Arama

İslam ve Kadın Hakları - Sayfa 2

Güncelleme: 27 Nisan 2015 Gösterim: 47.843 Cevap: 17
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #11
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
İslam'da Kadın Hakları
İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhip kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." buyurmuştur.Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda: "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’tan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız." buyurmaktadır.Başka bir hadîs-i şerîflerinde de: "Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." buyurur.Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:"Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." buyurmaktadır.Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.
Sponsorlu Bağlantılar
Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.Başka bir hadîs-i şerîflerinde: "Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" buyurmuşlardır. Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir: "Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur."
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda: "Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte: "Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." buyurulur.Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir.
Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır.Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir.

"Cennet annelerin ayağı altındadır. " diyen dinimiz kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir. İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır. İlk Müslüman bir kadındır. Peygambe-rimizin soyu kızından devam eder. Hz. Ebubekir’in kitap haline getirdiği dünyadaki tek Kur’an-ı Kerim Hz.Ebubekir, Ömer, Osman dönemlerinde onlarca yıl bir kadının yanında kalmıştır. O dönemde ise Hıristiyanlar şunu tartışıyordu bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı. Kur’an-ı Kerim’de Nisa (Kadınlar), Müntehine (imtihan edilen kadın), mücadele (mücadele eden kadın), Meryem (Hz. İsa’nın annesi )... gibi sure isimleri vardır. Fakat mesela, rical (erkekler) süresi yoktur.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
27 Ağustos 2006       Mesaj #12
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
ZAMANI TÜKETEN KADINLAR

Sponsorlu Bağlantılar
Ev hanımları aciz mi?
Zaman, günümüzün en önemli avantajlarından biridir. Teknoloji her konuda olduğu gibi ev hanımlarına da zamandan tasarruf konusunda büyük ölçüde yardımcı olmaktadır.

Dünya nüfusunun yüzde ellisi kadın olmasına rağmen, bu büyük topluluğun neredeyse yarısı, çeşitli sebeplerden dolayı sadece ‘ev hanımı’ olarak hayatlarını sürdürmektedirler. Evde yaşanan bu uzun zaman dilimi; iyi değerlendirilirse, kendilerinin dahi farkında olmadıkları yeteneklerini keşfedebilecekleri ve toplum yararına mükemmel işler yapabilecekleri bir avantaja dönüşecektir.

Oysa günümüz ev hanımlarına baktığımızda, durumun pek de iç açıcı olmadığını görürüz. Örneğin; zamanının çoğunu, parasını nasıl harcayacağını düşünerek boş ve amaçsız işler uğruna tüketen, can sıkıntısından kurtulabilmenin arayışlarını sürdüren, ülkemizde yüzlerce zengin ev hanımı vardır.


Zengin hanımların görevleri
Günümüzde, teknolojinin avantajları, bilindiği gibi evlerimize kadar girmiştir. Elektronik robot cihazlarla donatılmış evlerinde yaşayan zengin ev hanımları, bu işleri de zaten yardımcılarına yaptırarak, boş zamanlarına zaman katmaktadırlar.

Gelişmekte olan ve ekonomik sıkıntıların yaşandığı ülkemizde, özellikle zengin ev hanımlarına toplum olarak çok büyük görevler düşmektedir. Allah’ın onlara verdiği zenginliği, hayırlı ve faydalı hizmetlerde kullanabilirler. Çünkü bu imkanları onlara, dünya hayatında bir imtihan olarak Allah vermektedir. Mülkün tek ve gerçek sahibi Allah’tır, dilerse tüm bu imkanları geri alıp onları yoksul ve muhtaç durumda bırakabilir.

Ekonomik olarak güçlü insanlar, özellikle de evde oturan ev hanımlarının, ellerindeki bu imkanlarla, toplum olarak yaşanan her türlü sorunlara el atma zorunlulukları vardır. Yüce Allah bu durumu bir ayetiyle bizlere şöyle bildirmektedir:
“Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (Fecr Suresi, 17-18)

Zamanı tüketen kadınlar
Diğer hanımlar ise boş ve anlamsız eğlence ve dedikodu üzerine kurulu TV programları ile değerli zamanlarını boşa tüketmektedirler. Oysa Allah (cc) Kur’an’da müminleri boş şeylerden yüz çeviren kimseler olarak tanımlamaktadır:
“Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir.” (Mü’minun Suresi, 3)

Burada şunu vurgulamakta yarar var; çalışan bayanların kendilerini yetiştirmek ve topluma büyük hizmetler yapabilmek için yakalayamadığı zaman fırsatını, ev hanımları farkında olmasalar da yakalamışlardır.

Ev hanımı evinin patronudur. Ev işleri ne kadar yoğun olursa olsun, kendi zamanını kendi ayarlayabilir. Çalışan hanımların böyle bir lüksü yoktur. Dolayısıyla çalışan bayanlar için zaman çok önemlidir. Bu zamanı çok zor da olsa, kendine ve çocuklarına ayırmak zorundadırlar. Çalışan bayan, işinin konumuna göre sadece işini bilir. Genel kültürünü artırmak ve kendini yetiştirmek için, isteyip kendini zorlamadığı sürece, bunun için çok fazla zaman bulamaz.

Toplumda şöyle bir önyargı vardır: “Çalışan kadın kültürlü olur.” Bu mantık bazen doğru değildir. Başka bir yanlış düşünce ise “Ev hanımlarının genel kültür ve bilgi açısında yoksun oldukları düşüncesidir.” İlginç olan durum ise ev hanımlarının büyük çoğunluğunun da kendileriyle ilgili bu ön yargıyı kabullenmiş olmalarıdır.

Gelişmiş toplumlara baktığımızda, böyle bir genellemeyi görmek mümkün değildir. Çünkü bu toplumlarda ev hanımı olmak diye bir kavram yoktur. İnsanlar ülkemizde olduğu gibi, evlerde eğlence amaçlı çay partileri yaparak değil, sosyal dernekler ve sivil toplum kuruluşlarında bir araya gelip, topluma yararlı olacağını düşündükleri faaliyetler göstermektedirler.


Ev hanımları neler yapabilir?
Ayrıca ev hanımı için yapılacak birçok iş olduğu kanısındayım. Örneğin; bol, bol kitap okuyabilirler, çeşitli konularda araştırma yapabilirler. Çağımızın bize sunduğu en büyük kütüphane ve adeta açık üniversite olan “interneti” etkin biçimde kullanmayı öğrenebilirler. Konferanslara ve fuarlara katılabilirler. Ülkemizde bu tür faaliyetler yerel belediyeler tarafından ücretsiz olarak halka sunulmuştur. Tüm bunları yapabilmek için sadece meraklı ve istekli olmak yeterli olacaktır, diye düşünüyorum.

Modern çağın getirdiği hızlı hayat tarzına ev hanımlarımızın da ister istemez uymak zorunluluğu vardır. Klasik ev hanımı modeli, günümüz annelerine çok fazla bir gelişme sağlamayacaktır.

Ekonomik şartların ağır olduğu günümüzde, ev hanımı olmak büyük bir avantajdır. Bizlere sunulan bu avantajın farkına varalım. Çağa uygun şartlarda kendimizi yenileyip ilim ve bilgiyle donatalım.

Son olarak, ev hanımlarının kendilerine yakıştırdıkları bu yanlış imajı, aynı zamanda yine kendileri azimleri ve bilgi birikimleriyle, bu ezik ev hanımı psikolojisinden kurtulabileceklerini yineliyorum.

Bir de üniversite mezunu bayanlar için bir uyarımız olsun. Unutulmamalıdır ki; bilgiye ulaşmak için sadece üniversite sıralarında oturmak yeterli değildir. Bu dört yıllık eğitim, devam ettirilip hayat boyu kendini geliştirmekle, önem ve anlam kazanır. Aksi takdirde, sadece iş ve meslek sahibi olunur. Ayrıca, eğitimin ne yaşı, ne zamanı, ne de mekanı vardır.
“…Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.” (Yunus Suresi, 89)

1400 sene evvel Hz. Muhammed (sav) “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” (Beyhaki, Şuabu’l İman,II,254) sözüyle, tüm müminlere çok hikmetli bir nasihat vermiştir.

Günümüzde, ilim öğrenmek için, Çin’e gitmeye gerek kalmadan, Allah’ın bizlere sunduğu, kapımıza kadar gelen ilmin farkına varmak için çevremize sadece şuurlu ve akıl gözüyle bakmamız yeterli olacaktır.


NURAN YELKEN

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Ekim 2006       Mesaj #13
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
KADININ GÖREVLERİ
İslâmi teşrii, tabiatı gereği herhangi bir ayırıma gitmeden, insan vasfını taşıması nedeniyle hem erkeğin hem de kadının birtakım işleri yapmalarını mübah kılmıştır. Yine herhangi bir şekilde cins ayırımına gitmeden bu işlerden bir kısmını farz, bir kısmını haram, bir kısmını mekruh, bir kısmını da mendup kılmıştır. Bazı işler vardır ki insani vasıf taşımakla beraber bunları sadece erkekler yapabilir. Yine bazı işler de vardır ki insani vasıfta olmalarına rağmen onları ancak kadınlar yapabilir. Şeriat, bu işlerin özelliklerini göz önünde bulundurarak bunlarda bir ayırıma gitmiş; farziyet, haramlık, mekruhluk, mendubluk veya mübahlık açısından erkek ve kadını farklılaştırmıştır. İşte bu çerçevede şeriat; yönetme ve otorite görevini yalnızca erkeklere verirken, -erkek olsun kız olsun- çocukların terbiye ve bakım görevini kadınlara vermiştir. Bunun için kadınlık vasfını taşımalarından dolayı kadınları ilgilendiren bazı işlerin kadınlara, erkek olma vasfına sahip olmalarından dolayı da bazı işlerin erkeklere verilmesi gerekmektedir. Erkek ve dişiyi yaratırken, erkeğin ve kadının durumunu en iyi bilen Allah (c.c.)'dır. Yalnızca erkeğe veya kadına veyahutta erkek-kadın ayırımı gözetilmeksizin insan olmaları nedeniyle insanlara ait hükümlerin sınırlarını vâzederken, onların bu teklifleri taşıyıp taşıyamayacaklarını en iyi bilen de şüphesiz ki Allah (c.c.)'dır. Zira insana neyin faydalı olduğunu en iyi bilen O'dur. İnsan aklının, kadının şanından değildir diyerek kadını birtakım işlerden mahrum etmesi veya erkeklere ait birtakım işleri ona yüklemeğe çalışarak böylece kadına ait hakkın korunduğunu kabul etme çabalarının tümü, şeriata karşı çıkmak demektir. Böylesi bir davranış kesin bir hata ve fesadın sebebidir.
Şeriat; kadını bir ana ve evin eğitimcisi olarak takdim etmiş; hamilelik, doğum, süt emzirme, çocuğun bakımı, terbiyesi ve iddetle ilgili olarak birtakım hükümler getirmiştir. Bunların hiçbirini erkeğe teklif etmemiştir. Çünkü bunlar, kadınlık vasfı taşıması dolayısıyla kadını ilgilendiren hükümlerdir. Gebelikten başlayarak, çocuğun doğumu, süt verilmesi, beslenip bakılma sorumluluğu kadına yüklenmiştir. Bu, kadının en önemli görevi ve en büyük sorumluluğudur. Diyebiliriz ki, kadının en önemli ve asli işi; annelik ve evinin eğiticiliğidir. Çünkü bu iş; insan türünün devam etmesini sağlayan önemli bir husustur. Bu görev erkeklere değil yalnızca kadınlara verilmiştir. Bu nedenle kadına ne tür görevler verilirse verilsin, ne kadar sorumluluk yüklenirse yüklensin, kadının asli görevinin "annelik" ve "evinin terbiyecisi" olduğu açıkça bilinmelidir. Bu nedenledir ki şeriat kadına; hamile iken veya süt emziriyorken Ramazanda orucunu bozma ruhsatını vermiştir. Hayız ve nifas halinde iken namazdan sorumlu tutmamıştır. Memede olduğu süre içerisinde erkeğe, annesinin yanından çocuğunu alıp götürmesini yasaklamıştır. Bunların tümünü kadının asli görevi olan "annelik" ve "evinin terbiyecisi" görevleri gibi en yüce görevini tamamlayabilmesi için kadına hak olarak tanımıştır.
Ancak tüm bu anlatılanlardan; kadının asli görevinin annelik ve evinin terbiyecisi olduğu, başka işleri yapmasının mümkün olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Bu ifadenin anlamı şudur: Allah (c.c.) kendisiyle sükun ve rahat bulunsun, ondan nesil ve zürriyet elde edilsin diye kadını yaratmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah nefislerinizden sizin için eşler yaratıp, yine sizin zevcelerinizden çocuklar ve torunlar yarattı."

