hayrünisa - avatarı
Ziyaretçi
Kadının kocasına laf etmesi çok kötü ve nasıl kurtulabilirim?
Son düzenleyen _EKSELANS_; 13 Nisan 2015 13:28
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #2
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Tüylerimizi Diken Diken Eden Emir

Sponsorlu Bağlantılar
“Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır.”(yönetici ve koruyucudur) Nisa sûresi 34. âyete geçen hafta başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, âyet bitene kadar inşallah.
Kadın erkeğin evde reisliğini, yönetici ve koruyuculuğunu kabul ettikten sonra ne olacak? Doğal olarak evin reisine saygılı olacak. Âyet şöyle devam ediyor:
“Saliha kadınlar gönülden itaat ederler.” Allah (c.c) “İyi kadınlar kocalarına itaatli ve saygılıdırlar.” buyuruyor.
Tüylerimizi diken diken eden bir emir. “Kocaya itaat” Bu iki kelime yan yana geldiğinde biz kadınları çok fazla rahatsız ediyor. Allah’a itaat “tamam” seve seve başım üstüne; ama kocaya itaat “olmaz.” Oysa kocaya itaat Allah(c.c) ın emri olduğu için aslında Yaradan’ına itaat etmiş oluyor kadın.
Sevgili peygamberimiz de pek çok Hadis-i Şerif ile kadının kocasına itaatinin önemine dikkat çekiyor.
“Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına itaat ederse, cennete girer.” buyuruyor bu hâdis-i Şeriflerin birinde.
Öyle kaçılmak isteniyor ki bu âyeti kerîme’nin emrinden, âyet inkar edilemiyor fakat bu âyeti destekleyen bazı Hadis-i Şerîfleri inkar noktasına gelebiliyor kadınlar.
” İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”
Mesela bu hadisi şerifi pek çok kadın “sahih değildir” diyerek kabul etmiyor. Oysa Hadis-i Şerîf sahih, kaynakları da sağlam. Riyazussalihin’ de aldığım Hadis-i Şerîf kaynak olarak Tirmizî Radâ 10; Ebu Davud Nikah 40; İbni Mace Nikah 4 te yer alıyor.
Buradaki secde kelimesinin tabii ki Allah’a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif’le ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.
“Ne yani, şimdi biz kocalarımıza itaat edeceğiz, onlarda bizi paspas gibi ezecek mi?”
Allah’a karşı ne kötü bir zan. Rabbim kadının ezilmesini ister mi? Yaradan’ımız kadının kocasına itaatini emretmişse elbette pek çok da hikmetler vardır. Kadına itaat emredilirken, erkeğe de ezme kadını hakkı verilmemiş. Karşılıklı haklar var.
Bakara 228. Âyeti Kerîme’de:
“Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’ruf (meşru olan) hakları olduğu gibi, kadınlarında onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir hüküm ve hikmet sahibidir.”
Kadına kocasına itaat emredilmiş fakat kadını ezmek için değil korumak için. Kadın kendinden güçlü yaratılmış erkeğin karşısında ancak ona yumuşak davranarak kendini koruyabilir. “Yumuşak ipeği en keskin kılıç bile kesemez.”
İtaatten ne anlamalıyız?
“Kadın erkeğin her istediğini yapacak, erkek emredecek kadın ezilecek.” Böyle anlayanlar var. Ben böyle anlamıyorum. Benim erkeğe itaatten anladığım, “Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek.”
Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.
Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.
Erkekler sert yaratılmışlar, fakat kaba değil. Arada çok büyük bir fark var. Günümüz kadını erkeğin sert tabiatını, filmlerdeki romantizm sosuna batırılmış erkeklere bakarak kabalık olarak yorumluyor ve erkeklere kızgınlık besliyor.
Biz kadınlar, bir şey işimize gelmezse içimizi rahatlatmak için çıkış yolları ararız.
Allah’ın emrini inkar edemeyeceğimize göre ahrete kadar kendimizi oyalayacak sebepler bulmamız lâzım ki iç sesimiz bizi dürtüp rahatsız etmesin.
Bulmak isterseniz bahane tükenmez: “İtaat etmiyorsam sebebi var canım. Allah bu kocaya itaati emretmemiştir herhalde. Bu adam geçmişte bana şöyle şöyle haksızlık yapmıştı. İlmî ehliyeti yok. Namazını ancak kılıyor. Gelsin peygamberimiz gibi bir erkek ona itaat edeyim.”
Allah(c.c) âyette “İyi kadınlar, iyi erkeklere itaat ederler.” buyurmuyor. İtaat edilmesi gereken erkeklerin vasıfları sayılmamış. Kadının koca olmasını kabul ettiği erkek itaati hak etmiş oluyor bu durumda.
Kadın ya kocasına itaat edecek ya da onu koca olacak vasıflarda görmüyorsa boşanacak. “Hem yaşarım hem de adamı adam yerine koymam, süründürürüm” gibi üçüncü bir alternatif dinimizde yok.
Pek çok dindar kadın kocasını beğenmiyor, takvalı bulmuyor. Kimi kocasının nafile oruç tutmamasından, kimi televizyona bakmasından, kimi müzik dinlemesinden, kimi kocasının çok kitap okumamasından dolayı dertli.
Kocalarını kendileri kadar asil bulmadıkları için onları basit zevkleri olmakla suçlayıp aşağılayan ve kocalarından daha fazla ibadet ettikleri için de kendilerini pek bir takvalı ve saliha hanım zanneden kadınlar çok.
Oysa Allah (c.c) “Sâliha hanımlar kocalarına gönülden itaat ederler.” buyuruyor. “Kocalarını kendilerinden aşağı görürler.” demiyor.
Kadınlar bildikçe öğrendikçe koca beğenmemeye başlıyorlar. Erkekler işle güçle uğraşırken kadınların bilgi edinmek için pek çok kaynağı var. Televizyonda pek çok konuda uzman kişiler çıkıyor, pek çok konu konuşuluyor. Geçenlerde bir teyze gördüm, televizyonda şifalı bitkilerle ilgili program izlemekten konuya epeyce vâkıf olmuş etrafına tavsiyelerde bulunuyordu.
Sonra internet var, kitaplar var ve kadınların okumak için zamanları var. Ayrıca sürekli seminerler, konferanslar düzenleyen belediyeler, vakıf ve dernekler var. Buralara da kadınlar daha çok katılıyor.
Bilgi güzel bir şey. Fakat her güzel şeyin düşmanı vardır. İlmin düşmanı da kibirdir. Şeytan da âlimdi fakat ilminin getirdiği kibir ile Allah’a isyan etti ve rahmetten kovuldu.
Materyalist bir çağda egolarımız sürekli dürtüldü için en çok kendimizi beğenir olduk. Kibir insanları Allah’ın rahmetinden ve insanların gönlünden kovduran, gözden düşüren en tehlikeli huydur. Kibir şeytanın en sevdiği günahtır. Kibir, gurur ve inatla da yakın kardeştir. Sakınmak lâzım. Kibir konusunu kitaplardan çok okumak lâzım.
Velev ki erkek bilgi, zenginlik, eğitim gibi konularda kadından daha geride olsa bile mademki Rabbimiz aileye yönetici olarak seçmiş, her hal-u kârda kadın kocasına itaatli ve saygılı olmak zorundadır.
Teşbihte hata olmaz derler, üniversite mezunu bir çalışanın ilkokul mezunu diye patronunu beğenmeyip istediklerini yapmaması, isyankar olması mümkün müdür?
Ya orda çalışmayacak ya da patron olarak onu kabul ediyorsa saygılı olacak.
Çalışan kadın iş yerinde patronuna gayet saygılı, onun eğitimini sorgulamıyor. Maaşını alabilmek için patronun emirlerini yerine getiriyor ve kendini ezik falan hissetmiyor. Fakat aynı kadın eve gelince kocasının iki sözüne tahammül edemeyip saygı sınırlarını aşıyor.
Allah’ın emrine karşılık, patronun parası daha öne geçebiliyor maalesef. Halbuki eşi de ailenin maddi manevi sorumluluklarını taşıyor.
Bizden önceki nesilde erkeğe saygı vardı; fakat bu gönülden bir saygı değildi genellikle. Kadınlar erkeklerden korktukları için zoraki saygı duyarlardı. Erkek düşmanlığının üzerine güzel bir saygı inşa etmek zaten zordur. Kadın kocasının karşısında konuşmaz; ama bunu kendine dert eder, içinde biriktirir. Mutfağa gitse, çocuklarına kocasının ardından konuşur, çocukları babasına düşman eder, komşuya gider, kocasını çekiştirir. Ezik psikolojisi içinde yaşar.
Oysa Allah zoraki bir itaatten bahsetmiyor. Gönülden yapılacak bir itaat istiyor. “Gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş.”
Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları “kanitat” olarak vasıflandırmıştır. “Kunut” severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir ita­at değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.
Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah’ın rızasını isteyen mü’min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah(c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.
Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor:
“Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”
Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli halleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.
Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.
Oysa elimizde Yaradan’ımızın mutluluk reçeteleri var, daha niçin mutsuzuz ki? Kadınlar için ilaç biraz acı gibi görünüyor; ama o ilacı almadan şifa mümkün değil.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #3
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Anaya-Babaya ve Kocaya İtaat

