Arama

İslami Bilgiler - Soru ve Cevap - Sayfa 8

Güncelleme: 23 Ocak 2015 Gösterim: 155.647 Cevap: 117
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #71
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Yüzümdeki sivilcelerimin geçmesi için evlenmemi veya geneleve gitmemi söylediler. Hatta, (Evlenmeden önce mutlaka geneleve gitmek gerektir) diyorlar. Bekara da zina haram değil midir?
CEVAP
Sponsorlu Bağlantılar
Bunları din cahilleri söyler. Zina bekar evli herkes için çok büyük günahtır. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Zinaya yaklaşmayın! O; hayasızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur.) [İsra 32]

(Müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!) [Nur 31, 32]

(Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet ederler.)
[Müminun 1-8]

(Fuhşun açığına da, gizlisine de yaklaşmayın!)
[Enam 151]
Buradaki yaklaşmayın demek, zinaya götürecek sebeplerden, hareket ve işlerden sakının, yabancı kadınları düşünmeyin, onlarla konuşmayın, onların seslerini dinlemeyin, onlara bakmayın, onlarla tokalaşmayın demektir.

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allah indinde zinadan büyük günah yoktur.) [R. Nasıhin]

(Sizin için en çok korktuğum şey zinadır.) [Taberani]

(Zina etmeyin, kadınlarınızın cazibesi
[güzelliği, çekiciliği, albenisi] ve sevgisi gider, soğukluk başlar.) [İ. Neccar]

(Rüyamda, heladaki necaset gibi pis kokan kimseler gördüm. Sonradan bunların zina edenler olduğunu öğrendim.)
[İ.Hibban]

(Zina fakirliğe yol açar.)
[Beyheki]

(Gençliğini zinadan koruyan [mümin] Cennete girer.) [Beyheki]

(Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer.)
[İbni Hibban]

(Bir yerde, zina ve riba çoğalırsa, o yerin halkı, belaya maruz kalır.)
[Hakim]

(Zina fakirlik getirir.) [Buhari]

(Zinaya devam eden, putperest gibidir.)
[Harâiti]

(Zina edenin yüzü Cehennemde ateşle yanar.) [Taberani]

(Yedi kat gök ve yer, zina eden ihtiyarlara devamlı lanet eder.)
[Bezzar]

(Zina edenlerin avretlerinin kokusu, bütün Cehennem halkına eza verir.) [Bezzar]

(Kötü kadınlar, çoğalıp, zina toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara maruz kalır)
[Beyheki]

(Bir facire
[kötü] kadının fücuru [kötülüğü] bin erkeğin fücuru gibi ve bir iyi kadının iyiliği, yetmiş sıddıkın iyiliği gibidir.) [Ebu Nuaym]

(Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur.)
[Hakim]

(Namusunuzu koruyun, zina etmeyin! Namusunu koruyana Cennet vardır.) [Hakim]

(Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşayın ve iffetli olun!) [İbni Asakir]

(Onun bunun karısını, kızını ayartan bizden değildir.) [İ. Ahmed]

(Zina eden, aynı şeye maruz kalır.) [İ.Neccar]
["Çalma elin kapısını, çalarlar kapını", "Eden bulur" denmiştir.]

Göz zinası
Sual: Zaruretsiz kadınlara bakmakve tokalaşmak günah mıdır?
CEVAP
Evet günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kadına, şehvetle bakanın, gözlerine erimiş kurşun dökülüp, Cehenneme atılır.) [M. Enhür]

(Gözlerin zinası harama bakmak, kulakların zinası zinaya götürecek sözleri dinlemek, dilin zinası zinaya sebep olacak sözleri konuşmak, ellerin zinası namahremi tutmak, ayakların zinası günah olan yerlere gitmektir.)
[Buhari]

(Azab-ı İlahiden korkarak, başını yabancı kadından çevirene, Allahü teâlâ ibadetin tadını duyurur.)
[Hakim]

(Harama bakmayan gözler, Cehennem ateşi görmez.)
[İsfehani]

(Komşu kadına, arkadaş hanımına şehvet ile bakmak, yabancı kadına bakmaktan on kat daha günahtır. Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha günahtır. Zina günahları da böyledir.)
[Taberani]

(Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!)
[Beyheki]

(Kadının yüzünden ve iki eli ayasından başka bütün bedeni avrettir.) [M. Enhür]

(Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!)
[İbni Said] (Ramuz’un 469. sayfasında yazılıdır.)

