Arama

Masonluk ve Din

Güncelleme: 7 Aralık 2008 Gösterim: 16.842 Cevap: 5
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
22 Haziran 2006       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Masonluk Ve Din
Masonluk aleyhinde günümüze kadar yazilan eserlerde, masonlarin "dinsiz" ve "din düsmani" olduklari israrla vurgulanmistir. Masonlar ise her vesileyle bu iddialarini yalanlamis, kendilerinin bütün dinleri kabul ettiklerini, hatta ateist olanlarin masonluga alinmadigini, locaya kabul sirasinda ise üç mukaddes kitabin da bulundurulup yemin töreninin öyle gerçeklestirildigini ifade etmislerdir.
Sponsorlu Bağlantılar
Masonlarin din hususundaki görüsleri çesitli basliklar altinda ele alindi. Bu konuda kullandigimiz bütün belgeler ise, sadece kendi dergilerinden ve üstadlarinin kaleme aldiklari eserlerden seçilmis, böylece hiçbir spekülasyona yol açmamaya dikkat edilmistir.
"KAİNATIN ULU MİMARI" NE DEMEKTİR?
"O halde mabedimizi tetkik edersek, kendimizi tetkik edersek "Kainatin Ulu Mimarina" gideriz. Ve görürüzki, kainatin Ulu Mimari kendimizin içindedir."
Mimar Sinan Dergisi Yil; 25 Sayi: 27-28 Sf:40
Gerek inceledigimiz yayin organlarinda, gerekse piyasada yer alan eserlerinde, masonlarin
K .·. U.·. M.·. (Kainatin Ulu Mimari) veya Sa.·.Az.·.K.·.(Sani-I Azim-I Kainatin Ulu Yaraticis) sembolleri bahsettikleri bir Kavramlari vardir. Bu sembol bizlere ilk bakista, Islam diniyle sifatlarini ve isimlerini bildigimiz Yaraticimiza, masonlarin da aynen inandiklari intibaini verir. Gerçekte ise masonlarin ilah telakkisi çok farklidir.
Inandiklari bu varlığın özelliklerini önce kisaca özetliyelim;
Insanlar Kainatin Ulu Mimarina "tabiat", "Kainat", "enerji" gibi isimler vermekte serbesttirler, O ise insanlarla irtibat halinde degildir, peygamberi yoktur mukaddes kitap yollamaz, din göndermez, din gününe sahip degildir, levh-I mahfuzu, cenneti, cehennemi, melek ve seytan yoktur,O bir mefkure (ideal)dir. Adeta felsefi bir kavramdir. Kesin olan bir husu varsa, o da Kainatin Ulu Mimari'nin, Kur'an-I Kerim'le bize kendisini tanitan, Islam akaidindeki sifatlari ile iman ettigimiz Allah cellecelaluhu olmadigidir.
"Ölümlü Bilim"in Reddetmediği Mimar:
Ilk iktibasi mason üstadlarindan Dr. Selami Isildag'in "Masonluk Bir Ahlak Okuludur" adli kitabindan yaparak "Kainatin Ulu Mimari"ni tanimaya baslayalim;
"Bu evrenin bir mimari vardir. Buna Tanri, Allah, Total enerji (Kudreti Külliye) Salt güç (Kudreti mutlaka), Kutsal güç (Kudreti ulviye), Doga, Evren... denilebilmektedir. Bizce bu güç, ulu ve yüce'dir ve "Evrenin Ulu Mimaridir". Inkar edilemez (yadsinama), nitelendirilemez (tavsif edilemez). Olumlu bilim, akil, bilgelik, mantik bunu red edemez...
....Burada bir açiklama yapmak sterim: Olumlu bilim; Doga, toplum ve insana özgü (ait) olaylarin, gözlem (müsahade), inceleme (tetkik), deneme (tecrübe), olaylari çogaltarak, ayni islemleri yineleme (tekrar), sonucu anlatma, tartisma ve elestirmeden ve bilimsel yasalarin bulunmasindan dogar. Bu bilimsel eylemlerden geçmeyen bütün düsünü ve inançlar, bize göre dogmatiktir, bos inanç (batil)dir. Olumlu akil da, olumlu bilimden ve onun sonuçlarindan baska bir sey benimsenmeyen akil (akli selim, sagduyu)dur."
Masonluk Br Ahlak Okuludur Dr. Selami Isildag Sf:13
Ilk bakista makul gibi gözükan bu izahlardan az bir dikkatle su neticeleri çikarabiliriz:
a) Enerji, Kudret, güç, doga gibi kelimelerin siralanmasi ile mana karmasasi meydana getirilip asil maksat gizlenmistir. "Allah" yaraticinin zatinin ismi olup has (özel) ismidir. Allah Teala enerjiyi yaratmistir, fakat kendisi için "total enerji" denemez. Modern fizigin son izahlarina göre "madde yogunlasmis enerjidir." Yaratici için "enerjidir" dendigi anda yaraticilik maddeye verilmis olur ki, materyalist felsefenin izahlari kabullenilmis demektir. Nitekim "doga, evren" tanimlamalari da bizi ayni sonuca götürmektedir.
b) Yazara göre bir düsünün ve inancin kabul edilebilir olmasi için su bilimsel eylemlerden geçmesi gerekir:
Gözlem, inceleme, deneme, yineleme, sonucu anlatma, tartisma, elestirme ve yasalarinin bulunmasi. Buna göre diyebiliriz ki;
Yaratici eger bu kistatslardan geçiyorsa, ona zaten yaratici denmez. Çünkü yarattiklari için geçerli metodlar kendisine de tatbik edilmistir.
Sonuçta sunu diyebiliriz: Dr. Selami Isindag, müslümanlarin anladigi manada degil de batil felsefelerin ileri sürdügü anlamda, yaraticiligi süpheli bir kavarami örtülü olarak ileri sürmektedir.
Yukaridaki sonuçlari ispatlayici mahiyetteki fikirlere Selami Isindag'in baska bir eserinde, daha net sekliyle rastlamaktayiz.
"Masonluk Allah telakkisine olan inanç, bütün kainata ait külli bir kudret seklindedir. Bundan dolayi Allah, masonlukta alemin, kainatin Ulu Mimaridir. Buna tabiat da denebilir.
Otuzuncu Derece Rituelinin Tetkiki. (Türk Mason Dergisi Gerçek Aeropaji) Dr. Selami Isindag Gün Matbaasi 1966 Sf: 41
Masonluk, Allah yani Kainatin Ulu Mimari inancinda çok akli ve ilmidir. Çünkü daha evvel zikredilen Allah tavsiflerinin götürecegi bedihi istikametten de anlasilacagi gibi, yirmi dokuzuncu derecede Allah, tabiat kuvveti ve hakiki kemalden dogan "mutlak ilim" olarak gösterilmistir. Yani Allah fikrinde, biri tabiat kuvveti digeri hakiki kemal olmak üzere iki unsur kabul edilmistir. Bu takdirde Allah'in herseyi meydana getiren ve kainati ihata eden "Enerji" oldugu tahakkuk etmistir.
(A.g.e. Sf:54)
Meselenin MADDE çerçevesinde mütalaa edildigi burada daha sarih bir sekilde görülmekte. "Kainatin Ulu Mimari" tabiat kuvvetlerini yaratan degil, aksine bu kuvvetlerden mütesekkil bir güç olarak izah edilmektedir. Bu durumda yaraticiligin (herseyin ilk sebebi olma da diyebiliriz) maddeye verildigi, bunun tabii sonucu olarak Allah (c.c.)a "tabiat" veya "enerji" dendigini görüyoruz. Bu batil inancin materyalist felsefenin kamufle edilmis sekli oldugu söylenebilir.
Masonlarin bu inanç paralelinde, materyalizm bir diger tezini de savunduklarini müsahade ediyoruz: Maddenin ezeli ve ebedi (bassiz sonsuz) oldugu iddiasi.
Ezeli ve Ebedi Maddenin Doğurduğu "Ulu Mimar"
"Allah mefhumunu saf ilim ve akil yolunda alan Masonluk, dinlerin malik olamlari icabeden vasiflari hakkinda da, buna uygun bir görüs tarzina sahiptir. Filhakika mevcut dinlerin hepsine saygi göstermekle beraber, onlarin esas prensiplerinden biri olan "ruhun ölmezligi" inancini, reddetmis. Daha birinci derecesine, herseyin maddeden dogdugunu ve maddeye avdet ettigini, bizden kalacak yegane seyin hakiki mahiyetimiz ve olgunlugumuzun hatirasi oldugunu söylemesi bunun delilidir."
Otuzuncu Derece Rituelinin Tetkiki. (Türk Mason Dergisi Gerçek Aeropaji) Dr. Selami Isindag Gün Matbaasi 1966 Sf.54
Masonluga yeni girmis bir sahsin dini görüslerinin daha 1. Dereceden itibaren nasil tashih edilmeye baslandigini görüyoruz. Dine saygi görünüste devam etmekte fakat materyalist egitime de hemen geçilmektedir.
Çünkü Masonluk; evrenin ulu mimari mefhumunu, mutlak bilgi, Kemalin son asamasi ve total enerji olarak telakki etmistir. Evrende bulunan herseyin belirli ve ayni atomlardan olustugu ve bunun toplam olarak total enerjiyi meydana getirdigini, gerçekte kaybolusun olmadigini, ancak degisme ve atomlarin dolasimindan söz edilebilecegini ileri sürmekle çagdas bilimsel gerçeklere dayanmistir. Bu gerçekleri kendine prensip, doktrin, ögreti ve iman olarak almistir.
Mason dergisi, Sayi:82/5-1971 Sf:20
Maddenin ezeli ve ebedi olmadigi, bir baslangicinin ve sonunun oldugu bütün bilim adamlarinca kabul edilmektedir. "Madde Ezeli Degildir" Bölümünde bu konu izah edilmistir.
"Masonluk madde ve kudretin tahaffuzu nazariyesini, kudretin kayip olmayip ancak tehavvül ettigini ve her hadisei hayatiyetinin bir devir oldugunu, Kudertin madde gibi ezeli ve ebedi oldugunu kabul etmis;..
Büyük Sark Ikinci Kanun, Subat 1934 No:14 Sf.21
Sürekli olarak Allah'tan (c.c.) bahseden masonluk, aslinda materyalisttirler. Allah'in varligina inanmazlar. Bu aldatıcı felsefeyi benimseyen masonlar, materyalistlerle ayni görüsleri paylasirlar.
"Materyalizm dünyanin ezeli ve ebediligini (öncesiz sonrasizligini), Tanri tarafindan yaratilmis olmadigini ve de zaman ve mekanda sonsuzlugunu kabul eder."
Materyalist Felsefe Sözlügü Sosyal Yayinlar Sf:326

"Maddeye dialektik materyalizm tarafindan izafe edilen özelliklerden bir baskasida onun zaman ve mekan içindeki sonsuzlugudur. Bu düsünceye dialektik materyalizmin tam manasiyla bir mevzuasi (kabul edilmis esasi)demek yerindedir."
Bugünkü Sovyet Ideolojisi Gusstav A. Wetter Kültür Bakanligi Yay. 233 Sf:54
Marksist ideolojinin yayginlasmasinda önemli bir yeri olan George Plitzer ise bu hususu söyle dile getirmekte:
"Iste felsefenin temel sorunu budur.
Böyle bir sorunun, soruyu ne sekilde sorarsak soralim, ancak mümkün iki yaniti olabilir.
Ya madde (varlik, doga) basi sonu olmayan, sonsuz ilk'tir,
- ve ruh (düsünce , bilinç) bundan türemistir.
Ya da ruh (düsünce, bilinç) basi sonu olmayan, sonsuz ilk'tir, - ve madde (varlik, doga) bundan türemistir.
Iste birinci yanit, felsefi materyalizmin temelini olusturur.
Felsefenin Tmel Ilkeleri George Politzer Sol Yayinlari Sf:168
"Kainatin Ulu Mimari" Tabirini Ortaya Atmaktaki Gayeleri
Tahmin edilecegi gibi, masonlarin açik bir sekilde Allah'i reddetmeleri tepkilere yol açacak ve yayilmak istedikleri çevrelerden soyutlanmalarina sebep olabilecektir. Bu durumda, kendi tabirleri ile "formüller" ortaya atarak itikada dayali Allah inancini dolayli yoldan reddetmek, masonik çalismalar açisindan daha verimli olmaktadir.
Asil maksatlarinin bir kavram kargasasi meydana getirmek oldugu söylenebilir. Dergileinde bu hususu ispatlar mahiyetteki ifadelere rastlamak mümkündür:
"Sizler Allah'I, kader, tabiat, kanun, kuvvet gibi zeka ve ruhunuzun temayülüne, inanç ve idrakiniza göre herhangi bir isimle adlandirabilirsiniz"
Mimar Sinan 1982- S: 45 Sf:34