Alıntı

Anaya-Babaya ve Kocaya İtaat: Muhterem hocam öncelikle bizleri irşad ettiğiniz için çok teşekkürler eder Allah (c.c.) razı olsun derim. Şu konulara da açıklık getirirseniz çok memnun olacağım. Bir insan için Allah’tan sonra itaat edilmesi gereken ana ve babası olduğunu, gerek Kur’an-ı Kerim’den gerekse Hadis-i Şeriflerden öğrendiğimize ve erkek ve kadın için de durum herhalde değişmeyeceğine göre, bir kadın kocasına itaat adına öz ana ve babasına küskün durabilir mi? Kocanın böyle şeyler yapma veya yaptırma yetkisi var mıdır? Mesela şu mealde bir Hadis-i Şerif var mıdır. “Bir kimsenin diğer bir kimseye secde etmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” Eğer bu Hadis-i Şerif doğru ise bunu ölçü alarak bir koca kendisini yukarıda bahsettiğim konularda yetkili görüp istismara yapamaz mı. Ayrıca bir baba kızını gelin ederken, kızına “kızım sen şimdi buradan gidiyorsun artık bundan sonra esas evin orası, esas anan ve baban da kaynanan ve kaynatandır.” Vb. nasihatlerde bulunması doğru mudur. Mesela bazı kitaplarda Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde şöyle bir olayın yaşanmış olduğundan bahsedilir. Bir kimse bir sefere giderken hanımına babası ile konuşmamasını (küs durmasını) söyler. Kadının babası hastalanır, Peygamberimiz’e (s.a.v.) danışır, Peygamberimiz (s.a.v.) de, “kocan ne dediyse ona itaat et” der ve kadın babasını ziyarete gitmez. Aradan zaman geçer babası ölüm döşeğindedir veya ölür yine Peygamberimiz’e (s.a.v.) danışır, Peygamberimiz (s.a.v.) tekrar kocan ne dediyse ona itaat et der. Neticede kadın babasını hiç göremez. Peygamberimiz (s.a.v.) bu kadının, kocasına itaat etmesi sebebiyle cennetlik olduğunu söyler. Şimdi bu hadis eğer Hadis-i Şerif ise ana ve babaya itaat anlamında ilk önce sorduğum soru ile nasıl izah edilebilir. Kocaya itaat etme anlamında , ana ve babaya yüz çevirmek nasıl izah edilebilir. İfadelerimdeki eksiklik ve hatalardan dolayı özür diler, affınıza sığınırım.

İslam’da Allah’a (cc) itaatten sonra ana babaya itaatin önemi bilinmektedir. İsrâ Suresi’nde şöyle buyurulur: “Allah’ın kesin hükmüdür ki, O’ndan başkasına asla ibadet etmeyin ve anaya babaya ihsanda bulunun…”. Bunun dışında, bilmemiz gereken hususlardan bazıları da şunlardır:
İslam, hiyerarşik kademelerine riayet etmek üzere, itaate her halükârda büyük önem verir. Herkes bir üstüne, daha üstüyle çatışmayacak şekilde itaat etmek zorundadır. Evlatlar ana babaya, toplumun her biriminin fertleri birim amirine ve bu arada aile bireyleri aile reisine itaat etmek zorundadır. Bu itaatte kadın, kadın olduğu için değil, ev denen kurumun bir bireyi olduğu, evin reisi de erkek olduğu için ona itaat etme durumundadır. Erkek de görev aldığı birimde kendi amirine aynı şekilde itaat etmek zorundadır. Bir alttakine itaat, üsttekinin talepleriyle çelişemez ve bu itaat zinciri böylece gider Allah’a dayanır. Her alt, üstüne itaat etmek zorundadır ve bu durum şu önemli şartla anlatılır: Allah’a isyan ederek hiçbir insana itaat edilemez. Hz. Peygamber (sav): “Halika/yaratana isyan edilerek Mahluka / yaratılana itaat olmaz” buyurmuştur.
Şimdi bu itaatin önemini anlamazsak, bunu vurgulayan hadisi şerifleri abartılı zannedebiliriz. Bulunduğumuz noktadan bakarak konuyu biz böyle anlayabiliriz. Ya da hadisi şerifi kendi bağlamında düşünememekten kaynaklanan bir yanlış anlama içerisinde bulunabiliriz. Mesela sözünü ettiğiniz, “Bir kimsenin diğer bir kimseye secde etmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.” Hadisi şerifi bazı kanalları itibariyle zayıf olsa da, pek çok yoldan sahih olarak rivayet edilmiş bir hadisi şeriftir. Bu ifadede bir problem de yoktur. Çünkü burada önemi anlatılan şey, kadının erkeğe secde etmesi değildir, bir aile bireyi olarak evin reisi olan kocasına itaatin önemidir. Secde etmeye varacak bir itaatin olamayacağı da hadiste zaten vurgulanmaktadır. Hadisi şerifin söylenme sebebi/vürûd sebebi şudur: Muaz isimli sahabî Şam’a gitmiş ve orada bulunan Hıristiyanların papalarına ve patriklerine secde ettiklerini görmüş, dönünce durumu Hz. Peygamber’e bildirmiş ve “biz de size secde etsek ya Rasulellah?” diye talepte bulunmuştu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) bu sözü söylemiştir. Hiç bir erkek peygamberden daha üstün olmadığına göre, demek ki burada anlatılan şey, kadının erkeğe secdesi olamaz.
Diğer sözünü ettiğiniz hadis ise pek çok açıdan İslam’a zıttır ve sahih değildir. Önce Müslümanlar birbirleriyle küs olamazlar. İkinci olarak kadının anne ve babasını ziyaret etme, onlara bakma hakkı vardır ve koca bu hakka engel olamaz. Oysa hadis diye nakledilen bu söz böyle manalar içermektedir. Dolayısıyla onun üzerinde konuşmaya değmez.
Anadolu’da kız veren anne babaların: “kızım sen şimdi buradan gidiyorsun artık bundan sonra esas evin orasıdır, esas anan ve baban da kaynanan ve kaynatandır.”demeleri dini bir talep değil bir kültür ve örf ürünüdür. Mutlak anlamda düşünülmedikten sonra çok kötü de değildir. Çünkü evlilik kurumuna ve aileye verilen önemi anlatmaktadır. Boşanmanın düşünülmemesi ve eşlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğine işaret eder. Ama dediğimiz gibi, yine de İslam’ın bir edebi ya da emri değil, bölgesel bir kültürün ve anlayışın ürünüdür. Zaten kadın olsun erkek olsun, bir insanın, kendi anne babasından başkasına anne, ya da baba demesi de çok hoş değildir. Ama bizim geleneğimizde kayınpedere, baba, kayınvalideye de anne denilegelmiştir.

_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #4
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Kadının Geçimsizliği Durumunda Başvurulacak Çareler

Cenab-ı Hak, Nisa Sûresi'nin 34. âyetinde; kasıtlı olarak evlilik hukukunu ihlâl etmek sûretiyle ailede problem çıkaran kadınları ıslah etme adına başvurulacak çareleri bildirmiştir. Bunlar sırasıyla; nasihat etme, vazgeçmezlerse onları yatakta yalnız bırakma ve ıslah adına bu da yeterli olmazsa onları hafifçe dövmedir. Dinî ahkâmın istinbat edildiği birinci kaynak olan Kur'an-ı Kerîm'de kadınlarla ilgili böyle bir hükmün bulunması öteden beri münazaa mevzuu olmuştur. Hususiyle günümüzde sanki aile içindeki şiddet vak'alarının ortaya çıkmasına sebep bu âyetmiş gibi düşünen bazı kimseler, durumu tashih adına şaz ve zorlama yorumlara başvurmak zorunda kalmışlar; daha başkaları da bu hususu İslâm'a saldırmak için bir gerekçe gibi göstermeye çalışmışlardır. Aslında söz konusu âyet-i kerîme mânâ bütünlüğü içinde ele alınsa, seçilen kelimeler üzerinde durulsa, sonra da âyet-i kerîmede mücmel bırakılan hususları tefsîr ve tebyîn eden diğer âyet-i kerîmeler ve ilgili hadîs-i şerîfler esas alınarak meseleye yaklaşılsaydı, tenkide mahal olmadığı görülürdü.

Konuyla alâkalı âyet-i kerîme şu şekildedir: "Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar. Bunun sebebi, Allah'ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir. O hâlde iyi kadınlar: İtaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır. Serkeşliğe yüz tutan kadınlara gelince: Onlara evvelâ öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün! Şâyet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve yegâne büyük olan Allah vardır.

Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah Alîm ve Habîr'dir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır.)" (Nisa Sûresi, 4/34–35)

Ailede Şefkat ve Merhametin Esas Olması
Zikri geçen bu âyet-i kerîmelerde bir aile düzeninin kurulması ve bunun devam ettirilmesine yönelik açıklamalar vardır. Diğer tedbirlerin yanında söz konusu edilen kadınların dövülmesi meselesi ise, bozulmaya yüz tutmuş aile nizamını korumaya vesile olması adına başvurulabilecek son çare olarak zikredilmiştir. Yoksa burada ne mutlak mânâda kadınların dövülmesi emredilmekte ne de mutlak mânâda buna müsaade edilmektedir. Eğer böyle olmuş olsaydı, bu âyet-i kerîmenin Kur'ân'ın diğer âyetleriyle ve Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) birçok mübarek beyanlarıyla tearuz hâlinde bulunması icap ederdi. Zîrâ Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerîm'de, karı ve koca arasında sevgi ve şefkat var ettiğini (Rum Sûresi, 30/21) ve kadınların kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca teminat aldıklarını söylemekte (Nisa Sûresi, 4/21); bunun yanında kadınlarla hoşça ve güzelce geçinmeyi (Nisa Sûresi, 4/19), boşanırken bile güzellikle ayrılmayı emretmektedir. (Talak Sûresi, 65/2) Başka bir âyet-i kerîmede ise Cenab-ı Hak düşmanlık eden bazı eşler olabileceğini ve bunlardan sakınılması gerektiğini hatırlattıktan sonra şu tavsiyede bulunmuştur: "Ama affeder, kusurlarını örter ve bağışlarsanız, bilin ki Allah (celle celâlühü) çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Tegâbun Sûresi, 64/14)

Hadîs-i şerîflere baktığımızda da kadınlara karşı güzel muameleyi emreden birçok nassla karşılaşırız. Bunlardan bazıları şu şekildedir: "Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en iyi davrananlarınızdır. İçinizde eşlerine karşı en iyi davrananız da benim." (İbn Mâce, Nikâh 50); "İman açısından en mükemmel mümin, ahlâkı en iyi olan mümindir. Sizin en hayırlınız da hanımlarına karşı hayırlı olanlardır." (Tirmizî, Radâ' 11); "Sizden biri hangi düşünceyle hanımını köle dövercesine dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?" (Buhari, Nikâh 93); "Bir kimse hanımına kin beslemesin. Hanımının bir huyundan hoşlanmamışsa, pekâlâ beğeneceği başka (iyi) huylar vardır." (Müslim, Radâ 61)

Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü Vesselâm kadınlarla alâkalı bu tavsiyelerinin yanı sıra onlara karşı muameleleriyle de bu konuda bize kudve-i hasene olmuştur. Hz. Aişe Validemiz'in naklettiğine göre Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatı boyunca hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçisine asla vurmamıştır. (Müslim, Fedâil 79) Kur'an ve Sünnet'i çok iyi anlayan sahabe efendilerimizin kadınlara karşı genel tavırlarını yansıtan Hz. Ömer'in (r.a) şu sözü de meseleye vuzuh kazandırmaktadır: "Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında hakkımızda bir vahiy inmesinden korktuğumuz için kadınlara söz söylemekten, haklarını çiğnemekten ve onlara sert davranmaktan sakınırdık." (Buhârî, Nikâh 81) Burada çok rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki; ailede esas olan; eşlerin birbirlerine karşı mürüvvetli davranmaları, karşılıklı muamelelerinde şefkat ve mülâyemeti esas almaları ve böylece aileyi Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirmeleridir.

O hâlde bir kere daha ifade edelim ki, yukarıdaki âyet-i kerîmede ele alınan öncelikli mesele İslâm'da kendisine büyük önem verilen aile müessesesinin korunmasıdır. Aynı şekilde burada dövülmesine müsaade edilen kadın da alelade bir kadın değil, nasihatten anlamayan, yatakta yalnız bırakmanın bile fayda etmediği, kocanın bütün ıslahçı tavırlarına karşı ayak direten ve hâlâ serkeşliğini, kocaya karşı isyanını ve daha başka kötü hâl ve tavırlarını devam ettiren naşize bir kadındır. Dolayısıyla kadınlara karşı kötü muamelede bulunmama önemli bir maslahat olsa da, bozulan aile düzenini yeniden ıslah etme daha büyük bir maslahat olduğundan, geçici ve ârızi bir durum olarak belli prensipler dâhilinde, daha başka yeni arızalara sebebiyet vermeden te'dip için naşize kadınların hafifçe dövülmelerine ruhsat verilmiştir. Ve bu ruhsat da kendisine en son ve mecburen başvurulacak bir ruhsattır. Buradaki maksat, kadının canını acıtmak veya ona eziyet etmek değil, onun onur ve gururunu harekete geçirerek girdiği yanlış yoldan geri dönmesini temin etmektir. Bunun için de asgari ölçü neyse o uygulanmalıdır. Yoksa kadının yüzünü gözünü morartacak şekilde onu dövmek, hedef ve maksadı belirsiz, dinen tecviz edilmesi mümkün olmayan hoyratça, cahilce ve insanlık dışı davranışlardır. İşkence, eza, cefa ve intikam hissiyle eşlerini döven insanların Allah katında yaptıklarından mesul olacaklarında ise şüphe yoktur.1

Saliha Kadınlar
Cenab-ı Hak, âyet-i kerîmenin başında kadına nazaran daha dayanıklı ve güçlü olduğu ve aynı zamanda ailenin nafakasını temin ettiği için erkeğin kadın üzerinde kavvâm olduğunu söylemiştir. Ardından aile hayatı içinde yer alan kadınlar saliha ve naşize şeklinde ikiye ayrılarak, saliha kadınların itaatkâr ve kocalarının yokluğunda onların haklarını koruyan kimseler oldukları ifade edilmiştir. Daha sonra ise nüşuzlarından korkulan kadınlar için takip edilecek yol ve yöntem açıklanmıştır.

Âyet-i kerîmenin başında erkeğin kadın üzerinde yönetici olduğunun ifade edilmesiyle erkeğin omzuna ailenin kıvamını sağlama mükellefiyeti yükleniyor. Merhum Elmalılı, âyette geçen "kavvâmun" tabiriyle, erkeğin kadına hâkimiyetinin bildirildiğini, fakat bu hâkimiyetin keyfemâyeşâ bir hâkimiyet olmayıp, hizmetle beraber olan bir hâkimiyet olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla âyet-i kerîme, bir taraftan erkeğin fadlını ifhâm ederken, diğer taraftan da kadının kıymet ü faziletine işaret etmiştir.2 Şöyle de diyebiliriz. Erkeğin ev reisi olması hukukî bir payedir ve daha ziyade ev yönetimiyle ilgili bir husustur. Yoksa ahlâkça, faziletçe veya insaniyetçe üstün olmakla ilgili değildir.3 Zîrâ üstünlük takva iledir.

Evet, serkeşlik yapan ve kocasına karşı başkaldıran kadını tedip etme adına ifade edilen yöntemleri kullanma hakkının meşruiyeti de aslında daha baştan ifade edilmiş oluyor. Daha sonra Cenab-ı Hak: فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللهُ buyurmak sûretiyle saliha kadınların sahip olduğu iki hususiyetten bahsetmiştir. Bunlar; itaatkâr olmaları ve kocalarının gıyabında onların haklarını korumalarıdır. Buradaki lâfızlar isim cümlesi şeklinde gelse ve haber kipiyle ifade edilse de, aslında kadınlara yönelik birer emirdir.4 Bu ifadeyi: "Eğer saliha birer kadın olmak istiyorsanız şu özelliklere sahip olun." şeklinde de anlayabiliriz.

Evli bir kadın ya kocasının yanındadır veya ondan ayrı bir yerdedir. Saliha diye vasıflandırılan kadının her iki hâlde de sahip olması gereken hususiyetler ifade edilmiştir. Kocasının yanında olduğu zaman ona karşı itaatkâr olması, ayrı bulunduğu zaman ise onun hukukunu koruması emredilmektedir.

İlk olarak "kânitât" kelimesini ele alacak olursak, bunun mânâsı her dâim itaate devam etmektir. Burada emredilen itaatin kime karşı olacağı akla gelebilir. Müfessirlerin açıklamalarına baktığımızda kadının ilk olarak Cenab-ı Hakk'ın emirlerine karşı itaatkâr olması gerektiği, sonra da kocasına karşı mutî' olması gerektiği ifade edilmiştir.5 Bu itaat, tabî ki iyilikte itaattir. Yoksa günah ve kötü işlerde itaat olmayacağı malumdur.

