Arama

İslam ve Kadın Hakları

Güncelleme: 27 Nisan 2015 Gösterim: 47.842 Cevap: 17
mechul - avatarı
mechul
Ziyaretçi
10 Ekim 2005       Mesaj #1
mechul - avatarı
Ziyaretçi
İslam ve Kadın Hakları

Sponsorlu Bağlantılar
Şüphesiz geçmiş incelendiğinde, kadınların tarihin akışı içerisinde erkeklere nazaran daha mahrum ve daha mağdur bir görüntü çizdikleri görülmektedir. Bugün İslam alemindeki bazı olumsuz görünümler, İslam'ın kadına değer vermediği gibi haksız görüşlerin ortaya atılmasına sebep olmaktadır.

İslam'da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de eşit derecede Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına muhataptır. Erkek de kadın da, yeryüzünü imar etmek ve orada Allah'a kulluk yapmakla sorumludurlar. İslâm'da insanlık ve Allah'a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi temel hak ve sorumluluklar açısından da kadının konumu erkekten farklı değildir.

Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, 'takvâda (güzel şeyler yapma ve kötülüklerden sakınma da) en üstün olanıdır' (el-Hucurât 49/13) Kurân-ı Kerim'de, farklı fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip olan kadın ve erkekten biri diğerinden daha üstün veya ikisi birbirine eşit tutulmak yerine, birbirinin tamamlayıcısı kabul edilmiştir. (el-Bakara 2/187)

'Ben, erkek olsun, kadın olsun (ki hep birbirinizdensiniz) içinizden hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim. (Al-i İmran, 3/195) ve 'O'nun varlığının delillerinden (Allah'ın ayetlerinden) biri de kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır.' (Rum, 30/21) âyet-i kerimeleri, İslam'a göre kadının bir insan olarak asla ikinci sınıf olmadığını ifade etmektedir.

Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim; 'Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.' (Bakara, 2/187) beyanıyla da erkek ve kadının insan olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarına açık bir şekilde dikkat çekmektedir.

İslâm dininin kadına tanıdığı hakların değer ve önemini daha iyi kavrayabilmek için İslâm'dan önceki çeşitli toplum ve medeniyetlerde kadının durumu çok iyi değerlendirilmelidir. Kadının insan olup olmadığının, rûhunun bulunup bulunmadığının tartışıldığı, tamamen erkeğe tabi olduğu ve sürekli vesayet altında bulunduğu, hatta mirastan hisse alması bir yana, kendisinin bile miras malı gibi değerlendirildiği bir dönemde, yüce İslam dini; kadının da insan olduğunu beyan etmiş, mirastaki haklarını ortaya koymuş, onu sadece emir alan değil, yerine göre emir veren konumuna yükseltmiş ve kadını olması gereken yere koymuştur.

Hz. Peygamberin; kadınlardan ayrıca biat alması ve bu hâdisenin Kur'an-ı Kerim'de açıkça yer alması, (Mümtehine, 60/13) İslam'a göre kadın iradesinin bağımsızlığını göstermektedir. İslam'a göre, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek arasında fark yoktur.

İslam'ın ilk yıllarında kadının her zaman hayatın içinde olduğu bilinmektedir. Kadınlar camiye gelirler, Peygamberimizin huzurunda oturur; belki bugün bile kadınların sormaya cesaret edemeyecekleri kendi özel durumlarıyla ilgili konuları hiç çekinmeden sorarlardı. Camide ibadetlerini yaparlar, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerlerdi.

Bu uygulama daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Nitekim, Hz. Ömer bir hutbesinde kadınlara verilen mehirin yüksek oranlarda tutulduğunu, bunun miktarının azaltılması gerektiğini söylediğinde, mescitte bulunan kadınlardan birinin ayağa kalkıp; 'Allah'ın bize vermiş olduğu hakkı sen bizden alamazsın. Çünkü bu, Kur'an'da bulunan bir hükümdür' diye itiraz ettiği, Hz. Ömer'in de bu itiraz karşısında 'Allah'a şükürler olsun, benim halkımın arasında yanlışımı düzeltecek böyle kadınlar var' dediği tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Diğer taraftan yine Hz. Ömer döneminde 'Hisbe' denilen görevin, yani pazarlardaki düzen ve ahengi kontrol işlerinin bir nevi bugünkü anlamda 'zabıta' hizmetlerinin kadına verildiği tarihî bir vakıadır.

İslam tarihine ve İslam ülkelerindeki uygulamaya bakıldığında, Peygamberimiz döneminde kadınlara tanınan hakların; geleneklerin din gibi algılanması ve kabul edilmesi gibi sebeplerin etkisiyle tedrici olarak azaldığı görülmektedir.

Bu anlayışın etkisiyle bazı ülkelerde kadın; cinsel obje olarak değerlendirilmiş, horlanmış ve toplumdan tecrit edilmiştir. Bu uygulama asırlarca dünyanın her yerinde farklı din mensupları tarafından da benimsenmiştir. Yakın zamanlara kadar, bazı istisnalar dışında erkeklerle kadınlar medenî ve siyasî haklarda eşit değildi. Son yüzyıla kadar Batı toplumu kadın hakları konusunda kötü bir sınav vermiştir. Bugün kadın haklarının en fazla olduğu ülkelerde bile 18, 19. asra kadar; kadının ruhu var mı, insan sayılır mı, sayılmaz mı tartışmalarının yapıldığı bir realitedir.

SseeZZeerR - avatarı
SseeZZeerR
Ziyaretçi
17 Ekim 2005       Mesaj #2
SseeZZeerR - avatarı
Ziyaretçi
KADIN
İnsanın dişisi. Erkeğin eşi. Dişi'nin erişkin olanı.
İslâm'da erkekle kadın bir bütünün parçalarıdır. Biri diğeri için vazgeçilmez hayat arkadaşıdır. İbadet ve muamelelerde cinsiyet ayrılığından doğan önemsiz bazı farklar dışında, dinî görev ve sorumluluklarda kadın-erkek eşitliği esastır. İslâm'ın gelişinden önce toplumda hak ettiği yeri alamayan kadın, İslamiyet'le insana yakışır haklara sahip olmuştur. Kadının durumundaki bu önemli değişikliği bizzat Kur'ân-ı Kerîm getirmiş ve Hz. Peygamber bunu tamamlamıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Hz. Peygamber'e ilk inanan, başka bir deyimle ilk müslüman olan Hz. Hatice'dir. İlk İslâm kadınları Mekke ve Medine'de ağır ve büyük hizmetleri yüklenmekten kaçınmamışlar, askerî ve siyasî işlerde erkeklere yardımcı olmuşlar, hemşirelik mesleğini ilk defa kurarak, yaralı mücahidleri tedavi etmek, su taşıyıp içirmek, yaralarını sarmak ve hatta yaralıları Medine'ye kadar taşımak gibi fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Mücahidlerin yanında onlara destek ve cesaret veren bu hanımların kahramanlıkları hadis mecmualarında kaydedilmektedir.
Kadınlara karşı iyi davranmak, tatlı ve yumuşak dille konuşmak, kaba ve sert hareket etmemek Allah Rasûlünün ahlâkındandır. O şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz, sizin kadınlarınız üzerinde, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır. Kadınların, üzerinizde olan hakkı günün şartlarına göre onların yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır" (Tirmizî, Sünen, V, 111; İbn Mâce, Sünen, l, 594, No: 1851). "Sizin en hayırlınız kadınlarına karşı huyu en iyi olanlarınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 472). "Kadınlarınız hakkında Allah'tan korkunuz. Şüphesiz, onlar sizin yanınızda yardımcılarınızdır. Onları Allah'ın emâneti olarak aldınız ve cinsiyet uzuvlarınız Allah'ın kelimesi ile helâl edindiniz" (Ebû Dâvud, Menâsik, 56; İbn Mâce, menâsik, 84; Dârimî, menâsik, 34).
Hz. Peygamber evlenilecek bir kadında aranacak vasıfları şöyle belirlemiştir: "Bir kadınla dört özelliği için evlenilir; Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı. Sen dindar olanı tercih et" (Buhârî, Nikâh, 15; Ebû Dâvud Nikâh, 2; Nesâî, Nikâh, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 428).
Ana-babaya itaat etmek, iyilik yapmak, şefkat ve merhamet göstermek, tatlı ve yumuşak davranmak gibi hususlar âyet ve hadislerle emir buyurulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana ve babaya iyilik etmeyi emir buyurmuştur. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa, onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle. Onlara merhametle tevazu kanatlarını indir. Onlar için, "Rabbim onlar beni küçüklüğümde yetiştirirken nasıl merhametli davrandılarsa, sen de onlara öylece merhamet eyle" diye dua et" (İsrâ, 17/23, 24). Hz. Peygamber en çok kime saygı, şefkat ve bağlılık göstermek gerektiğini soran bir sahabiye "anana" diye cevap vermiştir. Bu soru üç defa tekrar edilmiş, üçünde de aynı cevabı vermiş, ondan sonra kime sorusuna ise, "babana" demişlerdir (Buhârî, VII, 69). Anne müslüman olmasa bile, çocukları üzerindeki saygınlığını korumaktadır.
Buna şu hadiseyi örnek gösterebiliriz. Hz. Ebû Bekr'in kızı Esma'nın, babasından boşanmış ve müşrik olarak kalmış annesi, bir gün kızını görmeye gelmişti. Esma, Hz. Peygamber'e, 'Müşrik olan annem' bana geldi. Onunla görüşeyim mi?" dedi. Hz. Peygamber, "annenle görüş" buyurdu (Buhârî, III, 142). Başka bir hadiste; "Cennet annelerin ayakları altındadır" buyurulur (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Kahire, 1351/1932, I, 335, No: 1078).
Bu duruma göre, İslâm'da anneliğin yeri, değeri ve şerefi çok yüksektir. Ebeveyne itaatsizlik şirkten sonra en büyük günah sayılmış, bunun kapsamı sadece "Allah'a isyanda kula itaat yoktur" prensibi ile sınırlandırılmıştır (Buhârî, Ahkâm, 4; Müslim, İmâre, 39). Annelerin çocuklarına karşı olan, şefkatinin ne derece büyük olduğunu göstermek üzere, Hz. Peygamber, Hz. Süleyman devrinde cereyan eden bir olayı şöyle anlatmıştır: İki kadının birer oğlu vardı. Birisini kurt alıp götürdü. Bunun üzerine her iki kadın birbirine "seninkini götürdü" dedi; sonuçta, her ikisi meselenin çözümü için Hz. Dâvud'a başvurdular. Hz. Dâvud, büyük kadının lehine hüküm verince, küçük kadın memnun olmadı ve ihtilaflı meseleyi bir kere de Hz. Dâvud'un oğlu Hz. Süleyman'a arz etmek için huzura çıktılar. Hz. Süleyman: "Bana bir bıçak getirin ki çocuğu ikiye bölüp aralarında taksim edeyim", deyince, küçük kadın dehşete kapılıp, "aman yapma, Allah sana merhamet etsin, çocuk onundur" dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman sağ kalan çocuğu küçük kadına verdi (Buhârî, Sahih, IV, 136, 137).
Hz. Peygamber devrinde kadın sahabîler ilme büyük katkıda bulunmuşlardır. Allah Rasûlü'nün kızı Hz. Fatıma duygulu bir şâir olduğu gibi Hz. Peygamber'in bazı hadislerini de rivâyet etmiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 19, 30). Hadis rivâyet eden kadın sahabilerin sayısı çoktur.
Bazıları şunlardır: Ümmü Habibe binti Ebu Süfyan, Ümmü Abd, Esmâ binti Ebu Bekr, Zeyneb binti Cahş, Meymûne binti Hâris, Fâtıma binti Kays, Dürre binti Ebı Leheb, Ümmü Haram binti Milhan vd. Bu son sahabi hanım Kıbrıs'ta vefat etmiş olup. Larnaka civarında medfundur. Kıbrıs müslümanlarınca türbesi bir ziyaret yeridir (İbn Hayyât, et-Tabakât, Dimaşk 1968, II, 859, 884; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 22, 23).
Hz. Peygamber kadınların eğitimine büyük önem vermiştir. Kadınlar mescide geliyor, hadisleri dinliyorlardı. Umumî toplantılara katılır ve bayram namazlarında da hazır bulunurlardı. Hz. Peygamber bayram hutbesini erkeklerin saflarına irad ettikten sonra, kadınların saflarına geçer, onlara da talim ederdi. Ancak hanımlar her zaman mescidde hazır bulunmadıkları için bir sahabî kadın Hz. Peygamber'e gelerek; "Ya Rasûlüllah, erkekler geliyor, senin sözünü dinliyorlar. Bizim için de bir gün tahsis et. O günde gelelim, Allah'ın sana öğrettiklerini bize öğret" dedi. Hz. Peygamber de onlara haftada bir gün ve yer tahsis ederek orada toplanmalarını söyledi, belirlenen günde onların eğitim ve öğretimleri ile meşgul oldu (Muhammed Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l Muhaddisûn, Mısır 1958, s. 55; Buhârî, Sahih, I, 36). İslâm özellikle Hz. Peygamber'in ailelerine mahrem meseleleri tebliğ etme görevini yüklemişti. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Evlerinizde okunup duran Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlatın ve nakledin" (el-Ahzâb, 33/34). Sahabe hanımlarının haya ve utanması dini konuları sorup öğrenmelerine bir engel değildi. Özellikle bir fikıh ve hadis âlimi olan Hz. Aişe'nin (ö. 58/677) bu konuda sayısız hizmetleri olmuştur. O, yalnız kadınların değil, sahâbe büyüklerinin bile bir çok meselede başvurdukları kimse idi (Nevzat Aşık, Sahabeye Hadis Rivayeti, İzmir 1981, s. 78, 79). Hz. Aişe, verdiği hüküm ve fetvalar bir cilde ulaşan yedi sahabe müctehidinden (Fukaha-i seb'a) birisidir (İbn Kayyim, İ'lâm, I, 14 vd.). Urve b. Zübeyr (ö. 94/712) "Fıkıh ilmini Hz. Aişe'den daha iyi bilen kimse görmedim" der (el-Mekkî, Fethu'l Mübîn, s. 157). Ebû Mûsa el-Eş'ârî'de (ö. 44/664) şöyle demiştir: "Muhammed'in ashabının bize sorduğu herhangi bir hadisin içinden çıkamadığımızda onu Hz. Aişe'ye sorardık ve onun yanında sorulan hadise ait muhakkak bir şeyler bulurduk". İbn Hazm (ö. 456/1064) sahabe devrinde yetişen hanım fakih ve hukukçular olarak şu isimleri zikretmektedir: Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Hafsa binti Ömer, Hz. Fâtıma, Fâtıma binti Kays, Esma binti Ebî Bekr, Havlâ binti Tüveyt, Ümmü Şerîk, Sehle binti Süheyl, Ümmü Eymen, Âtike binti Zeyd, Ümmü'd-Derdâ, Zeyneb binti Ümmü Seleme ve Ümmü Yûsuf (İbn Hazm, Cevâmiu's-Sıre, s. 319, 323). İslâm tarihinde çeşitli alanlarda büyük hizmet ve yararlılıklar göstermiş müslüman kadınların sayısı az değildir. Tefsîr, Hadîş Fıkıh, Tasavvuf, Şiir, Hüsnühat, güzel sanatlar, çeşitli hayır işleri vb. İslâm kadınının ilgi alanları olmuştur.
Sonuç olarak, İslâm kadınla erkek arasında genel anlamda bir görev bölümü yapmış, kadına evin iç işlerini, çocukların yetiştirilmesini, ihtiyaç ve zaruret bulunduğunda da dışarıda çalışma işini yükleyerek, onu kocasının en yakın yardımcısı kılmıştır. Koca, evin dışında ağır işleri, eşinin ve çocuklarının yeme içme, barınma ve giyim ihtiyaçlarını karşılama görevini yüklenmiştir. Erkeğe, bu malî ve ekonomik yükümlülüklerinin bir sonucu olarak mirasta, kıza göre fazla hak vermiştir.

Kadın Sesi
Yüce Allah Adem'le Havva'yı yaratmış, İnsan nesli onlardan ve onların zürriyetinden meydana gelmiştir. Allah Adem'e eşya isimlerini öğretmiş, ilk insanlar bu kelimelerle anlaşmaya başlamıştır. Kadın da toplumun bir bireyi olarak, hem cinsleriyle ve gerektiğinde karşı cinsle kelimeleri seslendirerek konuşmuştur. Günlük hayatın gereği olan normal görüşme ve konuşmalarda, kadın sesinin yabancı erkeklere meşrû olmadığını öne süren hiç bir bilgin yoktur. Kur'ân-ı Kerîm'de kadınların yabancı erkekle konuşmalarının örnekleri çoktur.
Musa (a.s) Mısır'ı terkedip Medyen'e varınca bir su başında koyunlarını sulamak için sıra bekleyen iki hanım kız gördü. Yardıma ihtiyaçlarının olup olmadığını sordu. Bundan sonrasını Kur'ân-ı Kerîm'den izleyelim: "Onlar şöyle dedi: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz sulayamayız. Babamız oldukça yaşlı bir adamdır. Bunun üzerine Musa, onların hayvanlarını sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi. "Rabbim, göndereceğin hayra ve rızka çok muhtacım" dedi. O sırada hanımlardan biri utana utana yürüyerek Musa'ya geldi. "Babam hayvanlarımızı sulama ücretini vermek için seni çağırıyor" dedi" (el-Kasas, 28/23, 25).
Hz. Peygamber'in gerektiğinde genç veya yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Ebû Said el-Hudrî (r.a) şöyle anlatır:
"Bir kadın Allah Rasûlüne gelerek dedi ki: Her zaman mescide çıkarak sözlerinizi dinleyemiyoruz. Bize bir gün tayin et de o gün gelelim, sen de Allah'ın sana öğrettiğini bize öğret". Hz. Peygamber bu teklifi uygun bulmuş ve hanımlara ders vermiştir (Buhârî, Sahîh, I, 34, VIII, 149; M. Tayyib Okiç, İslâmiyet'te Kadın Öğretimi, Ankara 1979, s. 25). Diğer yandan Hz. Peygamberin hanımları, özellikle Hz. Aişe ashab-ı kiramın fetva için başvurdukları bir merci idi. O, onların sorularını sözlü olarak cevaplıyordu. Hz. Ömer, hilâfeti zamanında bir cuma hutbesinde evliliklerin kolaylaştırılmasını ve mehrin azaltılmasını tavsiye edince cemaat arasında bulunan Kureyşli bir kadın ayağa kalkarak bir âyetle (Nisâ, 4/20) cevap vermiş, halîfe onu haklı bularak sözünde ısrar etmemiştir (İbn Sa'd, Tabakât, VIII, 58, 81; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 210 vd.).
Bu duruma göre, kadınların normal ihtiyaç ve muameleler yüzünden erkeklerle sesli konuşmasının caiz olduğunda şüphe yoktur. Alimler arasında tartışılan ise, sevinçli gün ve zamanlarda şarkı, türkü vb. ni söylemeleridir. Bunlardan sözleri ve söyleniş biçimi müstehcen ve tahrik edici olmayan bazı şarkıları Allah Rasûlünün ve bazı sahabelerin müsamaha ile karşıladıkları bilinmektedir. Örnek verecek olursak; Hz. Âişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bir kere Rasûlullah (s.a.s) yanıma gelmişti. Yanımda Buas (olayıyla ilgili olarak söylenmiş kahramanlık şiirlerini def çalarak) terennüm ederek çalan iki cariye bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.s) yatağına yatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi, sonra Hz. Ebû Bekr içeri girdi. Bu ne hal, Rasûlüllah'ın huzurunda şeytanın mizmârı (yani şeytanın düdüğü ve sesi) ne arıyor? diye beni azarladı.
Bunun üzerine Rasûlüllah ona dönüp: "Bırak onları, her milletin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır" buyurdu. Babam başka şeyle meşgul olunca câriyelere işaret ettim, dışarı çıktılar" (Buhârî, II, s. 3; Müslim, II, s. 605; Nesaî, III, s. 59).
İbn Abbas der ki; Hz. Aişe, yakınlarından birisini bir Medineli müslümanla evlendirdi. Hz. Peygamber geldi ve; "Kız gönderdiniz mi" dedi. Hz. Aişe; "Evet" dedi. "Beraberinde şarkıcı gönderdiniz mi?" sorusuna, "Hayır" cevabını alınca, Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Medineliler eğlenceden hoşlanır. Beraberinde; "Size geldik, size geldik..." diyerek bir şarkıcı gönderseydiniz... " (Buhâri, Nikâh, IV, s. 140; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 391).
Hanımlar arasında bile olsa bir şarkının şu özellikleri taşıması gerekir:
1) Şarkının konusu ve sözleri İslâm ahlâk ve âdâbına aykırı bulunmamalıdır. Meselâ, içkiyi öven, onu içmeyi teşvik eden şarkı meşrû sayılmaz.
2) Şarkıcının giyim şekli jest ve mimikleriyle şehveti tahrik etmemesi gerekir.
3) Meşrû eğlenti, ibadetten alıkoymamalı ve zaman israfına yol açmamalıdır.
4) Şarkı, türkü, dinleyenin şehvetini coşturuyor, fitneye doğru sürüklüyor ve hayvanî duygularını güçlendiriyorsa kendini bundan kurtarması gerekir.
5) Şarkı, türkü beraberinde içki, kumar, zina gibi haramları getiriyorsa, müslümanın bu gibi ses ve yerlerden uzak durması gerekir. İslâm kötülüğe giden yolu kapama (sedd-i zerâyi') prensibini esas almıştır.