"Kendileriyle sükun ve rahat bulmanız için, eşleri, nefislerinizden yaratmış olması, O'nun ayetlerindendir."
Aynı zamanda kadını, özel hayatta çalıştığı gibi genel hayatta da çalışması için yaratmıştır. Daveti taşıma görevini ve hayattaki işlerinde kandisine lazım olanı yapması için gerekli olan ilmi öğrenmesini de farz kılmıştır. Alış-veriş, icare ve vekalet gibi işleri yapmayı caiz kılmıştır. Yalanı, hileyi ve hiyaneti haram kılmıştır. Aynı şeyleri erkeğe de caiz ve haram kılmıştır. Ticaret yapabileceği gibi, ziraat ve sanayi alanında da çalışabileceğini, akidlere ve anlaşmalara girebileceğini, istediği kadar mal üretebileceğini mübah kılmıştır. Hayatta işini, bizzat kendisi yapabileceği gibi bir ortak veya bir işçi vasıtasıyla da görebilir. İnsanları, gelir getiren kaynakları ve birtakım eşyayı kiralayabileceği gibi, bundan başka daha birçok muamelelerle de iştigal edebilir. Bu, Şari'in umumi olan hitabından ve kadına ait herhangi bir yasağın olmayışından anlaşılmaktadır. Ancak kadın, hükmetme görevini üstlenemez. Mesela kadın, devlet reisi, onun muavini, vali, amil ve hükmetme görevinden sayılan herhangi bir işi yüklenemez. Ebu Bekir'den rivayet edildiğine göre: Fars halkının devlet başkanlığına Kisra’nın (Kraliçe) kızını melike olarak seçtikleri haberi Rasulullah (s.a.v.)'a ulaştığı zaman Allah'ın Rasulü şöyle buyurmuştur:
"Bir kadını kendi işlerine emir tayin eden hiçbir millet felah bulamaz."
Bu hadis, kadını yönetici yapanların kınanmalarından dolayı kadının yönetici olmasının yasaklandığının açık ve net bir ifadesidir. Emir sahibi olmak, yönetici olmak anlamına gelmektedir: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! Allah'a, Rasul'e ve sizden olan emir sahibine itaat ediniz."
Bu nedenle kadınların yönetici olmaları caiz değildir. Fakat kadınların hükmetme dışındaki görevleri yüklenmeleri caizdir. Buna göre kadın, devlet memurluklarına tayin edilebilir. Çünkü memurluk, hükmetme kapsamına girmez, icare konusuna girer. Memur, devlet kurumlarından birinde çalışan özel ücretlidir. Bu yönüyle memur, herhangi bir şahsın yanında veya şirkette çalışan ücretli kimse gibidir. Kadın, yargı organlarından herhangi birinde hâkim olarak görev yapabilir. Zira hakimlik yöneticilik kapsamına girmemektedir. Çünkü hakimlik, insanlar arasındaki anlaşmazlığı gidermektir; anlaşmazlığa düşen iki tarafa ilzam edici bir şekilde şer'î hükmü haber vermektir. Çünkü yargı; "ilzam edici bir şekilde hükmü haber vermektir" diye tarif edilir. Kâdı, yönetici olmayıp başka ücretliler gibi devletin yanında çalışan bir görevlidir. Ömer (r.a.)’in, kendi kavminden Şifa isminde bir kadını, Çarşı Pazar “Kâdı”sı yani, çarşılardaki tüm aykırı davranışları karara bağlayan "Hisbe Kâdısı" olarak tayin ettiği rivayet edilmiştir. Ancak hadisin nassına bağlı olarak kadının Kâdı olmasının ve hadisin kâdılık olgusuna uygulanmasının caiz olması meselesine gelince: Eğer yasaklama hadisi kadının, yargı üzerinde emirlik görevine getirilmesi gibi bir duruma uygunluk arzederse, kadının böyle bir göreve getirilmesi caiz değildir. Eğer hadis, böyle bir hususa şamil değilse kadının yargıç olmasını engellemeye delil sayılmaz. Hadise baktığımız zaman, İranlıların kendilerini idare etmek üzere başlarına kraliçe olarak bir kadını tayin ettikleri haberi Allah'ın Rasulüne ulaşınca, buna cevap olarak böyle bir durumu zemmetmiştir. Bu hadis verilen bir habere aittir ve sorulan bir sorunun cevabıdır. Haberin konusu ise; kraliçelik yani "devlet başkanlığı"dır. Dolayısıyla cevap yalnızca devlet başkanlığı ile ilgilidir. Devlet başkanlığı ise "yönetim"le ilgili bir husustur. Bir başka açıdan meseleye baktığımız zaman yasaklamanın umumi olan velayete ait olduğu görülür. Bu da; emirlik velayetidir. İşte hadisin manası ve işaret ettiği husus da budur.
Yargının konusu ise vali ve halifenin yaptığı işten farklıdır. Halife ve valinin görevi; ister doğrudan kendisine bir mesele gelsin veya kadı tarafından gönderilen bir problem olsun veya kendisine hiçbir kimse herhangi bir mesele getirmemiş olsun, şeriat'a aykırı gördüğü hususta direkt olarak şer'i hükmü infaz etmektir. Halife, bir dava karşısında herhangi bir davacı olmadan hükmü icra eder. Fakat kâdı, ancak biri kendisine bir dava getirdikten sonra o dava hakkında hüküm verebilir. Kâdı'nın bakacağı davada muhakkak iki taraf mevcuttur. Ortada bir iddia olduğu zaman ancak hükmedebilir. Bir iddia sahibi olmadıkça kâdı'nın hükmetme selahiyeti yoktur. Gelen davaya bakması da, mesele hakkında bağlayıcı bir şekilde Allah'ın hükmünü haber vermekten ibarettir. Hem infaz edici hem de kâdılık görevini birlikte yürütmekle yetkili kılınması dışında kâdının mutlak olarak tenfiz yetkisi yoktur. Her iki yetkiye da sahip olduğu zaman; kâdı olarak hükmeder ardından da infaz yetkisine sahip birisi olarak verdiği hüküm gereğince hükmü infaz eder. Yargı olayı ile hüküm verme olayları ayrı ayrı şeylerdir. Bundan dolayı, kadınların yönetici olmalarını yasaklayan hadis "kâdı"ya uygulanamaz. Üstelik yargı; hiçbir zaman herhangi bir şeyde velayet anlamına gelmez. Kâdı'nın tayin edildiği belde halkından hiçbiri üzerinde herhangi bir velayeti yoktur. Hatta karşısına gelen iki davacının üzerinde bile herhangi bir velayeti yoktur. Ona itaat da vacib değildir. Ancak, gelen dava üzerinde hüküm verdiği zaman hükmü yerine getirmek vacib olur. Çünkü onun verdiği hüküm Allah (c.c.)'ın verdiği hükümdür. Kâdı'nın kendisine ait bir hüküm ve emir değildir. Onun verdiği hükme, sadece bir kâdı'nın hükmü nazarıyla bakılmamalıdır. Diğer taraftan kâdı'nın verdiği hüküm ancak, mahkemede hükmettiği zaman geçerlidir. Bundan dolayı yargı meclisinin dışında kâdı'nın bir olayı görmesi, gördüğüne ve işittiğine hükmetme yetkisini vermez. Gördükleri ve işittikleri şeyler kâza meclisinde olduğu zaman verdiği hüküm geçerlilik kazanır. Fakat "yöneticinin" durumu böyle değildir. Yönetme mevkiinde bulunan yöneticiye, her halde itaat vacibtir. Hükmetmek için yöneticinin yönetim merkezinde yani dairesinde bulunması şart değildir. Evde, yolda, devlet merkezinde ve her nerede bulunursa bulunsun "yöneticiye" itaat farzdır. Zira Allah'ın Rasulü şöyle buyurmaktadır:
"Emire itaat eden bana itaat etmiş olur."
Bu nedenle kadının "yönetici" olmasını yasaklayan hadis, kesinlikle mahkeme hakimliği görevine uygulanamaz. Bu hadis ile kadının yargı görevinde bulunması yasaklanamaz. Kâdı; "yöneticinin" yanında, muayyen bir işi yapmak üzere muayyen bir ücretle çalışan "ücretli" kimsedir. "Ücretli" kelimesi, hangi görevde bulunursa bulunsun ücretle çalışan herkesi kapsamına alır. Hatta Rasul (s.a.v.), Kur'an öğreten kimseyi dahi "ücretli" saymış ve şöyle demiştir:
"Karşılığında ücret aldığınız şeylerin en hayırlısı Allah'ın Kitabıdır."
Kâdı da Kur'an öğreten kimse gibi ücretli bir kimsedir. Beytülmaldan aldığı şey ise ücretidir.
"Kâdı, yöneticinin yardımcısıdır. Bundan dolayı, hükmetmede ona tabidir" denemez. Çünkü kâdı; yöneticinin yanında çalışan bir ücretlidir, onun yardımcısı değildir. Kâdı'nın görevi iki tarafın anlaşmazlıklarını anlayıp şer'i hükümlerin hangi maddesine göre mahkeme olacaklarını, durumlarının intibak ettiği şer'i hükmü onlara bildirmektir. Netice olarak kâdı, muayyen bir işe tahsis edilmiş, muayyen bir ücretle çalıştırılan bir ücretlidir.

Kâdı ve muhtesib'in durumu budur. Fakat mezalim mahkemelerine bakan kâdı'nın durumu değişiktir. Kadının, mezalim hâkimi olması ve bu göreve getirilmesi caiz değildir. Çünkü mezalim hâkimliği yöneticilik kapsamına giren görevlerdendir. Dolayısıyla hadisin manası, bu mahkemelere bakan hâkimi kapsamına alır. Çünkü burada görevli olan hâkimin görevi; şikayet olsa da olmasa da "yöneticiden" kaynaklanan herhangi bir zulmü insanlardan kaldırmaktır. Mezalim hâkimi, yönetici tarafından haksızlığa uğradığını iddia eden bir kişinin yönetici aleyhine dava açmasına gerek görmeden de davaya bakabilir. Böylesi bir durumda mezalim hâkiminin davalıyı mahkemeye çağırması da çağırmaması da caizdir. Çünkü konu, problem hakkındaki bir hükmü haber vermek olmayıp, yeneticiden kaynaklanan haksızlığın insanlardan giderilmesidir. Bundan dolayı, mezalim mahkemelerine bakmak hükmetmektir. Bunun için kadının, böyle bir mahkemede hâkim olması caiz değildir.
Ümmet Meclisi'nin bulunması halinde, kadının Ümmet Meclisi'ne üye olmasının caiz olup olmadığı meselesine gelince; bu mesele bazılarınca tam bir açıklığa kavuşmadığı için demokratik sistemlerdeki parlamentoya kıyaslayarak, İslâm'daki Ümmet Meclisi'ne kadının üye olmasının caiz olmayacağını zannetmişlerdir. Gerçekte ise; demokratik sistemdeki parlamento ile, İslâm'daki Ümmet Meclisi arasında fark vardır. Parlamento kanun yapar ve hükmeder. Çünkü demokrasinin tarifinde parlamentonun hükmetme yetkisinin olduğu belirtilir. Gerektiği zaman parlamento, devlet başkanını seçebilir ve onu azledebilir, bakanlara güvenoyu verir, gerekirse düşürebilir.
Parlamentonun üç görevi vardır:

1- Hükümeti denetler ve muhasebe eder.
2- Kanun yapar.
3- Yöneticileri tayin eder ve onları düşürür.

Parlamentonun hükümeti denetleyip muhasebe etmesi hükmetmek (yürütme) sayılmaz. Fakat kanunlar çıkarıp tatbike koyması, yönetici ve idarecileri tayin etmesi ve onları azletmesi hükmetmek sayılır.

Ümmet Meclisi ise böyle değildir. Ümmet Meclisi; yöneticileri muhasebe eder ve denetler, gerektiğinde uyarılarda bulunur. Bu uyarılar ise:

a- İşlerin arzu edilen şekilde yürümemesi,
b- İslâm'ın tatbikatında gevşek davranılması,
c- İslâmi davetin tebliğ ve yüklenilmesinde gerekli çabanın gösterilmeyişi gibi hususlarda olur.
Fakat, Ümmet Meclisi, hiçbir zaman kanun koyamaz. Bir yöneticiyi tayin veya azledemez. Bu karakteriyle parla-mentodan farklıdır. Onun için demokrasi ve kapitalizm prensiplerine göre işleyen kanun yapma ve hükmetme vasfına haiz parlamentoya kadının üye olması caiz değildir. Fakat hükmetme karakteri olmayan, Ümmet Meclisi’ne kadının üye olması caizdir. Ancak, parlamen-toya kadının üye olamaması, onun yöneticiyi seçmesinin de caiz olmayacağı anlamına gelmez. Çünkü hükmetme yetkisini veren parlamentoya kadının üye olması, hadisi şerifin kesin nehyiyle sabit olduğu üzere caiz olmaz. Çünkü Peygamber (s.a.v.):
"Bir kadını başlarına kraliçe tayin eden millet felah bulmaz."
buyurmuştur. Bu hadis, kadının yöneticiyi seçmesine engel olmaz, onu hükmetme yetkisine sahip kılmaz. Kadın, kendisine hükmedecek kimseyi seçebilir. Şeriat, kadına yöneticiyi seçme yetkisini verdiği gibi, hüküm ile ilgili işleri yapmak üzere herhangi bir erkeği seçebilme yetkisini de vermiştir. Kadın, halifeye biat edebilir ve seçimine katılabilir.