"Allah tabiri yerine 'yaratici bir prensip' tabirini ikame ederek herkesin diledigi sekilde izah ve tefsir edebilecegi "Ka.·. U.·. M.·.'rı formülü etrafinda toplanmislardir."
Büyük Sark 1934 No:17 Sf:14
YARADILISI REDDETMELERI VE EVRİM İNANCI:
Bilimsel hiç bir özelligi olmadigi halde kamuoyunda halen tartismalara neden olan Evrim Teorisi Türkiye'ye ilk defa Masonlar tarafindan sokulmus ve bilimsel bir görünüm verilerek Din aleyhinde kullanilmaya baslanmistir. Konu ile ilgili Mimar Sinan Dergisinin izahi su sekildedir:
"Bizde de Osmanli Imparatorlugu sinirlari içinde Ahmet Mithat Efendi'nin Msn Star 1873 yilinda kendi çikardigi "Dagarcik" dergisinde "Dünyada Insan Zuhuru" adli kisa makalede Lamarck'in "Dönüsüm" teorisine dayanarak insanin maymundan türedigini bildirmesi üzerine Istanbul din bilginlerinin tepkisine yol açti."
Mimar Sinan Dergisi Sayi:39, Sf:38
Masonlar Evrim teorisini kabulle yetinmeyip, bunu topluma da yayma ve benimsetmenin en büyük görevlerinden biri oldugunu söyle ifade etmektedirler.
"Hepimize düsen en büyük insancil ve Masonik görev, olumlu bilim ve akildan ayrilmamak bunun "Evrimde en iyi ve tek yol oldugunu benimseyerek, bu inancimizi inasnlar arasinda yaymak halki olumlu bilimlerle yetistirmektir."
Türk Mason Dergisi Sayi:25-26 Mart 1977, Sf:59
19. yüzyilda en sistemli seklini, DARWIN'in teorisiyle bulan Evrim düsüncesini günümüzde hala bir teori olma vasfini korumaktadir. Darwin'in ileri sürdügü sekliyle kabulünün imkansizligi anlasilinca birçok revizyona maruz kalan evrim teorisi, aleyhindeki bütün ilmi verilere ragmen bir Kanun gibi takdim edilmektedir.
Diger bahislerde de görülecegi gibi masonlar, yaratilis mevzuunda Kur'an ayetlerini cephe almislar, körü körüne baglandikalri evrim teorisini kanun gibi ielri sürmüslerdir. Geçersizligi artik ilmen kesinlikle anlasilmis olan hususlari, teorinin lehinde deliller olarak ileri sürebilmislerdir.
Masonlarin evrimi savunan izahlari çok afzladir. Bu sebeple meseleye degisik yönleri ile ortay koyan izahlaradn bir kaç örnek vermekle yetinilmistir.
(Evrim ile ilgili bilimsel cevaplar EVRIM TEORISI ve GERÇEKLER bölümümde verilecektir.)
Teoriyi Kanun Gibi Takdim Gayretleri:
"HAYATI OLUSUN VE TEKAMÜL GERÇEKLERININ TEMEL KANUNU:
.... Bu görüse göre Lamarck ve Darwin Jeoloji, Paleontoloji, Embriyoloji, Anatomi ve belgelere dayanarak ispat ettiler ki, bütün canli varliklar bir hücreden baslayarak en az yüzmilyon yil süren bir zaman içinde Lamarck'a göre ortama uyarlik ve kalitim; Darwin'e göre de hayat mücadelesi ve istifa ile morfolojik ve fizyolojik bir sürü tekamül basamaklarini asa asa, kaliptan kaliba geçe geçe bugünkü varliklar türeyip gelmistir."
Mimar Sinan Mart 1968 S: 5 Sf:26
Modern biyoloji, biomatematik, genetik, paleontoloji, antropoloji vs. bilim dallarindaki son gelismeler Darwin ve Lamarck'in görüslerinin geçersiz oldugunu göstermistir. Evrim teorisinin bir ilim degil, inanç sistemi oldugunu, evrimci Mattews söyle ifade etmektedir.
"Evrim düsüncesi Biyoloji'nin bel kemigini teskil eder. Böylece biyoloji yaratilis hususunda özel bir pozisyonu olan ve ispatlanmamis bir teori üzerine bina edilen bir ilimdir. Bu evrim teorisi bir ilim midir, yoksa bir inanç sistemi midir? Bu haliyle evrim teorisi bir ianaç sistemidir. Çünkü delillere degil, kabullere dayanmaktadir.
INTRODUCTION TO THE ORIGIN OF SPECIES L. Harriosn Mattews 1971, XI
Dine Karsı Darwinizm
Hz. Adem aleyhisselamin yaratildigina dair bir ayeti kerimede söyle buyrulmaktadir.
"Ey Insanlar, sizleri bir tek sahistan (Hz. Adem'den) yaratan, o sahistan da esini (Havva'yi) vücuda getiren, ikisinden birçok erkeklerle kadinlar üreten Rabbinizden korkun ve günah yapmaktan sakinin." (Nisa Suresi:1)
Masonlarin görüsü ise su sekildedir:
"Bugün, artik en uygar ülkelerden, en geri kalmislarina kadar tek geçerli bilimsel Kuram Darwin'in ve onun yolunu izleyenlerinkidir. Ama kilisede batmadi, diger dinlerde. Yine dinsel ögreti olarak kutsal kitaplardaki Adem ile Havva efsanesi ögretiliyor"
Mimar Sinan 1980, S: 38 Sf:18

Darwin'in evrim (tekamül) kurami (nazariyesi) dogada olusan pek çok olayin Tanri isi olmadigini gösterdi.
Mason dergisi Aralik 1976 Mart 1977 S: 25-26 Sf. 14
Materyalistler ise teori hakkindaki düsüncelerini masonlarinkinden daha cesur bir sekilde belirtmislerdir.
"Darwin Evrim Teorisi, tabiata iliskin idealist görüslere öldürücü darbe indirmis ve Dialektik Materyalist görüsün temeli olmustur."
"Materyalist Felsefe Sözlügü Sosyal Yayinlari Sf:149

"Darwinizm, Marksist felsefeyi destekleyen, gerçekligini kanitlayan ve gelistiren bir dizi gerçegi takdim etti. Darwinist evrimci fikirlerin yayilmasi, toplumda bir bütün olarak Marksist düsüncelerin emekçi halk tarafindan kavranilmasi için elverisli zemin yaratti... Marks, Engels ve Lenin, Darwin'in düsüncelerine büyük deger verdiler ve bunlarin tasidigi büyük bilimsel öeneme isaret ettiler, böylelikle bu düsüncelerin yayginlasmasina hiz kazandirdilar."
Karl Marx Biyografi Öncü Yayinevi Sf:368:54
Dine Karsı Darwinizm
Masonlarin evrim teorisi ile ilgili yazilarini incelerken bir nokta dikkatimizi çekmektedir. Her vesileyle "olumlu bilim" den bahseden bir tip doktoru, nasil olupda sahteligi kitabinin basim tarihinden 13 sene önce anlasilan bir kafatasini evrime bilimsel bir delil olarak gösterilebilmektedir. Gerçekte bilimselligi kendilerine prensip edindikleriniiddia eden masonlar kafatasi sahtekarligi yapan C. Dawson ile ayni sahtekarligi paylasmaktadirlar.
Dr. Selami Isindag sunlari söylemektedir:
"Arastirmalara göre, XIX. Asrin sonlari ile XX. Asrin baslarinda Ingiltere'nin Sussax Kontlugunda ve Piltdown bölgesinde bulunan iskeletler, insan ile maymun arasinda bir taslak mevcuda aittir. Bu taslaga, iki ayak üzerinde yürüdügünden (Ayakta duran insan maymun-Pitocantrus erektus) ismi verilmistir. Yani evvela yüksek maymunlar, sonra da Tantativ Men ve sonrada insan, gelmis gibi görülmektedir."
Otuzuncu Derece Ritüelinin Tetkiki Dr. Selami Isindag 1966, Sf:34
1912 de sansasyonel bir haber olarak ilim dünyasina takdim edilen Piltdown admi'nin profesyonel bir sahtekarlik mahsülü oldugu ancak 41 sene sonra, 1953 Kasim'inda anlasildi: Meydan Larousse'un Piltdown bahsinde söyle denmektedir:
Nihayet filuor metoduna dayanilarak yapilan son kronolojik arastirmalar kafatasinin ancak birkaç bin yillik oldugunu ortaya çikardi. Orangutana ait çene kemigindeki dislerin ise suni olarak asindirildigi, fosillerin yaninda bulunan ilkel araçlarin, çelik aletlerle yontulmus adi birer taklit oldugu anlasildi. Bu sahtekarligi yapan muhtemelen Dawson'dur".
Meydan Larousse Cilt 10 Sf:133
Diyalektik Materyalizme Olan Sadakatları
Diger hususlarda oldugu gibi, toplumun evrimi izahinda da materyalist izahlarla masonik izahlar arasinda tam bir paralelelik göze çarpmaktadir. Marksist Felsefe'nin Kurucularindan Engels ile bir masonun asagidaki izahlarini birbirinden ayirt etmek imkansiz;
"Bilinç, toplumsal bir üründür ve dil'e simsiki bagimlidir. Dil olmaksizin bilinç de olmaz. Çünkü dil baskalari için gerçeklesen partik bilinçtir. Ön ayaklarin ellesmesi ve ellerin emekte kullanilmasiyla baslayan insanlasma, zorunlu toplumsallasma olgusundan geçerek, Dil-Bilinç olgusunu meydana getirmistir."
Mimar Sinan 1982, S: 44 Sf:54
Engels'de kitabinin "Maymundan Insana Geçiste Emegin Rolü" adli bölümünde sunlari söylemekte:
"Doga üzerindeki egemenlik, elin gelismesiyle, emek ile basladi ve her yeni ilerleme de, insanoglunun ufkunu genisletti... Önce emek, sonra onunla birlikte dil, bir maymunun beynini etkileyen ve en öenmli iki dürtü bunlardir."
Doganin Dialektigi Friedrich Engels Sol Yayinlari Sf:220,221
DİNLERİN EVRİM GEÇİRDİĞİ İNANCI:
Masonlar, insanin biyolojik evrimine inandiklari gibi, dinlerin de toplumla beraber evrimlestigine inanirlar. Bu inançlarina göre, ilkel insanlar (!) sebebini bilmedikleri tabiat olaylari karsisinda bu güçleri ilahlastirmis, belli nesnelere ilahlik isnad etmislerdir. Zamanla ilah mefhumu soyutlasmis ve ialhlar da bire inmistir. Masonlar tarihi bir seyir içinde gerçeklestigini zannettikleri dinler hakkinda ki bu tür bir inanisi kabul ederler. "Biz bütün dinlere inaniyoruz" derlerken, aslinda onlari bu çerçeve içinde, reddedilmez bir sosyolojik gerçek olarak kabul ettiklerini ifade etmektedirler. Oysa gerçekte, ilk insandan itibaren var olan, insanin kendi uydurmasi olmayip, vahiyle sabit tevhit akidesinin varligi reddetmeleri, birçok masonun Islam dinini kabul etmedigini bu yönden de ortaya koymaktadir. Bütün peygamberlerin tevhid inanci getirdiklerine delil bir ayeti kerimede söyle buyurulmaktadir:
"Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki, ona söyle vahy etmis olmiyalim: "Gerçek su ki, benden baska ilah yoktur. Onun için bana ibadet edin." (Enbiya Suresi, 25)
Materyalist tarih analayisinda ise Insanin Evrimi Kabulune Bagli Olarak dinin evrimi savunulmaktadir.
"Dinin belirleyici temel karakteristigi, tabiatüstü'ne inançtir. Marksizim, Din'i, sosyal bakimdan sartlandirilmis, geçici bir fenomen olarak görür. Uzun bir tarihsel dönem boyunca, insanlar din nedir bilmiyorlardi. Din, Ilkel Komün sistemi'nin gelismesinin belirli bir evresinde, kavranilmayan bazi tabiat güçleri önünde insanin güçsüzlügünün bir yansisi olarak vücüt bulmustur."
Materyalist Felsefe sözlügü Din Bahsi Sosyal Yayinlar Sf:112
Masonlar ise, dinlerin gecirdigi evrim sonucu insanlarin tek ilah fikrine nasil vardiklarini (!) söyle anlatmaktadir.
"Din: Ilkel insanlar, doga olaylarinin gücüne ve büyüklügüne bakarak doga üstü güce inanmis ve böylece ilkel dinler olmustur.
Türk Mason Dergisi Ocak 1951 S: 1 Sf: 8

Görülüyor ki, Goril tipi Cava adamindan ve bir milyon yildan beri inanç akimi süreci bakimindan gele gele tek Tanri kavramina ulasmis bulunmaktayiz."
Mimar Sinan Dergisi 1983 S: 47; Sf:24
Bu hususta Cumhuriyet gazetesi ile masonlarin tam bir dayanisma içinde olduklarini görmekteyiz. Cumhuriyet gazetesi kurucusu Yunus Nadi'nin de mason oldugunu hatirlatmakta fayda görüyoruz.(Bkz. Mason Gazeteciler Bölümü)

Masonluk ve Din-2
VAHYİN ve PEYGAMBERLİĞİN İNKARI
Isa, prensiplerini, bütün yukarda belirtilen fikirlerin kayanasarak yasadigi Güney Dogu Anadaolu ile Mezopotamya bölgesinden derlemedi mi? Muhammed Islamiyetin esaslarini ayni bölgeden ilham alarak tespit etmedi mi?"
Mimar Sinan Dergisi Yil:4 S: 19 Sf:19
Bu izahdan, masonlarin, Islamin esaslarinin vahiy kökenli degil de çok zeki bir zatin bölge meselerinden ilham alarak getirdigi prensipler oldugunu ileri sürdükleri görülüyor. Bir baska yerde ise söyle denmekte:
"Incil'de açiklanan hakikatlarin devaminda kalmayi seçen, Islamin Peygamberi, Kur'an'in 'Kitaba Inanlar' diye tanimladigi kimselerle hosgörülük, dürüstlük ve hatta dostluk münasebetleri kurmaya çalismistir"
Mimar Sinan 1977 S: 25 Sf:48
Peygamberler hakikatleri Allah cellecelaluhu'dan alirlar. Oysa masonlar Peygamber Efendimiz aleyhisselam'in Incil'den ilham aldigini ve istedigi hakikati oradan seçip Kur'ani yazdigini ileri sürmekteler.
Üstad masonlardan Cemil Sena bu tür iddialari ispatlamak için sayfalarca yazdiktan sonra adeta kendince müslümanlari teselli mahiyetinde sunlari söylemekte:
"Bu itibarla Hz. Muhammed'in yüce mistik dehasinin gerçeklendirdigi büyük dinsel ve uygarsal devrimin kaynagi Tanrisal olmasa bile, onun kutsal büyüklügü asla küçülmez."
Hz. Muhammed'in Felsefesi Cemil Sena Remzi Kitabevi Sf:44
AYETLERI AÇIKÇA YALANLAMALARI:
Bu husuta bir örnek vermekle yetinecegiz. Kur'ani Keim'i iftira ederek bir insan sözü olarak kabul eden masonlar, asagida görülecegi gibi, Allah'ın açık hükümlerini sözde yerel bir kültürün etkisiyle ortaya çıkmış kurallar gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Domuz etinin haram oldugunu bildiren ayeti kerimelerden birinde söyle buyrulmaktadir:
"(Ey Resulüm) de ki: - Bana vahyolunanlar içinde, yiyen bir kimsenin yiyecegi arasinda, dedigimiz gibi haram edilmis bir sey bulmuyorum. Yalniz haram olarak sunlar vardir: Ölü, yahut akitilan kandan, yahut domuz eti ki, o süphesiz bir pistir, yahut Allah'dan baskasinin adina bir fisk olarak bogazlanan. Bununla beraber her kim bunlarda da çaresiz kalirsa, tecavüz etmememek ve zaruret miktarini asmamak üzere yiyebilir." (Enam Suresi, 145)
Masonlar ise su sekilde düsünmektedirler:
"Kybele'nin Bir de kocasi vardi ve o da Tanrilar'dandi. Adi; Anis, Adon, Adonay veya Adonis idi. Bitkisel hayatin mevsimlere göre canlanip ölmesini yönetirdi. Her ilkbaharda dogar, kis baslarinda ölürdü. Suriye toplumlarindaki inanca göre, Anis'i bir yabani domuz öldürdü. Iste "Sami" irklarda domuz eti yemenin haram telakki edilmesi, Anis'i öldüren domuza karsi duyulan kin ve nefretten kalmis ve Islam dinine kadar gelebilmistir."
Mason Dergisi S: 82/5 Sf:12
Bu iddianın asılsız ve saçma olduğu çok aşikardır. Kuran"ı Kerim'de, o dönemin toplumlarında yerleşik olan pek çok yanlış inanç, gelenek, adet ve uygulama ortadan kaldırılmış, yerine hep Allah'ın insanlar için seçtiği güzel ahlak ve hak din hükümleri getirilmiştir. Gerçek bu iken Kuran ile dönemin kültürleri arasında ilişki kurmaya çalışmak, sadece artniyetin ve cehaletin bir sonucu olabilir.
Bu bölümle ilgili son sözü Kur'an-i Kerim'e birakiyoruz:
"Yoksa, Kur'ani kendisi mi uyduru mu, diyor müsrikler? O halde söyle de: - Haydi onun gibi uydurma on sure getirin ve bunun için, Allah'dan baska gücünüzün yettiginide çagirin. Eger dogru söylüyorsaniz, bunu yaparsiniz." (Hud Suresi, 13)
"(Resulüm), simdi seni tekzip ettilerse (yalanladilarsa), senden önce o açik mucizeleri, hikmetli sahifeleri ve nurlu kitabi getiren peygamberlerde tekzip olundu." (Al-i İmran Suresi, 184)