İşte kendisine karşı uyardığı şarkılar beraberinde kötülük olan ve kötülüğe götüren şarkılardır (İbn Mâce, Fiten, 22; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 342; Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm fî'l-İslâm, trc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, ş 321, 322; Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Musikî ve semâ, İstanbul 1976, s. 37, 88; İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, trc. A. Davudoğlu, İstanbul 1985, I, 48, V, 259, VIII, 294, IX, 207, XII, 507, 508, 516, XIV, 140, 571).
Hamdi DÖNDÜREN

Kadına Bakmak
İslâm dini kadınlara bakma konusunda birtakım ölçüler ortaya koymuştur. İslâm'ın ana kaynağı Kur'ân-ı Kerim, toplumlarda çıkabilecek fitnenin yolunu kesmek, sosyal düzeni sarsıcı hareketlere engel olmak için pek çok konuda genel kurallara yer vermiştir. Toplumu oluşturan fertlerin, genellikle kadın ve erkeklerden müteşekkil olduğu düşünülürse, bu konuda da İslâm'ın bağlayıcı hükümler getirmesi tabiîdir. Öncelikle İslâm dini, sağlıklı ve temiz bir toplumu meydana getirmek için, iki cins arasında yaradılıştan kaynaklanan arzuların kontrol edilmesini ve yerli yerinde kullanılmasını öngörür. Bu konuyla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in Nur sûresinde, önce erkeklere, hemen akabinde de kadınlara bazı önemli uyarılarda bulunulmuştur. "Mü'min erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve mahrem yerlerini korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdârdır. Mü'min kadınlara da söyle; gözlerini yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, süslerini, kendiliğinden görüneni müstesnâ, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini, kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya kadınları veya câriyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü'minler! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" (en-Nûr, 24/30-31).
Bu iki âyet, özellikle mü'min erkek ve kadınların, gözlerini yasak olandan çevirmelerini isterken ayrıca kadınların belirtilen onüç sınıf insan dışında giyimlerine dikkat etmelerini zorunlu kılmaktadır. Böylece çıplaklığın yol açacağı tehlikeler, daha başlangıçta etkisiz hâle getirilmiş olmaktadır. Bunları zikrettikten sonra, kadına bakma konusunda ortaya konan hükümleri anlatabiliriz:
Bir müslümanın şehvetle bakabileceği kadın sadece kendi hanımıdır. Hanımı dışında hiçbir kadına şehvet nazarıyla bakması câiz değildir. Şehvetle bakmada ölçü, bir kadına devamlı bakmaktır. Bir insanın çarşı pazarda yürürken hiçbir kadını görmeden, yolda gözü kapalı veya başı eğik bir şekilde yürümesi mümkün değildir. Karşısındakini görecek, ancak bir hanım ise sürekli gözleri onda olmayacak; yoksa bakışı devam ettirmek yasak sınırına girmiş olmak demektir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın Hz. Ali'ye ikazı şöyledir: "Ali! Arka arkaya bakma; birinci bakış hakkın ise de, ikinci bakma hakkın yoktur" (Tirmizî, Edeb, 28).
Hanefi mezhebine göre, kadının yabancı erkekler karşısında avret yeri (yani açılması, gösterilmesi ve bakılması yasak olan yer), yüzü, elleri ve -bir rivâyete göre de- ayakları müstesnâ olmak üzere bütün bedenidir.
Kadının avret yerlerine şehvetli veya şehvetsiz bakmak haram olup kadınların da bunları kapamamaları haramdır. Avret yerleri, ancak kimsenin görmediği yerde (tuvalet ve banyoda) ve eşlerin cinsî münasebeti esnasında açılabilir. Yine bazı durumlarda, zarûret miktarını aşmamak üzere doktor, ebe, hâkim vb. karşısında da açabilir. Ayrıca evlenecek kimse, kızın yüzüne -şehvetle de olsa- bakabilir. (bk. Hayreddin Karaman, Günlük Hayatımızda Haramlar Helâller, İstanbul 1981, s. 84).
Müslüman bir erkeğin, mahrem (nikâhı haram) olmayan kadınların avret yerleri hariç, ellerine ve yüzüne bakması câizdir. Bir müslümanın evine akraba olmayan dost ve arkadaşları gelebilir. Ayrıca bazı sebepler yüzünden kadınların erkeklerle beraber oturması ve evin kızı veya kadınının misafirlere hizmet vermesi gerekebilir. Bu durumlarda erkeğin kadını görmesi kaçınılmazdır. Ancak bu hususta en önemli şart, kadının tesettüre (örtünmeye) riâyet etmesidir. Bu konuyla ilgili olarak hadis kitaplarında şöyle bir olay anlatılmaktadır:
"Ashab-ı kirâmdan Ebu Üseyd evlenirken zifaf gecesi, Peygamber Efendimizi ve dostlarını davet etmiş; fakat onlar için bir yemek hazırlayamamış ve bir şey de ikram edememişti. Ancak eşi, geceden bir taş kabın içinde hurma ıslatmış ve bunu ezip sulandırıp şerbet yapmış ve misafirlere bizzat kendisi ikram etmişti" (Buhârî, Nikâh, 77).
Bu olayda sahabinin eşi tesettüre riâyet ederek, akrabası olmadığı halde eşinin dost ve arkadaşlarına ikram için yanlarına çıkmıştır. Zaten İslâm dini kadın-erkek ilişkilerine sınır koymakla birlikte, kadınların ilim öğrenmek, alış-veriş yapmak, düğün ve ibadet gibi meşrû sebeplerle evlerinden dışarı çıkılmasına izin vermiştir. Ancak tesettüre riayet şartı getirilmiştir (Bu konuyla ilgili ayrıca şu hadislere bk. Buhârı, Nikâh, 115; Cuma, 13; Muslirn, Salât, 136).

Kadının Yolculuğu
Yolculuk yapmak müslüman için mübah bir olaydır. Kadınlar da seyahat edebilirler. Yalnız kadının uzak yerlere yolculuk edebilmesi için yanında bir mahreminin bulunması hadiste şart koşulmuştur. Peygamberimiz, "Hiç bir erkek (yanında mahremi olmayan) bir kadınla sakın yalnız bulunmasın. Hiçbir kadın da kendisiyle beraber bir mahremi (nikâh düşmez akrabası) bulunmaksızın sakın yolculuk etmesin," buyurmuştur. Rasûlüllah'ın bu nehyi üzerine (Ashab'dan) bir kişi ayağa kalkarak, "Yâ Rasûlüllah, ben şöyle şöyle bir gazaya yazılmıştım; halbuki karım haccetmek üzere yola çıkmıştır (ne buyurulur?) diye sordu. Rasûlüllah, "Haydi sen de git, karınla beraber haccet", (Buhârî, Nikâh, 111). buyurdu.
Bundan başka Peygamberin, yanında mahremi bulunmadan bir günlük, iki ve üç günlük mesafelere kadının gidemeyeceğini bildiren hadisleri vardır (Müslim, Hac, 413-424).
Yukarıdaki hadisten birinci derecede elde edilen hüküm, fesada vesile olabileceğinden, aralarında nikâh caiz olan bir kadınla bir erkeğin yalnız olarak bir arada bulunmalarının kötü sonuçlarını önlemek için yasaklanmış olmasıdır. İkinci olarak da kadının yanında mahremi bulunmadan yolculuk yapmasının yasak olmasıdır (Tecrid¡ Sarih Tercümesi, VIIl, 382).
Mahremden maksad, kadının kocası veya kendisine nikâhı ebediyyen haram olan yakınlarıdır. Başka bir deyişle neseb (kan bağı), nikâh veya süt akrabalığı dolayısıyla evlenmesi caiz olmayan kimsedir.
Hanefî ile Hanbelî mezhepleri, yanında mahremi bulunmayan genç veya ihtiyar bir kadının, kendisi ile Mekke arasında üç konaklık mesafe bulunduğu zaman, üzerine hac vacip olmaz. Yani hac yolculuğu yapamaz demişlerdir. Malikî ile Şâfiî ise yanında birkaç tane güvenilir hanım bulunduğu takdirde mahremi olması da kadın hacca gider görüşünü savunurlar (Mezâhibü'l Erbaa, I, 633; Bidayetü'l Müctehid, I, 322).
İmam Şâfiî ile İmam Malik bu konuda yol emniyeti var ise veya üç beş güvenilir kadın bir arada bulunurlarsa hac edebilirler derken Hz. Ömer'in tertib ettiği son haccı delil getirirler. Bu hacda Peygamberin hanımlarından bazıları, Hz. Ömer'den izin alarak, yanlarında mahremleri olmadığı halde hacca gitmişlerdir (Mekke'den Medine'ye gitmişlerdir) (Fıkhü's Sünne, I, 635).
Netice olarak kadın iffet ve namusuna leke gelebilecek herhangi bir yolculuğa çıkamaz, yanında kendisinin can, mal ve namus güvenliğini sağlayacak birilerinin bulunması gerekir.
Mefail HIZLI

Ailede Kadın
İslâm, yaratılış itibarıyla kadın ve erkeğin eşit olarak yaratıldığını bildirir "Ey insanlar; Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık..." (el-Hucurat, 49/13). Yine İslâm dini kadın ve erkek arasında bir ayrımın sözkonusu olmadığını, doğum, ölüm ve daha sonraki hayatlarında bu iki cinsin birbirinden üstün bir tarafı olmadığını beyan eder. Çünkü insan Allah huzuruna yardımcısız, tek başına çıkarak, hesabını kendisi verecektir (Meryem, 19/93). İman sahibi, salih amel işleyerek Allah yolundan ayrılmayan kadınların durumu Kur'an'da "ahirette ebedî bir hayat sürüp Cennete gidecek kişiler" arasında zikredilir (en-Nahl, 16/97).
Kadınla erkek arasındaki farklılık uzviyetten ileri gelmekte ve kadınların zayıf, hassas varlıklar olduğu belirtilmektedir. Bunun için fert ve toplum hayatında bu iki cinsin fonksiyonlarında farklılıklar görülmekte ve bunda da kadının korunduğu ortaya çıkmaktadır. İslâm dini cahiliyyet hayatı inançlarında olduğu gibi kadını ne aşağılara itmiş ne de maderşahi (ailede kadının hâkimiyetinin geçerliliği) bir modelle aile yaşantısının sürdürmüştür. O, öyle bir aile modeli çizmiştir ki, bu ailede bütün aile fertlerinin ayrı ayrı görevleri bulunmakta ve bu görevlerinde kesinlikle biribirlerine karşı haksızlık görülmemektedir. İslâm düzeni aile hayatına getirdiği yenilikle adalette çığır açacak nitelikte bir modeli benimseyerek erkeğe ve kadına aile içerisinde baskı unsuru olabilecek ailenin zararına tüm davranışları ortadan kaldırmıştır.
İslâm aile reisi olarak bu görevi erkeğe vermiştir. "Erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler (ailenin reisidirler). Bu sebepledir ki Allah bazılarını (erkekleri) bazılarınızdan (kadınlardan) üstün kılmıştır. Bir de (erkekler onlara) mallarından infak etmektedirler..." (en-Nisâ, 4/34). Yine Allahu Teâla başka bir âyette "...(Erkeklerin kadınlar) üzerindeki (hakları) gibi kadınların da erkeklerin) ma'ruf şekilde lehlerine de (hakları) vardır. Erkeklerin ise kadınların üzerinde bir dereceleri vardır. Allah, aziz (mutlak galib)dir, hakîm (gerçek hüküm ve hikmet sahibi)dir" (el-Bakara, 2/28) buyurarak aile reisliği görevini erkeğe vermiştir. Erkeğin aile reisliğinde, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak ve aileyi her türlü dış tesirlerden koruma görevi de sözkonusu olduğu için ona büyük sorumluluk düşer. Buna karşılık erkek aile içerisinde kadının şahsi malına karışamadığı gibi ona bazı yükümlülükler yükleyemez. Hatta kadın çocuğa bakmak istemezse kocasından bir bakıcı bile isteyebilir ve ev işlerini yapmayabilir. Ama buna rağmen bu tür ev ile ilgili iş ve sorumluluklar kadının takvasının göstergesi olduğundan Peygamberimiz (s.a.s) tarafından teşvik edilmiştir. Kadın erkeğin meşru dairedeki emirlerine itaat etmekle mükellef tutulmuştur (Ebu Davud, Nikâh, 40).
İslâm aile hayatının devamı karşılıklı hakların korunmasıyla mümkündür. "Sizin kadınlar üzerinde haklarınız, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır" (Tirmizi, Radâ', 11). Karşılıklı haklarda kadının teslimiyeti ve itaatinden maksat ise kocasına karşı vazifelerini meşru dairelerde yerine getirmesidir.

Kadın'ın Koca Üzerinizdeki Hakları
Erkek ailenin geçimini sağlamakla görevli olduğu için kadının maddi ihtiyaçlarını karşılamak ve bunu da İslâm dairesi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır (en-Nisa, 4/34). Erkek kadınla iyi geçinmek ve onun haklarını korumakla yükümlüdür "...Onlarla (zevcelerinizle) iyi geçinin. Şayet onlardan hoşlanmadınızsa (sabredin). Olur ki bir şey hoşunuza gitmez de Allah (ü Teâlâ) onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur. (Olur ki Allah size onlardan hayırlı evlâd ihsan eder, yahud, aranızda muhabbet oluverir)" (en-Nisâ, 4/1 9).
İslâm, her şeyden önce erkeğe verilmiş olan aileyi yönetmek ve reislik yetkisini kötüye kullanmayı yasaklar. Bundaki amaç aile düzeninin korunmasıdır. Bu bakımdan erkeğin bu şekilde bir imtiyazı kadın üzerinde zulümkâr bir şekilde kullanması caiz değildir. Ancak böyle bir ilişki sonucu kadın ve erkek arasındaki ilişkiler normal seyrinde gidebilir.
İslâm, kadının sosyal ilişkiler yönünden yeteneklerini ve yeterliliğini, mümkün olan azami düzeyde meşru daireler içerisinde kullanmasına izin verir. Yine bu sosyal çerçevede en güzel şekilde müslümanlara yardımcı olması için çalışma ve faaliyetleri yerine getirme, ilim öğrenme özgürlüğünü verir (Buhârî, İlim, 36;İbrahim Cemal, Müslüman Kadının Fıkıh Kitabı, terc. Beşir Eryarsoy, İstanbul 1987, s. 483 vd.).
"Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkarsan kırılır. Mutlu olmak istersen o eğrilikle birlikte kabul et" (Buhârî, Nikâh, 79). "Sizin en hayırlınız hanımına karşı en iyi olandır" (Tirmizi, Radâ, 11; İbn Mace, Nikâh, 50). Bu hadislerden Peygamberimizin kadınlar konusunda müslümanları sürekli uyardığı ve onlarla iyi geçinmeyi tavsiye ettiğini öğreniyoruz. Kadın dövülmez, nasihat edilir. Yalnız kadın âsî olur erkeğini İslâmî ölçülerde dinlemezse ve mahrem olmayan kimselerle oturup kalkar ve erkeğin malını savurganlıkla harcar, aile sırlarını dışarı çıkarırsa önce uyarıda bulunulur, bunun şiddeti biraz arttırılır ancak yine fayda sağlamıyorsa duruma göre korkutmak için biraz dövülebilir (en-Nisa, 4/34). Ancak bu da fayda vermiyorsa dövülmemelidir.

Kocanın Kadın Üzerindeki Hakları
"Erkekler kadınlar üzerinde yönetici (kavvâm) dırlar. Çünkü Allah kimini kiminden üstün kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar" (en-Nisa, 4/34). "İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini kocasının bulunmadığı zamanlarda koruyanlardır... " (en-Nisa, 4/34).
Kadınlar kocalarına karşı itaatli ve saygılı olmalıdırlar ki koca da aile içerisinde gereği gibi vazifelerini yapabilsin. Kadın meşru şartlarda kocasına itaat etmekle mükelleftir. Ayrıca yaptığı ev işleri ve çocuk yetiştirme ise kadının takvasını artıran hususlardır. Çünkü İslâm böyle bir sorumluluğu kadına şart koşmamış, teşvik ederek Allah'ın rızasını kazanacaklarını bildirmiştir.
Erkekler kadınlardan, kadınlarda bulunmayan bazı doğal nitelik ve güçlere sahip oldukları için üstündürler. Yoksa bu onların şeref ve fazîlet bakımından üstün oldukları anlamına gelmez (Mevdûdî, Tefhimu'l Kur'an, I, İstanbul 1986, s. 317, 318). "Kadın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını korur ve kocasına itaat ederse cennet kapıları ona açıktır" (Buhârî, Miskat, II, 202). Yalnız buradaki itaat Allah'ın emirleri çerçevesinde olacağından kocanın bunu hiçe sayması durumunda kadının kocasına karşı itaatı gerekmez. Çünkü Allah'a itaat, kocaya itaatten önce gelir.
Ailede karı-koca arasında karşılıklı tatmin gerekli olan bir ihtiyaç olduğundan her iki tarafın bunu gözardı etmesi doğru değildir. Normal hallerde kadın kocasının bu durumunu bilmeli ve ona karşı saygılı olmalıdır. İslâm yaradılış bakımından kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunur. Erkek-kadın eşitliğinde dünyaya ait cezalarda da fark bulunmaz. Kadına karşı işlenen suçlarla, erkeğe karşı işlenen suçların cezası aynıdır. Mirasta kadının erkeğin yarısı kadar hisse alması kadını küçültücü bir hareket olmadığı gibi eşitsizlik de değildir. İslâm'ın kadına bakışı ve erkeğin onun işlerini çekip çevirmekle yükümlü oluşu, evliliğinden önce gerekli harcamaları yapma görevini kadının velisine vermiş olması, evliliğinden sonra ise bu harcamaları kocasına yüklemiş olduğu hususu bilindiğinde, Allah'ın bu konuda ne gibi bir hikmet murad ettiği açıkça anlaşılır.
Kadın, almış olduğu mirastan erkeğe sadece gönül rızası ile olanın dışında hiç bir şey harcamamakta serbesttir. Buna karşılık erkek, her durumda harcamak görevi ile yükümlüdür. Böylelikle kadın miras almakla birlikte ona el de sürmeyebilmektedir (İbrahim Cemal, a.g.e. s. 485).
Allahu Teâlâ kadını evin sahibesi olarak yaratmıştır. Erkek ailenin geçimini sağlamak, mal kazanmakla görevli olduğu gibi, kadın da bu malları evin işlerini gereken şekilde yürütmek üzere harcamakla yükümlüdür. Çünkü kadın, kocasının evinin çobanıdır. Bunun dışında İslâm, evin dışında kalan görevlerin hiçbirinde kadını yükümlü tutmaz. Kur'an "Ve evlerinizde oturunuz" (el-Ahzâb, 33/33) âyetiyle kadını evinde oturmaya teşvik etmiştir. Ancak bazı hallerde kadının evin dışına çıkması gerekebilir. Meselâ; kadının işlerini görüp gözetecek erkeğin bulunmaması, yahut ailenin içinde bulunduğu sıkıntılar dolayısıyla evin dışında çalışmak zorunda kalması, erkeğin geçim sıkıntısı içerisinde bulunması, hasta olması, geçimi sağlamaktan âciz olması bu türden şart ve durumlarla karşı karşıya kalınması halinde İslâm hukukunda bir genişlik ve bir çıkar yol sözkonusudur. "Allah, siz kadınlara ihtiyaçlarınız için dışarı çıkmanıza izin vermiştir. (Buhârî-Müslim). Ancak bütün bunlara karşın içinde bulunduğumuz koşullarda ne kadar İslâmî ölçülere uyarsa uysun müslüman bir kadın çarşıda-sokakta, iş hayatında kötülerin gözünden kendini koruyamamaktadır. O bakımdan geçimi zor şartlar içerisinde olsa da kadınlar sokaklardan uzak olmalıdır.
İslâm kadına evinde görev vererek, çalışma problemini ortadan kaldırmaktadır. İslâm, harem ve selâmda ihanete uğrayan insan ruhunu aynı anda kurtaracaktır. (Seyyid Kutub, İslâm Kapitalizm Çatışması, İstanbul 1988, s. 129; Ayrıca bk. Said Havva, İslâm, terc. Said Şimşek, Ankara ts., s. 197 vd; İbrahim Cemal, a.g.e. s. 481 vd; Mustafa Sibai, Kadının Yeri, İstanbul 1988, s. 57 vd.; Abdullah Nasuh Ulvan, İslâmda Aile Eğitimi, I, s. 221 vd.; Ömer Ferruh, İslâm Aile Hukuku terc. Yusuf Ziya Kavakcı, İstanbul 1976, s. 228 vd; Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, Komisyon, İstanbul 1989, s. 171 vd.; M. Ali Haşimi, Kur'an ve Sünnette Müslüman Şahsiyeti, terc. Resul Tosun, İstanbul 1988, s. 63 vd.).