Ümmü Atiyye'den:
"Biz Nebi (s.a.v.)'a biat ettik ve Allah'ın bize; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamamızı emreden ayeti okudu ve bizi, ölülerin arkasından bağırıp çağırarak yas tutmaktan nehyetti. Bunun üzerine bizden bir kadın elini geri çekti ve; falan kadın benimle birlikte yas tuttu. (üzerimde hakkı vardır) Ondan izin almak isterim dedi. Bunun üzerine Allah'ın Rasulü ona bir şey söylemedi. Kadın gitti ve sonra geri dönerek gelip biat etti."
Allah'ın Rasulüne yapılan bu biat; nübüvvet biatı değil, yöneticiye itaat etme biatıydı. Bu olay, kadının yöneticiye biat edebileceğini ve onu seçebileceğini göstermektedir. Parlamento açısından durum budur.
Ümmet Meclisi’nin durumu ise böyle değildir. Ümmet Meclisi görüş belirtme ve belirtilen görüş ile amel etme yeridir, hükmetme yetkisi yoktur. Ümmet tarafından halifeyi seçme yetkisi verilmedikçe yöneticiyi seçemeyeceği gibi onu azledemez de. Kanun koyma yetkisi de yoktur. Ümmet Meclisi’nin bütün işi görüş belirtmekle ilgilidir. Ümmet Meclisi genellikle şu işlere bakar:
a- Devlet (halife), uygulamaya koymak istediği dahili herhangi bir iş hususunda görüşünü almak üzere Ümmet Meclisi’ne müracaat eder,
b- Dahili ve harici uygulamalarından dolayı halifeyi denetlemek,
c- Dahili ve harici birtakım konularda görüşlerini belirtmek,
d- Halife adaylarını tesbit etmek,
e- Valiler ve yardımcılar hakkındaki hoşnutsuzluklarını gündeme getirmek, görüşlerini bildirmek.

Burada sıralanan işlerin tümü bir nevi görüş beyanından ibarettir. Dolayısıyla Ümmet Meclisi’nin işi genelde birtakım konularda görüşünün alınması amacıyla "şûra" görevini yerine getirmektir. Ancak hükümleri benimseme gibi hususlarda Ümmet Mecilisinin görüşü halifeyi bağlayıcı değildir. İşte bunların tümü görüş belirtmekten ibaret olup, yönetim işlerinden değildir. Bu nedenle Ümmet Meclisi’nin görevi yalnızca görüş belirtmekle ilgilidir.
Ümmet Meclisi üyeleri yalnızca görüş belirtmede halkın vekilleridir. Yönetimde onların vekilleri olmadıkları gibi, yöneticinin nasbedilmesinde ve azlinde de onların temsilcileri değillerdir. Hatta Ümmet Meclisi üyeleri halife yardımcıları ve valiler hakkında hoşnutsuzluklarını ortaya koydukları zaman, onlar hemen azledilmiş sayılmazlar. Ancak Ümmet Meclisi’nin görüşlerine istinaden halife tarafından azledilirler. Oysa parlamento böyle değildir. Zira parlamento üyeleri, bakanlar hakkında verdikleri güvenoyunu geri çektikleri zaman devlet başkanının görevden almasına gerek kalmaksızın görevlerinden alınırlar.
Ümmet Meclisi üyeleri halkın görüşünü temsil ettiklerine göre, kadın da Ümmet Meclisi yetkisi dahilinde bulunan her konuda görüşünü açıklama hakkına sahiptir. Siyasi, iktisadi ve teşrii nitelikteki konularda ve diğer konularda görüş belirtme hakkına sahiptir. Kendi yerine görüş belirtmesi için dilediği kimseyi vekil tayin edebileceği gibi, kendisi de başkaları adına vekil olabilir. İslâm, görüş belirtme hakkını erkeğe verdiği gibi kadına da aynı eşitlikte vermiştir. İslâm'da şûra, eşit olarak hem erkeğin hem de kadının hakkıdır. Zira Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"İş (hususunda) onlarla müşavere et."

"Onların işleri, kendi aralarına, müşavere iledir."
Bu ifadeler, hem kadına, hem de erkeğe şamildir. Aynı şekilde emr-i bi'l ma'ruf ve nehyi ani'l münker görevini ifa etmek aralarında herhangi bir ayırım bulunmaksızın hem erkeğin hem de kadının yapması gereken görevlerdendir. Nitekim, Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
"Sizden, hayra davet eden, marufu emreden, münkerden nehyeden bir ümmet bulunsun."
Allah Rasulü ise şöyle buyurmaktadır:
"Sizden bir kimse, herhangi bir kötülük gördüğü zaman, onu değiştirsin."
Dikkat edilirse cümle hem erkeğe hem de kadına şamildir. İdarecileri muhasebe etmek ve denetlemek hem kadına hem de erkeğe farzdır. Nebi (s.a.v.):
"Din nasihattir.
Denildi ki: Kim için ey Allah'ın Rasulü?
Dedi ki: Allah, Rasulü, müslümanların yöneticileri ve tüm Müslümanlar için nasihattir" derken nasihatı, hem erkek hem de kadın için bir hüküm olarak belirtmekteydi. Hadiste belirtildiği gibi nasihatta bulunma görevi yalnızca erkekle sınırlı tutulmamıştır. Hadise göre kadın erkek ayırımı yapılmaksızın müslüman olan herkes, hem müslümanların yöneticileri hem de tüm insanlar için nasihatta bulunma görevini ifa etmekle yükümlüdür. Asrı saadette kadınların Rasulullah (s.a.v.) ile tartışmaları ve bazı konular hakkında soru sormaları; günümüzdeki kadınların da yönetim yetkisine sahip olan kimselerle tartışabileceklerine ve onlara birtakım sorular sorabileceklerine işaret etmektedir. Bir bayram günü Allah Rasulü’nün erkeklere vaaz ettikten sonra kadınların bulunduğu yere geçip onlara da öğütte bulunduğu ve onlara şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Sadaka verininiz, çünkü çoğunuz cehennem odunusunuz" deyince, yanakları işaretlenmiş bir kadın, kadınlar arasından ayağa kalktı ve; Niçin ey Allah'ın Rasulü? dedi..." Bu hadis, kadınların Allah'ın Rasulü ile münakaşa ettiğine ve haklarında söylediğinin sebebini sorduklarına işaret etmektedir. Salebe kızı Havle olayı şöyledir: "Havle, kocasının kendisi için söylediği zıhar durumunu sormak üzere Allah'ın Rasulüne gelmişti. Allah Rasulü (s.a.v.):
“Senin bu sorduğun bu mesele hakkında yanımda hiçbir şey yoktur" dedi. Bunun üzerine kadın, bu konuda Allah Rasulü ile mücadele etti.” Bu, meşhur bir olaydır. Nitekim, Kur'an-ı Kerimde bu hususa işaret edilmektedir:
"Kocası hakkında seninle cedelleşen ve Allah'a şikayet eden kadının sözünü, Allah işitmiş bulunuyor. Allah, sizin karşılıklı konuşmalarınızı işitiyor."
Mealindeki ayet, kadınların Allah Resulü ile münakaşa ettiklerini açıkça belirtmektedir. Her konuda, kadının kendi reyini açıklayabileceği ve bu konuda münakaşa edebileceği hususunda herhangi bir şüphe yoktur. Bu konuda icma vuku bulmuştur.
Kadının, kendi görüşünü temsil edecek kimseyi vekil tayin edebileceği ve başkasının adına vekil olabileceğinin caiz oluşunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Çünkü kadın; nikah, alış-veriş, icare ve diğer muamelelerde, kendisini temsil edecek kimseyi vekil tayin edebileceği gibi başkasına da vekil olabilir. Bu konuda herhangi bir tahdit de yoktur. Yani kadının vekalet alması veya vekalet vermesi sadece bazı alanlarla sınırlı olmayıp her şeyi kapsamına almaktadır. Ümmet Meclisi üyeliğinde görüş belirtme olayı da bundan bir parçadır. Dolayısıyla kadının dilediğine vekil olması veya vekalet vermesi şer'an caizdir.
Ümmet Meclisi, rey ve görüşlerin belirlendiği bir yer olduğuna göre ve meclis üyeleri de başkalarını temsilen orada bulunduklarına göre kadın; Ümmet Meclisi üyeliğine hem seçilebilir, hem de seçebilir. Kadın, başkasına vekil olabileceği gibi, rey ve görüşlerini bildirmek üzere başkasını da vekil tayin edebilir. Nitekim Allah'ın Rasulü gönde-rilişinin on üçüncü yılında, yani hicret ettiği yıl, ikisi kadın olmak üzere yetmiş üç kişi Mekke'ye yanına gelmişti. Bu kadınlardan biri Mazin oğullarının kadınlarından biri olan Ümmü Ammara diğeri ise Seleme oğullarının kadınlarından Amr b. Adiyye'nin kızı Esma idi. Onlarla Akabede buluşmak üzere sözleşmişti. Gece yarısı erkekler dağı tırmanırlarken, iki kadın da onlarla beraber dağı tırmanıyorlardı. Akabede buluştukları zaman Allah Rasulü onlara şöyle dedi:
"Kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi, beni de koruyacağınıza binaen sizden biat alıyorum."
Onların, bu teklife karşı cevapları şöyleydi:
"Zorlukta ve rahatlıkta, sevinçte ve kederde, seninle birlikte olacağımıza, dinleyip, itaat edeceğimize, hiç kimsenin kınamasından korkmayarak nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize dair biat ettik."
Bu biat, siyasi bir biattır. Kadının siyasi bir biatta bulunması caiz olduğuna göre, seçmesi ve seçilmesi de caizdir. Çünkü biat etmek ve seçmek, yöneticiyi seçmek ve ona itaat etmek kapsamında değerlendirilir.. Biat ve seçme olaylarının aynı şeyler olduğunun delili şudur: Halife, biat edilmezse şer'an halife olamaz. Onu halife yapan şey biattır. Biat, hakikatte halifeyi seçmek olup; onu dinleyip, ona itaat etme taahhüdüdür. Biat, sadece dinleyip, itaat ahdi vermekten ibaret değildir. Hilafet akdi tahakkuk ettikten sonra itaat ve dinleme mecburiyeti biat etmeyenleri de kapsar. Fakat ilk biat, seçme ve dinleyip itaat biatıdır. Bunda rıza şarttır. Çünkü böylesi bir biat, razılık aktidir. Bunun için, biat ve seçme aynı şeylerdir. Ümmet Meclisi’nde kadını temsil edecek kişiyi seçmesi daha evladır. Çünkü en yüksek bir mevki olan halifeyi seçmeye kadın selahiyetli olduğuna göre, kendi reyini temsil edecek birini vekil tayin etmesi elbette ki caizdir. Böylece, kadının Ümmet Meclisi’ne üye olarak seçilme ve seçme hakkına sahip olması şer'an caizdir.
İkinci Akabe Biatı, kadının Ümmet Meclisi’ne, kendisinden başka birini seçebileceğinin caiz olduğuna delalet eden bir delildir. Şûra Meclisi’ne kadının üye olarak seçilmesine gelince; Allah'ın Rasulü Akabe’de biat işini bitirince onlara şöyle demişti:
"Kendi aranızdan kavimlerini temsil edecek olan, on iki kişiyi seçiniz."
Rasulün bu emri herkes için geçerli bir emirdir. Burada, Allah Rasulü erkek kadın ayırımı yapmamıştır. Gerek seçecek ve gerekse seçilecek kimselerden erkek kadın ayırımına gitmemiştir.