Evlilik hayatı içinde kendilerinin saliha olduğu söylenen kadınların bir diğer özelliği de kocalarının yokluğunda onların haklarını korumalarıdır. Burada korunması gereken haklarla alâkalı olarak müfessirler, kadının öncelikle kendi ırz ve namusuna leke gelebilecek davranışlardan sakınmasını (çünkü böyle bir durumda aynı leke kocaya da gelecektir), kocasına ait olan malları muhafaza ederek onları zayi olmaktan korumasını, gerektiği şekilde evini muhafaza etmesini ve ailesiyle ilgili sırları ifşa etmeme gibi korunması lazım gelen hususları anlamışlardır.6

Bu âyeti izah ve te'kit sadedinde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadîs-i şerîflerini hatırlayabiliriz: "Hayırlı kadın, baktığın zaman seni mesrur eder, bir işi yapıp yapmama hususunda kadın üzerine yemin etsen, o bunu yaparak seni yeminden kurtarır, emredersen itaat eder. Sen olmadığın zaman da seni, malını, namusunu korur." (İbn Mâce, Nikâh 5); "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim." (Tirmizi, Radâ' 10); "Kadın beş vaktini kılar, iffetini korur, kocasına da itaat ederse, dilediği kapısından Cennet'e girer." (İbn Hibbân 6/184); "Muhammed'in ruhunu elinde tutan Zât'a yemin olsun kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabb'inin hakkını eda edemez." (İbn Mâce, Nikâh 4); "Kadınların en hayırlısı kocasının emrine itaat edendir." (Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut, 1990, II, 175)

Ayrıca özetle "salihat" kelimesinin marife olarak zikredilmesinden şunu da anlıyoruz ki, cemi kelimelerin başında elif-lâm harfinin gelmesi istiğrak ifade ettiğinden dolayı bir kadın ancak bu iki sıfata sahipse saliha olabilir. Veya şöyle de diyebiliriz. Saliha olan her kadın kocasına karşı itaatkâr ve yokluğunda onun haklarını koruyucu olmalıdır.7

Burada kadınların niye kocalarına karşı kânitât ve hâfizât olmaları gerektiğine dâir akla bir soru gelebilir. Âyet-i kerîmenin devamındaki: بِمَا حَفِظَ اللهُ
ifadesi akla gelebilecek böyle bir soruya cevap veriyor. Bu ifadenin muhtemel tevcihlerinden8 birisi de şudur. Allah Teâlâ kadınların haklarını muhafaza etme adına erkeklere bazı mükellefiyetler yüklemiştir. Onlara kadınlara karşı âdil olmalarını emretmiş, erkekleri, kadınlara karşı güzel muameleyle sorumlu tutmuş, kadınların ihtiyaç ve masraflarının karşılanmasını (nafaka mükellefiyetini) erkeklere yüklemiş ve evlenirken de kadınlara karşı mehir vermeyi emretmiştir. Buna göre âyet-i kerîmede anlatılan hususu "Bu, şuna karşılıktır." şeklinde anlayabiliriz.9

Nâşize Kadınlar
Cenab-ı Hak, aile hayatında saliha olan kadınlara ait özellikleri zikrettikten sonra: وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ "nüşuzlarından korktuğunuz kadınlar." buyurarak kadınların diğer taifesi olan nâşize kadınlara karşı uygulanacak yöntemleri izah etmiştir. Bunlara geçmeden önce nüşûzun ne mânâya geldiği üzerinde kısaca duralım. en-Neşzü kelimesinin çoğulu olan nüşûz, sözlükte yükselmek ve yüksek mekân mânâsına gelir.10 Buna göre, kadının nüşûzu, onun kocasına buğz etmesi, ona kafa tutup isyankâr bir vaziyet alması, nefsini ona itaatten müstağni görmesi ve kocasına karşı kibir içine girmesi demektir.11

Bunun yanı sıra yukarıda saliha kadınların sahip oldukları iki vasfın zikredilmesi bize nüşûzun ne mânâ ifade ettiğini anlamada yardımcı oluyor. Nâşize kadınlar, saliha kadınların karşısında zikredildiğine göre, onların diğerlerinin sahip oldukları iki vasfa sahip olmayan kadınlar olduğu anlaşılıyor. Yani Allah'a ve kocalarına karşı asi olan, onların yokluklarında korunması lazım gelen haklarını korumayıp ihanet eden kadınlardır.

Diğer yandan Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) irad buyurdukları bir hadîs-i şerîfte nüşûzun bir diğer yönüne dikkat çekilmiştir. Hadîs-i şerîf şu şekildedir: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda emanet gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik (fahişetin mübeyyinetin) işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın." (Tirmizî, Rada', 11) Burada kadına karşı tavır alınmasını gerektirecek vasıf olarak nüşuz değil "******-i mübeyyine" zikredilmiştir. Bu kelimeyle çoğu zaman zina kastedilse de, kadının kötü geçimli olması, iffete muhalif davranışlar sergilemesi, günah ve isyanda aşırı gitmesi kısaca söz ve fiillerde ortaya çıkan her bir kötü haslet gibi daha genel bir mânâda kullanılmıştır.12

Dolayısıyla kendisine karşı nasihat edilmesi, yatakta yalnız bırakılması ve hafifçe vurulması söylenen kadınların hangi tür kadınlar olduğu buradan açıkça anlaşılıyor. Yani burada basit bir geçimsizlik meselesinden daha ziyade, aile hukukunun ciddi şekilde çiğnenmesi, iffet ve haysiyet gibi muhafazası gereken temel değerlerin ihlâli gibi durumlar söz konusudur.13 Bu açıdan esas problem, böyle bir zevce karşısında belli yaptırımların uygulanması değil, buna seyirci kalınmasıdır.

وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ ifadesinde dikkat çeken bir diğer husus da, doğrudan nâşize kadınlar denmeyip, nüşûzlarından korktuğunuz kadınlar denmesidir. Müfessirler buradaki تَخَافُونَ lâfzının تَعْلَمُونَ (bildiğiniz) veya تَظُنُّونَ (zannettiğiniz) mânâlarına geleceğini söylemişlerdir. Yani erkek daha problem başlamadan önce mukaddimelerden bunu sezecek ve ailenin dağılmaması adına gerekli tedbiri alacaktır. Çünkü kadın yapacağını yaptıktan, aradaki perdeler yırtıldıktan, sevgi ve saygı kaybolduktan sonra ıslah adına yapılan gayretler netice vermeyebilir. Bu açıdan erkek basiretli ve firasetli davranmak sûretiyle, kadının hâl ve tavırlarında daha sonra ortaya çıkabilecek bir nüşûz sezdiğinde, vakit fevt etmeden gerekli tedbirleri almaya çalışmalıdır.

Islah Adına Ortaya Konulan Çareler
İşte bu durumda alınabilecek önlemlerden ilk adım olarak Cenab-ı Hak: فَعِظُوهُنَّ "Onlara nasihat edin." buyuruyor. Yani öncelikle nâşize bir kadına yapmış olduğu kötü davranışların yanlışlığı güzelce anlatılmalıdır. Tenkit edilmeden, demine damarına dokundurmadan, kavl-i leyyinle mesele izah edilmelidir. Yoksa bağırıp çağırma, birbirini suçlama, diyalektiğe girme, hakarete varan tenkitlerde bulunma, problemi çözmek bir yana yarayı daha da derinleştirecektir.

Eğer kadının düzelmesi adına öğüt ve nasihat faydalı olmazsa: وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ "Onları yataklarında yalnız bırakın." emri mucebince ikinci aşama olarak onlar yataklarında yalnız bırakılmalıdır. Bu aşamada yapılması gereken odayı veya yatağı terk edip başka bir yatakta yatmaktan ziyade, yatakta sırtını dönerek kadına karşı mesafeli durmaktır. İçlerinde İbn Abbas'ın da bulunduğu bazı ulema burada kastedilen mânânın kadınla konuşmayı kesmek olduğunu da söylemişlerdir.14

Böyle bir tedbire başvuran erkek, yaptığından başkalarını haberdar etmemeli, mahremiyet sınırlarına dikkat etmeli ve ifrat ve tefritten kaçınmalıdır. Hassasiyet gösterilmesi gereken böyle bir meselede, maksadın hâsıl olması adına kadının fıtratı çok iyi bilinmeli ve ona göre davranılmalıdır. Buradaki esas gaye erkeğin mağlup olabileceği bir noktada iradesinin hakkını vermesi ve kadının elindeki en büyük kozu kullanmasına fırsat vermemesidir.15

Bu aşamada sözlü uyarıların fayda vermediği bir kadına karşı fiilî uyarıya geçilmiştir. Meselenin ciddiyetini gösterme ve kadının ortaya koyduğu kötü davranışlara kayıtsız kalmama adına bir adım daha atılmıştır. Kadın için çok önemli olan hissî ve bedenî yakınlığa bir süreliğine ara verilmiştir.16 Eğer eşler arasındaki sevgi bağları bütünüyle tükenmemişse, saygı ve hürmet duygusu devam ediyorsa, kadına karşı alınan böyle bir tavır tesirli olacaktır.

Eğer kadına karşı böyle bir tavır alma da onu yola getirmiyor ve kadın hâlâ isyan ve serkeşliğini devam ettiriyorsa ortada boşanmaya doğru giden çok ciddi bir aile problemi var demektir. İşte böyle bir durumda Cenab-ı Hak son çare olarak: وَاضْرِبُوهُنَّ "Onlara hafifçe vurun." buyuruyor. Burada dövme, emir sigasında gelmiş olsa da ibâha ifade eder. Nitekim İmam-ı Şafii, belli şartlarda dövmenin mübah olacağını ancak faziletli olanın dövmeyi terk etmek olduğunu söylemiştir.17 Diğer yandan âyetteki vurma emri mutlak olarak ifade edilse de, bu vurmanın keyfiyeti hakkında hadîs-i şerîflerde yeterli izahata yer verilmiştir.