Naci YENGİN

SpeedyLaz - avatarı
SpeedyLaz
Ziyaretçi
14 Şubat 2006       Mesaj #3
SpeedyLaz - avatarı
Ziyaretçi
İSLAM VE KADIN
Islam ulkelerinde, kadınların içlerinde bulunduğu durum, çağdaş teknolojinin yardımı ile tüm dünyanın gözleri önüne seriliyor:
Iran, Suudi Arabistan, Yemen, Sudan, Cezayir, Afganistan, Irak, Kuveyt, basra Korfezi Ülkeleri, Bengladesh, Mısır vb. Islam ülkelerinde, kadınlar, istedikleri gibi giyinemiyorlar. Kısa kollu, çağdaş giysilerle sokakta dolaşmaları bile yasak, çoğu Islam ülkesinde çarşaf giymeye mecburlar. Kadınlar ile erkekler aynı yerlerdebulunamıyorlar, erkeklerle tokalaşmaları yasak, bindiklari toplum ulaşım vasıtalarınba bile ayrılık var. Kadınlar çalışamıyor, yasak.. Kadınlar, erkeklerinin izni olmadan seyahat edemiyorlar.. Yasak!.. Aksi halde kırbaçlanmaktan başlayan çeşitli cezalara çarptırıliyorlar.
Suudi Arabistan'da, kadınların araba kullanması yasak.. Arabanın ön koltuğunda bile oturmaları yasak. (Diğer Islam ülkelerinde de benzer durum olabilir). Bir arkadaşım, Birleşik Arap Emirlikleri'nin Dubai Havaalanı'nın kafesinde "Burada sadece erkekler ve yabancı kadınlar oturabilir" şeklinde bir yazı olduğunu anlatmıştı. Suudi Arabistan'da yeterince bol olmayan çarşaf giyilmesi yasak, hatta bunun gibi çarşaflar dükkanlardan toplatılarak imha ediliyor.
Iran'a gidenlerden duymuştuk: Uçak, Iran hava sahasına girince, kadınlar çarşaflarına giriyorlar.. Iran'dan dönerken de uçak Iran hava sahasından çıkınca, kadınlar çarşaflarını çıkarıp istedikleri kıyafete bürünüyorlar. Tabii ki bu özgürlük, tekrar Iran'a dönünceye kadar sürecektir..
Yine, bazı gazete haberleri aklımızda: "Afganistan'da ayak bileği görülen kadın, sokakta dövüldü.., kızların okula gitmesi, kadınların çalışması yasaklandı..", "Iran'da kadınlara kırbaç cezası, saçının teli görünen kadın karakola götürüldü.."
Pakistan'da, şeriatçılara taviz vermeye başlayan yönetim, kadınlara yönelik yeni kısıtlamalar koyuyor.
Peki, bunlar neden oluyor? Neden, Islam ulkelerinin kadınları, Batı ülkelerindeki hemcinsleri gibi özgürce giyinemiyor, dolaşamıyor, yaşayamıyorlar? Bunun sebebi nedir?
Bunun nedeni, o ülkelerdeki kanun koyuculara göre, Islam'dan kaynaklanmaktadır. Islam peygamberi Muhammed ve o'nun kitabı Kuran'dan kaynaklanmaktadır. Şeriattan kaynaklanmaktadır.
Bakalım, Islam peygamberi Muhammed, kadınlar için ne demiş?

Hz. Muhammed'in Hadisleri:

KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI

3276 - Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadinlara hayirhah olun, zira kadin bir eyegi kemiginden yaratilmistir. Eyegi kemiginin en egri yeri yukari kismidir. Onu dogrultmaya kalkarsan kirarsin. Kendi haline birakirsan egri halde kalir. Öyleyse kadinlara hayarhah olun." Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12, (1188).
3277 - Amr Ibnu'I-Ahvas (radiyalIahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Kadinlara karsi hayirhah olun. Çünkü onlar sizin yaninizda esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan baska bir hakkiniz yok, yeter ki onlar açik bir çirkinlik islemesinler. Eger islerlerse yatakta yalniz birakin ve siddetli olmayacak sekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarinda asiri gitmeye bahane aramayin. Bilesiniz, kadinlariniz üzerinde hakkiniz var, kadinlarinizin da sizin üzerinizde hakki var. Onlar üzerindeki hakkiniz, yataginizi istemediklerinize çignetmemeleridir. Istemediklerinizi evlerinize almamalaridir. Bilesiniz onlarin sizin üzerinizdeki haklari, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanizdir.''
Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087).
3278 - Hakim Ibnu Mu'aviye babasi Mu'aviye (radiyallahu anh)'den anlatiyor: "Ey Allah'in Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakki nedir?''
"Kendin yiyince ona da yedirmen, giydigin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terketmemen."
(Ebu Davud, Nikah 42, (2142, 2143, 2144).

ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
3268 -
Ümmü Seleme (radiyallahu anha) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Hangi kadin, kocasi kendisinden razi olarak vefat ederse, cennete girer.'' Tirmizi, Rada 10, (1161).
3269 - Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat-i Zülcelal'e yemin ederim, bir erkek hanimini yataga davet ettiginde kadin imtina edip gelmezse, kocasi ondan razi oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.''
3270 - Bir baska rivayette söyle denmistir: "Erkek, kadinini yatagina çagirir, kadin da gelmeye yanasmaz, erkek öfkelenmis olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yataga gelinceye kadar- kadina lanet okurlar.''
3271 - Bir baska rivayette: "Kadin küskünlükle kocasinin yatagindan ayri olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler" denmistir. Buhari, Nikah 85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikah 120 - 122 (1436); Ebu Davud, Nikah 41, (2141).
3272 - Yine Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey Allah'in Resulü. dendi, hangi kadin daha hayirlidir?''
"Kocasi bakinca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malinda, kocasinin hosuna gitmeyen seyle ona muhalefet etmeyen kadin!" diye cevap verdi." Nesai, Nikah 14 (6,68).
3273 - Hz. Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Erkege, hanimini ne sebeple dövdügü sorulmaz." Ebu Davud, Nikah 43, (2147).
3274 - Ebu Sa'id (radiyallahu anh) anlatiyor: "Safvan Ibnu Muattal (radiyallahu anh)'in hanimi, yaninda Safvan da bulundugu bir anda Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gelerek: "Ey Allah'in Resülü, namaz kildigim zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttugum zaman da orucumu bozduruyor, günes doguncaya kadar da sabah namazi kilmiyor!'' dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam), haniminin bu söyledikleri hakkinda Safvan'a sordu. Safvan:"Ey Allah'in Resülü! "Namaz kildigim zaman dövüyor '' sözüne gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladim'' dedi. Resulullah kadina: "Insanlara tek surenin okunmasi yeterlidir '' buyurdu. Safvan devam etti:
"Oruç tuttugum zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanimim oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Bir kadin kocasinin izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular.
Safvan devamla: "Günes doguncaya kadar sabah namazi kilmadigim sözüne gelince, biz (gece çalisan) bir aileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakin yatinca) günes doguncaya kadar uyanamiyoruz'' diye açiklama yapti. Aleyhissalatu vesselam: "Ey Safvan, uyaninca namazini kil!" buyurdular." Ebu Davud, Savm 74, (2459).
3275 - Ebu'I - Verd Ibnu Sümame anlatiyor: "Hz. Ali (radiyallahu anh) Ibnu Agyed'e dedi ki: "Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalatu vesselam) 'in kizi Fatima (radiyallahu anha)'dan -ki o, babasina, ailesinin en sevgili olani idi- bahsedeyim mi?''
"Evet, bahsedin!'' dedim. Bunun üzerine:
"Fatima radiyallahu anha degirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kirba ile su tasirdi. Bu da boynunda yaralar açti. Evi süpürüyordu. Üstü basi toz-toprak oldu. (Bu siralarda) Rasûlüllah'a bir kisim köleler getirilmisti.. Fatima 'ya:
"Babana kadar gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselatu vesselam'in yaninda bazilarinin konusmakta olduklarini gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fatima'ya gelerek:
"Kizim ihtiyacin ne idi?" diye sordu. Fatima süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip:
"Ben anlatayim Ey Allah'in Resülü!'' dedim ve açikladim: "Fatima'nin degirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kirba ile su tasimaktan da omuzlari incindi. Köleler gelince ben kendisine, size ugramasini, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavusmasini söyledim. Bu açiklamam üzerine Resulullah:
"Ey Fatima, Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarini eda et, aileyin islerini yap. Yatagina girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayirlidir.." buyurdular. Fatima (radiyallahu anha):
"Allah'dan ve Allah'in Resulünden raziyim" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi." Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da'avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da'avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).

KOCANIN KADIN ÜSTÜNDEKİ HAKKI
6529 -
Hz. Aise radiyallahu anha anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Eger bir kimsenin bir baskasina secde etmesini emretseydim, kadina, kocasina secde etmesini emrederdim ve eger bir erkek karisina kirmizi bir dagdan siyah bir daga ve siyah bir dagdan kirmizi bir daga tas tasimayi emretseydi, uygun olan, kadinin bu emri yerine getirmesidir."
6530 - Abdullah Ibnu Ebi Evfa radiyallahu anh anlatiyor: "Hz. Muaz Sam'dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde etmisti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : "Ey Muaz! Bu da ne?" dedi. O açikladi: "Sam'a gitmistim, onlarin reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladim. Içimden, ayni seyi size yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "Bunu yapmayin! Zira, sayet ben, bir kimseye, Allah'tan baskasina secde etmeyi emretseydim, kadina kocasina secde etmesini emrederdim. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-i Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadin, kocasinin hakkini eda etmedikçe Rabbinin hakkini da eda edemez. Kadin (deve sirtindaki) semere binmis iken kocasi nefsini talep edecek olsa, kadin bu istege mani olamaz."

KADININ YOLCULUĞU
2169 -
Ebü Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Allaha ve ahiret gününe inanan bir kadina, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yaninda bir mahremi olmadikça gitmesi helal degildir." Buharî, Taksîru's-Salat 4; Müslim, Hacc 419, 422, (1339); Muvatta, Isti'zan 37, (2, 979); Ebü Davud, Menasik 2, (1723-1725); Tirmizî, Rada 15, (1170).

Hz. Muhammed'in evli kadınlara yönelik hadisleri:
"Bir adam karısını yatağına çağırsa da, kadın yanaşmasa, o sırada cinsel ilişkide bulunmazsa ve bu yüzden kocası geceyi öfkeli-sinirli olarak geçirse, melekler o kadına, sabaha değin lanet ederler." (Bkz. Buhari, e's- Sahih, Kitabu Bed'il'halk/7; Tecrid, hadis no.1337; Müslim, e's-Sahih, Kitabu'n-Nikah/120-122,hadis no.1436; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'n-Nikah/42, hadis no.2141).

"Bir adam karısını cinsel ihtiyacını gidermek için çağırdığı zaman, kadın hemen o çağrıya uymalıdır. Kadın, tandırda (fırında, ocakta) o anda iş görüyor olsa bile.."(Bkz: Tirmizi, Sünen, Kitabu'r-Rıda/10, hadis no.1160).

Hz. Muhammed'in genel olarak kadınlar hakkındaki görüşleri:
"...Dünyadan ve kadınlardan sakının, zira Beni Israil'de ilk fitne daın yüzünden çıktı" (Riyazü's Salihin tercemesi (Diyanet İşleri başkanlığı Yayınları, Ankara, 4.baskı),1, 105.
"...Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (âmili) olarak hiçbirşey bırakmadım" (Ibid,327, Usâme Ibn-i Zeyd'in rivayetine dayalı bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, II, 267, hadis no. 1795)

"...Uğursuzluk üç şeyde: 'at'ta, 'kadın'da, 'ev'de hâsıl olur"
"...Eğer eşyada şeâmet farzolunursa 'at'ta, 'kadın'da, 'ev'de ve 'mesken'de aranılmalıdır" (Abdullah Ibn-i Ömer'in ve ayrıca Selh İbn-i Sa'dın rivayetlerine dayalı olarak Buhari'nin naklettiği bu hadisler için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, VIII, 312, hadis No. 1211 ve XI, 267-8, hadis No.1795)

"Tanrı elçisi namazı bozan şeyleri benim önümde tekrarladı. Bunlar: Köpek, eşek ve kadındır"(Muhammed'in karılarından Ayşe, Ibid, 82;Ayrıca bkz. Mishkat..,(1960), IX, Kesim 16, 292)

"Önünde deve semerinin ard kaşı boyunda bir sütresi olmayan kimsenin namazını kadın, eşek bir de kara köpek kat'eder" (Ibid,441)

"Ben kadınlarla asla tokalaşmam"(Tırmızi'nin refika kızı Ümeyye'den rivayet ettiği hadisler)

Hz. Muhammed'den Bir Olay
Ebu Said rivayetine dayali olarak Buhari ve Muslim gibi Islam'in en saglam ve guvenilir kaynaklarinin, kadinlarin "aklen ve dinen eksik" olduklarina dair Muhammed tarafindan soylenmis sozler konusunda bildirdikleri sudur:
Bayram gunlerinden birinde Muhammed, kadinlarin yanindan gecerken onlara hitaben: "Kadinlar sadaka verin, zira bana Cehennem gosterildi, cogu sizler idiniz." diye seslenir. Kadincagizlar sasirirlar ve: "Ya Resu'llah neden?" diye sorarlar. Muhammed cevap verir: "Cunku siz otekine berikine cokca lanet eder, zevclerinize karsi kufran-i ni'met gosterirsiniz. (ne acaiptir ki kendini zapteden tam akilli ve dininde) hazimli kimsenin aklini sizin kadar eksik akilli, eksik dinli kimsenin celebildigini gormedim."
Kadinlar biraz daha sasirmis olarak yine sorarlar: "Aklimizin, dinimizin eksigi nedir? Ya Resu'llah". Bu soru uzerine Muhammed onlara Kur'an'in Bakara suresinin 282inci ayetini hatirlatir: "Kadinin sahadeti, erkegin sahadetinin yarisi degil midir?" Kadinlar, "Evet" diye yanit verirler. Onlarin bu dogrulamasi uzerine Muhammed tekrarlar: "Iste bu aklinizin eksikligindendir."
Bunu soyledikten sonra yine kadinlara sorar: "Kadin hayiz gordugu zaman da namaz kilmaz, oruc tutmaz, degil mi?"
Kadinlar buna da "Evet" derler. Bunun uzerine Muhammed, "Iste bu da dininizin eksikligindendir" diyerek sozlerini tamamlar. (Buhari Muhtasari Tecrid-i Tercemesi, 1970-, I, 222, Hadis No 209)
Goruluyor ki Muhammed'in aciklamasina gore Tanri, kadini bilhassa "eksik" yaratmistir, ve bunu kanitlamak uzere de kadinin sahadetinin erkeginkinin yarisi degerinde oldugunu anlatmis ve ayet yollamistir. Daha baska bir deyimle kadinlarin sahadet bakimindan erkeklere nazaran daha az degerde sayilmalari, duygusal ya da fevri filan olmalarindan degil ve fakat dogrudan dogruya "akillarinin eksikligindendir." Ve Tanri onlarin eksik akilli olmalarini ozelikle bu bakimdan ongormustur. Fakat Tanri, yine Muhammed'in bildirmesine gore, kadinlari sadece "eksik akilli" yaratmakla kalmamis, fakat ayni zamanda, "eksik dinli" yapmis ve bunun kaniti olmak uzere de onlari "hayizli (adet gorur) sekilde" yaratmistir. Boylece hayiz gordukleri zaman onlari namaz kilmak, oruc tutmak gibi (ve benzeri) dinsel gorevlerden yasaklamistir. Ve iste kadinlarin "aklen ve dinen dun" olduklarina dair bu inanc islami inanc olarak Muhammed'den itibaren yerlese gelmistir.
Soylemeye gerek yoktur ki, bu tur bir inanci ve bu inancin dayanagi olan mantigi, "ulu ve adil Tanri" anlayisi ile uzlastirmak mumkun degildir; hatta sadece "ulu ve adil Tanri " anlayisi ile degil ve fakat "keyfi ve adaletsiz" bir Tanri anlayisi ile dahi bagdastirmak kolay degildir. Cunku bir kere, insan denilen varligi "erkek" ve "disi" olarak yaratmakla gurur duyan ve ovunen bir Tanri'nin "akillilik" ile "sahadet" arasinda baglanti kurmasi ve bu baglantiyi sadece kadinlara uygulamasi dusunulemez; "adil ve bilgi kaynagi" olarak tanimlanan bir Tanri'nin yapabilecegi bir sey degildir. Zira boyle bir baglantiyi ongormus olsaydi, bu takdirde aklen ve fikren yetersiz olabilen erkeklerin de bulundugunu goz onunde tutarak "akilli bir erkegin sahadeti, daha az akilli iki erkegin sahadetine denktir" seklinde bir seyler getirirdi.
Ote yandan iki kadinin sahadetini, bir erkegin sahadetine denk kilma amacini, sirf kadinlari eksik akilli yaratmis olamk icin vesile ya da bahane kilmazdi.
(Ilhan Arsel, Seriat Ve Kadin, 1991 baskisi s.48 ve devamı)

Şimdi de Kuran'ın ayetlerine bir göz atalım:

KURAN'DA KADINLARLA İLGİLİ BAZI AYETLER
"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür"(Nisa/4/34)

" Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Nisa/4/128
(Not:Erkegin hakkı ile kadınınkiler arasındaki farka dikkat! Erkek dövebilir, ama, kadın sulh yapmaya mecbur!)