Umumi olan bir ifadeyi tahsis eden başka bir delil varid olmadığı müddetçe umumiliği üzerinde bırakılır.
Delil tahsis edilmediğine göre hem kadına hem de erkeklere şamildir.
Binaenaleyh Ümmet Meclisi’nde, kadının üye olarak bulunması, meclis üyelerini seçmesi, başkasının reyini temsil edebilmesi, başkasının da kendi reyini temsil edebileceğinin delili İkinci Akabe Biatıyla sabittir.
Şûrada kadın ve erkeğin hak sahibi olduklarında herhangi bir şüphe yoktur. Yöneticinin muhasebe edilmesi ve denetimi hem erkek ve hem de kadın üzerine farzdır. Aynı şekilde emr-i bi'l maruf, nehy-i ani'l münker görevi hem erkek, hem de kadın üzerine farzdır. Nasihat, hem erkek hem de kadın için meşru kılınmıştır. Görüşünü temsilen vekalet tayini hem erkek hem de kadın için bir haktır. Kadının kendisine ait bir görüşü vardır. Bu görüşün; siyasi veya birbaşka görüş olması arasında fark yoktur. Ümmet Meclisi’nin görevlerinden olan; şura, yöneticileri muhasebe etmek, ma'rufu emredip münkerden sakındırmak, görüş belirtmekle alakalı olan her konuda müslümanların imamlarına (yöneticilerine) nasihatta bulunmak gibi işlerin hiçbirinin yönetimle ilgili olmaması, kadının Ümmet Meclisi’ne üye olmasında, Ümmet Meclisi üyelerini seçmesinin caiz oluşunda herhangi bir şüphenin bulunmamasını gerektirir.
Ancak bazı kimseler; biatın dinlemek ve itaat etmek üzere alınan bir söz olduğu, seçim olmadığını ileri sürerek bunu kadının Ümmet Meclisi’ne seçilmesine delil olarak kabul etmemekte ve bu konuda şüpheye düşmektedirler. Dikkat edilirse Ümmet Meclisi’nin görevi görüşle alakalı hususlardır. Kadının, dilediği kimseyi görüş belirtmede kendisine vekil tayin etme hakkına sahip olması; kadının Ümmet Meclisi üyelerini seçmesinin caiz olmasında herhangi bir şüphenin olmamasını gerektirir. Üstelik başlangıç itibarıyla biat, karşılıklı rızaya dayananan bir akittir. Biatta bulunanların serbest iradeleri ile halifenin seçilmesi işlemidir. Sanıldığı gibi biat, sadece itaat için verilen bir söz değildir. Bu yönüyle biat, halifenin seçilmesi işlemidir. Dolayısıyla kadının da yöneticiyi seçme hakkına sahib olduğu İkinci Akabe Biatı ile sabittir. Kadının halifeyi seçmesi caiz olduğuna göre Ümmet Meclisi üyelerini seçmesi haydi haydi caizdir. Diğer taraftan bazıları, Ümmet Meclisi’ni parlamentoya benzeterek kadının Ümmet Meclisi’ne üye olmasının caizliği hususunda şüpheye düşmüşlerdir. Oysa Ümmet Meclisi’nin görev ve yetkileri ile parlamentonun görev ve yetkileri birbirinden tamamen farklıdır. Ümmet Meclisi görüş belirtme yeri olduğu halde, parlamento aynı anda yasama ve yürütme organıdır. Dolayısı ile bunlar birbirine benzemezler. Bu durumda kadınların Ümmet Meclisi’ne üye olmalarının caiz olması hususunda herhangi bir şüphenin olmaması gerekir. Böylece kadının; Ümmet Meclisi’ne üye olmasının ve meclis üyelerini seçmesinin caizliği hususunda herhangi bir şüphe kalmamaktadır.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 21 Mart 2009 14:25
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
proot - avatarı
proot
Ziyaretçi
11 Ekim 2011       Mesaj #14
proot - avatarı
Ziyaretçi
İslamda Kadının Yeri

Kadınlar, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen Müslüman olurlardı.

Müslümanlıkta kadın sultandır. Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir. İslamiyet’te kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmayan kadına, devletin yardım sandığı bakar.

İslamiyet’te geçim yükü erkek ve kadın arasında paylaştırılmamıştır. Bir erkek, hanımını tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de razı olursa, kadın kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir.

Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, çok sevaptır. Yapmazsa, günaha girmez. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne kadar, Müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır.
  • Siz kadınların evinizde ev işlerini yaparken çektiğiniz sıkıntı, İnşAllah Allah yolunda savaşanların sevabına denk sayılır. Ebu Ya’la
  • Her kadın, bir erkeğin ya kızıdır, ya kardeşidir, yahut hanımı veya annesidir. Kadınlara kötü şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu değer verilmelidir. R. Nasıhin
  • Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin! Müslim
  • Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur. Müslim
  • Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın! İbni Lal
  • Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır. İ.Lâl
  • En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir. Tirmizi
  • En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim. Nesai
  • Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır. R.Nasıhin
  • Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz. Mürşid-ün-nisa
  • Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum. R.Nasıhin
  • Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür. İ.Asakir

Erkek hep kendini kusurlu görmeli
Kur’an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. Fudayl bin İyad hazretleri, (Hanımım huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o işime tevbe edince, hanımın huysuzluğu da giderdi.
Böylece tevbemin kabul edildiğini de anlardım) buyurdu. O halde, Müslüman erkek, hanımı ile iyi geçinir. Çünkü kadınların da, erkekler üzerinde hakları vardır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin! Müslim

Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalı.
Çünkü, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendinin neşelendiricisi, çocuklarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir.
Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı diye düşünmelidir. Hanımının iyiliğini, iffetini Allahü teâlânın büyük nimeti bilmelidir. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmelidir.
Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değildir. Onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması lazımdır.
Hadis-i şerifte,
Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hazret-i Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur.
buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Kur’an-ı kerimde de mealen,
Onlarla iyi, güzel geçinin! buyuruluyor. Nisa-19

Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır!

Kadınlar zayıf yaratıldığı için erkeklere emanet edildiği, erkeğin evde aile reisi olması gerektiği, erkeklerin kadından mesul olduğu, fakat kadının erkekten mesul olmadığı doğrudur.
Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu öyle bir ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır. Tahrim-6

Erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptir. Bakara-228

Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir. Çünkü Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır. Nisa-34
Hadisler
  • Kadınları, Allahü teâlânın emaneti olarak aldınız ve onlara yaklaşmanız Allah’ın emri ile helal kılındı. Sizin onların üzerinde hakkınız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Yatağınızı kimseye çiğnetmemeleri ve maruf olan hususlarda size baş kaldırmamaları, onlar üzerindeki haklarınızdandır. Onlar, bu haklarınıza riayet ederlerse, maruf üzere rızıklandırılıp giydirilmeleri onların hakkıdır. İbni Cerir
  • Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hiç bir şekilde doğru olamaz. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Kadının kırılması boşanması demektir. Buhari
  • Müslüman bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar kocasına itaat edip namusunu muhafaza ederse, Cennete istediği kapıdan girer. İbni Hibban
  • Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir. Taberani
  • Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir. Taberani
  • Hamile iken, doğururken veya lohusa iken ölen Müslüman kadın şehiddir. Taberani
  • Müslüman kadın, hamilelikten doğuma kadar ve çocuğu memeden kesene kadar
  • Allah yolundaki mücahid gibi olup ölürse şehid sevabı verilir. Taberani
  • Müslüman kadın, hamile iken, gündüz saim, gece kaim ve Allah korkusu kendisinde galip olan bir mücahid sevabı hak eder. Onu ağrı tuttuğunda kendisine verilecek sevabı hiç kimse bilmez. Bebeğin her emişinde bir can ihya etmiş gibi sevap alır.
  • Sütten kestiğinde ise, bir melek, onu takdir ederek, “haydi bir daha” der. Ebuşşeyh

Kimse kimseden üstün değildir
Bu mühendis mi üstün, avukat mı demek gibi bir şeydir. Avukattan üstün mühendis, mühendisten üstün avukat olur. Erkekten üstün kadın çoktur. Cinsleri, vasıfları farklı olanlar arasında mukayese olmaz. Mesela elma armuttan veya armut elmadan iyidir denmez. Çünkü cinsleri farklıdır. Onun için elma ile armut toplanmaz.

Kadınla erkek mukayese edilerek, Kadın doğum yapıyor, erkek yapmıyor, böyle eşitlik olmaz denemez. Allahü teâlâ, kadını, erkeği ayrı işler için yaratmıştır. Fiziki yapısı birbirine benzemez. Birbirine benzemeyen iki şey, birbiri ile kıyaslanamaz.

Bir erkek kalkıp da, Madem kadın-erkek eşitliği var, niye kadınlar da bizim gibi yer altında, kömür ve maden ocaklarında çalışmıyor dememeli. Çünkü kadının bünyesi buna müsait değildir. Bazı ülkelerde, kadın böyle zor işlerde çalıştırılıyorsa da, bu bir hak değil, zulümdür. Herkese, bünyesine uygun iş verilmelidir!

Cenab-ı Hak, kadını da, erkeği de her işe elverişli olarak yaratmamıştır. Kadının boksör, güreşçi olmaması onun değerini düşürmez. Limonun ekşi olması limon için bir eksiklik değildir. Çünkü limon ekşiliği için alınır. Allahü teâlâ da kadını ağır işlere elverişli olarak yaratmamıştır.

Kadın ile erkek iki ayrı cinstir. Elma ile armut mukayese edilmediği gibi, bunların da birbirine üstünlüğü söz konusu olmaz. Ancak vasıfları eşit olan iki şey arasında kıyas yapılır. Vasıfları farklı olan şeyler arasında kıyas olmaz. Mesela vapur, uçak ve otobüs binek vasıtası olduğu halde, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Uçak, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağı olduğu söylenemez. Vapur başka bir vapurla, uçak başka bir uçakla mukayese edilebilir. İkisi de kara vasıtası olduğu halde, bir tankla bir taksi mukayese edilemez. Tank taksi kadar hızlı gitmediği için aşağı kabul edilemez.
Her birinin görevi ayrıdır.

Cenab-ı Hak, kadını akıl ve beden yönünden erkeğe göre farklı yaratmıştır. Akıllı kadın yarattığı gibi, deli erkek de yaratmıştır. Kadınların da, erkeklerin de akılları aynı değildir. Biri kalkıp da, Ya Rabbi insanların aklını niçin eşit yaratmadın diyemez.


Yaratıcı sorguya çekilemez.
Birçok bakımdan kadınla erkek, mukayese edilemez, ikisi de her yönden eşit olmalı denemez. İki erkek de her yönden eşit değildir. İki kadın da böyledir. Üstünlük, Allah indindeki kıymete göredir. Müslüman fakir bir zenci, gayri müslim kraldan mukayese edilemeyecek kadar üstündür.

Dinimizin, zenginlerin ve kadınların çoğunun Cehenneme gideceğini bildirmesi, zengine ve kadına hakaret değildir. Zenginlerin ekserisi, parasını faydalı işlerde kullanmadığı,
zararlı işlerde kullandığı, israf ettiği için, onları ikâz etmek maksadı ile, (şunları yapmazsanız, Cehenneme gidersiniz) buyurulmuştur.

Keza kadınlar da, erkeklere nispetle daha fazla tesir altında kalarak daha fazla günah işlediği için, (günah işlemeyin, Cehenneme gidersiniz) diye ikâz ediliyor. İyi kadınları ve servetini iyi yolda harcayanları da Cenab-ı Hak övüyor. Malı hayırlı şey olarak bildiriyor, saliha kadınları da övüyor. Kâfir erkeklerin Cehenneme gideceğini bildirirken, Müslüman kadınların Cennete gideceğini haber veriyor.
Erkek veya kadın, mümin olarak iyi işler yapan, cennete girer. Nisa 124

Şu halde, İslamiyet kadına fazla değer vermiyor demek, din düşmanlığından başka şey değildir.
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
13 Aralık 2012       Mesaj #15
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Kur'an'ın Kadına Verdiği Gerçek Değer

Bugün sizlerle, Yaradan acaba Kur’an da kadını ve erkeği nasıl anlatmış, ikisi arasında bir ayrım yaparak, erkeği daha mı üstün göstermiş, onu anlamaya çalışacağız. Yazı biraz uzun ama lütfen konuyu anlamak istiyorsak, sabırla okuyalım. Gerçekten söylendiği gibi Kur’an erkeğe önem vermiş de, kadını ikinci plana mı itmiş, şahitlik olarak bir erkeğin iki kadına eşit olduğunu mu anlatmaya çalışmış, ya da kadın mirastan her zaman erkekten daha az mı almalı demiş? Erkeğin haklarını, her zaman kadının haklarından daha mı üstün olarak anlatmış, daha doğrusu Kur’an erkeği yüceltip, kadını yermiş mi, onu araştırmaya çalışacağız Kur’an'dan.

Tam bunları söylerken, bazı uydurma hadisler geldi aklıma. Doğrusu bunları hiç yazmak istemiyorum, ama hatırlatmakta bence biraz yarar varsanırım. Bizleri dünyaya getiren analarımıza, kadınlarımıza, Kur’an'dan nasibini almayanlar, bakın neler söylemişler, hem de peygamberimize iftira atarak onun üstünden bu sözleri naklederek. Önce kısaca onlara bakalım, dahasonra bizlerin rehberi KUR’A NA danışalım, bakalım aşağıdaki sözleri onaylıyor mu?

1. Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. (Tirmizi,Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbnMace, Nikah 4/1852)

2. Kocanın vücudu irin ilekaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. (İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239)

3. Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. (Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187)

4. Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. (Sahihi Buhari)

5. Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. (Sahihi Buhari)

6. Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. (Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003)

7. Bir kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennete girer. (Riyazus salihin)

8. Kadınların hayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına, kötü huylarına sabredendir, bu sabır onların cennete girmesine sebeptir. (Kadınlara Dini Bilgiler sayfa:88)

Yukarıda verdiğim birkaç örnek bile geleneğin, yani mezheplerin, hadislerin kadın üzerindeki bakış açısını göstermektedir. Böyle bir düşünce ve baskının ürünü sonucunda, acaba kadın gerçek yerini almış mıdır dersiniz İslam toplumunda?