(Elbette ben kadınlarla tokalaşmam.)
[Nesai, İbni Mace, Taberani]

(Yemin ederim ki, kişinin başına demirden bir şişin, bir çivinin çakılması, yabancı bir kadına dokunmasından daha hafif kalır.)
[Taberani]

(Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakının. Allahü teâlâya yemin ederim ki, bir kişi bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin çamurlu bir domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine helâl olmayan bir kadına dokunmasından daha hafif kalır.)
[Taberani]

Hazret-i Âişe validemiz buyurdu ki:
(Peygamber efendimiz, kendisine helâl olan kadınlardan başka, hiçbir kadınla tokalaşmadı.) [Buhari, Müslim]

Kadınların, Kur'an-ı kerim, mevlid, ilahi okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları haramdır. [Hoparlör, radyo ve TV ile duyurmaları ise mekruh olur.] (Tergibüssalat, Hadika)

Sual:
Mealden okudum, zina etmiş bir bayanla hiç mi evlenilmez?
CEVAP
Mealden tefsirden din öğrenilmez. Zina etmiş bayanla evlenmek caizdir. Çünkü (Zina eden kadını, başka erkekler nikah edemez) mealindeki âyet-i kerime nesh edilmiştir.

Sual:
AIDS hakkında hadis-i şerif var diyorlar doğru mudur?
CEVAP
Frengi ve Aids gibi bulaşıcı hastalıklar, Avrupa’dan, [Frenkten] gelmiştir. Eskiden Avrupa’dan gelen şeylere frenk malı denirdi. Frenk üzümü, frenk gömleği gibi. Fuhuşla yayılan hastalığa da, onlardan geldiği için frengi denmiştir. Bir hadis-i şerifte, (Kötü kadınlar, çoğalıp, zina toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara maruz kalır) buyuruluyor. Frengi gibi, Aids de daha önce görülmemişti. Şimdiye kadar görülmemiş daha başka hastalıklar da çıkabilir. Onun için bu hadis-i şerifte bildirilen hastalığa sadece Aids demek yanlış olur. Avrupa’dan gelen Frengi, bel soğukluğu da sonradan meydana çıkmıştır.

Sual:
Zina edenin, zina ettiğiyle evlenme mecburiyeti var mıdır?
CEVAP
Hayır, yoktur.

Sual:
Zina edenin nikâhına zararı olur mu?
CEVAP
Nikâhına zararı olmaz. Fakat zina, en büyük günahlardandır.

Sual: Zinanın zararları nelerdir?
CEVAP
Zinanın zararları çoktur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Zinanın dünyada üç zararı vardır:
1- Güzelliği ve parlaklığı giderir,
2- Fakirliğe yol açar,
3- Ömrün kısalmasına sebep olur.
Âhiretteki üç zararı:
1- Allahü teâlâ gazap eder.
2- Sorgu suali, hesabı çetin geçer.
3- Cehennem ateşinde azap çekmeye sebep olur.)
[Taberani]
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #72
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Dinimizde birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi nedir?
CEVAP
Sponsorlu Bağlantılar
Çok önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toplulukta, birlik ve beraberlikte rahmet var, ayrılıkta ise azabı ilahi vardır.) [Beyheki]Birlik ve beraberlik içindeki toplum, ne kadar çoğalırsa o kadar rahmet de artar. Bir hadis-i şerif meali:
(İki kişi, bir kişiden; üç kişi, iki kişiden hayırlıdır. O halde birlik olun!) [İ. Asakir]