Konuyla ilgili bir hadis-i şerif şu şekildedir: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Onları Allah'ın emaneti olarak aldınız ve Allah'ın sözü uyarınca namuslarını kendinize helâl kıldınız. Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin, onlar üzerindeki hakkınızdır. Bunu yaparlarsa, onları hafifçe/iz bırakmayacak şekilde dövün. Sizin de onların geçimini ve giyimlerini sağlamanız onların sizin üzerinizdeki haklarındandır."18 (Müslim, Hacc 19) Başka bir hadîs-i şerîfte Allah Resûlü'ne (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınların erkekler üzerindeki hakkı sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen (ayıplamaman, hakaret etmemen, lanetlememen vs.), evin içi hâriç onu terk etmemen!" (Ebu Davud, Nikâh 42)

Bu hadîslerden de açıkça anlaşıldığı gibi âyette kastedilen mânâ bir anlık öfkeye kapılarak kadına zarar vermek, onun canını acıtmak hele hele insanlık dışı muamelelerle onun yüzünü gözünü morartmak değildir. Bilakis hadîs-i şerîflere baktığımızda kadının yüzünden başka bir yerine âdeta onun onur ve gururunu harekete geçirme adına hafifçe vurma üzerinde durulduğunu görüyoruz. İbn Abbas âyet-i kerîmede geçen ifadeyi izah ederken mendil, misvak veya kalem gibi bir nesneyle iz bırakmadan hafifçe vurulacağı şeklinde bir ölçü getirmiştir.19

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, âyette gözetilen sıralamaya uymaktır.20 Nitekim Hz. Ali konuyla ilgili şöyle demiştir: "Öncelikle kadına sözleriyle nasihatte bulunur. Eğer kadın düzelirse başka bir şey yapamaz. Kadın yüz çevirip kocanın sözünü dinlemezse, yatağı terk eder. Yine de düzelmezse hafifçe vurur. Kadın bununla da ıslah olmazsa, hakemlere başvurulur."21 Âyet-i kerîmede böyle bir sıralama getirilerek, bir yönüyle gazabına mağlup olmuş kocanın hemen kadın üzerine yürümesinin önüne geçilmiş oluyor.

Erkeğin başvurduğu bütün bu tedbirler kadını ıslah ve tedip gayesine hizmet etmelidir. Bunun için de erkeğin, kadının fıtratını çok iyi bilmesi ve uyguladığı her bir metodun kadın tarafından nasıl karşılanacağını iyi hesaplaması gerekir. Maksat, kadını ıslah etmek sûretiyle bozulan aile düzenini yeniden kurmak olduğu için, uygulanacak yöntemin bu maksada hizmet etmesi gerekir. Meselâ kadını yatağında yalnız bırakmak daha büyük bir probleme sebep olacaksa, kocanın bu durumu önceden çok iyi hesap etmesi ve ona göre daha başka bir yol izlemesi gerekir. Aynı şekilde âyet-i kerîmede son bir çözüm olarak sunulan dövme, özellikle günümüzde bazı durumlarda daha yeni arızaların ortaya çıkmasına sebep olabilir. İşte koca, bütün bunları çok iyi hesap etmeli ve aile hukukunu ihlâl eden kadını düzeltme adına bir adım atmadan önce, onun fıtratını ve tabiî özelliklerini hesaba katmalıdır.

Cenab-ı Hak âyet-i kerîmenin sonunda şöyle buyuruyor: فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا Şâyet size itaat ederlerse, onları incitmeye bahane aramayın! Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır." Bütün bunlardan sonra kadın nüşûzdan vazgeçip tekrar itaate yönelecek olursa, kocaya düşen de, önceki hata ve kusurlarını unutmak ve af yolunu tutmaktır. Bundan sonra hâlâ farklı bahanelerle kadının aleyhine olmak yasaklanmıştır. Sonra da Cenab-ı Hakk'ın çok yüce ve büyük olduğu ifade edilmiştir. Âyetin Cenab-ı Hakk'a ait bu iki isimle bitirilmesinin hikmetini Elmalılı şu ifadeleriyle açıklıyor: "Allah'tan korkunuz da Allah'ın size verdiği kuvveti su-i istimal etmeyiniz. Allah'ın size karşı kudreti, sizin kadınlara karşı kudretinizden çok yüksektir. Ve sizin Allah'a karşı günahlarınız da kadınların size karşı günahlarından daha çok olduğu hâlde, Allah sizin seyyiatınızı affederken size itaat eden zevcelerinizin vaki olan kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara taarruz için vesile arar durursunuz? Allah'ın uluvv-i şan ve kibriyası karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten, vazifelerinizi sui istimal etmekten son derece sakınmalısınız."22

Burada bütün bu çarelere rağmen kadın yine de itaat etmezse ne olacak şeklinde akla bir soru gelebilir. Bu durum da bir sonraki âyet-i kerîmede tarafların her birinden birer hakem gönderilmesi sûretiyle bu problemi çözme yolu emrediliyor.

Netice
Aile içi şiddet hâdiseleri eskiden olduğu gibi, günümüz modern dünyasında da büyük bir problem teşkil ediyor. Sadece tahsili olmayan veya az olan insanlar arasında değil, belli bir tahsil seviyesi olan üniversite mezunu aileler arasında bile aile içi şiddetin yüksek nispette oluşu dikkat çekicidir. Özellikle kendilerini kadın hakları savunucusu ve oldukça medeni gören Amerika'da ve Batı dünyasında bile şiddete maruz kalan kadın sayısının milyonlarla ifade edilmesi23 meselenin dinî değil insan fıtratıyla ilgili olduğunu ispatlıyor. Maalesef, nefsi ve kötü duyguları İslâm terbiyesiyle terbiye görmemiş her insan, canı yandığında saldırıya geçebiliyor.

Hülâsa, ifade etmek istediğimiz husus, dövme ve şiddetin kesinlikle İslâm'dan kaynaklanmadığı ve kaynaklanmayacağıdır. Bir anket yapılsa eşini döven hiçbir erkek; "Din bana bunu emrettiği için eşimi dövüyorum." demeyecektir. Bilakis İslâmî şuurun, Allah korkusunun ve ahiret inancının hâkim olduğu ailelerde dövme hâdisesine neredeyse hiç rastlanmaz. Çünkü İslâm, kadını layık olduğu mevkie oturtmuş, Cennet'i onun ayaklarının altına sermiş ve ona hukukî ve medenî bütün haklarını bahşetmiştir. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ömrü boyunca hiçbir kadına vurmamış ve ahlâken en olgun Müslüman'ın kadınlara karşı en güzel davranan insan olduğunu ifade etmiştir. "Dövenler sizin hayırlılarınız değildir." buyurarak meseleyi kestirip atmıştır. Cenab-ı Hak kadınlara güzel muamelede bulunmayı emretmiştir. Şimdi önünde bu kadar âyet ve hadîs bulunan bir Müslüman nasıl olur da canı her sıkıldığında, Allah'ın kendisine emanet olarak verdiği, ömür boyu aynı yastığa baş koyduğu hayatta en büyük yârânı ve destekçisi olduğu eşine vurabilir. Geçimsizlik durumunda bile öncelikle yapılacak iş, anlaşma, uzlaşma, istişare etme, nasihat etme hattâ idare etme gibi daha insanî çözümlerdir. Dolayısıyla asıl olan şefkattir, merhamettir, mülâyemettir. Dövme ise kaba saba ve âciz insanların işidir. Âyet-i kerîmede ifade edilen hükme gelince o, bir hikmete mebni, en son ve mecburî istikamette ve belki de aileyi kurtarma adına nâşize kadınları ıslah etmede kullanılacak istisnaî bir hükümdür.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #5
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Kadının kocası üzerındeki hakları nelerdir?