"Bir dinin tesirinden hala kendini kurtaramayan Masonik prensip ve hakikatleri kavrayamayan Masonlarin bol miktarda mevcudiyeti çok üzücüdür."
Mimar Sinan S: 4 Sf:40
MELEKLERİN INKARI
Meleklere iman hakkinda bir ayeti kerimede söyle buyrulmaktadir:
"Peygamber (Aleyhissellam) ve müminler, Rabbinden kendine indirilene Kur'ana iman ettiler; hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarina ve peygamberlerine iman eylediler." (Bakara Suresi, 285)
Bu hususta bir masonun görüsü ise su sekildedir:
"Vermis oldugumuz bu kisa bilgiler bile, Melek denilen, peygamberler döneminden sonra artik kimseye görünmeyen sözde varliklarin, hemen bütün dinlerde, birbirine benzeyenn ya da birbirini andiran sembolik tasarimlardan ibaret olduklari anlasilmaktadir."
Mason Dergisi S: 81/4, Sf:26
RUHUN ÖLMEZLİĞİNİN, AHİRET HAYATININ İNKARI
Ruh ve Ahiret hakkinda ayeti kerimelerde söyle buyrulmaktadir.
"(Ey Resulum) bir de sana ruh'dan (ruh'un hakikatindan) soruyorlar. De ki; ruh Rabbimin bildigi bir istir ve size ilimden ancak az bir sey verilmistir." (İsra Suresi, 85)
"Sonra Allah onu (seklini)düzeltip tamamladi ve bizzat kendi kudretinden ona bir ruh koydu. Sizin için kulaklar, gözler, kabler yaratti. (Allah'in size verdigi nimetlere karsi) sükrünüz pek az.
Bir de (kiyameti inkar edenler): "Arzda, topraga karisip kayboldugunuzda mi; cidden biz mi, yeni bir yaratilista olacagiz?" dediler. Dogrusu onlar, Rablerinin huzuruna varacaklarini inkar eden kafirlerdir." (Secde Suresi, 9- 10)
Bazi masonlarin ise bu hususta fikirleri su sekildedir:
"Ruhun ölmezligi dogmasi, Tanri'nin varligi dogmasi kadar eskidir."
Mimar Sinan 1977 S; 24 Sf:32
"Ölümden sonra hayat var mi?
Insanoglu bu sorunun cevabini henüz vermis degil"
Mimar Sinan 1977 S: 24 Sf:8

"Ruhun ölmezligine inanmak, imgeye (hayal) kapilmaktir."
Mason Dergisi Ocak 1975 Sf:8

Beseriyet de RUH fikri, ölüm korkusundan, daha dogrusu birden bire 'YOK OLUSUN' kabul edilememesi, bu korkunun elem ve azabinin hafifletilmesi düsüncelerinden dogmustur."
Türk Mason Dergisi 1965 S: 59 Sf:3036

"Tamamiyle rasyonalist ve pozitivist olan Masonlugun ölüm sonrasinda bir alem kabul etmesine imkan yoktur."
Otuzuncu Derece Ritüelinin Tetkiki Dr. Selami Isindag 1966 Sf:39
Masonlar maddeden bagimsiz, metafizik manada bir ruhun varligini kabul etmemektedirler. Yukaridaki izahlar böyle bir maddeci zihniyetin yansimasidir. Ilmi bir deger ifade etmemekte fakat masonlarin materyalist felsefeye olan bagliliklarini sergilemeleri açisindan anlam tasimaktadirlar.
Ruh hakkindaki masonik görüsler "Masonluk, Dialektik Materyalizm Iliskisi" adli bölümde karsilastirmali olarak tekrar ele alinmistir.
CENNET ve CEHENNEMIN İNKARI
"Ve sonra kulli ve ilahi iradenin kabulü , daha birçok mistik inançlarinda kanulünü icap ettirir. Bilinmeyen, müsahede ve isbat edilmeyen ahiret alemi, dinlerin kabulünü emrettigi bu mevhum alem, bunlarin arasindadir.
Türk Mason Dergisi Ekim 1968 Sf: 3724

Burada, eger 'kulli ve ilahi' irade kabul edilirse, pesinden hangi inaçlarin gelecegi hatirlatilmis, görüldügü gibi cennet ve cehennem için "mevhum" (hayal mahsulü, var sanilan) tabiri kullanilmis, açikça reddine gidilmistir.
"Ilahiniz tek bir ilahtir. Ahirete iman etmiyenlerin kalbleri gerçegi idrak edici degildir. Onlar, Allah'in birligine iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlerdir." (Nahl Suresi, 22)
"Insanlari Allah yolundan çevirenler ve o yolu egri (çarpik) bir hale getirmek isteyenler, iste onlar ahireti inkar edenlerdir." (Saffat Suresi, 45)
KADERİN İNKARI
Asil gayeleri kaderi terk etmek olan Masonlar "olumlu bilim" den ayrilmadiklarindan, bu inanisin de sebeplerine (!) inmisler, kendilerince açiklamaya çalismislardir:
"Tesadüf diye adlandirilan olaylar insan yasaminda öenli yer tutar... Bazi toplumlarda bu raslantilar 'alin yazisi' 'kader' gibi ilahi anlamlarla baglanmistir...
Insan, dogal baskilarin etkisinden kurtulabilmek amaciyla kader ve tesadüfün mistik kurtariliciligina siginmayi rahatlatici bulmustur."
Mimar Sinan Yil:4 S: 15 Sf:46-47

Görüldügü gibi masonik prensiplerin kabul ettigi hemen hemen hiç bir akaid bahsi kalmamistir. (Kader hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Zamansızlık ve Kader Gerçeği)
Iste bütün bu özelliklere sahip bir haricinin (henüz mason olmamis, aday sahis) beyani ve kendisini imtihan eden masonlarin takdirini toplayarak, "Nuru Ziyaya" kavusmasi:
"Muh. Mah.imizde niyabeten Teksiri icar edilen bir B. miz bu suale karsi: "Benden bir vazife istiyebilecek bir Halik tanimiyorum!" cevabini almisti. Imtihanlari esnasinda hep gayrete geldik, kendisini sikistirdik. "Evet dedi, benim kainatta hüküm ferma olduguna kaanat ettigim Kudert'I Fatira insanlarla görüsüp konusmaz, kurallardan seçtigi vekiller vasitasiyla bana yazili kanunlar, kitaplar göndermez; benden vazife degil, yaptiklarindan hiçbir sey beklemez. Insanlarin vazifeleri ancak nefislerine ve birbirlerine karsidir." Bu izahat üzerine hepimiz gayrete geldik, bu çok yüksek mefkureli biraderimizi Klisaya kurban etmekten kurtarmak için çok ugrasildi ve nihayet N. ziyaya kavusabildi."
Büyük Sark Subat 1932 No:45 Sf:21
Fakat masonlarin arasina herzaman "çok yüksek mefkureli" sahislar girmeyebilir. Gerçimasonluk bünyesinde "yönlendirilebilir" nitelikte sahislar olmaya dikkat eder, fakat yönlendirilmekte direnen sahislar da çikarilabilir. Bu iki husus masonlar tarafindan asagidaki sekilde dile getirilmektedir.
Masonluk saliklerinden din, irk, mezhep, milliyet, felsefe ve siyasal kanaaat farkini evvela gözetmez, fakat sonra bunlarin Masonik prensip ve doktrinlere uymayan taraflarini yontmak ve gidermekle (Ham tasi yontmak, mikap tasi cilalamak) bu farklari ortadan kaldirarak ilim, akil ve hikmete tamamiyle intibak etmis arifler, hakimler meydana getirmek ister. Fakat sonra bunlarda, Masonik ana prensiplere uygun, tahditler yapar. Masonluk saliklerine, kendi doktrinlerine uyan bir karakter saglamak amacindadir ve Masonlugun bu doktrinler tarafindan meydana getirilmis prensipleri, sistemi ve özü vardir."
Dr. Selami Isindag Masonik Dialog Sf: 16
İSLAMİYETE KARSI TUTUMLARI
Masonik prensipler dogrultusunda bir din fikrine sahip olan, üst derecelerdeki üstad masonlar, hak din olan islamiyete karsi bilinçli bir sekilde cephe almaktadirlar. Sadece üyelere mahsus bir brösürde "Büyük Üstad" söyle seslenmekte:
Medreseler, minareler yikilmadikça, yani skolastik düsünceler dogmatik inanislar ortadan kalkmadikça fikirlerdeki esaret vicdanlardaki izdirap da kalkmayacaktir."
Ülkü Muhterem Mahfili Nesriyati
1952-53 seneleri çalisma Raporu, Süha Selçuk Basimevi, S: 12-13


"....Nasil ki Meclisi Millide, hiç münasebet almadigi halde camiin siralarindan yükselen ezan sesi: Ben yasiyorum, ölmedim, ölmeyecegim diyen onun "Essela"sindan baska bir sey midir? Memleket münevverlerinin samiasini tahris eden bu ses, hepimize ikaz ve basiret vazifesini ihtar eden bir sayhadir."
[BÜYÜK ÜSTAD HAYDAR ALI KERMEN HATIRASI"
Brosürü - Birlik Tek...Muh... Mahfili Yayini - 1949 - No:1, sf:10]

Dinleyici sirlarindan yükselen ezan sesinin masonlara azap verdigini müsahede etmekteyiz.
"Ben yasiyorum, ölmedim" diye bahsedilen ise Islam dinidir ve masonlarin öldüremedikerinden yakindiklari "Essela" yani namaza davet de dinin en önemli sembollerindendir.
Ayni sekilde, masonlarin günümündeki materyalistler de Islama düsmandir. Her defasinda basa geçtikleri zaman Islamin ahkamini kaldiracaklarini ifade etmektedirler. Cumhuriyet Gazetesi yazarlarindan Yalçin Küçük söyle demektedir:
"Okul ve resmi dairelerdeki cami ve mescitlerin tümünü kapatacagimizdan kimsenin kuskusu olmasin... Sosyalist hükümetimizin ilk sahasinda minarelerdeki tüm hoperlörleri sökecegimizi simdiden açiklamakta yarar buluyorum"
[Yalçin Küçük - Yeni Gündem -3-9 Mayis 1987, sf.31]

"En feyizli, en verimli devrini Türkiye Cumhuriyetinin sinesinde yasamakta olan Türk Mas...lugu, milli inkilaplarla hemahenk bir sekilde yükselebilmek için eski devirlerin taassubuna, cehalete, zulmete karsi kendisini muhafaza maksadile büründügü zirhlardan, engellerden, bu itila ve inkisafa mani bulunan agirliktardan ve zincirlerden artik kurtulmak vaziyetine gelmisti. hala korkulu rüyalar görmek, hala (Ya hafiz) levhalarinin efsaneli ve efsunlu gölgelerine siginmak bu terakki ve tekemmül asrinda hiç de yakisik alamazdi."
[BÜYÜK SARK -Eylül. Tesrini evvel - 1923 - No:12, sf:22]

"Zirhlardan" kurtulma safhasinda masonlarin attiklari seylerin basinda "efsaneli ve efsunlu" yani masal ve büyülü "Ya Hafiz" levhalari gelektedir. Daha açik bir ifadeyle, MASAL yerine konulan Allahu Tealanin güzel isimlerinden olan "Hafiz = Esirgeyen, koruyan" ismidir bu baslica engel. (!)
Masonlar, bölüm boyunca özetlemeye çalistigimiz din hakkindaki bu görüslerini basina yansitmamaya özen gösterirler. Nitekim, Nokta dergisine bu hususta verilen cevap söyledir:
"Nokta: Toplumda "masonlar dinsizdir" diye bir kani var?
MülküS: Evet, o çok ters bir müsahade, yanlis, tamamen yanlis bir müsahade. Biz bir kimseyi mason olarak aramiza kabul edebilmek için ön sart Allah inanci arariz. Yani yüce bir kudrete inanmayan bizim için mason olamaz ama bu Hiristiyan olabilir, Musevi olabilir. Müslüman olabilir ama mutlaka bir inanci olmalidir, yani ateist ise biz onu almayiz."
[NOKTA, S: 40, Sf:31]
Bu cevap, masonlarin din deyince ne anladiklarina baglidir. Hiç süphesiz masonlar arasinda, gerçek manada dindarlar bulunabilir. Bu sahislar, mahiyetini tam olarak bilemediklerinden mason olmus olabilirler. Fakat nüfus cüzdaninda `Islam' yazan ve kendisinde "Islamiyeti kabul ediyorum" diyen bir mason, eger Onu, sadece sosyolojik bir olay ve bir sahsin ideolojisi olarak görüyorsa, ayrica, Kur'an-i Kerim'in izahlarinin (muhtevasinin), masonik yayinlarda yazilan ve yukarida inceledigimiz gibi tesekkül ettigine inaniyor ve iddia ediyorsa, sehadetinin manasi olmadigi açiktir. Nitekim, Kur'an-i Kerim, mümin ve inkarcı arasinda bir üçüncü zümrenin tarifini yapar ki, zahiren "kabul ettik" diyen bu sahislar, aslinda gizli olarak bütün ahkami (Kuran hükümlerini) çürütmeye çalisan münafiklar toplulugudur.
Bu hususa delil bazi ayet-i kerimelerde söyle buyrulmaktadir:

Insanlardan bir kismi vardir ki, biz Allah'a ve kiyamet gününe inandik derler. Halbuki onlar, iman edenlerden degillerdir." (Bakara Suresi, 8)
Kalblerinde bir hastalik olanlarin ise, bu süreler, küfürlerine küfür katti ve kafir olarak ölüp gittiler. (Tevbe Suresi, 125)
Bu kötü halleri sundan: çünkü onlar görünüste iman ettiler, sonra (Kalbleri ile) inkar ettiler. Bu yüzden kalbleri mühürlenmis de artik anlamaz olmuslardir." (Münafikun Suresi, 3)


Son düzenleyen asla_asla_deme; 7 Aralık 2008 00:59 Sebep: Konu Üzerime Geçmiştir
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
9 Temmuz 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
TÜRKİYE'DE MASONLAR