Hangi iş olursa olsun, toplulukla, birlik ve beraberlik içinde hareket etmekte çok faydalar vardır. Mesela toplu olarak yemek yemekte bile rahmet vardır. Bir hadis-i şerif meali:
(Yemeği, toplu olarak yiyiniz; bereket topluluktadır.) [İbni Mace]Kendimiz çok kötü biri olsak bile, iyi kimselerin topluluğuna katılmalıyız. Bize gelecek beladan, onların içinde olunca kurtuluruz. Onlarla bir yere gidince, onlarla birlikte bizi de oraya kabul ederler. Hatta ahirette cennete iyiler giderken, biz de aralarında isek, bizi ayırmazlar. Eshab-ı kehfin köpeği, salihlerin, iyilerin peşinden gittiği için, onları sevip bırakmadığı için Allahü teâlâ, onu salihlerle birlikte cennete koyacağını bildirdi. Demek ki, iyilerle beraber olan kurtuluyor. İki hadis-i şerif meali:

(Allah, bir topluluğa rahmet edince, onlardan kötü birini affetmemekten haya eder.) [Ebu-ş-şeyh]

(Bir topluluğu seven, onların arasında haşrolur.) [Hadika]
Resulullah, bu ümmetin çeşitli gruplara ayrılacağını, ancak kendisinin ve mübarek Eshabının yolunda olanların kurtulacağını bildirdi. Bu fırkaya Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası dendi. Bu fırkada olmayanların cehenneme gideceği yine hadis-i şerifle bildirildi. Bir hadis-i şerif meali:

(Ümmetimin âlimleri ebediyen dalalette toplanmaz. O halde, sevad-i a’zam üzere [âlimlerin toplandığı yerde] olun; çünkü Allahın rahmeti cemaatle beraberdir. Bunlardan ayrılan cehenneme gider.) [Hâkim, İbni Cerir, Hakîm-i Tirmizi]

Birlik ve beraberlik içinde olmak gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani]

(Şeytan, insanın kurdudur. Sürüden ayrılan koyunu kurt kaptığı gibi, şeytan da cemaatten ayrılanı kapar. Sakın cemaatten ayrılmayın!) [Tirmizi]

(Cemaatten bir karış ayrılan, İslam halkasını boynundan çıkarmış olur.) [Ebu Davud]

(Cemaatten ayrılan yüzüstü Cehenneme düşer.)
[Taberani]

Bildirilen cemaat, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Herkes Ehl-i sünnetim diyebilir. Ehl-i sünnet olmanın ölçüsü vardır. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalı. Ben nasıl olsa doğru yoldayım diye dua etmekten kaçınmamalı. İki âyet-i kerime meali:

(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69]

(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #73
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, rızkı azaltır.) [Ebuşşeyh, İsfehani]

(Yalan, nifak kapılarından biridir.) [İbni Adiy]

(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.)
[İbni Ebi Şeybe, Bezzar]

(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.)
[Buhari]

(Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.)
[İbni Mace]

(Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alış-veriş yaparlar.)
[Hakim]

(Aldatan Cehennemdedir.)
[Taberani]

Peygamber efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buhari)

Bir kimse, Peygamber efendimize dedi ki:
- Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki.
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Yalanı benim için terket!
Adam, peki diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyleyerek verdiğim sözü tutmamış olurum) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçti. (Şir’a)

Büyükler buyuruyor ki:
Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)

Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)

Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)

Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)

İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)

Sual: Birisini üzmemek, kalbini kırmamak için mesela, başka şehirde oturan annem sağlığımı sorduğunda, hasta olsam bile "çok iyiyim" diyorum. Hasta olduğumu söylersem üzülüp vesvese yapıyor. İyiyim dersem caiz midir?
CEVAP
Caizdir, günah değildir.