Değerli kardeşimiz;
Kadının genel haklarını kısaca açıklamaya çalışalım:
"Birisine bir kız çocuğu müjdelenirse, üzüntüsünden yüzü simsiyah kesilir..." (Nahl, 16/58 )
Bu âyette Allah (c.c.) cahiliyyet insanının kadına bakışını anlatır ve takbih eder. Halbuki,
"Allah dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikisini birden verir, dilediğini de kısır yapar."(Şûrâ, 42/49)
Kadın da tıpkı erkek gibi doğar, erkek gibi insan yavrusudur. Şefkatte ve hediyede aralarını ayırırlarsa, anne baba sorumlu olurlar. Peygamberimiz (asv)'in vasiyyetini gözetmemiş olarak şefaatten mahrumiyeti hak ederler. Cahiliyyet duygularının insanlarda zaman zaman depreşeceğini bildiği için, Efendimiz (asv) kız çocuklarının, eğitimini özellikle vurgular ve "üç, iki, hattâ bir kız çocuğunu, haklarını koruyarak yetiştiren babanın, Cennette kendisiyle beraber olacağını" (Ibn Mâce, edep3) duyurur.
Çocuğun kız doğmasında da erkekte olduğu gibi, "şükür" olarak "akîka" kurbanı kesilir. Ismi güzel verilir, zorunlu eğitimi yaptırılır. Gerekli cinsel bilgileri anneden alır. Kur'ân'da ve Sünnette ilme teşvik eden hiç bir nas, kadınları bundan ayırmaz. Tersine, ihmale uğrayacaklarını bildiği için, Peygamberimiz (asv) özellikle kadın eğitimini tavsiye etmiş. haklarının korunmasını emretmiştir. Onun devrinde "müctehid" olan kadınlar yetişmiştir. (Meselâ Resûlüllah (asv)'ın zevceleri Âişe validemiz bunlardan biridir.)
Kadın, hiçbir konuda erkekten ayrı tutulmadan büyütülmüş ve yetiştirilmiş, sıra evlenmesine gelmiştir. Damat adayını görmesi bir hakkı ve aynı zamanda bir sünnettir. Beğenmezse reddeder, velîlerin ve damat adayının ısrarı hiçbir şeyi değiştirmez.
Evlenirken ağırlığını koyar, damat adayından istediği kadar "mihir" alır. Mihir onun Allah tarafından belirlenmiş en tabii hakkı ve hayat garantisidir. Harcama sahası, meşru çerçevede tamamen kendi iradesine bağlıdır. Mihrini, ya da varsa diğer mal varlığını, hayır yolunda harcayabileceği gibi ticarî işletmelerde kullanabilir, şirketler kurar, şirketlere hisse senetleriyle ortak olur, kazanır ve kazandığını da istediği yerde harcar. Çünkü kendi sosyal güvenliği, kocaya varmakla garanti altına alınmıştır. Ev için ve kendisi için gerekli bütün zarûri harcamalar erkeğin sırtınadır. Erkek, elbiseni ya da süs malzemeni kendi kazancınla al, diyemez. Kendi varlığı ölçüsünde kadının nafakasını sağlamak zorundadır. Sağlayamayacaksa evlenemez. Evlendikten sonra sağlamazsa kadının boşanma talebi olumlu sonuçlanır.
Kocası onu tahkir edemez, onun hayat arkadaşı olduğunu unutmamak zorundadır, darılıp evinde yalnız bırakamaz. Erkeğin en hayırlısı, kadına en iyi davranandır. (bk. Buhâri, nikâh 43; Müslim, fedâil 68)
Evde hanımıyla şakalaşmak, eğlenmek ve onu eğlendirmek kocanın görevlerindendir.
Kadının hak-hukuk tanımayıp isyan etmesi dışında, sudan bahanelerle erkek karısını dövemez, (1) hastalık kıskançlığından kaynaklanan şüphesinden ötürü, karısını anî baskınlarla rahatsız edemez. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadîslerinde ailesinden uzun zaman ayrı kalan birisinin, haber vermeden gece ansızın eve gelmesini yasaklamıştır. Bunda ayrıca koltuk altı, etek tıraşı ve süslenip taranmayla kocasına hazırlık yapabilme imkânı bulması da, sebep olarak zikredilmiştir. Bu konuda bir hadîs-i şerîfin meâli şöyledir:
"(Uzaklardan) geceleyin geldiğinde hanımmn yanına girme ki, bıçak kullanıp tıraş olsun, dağınıksa tarasın. (gelişine hazırlansın)"(Buhârî, nikâli 121,122; Müslim, radâ' 58, imâret 181,182; Dârimî, nikâh 32, cihâd 163; Müsned NI/298.)
Hadîs şerhleri buna sebep olarak bir de, eve geceleyin aniden girmesinin, hanımının ihanetinden şüphelendiği anlamına gelebileceği ihtimalini gösterirler.
Kocanın karısını cinsel yönden tatmin görevi de vardır. Peygamberimiz (asv), karısını düşünmeden, işini bitirerek hemen inen insanları horoza, yani hayvana benzetmiş ve sevişip okşama olmadan cinsel ilişkiye geçilmemesini tavsiye etmiştir.(2) Çünkü erkek bakmakla hemen tahrik olabilir, ama kadın cinsel ilişkiye ancak uzun bir okşama döneminden sonra hazır hale gelir. Iyi bir erkek, karısını bu işe hazırlamayı başarabilen ve kendi doyduğu gibi onu da doyurabilen erkektir. Cinsel ilişkide sadece kendisini düşünen erkekler, karşısındakine zulmettiklerini ve işkence ederek zevk aldıklarını unutmamalıdırlar.
Evlendikten sonra bir yıl içerisinde hiç cinsel ilişki yapamayan erkekten kadının ayrılma hakkı vardır. Kadın "peşin mihrini" almadan kendisini erkeğe teslim etmeyebilir.
Kadının nafakası gibi, tedavisi ve ilâç harcamaları da kocaya aittir. Kadın ekmek yapamayan birisi ise, erkek hazır ekmek almak zorundadır. Süslenmesini istiyorsa, süs malzemeleri ve koku masrafi erkeğe aittir. Yılda yazlık ve kışlık olmak üzere iki takım elbise erkeğe aittir. Anlaşmazlik söz konusu olursa elbisenin nitelikleri mahalli idarelerce tesbit edilir. Kadın, kocası sefere çıkarken, gelmediği günler için nafakasına, ondan kefil alabilir. Âdetli günlerinde kocasından ayrı yatmak isterse, ayrı bir yatak istemek hakkıdır.
Durumuna göre kadın kocasından hizmetçi isteyebilir. Hizmetçinin ücreti kocasına aittir. Örfe göre kadınların yapmaması ayıplanan ev işleri dışında kadın, hiçbir iş yapmak zorunda değildir.
Ihtiyaç duyarsa kocasıyla aylık nafaka miktarında anlaşırlar. Yetmediğini anlarsa artırmasını ister, koca kabul etmezse mahkemeye başvurabilir.
Kadın, kocanın yakınlarını istemediği takdirde, kocası onu müstakil bir evde oturtmak zorundadır. Buna sebep olarak, kocasıyla oynaşmak ve yararlanmak arzusuna, onların bulunmasının engel olacağı gösterilmiştir. Hattâ cinsel ilişkiyi bilmeyecek kadar küçük olan çocuğu dışındakiler için de aynı sebeble ayrı odalar istemek, kadının hakkıdır.
Kadının, haftada bir kez anne-babasını ziyaret hakkı vardır, erkek buna engel olamaz.
Erkeğin haklarına bir zarar vemeyen meşru işlerde; kadının meşru çerçevede çalışmak hakkıdır.
Âdet ve lohusalıktan ötürü hamama gitmek istediği takdirde, hamam parasını erkek verir, ancak hamamda avret yerlerinin açılmamasına riayet edilmediği biliniyorsa, kadın hamama gönderilmez.
"Ric'î" (dönülebilir) ya da "bâin" talakla boşanan karısının her türlü nafakasını, iddeti içerisinde erkek verir.
Bu söylediklerimiz bütün fıkıh kitaplannda kadının erkek üzerindeki hakları sayılırken açıklanan konulardan sadece birkaç örnektir. Sonra bunlar birer tavsiye niteliğinde değil, yaptırımı olan kanûni haklardır.
Karadeniz'de, Anadolu'da. şurada-buradâ kadınlar çalıştırılıyor ve ancak erkeğin yapabileceği zor işler altında eziliyorlarsa, bunun suçu İslam'ın değil, Islâmı onların hayatından uzaklaştıranların olsa gerektir.,
Bir seçim söz konusu olduğunda kadının seçme hakkının bulunduğunu çoğu Islâm bilginleri söylemişlerdir. Çünkü onların böyle bir hakkının olmadığına dair hiçbir delil yoktur. Kaldı ki seçme, "bey"at"tan ibarettir. Halbuki, Peygamberimiz (asv) kadınlardan da bey'at almıştır. (bk. Mümtahine, 60/12 âyeti ve tefsirleri.) Hz. Ömer (ra)'den sonra seçilecek halife için, evlenmemiş genç kızlar dahil, herkesten fikir alınmıştır.[bk. Muhammed Hamîdullah, Islâm Müesseselerine Giriş Ist.1981, s. 112 (Ibn Kesîr'den nakil)]
Nihayet kadın öldüğünde kefeni de kocasına aittir. (3)
Görüldüğü gibi kadın geçim konusunda hiçbir derdi ve endişesi olmayan, yani alabildiğine sosyal güvenliği bulunan bir insandır. Ve bütün bunlar bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda mahkeme kararı ile belirlenecek olan kanunî haklardır. Yoksa Islâm'da karı-koca birbirinden devamlı hak koparmak için çekişip duran iki düşman kutup değildirler. Birbirlerini tamamlayan, birbirlerine yardım eden, destek olan, huzur ve moral kaynağı oluşturan, bir bütünün iki yarım parçasıdırlar. Tıpkı Peygamberimiz (asv)'in ev işlerine yardım etmesi, Hz. Ali (ra) ile eşi Fatıma (r.anha) arasında iş bölümü yapması gibi.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #6
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Eşim namaz kılmıyor
Eşi namaz kılmayan kocanın ahrette maruz kalacağı duruma ilişkin sorusuna Prof. Beşer’in yanıtı şöyle: "Bu bir problem elbette. Namaz, İslam’ın ana direği... Namazsız bir evin bereketsiz olduğunu biliyoruz. Şeytanın hakimiyetinde olan bir ev olduğunu biliyoruz. Namaz kılmayan bir kadın ve namaz kılan bir erkek veya namaz kılmayan bir erkek ve namaz kılan bir kadının olduğu bir ev, huzursuz bir evdir. Ya kadına ya erkeğe haksızlık yapılmaktadır. Böyle bir evin olmasından, böyle olmaktan Allah’a sığınırız. Hukuki izahları bir tarafa bırakırsak, Kuran’da veya sünnette yani İslam’ın temel kaynaklarında namaz kılmayana şöyle ceza verilir diye bir emir bilmiyoruz. Elbette benim hanımım namaz kılmıyorsa bu huzuru kaçırır. Ona bu işi anlatırım, yalvarırım, yakarırım. Kılmıyorsa, darılırım, giderim, başka şeyler yaparım... Düşünün ki namaz kılmıyor ve namaz kılmanın da gerekli olduğuna inanmıyorsa bir erkek ya da bir kadın Allah korusun bu insanı dinden çıkarır. Namaz kılmıyor ve gereğine inanmıyorsa böyle bir durumda zaten o insan mümin sayılmaz. Mümin sayılmazsa namaz kılan bir bayanın, namaz kılmayan bir erkeğin nikahında bulunması ve aksi olması evli olması mümkün olmaz zaten. O zaman bu bir ayrılma sebebi olur hatta ayrılma zorunluluğu olur. O zaman ayrılmak gerekir."