Şimdi de Rabbin gönderdiği ve de sorumlu tuttuğunu söylediği Kur’an'a bakalım, acaba Kur’an kadın ve erkek arasında gerçekten ayrım yapıp, erkekten yana mı tavır almıştır, yoksa tam tersine kadının yanında mı yer almıştır, hep birlikte inceleyelim ve ayetleri etki altında kalmadan düşünelim.
Yüce Rabbimiz Kur’an da kadınlardan bahsederken, çok ilginç örnekler verir. Örneğin peygamber olmasına rağmen Nuh peygamber ile Lut peygamberin eşlerinin kendilerine tam iman etmeyip, onun istemediği şeyleri yaparak, yoldan çıkmalarını örnek verir ve der ki, "onları benim azabımdan kimse kurtaramaz." Sonunda da peygamber olmasına rağmen, eşleri dahi kendilerini kurtaramayıp, Allah'ın nasıl cezalandırdığı anlatılır.
Bunun tam tersi örneğini de verir Kur’an. Firavunun iman etmediği ve kendisini tanrı ilan etmesine rağmen, eşinin Allah'a iman eden ve her şeyi Allah için terk eden bir hanif kul olduğu anlatılır. Burada anlatılmak istenen, herkesin yaptıklarından hesaba çekileceği ve kimsenin kimseye fayda sağlayamayacağı anlatılmak istenir.
Yine çok özel bir kadın olarak Kur’an Hz. İsa'nın annesi Meryem anamızdan bahseder, hatta onun annesini de anlatır. Çok özel bir değerle anlatılan bu kadınların nasıl mükâfatlandırıldığı da çok dikkat çekicidir. Bakın Rabbim Meryem anamızı, yani bir kadını nasıl bir mertebeye oturtuyor.
Ali İmran 42: Bir de melekler şöyle demişlerdi: “EyMeryem, Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üstüne yüceltti.
Meryem anamızın, bir erkek olmadan da Rabbin emriyle evlat sahibi olunacağı, aslında erkeklerin üstünlük taslamalarına da ibretlik bir ders taşır. Onun sabrı anlatılır ve övgüyle bahsedilir. Yine Musa peygamberimizin çocukluğunu anlatır Kur'an. Lütfen dikkat edin, babasına değil annesine vahyedilerek, çocuğu bir ırmağa bırakılması emredilir. İşte burada çocuğunun kurtarılması için bir annenin nelere katlanacağı anlatılır. Çocuk nehre bırakılacak ve kurtarılacağı söylendiğinde de, bu emir yerine tereddütsüz getirilecektir, ana tarafından. Acaba neden babasına değil de, annesine vahye diliyor dersiniz? Burada annenin evlat sevgisi babadan daha üstün olduğunu anlatıyor aslında Rabbim bana göre. Bu kadar güzel örnekleri veren Allah, acaba kadın ve erkeği ayırt edip, erkeği daha üstün tutar mı sizce. Şimdi de onu araştıralım ayetlerde.
Hucurat 13: Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.
Önce yukarıdaki ayete bir bakalım. Yaratan bizleri erkek ve dişiolarak yarattığını söylüyor ve hiçbir ayrım yapmadan sonunda ne diyor lütfen dikkat.
(Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır.)
Demek ki Allah katında seçkin, yani özel bir konumda olmak, erkekolmakla değil, sakınılması yani Allahın yasakladığı şeylerden uzak durmaklaoluyormuş. Şimdide şu ayete bakalım.
Mümin 40: Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıylacezalandırılır. Erkekve kadından mümin olarak iyi biriş yapana gelince, işte böyleleri cennete girerler ve orada hesapsız birbiçimde rızıklandırılırlar.
Allah dikkat ederseniz, mükâfatlandıracağını cennete, yine hiçayrım yapmadan, mümin olarak iyi işler yapan kadın ya da erkek hepsini sokacağını açıkçasöylüyor. Şimdi yazacağım bu ayet iseherkesin kendisine, kazandığından ayrı bir pay olduğunu, bakın ne güzel açıklıyor.
Nisa sur.32: Allah'ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleriisteyip durmayın. Erkeklerekendi kazandıklarından bir pay var; kadınlarada kendi kazandıklarından bir pay var. Allah'tan, O'nun lütfunuisteyin! Allah, her şeyi iyice bilmektedir.
Şu ayete de lütfen dikkatle bakalım.
Nisa 124: Erkek veya kadın, inanmış olarak hayra ve barışa yönelik işler yapanlar cennete gireceklerdir. Ve zerre kadar zulme uğratılmayacaklardır.
Demek ki önemli olan, hayra ve barışa yönelik işler yapmak, istererkek ol, isterse kadın.
Tevbe sur. 71: Mümin erkeklerle mümin kadınlarbirbirlerinin dostlarıdır.
Aliimran 195: Rablerionlara cevap verdi: “Bensizden, erkek-kadın hiçbirçalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz.
Bu ayette ise mümin erkek ve kadın birbirinin dostlarıdır diyor, acaba hangi dost kendi arasında sen üstünsün ben üstünüm çekişmesine girerdersiniz? Erkek ya da kadın, hiçbir çalışanın boşa çıkarılmayacağının müjdesini Yaradan veriyor, acaba ayrım olsaydı böyle mi olurdu.

Şimdi de günümüzde çok tartışılan bir konuyu, Kur’an dan açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Önce şunu düşünmenizi istiyorum, çünkü Yaradan Kur’an'da her şeyden o kadar güzel bahsetmiş ki, hiçbir açık kapı bırakmamış. Düşünmenizi istediğim şey acaba hangimiz, ölümün bizlere geleceğini düşünüp de, biran evvel vasiyet edelimde, öldükten sonra kimlere nasıl ve ne kadar miras bırakılacak belli olsun, diye düşünürüz?
Ya da bunu ne zaman yapmamız gerekir dersiniz? Kırk yaşında mı, elli yaşında mı, altmış yaşında mı, yoksa daha sonraki yıllarda mı yapmalıyız? Acaba ne zaman öleceğimizi düşünebiliyor muyuz ki bir vasiyette bulunmayı aklımıza getirelim. İşte Yüce Rabbimiz tüm bunları hesap ederek, her iki durum hakkında da açıklama yapmıştır. Kur’an bakın önce nasıl bu konuda bizleri uyarıp bir vasiyette bulunmamızı öncelikle istiyor. Çünkü geride yalnız eş ya da çocuklar değil, başka yakınlarımız ve akrabalarımızda olabilir düşüncesiyle. Şimdi bu ayetlere göz atalım.
Bakara180: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayırbırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tankorkanlar üzerine bir borçtur.
181: Kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirsehiç kuşkusuz bunun günahı onu değiştirenler üzerinedir. Allah her şeyi işitir,her şeyi bilir.
182: Kim vasiyet edenin haksızlığa sapmış veya günahişlemiş olmasından endişelenip de ilgililerin arasını bulursa, ona günahyoktur. Allah çok affedici, çok merhamet edicidir.
Maide sur. 106: Ey iman edenler! Herhangi birinize ölümgelip çattığında, vasiyet zamanıaranızdaki tanıklık şöyle olsun: Kendinizden adalet sahibi iki kişi yahutyolculuk etmekte iken ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin dışınızdan iki kişi.Bunları namazdan sonra alıkoyarsınız; kuşkulanırsanız şöyle yemin ederler:"Vallahi, yakınlarımız da olsa yeminimizi hiçbir ücret karşılığısatmayacağız, Allah'ın tanıklığını saklamayacağız. Çünkü böyle yaparsak mutlakagünahkârlardan oluruz.
Demek ki Allah önce emrettiği ve Allah tan korkan, yani adaleti sağlamak isteyenler için üzerine bir borç olarak, vasiyet etmemizi istiyor. Ayrıca vasiyet ederken nasıl tanık tutmamız gerektiğini de, ne kadar güzel açıklıyor.
Nisa 7: Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır.Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da-farz kılınmış bir nasipolarak kadınlara da bir payvardır.
Şimdi de bu ayete lütfen dikkat edelim ve o devri düşünelim. Kadınların parayla alınıp satıldığı o dönemde dahi Rabbimiz, kadınları nasıl erkek ve kadın eşit tutuyor ve bakın ne söylüyor. Ana baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır derken, devamında ise çok güzel bir açıklama getiriyor ve bakın ne söylüyor, acaba erkeğin yarısını mı diyor, ya da daha azı mı diyor?
(Onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara dabir pay vardır.)
Demek ki bir pay ona da var, hatta çok ilginçtir azı da olabilir çoğu da, ama ona da bir pay var diyerek, onunda adaletli bir hisse almasını nasılda garanti ediyor.

Şimdi de bu ayetler ışığında, günümüzde yukarıdaki ayetleri hiç görmeden yorum yaptıkları ayete gelelim. Bu ayet hiç vasiyet edemeden ölen insanlara bir tavsiye niteliğinde bir ayettir, burada bile kadının hakkının en az olabilecek, dikkat ediniz tekrar ediyorum, kadının hakkının en az erkeğin yarısı kadarının altına düşmesini engellemek adına yapılmıştır. Yoksa yarısı kadar verin anlamında değil, çünkü yukarıda asıl mirasın, nasıl dağıtılması gerektiği ayetlerini yazmıştık. Asıl yapılması gereken vasiyetti. Hatta azından da çoğundan da verilebileceğini söylüyordu.
Nisa suresi 11:Allah size çocuklarınızla ilgili olarakşunu öneriyor: Erkekiçin, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır.
Bu ayetin esas amacı, daha önce söylediğim gibi, vasiyet yapmayan insanlara, kadının mirasını korumak ve erkeklerin kadınların hakkını alma ihtimalini en aza indirmek, kadınların hakkını garantiye almak amacını taşımaktadır. Burada Rabbimiz,aslında yine erkekler farkında olmadan, kadınlara iltimas geçmiştir. Miras danen az erkeğin yarısını garanti ettikten sonra, kadın evlendiğinde kendisine bir mehiri, yani maddi bir menfaat sağlandıktan, bazı şeyler bağışlandıktan sonra evlenme emrini getirmiştir.
Düşünün kadının, erkekten daha az miras alma durumunda bile ki, bu her zaman olmayabilir en kötü durumda böyledir, buradan eksiği tamamlanmış,hatta erkekten daha fazla olabilecek duruma gelmiştir. Bakın Allah yine miras konusunda başka bir örnek verirken, nasıl vasiyetten bahsediyor, eğer vasiyet yoksa açıkça nasıl dağıtılması gerektiğini anlatıyor.
Nisa 12: Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısısizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyetettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte birisizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden her birine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Âlim’dir, Halim’dir.
Demek ki Allah önce vasiyeti öneriyor ve bunun üzerimize borç olduğunu söylüyor. Daha sonrada vasiyet etmeyenlere ise, öneride bulunarak kadının da mirastan en az erkeğin payının yarısı kadar almasını garanti ediyor, ama dikkat edin yarısını alır fazla almaz diye kesin hüküm vermiyor, çünkü diğer ayetlerinde kadın için, azını ya da çoğunu da alabilir diye belirtiyordu. Eksik alması durumunda bile, yine kadınınbu hakkını evlendiğinde, belki de çok fazlasını alarak, erkekten daha iyi duruma gelebiliyor.