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler." (Bakara/228)

"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."(Nisa/3)

"Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtulu?a eresiniz" (24/Nur/31)

Erkeğin kadından derece olarak üstünlüğü:
Bakara Suresi, Ayet:228 : Fahruddin Razi, e't-Tefsiru, Taberi, Camiu'l-Beyan, 2/275-276; Tefsiru İbn Kesir, 1/271; Dr. Kamil Musa, Derece, Beyrut, 1987,.15-26 kitaplarındaki yorumlara göre:
Erkek kadından birçok yönden üstündür:
  1. Erkeğin akılca üstünlüğü vardır
  2. Diyette (kurtulmalıkta) üstünlüğü vardır.<LI value=1>Miras konularında üstünlüğü vardır.
  3. Erkek, "kadı (yargıç)", 'hükümdar" olur, kadın ise olamaz. Erkek tanıklığa da daha elverişlidir.
  4. Erkek, kadının üzerine evlenebilir. Dilerse karısının, karılarının üzerine cariye de alabilir. Kadın için, kocasının üstüne evlenmek gibi bir hak yoktur.
  5. Mirasta erkeğin payı daha çoktur.
  6. Erkek kadını boşayabilir. Kadın, erkeği boşayamaz. Erkek kadını boşadıktan sonra da süresi içinde dönüş yapabilir, kadının bu yönde bir hakkı yoktur.
  7. Erkeğin ganimetten payı kadınınkinden çoktur.
Kadınları dövme özgürlüğü:
Nisa suresi, 34.ayet, Diyanet çevirisi: "Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı, erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır.Serkeşlik etmelerinde endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa onların aleyhine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür." (Çevirideki "serkeşlik", ayetteki "nuşuz"un karşılığıdır. "Serkeşlik", Türkçe sözlükte şu anlamdadır:"kafa tutma, baş kaldırma." )
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İslamiyette kadının yeri
İslam dini, kadını en yüksek dereceye çıkarmıştır. İslamiyetin kadına verdiği kıymeti hiçbir din, hiçbir düşünce vermemiştir. İslam kadınına; erkek akrabasından, fitre verecek kadar zengin olanlardan, en yakın bulunanı, bakmağa mecburdur. Yakın akrabası yoksa veya fakir iseler, (beytülmal) yani devlet, her türlü ihtiyaçlarını vermeğe memurdur.
İslam kızı, İslam kadını, geçim derdinden, düşüncesinden muaftır. O, çalışarak, didinerek, para kazanmaya mecbur değildir. Her şey onn ayağına gelecektir. Din-i İslam ona bu kıymeti vermiştir. Fakat, kadının, İslamiyeti, dinini, imanını, farzaları, ibadetleri, haramları öğrenmesi farzdır. Babasının veya kocasının ona bu ilimleri öğretmesi lazımdır.
Öğretmezlerse büyük günaha girerler. Kadının, gidip dışarıdan öğrenmesi lazım olur. Kadın, erkekten izinsiz hiçbir yere gidemez iken, bu ilimleri öğrenmek için gidebilir. İslamiyetin ilme ne kadar kıymet ve ehemmiyet verdiği burdan da anlaşılmaktadır. Müslüman kadını, ticaret, fen, sanat ve ziraat ile uğraşmaya mecbur değil ise de, bunlarl meşgul olması, para kazanması yasak ve günah değildir. Yalnız bunlarla meşgul olurken ve ilim öğrenirken, erkekler arasına girmemesi, onlara açık görünmemesi, haramdan sakınması lazımdır.
Sure-i Nisa'nın otuzbirinci ayet-i kerimesinde, kadınların kesbedeceği kazançlarından nasib alacaklarını, Allahü teâlâ bildirmektedir. Haticet'l-Kübra İslamiyetten evvel ve sonra, ticaretle meşgul olurdu, katipleri, memurları, hizmetçileri çoktu.
Hatta bir kerre, Muhammed aleyhisselamı ticaret kafilesine reis tayin etmişti. Kadının yapacağı günahlardan dolayı, ona izin veren erkekleri de, ceza görecektir. İslamiyyette, kadın harbe de gitmez. Dünyada rahat ve mes'ud olduğu gibi, onun Cennet'e gitmesi de çok kolaydır. Üç şeyi yapan, yani, kocasına hiyanet etmeyen, beş vakit namaz kılan ve onsekiz erkekten başkasına görünmeyen kadın, Cennet'e gidecektir. Onsekiz mahrem erkekten yedisi: Baba, oğul, kardeş, kızkardeş oğlu, erkek kardeş oğlu amca ve dayıdır.
Yedisi de, bunların (süt ile) olmasıdır. Din-i İslamda, aynı kadından, iki buçuk yaştan küçük iken süt emen bir kız ile yabancı bir oğlan, bir damla emseler bile, süt kardeş olur ki bunlar, hakiki kardeş gibidir. Birbiri ile evlenmeleri haram olur. Süt ile olan amca, dayı ve yedi erkek, hep böyledir. Böyle olduğuna inanmayan, kafir olur. Onsekiz mahrem erkekten dördü de, üvey oğul, üvey baba, kayınpeder ve damaddır. Bunlar, kendi oğlu, kendi babası gibidir. Peygamber Efendimizin hicretin onuncu yılında, son hacları esnasındaki hutbesindeki sözlerinden, son nasihatlarından biri:
(Kadınlarınıza eziyyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlâ'nın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz!)
olmuştur. İslamiyette evlenmek, bir kızı mes'ud etmek, ibadettir ve bütün nafile ibadetlerden daha sevabdır.


Dinimizde kadının yeri
İslamiyetten önce kadının hiç değeri yoktu. Araplar, kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. Kâbe etrafında bile kadınlar çıplak dolaşırlardı. Müslümanlık gelince bu kötü âdetler son bulmuştur.
Bugün de dünyanın birçok yerinde kadınlar horlanmaktadır. Rusyada da kadına zulmedildi. Zorla Kolhozlara sokuldu. Erkek gibi, en ağır işlerde, erkek şeflerin baskısı altında, insafsızca boğaz tokluğuna, hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalıştırıldı. Fakat zulüm payidar olmadı. Bilinen akıbete uğradı.
Hür dünya dedikleri Hıristiyan ülkelerde ve İslam ülkeleri denilen Arap ülkelerinde, (Hayat müşterektir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticarette, erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişman oldukları, mahkemelerin boşanma davaları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık görülmektedir.

Bir kadın yazar da diyor ki:
(Ne zaman bir fuara gitsem, bacaklarını açıp son model arabaların üstüne oturmuş mini etekli mankenleri görsem içim kalkıyor, midem bulanıyor. Ve şaşıyorum: İyi kötü birer kişilikleri olan bu kadınlar, orada öylece durup o arabaların birer aksesuarı gibi pazarlanmayı nasıl içlerine sindiriyorlar? Hem, kadın cinsini bu kadar aşağılatan o kadınlara karşı, hem de onları oraya oturtup müşteriyi kandırarak mal satmaya çalışanlara karşı öfke doluyor içim.)

Kadınlar, İslam dininin kendilerine verdiği kıymeti, rahatı, huzuru, hürriyeti ve boşanma hakkına malik olduklarını bilmiş olsalar, bütün dünya kadınları, hemen müslüman olurlardı.
Müslümanlıkta kadın sultandır. Dinimiz kadına çok değer vermiş, erkeğe de çok mesuliyet yüklemiştir. İslamiyette kadın ev içinde ve dışında çalışmak, para kazanmak zorunda değildir. Evli ise erkeği, evli değilse babası, babası da yoksa, en yakın akrabası çalışıp onun her ihtiyacını karşılamaya mecburdur. Kendisine bakacak hiç kimsesi bulunmayan kadına, devletin yardım sandığı bakar.
İslamiyette geçim yükü erkek ve kadın arasında paylaştırılmamıştır. Bir erkek, hanımını tarlada, fabrikada veya herhangi bir yerde çalışmaya zorlayamaz. Eğer kadın isterse ve erkek de razı olursa, kadın kendine uygun bir işte çalışabilir. Fakat, kadının kazancı kendisinindir.
Müslüman kadının ev işi yapması bir ihsandır, çok sevaptır. Yapmazsa, günaha girmez. Zorla yaptırılamaz. Resulullah efendimizin zamanından bugüne kadar, müslüman kadınlar bu ihsanı yapmıştır.
Her kadın, bir erkeğin ya kızıdır, ya kardeşidir, yahut hanımı veya annesidir. Kadınlara kötü şeyler reva görülmemeli, onlara layık olduğu değer verilmelidir. (R. Nasıhin)



Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
  • (Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]
  • (Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da olur.) [Müslim]
  • (Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]
  • (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hz. Asiye gibi sevaba kavuşur.) [İ. Gazali]
  • (Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ. Lâl]
  • (En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]
  • (En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde, hanımına en iyi davranan benim.) [Nesai]
  • (Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R. Nasıhin]
  • (Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]
  • (Hanımını döven, Allaha ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R. Nasıhin]
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İSLAMDA KADININ YERİ
Hammude Abdul-Ati, Çev: Mehmet ÜNAL

Kadının İslâm'daki yeri, feminizmin yayıldığı 20'nci asra kadar herhangi bir problem oluşturmamıştır. Gerek Kur'an-ı Kerim'e, gerek Peygamber Efendimiz'in uygulamalarına, gerekse İslâm tarihine baktığımızda, her zaman, her yerde karşılaşılabilecek, fertlerin hatasından kaynaklanan bir takım suistimaller dışında, kadının en muallâ mevkii İslâm'la kazandığı görülür. Nasıl, anne-babanın ayrı bir ihmale, daha başka insanî değerlerin başka bir ihmale uğradığı, aile hayatının ve toplumda gerçek sevgi ve saygının büyük çöküntü yaşadığı modern çağlarda "Anneler Günü, Babalar Günü" gibi bir takım merasimvari günlerle anne ve baba hatırlanmaya çalışılıyorsa, aynı şekilde, kadının da, sanki toplumda ve ailede ayrı bir varlık gibi ele alınıp değerlendirilmesi, bir takım maksatlar dışında, esasen kadının İslâm dışı toplumlarda uğradığı haksızlığı gösteren bir vakıadır. Yoksa İslâm tarihinde ve toplumlarında böyle bir problem yaşanmamış, bu da, pek çok modern problem gibi ithal eseri olarak İslâm toplumlarına sirayet etmiştir.

Değerlendirme hataları ve adalet, eşitlik, aynılık
İslam'ın kadına tanıdığı mevkii anlamak için, aslında ona İslâm'dan önce ve sonra başka toplumlarda nasıl davranıldığına bakmaya da gerek yoktur. Bazı Müslümanlar yazarlar, belki karanlığın yanında aydınlığı, menfinin yanında müsbeti daha parlak gösterme maksadıyla böyle bir yaklaşımda bulunuyor olsa da, bu tavır, bazılarında "özür dileyici" bir bakış açısını da yansıtabilmektedir. İslâm, bütünüyle mükemmellikler dini olarak, her meselesinde olduğu gibi, kadın konusunda da, başka sistemlerle karşılaştırma yapılarak "tezkiye edilme"ye asla muhtaç değildir. İslâm'ın herhangi bir hükmünün vurulacağı bir mihenk kimsenin elinde yoktur. Bütün başka düşünce ve sistemler ancak İslâm karşısında ifade ettikleri değerle kıymet kazanırlar.
İslâm'la ilgili diğer meselelere olduğu gibi, kadın konusuna da parçalı bir yaklaşım, bu hususta yapılan hatalardan bir diğeridir. İslâm, kendi içinde bir bütündür ve onun her bir unsuru, bu bütünün içinde ve onun hem bütünle, hem de onu oluşturan diğer parçalarla olan münasebetleri içinde değerlendirilmelidir. Yoksa, İslâm'ın herhangi bir meselesini, başka sistemlerin terazisinde, onların hakim olduğu bir zeminde tartmaya kalkmak, İslâm'a vurulabilecek en büyük darbelerdendir.
Günümüzde kadın konusu ele alınırken düşülen tuzaklarda biri de, kadın-erkek eşitliği iddiasıdır. Birbirinden aynı anda farklı olan iki şey, o anda birbiriyle eşit olamaz. Ne kadın erkeğin, ne de erkek kadının eşitidir. Birbiriyle aynı olmayan iki şeyi birbiriyle eşitlemek, elmalarla armutları toplamak gibidir. Kadın ile erkek birbirinin eşiti değil, karşılıklı üstün olan ve olmayan taraflarıyla, toplumda, hayatın bütününde ve ailede vazife, sorumluluk, yetki ve haklar açısından birbirini tamamlayan yanlarıyla, bir "yap-boz"u oluşturan iki parça gibi birbirine geçmelerle bir bütünü meydana getiren iki parçadır. Bu bakımdan, önemli olan, eşitlik değil, her iki cinse de, fizyolojisinin, psikolojik yapısının, aile ve toplum bütünlüğü içindeki işbölümünün gerektirdiği sorumluluğu vermektir. Veya, gerçek eşitlik, meseleye böyle yaklaşmadadır. Diğer tür bir yaklaşım ise eşitlik değil, aynılıktır; bu da, adalet, hele kadına iyilik veya ona değer verme değil, zulümdür. Dolayısıyla, ne kadının hak ve sorumlulukları bütünüyle erkeğinkinin aynısıdır, ne de, erkeğinki kadınınkinin aynısıdır. Çünkü, kadının hakları erkeğinkiler ile aynı olsaydı, bu durumda kadın, erkeğin kopyası olurdu.

İslam'da kadının eşsiz ve diğer sistemlerde hiç benzerliği olmayan bir konumu vardır.

İslâm, din görünümlü bazı batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin tohumu olarak görmez. Kuran, erkeğe kadının egemen bir efendisi ve kadını da, erkeğin egemenliğine teslim olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir varlık olarak da yer vermez. Kadının içinde ruhu olup olmadığı sorusu hiçbir zaman ne İslâm'da, ne de Müslümanlar arasında tartışılmış bir mesele değildir. Ayrıca İslâm, menşe itibariyle semavî bile olsa, bazı dinlerdeki gibi, insanın işlediği "ilk günah"tan ve onun cennetten çıkarılmasından da kadını sorumlu tutmaz. Kur'an, bu konuda gayet açık olup, Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın o ilk sürçmeyi birlikte yaşadığını, hattâ sürçmede önceliğin Hz. Âdem'e ait bulunduğunu ve sonra yine ikisinin birden tevbe ve istiğfarla Allah'a yöneldiğini anlatır (Bakara/2:35-36; A'raf/7:19, 27; Tâ-Hâ/20: 117-123).
İslam'da kadının eşsiz, yeni ve diğer sistemlerde olmayan bir konumu vardır. Günümüzün demokratik toplumları bile, bu konuda İslâm'dan çok çok geridir. Bu toplumlarda kadının o kadar imrenilecek bir konumu yoktur. O, hayatını kazanmak için çok sıkı çalışmak zorunda kalmakta ve bazen erkekle aynı işi yaptığı halde, maaşı ondan daha az olabilmektedir. Belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu, daha çok arzularını tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının, selim aklın, insanlığın değişmez edebî değerlerinin ve herhangi semavî bir dinin kabûl edebileceği tarzda bir özgürlük değildir. Ayrıca kadın, demokratik toplumlarda bugünkü bulunduğu konuma gelebilmek için on yıllarca, hattâ asırlarca çaba sarf etmiştir. Öğrenme, çalışma ve kazanma haklarını elde edebilmek için acılı kurbanlar vermek ve en tabiî haklarının, hattâ gördüğü ve görmesi gereken hürmetin bir çoğundan vaz geçmek zorunda kalmıştır. Konumunu ruh sahibi bir insan durumuna getirmek için çok ağır bedel ödemiştir. Tüm bu pahalı kurbanlara ve acılı çabalara rağmen onun, Müslüman kadının sahip bulunduğu kadınlığa yakışır haklara sahip olduğu söylenemez.
Bugün modern dünyada kadına tanınan haklar, öyle birden tanınmış haklar değildir. Bilhassa dünya savaşlarının getirdiği iş gücü sıkıntısı, geçinmek zorunda kalan erkeksiz aileler, ekonomik ihtiyaçların baskısı kadını iş dünyasına ve sokağa çıkmaya zorlamış, ama bu çıkışla birlikte kadın belki ekonomik bir özgürlük elde etmiştir ama, kendisinin bilhassa fizikî cazibesinden faydalanmak isteyen bir takım sermaye çevreleri için ise tamamen istismar mevzuu bir alet haline gelmiştir. Piyasaya, pazara, eşyanın malî değerine katkıda bulunduğu ve erkeklerin nefsanî arzularına hizmet ettiği nisbette, dolayısıyla hayatının sadece bir anında surî ve sunî bir sevgi görmüş, hayatının her karesinde toplumdan, baba, kardeş, eş, evlât, "bacı", anne ve nine olarak erkeklerden ve toplumun tamamından gördüğü ve yerini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı sevgi ve saygıyı büyük ölçüde yitirmiştir.