Kocam aldatıyor
Prof. Beşer’in, "Aldatılan kadın ne yapmalı?" diye soran bir vatandaşa yanıtı ise şöyle oldu: "Şimdi siz iki kötü durumla karşı karşıyasınız, bunlardan birisini seçmek zorundasınız: Ya boşanır ve bunun zorluklarını göze alır, bunlara katlanırsınız ki, bu çok zordur ve hangi kötülüklere sebep olacağını bilemezsiniz. Ya da bu ızdırabı içinizde sürekli taşır ve beraberliğe katlanırsınız. Şahsen ben size bunu tavsiye ederim. Çünkü böylece kocanızı da kurtarmış olursunuz. Tahammül için ve onun düzelmesi için Allah’a sürekli dua edersiniz. Bu da sizin ibadetiniz olmuş olur. Ama her iki durumda da bu acıların mükafatını Allah’tan alırsınız."

alıntıdır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #7
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
KOCA NAMAZ KILMAYAN KARISINA CEZA VEREBİLİR Mİ, YOKSA BOŞANMALI MIDIRLAR?

Fıkıhçılarımızdan Timurtâsî; kocanın; süslenmeyi ve cünüplükten yıkanmayı terkeden, evden izinsiz ayrılan,yatağına çağırdığında gelmeyen karısına azar (ta'zir) cezası verebileceğini, ancak namazı terkeden karısına bu cezayı veremiyeceğini, çünkü namazın cezasının, diğerlerinin aksine, kadının kendine yönelik olduğunu söyler. Ancak Kenz ve Mültekâ gibi kitaplarımızda kadının namazı terketmesinden dolayı da kocanın onu ta'zir hakkı olduğu kaydedilir. Selebî de bunu izah ederken: "çünkü cünüplükten ve hayızdan yıkanmamak da namazı terketmek gibidir" der. (38 Takrîrâtü'r-Râfiî, N/48) Halebî ve şerhlerinde ise, namazını kılmayan kadının boşanabileceği söylenir. (39 Ibn Âbidîn, V/274 ) Ancak konuya açıklık getirilmez. Haskâfî de erkeğin, namazı terk eden karısını dövebileceğini söyler. (40) a.g.k.)Ancak hemen arkasından da kocanın fâcir karısını boşama zorunluluğu olmadığını zikreder. (41 a.g.k.) Ibn Âbidîn ise, kadının fâcir olmasını zina ve benzeri şeyleri yapması diye açıklar ve ancak Allah'ın hududuna riayet edemiyeceklerinden korkarlarsa o takdirde boşanmalıdır, der. (42 a.g.k.) Bütün bunlardan sonra konuyu şöylece özetleyebiliriz:
Kadının namaz kılmaması, namazın gereğine inanmamaktan ileri geliyorsa, onun eğitim ve öğretime ihtiyacı var demektir. Koca sabırla ve en güzel davranış biçimi ile ona önce imanı, sonra namazın gereğini ve dinin ana direği olduğunu öğretmeli ve onu önce buna inandırmalıdır.Inandığı halde ihmalkârlık ederek kılmıyorsa, önce mükafatlandırma ve hediye alma gibi güzel yolları denemeli, sonra yemeğini yememe, yatağına yatmamâ, ölçüyü kaçırmadan sözle azarlama gibi cezalara başvurmalıdır. Bunlardan en elverişli olanı yolu bıkmadan, usanmadan, ısrarla sürdürmelidir. Böyle bir kararlılık döneminden sonra aklı tam ve vicdanı bütün bir kadının namaz kılmayacağı düşünülemez. Ama bu konuda önce erkek kendine düşeni yapmazsa herhalde kadından da bir şey istemeye hakkı olmayacaktır.
Herşeye rağmen kadın namazını ihmalinden ötürü kılmıyorsa, günümüz şartlarında kocanın onu boşanması gerektiğini söylememize imkân yoktur. Çünkü bu konuda her hangi bir nas yoktur. Boşanılacağını söyleyenler, bunu zamana göre söylemiş olmalıdırlar. Çünkü böyle bir konuda Islâm toplumu ile, günümüz gibi gayr-i Islâmi bir toplum arasında fark olacaktır. Hele çoluk-çocuğu varsa, boşaması hiç söylenemez. Çünkü bunun doğuracağı yıkım, öbüründen daha büyük olacaktır. Ancak her yolun sabırla denenmesine rağmen inanamadığı değil de, inanmadığı için kılmıyor ve bunda kararlı olduğunu söylüyorsa, çocukları da yoksa kılmayacağına kanaat getirmesi halinde, kocanın onu boşaması gerekir (Allah'u alem). Inanamadığı için kılmıyorsa, kocada da hatâ vardır, inandırmaya çalışmalı ve bunun etkili yollarını bulmalıdır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #8
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Evlilikte namaz şartı aranmalı mı?

Evlilik için karşı taraftan namaz şartım var ama bunu da bulamadım. Çıkan kısmetler de "Kılmıyorum ama kılarım, falan" diyorlar. Bu duruma gönlüm el vermiyor, riske girmek istemiyorum ama evlilik için ne kadar daha bekleyebilirim? Zaman zaman aklım çok karışıyor. Namaz olmazsa olmazım, ama böyle biriyle bir araya gelemedim. Neler tavsiye edersiniz? (Rumuz: Dava ve Umut) Denklik ve uyum evlilikte çok önemlidir.Bu konuda en önde gelen de inanç beraberliğidir. İnanç denkliği olmazsa, evlilik aksar, çok geçmeden bir çileye dönüşür.
Siz namaz kılan birisiyle evlenmek istiyorsunuz. Bu zamana kadar namazla arası iyi olmayan bir insanın, evlendikten sonra namazla barışık olması, Allah'tan ümit kesilmez, ama çok zayıf bir ihtimaldir.
Bunun için "riske girmemekte" haklısınız, hiç acele etmeyin. "Namaz olmazsa olmazım" dediğinize göre, namaz olmazsa başka bir şey aramamanız normal...
Çünkü inanan bir insanda imandan sonra bulunması ve aranması gereken ilk şart namazdır. İslam'ın kesin bir emri olan, Kur'ân'da 100'e yakın yerde geçen ve kulluğun esası olan bir ibadet bir insanda aksıyorsa, İslam'ın diğer emirlerinin ve yasaklarının aksaması, gerilemesi de söz konusudur.
Peygamberimiz evlilikte adayda bulunması gereken şartları belirlerken, güzellik/yakışıklılık, gelir durumu, bilinen/temiz bir aileden gelmesi, ahlak ve karakter sahibi olmasını sayar, en sonunda da dini hayatın yeterli olmasını gerekli görür.
Bir hadis-i şerifte de "Kızını fasık birisine veren kişi, kızıyla ilgisini kesmiş ve onu ateşe at­mıştır" buyurarak, evlilikte dini hayatın önemine dikkat çeker.
Sizin gibi namazı önceleyen ve namazı ön şart olarak gören insanların evlilik hayatlarının sürekli ve devamlı olabilmesi başka türlü düşünülemez ve yaşaması da zordur.
Allah her insana niyetine göre muamele eder, niyetine göre arzu ettiği adayları karşısına çıkar. Burada önemli olan vesveseye kapılmamanız, kendinizi bir boşluğa atmamanız, daha sonra telafi edemeyeceğiniz, geri dönüşü olmayan bir girişimde bulunmamanızdır.
Ahzab Suresi'nin 35. âyetinde Kur'ân'ın istediği insan tipi tanımlanırken, "Müslümün erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar" eşitlemesinin ardından, "Allah'ın emirlerine itaat eden erkekler ve kadınlar" birlikteliği yer alır ki, karı koca arasında gerçek denkliğin, eşitliğin ve her ikisinde de olması gereken birlikteliğin Allah'a yakınlık derecesinde aranması şartına işaret edilir.
Zaten gerçek mutluluk, ailede aranan huzur manevi paylaşımın öne çıkarılmasıyla temin edilir. Başka türlü düşünceler ve beklentiler hayata bir tat ve lezzet katacak değildir.
Evleneceğim kızla nasıl görüşeyim?
"Mahremiyet Okulu" serisinin 1. kitabını okudum ve hayatımda önemli değişikliklere yol açtı, açmaya da devam ediyor. Sorum şu olacak size: Babamın yakın bir dostunun kızı var. Aileme uyabilecek, kapanmayı düşünen, üniversitede okuyan bir kız. Kendisini beğeniyorum, ancak pek görüşme fırsatımız yok. Kendisiyle irtibata geçmek istiyorum ancak bu işi aileler bilsin istiyorum. Böyle bir durumda babamla dostluklarının zarar görmesini istemiyorum. Bu kızla iki tarafı kırmadan nasıl görüşmeliyim? Babama mı söylemeliyim, yoksa kendim mi ulaşmaya çalışmalıyım? (Rumuz: Koç)
Evlenmeyi düşündüğünüz kıza bir şekilde kendiniz ulaşıp fikrini, düşüncesini öğrenebilirsiniz, ama en sağlıklı olanı, babanıza açmaya çekiniyorsanız, niyetinizi annenize açmanızdır, anneniz devreye girerek babanızla konuşmasıdır.
Aksi halde mesele daha teşebbüse geçmeden ve olgunlaşmadan hatta başlamadan bitebilir; siz de üzülebilirsiniz.
Kalıcı, sürekli ve sağlıklı evlilikler, başta anne ve baba olmak üzere ailenin ve yakınların desteği, yardımı alınarak, onların katılımı ve katkısı sağlanarak yapılan evliliklerdir.
Fakat henüz teşebbüse geçmeden önce, gelir ve eğitim durumunuz gibi hususlarda aranızdaki denklik ve uyumu gözden geçirin. Böylece kızın sizi baştan reddetmemesini temin etmiş olursunuz.