Şimdi de yine bazı kesimin, Kur’an da kadının şahitliğinin kabul edilmediği, hatta iki kadın bir erkeğe bedel olarak gösterildiğinin Kur’an dayazdığını söylüyorlar, acaba Rabbimiz böyle mi söylüyor, yoksa ona iftira mı atıyorlar, şimdide ona bakalım.
Bakara 282: Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın.Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biriise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir.
Yukarıda yazan ayeti okuyup, konumuz olan kısmı alıntı yapalım.
(Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar.)
Ayette yapılan açıklamaya baktığımızda, Allah ticarette hâkim kişiolarak erkeklerin önce tanık olmasını özenle istiyor. Peki, daha sonra söylediği söze bakalım, yani iki erkek bulamadığınızda bir erkek, iki kadıntanık olmalıdır mı diyor? Yoksa bir erkek iki kadın belirlendikten sonra tanıklık yapılması gerektiğinde, kadınlardan birisi unutur ya da şaşırsa diğeridevreye girsin mi diyor? İşte Kur’anı ve ayetleri kendine uyduranlar, Allah'ın ne söylemek istediğini değil, nasıl anlamak istediğine göre anlayanlar, ne yazık ki bu inceliği görmezden gelip, bir erkek iki kadına bedeldir deme cehaletini göstermişlerdir.
Allah burada kadını koruma altına alarak, onu yalnız bırakmadan, üzülmesini istemediğinden yanına yardımcı bir güç olması kaydıyla, başka bir kadının olmasını da özellikle istemiştir. Dünyanın erkek hükümranlığında olduğunu düşünün lütfen. Tanık olarak bir kadın ve bir erkek olduğunu da hayal edin. Tanıklık gerektiğinde ve de erkeğin, kadının söylediğinin tersine söylemesi durumunda, tek başına kalan kadına mı inanır toplum, yoksa erkek hâkimiyetindeki erkeğe mi? Ama itiraz durumunda, gerektiğinde iki kadın devreye girmesi halinde, hem kadın yalnız kalıp baskı görmeyecek, hem de gerçekler ortaya çıkacaktır.
Burada anlatılmak istenen, bir erkek karşısında iki kadının şahitliği kabul edilir olması mümkün olmadığı gibi, kadın korunup kollanmaktadır. Bir de o devrin kadınını düşünün, parayla alınıp satılan bir meta gibi görülmesi ve gerçek değeri verilmemesi konumunu da göz ardı etmeyiniz.
Demek ki bir erkek, iki kadın sözünden anlamamız gereken, erkeğin karşısında ters bir durumda, kadının tanıklığının tersine hareket edilmesi halinde, kadının yalnız kalmayıp, korunması yalnız bırakılmaması ve tanıklık gerektiğinde çekimser davranmaması için olduğu anlaşılıyor. Yoksa bir kadın ve bir erkek yeterli oluyor.
Şimdi de sizlere Kur’an'n kadına ve erkeğe nasıl eşit baktığına, hatta kadının tarafında olduğunu, onun sözüne daha çok önem verildiğini örnek ayetle göstermek istiyorum, önce ayetleri yazalım.
Nur 6: Kendieşlerine bir zina isnat edip de kendilerinden başka tanıkları olmayanların her birinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle doğru sözlülerden olduğu hususunda Allah'a yeminden ibaret dört kez tanıklık ikrarıdır.
7: Beşincide, eğer yalancılardansa, Allah'ın laneti üzerine olsun diye söz söyler.
Ayeti okuduğumuzda aslında her şey anlaşılıyor, bir erkek kendinden başka şahidi olmayıp, karısına zina suçlaması yaparak, diyelim ayrılmak istedi. Bakın bakalım Yüce Rabbimiz kimin sözünü dinliyor ve ondan yana çıkıyor. Bu ayette erkeğin dört kezyemininden sonra beşincide söylediği, eğer yalan söylüyorsam, Allah ın lanetiüzerime olsun demesine rağmen, şimdide bakalım kadına nasıl bir cevap hakkı vermiş. Yoksa erkek böyle söyledi diye kabul edip, kadın cezalandırılmalı hükmünü verip, boşayabilirsin mi demiş?
Nur 8: İthamedilen eşin, itham eden kocanın kesinlikle yalancılardan olduğuna ilişkin, Allah adına dört kez yemin şeklindeki tanıklığı, ondan cezayı düşürür.
9: Bu durumda kadının beşinci sözü, suçlayanerkek doğru söyleyenlerdense, "Allah'ın gazabının kendisi üzerine Olması”nı söylemekten ibarettir.
İşte Rabbin adaleti ve bakın nasılda suç isnat edilen kadın olmasına rağmen, bu işi yapmadığına yemin eden kadının yanında yer alıyor Allah. Demek ki bu Kur’an, bu din erkek sultasında değil, tam tersine eşit ve kadının da korunmasına daha sıcak yaklaşıyor. Örnekler vermeye devam edelim, acaba Kur’an kadın ve erkeğe farklı mı davranıp, erkeğin yanında mı yer alıyor, yoksa bazen tam tersine yukarıda gördüğümüz gibi biraz da kadınını kolluyor.
Nisa 15: Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilikyapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun (dışarı çıkarmayın).
Ayete baktığınızda kadınların eş cinsellik yapmaları halinde, önce dört şahit getirilmesi koşulunu koyuyor Allah. Daha sonra da bu kanıtlanmışsa bu işten vazgeçene, Allah doğruya yöneltene kadar evlerin dışına çıkarmayın diyor. Şimdi de bu işi yapan yani eş cinselliği erkek yaparsa nasıl davranılmasını istiyor onu görelim.
Nisa 16: Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.
Bakar mısınız, Yaradan her iki cins aynı suçu işlemesine rağmen, kadına evde doğru yolu bulana kadar alıkoyma cezası veriyor, erkeğe ise ceza olarak vazgeçene kadar eziyet edilesi emrini veriyor. İşte Rabbin kadını bu halde bile nasıl koruyup kolladığının ve açıkça kadının tarafında olduğunun delilidir. Şimdi de açık fuhuş yapan erkek ve kadına bakın nasıl aynı cezayı verilmesini emrediyor hiç ayrım yapmadan.
Nur 2: Zinaeden kadınla zina eden erkek...Yüz vuruş vurun her birinin ciltlerine... Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.
Şimdi de sizlere, Rahmanın kadınlarımıza nasıl önem ve öncelik verdiğini gösteren, bir başka ayeti örnek vermek istiyorum. Peygamberimiz döneminde ailede geçen bir olayın neticesinde kadının şikâyetine derhal cevap veren Rabbim, bakın nasıl ayetini indirmiş hemen. Ama önce ayetin indirilme sebebini kısaca anlatalım.
Bir kadın peygamberimize şikâyete geliyor ve şunu söylüyor: Ben kocamı çok seviyorum, ama kocam bana artık seni anam gibi görmeye başladım diyor, ama ben bunu kabul edemiyorum ve eşim benden bunu öne sürerek boşanmak istiyor diye şikâyete geliyor. O devirde geleneklerinde olan ve kabul gören bir boşanma sebebi olarak, erkekler genelde bunu gösterirler ve boşanırlarmış. Yani erkeğin artık seni anamın sırtı gibi görüyorum, seninle yatamam anlamında imiş. (Bu kelimenin Arapça anlamı ve Kur'an'da geçen kelimesi ZIHAR.) Peygamberimize bu şikâyetini anlatan kadın, ondan bir karar vermesini istemiş. Ama o güne kadar bu konuda herhangi bir ayet inmediğinden de, peygamberimiz karar verememiş ve geleneklerin uygulanacağını söylemiş. Tabii ki bu durumda üzülen kadının feryadını ve duasını o Yüceler yücesi Rabbimiz duymuş, bakın nasıl birayet indirerek, kadının tarafını tutan ve bu bahaneyi artık kaldıran ayetini indirmiş.
Mücadile 1: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin karşılıklı konuşmasını işitir. Çünkü Allah en iyi işiten, en iyi görendir.
Mücadile 2: İçinizden, kadınlarına zıhar edenlerin, o kadınlar anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Böyleleri, kabul edilemez bir söz ve boş bir lakırdı sarf ediyorlar. Bununla birlikte Allah, gerçekten çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
Bu ayetleri boşuna örneklerle vermiyor Rabbimiz, hepsinden bir ibret ve dersler alınsın istiyor. Şimdi de bir başka örneğe bakalım, acaba Yaradan kadının namus konusunda dikkatini çekiyor da, erkeğin dikkatini çekmiyor mu dersiniz? Çünkü her nedense biz erkekler kendimizden bahsetmeyip, suçu kadınlara atarız. Bakalım Allah nasıl ikaz ediyor.
Nur 30: Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar.
Nur 31: Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar.
Demek ki öyle yağma yok, her iki cinste kendisini haramdan sakınacak. Yaradan asla bahsetmemesine rağmen, biz erkekler kadının saçınına mahrem kılarak, onun kıyafetini Allah kesinlikle tarif etmediği halde, ellerine bile yazın eldiven giydirerek, Allah emridir diyenler, bir gün elbette Rabbime hesap verecektir. Ama her ne hikmetse erkeğin kıyafet serbestliği çok daha rahat ve özgür, bu da düşünen bir Müslüman için bir ibrettir.

Yukarıda Allah'ın Kur’an'da, kadınlarımıza bakış açısını anlatmaya çalıştım. Hata ve eksiklerimden dolayı Rabbim bağışlasın beni. Birilerinin söylediği gibi, kadın ikinci sınıf bir insan değil, tam tersine Rabbin huzurunda anlayana, birinci sınıf insan muamelesi yapıyor ve onun tarafını tutuyor. Bunları anlamak zor değil, yeter ki Kur’anı anlayarak birçok kez okuyalım. O zaman bize anlatılanların nasıl hurafe, dedikodu ve Rabbin sözüyle sanıdan öteye gitmediğini göreceksiniz. Allah yardımcımız olsun. Çünkü günümüzde Kur’an tozlu raflara mahkûm edilerek, siz Kur’anı anlayamazsınız sözleriyle, ona başvurmak yerine, bizi ciltlerce dolusu velilerin rivayet kitaplarına mahkûm ediyorlar. Şu ayeti hiç unutamıyorum, bakın mahşer günü peygamberimiz Rabbime nasıl seslenecekmiş, bunu bile Allah bizlere hatırlatıyor, ama duyan, ders alan, aklını zerre kadar çalıştıranlar neredeacaba?
Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran'ı devre dışı tuttular.
Evet, şanı yüceasil peygamberimiz çok doğru, Kur’an üzerinde düşünmedik aklımızı hiç kullanmadık. Allah karşınızda okunan Kur’an sizlere yetmiyor mu diye açıkça söylemesine rağmen, onu dinlemedik, Kur’an da her şey yoktur o özet bilgiyi içerir diyenlere inandık. Ne olur bağışla bizleri Rabbim. Ne olur affet bizleri ve gözlerimizdeki perdeyi, gönüllerimizdeki ve kulaklarımızdaki mühürü kaldır ki, Kur’an gerçeklerini artık görelim. Yoksa öyle bir bataklığın içine sürükleniyoruz ki, bir daha çıkış asla mümkün olmayacak, ne olur affet ve yardım et bizlere. Sen affedicisin bağışlayıcısın. ÂMİN.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK

halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
19 Şubat 2015       Mesaj #16
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Kadına Şiddet ve İdam Cezası

Allah Kur’an ı bizlere bir rehber, yol gösteri bir güneş olsun diye gönderdiğini söyler. Ama bizler İslam toplumları olarak, Kur’an dan öyle uzak yaşıyoruz ki, kendi nefsimizde bir din yarattık adeta.

Kur’an ile yönetildiğini iddia eden ülkeler bile, zina yapanın cezası Kur’an da belli olduğu halde, zinanın cezasının recim, yani taşlayarak öldürme olduğunu iddia ederek, Allah a da böylece iftira atarak, kadını taşlayarak öldürmeyi, dinden saymışlardır.

Her ne hikmetse, kadın taşlayarak öldürüldüğü halde, bu zinayı yapan erkekten hiç haber alınmaz. O masumdur, sanki kadın zinayı tek başına yapmış gibi. Erkeğin siz taşlanarak öldürüldüğünü duydunuz mu? Duymazsınız, çünkü öyle bir din yarattık ki Kur’an dan uzaklaşarak, erkeklerin hükümranlığında, kadınlara baskı ve adeta zulüm dini oluşturuldu. ELBETTE BU ALLAH IN DİNİ, ASLA DEĞİLDİR.

Hatırlayınız Allah Âdemi yarattı, ama onu yalnız bırakmadı. Çünkü yaratılan hiçbir canlı tek başına yaşayamaz. Bizleri Rabbimiz çifter çifter yaratmıştır. Allah Âdem peygamberimize yaşamında eşlik etmesi, ona uyum sağlaması için, aynı nefisten kadını da yarattı ki, böylece anlaşabilsinler. Buradan da şu anlaşılıyor, kadın erkeksiz, erkekte kadınsız olamaz. Ama biz erkekler her nedense kadına, yaşantımızda gereken değeri veremedik. Eğer erkek kadın olmadan, huzurlu bir ortam kuramıyor ve yaşayamıyorsa, bu demektir ki kadın ve erkek bir birlerine karşı aynı değerdedir. Allah Kur’an da kadın ve erkeğin, bir birine ayrılmaz bir ikili oluşunu, şu cümle ile anlatır.
(ONLAR, SİZİN ÖRTÜLERİNİZ, SİZ DE ONLARA ÖRTÜSÜNÜZ.)

Birbirini tamamlayan, bir diğeri olmadan gerçek hayatı yaşayamayan, birbirlerinin eksiğini, noksanını örten nasıl olurda bir diğerinden daha üstün olur?

İslam toplumlarına şöyle bir bakın. Kadının Kılık kıyafetinden tutun, özlük haklarına kadar, erkeklerin insafına bırakılmıştır. Üzücü olan ise kadınlarımıza, bunun erkeklerin hakkı olduğuna inandırılmasıdır. İlginçtir Ülkemizde türbanlı bir yazar, ortaya çıkıp, KADINA ŞİDDET ERKEĞİN HAKKIDIR diyebiliyor. Eli kalem tutan bir kadın bunu söylüyorsa, tutmayanın kafası nasıl karışır bunu da siz düşünün. Onun içindir ki kadınlar okullara gönderilmek, uyandırılmak istenmiyor. Burada kadınlarımıza çok iş düşüyor.

Bizlere dini anlatanlar, buna Diyanette dâhil, Kur’an ı anlamasan da oku, Allah sevap yazar mantığını bizlere yerleştirdikleri için, Allah ın Kur’an da bizlere tebliği, uyarıları toplum tarafından hiç anlaşılamadı. Topluma bunlarda dindendir dediler, bizlerde Kur’an ile sorgulayamadığımız için kabul ettik.