Sponsorlu Bağlantılar
Masonluğun Türkiye'de ortaya çıkışı 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Türkiye'de masonluk tarihi konusunda yapılan ciddi çalışmalarda genellikle 5 dönemden söz edilmektedir. Bunların birincisi "1909 yılı öncesi" dönemdir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bir takım locaların kurulduğu, ancak özellikle Sultan Abdulhamid'in sistemli çalışmaları dolayısıyla bunların bir türlü toparlanamadıkları dönemi kapsamaktadır. Mason locaları bu dönemde dışa bağımlıdır ve yönetim mekanizmaları da yabancı localar tarafından belirlenmektedir.
Türk masonluğunun ikinci dönemi "1909-1935 yılları arası"nı kapsar. 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanmasının ardından Abdulhamid'in tahttan indirilmesi ile başlayan bu dönemde masonlar siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Yurt dışından yönetilen mason locaları, halktan gelen tepkiyi hafifletmek amacıyla göstermelik olarak ilk kez milli bir kimliğe bürünmüşlerdir. Bu dönemin başlarında masonların kontrolündeki İttihat Terakki Cemiyeti ön plana çıkmıştır.
Üçüncü dönem "1935-1948 yılları arası" dönem olarak bilinir. 1935 yılında Atatürk'ün, kökü dışarıda ve zararlı kuruluşlar olduğunu söyleyerek locaları kapatması üzerine masonluk Türkiye'de "uyku" dönemine girmiştir. Ancak bu 13 senelik uyku döneminde masonlar faaliyetlerini Halkevlerinde sürdürmüşlerdir.
Türkiye'de masonların örgütlenmeleri "1948-1966 yılları arası"nda yeniden canlanır, ancak masonlar bu dönemde Fransız ve İskoç ritleri paralelinde ikiye bölünmüşlerdir.
Son dönem olarak da kabul edilen ve "1966 yılı ve sonrası"nı kapsayan dönemde masonlar, bölünüp iki farklı çatı altına girdikten sonra, faaliyetlerini sürdürmeye devam ederler. Günümüzde de hala bu durum geçerlidir.
Tanzimat, Mustafa Reşit Paşa ve August Comte
Masonluk ve Din
Koyu bir ateist olan Fransız düşünür Auguste Comte, masonluk kanalıyla Osmanlı toplumunu dinden uzaklaştıracak telkinlerde bulunmuştu.
Masonluğun Osmanlı topraklarında ilk ciddi çıkış denemesi, 1839 Tanzimat Fermanı dönemindedir. Gerçekte mason localarının ilk kuruluşları biraz daha gerilere gitmekle beraber bunlar pek etkili olamamış, ilk localar iyi bir örgütlenmeye ve ciddi bir faaliyet içine girememişlerdir.
Bu dönemde masonluğun parlayan yıldızının ise, Tanzimat Fermanı'nın da mimarı olarak bilinen Mustafa Reşit Paşa olduğu söylenir.
Masonik kaynakların bildirdiğine göre, Mustafa Reşit Paşa, ilk kez Londra'da masonlarla bağlantı kurmuş ve 1830'lu yıllarda tekris edilerek örgüte katılmıştır. Hangi locada tekris edildiği ise tam olarak bilinmemektedir. Türkiye'deki masonların yayın organı Mimar Sinan dergisi, Mustafa Reşit Paşa'dan şöyle söz eder:
"Doğru gördüğünüz yolda sizden daha kudretli olanlarla mücadele etmeniz gerekiyorsa rahat ve fütur gerektirmeksizin, düşünceye karşı savaşınız. Hak bellediğimiz yolda tek başına olsanız ilerleyeceksiniz. İçtihatlarınızı hiçbir zaman gizlemeyeceksiniz." (Bu) Telkin, Mithat Paşa ve daha pek çok masonun kabul ettiği gibi Koca Reşit Paşa'nın da yaşantısının önderi, buyruğu değil midir? Kendi idam talebini padişaha götürürken, Hattı Hümayun'u okumaya giderken, Hattı Hümayun'u okurken, dimdik, kendine güven içinde, kendini bilen, yaptığını, yapmak istediğini bilen, gerekirse başını verebilecek kararlı Koca Reşit Paşa, yukarki ritüelik emirlerin insanı değil midir? 135 yıl önce Gülhane Meydanı'nda Hattı Hümayun'u tam bir cesaretle okuyarak insanlık ve millet yolunu aydınlatmak üzere yaktığı nurun aydınlığını hala görmekte olduğumuz büyük kardeşimiz Koca Reşit Paşa'nın hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz.59
Aynı derginin bir başka sayısında ise şöyle denir:
Koca Reşit Paşa, masonluğun yontup is'ad eylediği bir ulu yurtseverlik anıtı, tarihin vefalı koynunda ölümsüzlük uykusuna dalmış bulunuyor; bu uyuyuşta, bir mabetten aldığı nur ve ziya ile vatan mabedini aydınlatmış olmanın derin huzuru var.60
Peki Mustafa Reşit Paşa'nın mimarı olduğu Tanzimat'ın anlamı ve sonucu nedir?
Masonluk ve DinMasonluk ve Din
Sultan Abdülhamid, yıkılmanın eşiğine gelmiş olan dev imparatorluğu 40 yıl boyunca son derece akılcı ve başarılı bir politika ile ayakta tuttu. Dahası gerçekleştirdiği reformlarla modern Türkiye'nin temellerini attı.
Abdülhamid döneminin bazı önemli icraatları: Bağdat demiryolunun açılışı, Dar-ül Fünun'un (bugünkü İstanbul Üniversitesi) açılışı ve Haydarpaşa Garı'nın inşası.
Tanzimat'ın hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır ve bu, 150 yıllık bir tartışma konusudur. Gerçekte Tanzimat'ın çıkış noktası, yani Osmanlı'nın Batılı güçler karşısında geri kaldığı, dolayısıyla bir reform süreci başlatması gerektiği doğru bir tespittir. Ancak Tanzimat'la birlikte sadece gerekli teknik reformlar değil, aynı zamanda o dönemde Avrupa düşüncesine egemen olan materyalist felsefenin Osmanlı'ya ithali de başlamıştır.
Konu incelendiğinde, Avrupalı masonların, localar aracılığıyla, Mustafa Reşit Paşa gibi Tanzimat erkanına materyalizm telkini yaptıkları görülmektedir. Mustafa Reşit Paşa'nın bu anlamda çarpıcı bir bağlantısı, ünlü ateist Fransız düşünür Auguste Comte ile kurmuş olduğu yakınlıktır. Ateizmin ve din aleyhtarlığının doruk noktası olan "bilim dini" pozitivizmi ortaya atan Auguste Comte, Mustafa Reşit Paşa'yı etkisi altına almaya çalışmış, hatta bu yakınlık Padişahın, Reşit Paşa'yı ilk Sadrazamlığı döneminde görevden almasına sebep olmuştur. Sık sık Mustafa Reşit Paşa'ya mektup yazarak ona ateist ve din aleyhtarı bir felsefe aşılamaya çalışan Auguste Comte, bir mektubunda şunları yazmıştır:
Dirayetle başarmış olduğunuz görevinizden geçici olarak ayrılmak sureti ile elde ettiğiniz boş zamanlarınız bugün bana şunu ümit etmek imkanını vermiştir ki, önce kendi doktrinimin genel hatlarını size arzeden pozitivist kateşizmaya, sonra da onu değişmez bir şekilde kuran pozitif politika sistemine gereken dikkati esirgemeyeceksiniz....
Birçok yüzyıldan beri, gerek Doğu gerekse Batı, bugüne kadar bir türlü elde edilemeyen evrensel bir din aramaktadır... Halbuki tek dine inanış, muayyen hümanite duygularına hareket getirmektedir. Bununla beraber tecrübe ve akıl böyle bir ümidin boş olduğunu ispat etmiştir.
Hiçbir metafizik intikal devresine lüzum hasıl olmadan doğrudan doğruya İslamlıktan Pozitivizme geçerken, Müslümanlar, din inancıyla ve hümanite anlayışı ile evrensel muzafferiyeti sistemleştirecek olan büyük peygamberlerine mahsus olağanüstü değerde yüksek fikirlerinin gerçek devamcılarını anlamakta gecikmeyeceklerdir.
Müslümanlar böylelikle esasen faydasız olan bir siyasi birlik fikrinden vazgeçerlerse Osmanlı İmparatorluğu'nun lüzumlu görünen dağılışından üzüntü duymayacaklar, tersine olarak, geçici hakimiyetlerinin vermiş olduğu kazançlarını sınırlayan sosyolojik kanun tatbikatını görmüş olacaklardır.
Aynı zamanda Osmanlı şefleri hala kendilerinden daha az mütecanes bir devletin müstakbel istilaları ile ilgili ve kendiliğinden bir dağılmaya tamamen boyun eğmiş olarak hayali de olsa felaketli ve korkunç endişelerden milletlerini kurtulmuş göreceklerdir. Politik tesirler, ancak İslam dini'nin temel ruhuna göre, umumi efkarın ve örflerin beraberliğini sağlamak ve sağlamlaştırmak gayesine mutaf olduğu içindir ki, Osmanlılar yakın bir gelecekte Tanrı yerine hümaniteyi benimsemek sureti ile bu büyük gayenin hedefine en kısa yoldan ulaşacağını göreceklerdir.61
Comte'un Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı bu metindeki telkinler son derece dikkat çekicidir: Osmanlı halkının İslam'ı bırakıp din olarak pozitivizmi benimsemesi tavsiye edilmekte, böylece "faydasız olan siyasi birlik fikrinden", yani Osmanlı'nın ve dünya Müslümanlarının birliği düşüncesinden vazgeçecekleri ümid edilmektedir. Comte, Osmanlı halkına "Allah yerine hümaniteyi" benimsemelerini de tavsiye etmektedir ki bu, masonluğun temel felsefesi olan "seküler hümanizm" adlı çarpık inanışın bir ifadesidir. (Seküler hümanizm için bkz. Harun Yahya, Global Masonluk, 2002)
Comte'un satırlarında geçen bu telkinlerin son derece akıl dışı olduğu ise kolaylıkla görülebilir. Tüm insanlar Allah'ın yarattığı ve dolayısıyla O'na karşı sorumlu olan kullardır. İnsanların Allah'tan yüz çevirerek "hümanite"yi, yani birbirlerini bir yaşam gayesi haline getirmeleri ise, toplu bir cehalet ve aldanıştan başka bir şey değildir. Peygamberler tarih boyunca bu cehaletle savaşmışlardır. Kavmine "Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır" diyen Hz. Şuayb gibi. (Hud Suresi, 92)
Comte ve benzeri 19. yüzyıl ateistleri, (örneğin Darwin, Marx, Freud veya Durkheim) en eski çağlardan beri var olan bir yanılgıyı "yeni" gibi sunmak ve sistematize etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Bu yanılgının tüm Avrupa'da, sonra da diğer medeniyetlerde hızla yayılmasının en önemli nedenlerinden biri ise, masonluk örgütüdür. Pozitivizmi ve diğer her türlü materyalist felsefeyi bir din gibi benimseyen masonluk, bunları önce elitlere sonra da onlar aracılığıyla kitlelere empoze etmek için sistemli bir mücadale yürütmüştür.
Masonluğun Osmanlı ve Türkiye içindeki misyonunu da asıl olarak bu çerçevede değendirmek gerekir. Örgüt, bir tür "dine karşı propaganda ve dine karşı mücadele" birliği gibi çalışmıştır. Yerli masonların tarihinden bazı önemli kesitlere baktığımızda karşımıza anlamlı bir tablo çıkmaktadır.
Jön Türkler, İttihat Terakki ve Masonlar
Tanzimat devrinden sonra I. Meşrutiyet gelir. Bu kısa dönemin hemen ardından da, 36 yıl sürecek olan Sultan Abdülhamid devri başlar. Abdülhamid meşrutiyet yönetimini kaldırmış ve ülkeyi kendi yönetimi altında tutmuştur. Bazı tarihçiler bu nedenle Abdülhamid devrini "istibdat" (baskı) dönemi olarak kabul etmeye ve kötülemeye eğilimlidirler. Oysa gerçekler farklıdır.
Masonluk ve Din
Paris'te düzenlenen "I. Jön Türk Kongresi"nden bir görünüm.
Sultan Abdülhamid, dağılmanın eşiğine gelmiş olan imparatorluğu, 1876'den 1909'a dek büyük bir diplomatik denge politikası ile ayakta tutmuş ve ölümcül savaşlara girmekten korumuştur. Dahası, yönetimi boyunca Osmanlı'nın idari sisteminde, yargısında, eğitim sisteminde, askeri düzeninde ve daha pek çok alanda çok önemli reformlar gerçekleştirmiştir. Sonradan İstanbul Üniversitesi haline gelecek olan Dar-ül Fünun (Bilim Yurdu) onun zamanında açılmıştır. Ülkedeki telgraf ve demiryollarının temeli onun zamanında atılmıştır. Cumhuriyeti kuran kuşak, Büyük Önder Atatürk de dahil olmak üzere, Abdülhamid'in açtığı modern okullarda eğitim görmüş ve yetişmiştir. Abdülhamid'in rejiminin "kanlı" olduğu iddiası ise gerçek dışıdır. En şiddetli muhaliflerine bile idam değil, sürgün cezası öngören bir padişah için böyle bir tanım yapmak, en hafif ifadeyle haksızdır.
Bütün bu gerçekleri göz ardı eden "Abdülhamid düşmanlığı"nın gerçek nedeni ise, bu büyük Sultan'ın dindar bir Müslüman oluşu ve Osmanlı'yı İslam ahlakının gereğine göre yönetmiş olmasıdır.
Abdülhamid'in 40 yılı bulan rejimi sırasında ona muhalefet eden aydınlar ise "Jön Türkler" (Genç Türkler) olarak bilinirler. Jön Türkler ortak bir fikriyata sahip değildirler, aralarında İslami duyarlılığa sahip olanlar da vardır. Ancak çoğu, Batılı felsefe, ideoloji ve sistemleri benimsemiş ve Osmanlı'nın kurtuluşunun bunları benimsemekten geçtiğini sanan kimselerdir. Çoğu iyi niyetli olmasına, ülkeyi kurtarma hayaliyle yola çıkmasına rağmen, savundukları fikirlerin önemli bir bölümü yanlıştır ve nitekim Abdülhamid'i devirdikten sonra ülkeyi sadece bir on yıl içinde yıkmaları, bunun tarihsel bir kanıtı olmuştur. Jön Türkler'in bir fraksiyonu olmasına karşın, 1910'dan itibaren bu hareketin tümüne egemen olan, 1913'ten itibaren de ülkenin tek gerçek yöneticisi haline gelen İttihat ve Terakki Partisi, "Abdülhamid karşıtlığı"nın Osmanlı'yı iyiye götürmediğinin ispatıdır.
Jön Türkleri ve İttihatçıları yukarıda sözünü ettiğimiz "Batılı felsefe, ideoloji ve sistemlere" yönelten etkenlerin başında ise, bu hareketlerin içindeki masonik etken gelmektedir.
Paris'te yayınlanan Le Temps gazetesinin 20 Ağustos 1908 tarihli sayısında, Selanik'teki iki önemli İttihatçı, yani Refik Bey ve Binbaşı Niyazi ile yaptığı röportajda verilen bilgiler, masonluğun bu hareket içindeki etkisini göstermektedir:
Mülakatı yapan gazeteci İttihad-ı Terakki'nin 1905 ila 1908 tarihleri arasında masonluktan ne kadar yardım gördüğüm ve etkilendiğimi sordu. Verilen cevap ilginçtir ve şu şekilde özetlenebilir. Masonluk ve bilhassa İtalyan masonluğu bize manen destek oldu. Selanik'te Müteaddit localar faliyette idi. Hakikatte İtalyan locaları İttihat Terakki'ye yardımcı oldular ve bizleri korudular. Çoğumuz mason olduğumuz için genelde teşkilatlanmak için localarda toplandık. Üyelerimizi de genelde localardan seçmeye çalışırdık. Localardaki faaliyetlerimizden İstanbul şüphelenmeye başladı ve birkaç hafiye localara sızmayı başardı.62
2. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a gelen Balkan Komitesi'nin kurucusu Roden Buxton ise, İttihat Terakki Cemiyeti'ne giriş töreninin, masonluğa giriş töreninin bir kopyası olduğuna dikkat çekmiştir:
Cemiyete katılmak isteyen adaya, önce büyük bir sır açıklanacağı bildiriliyor ve güvenilirliği araştırıldıktan sonra yemin ettiriliyordu. Bundan sonra kabul safhası geliyordu. Üye adaylarının gözleri bağlanıyor, ardından adaylar bilinmeyen bir odaya götürülüyor ve gözleri açıldığında kendilerini loş bir odada, kara maskeli üç yabancı karşısında buluyorlardı. Burada her aday yemin ediyor, kılıca elini basıyordu. Bu yeminde sırları gizleyeceği ve cemiyete ihanet edenler yakınları, sevdikleri bile olsa öldüreceği gibi hususlar vardı. Haberleşme ise kuryeler arasında sağlanıyordu.63
İlhami Soysal da masonluk ile İttihatçılık arasındaki ilişkiye ayrıntılarıyla değinmiştir:
Selanik'teki Makedonya Rizorta Locası ve Veritas Locası başlangıçta içindeki Türkler azınlıkta olmasına karşılık giderek Türklerin denetimine geçmiş ve İttihat Terakki Cemiyeti'nin bir noktada kaynakları olmuşlardı. İttihat Terakki Cemiyeti'nin önderleri Talat Paşa, Mithat Şükrü Bleda, Kazım Paşa, Manyasizade Refik, Kazım Nami Duru, sonradan Muş milletvekili olan Binbaşı Naki, Drama Jandarma Komutanı Hüseyin Muhittin, Maliye müfettişi Ferit Aseo, Makedonya Rizorta locasındandırlar. Emmanuel Karasu, sonradan Bahriye nazırı olacak Cemal Paşa, Faik Süleyman Paşa, İsmail Canbolat, Gümülcine Mebusu Hoca Fehmi Efendi, Mustafa Doğan, sonradan Babıali baskınında vurulan Mustafa Necip ise Veritas locasında uyanmışlardır. Sonradan Sadrazam olacak Talat Paşa ile Binbaşa Naki Bey hem Makedonya Rizorta Locası'nda hem de bu Veritas Locası'nda çalışmalara katıldılar.64
Selanik'te bu gelişmeler olurken, masonlardan büyük bir tehlikenin geleceğini hisseden Abdülhamid, mason localarını denetim altına almaya çalışmıştır. Localarda neler konuşulduğu ve oradaki yapılan faaliyetlerin içeriği konusunda bir haber alma sistemi kurmuştur. Üstad mason Kemalettin Apak, o dönemleri kendi bakış açısından şöyle yorumlar:
Masonluk ve masonlar aleyhindeki sistemli takibat 2. Abdülhamid zamanında çok sıkılaşmıştır. Sultan Abdülhamid masonlardan korkmakta idi. Şunu da ilave edeyim ki Abdülhamid'in masonlardan korkması haksız çıkmadı. Filvaki fani mason olan Beşinci Sultan Murad, 28 senelik mahbes hayatından sonra 1904 yılında ebediyet maşrıkına intikal etti. Böylelikle Sultan Abdülhamid bu kabustan kurtulmuş oldu. Fakat birazdan arzedeceğim veçhile, üç dört sene sonra Rumelideki masonların büyük bir rol oynadıkları yeni bir hareket hürriyet ve meşrutiyet nurunu memleket ufuklarında parlattı. 1908 yılında Abdülhamid'e zorla kabul ve ilan ettirilen ikinci meşrutiyetin nurlu meşalesini tutan eller ve öncüler birer masondu... Şunu da belirtmek lazımdır ki, Abdülhamid yalnızca İstanbul'da masonları takip edip buralara serbesti vermiş değildi. Tazyikler bu bölgeye (Rumeli'ye) de şamildi. Bilhassa Selanik'te locaların kapılarında kıyafet değiştirmiş memurlar bekletilir ve kimlerin girip çıktığı kontrol edilirdi. Fakat ne de olsa sarayın İstanbul'daki nüfuzu ve ceberrutu buralarda sökmüyordu. Çünkü Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerinde ecnebi kontrolü mevcut idi.65
Kısacası masonluk, Osmanlı'nın son yarım yüzyılına damga vuran Abdülhamid-Jön Türk çatışmasında Jön Türklerin yanında yer aldı ve bu hareketin içinde büyük bir güce ulaştı. Bu, masonluğun siyasi etkisi-daha doğrusu zararı-idi. Örgütün daha kalıcı olan etkisi ve zararı ise, Avrupa'daki biraderlerinden öğrendiği materyalist felsefeyi Türk toplumuna empoze etmek oldu.
Bir "örnek" üzerinde incelemede bulunmak, masonluğun söz konusu materyalist felsefesinin ne boyutlara uzandığını gösterebilir.
Osmanlı Döneminden Din Karşıtı Bir Mason: Abdullah Cevdet
İttihat ve Terakki'nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Cevdet, dine karşı yürütülen savaşın Türkiye'deki ilk öncülerinden biriydi. Toplumu dinden koparmak için kapsamlı bir "dünya görüşü" oluşturmuştu. Ona göre, modern uygarlığın temeli din dışı bir kültüre dayanmalıydı. İslam ise, sözde "ilerlemeye engel olduğu" için toplumsal yaşamın tümüyle dışına çıkarılmalıydı.
Abdullah Cevdet, adını asıl olarak İttihat Terakki Cemiyeti'nin kuruluş aşamasında duyurdu. Kendisi gibi İttihat Terakki'nin kurucularından olan mason İbrahim Temo'nun görüşlerinden etkilendi. Temo'nun kendisine vermiş olduğu Felix Isnard'ın Ruhçuluk ve Maddecilik ve Louis Büchner'in Madde ve Kuvvet adlı kitaplarını okuyarak materyalizme ilk adımı attı. "Biyolojik materyalizm" konusunda yazmış olduğu yazılardan dolayı dindar kesimden kuvvetli tepkiler aldı..66
Cevdet, Darwin'in evrim teorisinin büyüsüne de kapılmış ve o dönemlerde Avrupalı ırkçılar arasında çok popüler olan "öjeni" (bir ırkın seçmeli çiftleşme yönetimiyle genenik olarak iyileştirilmesi) kavramından etkilenmişti. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi Abdullah Cevdet'in görüşlerini şu şekilde özetler:
Abdullah Cevdet'in biyolojik materyalizminin diğer bir özelliği de, toplumsal elit yaratmada elverişli bir teorik açıklığa sahip oluşudur. Ernest Haeckel'in tüm canlıların evrimleşmesi sürecindeki eşitsiz gelişim ilkesi ve Darwin'in doğal eleme teorisi, Abdullah Cevdet'e bazı insanların eğitim yoluyla diğerlerinden farklılaşarak seçkinleşebileceği ve toplumsal ilerlemenin ancak bu seçkin kadronun öncülüğünde gerçekleşebileceği inancını vermiştir 67
Abdullah Cevdet 1903 yılında 25 sene boyunca aralıksız olarak yayınlanacak İçtihat dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi aracılığıyla İslam'a ve Hz. Muhammed'e sürekli sözlü saldırılar ve iftiralar içeren yazılar yayınladı. Abdullah Cevdet Şubat 1909'da masonların desteği ile "İçtihat Evi" adında bir yayınevi kurdu. Bu yayınevinde çıkarmış olduğu bir dizi kitap, halk arasında büyük reaksiyonun oluşmasına neden oldu ve önce yayınevi, ardından da İçtihat dergisi kapatıldı. Abdullah Cevdet'in mahkumiyeti ve derginin kapatılması dönemin bir gazetesine şu şekilde yansımıştı: "Dinimize tecavüz edenlere ibret-i müessire: Abdullah Cevdet Bey, bir makalesinde Din-i Mübin-i Muhammediye'ye tecavüz ettiğinden dolayı iki sene hapse mahkum oldu."68
Kapatılma kararının hemen adından İştihat, İşhad, Cehd dergilerini çıkardı. Bir süre İkdam ve Hak gazetelerinde başyazarlık yaptı. Yapmış olduğu İslam'a saldıran yayınlar yüzünden Meşrutiyet döneminde Şeyh-ül İslam'dan birkaç kez uyarı aldı.
Abdülhamid'in tahttan indirilmesine yardımcı oldu. Fakat kendisi açısından ortamın hala güvenli olmadığını düşünerek uzun süre ülkeye geri dönmedi. Döndüğünde ise İttihatçılar tarafından Sağlık Umum Müdürlüğü'ne getirildi. Ancak bu görevinde de aykırı fikirleri ile kısa sürede göze battı. Kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca, halktan gelen tepki üzerine hükümet tarafından görevinden azledildi.
Abdullah Cevdet'in telif ve tercüme 70'e yakın eseri vardır. Bunların arasında din aleyhtarı propagandanın en yoğun olduğu kitap, Fransızca'dan tercüme ettiği Aklı Selim'dir. 19. yüzyılın tüm köhne ateist safsatalarının ısrarla işlendiği bu kitabın önsözünde Cevdet, tapındığı "ilah"ın "hürriyet", "fazilet" gibi Hümanist kavramlar olduğunu şöyle anlatır:
Aklı Selim, kudsi bir isyandır ve bunu gönüllerde gezdirmek aşkının ateşi hiçbir zaman söndürülemeyecektir. Promethe, Kafkas dağlarında değil, gönül dağlarındadır ve zincirlerini kırmıştır. Mabudumuz (İlahımız) fazilettir. Amali fazilet ise hürriyetsiz mümkün değildir. Hürriyetlerin akdem ve akdesi fikir ve vicdan hürriyetidir. Bu tercümenin mevzuu bir ubudiyet ve ibadettir; hürriyet ilahına bir ubuduyet ve ibadettir.69
Abdullah Cevdet Fransız materyalistlerin görüşlerini incelerken Fransız yazar Gustave Le Bon'un etkisinde kaldı. Le Bon'un fikirleri doğrultusunda geliştirdiği "Türk ırkının damızlık erkek yolu ile ıslah edilmesi projesi" ise onu tekrar ülke gündemine getirdi.
Abdullah Cevdet'in inançlı bir aileden gelmesine rağmen, ömrünü dine karşı mücadele etmekle geçirmesi son derece ilginçtir. Osmanlı'nın son devrinde masonik öğretiyle zehirlenen bir neslin en radikal temsilcisi olan Abdullah Cevdet'in cenaze namazı dakıldırılmamıştır. Şu anda hayatta olmayan tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, Abdullah Cevdet'in cenaze törenini şu sözler ile anlatır:
Abdullah Cevdet Allah'a inanmadığını söylüyordu. İslam harflerinin şiddetle aleyhinde bulunuyordu. Dini değerlerin çoğuna karşı olduğunu yazıp söylüyordu. İşte bu adam ölünce cenazesi Ayasofya Camii'ne getirildi. Öylece musalla taşında duruyordu. Hocalar da namaz kıldırmaya yanaşmıyorlardı. Bunun üzerine cenaze, belediyenin bir arabasına konularak götürüldü.
Halkevleri, Köy Enstitüleri ve Masonik Öğretinin Kitlelere Empoze Edilmesi
Cumhuriyetin kurulmasının ardından masonlar CHP kadroları içinde örgütlenmeye başladılar. Atatürk 1935 yılında bu masonik örgütlenmenin farkına vararak locaları kapattı. Ancak yine de masonik felsefe yaşamaya ve dahası dönemin Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi kurumlarıyla kitleselleşmeye devam etti.
Halkevleri'nin kuruluşunda tüm yetki, birçok masum insanın asılmasından sorumlu olan Ankara İstiklal Mahkemesi'nin mason reisi Dr. Reşit Galip'e verilmişti. Dr. Galip, Halkevleri'nin açılışı ile ilgili TBMM'de yapmış olduğu konuşmada İslam dininin Türkiye için yol gösterici olamayacağını iddia etmişti. Halkevleri dergisinin sahibi Doç Dr. Anıl Çeçen, bu fikirleri şöyle aktarıyordu:
Dr. Reşid Galip... Türk ulusunun ulusal amacının artık değiştiğini, İslamcılık ve Osmanlıcılığın ulusal hedef olamayacağını ancak çağdaş uygarlık yolunda Türk ulusunun hakettiği yeri alabilmesinin yeni ulusal amaç olabileceğini, Orta Asya'nın kuraklık içine girmesinden sonra Türklerin dünyanın her köşesinde uygarlığı yakalamaya çalıştıklarını, Türklerin tarihinin belirli dönemlerinde bilim ve uygarlık açısından en üstün devletleri kurduklarını...(açıkladı)71
Halkevleri'nin açılmasında adı geçen bir diğer tanıdık isim, mason İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ydı. Behçet Kemal Çağlar, 1935 Halkevleri adlı kitabının önsözünü Kaya'ya ayırmıştı. Şükrü Kaya, Halkevlerini şöyle anlatıyordu bu önsözde:
Halkevlerinin kültürel, sosyal ve ekonomik bakımlardan az zamanda yaptıkları tenvir, irşat hizmetlerini anlamak için kitaptaki yazılar ve rakamlar sağlamca şahittir. Halkevleri vatandaşların medeni, bedii irfan ve zevk ihtiyaçlarını tatmin edecek müesseselerdir. Her yurttaş orada bildiğini öğretir, bilmediğini öğrenir. Her Türk münevveri bilgisini istidadından ziyade bu milletin onu yetiştirmek için sarfettiği emeği borçludur. Hiçbir makam, hiçbir memuriyet, hiçbir eser bu borcu tam ödeyemez.-
1934 yılına gelindiğinde Halkevlerinin sayısı 103'e çıktı. İlk olarak 1941'de açılan ve Halkevlerinin köy şubesi konumundaki Halkodalarının toplam sayısı 4322'yi bulmuştu. Üye sayısı 55 bini bulan Halkevlerinde 2 milyondan fazla kişi "eğitim"den geçirilmişti bu süre zarfında.
1935 yılında Atatürk mason localarını yerinde bir kararla kapattığında ise, masonlar kendilerine ilginç bir teselli buldular. Ülkedeki en yüksek dereceli masonlardan biri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, mason localarının kapatılması kararını basına açıklarken Halkevleri'nin mason localarının işlevini yerine getirdiğini ve bu yüzden mason localarının kapatılmasında bir sakınca görmediklerini söylüyordu. Üstad-ı Azam Kemalettin Apak Türkiye'de Masonluk Tarihi adlı kitabında Kaya'nın bu yaklaşımını şöyle anlatıyor:
Bu 33 dereceli kardeşin toplantısında Şükrü Kaya birader, masonluğun istihdaf eylediği sosyal ve kültürel faaliyetlerin bir müddetten beri Halk Evleri ve Halk Odaları tarafından yapılmakta bulunduğu gözönünde bulundurularak masonluğun artık faaliyetlerini tatil etmesi lazım geldiğine partice karar verilmiş olduğunu, Hükümetin de bu kararı tatbik mevkiine koymak zorunda olduğunu bildirdi.
Masonluk ve Din
Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Köy Enstitüleri'ni masonik felsefeyi topluma empoze etme aracı olarak kullanmak istiyordu.
Yani Şükrü Kaya'ya göre masonluk ile Halkevleri aynı felsefenin temsilcileriydi.
Halkevleri projesi ilerleyen yıllarda geliştirilmiş ve "Köy Enstitüleri" adıyla daha da geniş ve kapsamlı bir program başlatıldı. Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yönetiminde kurulan Köy Enstitüleri de aynı Halkevleri gibi, masonik felfeseyi topluma aktarma amacına yönelikti.
Bu felsefenin içeriği kısa sürede ortaya çıktı. 1945 yılında Ankara'daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde kurulan Köy Enstitüleri Dergisi, İslam dinine ve islam dininin kutsal saydığı tüm değerlere gizli ve açık saldırmaya başladı. Marksist eğilimleri ile tanınan İsmail Hakkı Tonguç'un, adı geçen dergide yazmış olduğu bir makalede şu satırlar dikkat çekiyordu:
Ümid edelim ki, yarının dünyası imanını göklerden gelecek görünmez kuvvetlerle ve fizik ötesi fikirlerle beslenmesin. Eğer onun kuvvetli ve mesut bir temeli olsun istiyorsak biz insanlar yeni dünyaya şamil, ihtirassız, yalansız, insani, rasyonel ve reel taze bir din vermeliyiz. Köy Enstitüleri'nde yetiştirilen çocuklar, skolastiğe köle olmaktan kurtarılmaya çalışılmıştır..
Bu alıntıdaki "insani, rasyonel, reel ve taze din" gibi içi boş kavramlar, da masonizmin temeli olan seküler hümanizmin terimleridir.
Köy Enstitüleri'nin yayınlarında: Nazım Hikmet'in materyalist felsefeyi savunan şiirleri, öğrencileri Allah'ın varlığını inkara sürüklemeye yönelik mısralar, dinle ve kutsal değerlerle alay eden hikayeler de yer alıyordu. Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin ilk Merkez Komitesi Azası Ethem Nejat'ın ve Mustafa Suphi'nin fikirlerine dahi başvurulmuştu.
Dönemin güçlü kalemlerinden Peyami Safa, Köy Enstitülerindeki Marksist propagandayı bir makalesinde şu şekilde yorumlamaktadır:
Çocuklara Nazım Hikmet'in şiirlerini ezberleten, marksizm hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de marksizm hakkında makaleler neşreden Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir tek şuurlu Türk aydını yoktur... Köy Enstitüsü mezunlarından yazı hayatına girenleri Moskova Radyosu öve öve bitiremez. Daha geçen gün bir lisede Komünist propaganda yaparken yakalanıp ağır ceza mahkemesine verilen bir öğretmen de, yazıldığı gibi filoloji mezunu değil, Köy Enstitüleri yetiştirmelerindendir. Köy Enstitülerinin kapanması Kara Kuvvet'in zaferi ise, 30 Ağustos zaferine benzetilen kuruluşları Kızıl Kuvvet'in zaferi midir? Kızıl olmayan mutlaka Kara mıdır? Hür milletler camiası, kara milletler camiası mıdır?... Bu ters mantık sistemine ve Moskova iddiasına göre Köy Enstitülerinin yerini alan öğretmen okullarımız da kara öğretim okullarıdır. Çünkü bu okullarda Marx'a kasideler okunmaz, Moskof hademesi Nazım Hikmet'in plakları çalınmaz, şiirleri okutulmaz, şehirli ile aynı hak ve imkanlara sahip köylü ayrı bir sınıf sayılmaz, milli birlik parçalanmaz, sınıf kategorilere ayrılmaz.75
Köy Enstitüleri'ndeki bu Marksist propagandanın ortaya çıkması üzerine TBMM üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluştu. CHP saflarından da Köy Enstitüleri'ne karşı eleştiri okları fırlatılmaya başladı. mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yerine Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilen R. Şemsettin Sirer'in Bakanlık müfettişleri tarafından hazırlatmış olduğu Köy Enstitüleri raporu ise ahlaki açıdan utanç vericiydi. İşte bu rapordan bazı alıntılar:
1-12 Numaralı Belge: .... Enstitüsünün kuruluşundan 1947 senesine kadar muhtelif zamanlarda kız öğrencilerin büyük bir kısmı Enstitü öğretmenleri tarafından rahatsız edilmiştir. Küme öğretmenlerinin, disiplin kurulu üyelerinin, bakanlık müfettişi Ziya Karamuk'un imzalarını taşıyan bu belgede, kız öğrencilerin öğretmenleri tarafından bizzat öpülüp sıkılmak sureti ile çirkin muamelelere zorlandığı ve ahlaksızlığa zorlandığı tesbit edilmiştir. Bu ahlaksız ilişkiler sonucunda bazı öğretmenler, kız öğrencileri ile kanun zoru ile evlenmek durumunda kalmıştır.
2-13 Numaralı Belge: ..... Köy Enstitüsünde kız ve erkek öğrenciler enstitü civarındaki Kalaycı civarında ve enstitü yatakhanesinde uygunsuz vaziyette yakalanmıştır.
3-14 Numaralı Belge:.... Köy Enstitüsü mezunu bir köy öğretmeni, kendi okulu öğrencilerinden bir kızı iğfal etmiştir. Ahlaki durumları arzedilen öğretmenlerin yetiştirmiş olduğu öğrencilerin mezun olduktan sonra tayin edildikleri okullarda öğretmenlerinden gördükleri gibi hareket ettiklerinin delili olmak bakımından bu belge ayrıca bir önem taşımaktadır.
Köy Enstitüleri ile ilgili raporda anlatılanlar bu kadar değildir. Cinsel serbestliğin yanısıra öğretmen ve öğrencilerin modernlik adına sabahlara kadar süren içki alemleri raporda yeralan diğer örnekler arasındadır. Ayrıca 47 Numaralı belgede Enstitülerde gizli ve açık olarak ahlaksız yayınlar yapıldığından ve Köy Enstitüleri Dergisi'nde bu ahlaksız yayınlara çanak tutulduğundan, aile içi (ensest) ilişkilere kadar vardırılan cinsel sapkınlıklara yer verildiğinden bahsedilmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişi Fethi İsfendiyaroğlu, Köy Enstitüleri'nde yapmış olduğu incelemeler sonucu elde ettiği izlenimlerini şu sözleri ile ifade ediyor:
Umumiyetle sureti mahsusada köyden, köy çocuğunun ailesi muhitinden çok uzaklarda, adeta dağ başlarında kurulup, gerek köylülerin ve gerek şehirlilerin çevresinden ayrı bulundurarak her türlü muzir telkinlere kolayca imkan ve fırsat bulacak ıssız yerlerde işler hale getirilen ve 40 binden fazla köylümüzü milli ruhtan mahrum, muzir ve solcu fikirlerin telkinine memur birtakım köy öğretmeni yetiştirmeye çalışmışlar ve bunların vatan sevgisi ile dolu olmayanlardan bir takımını maalesef tamamıyla zehirlemişlerdir. Bereket versin ki bir çoğu, temiz köylülerimizin tertemiz kanlı evlatları olduğundan bu menfi ve muzir propagandalar ve yıkıcı telkinler onların asil ruhlarında bir iz bırakmamışlardır. Hatta bir nevi reaksiyon husule getirmiştir...
Masonluk ve Din
Marksist şair Nazım Hikmet'in materyalist felsefeyi hararetle savunan şiirleri, Köy Enstitüleri'nin yayınlarında özel bir yer tutuyordu..
Halkevlerinde ve Köy Enstitüleri'nde yürütülen tüm bu ateist ve materyalist propaganda ile ahlaki dejenerasyon sürecinin, masonların Türkiye için öngördükleri stratejinin bir parçası olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu nedenledir ki, Köy Enstitüleri'nin kapanmasından yıllar sonra bile mason yazarlar ve gazeteciler Köy Enstitüleri'ni savunmuş ve hatta bunların yeniden hayata döndürülmesi için çaba harcamışlardır. Masonların yayın organlarından Mason Dergisi'nde yer alan bir makalede, Köy Enstitüleri için "Türk eğitim tarihinin en görkemli projesi" ifadesinin kullanılması, yeterince açıklayıcıdır:
Orta eğitimin başlıca nitelikleri, evrensel, insancıl, laik, pozitivist bir anlayıştan kaynaklanan, ulusal bilinç veren eğitim program ve politikalarıydı. Din dersleri kaldırılmıştı. Kırsal Kesimin eğitimi T.C'nin karşılaştığı en önemli sorunlarından biriydi. Köyün her açıdan kalkınmasını sağlayacak, öğretim biçiminin geliştirilmesi ve bu ereğe ulaşmaya yönelik eğiticilerin yetiştirilmesi hızla gerçekleştirilmeliydi. Köy Enstitüleri bu amaçla kuruldu. Kanıma göre Türk eğitim tarihinin en görkemli projesidir Köy enstitüleri.77
Aynı makalede mason yazar, Halkevleri için de "misyoner bir anlayışın ürünü" ifadesini kullanmaktadır. Söz konusu misyonerlik, kökeni Tapınak Şövalyelerine uzanan, din düşmanlığını kendisine en büyük görev kabul etmiş bulunan masonik misyonerliktir.
Masonların Dine Karşı Savaşı
Kitabın önceki bölümlerinde incelediğimiz gibi, masonluk, dine ve dini kurumlara karşı cephe alan bir geleneğin temsilcisidir. Tapınak Şövalyeleri, Hıristiyanlık'tan çıktıktan ve sapkın bir öğretiye kapıldıktan sonra Hıristiyanlarla tarihsel bir mücadele içine girmiştir. Avrupa'da asırlar boyunca dine karşı yürütülen mücadelede, öncülüğü Tapınakçıların mirasçısı olan masonlar yapmıştır. Türkiye'de de masonluk, pozitivist ve materyalist fikirleri kitlelere empoze eden ve dindarlara karşı düşmanlık körükleyen bir örgüt olarak işlev görmüştür.
Türk masonlarının kendi metinlerine baktığımızda, dine karşı olan bu garip husumetlerinin ve bundan kaynaklanan eylem planlarının ifadeleri ile karşılaşırız. Örneğin Mason Mahfili'nin yayınlarındaki bir ifadede, "medreseler ve minareler yıkılmadıkça, yani skolastik düşünceler, dogmatik inanışlar ortadan kalkmadıkça, fikirlerdeki esaret, vicdanlardaki ızdırap kalkmayacaktır" denmektedir.78 Dini kurumların masonları ne kadar rahatsız ettiği ise, Üstad-ı Azam Haydar Ali Kermen'in aşağıdaki ifadelerinden anlaşılacaktır:
Nasıl ki Milli Meclis'te, hiç münasebet almadığı halde caminin sıralarından yükselen ezan sesi "ben yaşıyorum, ölmedim, ölmeyeceğim" diyen onun 'essela'sından başka bir şey midir?... Memleket aydınlarının kulaklarını tırmalayan bu ses, hepimizin ikaz ve basiret görevini ihtar eden bir hatırlatmadır.
Görüldüğü gibi ezan sesi masonların "kulaklarını tırmalamakta" ve onlarca masonik görevlerini hatırlatan bir uyarı gibi algılanmaktadır. "Ben ölmedim, ölmeyeceğim" diyen dinin susturulmasını masonlar en büyük görev olarak kabul etmişlerdir.
Masonlar din ahlakının yaşanmasını engellemek için çeşitli yöntemler kullanırlar. Halkevleri veya Köy Enstitüleri gibi kurumlar bu yöntemlerin sadece biridir. Bir başka yöntem, masonların kontrolündeki medya kuruluşları yoluyla dine ve dini değerlere karşı yürütülen aleyhte propagandadır.
Mason yazarların kitapları bir başka önemli yöntemdir. Abdullah Cevdet ile başlayan bu gelenek, Cumhuriyet döneminde Cemil Sena Ongun veya Orhan Hançerlioğlu gibi en üst derecelere ulaşmış üstad masonlar tarafından sürdürülmüştür. Cemil Sena Ongun'un Hz. Muhammed'in Felsefesi adlı kitabında, İslam'ın (tenzih ederiz) güya peygamberimizin bir icadı olduğu iddiası üstü kapalı ama çok ısrarlı şekilde dile getirilir. Büyük Üstad Orhan Hançerlioğlu ise, Toplumbilim Sözlüğü, İslam İnançları Sözlüğü gibi, pek çok üniversitede kaynak olarak okutulan kitaplarında yine ateist ve din-dışı bir propaganda yürütmüş, dindarlara karşı asılsız suçlama ve iftiralar dile getirmiştir. Bu gibi mason teorisyenler, ateizmi ve materyalist felsefeyi "bilimsellik" zanneden, din-dışı bir dünya görüşüne sahip olarak "ilerici" olduklarını sanan, Darwin'in evrim teorisine adeta bir din gibi inanan ve tüm bu cehaletlerin içinde yaşarken de kendisini çok akıllı ve kültürlü sanan bireyler yetiştirmişlerdir.
Masonluk Türk milletini bu şekilde inançlarından koparmaya çalışırken, dindarlara karşı da yoğun bir baskı politikası organize etmiştir. Bir loca kitapçığında yer alan aşağıdaki ifade, bu konuda oldukça açıklayıcıdır:
Toplumumuzda İslam medeniyetinden kalma ve onu medeniyete bağlamaya çalışan gizli kuvvetler vardır. Bunun varlığını kabul etmekten kaçınmak lazımdır. Ama onu ezecek tedbirleri düşünmek ve uygulamak şarttır.
ustad
Büyük İslam alimi bediüzzaman Said Nursi, masonluğun Türkiye'de hedef aldığı dindarların başında geliyordu.
Dindarları ezmeye yönelik bu "masonik tedbirler"; geçmiş yüzyıl içinde Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hamdi, İskilipli Atıf Hoca, Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi büyük İslam alimlerine yapılan baskıların da perde arkasını oluşturmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde bu gerçeğe atıfta bulunan bazı kısımlar da vardır. Bediüzzaman, Nur Risaleleri'nin değişik yerlerinde, masonluğun dine karşı olan düşmanlıklarını şöyle vurgular:
Şimdi anlaşıldı ki, millet, vatan ve İslamiyete en dehşetli zarar veren komünistlik, masonluk ve dinsizliktir.81
Çünkü masonluk, komünistlik, dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği doğurur. Ve bu dehşetli duruma karşı ancak ve ancak Hakikat-i Kuraniye etrafında İttihad-ı İslam dayanabilir.82
Bir başka yerde Bediüzzaman, masonların din düşmanlığını şu şekilde ifade eder:
Bin yıllık Müslüman Türk'ün manevi bağlarını koparıp onu başka bir yola sürüklemek isteyen bir güruh şöyle diyor: "Biz artık Allah'ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık; o gaye Allah değil beşeriyettir."
Mason ritüellerini incelediğimizde Bediüzzaman'ın dikkat çektiği "biz artık Allah'ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık; O gaye Allah değil beşeriyettir" ifadesinin, 1923 yılında yayınlanan Meşrik-i Azam İçtimai Zabıtları adlı masonik dergide yayınlandığı görülür. Yani, Bediüzzaman'ın "Türk'ün manevi bağlarını koparıp onu başka bir yola sürüklemek isteyen güruh" derken kasdettiği kişiler, "seküler hümanizm" dinine inanan masonlardır.
Bediüzzaman, Risale-i Nur'da masonların kendisine olan özel düşmanlıklarını da ifade etmiştir. Bu büyük alime yapılan haksız baskı ve zulümlerde masonların büyük rolü vardır:
Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir'de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat etmişler, ta ki hiddetimden ve işkencelerine karşı "artık yeter" dememden bir bahane bulup, zalimane tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler
Bediüzzaman'ın hayatını anlatan Son Şahitler adlı kitapta, bu büyük İslam alimine karşı masonların çektirdiği sıkıntı ve eziyetler anlatılmaktadır. Bediüzzaman'ın kendi ağzından masonların suçsuz yere kendisini hapse attırdığı bildirilmektedir.
Bediüzzaman kendisine ait suçlamaları cevaplandırdığı Ondördüncü Şua'da da masonların düşmanlığını bir kez daha ortaya koyar. Mahkemenin Bediüzzaman'ın gizli düşmanları olduğunu reddetmesine karşılık, Bediüzzaman bu iddianın yanlış olduğunu, komünistlerin ve masonların kendisine büyük düşmanlık beslediklerini ifade eder. Bununla birlikte, Bediüzzaman, Nur Risaleleri'nde kendi görevinin yalnızca Allah'ın varlığını anlatmak ve dinsizlik akımına karşı imanı korumak olduğunu bildirmiştir. Bir mektubunda bu durumu açık şekilde anlatmaktadır. Olaylar detaylı bir şekilde incelendiğinde, kendisine eziyet eden ve geniş ölçüde hakim olan gücün masonluk ve komünist ideoloji olduğunu şu sözleriyle ortaya koyar:
Ben de beş on gün içinde üç defa siyaset dünyasına baktım. Müdafaatımda dediğim gibi masonlar ve komünistler hesabına çalışan iki yüzlü cereyan, baskı ve rüşvet kullanarak bizi böyle işkencelerle ezmeye çalışmış. Şimdi o kuvveti kıracak başka bir cereyanın bu vatanda tezahüre başladığını gördüm. Fazla bakmak mesleğimce iznim olmadığından daha bakamadım
Kendi görevinin, dinsizliğe karşı yerine getirilmesi gereken üç büyük vazifeden birisi olan iman-ı tahkiki kurtarmak olduğunu ve dinsizlikle, masonlukla yapılan mücadelenin daha sonra tam olarak hedefine ulaşacağını anlatan Bediüzzaman, talebelerine şu ünlü sözünü söylemiştir: "Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılabatı içerisinde en yüksek ve gür seda İslam'ın sedası olacaktır."
İslam'ın "en yüksek ve gür seda" olmasından endişe eden masonlar ise, Bediüzzaman devrinden bu yana din aleyhtarı propagandayı ve dindarlara karşı baskı politikasını sürdürmektedirler. Örgüt, 14. yüzyıl Avrupası'nda Tapınak Şövalyeleri tarafından başlatılmış olan "dine karşı savaş"ı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yürütmektedir.
Tapınakçı-mason örgütlenmesinin bir diğer önemli yönü ise, daha önceki bölümlerde incelediğimiz gibi, siyasi ve ekonomik menfaatlere yönelik illegal faaliyetlerdir. Türkiye'deki masonluk, bu konuda da yabancı biraderleriyle uyum içindedir.
cizgi
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
17 Temmuz 2007       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
MASON TARİHİNE VE EFSANELERİNE KISA BİR BAKIŞ