_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
13 Nisan 2015       Mesaj #9
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Dinimizde Erkek Karısını Dövebilir mi?
Erkeğin karısını dövmesi dinen caiz midir?Dinimize adam karısını dövebilir mi?Erkeğin karısını dövmesine dinimiz müsaade etmişmidir?
İslamiyette aile reisi erkektir. Kendisine karşı baş kaldıran eşini dövebilir. Evlilik birliğini yıkmaya yeltenen bir kadın dö­vülmeyi haketmiş demektir. Yine Allah emirlerinden birine yan çizen veya O'nun yasaklarına aldırış etmeyen kadın da dö­vülebilir.
Ama bu dövme hiç bir zaman aşırı derecede ve bir yerini ka­natacak ve kıracak şekilde olamaz. Aişe (r.a.) validemiz buyur­dular ki:
"Allah'ın Resulü, ne bir hizmetçiye, ne de bir kadına asla vurmamıştır."
(İbni Mace)
Peygamberimiz (s.a.v.) kadınları kastederek;
"Allah'ın kullarını dövmeyin." buyurduğu zaman, kadınlar bundan yüz buldular ve şımarmaya başladılar. Hz. Ömer (r.a.) Resulüllah'ın yanına gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü!. Kadınlar kocalarına büsbütün kafa tutmaya başladılar" diye şikayette bulundu.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) erkeklere haklı yerlerde kadınlarını dövmeye izin verdi. Bu kere de kadınlar Peygamberin hanımlarına başvurarak kocalarından şikayetçi olmaya başladılar. Neticede Peygamberimiz (s.a.v.):
"Muhammed ailesine bir çok kadın başvurarak ko­calarından şikayet etmektedirler. Hanımlarını döven­ler şüphesiz ki sizin iyileriniz değildir" buyurdular.
Karı-koca arasında zaman zaman anlaşmazlık olabilir.
Bunu normal kabul etmelidir.
Eğer geçimsizlik kadından geliyorsa, o zaman erkeğin onu edeblendirmesi ve onu itaata zorlaması hakkıdır. Böylece kadın mesela namazı terkettiği zaman erkek onu, namaz kılmaya zor­layabilir. Ancak onun yola gelmesinde sert değil yumuşak ha­reket etmelidir. Şöyle ki, evvela tatlı dille öğüt verecek, kendisini Allah'ın azabından sakındıracak ve korkutacaktır. Eğer bu şekildeki öğüt ve tavsiyeler fayda vermezse, yatakta ona sırtım çevirecek veya yatağını ayıracaktır. Evde beraber yattıkları halde, bir geceden üç geceye kadar onu terk edecektir ... Eğer bu da fayda vermezse onda yara ve bere izleri bırakmayan bir vuruşla onu dövecektir. Öyle bir dövme ki, canını acıtacak, fakat herhangi bir kemiğini kırmayacak ve bedeninden herhangi bir kan akıtmayacaktır. Dövdüğü zaman, yüzüne vurmayacaktır. Zira yüze vurmak yasaklanmıştır. Allah'ın Resulüne bir ara denildi ki:
- Kadının erkek üzerindeki hakkı nedir? Resulüllah:
- Yediği zaman, ona yedirmek, giydiği zaman da onu giydirmek, yüzüne karşı çirkinliğini söylememen. Kendisine ancak yara-bere açmayan bir şekilde vur­mak. Kendisini ancak yatakta terketmektir, buyurdu.
Erkek karısını hafifçe dövmek suretiyle yola getireme­yeceğini anlarsa yani dayağın faydası olmayacağı ortaya çıkarsa, hafif de olsa dövmesi doğru değildir. Çünkü kadını dövmekten maksat, onu yola getirmek ve terbiye etmektir. Bu maksat yerine gelmeyecekse, dövmek manasız olacağından, lü­zum yoktur.

Peygamberimiz (s.a.v.) veda haccında kadınlar hakkında şöyle buyurmuşlardır:
"Ey ümmetim! Kadınlara karşı iyi davranmanızı tavsiye ederim. Onlar elinizin altında esir gibidirler.
Onlara karşı bundan başka bir hakka sahip değilsiniz; açıkça çirkin bir hareket yapmış olmaları hariç. Eğer böyle bir şey yaparlarsa, onları yataklarınıza almayın ve onları hafifçe dövün. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerinde bulunmayın.
Şunu iyi bilin ki, onların da sizin üzerinizde hak­ları vardır; o da onlara güzelce giyecek ve yiyecek te­min etmenizdir.
Köleyi bile dövmeye müsaade etmeyen İslam dini, köle dö­vermişcesine kadın dövmeyi asla tasvip etmemiştir. Bir insan hizmetçi veya tutsak olsa bile onun da insan olduğu hatırdan çıkarılmayacak, hayvana layık görülmeyen dayak atma işi, in­san terbiyesinde kullanılmayacaktır. Dövme işi, geçim için bü­tün çareler denendikten sonra yuvanın selameti ve kadının içine düştüğü ruh haletinden kurtulup ayılması için safha safha uygulanan metodlar da fayda vermeyecek olursa, en son çare olarak kalmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de Nisa süresi 34. ayet-i kerimede buyurulu­yor ki:
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler, (Ailenin reisidirler) şu sebeple ki Allah onlardan kimini (erkekleri) kiminden (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkekler onlara) mallarından infak etmektedir­ler. İyi kadınlar itaatlı olanlardır. Allah kendi (hak) larını nasıl koruduysa onlar da öylece göze görünme­yeni (Erkeğin kıyabında malını, onun ve kendisinin şeref ve namusunu, bir de ev sırlarını) koruyanlardır. Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara ge­lince: Onlara (evvela) öğüt verin, (vazgeçmezlerse) kendilerini yataklar (ın da) yalnız bırakın. (Yine kar etmezse) dövün. Size itaat ederlerse aleyhlerinde bir yol aramayın. Çünkü Allah çok yücedir. Çok büyüktür"
"Huzursuzluk gösteren kadının, dövülmek suretiyle yola gelmesinde psikolojik ince bir nokta vardır. Bazı insanlar ancak şiddete maruz kalınca şehvetlenir ve bu yoldan cinsi tatmin bulurlar. Buna Mazohizm denir. Kadınların dövülmek suretiyle cinsi tatmine ermesi konusunda Dr. Mazhar Osman şöyle diyor:
"Kadınlarda mazohizm nisbeten daha çoktur. Zaten kadın yaradılışı az çok buna meyillidir. Kadınlar kendilerine baş eğen zayıf adamları sevmezler, istinat edebilecek bir sahip, metin bir ruh ararlar. Bir çok kadınlar kocalarının kendilerini dövmele­rini isterler ve kendilerine kötü muamele etmeyen kocadan memnun olmazlar. Hele bu hal Rusyada ve şarkta ... Çok defa karı koca arasındaki kavganın sebebi kadının dövülmek isteme­sidir. Adamcağız kavgadan kaçtıkça ve fena muameleden çe­kindikçe kadın, üzerine saldırır. Gazetelerde gördüğümüz gibi dayağa değil, bazen hiçten çerh ve katle bile mecbur olur."
"Bu tatbikat neticesinde kadın kocasına itaat ederse koca artık bunlardan hemen vazgeçmelidir. Vazgeçmez, kadına ezi­yet etmeye devam eder veya onu boşamaya kalkışırsa Allah nez­dinde mes'ul olur."


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

16 Ağustos 2011 / Misafir Soru-Cevap
27 Nisan 2015 / mechul Müslümanlık/İslamiyet
3 Şubat 2010 / asla_asla_deme Müslümanlık/İslamiyet
9 Mart 2016 / Misafir Cevaplanmış
27 Nisan 2010 / Misafir Soru-Cevap