İslâm'ın kadın için tesis ettiği konum,onun fıtratına tam uygun olan konumdur.
İslâm'ın kadın için tesis ettiği konum, onun fıtratına uygun, ona tam bir güvenlik veren ve onu küçük düşürücü şartlara karşı koruyucu mahiyettedir. Burada modern kadının konumunu ve onun hayatını kazanmak veya kendisini ispat etmek için aldığı riskleri detaylandırmaya ihtiyaç yoktur. Hattâ, İslâm'da kadının konumunu tartışırken, "kadın hakları" kavramının bir sonucu olarak modern kadının içine girdiği kısır döngüleri ve "özgürlük, haklar" gibi, günümüz kadınının onuru olan kavramlardan dolayı yıkılmış bir sürü mutsuz ailenin durumunu da maksadımız doğrultusunda kullanmak niyetinde de değiliz. Bugün kadınların çoğu, özgürlüğü, kimseden izin almadan bağımsızca sokağa çıkmak, çalışıp kazanmak ve erkeğe benzemek şeklinde algılamaktadırlar. Fakat bu, üzülerek belirtelim ki, erkekle kadını aynı çatı altında mutlu kılan sıcacık aile yuvalarının çok defa yıkılması pahasına olmaktadır. Bu, tartışmaya bile değmeyecek kadar açık bir olgudur. Buna karşılık, İslâm'ın kadına tanıdığı konum, modern dünyanın bütünüyle meçhulü olduğu gibi, daha da kötüsü, tam tersi bir algılama söz konusudur. Bu bakımdan, bu konumu madde madde özetlemek yerinde olacaktır:
1) İslâm, kadınla erkeği, insan neslinin çoğalmasında anne ve baba olarak temele oturtmuştur: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz sizi bir kadın ve erkek (çiftinden) yarattık ve sizi çeşitli milletler ve kabileler haline getirdik. Ta ki, tanışasınız ve yardımlaşasınız... (Hucurat/49:13) Bu temel yapıda kadının rolü, denebilir ki, erkeğin önündedir. Bu bakımdan, bu noktada ona tanınan hukuki haklar, erkeğinkinden asla geri olmadığı gibi, annelik gibi yaratılışın ona bahşettiği değer ve bu değerin getirdikleri, erkeğinkinden çok daha öndedir.
2) Kadın, dinde erkekle ortak sorumluluklara sahip olduğu gibi, nasıl erkeğe has sorumluluklar varsa, ona has sorumluluklar da vardır. O, sorumluluklarını yerine getirip getirmemenin karşılığında aldığı sevap ve günah cihetinde erkekten farklı değildir. Bunun gibi, insanlık vasıflarına sahip olmada ve ruhunun ilhamlarında bağımsız bir şahsiyet olarak kabul edilmiştir. Onun insan olma özelliği, ne erkeğinkinden farklı, ne de olağan dışıdır. Erkek ve kadın, birbirinin yardımcısı ve tamamlayıcısıdır. Allah (c.c) şöyle buyurur:
Ve Allah, onların dualarını kabul etti ve onları şöyle diyerek cevapladı: "Ben, kadın olsun erkek olsun hiç birinizin amelini zayi edici değilim; siz, birbirinizin yardımcılarısınız... (3:195.)
3) Kadın, yine erkek gibi ilim edinme mecburiyeti altındadır; dolayısıyla ilim edinme, yani eğitim hürriyetine sahiptir. İslâm, bir Müslüman'ın edinmesi gereken iman, ibadet, ahlâk, muamelatla ilgili farz ilimleri, erkeğe de kadına da aynı derecede farz kılmıştır. 14 asır önce Hz. Muhammed (s.a.s.), ilim elde etmenin kadın, erkek her Müslüman'ın boynuna borç olduğunu ilan ederken, bu konuda kadının eğitim hak ve özgürlüğünü elinden alıcı hiçbir hüküm vaz etmemiştir.
4) Erkek, ne ölçüde düşünce ve düşüncesini açıklama hürriyetine sahipse, kadın da aynı hürriyete aynı nisbette sahiptir. Söz sahibi olduğu konularda görüşüne başvurulur ve kendisiyle istişare yapılır. Hattâ bundan daha öte, Peygamber Efendimiz, ashabıyla münasebetlerinde ve devlet başkanlığı görevini ilgilendiren bazı meselelerde bile, meselâ kendi hanımlarına danışmış ve onların fikirlerini uyguladığı zamanlar olmuştur. Asr-ı Saadet'te kadın, meselelerini ve evinde eşiyle arasında baş gösteren problemleri çok rahat Peygamber efendimize aktarabildiği gibi, hattâ Kur'an bunlardan birine bizzat katılmış, bunu Mücadile isimli suresine ad olarak vermiş, kocası hakkında şikâyette bulunan kadını haklı bulmuştur (58:1-4; ayrıca: 60:10-12). O dönemde, kadınların halifeye, yani devlet başkanına, onun Kur'an'a aykırı buldukları içtihadlarına, hem de camide bütün cemaatin huzurunda karşı çıktıkları bile vakidir. Böyle bir karşı çıkışta Hz. Ömer'in, "Ömer hata etti; kadın isabet etti" sözü meşhurdur.
5) Asr-ı Saadet başta ve en yoğun olmak üzere, Müslüman kadın, toplum hayatına katkısını, savaşlara katılmakla bile ortaya koymuştur. Yaralılara bakmak, tedavi için gerekli malzemeleri hazırlamak, savaşçılara hizmet etmek ve daha bir sürü görevler için harplere iştirak etmiş; hattâ bizzat savaşmıştır da.
6) İslâm, kadına sözleşme yapmada, girişimcilikte, kazanmada ve mülk sahip olmada erkeğinkiyle eşit haklar tanımıştır. Onun hayatı, şerefi, malı erkeğinki kadar kutsaldır. Eğer herhangi bir suç işlerse, cezası benzer durumda olan bir erkekten daha az veya fazla değildir. Eğer kendisine kötülük yapılmış veya incitilmiş ise, aynı duruma maruz kalmış bir erkek kadar tazminat alır veya telafi görür (2:178; 4:92-93).
7) İslâm, kadına kâğıt üzerinde haklar tanıyıp, sonra da bir köşeye çekilmiş değildir. Bilakis, onları korumak ve pratik hayatta tatbikini sağlamak için her türlü tedbiri almıştır. Kur'an, kadına karşı önyargı taşıyanlara müsamaha göstermediği gibi, kadın-erkek ayırımcılığı yapanlara da müsamaha göstermez. Kadını erkekten aşağı görenlere zaman zaman tevbihte bulunur (16:57-59, 62; 42:47-59; 43:15-19; 53:21-23).

Miras konusu
8)
İslâm, insan varlığının devamında kadını erkekle en az aynı seviyede görmesinin yanısıra, ona miras hakkı da tanımıştır. İslâm'dan önce kadın bu haktan mahrum olmakla beraber, erkek tarafından miras mal olarak algılanan bir eşya gibi idi. İslâm, kadını böyle bir eşya olmaktan kurtardığı gibi, onu eş, anne, büyükanne, kız kardeş veya kız çocuğu olarak, ölen kişiyle arasındaki yakınlığa göre mirasta da hak sahibi yapmıştır. Kimse, onu bu mirastan mahrum bırakamaz.

Kadın, prensip olarak aynen erkek gibi miras alma hakkına sahiptir. Şu kadar ki, paylaşmada fark vardır. Bu fark, erkeği tercih etme veya ona üstünlük verme demek değildir. Bunun sebepleri şöyle özetlenebilir:
a) Her şeyden önce erkek, hanımı da dahil olmak üzere, ailesinin ve muhtaç yakınlarının ihtiyaçlarının giderilmesinde tek sorumludur.
b) Kadın, sadece kendine ait ihtiyaç dışı ve lükse kaçan eşya dışında, aile içinde hiçbir malî sorumluluğu üstlenmeye mecbur değildir. O, maddi olarak emniyettedir ve ihtiyaçları karşılanmaktadır. Eğer bir eş ise kocası, eğer anne ise oğlu, eğer kız evlâdı ise babası, eğer kız kardeş ise erkek kardeşi onun ihtiyaçlarını karşılamak ile yükümlüdür. Eğer kadına bakacak bir akrabası yok ise, o zaman zaten miras problemi olmaz, çünkü bu durumda ona miras bırakacak kimse yok demektir. Bu takdirde onun geçimini devlet üzerine alır. Kadın, kendisinden başka hiç kimsenin, hattâ kendisinin bile hayatını devam ettirme sorumluluğu taşımaz. Erkek ise, ailesi dışında muhtaç yakınlarına da bakmaya mecburdur. Hanefilerde İmam-ı Azam'a göre, zengin kadın, fakir kocasına zekât verebilir. Çünkü kadın, kendi malını eşinin malıyla birleştirip, aile bütçesine katkıda bulunmak zorunda değildir. Onu dilediği gibi kullanabilir.
c) Ortada, tüm maddi sorumluluklar ve borçlarla yüklü erkek ve hiçbir maddi sorumluluğu olmayan kadın mirasçı var. Eğer kadını mirastan tamamen mahrum bırakırsak, bu adaletsizlik olur; çünkü onun ölen şahıs ile akrabalığı ve bu akrabalıktan gelen miras hakkı vardır. Buna karşılık, eğer kadına erkekle aynı payı verirsek, bu defa erkeğe haksızlık yapılmış olacaktır. Çünkü erkeğin omuzları üzerinde geçindirmekle yükümlü, hanımı dahil, pek çok insan bulunur. İslâm, hiçbir tarafa haksızlık yapmadan, erkeğe mirastan daha fazla pay ayırır. Kadını da bütün bütün unutmaz ve ona da mirastan hakkı olan hisseyi verir. Gerçekte, İslâm böyle yapmakla kadına karşı daha cömert davranmaktadır.
d) Dördüncü olarak, kadın erkekten daha az miras aldığı zaman bu, onun çalışıp kazandığı bir şeyden mahrum bırakılması demek değildir. Mal, onun kazanması veya çabalaması sonucu elde edilmemiştir. O mal, tarafsız bir kaynaktan gelmiş fazlalık ve ekstradır. Bir çeşit yardımdır ve herhangi bir yardım, acil ihtiyaçlar ve sorumluluklar için dağıtılır.
e) İslâm, 14 asırlık bir geçmişe sahiptir ve her dönemde herkese, her şartta her topluma hitap eder. Hukuk, çoğunluğu nazara alır. Dolayısıyla, dün de, bugün de ve yarın da, insanlık âleminde ailede erkeğin bütçeye katkısı genellikle kadından daha fazladır. Dolayısıyla, paylaşımda erkeğe daha fazla vermek, yine adaletin gereğidir. Erkek, baba evinden aldığı fazlalılığı, evlendiğinde eşiyle paylaşarak kaybetmekte, üstelik, hem eşinin, hem de çocuklarının bakımını yüklenmekle, daha fazla yük altına girmektedir. Kadın ise, baba evinden aldığı az miktarı, evlendiğinde kocasının fazlasıyla tamamlamakta, hattâ, kocası geçimiyle yükümlü olduğu için, kendi malı elinde fazladan kalmaktadır. (Yine bu çerçevede, meselenin bir de psikolojik boyutu vardır. Mal, insan için her şey demek değildir. Ondan çok daha öte değerler vardır. Sevgi, saygı, şefkat ve merhamet bunların en önemlileridir. Evlenmede kadın daha çok kocasının evine gider. Erkek ise, evine bir yabancıyı almış olur. Dışarı giden kadın, baba evinden erkek kardeşleri nisbetinde mal çıkaracak olursa, bu çok defa, erkek kardeşlerin, hattâ babanın onu, evin malını dışarı taşıyan biri olarak görmesine, böylece ona gösterilmesi gereken sevgi ve şefkatin yeterince gösterilmemesine sebep olur. İşte İslâm, meselenin çok çok önemli bu psikolojik boyutunu da nazara almış ve kadını, muhtaç bulunduğu baba ve kardeş şefkatinden mahrum bırakmamıştır.)

Şahitlik
9) Sivil sözleşmelere şahitlik yapmak gibi durumlarda iki erkek veya bir erkek, iki kadın şahit gerekir. Bu da, hiçbir zaman kadını erkekten aşağı görmek demek değildir. Bu muamele, sözleşmeyi yapan grupların haklarının emniyeti için bir ölçüdür. Çünkü kadın, kural olarak erkek kadar pratik hayatta tecrübeli değildir. Bu tecrübe eksikliği sözleşmeyi yapan herhangi bir tarafın zarar etmesine yol açabilir. Bu sebeple kanun, iki kadın ve bir erkeğin şahitliğini ister. Eğer kadın şahit bir şey unutursa diğeri ona hatırlatabilir. Bu, insanlar arasındaki muameleleri ve ilişkileri sağlama alma adına bir tedbirdir. Kadının ticaret hayatında daha az tecrübeli ve bu sahaya daha çok yabancı oluşu, onun erkek karşısında bir alt derecede olduğu manâsına gelmez. Her insanın eksik olan bir yönü vardır ve kimse, onların insanlık konumunu sorgulayamaz.

Kadının bazı ayrıcalıkları

10)
Kadının, erkek için söz konusu olmayan belirli ayrıcalıkları da vardır. O, loğusalık döneminde ve periyotlarında namaz, oruç gibi dini görevlerden muaf tutulmuştur. O, yukarıda izah edildiği gibi, tüm malî sorumluluklardan da muaf tutulmuştur. Anne olarak, Allah katında, hattâ insanlar yanında daha fazla ve yüksek bir yere sahiptir (31:14-15; 46:15). Peygamberimiz (s.a.s.) "Cennet, annelerin ayakları altındadır" sözü ile, yine aynı değeri ifade buyurmaktadır. O, çocuklarının sevgi ve şefkatinin dörtte üçüne lâyık görülürken, baba için sadece dörtte birlik pay kalmıştır. Bir eş olarak ona, kocasını seçme ve uygun miktarda çeyiz isteme hakkı tanınmıştır. Evlendikten sonra, önceden neye sahip ise, onu kendisinde tutmakta serbesttir ve ne olursa olsun kocası, onun sahip olduğu şeylerde hak iddia edemez. Bir kız çocuğu veya kız kardeş olarak o, babası ve duruma göre erkek kardeşleri tarafından tam korunma ve tedariklerinin karşılanması hakkına sahiptir. Bu, onun özel hakkıdır. Eğer o, kendisinin ihtiyaçlarını gidermek ve aile sorumluluklarını karşılamak için çalışmayı arzu ederse, güvenliği ve şerefi korunmak şartı ile, bunu da yapmakta serbesttir.


Namazda safların düzeni
11)
Kadının namaz kılarken erkeğin arkasında durması, onun erkekten daha aşağı seviyede olduğunu göstermez. Önce şunu belirtelim ki, kadın, erkeğe mecbur olan cuma gibi ve diğer cemaat namazlarına da katılmak zorunda değildir. Eğer katılırsa, tamamen kadınlardan oluşan, erkeklerden ayrı saflarda durur. Bu, namazın kuralı ve disiplinidir, önemlilik derecesine göre bir sınıflandırma değildir. Erkeklerin saflarında, devlet başkanı, en sıradan görülen bir vatandaşla aynı hizada durur. Hattâ mescide sonradan gelmişse, devlet başkanı arkada da durur. Çünkü namazda, Allah'ın huzurunda bütün dünyevî meslekler, makamlar, hiçbir şey ifade etmez. Namazda safların düzeni, herkesin tefekkürde konsantre olmasına yardım için düzenlenmiştir. Bu çok önemlidir, çünkü Müslüman'ın namazı, basit bir ilahi söylemek veya bir teypteki şarkı değildir. Namaz, bir takım hareketler, işaretler, kıyam, rüku, secde, teşehhüd ve teşehhüdden kalkma gibi unsurlar ihtiva eder. Eğer erkekler kadınlarla aynı saflarda karışık duracak olurlarsa, bu takdirde, rahatsız edici veya dikkat dağıtıcı bazı şeylerin vukuu pekalâ mümkündür. Namaz, ruhun, gönlün ve dikkatin bütünüyle Allah'a kilitlenmesi gereken bir ibadettir. Bu sebeple, kadınla erkeğin bir arada olması, zihni ve kalbi, namaza zıt bazı şeylerle meşgul edecektir. Sonuç, namazın gayesinin kaybı olacaktır. Ayrıca dünya, bir yerden, bir iklimden, bir coğrafyadan ibaret değildir. Çok sıcak, çok soğuk yerler olduğu gibi, çok fakir insanlar da vardır. Bu bakımdan, erkek ve kadın karışık namaza durduğu zaman, namaz hareketleri esnasında görülmemesi gereken bazı yerlerin açılması her zaman için söz konusu olabilir. Bu, hem tarafları mahcup, hem de zihinleri ve kalpleri meşgul eder. Dolayısıyla bu da, namaz ibadetinin gerektiği gibi yerine getirilmemesi demek olur.


Örtü
12) Müslüman kadın, 14 asırdır giyegeldiği örtü ile bütünleşmiştir. Örtü, onun saygınlığı, kendisini her türlü istismar ağlarına karşı koruyucu siperi; onu sevgi, şefkat, merhamet, iffet gibi ve daha başka gerçek kadınlık değerleriyle tanıtıcı şiarı; fizikî güzelliğini ve cazibesini, herkesin beğenisine arz edilmiş bir meta gibi herkesle değil, sadece nikahlı eşiyle paylaşması için dışa karşı perdesidir. Onun, gerçek kadınlık hasletleriyle güzelleşmesinin sembolüdür. O, nikahlı eşi dışında başka herkesin ihtiraslarını tahrik edici görüntü ve davranışlardan kendini koruma, onu başlara taç yapan ahlâkını her türlü şüpheden uzak tutma mevkiindedir. O, fizikî güzelliği ve cazibesiyle dünyanın, insanları dünyaya çağıran dünya, madde ve menfaatperestlerin, onu, behimî arzularını tatmin ve mallarını reklam aracı olarak kullanmak isteyen sermaye çevrelerinin, onu kullanarak insanlığın ahlâkını bozmak, insanı varlıklar hiyerarşisinin en altına düşürmek isteyenlerin plânlarına âlet olmamalı, bir tüketim vasıtası olarak istismar edilmesine fırsat vermemelidir. Örtü, onu böylesi tuzaklardan korumada kendisi için sürekli bir hatırlatmadır; başkalarına ve sözü edilen istismarlara karşı da bir sütredir. Örtü, onun ruhunu zayıflıktan, aklını zevk düşüncesinden, gözlerini başkalarının şehvetli bakışlarından ve şahsiyetini de lekelenmekten korumada etkili bir vasıta ve tedbirdir. İslam, kadının dürüstlüğüne çok önem verir. Yine İslam, kadının ahlâkının, karakter ve şahsiyetinin korunması ile çok ilgilenir. (24: 30-31).
13) Şimdi açıktır ki, İslam'da kadının konumu, emsalsiz derecede yüksek ve gerçekçi olarak onun fıtratına uygundur. Onun hakları ve görevleri erkeğinkiler ile eşittir ama, her bakımdan onlarla aynı değildir. Zaten aynı olacak olsa idi, iki farklı çifte gerek olmazdı. Kadın olması, onun insanlık konumuna veya özgür şahsiyetine bir yük değildir. Ve bu, onun şahsiyetine karşı adaletsizliğe asla sebep olamaz. Eğer o, bir adaletsizliğe ve kötü muameleye maruzsa, bu, mutlaka İslâm'ın dışında ve İslâm'la bütünleşemeyenlerde aranmalıdır. Onun İslâm'daki hakları, görevleri ile bağdaşıktır. Haklar ve görevler arasındaki denge korunmuştur ve bir taraf diğeri aleyhine ağır basmaz. Kadının statüsü, aşağıda meali verilen Kur'ân âyetinde açık olarak şöyle belirtilmiştir:
Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da aynı şekilde erkekler üzerinde, dinin, selim aklın ve dine zıt olmayan örfün tayin ve tesbit ettiği vechile hakları vardır. Bununla birlikte, erkekler, (vazife ve sorumluluklarına mukabil) kadınlar üzerinde fazladan bir derece sahibidirler. (Fakat, bunu suistimal etmemelidirler.) Allah, Azîz (mutlak onur ve karşı konulmaz güç sahibi)dir; Hakîm (her hüküm ve işinde mutlak ve sayısız hikmetler bulunandır. (Bakara: 2: 228)
Burada erkekler için sözü edilen derece, kadının üzerine üstünlük veya egemenlik kurma hakkı değildir. O, erkeğin ekstra sorumluluklarını karşılayabilmesi içindir; bir mertebe değil, sorumluluk sebebidir. Dolayısıyla bu âyet, şu âyetle birlikte ele alınmalıdır: (Sahip kılındıkları sıfatlar ve yüklendikleri vazife ve sorumluluk açısından erkeklik vasfına tam sahip bulunan) erkekler, kadınlar üzerinde koruyucu ve ["bir topluluğun yöneticisi, ona hizmet edendir" prensibine de uygun olarak] yöneticidirler. Bu, Allah'ın, (yöneticilik ve koruyuculuk noktasında) bazı insanları bazılarından, (dolayısıyla, bütün erkekleri bütün kadınlardan değil, fakat genellikle erkekleri kadınlardan) daha kapasiteli yaratmasından ve bir de erkeklerin (mehir verme ve evin bütün masraflarını yüklenme gibi) mâlî sorumluluklarından dolayıdır. (Nisâ/4: 34)
Allah (c.c.), insanları bir ve her bakımdan birbirlerinin aynısı yaratmamış, hayatın gereği, bilhassa toplumda işbölümü ve meslek seçiminin esası olarak, herkese başkalarına göre bir noktada üstünlük vermiştir. Bunun gibi, her kadın ve erkek için aynı şekilde ve derecede olmamakla birlikte, genellikle bazı hususlarda kadınları erkeklerden daha üstün yarattığı gibi, bazı konularda ve bu arada idarecilik ve koruyuculuk hususunda da erkeklere kadınlar üzerinde bir mevki tanımıştır. Günümüzde, kadın haklarının şampiyonluğunu yapan ülkelerin hiç birinde kadın bir devlet başkanı, genelkurmay başkanı, hattâ başbakan yoktur. Bakanlar içinde bile ancak 1 veya 2 tanesi kadındır. Kadına, üst karar alma organlarında değil, bazı alt icra organlarında yer verilmektedir. Büyük malî ve ticarî kuruluş sahibi kadın çok az sayıdadır. Oysa, Peygamber efendimiz, devlet işlerinde bile kadınlarla istişare yaptığı olurdu. İslâm tarihinde, iş, ticaret, mal, mülk sahibi çok sayıda kadın her zaman için var olmuştur.
Allah, kadınlara göre daha güçlü yarattığı, kendilerine daha üstün idare kabiliyet ve kapasitesi verdiği, bir de ailenin mâlî sorumluluğunu üzerlerine yüklediği için, evde erkeği reis kılmıştır. Fakat bu reislik, mutlak bir hakimiyet değil, "Bir topluluğun efendisi, idarecisi, ona hizmet edendir" hadis-i şerifinde ifade buyurulduğu üzere, hizmetini görme, bakım ve görümünü yapma, sahip çıkma, koruma ve evin dirlik ve düzenliğini sağlama görev ve fonksiyonudur.
Aile fertlerinin terbiyesi, bilhassa bir âyet-i kerimede buyurulduğu üzere (Tahrîm/66: 6), âhiretlerini kurtaracak şekilde dînî yönden yetiştirilmesi ve evin idaresi, dirlik ve düzeni öncelikle erkeğe ait ağır bir vazife ve sorumluluk olduğu için, erkek, bunu yerine getirmede de bir eğitimci gibi davranma yükümlülüğü altındadır.