MASONLUK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMLİ BAZI OLAYLARI, AVRUPA'DA MEDENİYETİN SONU DEMEK OLAN ROMA İMPARATORLUĞU'NUN YIKILIŞINDAN BAŞLIYARAK GÖZDEN GEÇİRMEK İSTİYORUZ.
KONU, İSİMLER-OLAYLAR AÇISINDAN ****** AMA, NE YAPALIM!... ZATEN MASONLUK OLAYININ TÜMÜ RUH BUNALTICI, CAN ******!..
BATI'NIN GÖRDÜĞÜ SON GERÇEK MEDENİYET OLAN ROMA İMPARATORLUĞU, M.S.410 YILINDA BÜYÜK ALERİK'İN BAŞINDA OLDUĞU VİZİGOTLAR TARAFINDAN İŞGAL EDİLDİ... MASONİK RİVAYETE GÖRE, ROMALILARIN YAHUDİLERİ SÜRDÜKTEN SONRA, KUDÜS'TEN ALIP GETİRDİKLERİ HAZİNELERİ DE, BU İŞGAL SIRASINDA VİZİGOTLAR ALIP GÖTÜRDÜ.
BÜYÜK HUN İMİPARATORU ATTİLA DA AYNI TARİHLERDE ROMA KAPILARINA DAYANMIŞ, AMA VAKİTSİZ ÖLÜMÜ ÜZERİNE HUNLAR GERİ ÇEKİLMİŞTİ.
VANDALLARIN KRALI GAESERİK DE, 455 YILINDA ROMA'YI YAĞMA ETTİ!.... ARKASINDAN 493'DE İTALYA'DA BİR OSTROGOT KRALLIĞI KURULDU.
BUNDAN SONRA AVRUPA, GERMEN KAVİMLERİN İDARESİNDE KALACAK, VE VANDALİZM BARBARLIK İLE EŞ ANLAMDA KULLANILACAKTIR... VE AVRUPALILAR, VANDALLARIN ANALARIN KARNINA ATTIĞI TOHUMUN ETKİSİYLE, GÜNÜMÜZE KADAR BU NİTELİKLERİNİ SÜRDÜRECEKLERDİR.
500'LERDE AVRUPA'DA ADINI DUYURAN MOREVENJ FRANK KRALLIĞININ HİKÂYESİ, MASONLUK TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMLİDİR.
MEROVENJLER, BİR GERMEN KABİLESİ OLAN SİKAMBRİYANLAR SOYUNDAN GELİYORDU Kİ BUNLAR, DAHA ÇOK FRANKLAR OLARAK BİLİNİRDİ... FRANKLAR 5-7. ASIRLAR BOYUNCA FRANSA'NIN VE ALMANYA'NIN BÜYÜK KISMINI HAKİMİYETLERİNE ALMIŞLARDI... YÜKSELME DEVİRLERİ İNGİLTERE'NİN EFSANEVÎ KRALI ARTHUR'LA DENK DÜŞER.
O DÖNEM; HZ.İSA'YA AİT OLDUĞU ÖNE SÜRÜLEN, SON YEMEĞİNDE ŞARAP İÇTİĞİ VE ÇARMIHA GERİLDİKTEN SONRA KANININ TOPLANDIĞI ŞİFALI VE KUDRETLİ "KUTSAL KUPA" EFSANELERİNİN DE YAYGINLAŞTIĞI YILLARDIR... AMA ASLINDA BİZİM "AVRUPA'NIN KARANLIK ÇAĞI" DİYE BİLDİĞİMİZ YILLARDI...
İDDİAYA GÖRE, MEROVENJLER FARKLIYDI, VE O KADAR GERİ DEĞİLDİ!. KİLİSE, RAHİP OLANLARIN DIŞINDAKİLERE EĞİTİMİ, ÖĞRENMEYİ ENGELLİYORDU AMA, BUNLAR HER NASILSA OLDUKÇA İYİ EĞİTİMLİ OLMAYI BAŞARABİLMİŞ İDİLER. TABİİ İDDİA BU!..
İNGİLTERE'DE GALLER SAVAŞI DİYE BİLİNEN DEVİR; STUARTLAR, TUDORLAR, ORANGE VE HANNOVER SÜLÂLELERİ GELİP GEÇMİŞTİ AMA, FRANKLARIN BAŞINDA HEP MEROVENJLER KALMIŞTI.