Ülkemizin yanı başında bir savaş yaşanıyor. Müslüman ı Müslüman a kırdıran bir savaş. Hani Allah Müslüman ın Müslüman a kanı haram demişti, ne oldu? İslam ı ön plana çıkartarak, İNSANLARIN BAŞLARI KESİLİYOR, CANLI CANLI YAKILIYOR. Bumu Müslümanlık. Bu davranışlarla mı İslam ı dünyaya anlatacağız. Tam tersine iyi ki Müslüman olmamışım diyen Ehli kitabın, ekmeğine yağ sürdüğümüzün farkında değil miyiz? Bu işte de bir Yahudi parmağı, var gibi geliyor bana.

Allah vahşice ölüme, asla izin vermez. Bırakın insanı, hayvan bile vahşice öldürülemez. Kur’an ın emri kısasa kısas tır. Eğer bir kişi senin yakınını haksız yere öldürmüşse, onunda ölümünü isteme hakkının olduğunu söyler Kur’an. Bu halde bile Allah, eğer bağışlarsan, sana kat kat sevap yazarım diye de uyarır. Bazı durumlarda, toleranslı davranılabileceği uyarısını yapar böylece. Çünkü Kur'an her detayı düşünmüş ve bizlere bildirmiştir. Bu ayette Allah, ölüm cezasının gerekli şartlar oluştuğunda, uygulanmasının önemine dikkat çeker.

ÖLÜM CEZASI, İNSANLIK SUÇUDUR DİYENLER VARDIR. KUR'AN A İMAN EDEN BİR İNSAN, BUNU SÖYLEYEMEZ. Bakara suresi 179. ayetinde Allah, kısas konusunun öneminden bahsederken, bizleri bakın nasıl uyarır.
Bakara 179: Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. UMULUR Kİ SUÇ İŞLEMEKTEN SAKINIRSINIZ. (Diyanet vakfı meali)

Peygamberimizin savaşlarını düşünün, tamamı peygamberimize savaş açanlara karşı, savunma amacıyla yapılmıştır. Allah Kur’an da peygamberimize, seninle barış yapmak isterlerse, sende onlarla barış yap asla savaşma, diye ayetini indirmiştir. Yani bizlere elinde silahla savaşmayanı, düşman kabul edip, asla öldüremeyiz.

Ülkemiz olarak ölüm cezasını kaldırdık. Peki, neye dayanarak kaldırdık. Avrupa birliğine girecekmişiz. Girmeye çalıştığımız toplum, biz Hıristiyan toplumuyuz siz Müslümansınız. Sizi aramıza almayız dedikleri halde, bizleri yönetenlerin siyasi çıkarları yüzünden, toplum olarak bozulduk ve şaşırmış bir şekilde adeta orta kalmış durumdayız. Açıkça toplum aldatılıyor.

Bizler Müslüman’ız, Hıristiyanların kanunlarına nasıl tabi oluruz diyen yok. Elbette hep birlikte yaşamalıyız, hatta İslam ı onlara anlatabilmek için, onlarla yakın temasta bulunmalıyız. AMA ONLARIN KANUNLARINA, KURALLARINA ASLA TABİ OLAMAYIZ. Türk toplumu olarak atalarımız, yüzlerce yıl her türlü inançtaki toplumlarla, barış ve özgürce birlikte yaşamıştır.

Dini ön plana çıkartan, bizleri yönetenlere soruyorum, dilinden Allah, Kur’an ismi düşmediği halde, Allah ın ve Kur’an ın kanunlarına ters düşen, bu kanunları neden çıkardınız ülkemizde? Allah Kur’an da Yahudi ve Hıristiyanları gönül dostu edinmeyin, onlara çok fazla güvenmeyin dediği ve uyardığı halde, nasıl olurda onların kanunlarına uymayı seçersiniz? Bunları yaparak, bu toplumu aldatanları Yüce Rabbime şikâyet ediyorum. TOPLUMU DA BU KONUDA, DUYARLI OLMAYA DAVET EDİYORUM.

Geçen gün hunharca bir cinayet işlendi. Bir sapık, genç kızımızı öldürüp yakıyor. Biz Türk halkı olarak da, film seyreder gibi seyrediyoruz. Sağdan, soldan bu adamı idam etmeliyiz sözleri duyuluyor. Bizleri yönetenlerin içleri çok rahat olsa gerek, onlardan ses bile çıkmıyor. Ama kendi yakınlarına aynı şeyler yapılsa, kim bilir nasıl bir durumda bağırıp çağırırlar. Kendi menfaatlerine bir kanun, bir saat içinde meclisten çıkartılabiliyor. ADALETSİZLİĞİ SEYREDENLER, MUTLAKA AYNI ADALETSİZLİĞİN KURBANI OLURLAR, BUNU DA UNUTMASINLAR.

Allah ın kanunlarından uzak yaşayan bir toplum, bir devlet olursak, toplum olarak bu acıları hep birlikte yaşarız. Kendi kendimize de yakınıp, dövünüp dururuz. Kur’an daha 1400 yıl önce bizleri uyarmış ve demiş ki;
(SİZLERİ YÖNETECEKLERİ, EHİL İNSANLARDAN SEÇİNİZ.)

Bu uyarıyı dikkate almayı bırakın, bu bilgiden habersiz bir İslam toplumu olarak, bizler kendi ellerimizle yaptıklarımızın acısını çekiyoruz. Allah neye layık olursanız, ben onu veririm sizlere der. Bizlerde layık olduğumuzu yaşıyoruz.

Bizleri yönetenlere sesleniyorum; Bırakın şahsi çıkar ve kendi nefsinizde oluşturmaya çalıştığınız dünyayı. Ülkemizi, hurafe ve batıl karışmamış, ALLAH IN ADALETİ İLE YÖNETİN. HAKKI, ADALETİ TÜM TOPLUM İÇİN SAĞLAYIN. Din öne sürülerek, toplumu dinden soğutmayın. Dinin yaşanması, Allah ve kulu arasındadır, lütfen ona müdahale etmeyin. Bizleri yöneten sizlerin yapacağı, Allah ın Kur’an da ki adaleti ile hükmetmek olmalıdır.

Bunu yapmayan ve bizleri Kur’an ın hükümlerinden çok uzakta yönetmeye çalışanları, Yüce Rabbime şikâyet ediyorum.

ALLAH IN KANUNU, KISASA KISAS İDAM CEZASI, MUTLAKA ÜLKEMİZDE TEKRAR UYGULANMALIDIR.



Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
Hak Yol Kuran
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
15 Mart 2015       Mesaj #17
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Bizler İslam ı kendi nefsimizde öyle bir şekillendirdik ki, özellikle kadın neredeyse ikinci sınıf bir insan durumuna düşürüldü. Hâlbuki Kur’an, kadın ve erkeğin ayrılmaz bir ikili olduğunu, hiçbirisinin diğerine üstün olmadığı, üstünlük Allah katında olduğu anlatılır.

Yazımın konusuna gelince. Günümüzde İslam ı Kur’an merkezli yaşamayıp, rivayet ve sanı bilgilerle yaşayanlar, KADININ EVLİLİK DE BOŞANMA HAKKI OLMADIĞINI, BOŞAMA HAKKININ YALNIZ ERKEKTE OLDUĞUNU, SÖYLEME GAFLETİNDE BULUNMAKTADIRLAR. Elbette bu sözler Kur’an a iftiradır, hakarettir.

Kur’an evlilik konusunu çok ciddiye alır ve boşanma konusunun en son düşünülmesi gerektiğini, birçok ayetinde anlatmaya çalışır. Onun içinde, çok ciddi önlemler alır. Eğer eşler anlaşamıyorsa, bakın yakınlarının ilk yapması gerekenleri, nasıl anlatıyor.

Nisa 35: Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, ERKEĞİN AİLESİNDEN BİR HAKEM VE KADININ AİLESİNDEN BİR HAKEM GÖNDERİN. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.(Diyanet vakfı meali)

Demek ki kadın ve erkeğin aralarını bulmaları için, en yakınlarından ama hem erkek hem de kadın tarafından, bir HAKEM HEYETİ OLUŞTURULMASI İSTENİYOR. Demek ki evliliğin devamı, yalnız erkeğin isteğiyle olmuyormuş. Ayette ayrım yapmadan genel bir ifade ile geçimsizlikten, aralarının bozulmasından bahsediliyor. Bugünde böyle yapılmaz mı zaten. Barışmaları için aracılar konur, olmuyorsa yakınlarının da şahitliğinde, bu her toplumda her çağda yetkilendirilmiş mahkemeler aracılığıyla eşler ayrılır. Şimdide farklı bir ayet örneği vermek istiyorum.

Nisa 129: Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz. Öyle ise (birine) büsbütün gönül verip ötekini (kocası hem var, hem yok) askıda kalmış kadın gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

130: EĞER AYRILIRLARSA, ALLAH BOL LÜTUF VE NİMETİYLE ONLARIN HER BİRİNİ ZENGİN KILAR (başkalarına muhtaç bırakmaz). Allah, lütfu geniş olandır. O, hüküm ve hikmet sahibidir.(Diyanet İşleri meali)

Ayet çok eşli olmanın sakıncalarından bahsediyor ve diyor ki, çok eşlilikte isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlayamazsınız. Bu durumdan memnun olmayan, kadınlarınızdan ayrılmak isteyenler olursa, zor durumda kalacaklarından korkmasınlar, elbette Allah onlara yardımcı olacaktır diyor. Bakın bu ayette de kadın isterse, eşinden memnun değilse, ayrılabileceğini çok açık belirtiyor. Şimdi vereceğim ayette ise bakın kadın boşanmak istediğinde, ne yapması gerektiğini nasıl açıkça belirtiyor.

Bakara 229: Boşanma iki defadır/Boşanmada iki celse yapılmış olursa, ondan sonra ya iyilikle tutmak veya güzellikle ayrılmak gerekir. Kadınlara mehir olarak verdiğiniz bir şeyi geri almanız helâl değildir. Meğerki eşler, Allah'ın sınırlarını yerine getirememekten korkmuş olsunlar. Ancak erkek ve kadının, Allah'ın sınırlarında durmayacaklarından korkarsanız, O ZAMAN KADININ AYRILMAK İÇİN VERDİĞİ FİDYEDE HAKKINDAN VAZGEÇMESİNDE İKİSİNE DE BİR GÜNAH YOKTUR. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Sakın bunları aşmayınız. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zâlimlerdir. ( Bayraktar Bayraklı meali)

Ayet eşlerin boşanma konusuna, çok sıkı tedbir getiriyor ve diyor ki, bir eşi canının istediği gibi, boşayıp tekrar alamazsın. Bir eş en fazla iki kez boşanabilir diye sınır getiriyor. Bakara 230. ayette de, üçüncü kez boşamadan sonra, aynı kadınla evlenebilmek için, o kadının bir başka erkekle evlenip, ondanda boşanması halinde ancak tekrar evlenebileceği konusunda, çok önemli bir tedbir getiriyor boşanma konusuna. YİNE BAKARA 231. AYETİNDE, EŞLERİNİZİ İSTEKLERİ DIŞINDA, EZİYET ETMEK İÇİN ALIKOYMAYINIZ DİYE UYARIR.

Bakara 229. ayeti anlamaya devam edelim. Erkek kadını boşamak istiyorsa, evlenirken verdiği mehiri geri almamalıdır diyor. Yine ayetin devamında, çok net bir açıklama yaparak, kadın ve erkek Allah ın sınırlarında duramayacağından korkarsa, yani bir birinize karşı saygınızı, sevginizi yitirdiyseniz, BU DURUMDA KADIN EŞİNDEN AYRILMAK İSTİYORSA, EVLENİRKEN ALDIĞI BEDELDEN/MEHİRDEN VAZGEÇMESİ ŞARTIYLA, RAHATLIKLA BOŞANABİLECEĞİ ANLATILIYOR.

Güzelim dinimizi, nefislerimizde yarattığımız batıl inançlarımızla, öyle şekillendirdik ki, KADINLARIMIZA ADETA KÖLE MUAMELESİ YAPILIYOR. Kur’an dan uzak İslam ı yaşamaya devam ettiğimiz sürece, ne bizler huzurlu ve mutlu oluruz, nede İslam ı başka toplumlara anlatabiliriz.

Gelin huzurun ve mutluluğun anahtarını, Kur’an da arayalım, emin olamadığımız hurafe ve sanı bilgilerde değil. Vakit geçiyor, emaneti her an teslim edebiliriz, yani imtihanımızın sonuna gelmiş olabiliriz. Eğer hesabın görüleceği o çetin gün pişman olmak istemiyorsak, aklımızı başımıza toplayalım ve elde Kur’an bugüne kadar bizlere din adına anlatılanları, bunlarda Allah katındandır dedikleri tüm bilgileri, Kur’an ile sorgulayalım.

Dilerim bu gerçeğin farkında olabilen, Allah ın azınlık halis kulları arasında oluruz.

Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
Hak Yol Kuran
halukgta - avatarı
halukgta
Kayıtlı Üye
27 Nisan 2015       Mesaj #18
halukgta - avatarı
Kayıtlı Üye
Kur’an ı tercüme edenler, öyle yanlış kelimelerle tercüme ediyorlar ki, Kur’an ın diğer ayetleri ile taban tabana zıt anlamlar ortaya çıkıyor. Böyle olunca da, Kur’an/İslam düşmanlarına gün doğuyor. Bu yazımda çok bahsedilen ve yine İslam düşmanlarını sevindiren, yaptığımız yanlışlara bir örnek ayet sunmak istiyorum sizlere. Nisa suresi 34. ayet. Önce farklı iki mealden yazalım. Daha sonra üzerinde birlikte düşünelim.

Nisa 34: Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta) dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb” korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) ONLARI (HAFİFÇE) DÖVÜN. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. (Diyanet meali)

Nisa 34: Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara ÖNCE ÖĞÜT VERİN, SONRA ONLARI YATAKLARINDA YALNIZ BIRAKIN VE NİHAYET ONLARI EVDEN ÇIKARIN/BULUNDUKLARI yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür. ( Yaşar Nuri Öztürk meali)

Aynı ayet ve bir birinden çok farklı iki tercüme. Böylemi anlayacağız Allah ın ayetlerini? Ne yazık ki sanı ve hurafe rivayetlere göre ayetleri anlamaya çalıştığımız içindir ki, böyle yanlışlar yapıyoruz. Gelin bu ayeti Kur’an dan yardım alarak, birlikte anlamaya çalışalım.

Ayet erkeklerin kadınları koruyup, kollayıcı olması konusuna açıklık getiriyor ve diyor ki, Allah bazılarınızı, bazılarınızdan üstün/farklı kılmıştır. Buradan da anlaşılıyor ki, erkek kadına göre daha güçlü ve kuvvetli yaratıldığından, kadınları korumak, evin geçimini sağlamak erkeğin görevidir. Tabi bu sözlerden, kadın çalışmaz anlamını çıkaramayız. Çünkü Allah böyle bir hüküm özellikle vermemiştir. Böylece kadına yaşamında, büyük kolaylık sağlamıştır. Erkekler, kadınları koruyup kollayıcıdır diyen Rabbimiz, acaba aynı ayetin sonunda, gerektiğinde eşlerinizi dövün der mi? Yeri gelmişken hatırlatmak isterim, bu sözlerden yola çıkarak, şöyle tercüme yapılıyor ve ERKEKLER KADINLARIN ÜZERİNDE YÖNETİCİDİR DENİYOR. Elbette bu sözler Allah ın değil, uslanmaz nefislerin arzularıdır.

Ayette bazılarınızın, bazılarına üstün/farklı yaratılmasından bahsedilmesi, dikkat ediniz lütfen kimin hangi konuda kimden üstünlüğü söylenmiyor. Bazı konularda erkekler kadından üstün/farklı, bazı konularda, kadınlar erkeklerden üstün/farklı diye anlamalıyız. ÜSTÜNLÜK KONUSUNU, KİŞİYE AYRICALIK GETİRMEZ, TAM TERSİNE SORUMLULUK GETİRİR.

Örneğin bir kadın, dünyaya bir çocuk getirebilecek özelliğiyle, erkekten bu konuda üstün/farklı yaratılmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. İki ya da üç yaşındaki erkek ve kız çocuklarını uzaktan izleyiniz, onların oynadığı farklı oyuncaklardan tutun, davranış ve hareketlerinin farklılığından, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tüm bu üstünlükler, farklılıklar o kişiye Allah tarafından verilmiş olup, yaratılışında/yaşamında ona verilen görev ve sorumlulukları ile ilgilidir. Kadın erkek arasında, üstünlük yoktur, iş bölümü vardır. Üstünlük Allah a karşı sorumluluklarımızda, takvadadır.

İyi kadınların itaatkâr ve saygılı olması, Allah ın kanunlarına karşı takındığı tavırla ilgilidir. İtaatkâr sözüyle namusunu, iffetini koruyan kadın anlamındadır. Yoksa her ne şartta olursa olsun, kocasına itaat eden, onun sözünden çıkmayan anlamında değildir. Bunu da yanlış tercüme ederek, erkeğin kadına baskısının, nasıl inanılmaz boyutlara ulaştığının örneğidir.

Gelelim en çok tartışılan ve inanılmaz büyük bir yanılgıyla tercüme edilen ONLARI DÖVÜN KISMINA. Ayetin bu bölümünde, aile içinde geçimsizlik olan, BAZI KONULARDA ERKEĞİN, KADININ HALİNDE UYGUNSUZLUK, SADAKATINDAN ŞÜPHE, TOPLUM TARAFINDAN HOŞ GÖRÜLMEYEN DAVRANIŞLAR GÖRMESİ HALİNDE, nasıl bir yol izlenmesi gerektiği anlatılıyor ve diyor ki, böyle bir durumda erkek önce karısını, bu hoş olmayan konularda uyarmalıdır, dikkatini çekmelidir. Fayda etmediği takdirde, böyle devam ederse, artık evlilik koşullarımız devam edemez anlamında, YATAKLARINIZI AYIRIN DİYOR. Bir aile için en son çare olarak, bu yönteme başvurulması isteniyor. Buda fayda etmiyorsa, siz olsanız ne yaparsınız? Evet, bu durumda ne yapar sanız, Allah da onu ayetin devamında istiyor ve diyor ki, artık seni evimde bu davranışlarına devam ettiğin için istemiyorum ve birlikte oturamayacaklarını belirterek, evinden çıkartılması/gönderilmesi seçeneğini öneriyor. ZATEN ÇİFTLER ANLAŞAMAYINCA, GÜNÜMÜZDE DE BÖYLE YAPILIYOR.

Peki, Diyanet mealinde neden onları, birde parantez açarak, HAFİFÇE DÖVÜN diyor. Ayette geçen (VADRİBUHÜNN) kelimesine, ne yazık ki batıl inançlarımıza kanıt olacak bir anlamının seçilmesi ve topluma bu şekilde anlatılması, Kur’an a ve onun öğretisine yapılacak, en büyük saygısızlıktır. Bu kelime (daraba-darb) kökünden türetilmiş (darabe fiili) VURMAK, UZAKLAŞTIRMAK, GÖNDERMEK, SEFERE ÇIKMAK, ÖRNEK VERMEK, KAPATMAK, MUAF TUTMAK, ÖRTMEK….. anlamlarına geldiği halde, Kur’an ın öğretisine ve adalet hükümlerine tamamen ters düşen bir anlamı seçerek, toplum arasında kuşkular yaratılmış, hatta Kur’an düşmanlarının eline, koz verilmiştir. Bu ayette, DÖVÜNÜZ anlamını vermek ve kabul etmek, hem devamındaki ayete ters düşüyor, hem de Kur’an ın diğer ayetlerine.

KUR’AN IN HİÇBİR AYETİNDE, BİR SUÇ İŞLENDİĞİNDE, KİŞİLERE BİZZAT CEZASINI VERME YETKİSİ VERİLMEMİŞTİR. Önce bunu lütfen asla unutmayalım. Araştırılıp, şahitler tespit edildiğinde ceza verilir. Ayrıca Allah bir hüküm veriyorsa onu açıkça verir, kişilerin insafına asla bırakmaz. Diyanetin mealini tercüme edenler, kendi nefislerince, birde hafifçe dövüleceği notunu düşmüş. Bunu kim tespit edecek? KADINA KARŞI, ELİNİN AYARININ İNSAFINI, ERKEĞE Mİ BIRAKMIŞTIR SİZCE ALLAH? Bu koskoca bir iftiradır. Böyle bir adaletsizliği Rabbime isnat etmekten, yine Yaradan a sığınırım. Burada geçen zina değildir, zaten bunun cezası şahitler yoluyla tespit edilirse, Kur’an da açıkça belirtilmiştir. Bahse konu ayetin devamına bakalım şimdide.

Nisa 35: Eğer karıkoca arasının açılmasından endişeye düşerseniz, bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. BU ARABULUCU HAKEMLER GERÇEKTEN BARIŞTIRMAK İSTERLERSE, Allah karıkoca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır. (Elmalı meali)

Sanırım Nisa 34. ayetin, en son kısmında geçen kelime dövmek mi, yoksa evden uzaklaştırmak anlamında mı olduğu, çok daha iyi anlaşılmıştır. Karı koca arasına dargınlık girip, ayrılma noktasına gelmiş, evinden uzaklaşmış kadını tekrar bir araya getirmek için, erkek ve kadın yakınları tarafından, ara bulucular oluşmasını öğütlüyor Yaradan. Aynı konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, bir başka örnek verelim şimdide, hem de tam tersi konumunda. Bu sefer kadın aynı konuda, eşinden şikâyetçi durumunda.

Nisa 128: EĞER BİR KADIN KOCASININ, KENDİSİNE KÖTÜ DAVRANMASINDAN YAHUT YÜZ ÇEVİRMESİNDEN ENDİŞE EDERSE, uzlaşarak aralarını düzeltmelerinde ikisine de bir günah yoktur. Uzlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler ise kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Diyanet meali)

Dikkat ederseniz bu ayette de, kadın kocasından şikâyetçi oluyor ve onun sadakatsizliğinden, kendisini terk etmesinden, yüz çevirmesinden endişe ederse diyor. Nisa 34. ayette de erkek, eşi için aynı sorunları yaşarsa diyordu ve açıklama getiriyordu. Bakın nasıl zor durumda kaldık, eğer erkek aynı şartlarda kadını dövebilir dersek. Erkek aynı şeyleri eşine yaptığında, aynı şeyi söylememiz gerekir ki söylemiyoruz. Bu durumda Kur’an da bu sözlerimizle, kadın erkek arasında ayrım yapmış oluruz. Dikkat ederseniz Kur’an aynı şartların oluşması durumunda, yine aynı çözümler getiriyor ve eşlerin barışması, uzlaşması önerisinde bulunanlara uyması önerisinde bulunuyor.

Çok ilginçtir Nisa 34. ayette geçen, aynı kelimeye DÖVÜNÜZ anlamı verildiği halde, Nisa 94. ayette kullanılan aynı kelimeye ÇIKMAK, gitmek anlamı verilmiştir. İşte bizler Allah ın ayetleriyle böyle oynuyoruz. Bunları yapanları Allah, asla affetmeyeceğini de bildiriyor.

Bu konuyu daha iyi aydınlatacak, çok dikkat çekici, Nur suresinden bazı örnekler vermek istiyorum. Tabi anlamak istememekte ısrar edenlere, sözüm meclisten dışarı.

Nur 6: Eşlerine zina İSNADINDA BULUNUP DA, KENDİLERİNDEN BAŞKA ŞAHİTLERİ OLMAYANLARA GELİNCE, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir. 7: Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. (Elmalılı meali)

Bu ayette erkek, eşi ile ilgili zina suçlamasında bulunuyor, ama kendisinden başka şahit olmadığını iddia ediyor. Dikkat ederseniz bu durumda bile dayaktan, dövmekten bahsedilmiyor. İşte Kur’an ın adaleti böyle. Araştırılacak, soruşturulacak ve daha sonra gereken yapılacak. Kendisinden başka şahit bulamayan erkek, adaletin önünde dört kez yemin edecek, böyle bir zinanın yapıldığını gördüğüne dair. Peki, erkek bunu yaptıktan sonra, kadın suçlanacak, cezalandırılacak mı? Elbette hayır. İncir çekirdeği kadar hak yerini bulacaktır diyen Yaradan, erkeğin güç gösterisini her zaman kullanacağını bildiği için, bakın Allah kadından yana, nasıl çıkıyor ve ne diyor.

Nur 8: Kadının, KOCASININ YALAN SÖYLEYENLERDEN OLDUĞUNA DAİR DÖRT DEFA ALLAH ADINA YEMİN VE ŞAHİTLİK ETMESİ, 9: Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi KENDİSİNDEN CEZAYI KALDIRIR.

İşte Yüce Rabbimizin adaleti. Kadın, kocam yalan söylüyor diye yemin etmesi ve Allah ı şahit göstererek, eğer kocam doğru söylüyorsa, Allah ın gazabının kendi üzerinde olmasını dilemesi halinde kadına inanılarak, KADINA CEZA VERİLEMEYECEĞİNİ SÖYLÜYOR. Ama bizler Kur’an ın bunca açık ayetlerine gözlerimizi yumarak, batıl ve hurafe inançlarımıza kanıt aramak adına, Allah ın ayetlerine, kelime oyunları ile farklı anlamlar vermekten çekinmiyoruz. BÖYLECE KÂFİRLERDEN OLUYORUZ, farkında bile değiliz.


Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
Hak yol Kuran

Benzer Konular

1 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
23 Kasım 2016 / beyza Cevaplanmış
7 Temmuz 2012 / kompetankedi Hukuk
14 Ağustos 2009 / ThinkerBeLL Hukuk
11 Kasım 2016 / uçan kelebeq Cevaplanmış