Her konuda olduğu gibi, bu konuda da İslâm, hiçbir sistemden özür dileyecek değildir. Tam tersine, başka her sistemin İslâm karşısında başı eğiktir. Yapılan bütün istatistikler, kadının en fazla, modern ve medenî denilen günümüz dünyasında şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Halbuki, bırakın İslâm'ın bütünüyle yaşandığı devirleri, onun sadece belli ölçülerde ve kısmî şuurla yaşadığı devirler bile, kadının insanlık tarihinde altın çağını yaşadığı dönemlerdir.



*Islam in Focus yazarı.

Kaynak: www.yeniumit.com.tr\arsiv\55\kadin.html
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #6
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
İslam'da kadının eşsiz ve diğer sistemlerde hiç benzerliği olmayan bir konumu vardır.
İslâm, din görünümlü bazı batıl inançlarda olduğu gibi, kadını şeytanın ürünü veya kötülüklerin tohumu olarak görmez. Kuran, erkeğe kadının egemen bir efendisi ve kadını da, erkeğin egemenliğine teslim olmaktan başka çaresi bulunmayan zavallı bir varlık olarak da yer vermez. Kadının içinde ruhu olup olmadığı sorusu hiçbir zaman ne İslâm'da, ne de Müslümanlar arasında tartışılmış bir mesele değildir. Ayrıca İslâm, menşe itibariyle semavî bile olsa, bazı dinlerdeki gibi, insanın işlediği "ilk günah"tan ve onun cennetten çıkarılmasından da kadını sorumlu tutmaz. Kur'an, bu konuda gayet açık olup, Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın o ilk sürçmeyi birlikte yaşadığını, hattâ sürçmede önceliğin Hz. Âdem'e ait bulunduğunu ve sonra yine ikisinin birden tevbe ve istiğfarla Allah'a yöneldiğini anlatır (Bakara/2:35-36; A'raf/7:19, 27; Tâ-Hâ/20: 117-123).

İslam'da kadının eşsiz, yeni ve diğer sistemlerde olmayan bir konumu vardır. Günümüzün demokratik toplumları bile, bu konuda İslâm'dan çok çok geridir. Bu toplumlarda kadının o kadar imrenilecek bir konumu yoktur. O, hayatını kazanmak için çok sıkı çalışmak zorunda kalmakta ve bazen erkekle aynı işi yaptığı halde, maaşı ondan daha az olabilmektedir. Belli bir özgürlüğe sahip ise de, bu, daha çok arzularını tatmin özgürlüğüdür ki, böyle bir özgürlük, gerçek insan fıtratının, selim aklın, insanlığın değişmez edebî değerlerinin ve herhangi semavî bir dinin kabûl edebileceği tarzda bir özgürlük değildir. Ayrıca kadın, demokratik toplumlarda bugünkü bulunduğu konuma gelebilmek için on yıllarca, hattâ asırlarca çaba sarf etmiştir. Öğrenme, çalışma ve kazanma haklarını elde edebilmek için acılı kurbanlar vermek ve en tabiî haklarının, hattâ gördüğü ve görmesi gereken hürmetin bir çoğundan vaz geçmek zorunda kalmıştır. Konumunu ruh sahibi bir insan durumuna getirmek için çok ağır bedel ödemiştir. Tüm bu pahalı kurbanlara ve acılı çabalara rağmen onun, Müslüman kadının sahip bulunduğu kadınlığa yakışır haklara sahip olduğu söylenemez.

Bugün modern dünyada kadına tanınan haklar, öyle birden tanınmış haklar değildir. Bilhassa dünya savaşlarının getirdiği iş gücü sıkıntısı, geçinmek zorunda kalan erkeksiz aileler, ekonomik ihtiyaçların baskısı kadını iş dünyasına ve sokağa çıkmaya zorlamış, ama bu çıkışla birlikte kadın belki ekonomik bir özgürlük elde etmiştir ama, kendisinin bilhassa fizikî cazibesinden faydalanmak isteyen bir takım sermaye çevreleri için ise tamamen istismar mevzuu bir alet haline gelmiştir. Piyasaya, pazara, eşyanın malî değerine katkıda bulunduğu ve erkeklerin nefsanî arzularına hizmet ettiği nisbette, dolayısıyla hayatının sadece bir anında surî ve sunî bir sevgi görmüş, hayatının her karesinde toplumdan, baba, kardeş, eş, evlât, "bacı", anne ve nine olarak erkeklerden ve toplumun tamamından gördüğü ve yerini başka hiçbir şeyin dolduramayacağı sevgi ve saygıyı büyük ölçüde yitirmiştir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Nisan 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
CENNETTE KADIN
Gerek cennet ve gerekse cehennem, hem erkek ve hem de kadın kullar için açıktır, yaratılış bakımından bu iki cinsin cennet ve cehenneme girmeyi hak etmede fırsat eşitlikleri vardır. Fiilen hak ediş ise serbest irade ile gerçekleştirilen iyi veya kötü davranışlara bağlıdır.
Kitap ve sünnet kaynaklarında yapılan açıklamaları, uslübü ve islamı tam bilmeyenler yanlış anlamışlar, yanlış yorumlamışlar bunlardan, ilahi sıfatlar, mantık ve vicdan ile bağdaşmayan sonuçlar çıkarmışlardır.
"Cennetin adeta erkek sultanların sarayı olması, kadınların orada da ikinci sınıf kullar durumunda oldukları, cehennemi dolduranların çoğunun kadınlar olması..."
bu cümledendir. Bu yanlış anlayışları düzeltmek gerekirse;
  • Ayetlerde ve sayılan çok az sayıda mütevatir hadislerde, cennete veya cehenneme girme ve ebedi mutluluğa erme bakımından kadının aleyhinde olan bir bilgi mevcut değildir. Bu kaynaklarda, "nimette-külfette, cezada mükafatta eşitlik" bulunduğu bildirilmektedir.
  • Cennet yalnızca erkeklerin sarayları değildir; orada kadın da, erkek de saraylarının sultanlarıdır.
  • Cennette kadına da erkeğe de dilediği, arzu ettiği, canının çektiği, elde edince mutlu olacağı her şey verilecektir.
  • Cennet sonsuz bir mutluluk yeridir; ancak insanoğlu bu mutluluğu daha önce ne tanımış, ne tatmıştır. Bu sebeple insanların, dünyadaki zevkleri, alışkanlıkları, kadın-erkek ilişkisindeki cinselliği olduğu gibi ahirete taşımaları, nasları buna göre yorumlamaları gerçeğe uygun değildir.
  • Mütevatir olmayan hadislerde "cennette erkeklere ikişer adet dünya hatunu verileceği" bildirilmiştir. Bundan kadınların aleyhine ve erkeklerin lehine bir sonuç çıkarmak mümkün değildir; çünkü bu da erkeklerin dünyada tattıkları ve arzuladıkları şeylerin kelimeleri kullanılarak- imrendirmek üzere- söylenmiş bir sözdür. Ayrıca kadın tek olmayı istiyorsa veya başka erke istiyorsa ona da bunlar verilecektir. Burada önmelki olan dünyadaki isteklerimiz ve yapımız ile cennetteki isteklerimiz, isteme kabiliyetimiz ve yapımızı birbirine karıştırmamaktır. Problem varsa işte bu karıştırma sebebiyle vardır.
  • Vakı'a suresinde huriler kastedilerek "..onları bambaşka bir yapıda yeniden yarattım..." (56/22,37) buyurulmuştur. Müfessirler bu hurilerin dünyada yaşlanmış ve buruşmuş olarak vefat eden kadınlar oldukların ifade etmişlerdir. Buna göre huriler de melek değil, insandır, dünyada yaşamış kadınlardır ve cennette sayılan erkeklerden daha fazladır.
  • Erkek ve kadın olarak Allah Tealanı has ve arif kulları cenne, köşk, kadın, yiyecek, içecek, bağ ve bahçe için istamezler, cenneti aşık oldukları Cemal-i İlahi için, özledikleri Habibiullah (s.a.) için isterler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kadının Dindeki yeri ve Eğitimi
İslamda Kadın” çok geniş bir konudur. Çünkü İslam denince, akla Kur’an ve Peygamber aracılıyla verilmiş bilgi ve öğütlerin asırlar boyunca müslüman bilginlerce ve müslüman ülkelerin halklarınca nasıl anlaşılıp uygulandığı gelir. Kur`an süreleri kadınlar hakkındaki düzenlemeleri içeren ayetlerle yüklüdür. Bu düzenlemelerden ne kadarının uygulamaya geçirilmiş olduğunu ise, incelenmeye değerdir.
“İslamda Kadın” konusu, öteden beri en çok söz söylenen alanlardan birisidir. Rasulullahın aile hayatı ve zevceleri, teaddüdü zevcat, boşanma ve miras alanlarındaki hükümler, tesettür, kadının çalışması, kadın özgürlüğü, mahremiyet vs. gibi birçok konu, genellikle İslamın zarar hanesine kaydedilen tartışmalara konu olur. Fakat genellikle nazari planda gelişen bu tartışmalar zaten gerçeği ve ikna zeminini aramaktan ziyade İslamı mahkum etmek amacındaki tarafı tatmin edemez. Ve “kadın konusu” sanki İslamın “yumuşak karnı” imiş gibi bir intiba yerleşir. Oysa, her ilkenin hayata yansıyan bir boyutu vardır. Her nazariye, gerçek değerini tatbikat alanında sınar.
“Kadın” konusu da böyle bir kıyaslama içinde değerlendirilebilir. Bir yanda kadına kendine özgü bir statü getiren İslam ilkelerinin hayata geçirildiği İslamlı bir dünya, diğer yanda ise, kadını her türlü bağdan kurtardığını öne süren İslamsız dünya...Bu iki dünya da örneklenmiştir. Ve bu iki dünyayı kıyaslama imkanına sahibiz.
Birisinin içinde yaşıyor insanoğlu. Kadını, erkeği ile...Kadın, “özgürlük” denen şeyi sınırsız bir biçimde kullanıyor. Ama özgür mü? Yoksa cinsiyet ve ekonomi putuna sunulan kurbanlar haline mi getirildi? İslam, bugün yaşanan yapıyı, ilk geldıği toplumda da bulmuş ve ona “Cahiliye” demişti. İslam’a göre bu hayat tarzı “geri, insani bilgide yoksun” bir yapıdır. İslam bu yapıyı tarihe gönmek için geldi ve gerçekten gömdü de.
Onun yerine, kadını da erkeği de “izzet”le, “insanlık izzeti” ile donatan bir hayat getirdi. Kadını, hem kişisel ilişkilerde, hem de toplumsal alanda bir cinsel meta olmaktan çıkardı. Toplumun ana unsurlarından biri yaptı. Toplumun özüne yerleştirdi onu. Ailenin yüreğine...Erkekle kadın birbirini bütünleyen unsurlar haline geldiler.
Bilindiği gibi İslam, tevhid inancı ile birlikte insanlar arasında barış, sevgi ve adaleti yerleştirmek üzere gönderilen bir dindir. İnsanlık aleminin bütün fertlerine hitab etmeyi hedef olarak seçen İslam, ırk, asalet ve cinsiyete bağlı bir üstünlük ve ayrıcalığa yer vermez. Bu dinde üstünlük, takva ve vazifeleri gerektiği şekilde yerine getirme prensibine bağlanmıştır. Halbuki ırk, asalet ve cinsiyet gibi faktörler, daha önceki bazı din ve sistemlerde üstün ve şerefli sayılma vasıtaları idi. Bu bakımdan, belli bazı ailelere bağlı olmamak, istenilen bir ırktan gelmemek veya kadın olarak yaratılmak adalet ve eşitlikten nasibini almamak demekti. Bunun için İslamdan önceki tarih asırlarında kadın, haklarının birçoğundan mahrum bırakılmıştı.
“İslamda Kadın” konusuna geçmeden önce, özet olarak İslam’dan önceki dinlerde ve toplumlarda kadının konumuna değinmek istiyorum.
Kadının yaratılışı, kız, eş, ana, erkeğin yanında ferdi veya toplumsal statüsü, hayattaki hakları ve insanlık kültür sürecindeki konumu, toplumsal yapıyla olduğu kadar, din ve öğretilerin bu alanda getirdikleriyle de yakından bağlantılı bir husustur.
Bu safhaların yansımaları beşeriyetin tanıdığı büyük dinlerin ahlağında da olmuştur. Eski yıllardan beri kadın, farklı toplumlarda ve gruplarda, farklı ko-numlarda bulunmuştur. Anaerkil aile yapısının hakim olduğu bazı ilkel topluluklarda, anaerkil aile ve kadın kutsallaştırılmıştır. Bu toplumlarda kadın, hayatın başlangıcı, temeli kabul edildiğinden ilâhlaştırılmış, kendisine tapılan bir tanrıça olarak kabul edilmiştir. Bazılarında ise erkeklerle eşit statü ve haklara sahip bulunduğu, ataerkil topluluklarda çoğunlukla erkeğe göre ikinci derecede bir statü taşıdığı ve hatta bazı kültürlerde hemen hemen hiçbir hak ve değere sahip olmadığı genel bir tespit olarak söylenebilir.
Babil yasalarında ve Hammurabi kanunlarında kadın hakları ile ilgili bilgiler mevcuttu. Kadın, mülkiyet ve miras hakkına sahipti. Eşinin onu terk etmesi durumunda, baba evine dönme hakkına da sahipti. Monogami esas olmakla birlikte, kısırlık durumunda erkek ikinci eşi alabilirdi.
Anadolu’nun Asur koloni çağında ve Hitit döneminde; ticari alanda aktif rol alan kadın, medeni kanuna göre erkeğe eşitti. Monogami esastı. İkinci eşle evlilik, sadece çocuk sahibi olabilmek için belirli bir süre ve ilk eşin müsadesiyle mümkündü.
Eski Hint telakkisine göre kadın, yaratılış olarak zayıf karakterli, kötü ahlaklı ve murdar bir varlıktı. Hint hukuku kadına evlenme, miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. Hindistanda kocası ölen kadın diri diri yakılır veya kocasının evinde köle olarak çalışır ve evlenemezdi. Kadın, tanrıların memnun olması veya yağmurun yağdırılması için kurban edilirdi.
Budizmin kurucusu Buda başlangıçta kadınları kendi dinine kabul etmemişti. İsrail hukukunda baba kızını satabilirdi. Ailede erkek evlat varsa kızlar mirastan pay alamazdı. İran’da Sasaniler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi.
Eski Çinlilerde kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi. Kocasının kölesi sayıldığından kocası ve çocuklarıyla birlikte yemeğe oturamaz, ayakta durur onlara hizmet ederdi. Çin yasalarına göre erkek zengin ise ikinci eş alabilirdi.
Eski Mısır yasalarına göre erkek, herhangi bir engelle karşılaşmadan istediği kadar kadınla evlenebilirdi.
Eski Yunan’da koca dilerse karısını başkasına devredebilir, kendisi öldükten sonra eşinin başkasına devredilmesi için anlaşma yapılabilirdi. Eski Yunan’da ve Roma Dönemi’nde kadınların hiçbir politik hak ve yetkisi yoktu. Devlet kurumlarında görev alamıyorlardı. Miras, erkek çocuğa aitti. Monogami esas olmakla birlikte, erkekler için evlilik harici ilişkilere müsaade vardı. Eşini aldatan kadın ise, hiçbir süratte affedilemezdi. Kadının kısırlılığı boşanmayı haklı kılıyor ve sadece erkek boşayabiliyordu. Erkek hiçbir gerekçe götermeksizin istediği zaman boşanabilirdi.
Eski Türklerde kadının durumu, diğer toplumlara nispetle iyi sayılabilirdi. Ancak onlarda da İslam ahlakı ve günümüz değer yargılarıyla bağdaşmayan uygulamalar vardı. Mesela maddi durumu elve-rişli olan erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Babası ölen evlat, annesi dışında babasından kalan bütün kadınlarla evlenmek zorundaydı.
İslam’dan önce Arap dünyasında da çok evlilik konusunda herhangi bir sınırlama söz konusu değildi. Erkek, istediği kadar kadınla evlenebilirdi.
Yahudilikte de kadının hiçbir değeri yoktu. Yahudilerin her sabahki dualarında şu cümle geçmektedir: “Ezeli ilahımız, kainatın kralı, beni kadın yaratmadığın için sana hamdolsun.” İbadette kadının rolü ikinci derecededir. Kadın din görevlisi olamaz, cenaze merasimine katılamazdı.
Kadını aşağılama geleneği hristiyanlıkta daha da güçlenmiştir. Zira kadın yeryüzüne günahı getiren, erkeği mahveden, baştan çıkarandır. Ortaçağ hristiyan dünyasında kadın ve evlilik öylesine kötülenmiştir ki 6. yüzyılda, Macon konsili’nde (585) kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmıştır. XII asırdan itibaren Batı’da büyücü ve cadı avı başlamış, pek çok kadın cinlerle ilişkisi olduğu iddiasıyla yakılmış veya suda boğulmuştur. Tarihçiler, bu rakamın iki milyon olduğunu tahmin etmektedirler.
Ortaçağ boyunca hristiyan dünyada, özellikle de kilise muhitinde yaratılış hikayesinin temel alınarak bütün kadınların insanoğlunun düşüşüne sebebiyet verdiği kabul edilen Havva ile özdeşleştirilmesi ve ikinci derecede varlıklar olarak ğörülmesi, diğer taraftan Havva’nın antitezi olarak bir başka kadının, Meryem Ananın öne çıkarılıp onun tanrı annesi olarak takdim edilmesi, yeni dönemde ise bu aşırılıklara tepki olarak feminizm ve kadın hakları ön plana çıkması, Hristiyanlığın kadın konusundaki tarihi tecrübesinin bir özeti mahiyetindedir.
İslam toplumlarında kadının gerek aile hayatında, gerekse siyasi, hukuki sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dini kurallar, diğer taraftan sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslam dünyasında kadının her yerde ve her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yaşayan kadınlar arasında bile kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar oluşmuştur. Ancak bu, İslam toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da gelmez; onlar sosyal, hukuki ve ekonomik konum bakımından her dönemde belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır.
İslam’da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olan asli günah anlayışı yoktur. Ayrıca, Hristiyanlıkta olduğu gibi ilk günah anlayışına dayanan kadın karşıtı bir söylem de yoktur. Erkek olsun kadın olsun her doğan kişi günahsız doğar, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu olur.
Kur’an-ı Kerim’de gerek yaratılış, gerekse hak ve sorumluluklar yönünden erkeklerle eşit konumda olan bir kadın portresi çizilmektedir. Kadın, Allah’ın kulu olması bakımından erkekle eşit seviyededir; dini hak ve sorumluluklar aynı düzeydedir. Kur’an’ın gönderildiği toplumlarda insanlar, kadın-erkek, hür-köle, zengin-fakir olarak sınıflandırılmakta ve bulundukları kategoriler çerçevesinde farklı muamelelere maruz bırakılmaktaydılar. Halbuki Kur’an’ın gönderiliş amacı, insanlar arasındaki eşitsizlikleri yok etmektir. Yaradan için bu sınıflandırmanın hiçbir önemi yoktur. Zira, Allah indinde üstünlük, ancak inanç bazında ve takva iledir.
İslam, kadını horlandığı mevkiden alıp yükseltmiş, erkeği de kibir ve gururundan aşağı indirmiş, iki cinsi kulluk ve insanlık mertebesinde eşit saymıştır. Birçok ayette erkek ve kadına birlikte hitabedilir. Kur’an-ı Kerim, kadın ve erkeğin birbirlerini tamamladığını, birisi olmadığı takdirde diğerinin de olmayacağını, insanlık bakımından aralarında bir fark bulunmadığını söylemiştir.
Kur’ an-ı Kerim, kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve yükümlülükleri tevdi etmektedir. Ancak, kadın aleyh-tarı yabancı kültürlerin İslam’a girmesi sonucu, kadın asırlar boyu aşağılanmış ve toplumdan adeta soyutlanmıştır. Ve hala soyutlanmaya devam edilmektedir. Oysa ki, erkeklerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olan kadın, tıpkı erkek gibi onun yapabileceği bütün işleri ve görevleri yapabilir.