MEROVENJLER AVRUPA HÂKİMİ OLUYOR!

5. ASIRDA AVRUPA'NIN HUN İSTİLASINA UĞRAMASIYLA, MEROVENJLER'İN ATASI SİKANMBRİYANLAR REN BÖLGESİNDEN GAL HAVZASINA GEÇTİLER, YANİ FRANSA'YA!.. BURADA BİR KRALLIK KURDULAR.
KRALLARINDAN 1.CLOVİS (481-511), HIRISTİYANLIĞI KABUL ETTİ... ROMA KİLİSESİ, YANİ PAPALIK, ONUN VASITASIYLA BATI AVRUPA'YI KONTROLÜNE ALDI. AYNI TARİHLERDE DE İSTANBUL'DA ORTODOKS KİLİSESİNİN HÜKMÜ SÜRÜYORDU.
CLOVİS 507 YILINDA HUNLAR'DAN SONRA AVRUPA'YI İSTİLA EDEN VİZİGOTLARI YENDİ... GERİ ÇEKİLEN VİZİGOTLAR, RENNES LE CHATEAU'YA YERLEŞTİLER VE ORASINI KENDİLERİNE BAŞKENT YAPTILAR.
PAPALIK KİLİSENİN HAMİSİ GİBİ GÖRDÜĞÜ CLOVİS İLE, 500'LERDE BİR ANLAŞMA YAPTI. BU ANLAŞMAYA GÖRE, "AVRUPA'DA KRALLIK HAKKI DÜNYA DURDUKÇA ONUN SÜLALESİNİN ELİNDE" OLACAKTI!..
PEKİ, PAPANIN BU GÜCÜ NEREDEN GELİYORDU DA, AKLINA ESEN BİRİNİN SÜLÂLESİNE AVRUPA'YI BAĞIŞLIYABİLİYORDU?..
EFENDİM, İLK HIRİSTİYAN ROMA İMPARATORU OLAN KONSTANTİN, İSTANBUL'U KURDUKTAN VE 325 YILINDA İLK HIRİSTİYAN KONSÜLÜNÜ TOPLADIKTAN BİR SÜRE SONRA, KRALLIK SEMBOLÜ OLAN BÜTÜN EŞYALARI VE HÜKÜMRANLIK YETKİSİNİ KİLİSEYE DEVRETMİŞTİ... AYRICA ROMA KİLİSESİ BAŞRAHİBİNE DE MAAŞ BAĞLAMIŞTI.
BU SURETLE ROMA BAŞRAHİBİ OLAN PAPAZ, ÖTEKİLERDEN ÖNEMLİ SAYILMAYA BAŞLADI...
384-393 TARİHLERİ ARASINDA GÖREV YAPAN ROMA KİLİSESİNİN BAŞRAHİBİ, KENDİNE "PAPA" ADINI VERMİŞTİ AMA, ASLINDA O DÖNEMDE DİĞER RAHİPLERDEN FAZLA BİR ETKİSİ YOKTU... PAPALAR 400'LÜ YILLARIN ORTALARINDA ÖNEM KAZANDILAR... VE BÖYLECE BİR SÜRE SONRA DÜNYANIN BAŞINA BELÂ OLAN PAPALIK MÜESSESESİ DOĞDU!..
İŞTE PAPALIĞIN CLOVİS'İN SOYUNA AVRUPA'YA BAĞIŞLAYACAK GÜCÜ BURADAN KAYNAKLANIYORDU... 1500'LÜ YILLARDA BİR BAŞKA KENDİNİ BİLMEZ PAPA ORTAYA ÇIKIP, DÜNYAYI İSPANYA VE PORTEKİZ ARASINDA PAYLAŞTIRACAKTI!.
BU BELGEYE GÖRE, ROMA BAŞRAHİBİ BİR NEVİ PAPA-İMPARATOR OLACAK, VE BÜTÜN HİRİSTIYAN DİYARINDA HÜKÜM SÜRECEKTİ, İSA ADINA!.. İŞTE BU TARİHTEN SONRA AVRUPA'DA KRALLAR, PAPADAN İCAZET ALMA DURUMUNDA KALMIŞLARDIR...
ASLINDA BU KONUDA CLOVİS'LE İMZALANDIĞI SÖYLENEN BELGENİN DE, KONSTANTİN'İN İMPARATORLUK YETKİLERİNİ ROMA PAPAZINA DEVRETTİĞİ VASİYETİN DE SAHTE OLDUĞU ÖNE SÜRENLER DE VARDIR. HATTA KONSTANTİN'İN VASİYETİNİN SAHTELİĞİ İSPATLANMIŞTIR! (BAKINIZ: VATİKAN VE TAPINAK ŞÖVALYELERİ, AYTUNÇ ALTINDAL)
511'DE CLOVİS ÖLDÜ. ÜLKESİ DÖRDE BÖLÜNDÜ... BİR SÜRE ÖYLE İDARE EDİLDİ... 651'DE AYNI SÜLÂLEDEN DAGOBERT DOĞDU... BÜYÜYÜNCE İRLANDA'YA SÜRÜLDÜ, BİR KELT PRENSESİ İLE EVLENDİ... BU KARISI ÖLÜNCE, VİZİGOT KRALININ YEĞENİNİ ALDI.
DAGOBERT 674 YILINDA İNGİLTERE KRALININ, VE AKRABASI VİZİGOT KRALININ DESTEĞİ İLE FRANKLARIN KRALI OLDU... ANCAK 675'DE MANEVİ EVLADI TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ... AİLESİNİN PEK ÇOK FERDİ KATLEDİLDİ... BÖYLECE HANEDANI YOKOLMA NOKTASINA GELDİ!..
MEROVENJLER 496'DA KRALLIK HAKKINI ELDE ETMİŞLERDİ VE BU UYGULAMA CLOVİS İLE PAPANIN ARASINDAKİ ANLAŞMAYA DAYANAK YAPILMIŞTI... ANCAK DAGOBERT'İN HANEDANI İKTİDARI KAYBEDİNCE, YERİNİ ONU ÖLDÜREN ŞİŞMAN POPİN'İN SOYU ALDI. PAPALIK DA BİR SÜRE SONRA BUNU ONAYLIYARAK, CLOVİS'LE YAPTIĞI ANLAŞMAYA İHANET ETMİŞ OLDU!..
754'DE 3. POPİN RESMEN KRAL İLAN EDİLDİ... BU SOYDAN GELEN ŞARLMAN İSE 800 YILINDA KRAL OLDU, KUTSAL ROMA (GERMEN) İMPARATORU İLÂN EDİLDİ... BÖYLECE İKTİDAR RESMEN MEROVENJ HANEDANINDAN KAROLENJ HANEDANINA GEÇTİ!..
AMA MESELE BURADA KAPANMADI... BİRİLERİ ÇIKIP MEROVENJ HANEDANININ HAKKININ YENDİĞİNİ ÖNE SÜRÜP, KRALLIK HAKKINI TEKRAR ELDE ETMEYE KALKIŞTILAR!..
ZAMAN İÇİNDE BU KİŞİLERİN, AVRUPALI MASONLAR OLDUĞU ANLAŞILDI!... HİKÂYESİNİ İLERDE ANLATACAĞIZ... ŞİMDİLİK SADECE DAGOBERT'İN AVRUPALI MASONLARCA ÇOK ÖNEMLİ SAYILDIĞINI BELİRTMEKLE YETİNELİM.
HAA, DERSENİZ Kİ, BUNUN TÜRK MASONLARLA NE ALÂKASI VAR DA, AVRUPALILARIN KUYRUĞUNA TAKILMIŞLAR?..
ONU BİZ DE ÇÖZEBİLMİŞ DEĞİLİZ!..


MASON SIRRI

MEROVENJ DAGOBERT'İN ELİNDEN GİDEN İKTİDARI GERİ ALMA ÇABALARI DA BUNDAN SONRA BAŞLADI... KUDÜS'TEKİ TEMPLAR ŞOVALYELERİ, ROSECRUSİAN'LAR VE MASONLAR HEP BU GİZLİ AMACA HİZMET EDİYORLARDI.
HEPSİNİN ARKASINDA 1090 YILINDAN İTİBAREN KENDİNE "SİON TAPINAĞI" ADINI VERMİŞ OLAN TARIKAT VARDI!.. BİLİNDİĞİ GİBİ SİON, HZ. İSA'NIN ÇARMIHA GERİLDİĞİ, BİZDE ZEYTİN DAĞI DİYE BİLİNEN MEVKİDİR... FALİH RIFKI ATAY'IN "ZEYTİNDAĞI" DİYE BÖLGEYİ SON OSMANLI DÖNEMİNDEKİ HALİ İLE ANLATAN BİR KİTABI VARDIR.
TAPINAK'TAN ŞİMDİLERDE ANLAŞILAN SÜLEYMAN MABEDİ'DİR... KUR'AN'DA HZ. SÜLEYMAN'IN KENDİNE BİR SARAY YAPTIRDIĞI BELİRTİLİR. BU SARAYDA BİR MABED OLABİLİR... ANCAK SİON TARİKATI İLK KURULDUĞUNDA YAHUDİLİKLE HİÇ ALAKASI YOKTU. ONLAR HERHALDE SİON BÖLGESİNDE İSA ADINA YAPILMIŞ OLAN KİLİSEYİ KASTEDİYORLARDI.
BURADA AYRICA BELİRTMEK GEREKİR Kİ, YAHUDİLER VE HIRİSTİYANLAR HZ. DAVUD İLE HZ. SÜLEYMAN'I BİR PEYGAMBER'DEN ZİYADE, BİRER KRAL OLARAK KABUL EDERLER. ZEBUR ADLI MUKADDES KİTABI DA "DAVUD'UN ŞİİRLERİ"NDEN İBARET SAYARLAR.
ONUN İÇİNDİR Kİ, TÜRK MASONLAR TÖRENLERİNDE MASAYA "ÜÇ BÜYÜK KİTABI KOYDUKLARINI" SÖYLERLER VE BUNUNLA ÖVÜNÜRLER... ZAVALLILAR, BÖYLECE YAHUDİ VE HIRİSTİYAN İNANÇLARINA TESLİM OLDUKLARINI DÜŞÜNMEZLER!..
KALDI Kİ, BU SALAKÇA ÂDET, SADECE TÜRK MASONLARDA VARDIR. YABANCI MASON LOCALARI ARALARINA MÜSLÜMAN, BUDİST, BRAHMANİST, HİNDU ALMADIKLARI İÇİN HİÇ TE BÖYLE BİR ÂDETLERİ YOKTUR!.. İNANMAZSANIZ, FREEMASONRY IN BAKERFIELD SAYFASINA BAKIN!..
ÜSTELİK ORTAYA KOYSAK TA, KOYMASAK TA, BİZ SADE MÜSLÜMANLAR DÖRT KİTABA, VE BÜTÜN PEYGAMBERLERE İNANIRIZ!.. YANİ, MASONLARIN ÖVÜNDÜKLERİ ŞEY, BİZ MÜSLÜMANLARIN YANINDA EKSİK VE KINANACAK MERTEBEDEDİR!
KONUYA DÖNERSEK; BÜYÜK BİR İHTİMALLE BU TARİKAT ÖNCE SADECE GİZLİ BİR CEMİYET OLARAK KURULMUŞ, KUDÜS'ÜN FETHİNDEN SONRA KENDİNE DİNİ BİR MAHİYET VEREREK "SİON" VE "EGEMEN" KELİMELERİNİ BİRLEŞTİREREK BU HAKİMİYETİN PEŞİNDE KOŞTUĞUNU İMA ETMEK İSTEMİŞTİR. AMA BİZ HAREKET NOKTASINI GÖZ ÖNÜNDE TUTARAK BU TARİKATI "SİON TAPINAĞI TARİKATI" OLARAK ANDIK.
YANİ ASIL HEDEF, MEROVENJ HANEDANI'NIN ELİNDEN ALINMIŞ OLAN "AVRUPA'NIN TEK KRALI" OLMA HAKKINI, TEKRAR ELDE ETMEKTİR! AVRUPA'DA BİR KRALLIK KURMAKTIR. AVRUPA BİRLİĞİ BUNUN İÇİN ATILMIŞ BİR ADIMDIR VE MERAVENJ SOYUNDAN GELDİĞİ İDDİA EDİLEN KİŞİ ŞU ANDA AVRUPA PARLAMENTOSU'NDADIR, KRAL VEYA İMPARATOR İLAN EDİLECEĞİ ÂNI BEKLEMEKTEDİR!..
TÜRKİYE'DE İSTİSNASIZ HİÇ BİR MASONUN BİLMEDİĞİ GERÇEK "MASON SIRRI" DA BUDUR!...
HALBUKİ BİR PAPA'NIN HADDİ OLMADIĞI HALDE CLOVİS'E VERDİĞİNİ, BAŞKA BİR PAPA YİNE HADDİ OLMADAN ALMIŞTIR... OLAY BU KADAR BASİTTİR!..
MEROVENJLER'İN HAKKINI ARIYANLAR, DAGOBERT SOYUNDAN MI?.. HİÇ SANMIYORUZ... EN AZINDAN ŞİMDİKİ VE GEÇMİŞTEKİ AVRUPALI MASONLARIN HEMEN HİÇ BİRİNİN EN UFAK BİR KAN BAĞI YOK!..



Kaynak:Dumrul

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
kobanc - avatarı
kobanc
Ziyaretçi
1 Eylül 2007       Mesaj #4
kobanc - avatarı
Ziyaretçi
Masonluk ile diğer sosyal yapıları lütfen karıştırmayalım.masonluğu kullanarak masonluğa karşı durarak hedef alınan başka değerlerdir, başkalarının propagandasına alet olmayalım.Masonluk tam anlamıyla ülkemizde bilinmemekle beraber"olduğu var sayılıyor"neye ve kimlere hizmet ettiğide belli değil.Uluslar arası büyük sermayedarların oluşturduğu bir nevi saadet zinciri gibi birşey,misyonlarının ne olduğu,din ile ilişkileri inaçları tüm bunlar kocaman bir soru işareti.
Bizim dikkat etmemiz gereken; Aydınlanma devrimine göz göregöre dil uzatılması,kurucularının dinsizlikle (masonlukla) suçlanmasıdır.türkiye cumhuriyetinin kurucularının nerdeyse tümünün islam düşmanlığı ile suçlanması.köy enstitülerinin,halk evlerinin şaibe altına alınması çok acı veren şeylerdir.Bu ülkenin kurucularına böyle pervasızca saldıranların kim olduklarına,kime hizmet ettiklerine,gerçek isimlerine(Bediüzzaman nurs-i)uzun uzadıya değinmek istemiyorum.
Genç arkadaşlarımın sadece bu saçma sapan propagandalara alet olmamasını biraz tarihi araştırarak ,gerçekleri bulabilecekleri konusunda uyarmak istiyorum.
esas23e - avatarı
esas23e
Ziyaretçi
2 Eylül 2007       Mesaj #5
esas23e - avatarı
Ziyaretçi
değin kardeş istediğin konuyasenın masonluk dediğin övmeye kalktıgın olay ABD nin kurulusuna kadar gider abd nin devlet düzenın sembollerıne bak herşey siyonizm kokar bu ülkede masonlar büyük devlet kademelerınde görev yapmışlardır hizmetleri devlete değil yeni dünya düzenini kendi düzenlerini getirmeye çalışan gizli tabiri caizse yer altı örgütleridir sınırsız para kaynagının sahıplerı ve onların uşakları
bediüzzaman a gelince önce hayatını bir oku sonra gel burda ahkam kes siizin örümcek ağı bağlamış köhne düşüncelerinize Allah adını anan sadece kenddini doğruluğa adamış insanları alet etmeyınız
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
25 Aralık 2007       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

1. Hür Masonluğun amacı, bütün insanlar arasında kardeşlik bağlarının kurulması; insanlığın, hürriyet ve ahenk içerisinde gelişerek ilerlemesi ve Hakikatın araştırılmasıdır. Hür Masonluk, bu amaçlara kendisini adamak isteyen insanların çabalarını bir araya getirir.

2. Hür Masonluk, Evrenin Ulu Mimarı adını verdiği Yüce Varlığı ve Ruhun ölümsüzlüğünü kabul eder. Çalışmalarına, Evrenin Ulu Mimarı'nın adını anarak başlar.

3. Hür Masonluk, aşağıdaki prensipleri değişmez sayar:

* Masonluk sıfatı, geleneksel Masonluğun sembolleriyle ve tanışma işaretlerinin bilinmesiyle anlaşılır.
* Üçüncü derece menkıbesi törelerinde yer alır.
* Eski adetlere uyarak, tüm çalışmaları esnasında Kutsal Kitaplar ile Gönye ve Pergel'i, Yemin Kürsüsü üzerinde bulundurur. Yeminler bunlar üzerine edilir.
* Ahlak sağlamlığını şart koşar. Arasına alınacaklar için bu inanç ve nitelikleri, en başta gelen ilkeler olarak kabul eder.

* Sır saklamaya kesinlikle uyulmasını ister. Hür Masonluğun tarihi, ilkeleri ve ülküsü birer sır değildir.

4. Hür Masonluk, bütün insanlar için ortak bir İnsanlık Ülküsü'nün gerekliliğini kabul eder. Bu ülkünün gerçekleşmesi için, Hür Masonluk:

* İnsan kişiliğine saygıyı,
* Bütün insanların iyiliğine çalışmayı,
* Ferdin hürriyetini ve ahlaki sorumluluğunu,
* İnsanların hak ve vazife eşitliğini,
* Bilime saygıyı;

birer prensip olarak kabul eder.

5. Hür Masonluk, üyelerinin vicdan, inanç ve düşünce hürriyetlerini kabul eder. Üyelerinden "öğrenme ve öğretme" görevlerini, severek yerine getirmelerini diler.

6. Hür Masonluk, kendi arasına; din, dil, ırk, mezhep, inanç ve sosyal durum ayrımı gözetmeksizin, hür, iyi ahlaklı, namuslu, şerefli ve aydın erkekleri alır. Hiçbir inanç ve ülküye bağlı olmayan septikleri sinesine kabul etmez. Hür Masonluk, arasına almak için hiç kimseyi hiçbir surette zorlamadığı gibi, kanaatlari veya sosyal durumları icap ettirdiği zaman üyelerini Masonluktan ayrılma kararlarında serbest bırakır.

7. Hür Masonlar, kendi aralarında birleşerek, Loca adı verilen kollar kurarlar. Loca, insan hırsının giremeyeceği, tarafsız ve sakin bir yerdir. Burada din ve politika tartışmaları yapılamaz. Sırf öğrenme ve öğretme amacı ile her konu üzerinde konuşmalara izin verilebilir; ancak, kardeşlerin düşünce hürriyetlerini kısıtlayacak veya kutsal duygularını incitecek netice ve kararlara varılamaz.

8. Hür Masonlar, bir Mason ve vatandaş olarak, ülkelerinin yasalarına uymak, vatanlarına şerefle hizmet etmek mecburiyetindedirler. Her Mason vatanına sadakatle bağlıdır. Ülkesinin yararlarını, bağımsızlık ve hürriyetlerini, birlik ve düzenini korumayı kutsal bir görev olarak bilir.

9. Hür Masonlar, insanı güçlendiren ve daha iyi yapan çalışmanın her türlüsünü, ister el, ister fikir işçiliği olsun, aynı derecede şerefli sayarlar.

10. Hür Masonlar, insanlık prensiplerini ve ahlaki gelişmeyi:

* Mimarlık sanatından alınan semboller,
* İnsanlığın yüksek menfaatleri hakkında karşılıklı öğretim,
* Dostluk bağlarının sağladığı terbiye;

yolları ile uygulamaya ve yaymaya çalışırlar.

Son düzenleyen asla_asla_deme; 7 Aralık 2008 01:00
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

9 Mayıs 2017 / handeber4 Cevaplanmış
31 Ekim 2008 / YellowCanary Din/İlahiyat
27 Ocak 2007 / asla_asla_deme Din/İlahiyat
7 Ocak 2016 / Safi X-Sözlük