Efendimizin (s.a.v) Zamanında Kadınların Eğitimi
Bazı milletlerde, kadına hitaben mukaddes kitap okumaktansa, o kadının ateşte yanması tercih ediliyor, kız çocuklarına mukaddes sözlerden okumak, o kıza ahlaksızlık öğretmekle eş değerde görülüyordu. Arap toplumunda ise, bazı kabilelerde kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, anneye bu konuda söz hakkı verilmiyordu.
Cahiliyede kadının durumuna kısa bir bakış
Kur’ân inmeye başlamadan önceki dönemlere cahiliye devri denir. Cahiliye, bir hayat tarzı idi. Bu cehalet, sadece Arap toplumları için değil o devirde bütün dünya için geçerliydi. Zira Hazreti İsa’dan sonra yaklaşık altı asır geçmiş ve o Mesihî soluklar insanların katılığı içinde tesirini yitirmişti. Bu katılık ve cehaleti resmetmek için kadının durumuna bakmak yeterli olacaktır.
O dönemde kimi kavimlerce, kadının insan olup olmadığı sorgulanıyor, kimilerince de ruhunun olmadığına inanılıyordu. Bazı coğrafyalarda, özel günlerinde kadının temiz olmadığı, kullandığı eşyalar ve dokunduğu insanların bir gün boyunca murdar kalacağı düşünülüyordu. Bazı milletlerde, kadına mukaddes kitap okumaktansa, o kadının ateşte yanması tercih ediliyor, kız çocuklarına mukaddes sözlerden okumak, o kıza ahlaksızlık öğretmekle eş değerde görülüyordu. Arap toplumunda ise, kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, anneye bu konuda söz hakkı verilmiyordu. Kız doğuran kadın büyük suç işlemiş gibi bir psikoloji içerisine giriyor, kendisine kız çocuğunun olduğu müjdesi verilen baba ise, müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışıyor ve ne yapacağını düşünüyordu. Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak onu hayatta mı bırakacaktı, yoksa toprağa mı gömecekti.. Ne yapacaktı? Kara kara düşünüyordu ve sonunda o fena hükmü veriyordu: Toprağa gömmek.! (Nahl, 16/58–59)
Zira o kızcağız, elinden iş gelmeyen bir ayıp unsuru, eve gelir getirmeyip sürekli tüketen hatta evdeki malı evlenerek başkasına götüren bir tüketici olarak kabul ediliyordu.1

İslâm’la gelenler
İşte bütün dünyada yaşanan, kadın hakkındaki bu cehalet karanlığının üzerine İslâm güneşi şu beyanlarla doğuverdi: “Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine kız evlat, dilediğine erkek evlat verir yahut kızlı oğlanlı olarak her iki cinsten karma yapar. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi mükemmel bilir, dilediği her şeye kadirdir. (Şûrâ, 42/49)
Evet, bu güneşin aydınlığında, kadın için bütün hürriyet yolları açılıverdi. Kadın, Allah’ın bir kulu olarak erkeklerle eşit olduğu bildirildi. Güzelce terbiye edilen kız çocuklarının anne-baba için cehenneme karşı bir kalkan olacağı müjdesi verildi. Kadına kendini rahatlıkla ifade etme hürriyeti bahşedilirken, mescide kadar gelip Allah Resûlü’ne durumunu anlatma imkanı sunuldu. Bunun da ötesinde kadınlarla istişare yapılması hususunda bizzat Peygamber uygulamasıyla canlı bir örnek ortaya kondu. (Buhari, Megazi, 1-2)

İlmin Önemi
İlim, İslâm’ın en çok ehemmiyet verdiği mevzulardandır. Oku emriyle inmeye başlayan Kur’ân, ilme yaptığı bu ilk vurguyu, daha sonra “bilenle bilmeyenin bir olmadığını” beyanla (Zariyât, 39/9) devam ettirmiş, düşünme konusunda yapmış olduğu ısrarlı teşviklerle ilmin hocası olan insan merakını sürekli faal tutmuş ve bütün bu faaliyetleri, ilim talebini öğreten şu duayla taçlandırmıştır: “Rabbim, ilmimi artır.” (Ta Ha, 20/114)
Bunların yanında Kur’ân, gerçek âlimleri Allah’tan en çok korkanlar olarak methetmiş, bilinmeyen mevzuların onlara sorulmasını da tavsiye buyurmuştur. İlmin peygamberlerden kalan tek miras olduğunu (Buhari, İlim, 10) bildiren Allah Resûlü’nün mübarek ifadelerinde, ilim taliplerine cennet yollarının kolaylaştırıldığı müjdesi verilmiş, meleklerin ilim yolcularına kol kanat gerdiği ifade buyrulmuştur. (Ebu Davud, İlim, 1). Şu inşirah verici haber de yine âlemlere rahmet olarak gelmiş o Zat’a (s.a.s.) aittir: “İlim öğrenen kişinin rızkını Allah Teala üstlenmiştir.” Çalışarak ekmeğini kazanan fakat geçimini sağladığı ilim talibi kardeşinin çalışmamasından yakınan sahabiye, Efendimiz (s.a.s.)’in ikazı şöyle olmuştur: “Ne biliyorsun, belki de sen, onun yüzü suyu hürmetine rızıklandırılıyorsundur.” (Tirmizi, Zühd, 33) Evet, Allah Resûlü’nün ifadeleri içinde ilim rızkın bir vesilesidir. Müjdeler bununla da kalmamış, âlim ve onun talebesi, dünyadaki en kıymetli varlıklar olarak nazara verilmiş, (Tirmizi, Zühd, 14), ilim tahsili için yollara düşenlerin, evlerine dönünceye kadar Allah yolunda oldukları (Tirmizi, İlim, 2), hayrı öğretenlere denizdeki balıkların bile dua ettiği (Tirmizi, İlim, 19) bildirilmiştir.
Bu faziletlerin yanında, ilmin kıymetini bilememenin açtığı tehlikeli yol da hatırlatılmıştır: İlmi dünyevî menfaat elde etmek için öğrenenlerin Cennetin kokusunu dahi duyamayacakları tehdidiyle niyetlere yön verilmiş (Ebu Davud, İlim, 12), riya için ilim öğrenenin yüzüstü cehenneme sürükleneceği ikazında bulunulmuştur. (Müslim, İmare, 152) İlim yolunda fiilî duanın yanında kavlî dua da ihmal edilmemiş, faydasız ilimden Allah’a sığınılmış, ilmiyle âmil olanlar tebcil edilmiştir. İlim tahsil ederken ölen kimsenin Peygamberlerle arasında bir derece kalacağı muştusuyla gayretler coşturulmuş, (Darimî, Mukaddime, 32) geride faydalı bir ilim bırakanların amel defterlerinin kapanmayacağı müjdesiyle de (Müslim, Vasiyyet, 14) yüreklere inşirahlar salınmıştır. İlmin ehemmiyetine dair saydığımız bütün bu hususlarda kadınlar erkeklerle aynı haklara sahiptirler.

Kadınların İlim Tahsili
Öğrenilecek şeylerin başında, Allah’a dair bilinmesi gerekenler gelir. Buna kısaca Allah marifeti diyebiliriz. Bu marifeti, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman gibi marifet artırıcı diğer rükünler takib eder. Ardından da bir insanın dünya hayatını tanzim eden ameller/fiiller gelir. Daha sonra da ahlaki hususlar yerini alır. Hiç şüphesiz, saydığımız bu hususların öğrenilmesinde erkeklerle kadınlar eşittir. Bir diğer ifadesiyle kadınlar, şer’î mesuliyetlerde erkekler gibidir. “Kadınlara Cuma, cihad ve cenaze hariç erkeklere farz kılınan her şey farz kılınmıştır” (Abdürrezzak, 5/298) hadis-i şerifindeki istisnaları saymayacak olursak kadınlarla erkekler aynı şartlara ve sorumluluklara sahiptirler. Bu sorumlulukların ahirete ait ceza ve mükafatları konusunda da kadınlar erkeklerle eşittir. Kur’ân’da bu hakikat şöyle beyan edilir: “Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: “Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.” (Âl-i İmran, 3/195) Bu eşitlik gereği, kadınlar da erkekler gibi kendilerine gereken ilimleri öğrenmek zorundadırlar.
Peygamber Efendimiz’in cariyeler hakkındaki şu beyanları, değil hür kadınların, köle kadınların bile ilim öğrenme konusundaki haklarını ortaya koyar: “Bir insanın cariyesi olur, ona güzel bir tahsil ve eğitim verir, sonra da onu azad ederse, Allah onu iki katıyla mükâfatlandırır.” (Buhari, Cihad, 145)
Efendimiz (s.a.s.)’in kavlen ve fiilen teşvikçisi olduğu kadın eğitimi, İslâm’da en güzel şekilde tatbik edilmiş ve kadın hiçbir zaman bu hakkından mahrum bırakılmamıştır. Zamanımızda kısmen bazı yerlerde görüldüğü gibi, kız çocuklarını okutmama yanlışlığına düşülmüşse bu, dini yanlış ya da eksik anlamadan kaynaklanmıştır.
Kadınların ilim tahsil etmesi ve dini öğrenmesi, Peygamberimiz zamanında birkaç şekilde gerçekleşmiştir. Şimdi kısaca bunları görmeye çalışalım.

1- Kadınların mescide gidip gelmeleri
Peygamber Efendimiz zamanında kadınlar da tıpkı erkekler gibi mescide gelip gidiyorlar, vakit namazlarıyla beraber Cuma ve bayram namazlarını da kılıyorlardı. Hatta özel günlerinde kadınların bayram namazına gelmeleri ve cemaatin gerisinde durarak tekbirlere iştirak etmeleri tavsiye ediliyordu. (Buhari, Îdeyn, 15)
Şu hadis-i şeriflerden kadınların mescide gelmelerinde o gün herhangi bir sakınca görülmediğini anlıyoruz. “Kadınların mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için daha hayırlıdır.” (Müslim, Salât, 134–137), “Kadınlarınız gece mescide çıkmak için izin istediklerinde onlara izin verin” (Müslim, Salât, 139), “Kadınlar cemaate katılmak istediklerinde, koku sürünmesinler.” (Müslim, Salât, 141) Görülüyor ki, mescidler kadınlar için her zaman için açıktı. Ancak, bazı şartlar da yok değildi. Kadınlar koku sürünmeden gelecekler ve böylece namazda yaşanması gereken konsantrasyonu bozmayacaklardı. Bu ve benzeri tedbirlerde, namazın huzurunu gözetme ile beraber erkekler için fitne unsuru olmama da göz önünde bulunduruluyordu. Nitekim, Peygamber Efendimiz’in vefatlarından sonra kadınların mescide gelmeleri bazı endişeler uyandırmış ve zaman zaman çeşitli uygulamalara gidilmiştir. Bu uygulamalardan biri Hazreti Ömer’e aittir. Hazreti Ömer (r.a), Ramazan ayında erkeklerden ayrı namaz kılmaları için mescidin içinde kadınlara bir yer ayırmış ve onlara Süleyman bin Ebû Hasme’yi imam tayin etmiştir.2 Bu tür uygulamaların sebebini Hazreti Aişe validemiz (r.anha)’in şu sözünde bulmaktayız: “Eğer Allah Resûlü, kendisinden sonra kadınların neler yaptıklarını görseydi, İsrailoğullarının kadınlarında olduğu gibi, onların mescide gelmelerini men ederdi.” (Ebû Davud, Salât 53) Burada kadınların süslenerek mescide geldikleri, giyimleriyle dikkat çektikleri ve bu halleriyle namazın ve mescidin manevi havasını olumsuz yönde etkiledikleri anlaşılmaktadır. Bu uygulama daha sonra Hazreti Osman zamanında kaldırılmış ve kadınlar erkeklerle beraber aynı imama uyarak namaz kılmışlardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), sadece Cuma günleri değil diğer günler de namazlardan sonra mescidde, inen ayetleri tebliğ ve tefsir ediyor, o ayetle ilgili olan ya da olmayan sorulara cevaplar veriyordu. İşte bu sohbetlere kadınlar da katılıyor, hatta sorular da soruyorlardı. (Buhari, İlim, 41)4
Kadınların sohbetleri ve hutbeleri dinlemeleri daha sonra Hulefa-i Raşidin döneminde de devam etmiştir. Hazreti Ömer hutbe verirken bir kadının kalkıp mehirin azaltılmasıyla alakalı fikrine karşı çıkması ve bunu ayetten delil getirerek rahatlıkla ifade etmesi, bu meselede bir örnektir.5 Bu anlatılanlardan da anlaşılıyor ki, kadınlar asr-ı saadette -bazen çeşitli tedbirlerle beraber- mescitlerin manevî ve ilmî feyizlerinden istifade etmişler ve hep ilme açık olmuşlardır.

2- Peygamberimizin özel sohbet günleri
“Allah, beni bir muallim olarak gönderdi.” (İbn-i Mace, Mukaddime, 229) diyen ve ümmetinin içinde erkeklerle beraber kadınların eğitimiyle de ilgilenen Allah Resûlü (s.a.s.), kendisine özel sohbet talebiyle gelen kadınlara hususi bir gün ayırmış ve onlara vaazlar vermiştir.
Medine’nin kadınları gelerek şöyle demişlerdi: “Ey Allah’ın Resûlü, erkekler Sizi dinleyip Sizden istifade etme konusunda bizi geçtiler. Bize de müstakil bir gün ayırsanız!” Allah Resûlü, bunun üzerine onlara bir gün verdi. O belirli günde onlara nasihat eder ve bazı emirlerde bulunurdu. (Buhari, İlim 36)
Mescidde sohbet dinleme hakkına sahip olan bu kadınlar, erkeklerin fazla kalabalık olmaları sebebiyle izdihama maruz kalıyorlar ve bazen Efendimiz’i tam işitemiyorlardı. Ayrıca, hepsi her zaman mescide gelemiyordu. Onların bu ısrarlı isteklerine binaen, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ilgisiz kalamazdı ve kalmadı da. Hemen bir gün belirledi ve kadınlara has vaazlar verdi. Hatta bazı rivayetlerde Allah Resûlü’nün “Falanca hanımın evinde toplanın” diyerek kadınlara mahsus vaazını belirli bir evde yaptığı rivayet edilir. (Fethu’l Bârî, 1/236) Aynı hadis-i şerifte, Peygamberimizin kadınlara yapmış olduğu vaaz konularından biri de, konumuzla alakalı olarak, geleceğin büyük kadınları olan küçük kızların eğitimiyle alakalıdır. Allah Resûlü, onlara şöyle buyurur: Bir kadının üç kızı olur da onları güzelce terbiye ederse, bu üç kız onun için cehenneme karşı perde olur. Bir kadın sorar “iki kızı olursa!?” Peygamberimiz “iki kızı olan da aynıdır” buyurur. Burada kadınların da kızlarına tebliğde bulunmaları ve onları güzelce terbiye etmeleri gerektiğini öğreniyoruz.
Buhari, “Devlet başkanının kadınlara nasihatte bulunması” babına yer vererek şu hadiseyi anlatır: Allah Resûlü (s.a.s.), bir gün Bilal (r.a.)’ı da yanına alarak, kadınlara vaaz vermek üzere çıktı. Kadınlara sadakanın faziletlerini anlatarak sadaka vermelerini istedi. Kadınlar küpelerini ve yüzüklerini sadaka olarak ortaya atmaya başladılar. Bilal de bunları alıp elbisesinde topladı. (Buhari, İlim 32) İbni Hacer, şöyle der: Buharî bu başlıkla, ailenin öğretimiyle ilgili teşvikin, kişinin sadece kendisine mahsus olmayıp bunun devlet başkanı ve onun yetki verdiği kimselere de yönelik olduğuna dikkat çekmiştir. (Fethu’l Bârî, 1/232) Bu hadiste dikkatimizi çeken diğer bir husus, kadınların maddî infakta bulunmaları ve himmette bulunmaları için Peygamberimiz’in onları topluca teşvik etmesidir. Bu husus, bugün olduğu gibi kadınların gerektiğinde bu türlü hizmetlerde bulunabileceğinin delili olmaktadır.

3- Sahabenin ailesine tebliği
Allah Resûlü, genellikle tebliğ ve irşatlarını, Mescid-i Nebevî’de yapıyordu. Bütün öğrenilenler vahiy eksenli idi ve her şey ter ü tazeydi. Gökler ötesinin haberleri bir yağmur gibi yağıyordu yeryüzüne. Sahabe, başına bir iş geldiğinde, evde bir mesele olduğunda hemen mescide Peygamber Efendimiz’in yanına koşuyor, müşkilinin halledilmesini istirham ediyordu. Eğer, sorma imkânı bulamaz veya utanırsa, ehl-i suffeye soruyor, Efendimiz’den menkul bir haber varsa onu öğreniyor ve evine dönerek öğrendiklerini ailesine de öğretiyordu. (Bkz. Buhari, İlim, 26) Çünkü “Bir ayet de olsa benden duyduklarınızı insanlara tebliğ ediniz” emrini alan Sahabe’nin başka türlü yapması beklenemezdi. “Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki, yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim, 66/6) ayetinden anlaşıldığı üzere bütün inananlar, aile efradını ebedi hüsrandan korumakla mesuldür. Bu ayeti en güzel şekilde anlayan ve dini yaşamada hassas davranan Sahabenin bir kelime de olsa elde ettikleri bilgiden ailelerini mahrum etmeleri düşünülemezdi. Evet, Sahabe bu ayeti çok iyi anlıyor ve gereğini yapıyordu. Dini yeni öğrenen insanların şu kıssası, bu konuda bize bir fikir vermektedir: Rabîa kabilesinden bir grup Allah Resûlü’ne gelip, Medine’ye kolay gelemediklerini, düşman kavimlerin yol üzerinde bulunmasından dolayı ancak haram aylarda gelebildiklerini arz ettikten sonra kendilerine nasihatlerde bulunmasını istediler. Allah Resûlü de onlara bazı tavsiyelerde bulundu ve sonra şöyle buyurdu: “Bu dediklerimi iyi ezberleyin ve geride kalanlara anlatın.” (Buhârî, İlim, 25) Geride kalanlardan maksat ise başta aileleri olmak üzere bütün kabileydi.

Evet, “Allah, benim sözümü işitip belleyen sonra da onu benden başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü kıyamet günü ak etsin.” (Tirmizi, İlim, 7; İbn-i Mâce, Mukaddime, 18) diyen Allah Resûlü, yanına gelenlerin omuzlarına hem bir kutsi vazife yüklüyor hem de bu vazifenin ecrinin büyüklüğünü nazara veriyordu. Bir harf bile olsa öğrenen insanın başkalarına öğretmekle mesul olduğu vurgulanmış oluyordu. Öğretilecek kimseler hususunda en başta gelenler ise aile efradıdır. “Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir şey vermemiştir.” (Şuabü’l İman, 6/399) hadisi de bu meseleyi açıklayıcı mahiyettedir.
“(İnfakta) önce ailenden başla ” (Buhari, Vesâyâ, 9) hadisiyle infakta aileden başlanması gerektiğini anlıyoruz. Dünyada yaşayabilme açısından gerekli olan yeme-içme konusunda aileden başlanıyorsa, dünya hayatını tanzim etme ve ebedi hayatı kazanma konusunda da aileden başlanması gerekeceği aşikârdır. Bundan dolayı da aile reisi konumundaki erkeğin, öncelikle hanımına ve çocuklarına dinî eğitim vermesi, eğer bu eğitimi verecek ilme sahip değilse, hanımının eğitim almasını sağlaması iktiza edecektir. Nitekim “Kadınlarınıza güzel tavsiyelerde bulununuz” (Buhari, Enbiya, 1) ve “hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz” (Buhari, Cuma, 11) hadis-i şerifleriyle “Önce en yakın akrabalarını uyar.” (Şuarâ, 26/214) ve “Ailene namazı emret, kendin de onun güçlüklerine dayan” (Tâhâ, 20/132) ayetleri de bunu teyid etmektedir. Şuarâ sûresindeki ayet indiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.), en başta kızı Fatıma ve halası Safiyye olmak üzere bütün yakınlarını çağırmış ve onları Ahirete hazırlanmaları konusunda ikaz etmişti. (Buhari, Vesâyâ, 11; Müslim, İman, 351)
Aileye dini öğretme konusunda Allah Resûlü (s.a.s.)’in orijinal bir tatbiki olarak şu örnek de gayet dikkat çekicidir: Ümmü Seleme validemiz anlatıyor: Allah Resûlü (s.a.s.), bir gece uyanarak, “Fesübhanallah, bu gece vaktinde bu fitnelerin ve bu rahmet esintilerinin hikmeti ne ola ki!” dedi ve devam etti: “Hemen odalarda yatanları (hanımları) kaldırın, bu dünyada nice giyimli kuşamlı (veya örtüsüne bürünmüş) insan vardır ki, ahirette elbisesiz ve örtüsüz kalıverir.” (Buhari, İlim, 40) Efendimiz (s.a.s.), gece hayretler içerisinde uyanmış ve ihtimal ümmetinin gelecekte karşılaşacağı olumlu olumsuz bazı hadiseler gösterilmiş ve hücre-i saadetlerinde uhrevî bir alarm/ikaz durumu hâsıl olmuştu. Böyle zamanlarda yapılacak tek şey, geceyi topluca ihya etmekti. Bu yüzden de zikir, ibadet ve dua için hanımlarının uyandırılmasını istemişti. İşte Efendimiz’in bu tutumu, bir aile reisinin, ahiret adına evde yaşaması gereken teyakkuz haline dair güzel bir örnektir.
Kettânî’nin verdiği bilgiye göre Sahabe, Hazreti Ömer’in halifeliğinden önce kardeşlerini ve kızlarını okutur, sonra da onları okutucu olarak vazifelendirirlerdi ve bu zincirleme olarak devam ederdi. Daha sonra, Hazreti Ömer okullar açtırarak çocukların eğitim ve öğretimi için görevliler tayin etti.6

4- Özel olarak Peygamberimize soru sormaya gelmeleri
Kadınların, Efendimiz ve Hulefa-i Raşidin döneminde ilim almak için soru sormaktan çekinmediklerini görüyoruz. Dışarıda herkesin soru sormasına müsaade eden Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ayrıca öğleden sonra huzuruna girilip soru sorulması için de izin veriyordu. (Mecmaü’z Zevâid, 1/161) Örnek olarak Mücadile Sûresinin inişine sebep olan hadiseyi zikredebiliriz: Havle binti Salebe, kocasının kendisini boşadığı şikâyetiyle Peygamber Efendimiz’e gelmiş ve kocasının kendisini boşadığını söyleyerek derdini dökmüştü: “Ey Allah’ın Resûlü, Evs benimle genç ve cazip olduğum sırada evlendi. Bunca zaman ona hizmet ettim. Çocuklar doğurup büyüttüm. Gençliğim gidince beni ortada bıraktı. Kocama dönme imkânı yok mu? O da buna razı?” Bu ısrarlı yakarmalardan sonra Mücadele suresinin ilk dört ayeti nazil oldu.7
Hazreti Aişe validemiz, Ensar kadınları hakkındaki bir hayretini şöyle dile getirir: “Ensar kadınları ne hoş, hayâları, soru sorarak ilim öğrenmelerine mani olmuyor!” İşte bu kadınlardan biri olan, Hazreti Enes’in annesi Ümmü Süleym, Peygamberimiz’e gelmiş ve “Allah, hak olan bir meseleyi açıklamaktan çekinmez. Bu yüzden ben de çekinmeden soruyorum.” deyip kadınların gusül abdesti alması konusunu soruvermiş, Allah Resûlü de güzelce açıklamıştı. Hadisi bize rivayet eden Ümmü Seleme validemiz merakını yenemeyerek “kadınlara da mı gusül gerekiyor” diye sormuş Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ona da aynı açıklıkla cevap vermişti. (Buhari, İlim, 50) Bu rivayetten anlaşılıyor ki, Allah Resûlü’ne kadınlar da gelip soru soruyorlar ve O, sordukları her mevzuya anlayacakları en güzel şekilde cevap veriyor ve onları memnun ediyordu.

O’nun Atmosferinde Yetişen Kadın Âlimler
Allah Resûlü’nün çok kadınla evlenmesi pek çok hikmete mebnidir.8 Bu hikmetlerden biri de; hanımları yoluyla kadınlara ve aileye ait hükümlerin ümmete daha iyi öğretilmesidir. Peygamber Efendimiz’in evde yaptığı ibadetler, ev hayatının ve eşler arası hukukun incelikleri, uyku anında görülen mucizeler, gece hayatının özellikleri, hayız, iddet, gusül gibi konular, çoğunlukla Peygamberimiz’in hanımları olan annelerimiz tarafından nakledilmiştir. Dolayısıyla aile ve ev hayatıyla alakalı hükümlerin bildirilmesinde ezvâc-ı tâhirâtın yeri çok büyüktür. İşte Allah Resûlü’nün, kadınların eğitimine verdiği değeri gösteren en önemli hususlardan biri de Efendimizin rahle-i tedrisinde yetişen ezvâc-ı tâhirattır ve bunların başında da Hazreti Âişe validemiz gelmektedir.

Âişe Validemiz (r.a.)
Allah Resûlü’nün hanımları arasında ilme düşkünlüğü ile bilinenlerin en önde geleni Hazreti Aişe validemizdi. O kadar ki, “bilmediği bir konuyu duyduğunda, onu iyice anlayıncaya kadar sormaya devam ederdi.” (Buhari, ilim, 36) Ebu Musa el Eşari anlatıyor: “Allah Resûlü’nün arkadaşları olarak ne zaman bir hadîsi anlamada problem yaşasak, hemen Âişe’ye sorardık. Kendisi bize o konuda mutlaka bir bilgi sunardı.” (Tirmizi, Menakıb, 62) Rivayetten de anlaşıldığı gibi, Aişe validemizin hadislere vukufiyeti fevkalade ileri idi. Huzuruna gelen bir soru veya problemi, hemen bir hadisle veya bir te’ville (yorumla) hallediveriyordu. Hatta bazı yanlış anlaşılan veya eksik rivayet edilen hadisleri, Hazreti Aişe validemiz tamamlamış ve bizi yanlış anlamalardan kurtarmıştır.9
Allah Resûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) Hazreti Aişe hakkında şöyle buyurmuşlardır: “Peygamber Hanımları da dahil eğer ümmetimin kadınlarının ilmi Aişe’nin ilmiyle kıyas edilecek olsa, Aişe’nin ilmi daha fazladır.” (Taberani, el-Kebir, 23/184) Bundan dolayıdır ki, Efendimiz’den tescilli bu ilim hazinesine miras ve tıp ile ilgili konularda dahi müracaatta bulunurlardı. (Taberani, el Kebir, 23/182; Müstedrek, 4/11) Hatta Aişe validemizin tabiblik yönünün olduğunu da yine kaynaklarımızdan öğreniyoruz. (Müsned, 6/67)
Mekke’nin âlimi olan Ata ibni Rabah, Âişe validemizin ilmine olan hayranlığını şöyle ifade eder: “O, insanların en fakihi, en âlimi, görüşü en güzel olanıdır.” (Müstedrek, 4/14) Ayetlerin iniş sebebini en iyi bilenlerden biri olan Âişe validemiz, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman zamanında fetvalar da veriyordu. Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (r.a), sünnetle alakalı bazı sorular için Hazreti Âişe validemize elçiler gönderiyorlardı.10
Rivayete göre, Peygamberimizin hanımları hadisleri çok iyi ezberliyorlardı. Bilhassa Hazreti Âişe validemiz ile Ümmü seleme validemiz bu konuda önde idi.

Hafsa Validemiz (r.a.)
Hafsa Validemiz yirmi yaşlarında Peygamber Efendimiz’le evlenmiş ve 60 hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Abdullah b. Ömer, yeğeni Hamza, kadın hizmetçisi Safiye, Harise b. Vehb, Ümmü Mübeşşir gibi sahabiler rivayette bulunmuşlardır. Dikkat edilirse, kendisinden rivayet edenler arasında kadınlar vardır ve o kadınlardan biri de hizmetçisidir. İslâm, kadın hizmetçiye dahi ilim öğretme imkânı sunmuş, bununla da kalmayıp o ilmi başkalarına nakletmesini de tavsiye etmiştir.
Hafsa Validemiz (r.anha), belagat ve fesahat sahibi, eli kalem tutan bir kadındı. Babası Hazreti Ömer’in vefatından sonra Müslümanlara hitaben yapmış olduğu bir konuşma vardır ki, gayet edîbânedir.11 Cahiliyede Şifa Adeviye isimli kadından yazmayı öğrenmişti. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisiyle evlendikten sonra, Şifa Adeviye’den Hafsa Validemize hüsn-ü hattı ve süslemeyi de öğretmesini istemişti.12

Ümmü Seleme Validemiz (r.a.)
Her hanımın, kendi evini birer okul, birer mescit haline getirmesi, dinimizin istediği, en azından tavsiye buyurduğu bir kutlu vazifedir. Anneler, çocuklarını böyle bir ortamda büyüttüklerinde, rûhu, aklı, kalbi Allah marifetiyle dolmuş, ibadet, zikir ve ahlâk-ı âliyeyle doymuş bir nesil yetişecektir. Esasen, bir annenin dünyada en büyük hizmeti ve insanlığa en güzel armağanı da budur: Kendi dinini yaşayan ve haliyle-diliyle dininin güzelliklerini başkalarına da yaşatmanın heyecanını duyan bir evlat yetiştirmek. İsterseniz şu ayeti bir de bu açıdan okuyalım: “Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve (Resûlullah’ın) hikmetlerini anın. Allah muhakkak ki Latif ve Habir’dir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder). (Ahzab, 33/34)
İşte bu ayeti ruhunda yaşayan Ümmü Seleme validemiz, okul öğretmenine haber göndererek, Kur’ân öğretmek üzere kendisine çocuk göndermesini istemişti. Yukarıda da geçtiği üzere hadisleri en iyi ezberleyenlerden biriydi o.
İbn-i Hazm, kitabında yirmi kadar hukukçu hanım sahabiden bahseder. Örnek olarak yukarıdaki validelerimize ilave olarak şu isimleri sayabiliriz:
Ümmü Habibe validemiz, Fatıma validemiz, Ümmü Şerik, Ümmü’d-Derdâ el-Kübrâ, Ümmü Seleme validemizin kızı Zeyneb, Ümmü Eymen, Ümmü Yûsuf, Atike bint Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Ebu Bekir Efendimiz’in kızı Esma validemiz, Fâtıma bint Kays. (r.anhüm ecmeîn)13

Sonraki Dönemlerde Kadın Âlimler
Bu kutlu neslin ardından pek çok kadın âlim yetişmiştir. Örnek olarak birkaç tanesinin sadece ismini zikretsek yeterli olur: Kitabet ve şiir alanında Uleyye binti Mehdi (A. Nisa, 3/334) Aişe binti Ahmet el-Kurtubiyye (A. Nisa, 3/6), Villade binti Halife el-Müstekfî (A. Nisa, 5/287), tıp alanında göz hastalıklarını tedavi etmekle meşhur Benî Eved kabilesinden Tabibe Zeynep (İsbehani, el Egani, 13/114; A. Nisa, 2/57) Ümmü’l Hasen binti’l Kadî Ebi Cafer et Tancalî ki meşhur bir tabiptir. Hadis alanında Kerime el-Merveziye (A. Nisa, 4/240), Seyyide Nefise binti Muhammed. (A. Nisa, 5/190)
Hafız ibni Asakir, kendi hocaları arasında seksen küsur kadın muhaddis sayar. Ayrıca, İmam Şafii, Buhari, İbni Hallikan ve İbni Hibban gibi âlimlerin kadın müderrisleri de olmuştur. Bu müderriselerin çoğu, fakih, edip ve meşhur âlimlerdir. Sadece birkaç misalini verdiğimiz bu kadın âlimler, İslâm’ın kadınların eğitimine bakışını ortaya koymaya yeter. Daha fazlasını tabakat kitaplarına havale ediyoruz.


Netice
Efendimiz (s.a.s.)’in kavlen ve fiilen teşvikçisi olduğu kadın eğitimi, İslâm’da en güzel şekilde tatbik edilmiş ve kadın hiçbir zaman bu hakkından mahrum bırakılmamıştır. Zamanımızda kısmen bazı yerlerde görüldüğü gibi, kız çocuklarını okutmama yanlışlığına düşülmüşse bu, dini yanlış ya da eksik anlamadan kaynaklanmıştır. Halbuki dinimizin kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet, hep umumi konuşmuş, kadın erkek herkesi kapsayacak şekilde hitap etmiştir. Peygamberimiz’in eşleri, sahabe hanımlar ve sonraki nesillerden yetişen kadın âlimler bunun şahididir. Öyleyse, bugünün inanmış erkeklerine düşen vazife, hanımlarına ve kızlarına öğrenme ve öğretme imkânları hazırlamak, buna karşılık kadınlardan ve kızlardan beklenen gayret ise, kendilerine sunulan fırsatları iyi değerlendirip ilme koşmak, imkânlar sunulamamış olsa dahi, şartları zorlayıp kalb, zihin ve akıllarını ilim ve marifetle doldurmaya çalışmaktır. Kaldı ki, bugün ilim elde etme yolları; kitapların bolluğu, yetişmiş insanların çokluğu ve internet sayesinde kütüphanelerin evlere taşınmasıyla, geçmiş yıllara göre daha kolay ve daha geniştir. İnsana düşen şey ise sadece imkânları değerlendirme gayretidir.



*****
DİPNOTLAR
1. Kadın ve Aile, Işık Yayınları, s. 40–43
2. İbn-i Sa’d, 5/16
3. Geniş bilgi için bkz: DİA, İslâm’da Kadın, M. Akif Aydın, 24/87)
4. Peygamberimizin sabah namazından sonra sohbet ettiğine dair bkz: Mecmaü’z Zevâid, 1/159
5. Bkz: F.Bari, 9/204; F.Kadir, 2/5
6. Kettani, et-Teratibü’l idariyye tercümesi, 3/107
7. Muhtasar İbni Kesir, 3/480
8. Bkz: Asrın Getirdiği Tereddütler, 1/84
9. Zerkeşî, el-İcabe, s. 103
10. Tabakat, 2/32–33
11. A’lâmü’n Nisa, 1/275
12. İbn-i Hacer, T. Tehzib, 12/457
13. İbn-i Hazm, Cevâmiu’s Sire, s. 223
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Anne Olarak Kadın'ın Değer ve Mevkii
Cenab-ı Hak buyuruyor:
".... Anaya iyi davranın ......." (Nisa Suresi / 36)

"... Anaya iyilik edin" (Enam Suresi /151)


". Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: "Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!" diyerek dua et." (Isra Suresi 23-24)

" Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur...." (Lokman Suresi / 14)

"Biz insana, ana-babasına iyiliketmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer. Nihayet insan, güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et ...." (Ahkaf Suresi / 15)

Bir gün Resulullah'a bir kimse gelir ve sorar:
- Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en layık ve en haklı olan kimdir? Resulullah efendimiz:
- Anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır.
- Sonra kimdir?
- Sonra anandır, buyurdular. O zat gene :
- sonra kimdir, deyince Peygamber Efendimiz buyururlar:
- Sonra babandır.

Bu hadiste, anaya ihsanın üç kere tekrar olunması, ananın evlat üzerinde, babanın üç misli iyilik ve ihsan hakkı oılduğunu ifade eder. Bunlar, hamilelik yorguluğu, doğurma eziyeti, ve emzirme ye karşı sayılabilinir.
Anne'ye günah olan bir şeyi emretmedikçe itaat etmek vacipdir. Hatta onun iznini almadan gönüllü olarak cihada katılmak bile caiz değildir. Hatta Resulullah bu durumda olanları geri çevirmiş izin almalarını istemiştir.
Oğul nafile namaz kılarken, annesi kendisine seslense, ona eziyet vermemek için namazı bozması gerekir. Hatta bazı Şafii alimleri, farz olsun nafile olsun mutlaka namazı bozmak gerektiğini genel bir kaide olarak kabul etmişlerdir.
Resulullah efendimiz, Beni İsrail zamanında yaşayan Cüreyc isimli bir rahibin kıssasını anlatarak bu konuda ümmetine ders vermiştir.
Cureyc namazda iken, annesi ona seslenmişti. Cureyc bir müddet namazı bozup, bozmamak hususunda tereddütten sonra namazını kılmaya devam etmişti. Annesi bir kaç kere seslenmesine karşın cevap alamayışından eza duymuş, oğluna beddua etmişti. Daha sonra Cüreyc bu bedduaya aynı aynına uğradı.
Ebu Hureyre'nin annesine bağlılığı ve ondan hiç ayrılmaması sebebi ile, annesi vefat edinceye kadar hac etmediği bir ibret vesikasıdır.
İslam'a göre, ana kafir olsa bile, mümin olan evladının iman ve itikadına ilişmedikçe, ona ihasan ve güzellikle muamele etmesi evladı üzerine vaciptir.
Nitekim, Hz.Ebubekir r.a. kızı Hz.Esma'ya müşrike olan annesi Kuteyle ziyarete gelmişti. Ona ikram edip etmeme husususnda tereddüte düşen Hz.Esma r.a. durumu Resulullah'tan sormuş. O'da "Evet, anana sıla ve iltifat et" diye buyurmuşlardı.
Anne hukukunun yüksekliği hususunda en meşhur hadis-i şerif şudur.
"CENNET ANNELERIN AYAGI ALTINDADIR"
İşte büütn bu ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere, İslamiyet anne olmak haysiyetiyle kadına en büyük, en muhterem bir mevkii vermiştir.


*****
Kaynaklar:
1) Kur'an-ı Kerim Meali
2) Müslim
3) İslamda Kadın Hakları, Mehmet Dikmen
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #10
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
İSLÂM’DA KADIN HAKLARI
İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhib kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (50) buyurmuştur.

Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda:
"Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’dan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız." (51) buyurmaktadır.

Başka bir hadîs-i şerîflerinde de:
"Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." (52) buyurur.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:
"Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." (53) buyurmaktadır.

Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.

Muâviye bin Hayde (r.a.) der ki; Rasûlullâh (s.a.v.)’e:
"Ey Allâh’ın Peygamberi, bizim herhangi birimizin hanımının, kocası üzerindeki hakkı nedir?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Yediğin gibi onu da yedirmek, giydiğin gibi onu da giydirmek ve yüzüne vurmamak, onu kötülememek, bir de darılıp ayrı yatmaya mecbûr kaldığında onu, ancak ev içinde yapmaktır." (54)

Başka bir hadîs-i şerîflerinde:
"Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" (55) buyurmuşlardır.

Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir:
"Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur." (56)

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda:
"Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" (57) buyurmaktadır.

Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
"Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." (58) buyurulur.

Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır. Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir. (59)

Benzer Konular

1 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
23 Kasım 2016 / beyza Cevaplanmış
7 Temmuz 2012 / kompetankedi Hukuk
14 Ağustos 2009 / ThinkerBeLL Hukuk
11 Kasım 2016 / uçan kelebeq Cevaplanmış