Sual: Biri yiyecek bir şey ikram edip de sorarsa (veya sormadan), hiç beğenmediğimiz halde "çok güzeldi, ellerinize sağlık" demek caiz mi?
CEVAP
Caizdir.

Sual: Aynı konuşma o kişinin gıyabında geçerse, mesela, ev sahibinden ayrıldıktan sonra birisi "yemek nasıldı, beğendin mi diye" sorarsa, beğenmesek de "evet, güzeldi" demek caiz mi?
CEVAP
Caizdir.

Sual: Yalan olduğu kesin belli olan, kimseyi inandırmayacak bir konuda şaka olarak söylemek mesela, "nasıl bu kadar hızlı geldin" diyen birisine "uçarak geldim" diye şakacıktan söylemek mesela, "kendime özel bir jet aldım" demek caiz mi?
CEVAP
Caizdir.

Sual:
Fransa’da yüksek tahsil yapıyorum. Özellikle namazımı kılabilmek için bazen okulda yalan söylemek zorunda kalıyorum. Bu yalan caiz mi?
CEVAP
Fransa gibi İslamiyet ile idare edilmeyen yerlerde, kendimize zararı gelecekse idarecilere yalan söylemek caiz olur. Namaz kıldın ve okula geç kaldın, nerede idin denince, doğru söylersek bir zarar gelme durumu varsa yalan söyleyebiliriz, bu dinimizin emridir. Hatta mecbur kalınca küfrü gerektirici söz bile söylenir, önemli olan kendimize zarar gelmemelidir.

Müşrikler, Hazret-i Ammar’a, babasına ve annesine [Sümeyye Hatuna] işkence edip, sıcak kum içine gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşları gövdelerine dizerlerdi. Sonra "Lat ve Uzza putu, Muhammed’in dininden iyi de" derlerdi. Demeyince de işkenceyi artırırlardı. Bir keresinde Resul-i Ekrem, (Sabredin ey Yaser ehli! Size vaat edilen yer Cennettir) buyurdu. Yaserlerin müşriklerden gördüğü işkence, dillere destan olmuştur. İşkenceye uğramadığı günleri yoktu. Bir gün Hazret-i Sümeyye’yi iki devenin arkasına bağlamışlar işkence ediyorlardı. Nihayet Ebu Cehlin kamçılarına dayanamayıp şehid oldu. Hazret-i Yaser’i de şiddetli işkence ile öldürdüler. İslam’da ilk şehid olan bunlardır. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini diliyle söyledi. Resul-i Ekrem efendimize, Ammar kâfir oldu dediler. Buyurdu ki:
(Hayır o kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar iman ile doludur.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ imanı Ammar’ın tepeden tırnağa bütün vücuduna sindirtmiştir. İman onun et ve kanına karışmıştır. O hak neredeyse orada yer alır. Onun vücudundan herhangi bir şey yemesi Cehenneme yakışmaz.)
[İbni Asakir]

(Ammar bin Yaser, iki durumda karşılaştığında mutlaka en doğru olanını tercih eder.)
[İbni Mace]

Hazret-i Ammarı serbest bıraktılar. Resulullah efendimiz, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu hadise üzerine, Nahl suresinin (Allah’a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu halde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesna) mealindeki 106. âyeti nazil oldu. Resulullah efendimiz de Hazret-i Ammar’a (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle) buyurdu.

Sual: Tariz ve kinayeli konuşmada mahzur var mıdır?
CEVAP
Tariz ve kinayeli ifade kullanmakta mahzur yoktur. Tariz, delalet yolu ile, bir sözü bir manayı karşısındakine anlatmaktır. Mesela karşıdaki kimse cimri ise, ona (Sen cimrisin) demeyip (cimrilik çirkin bir şeydir) demek böyledir.

Kinaye, maksadı, kapalı bir şekilde dolaylı olarak anlatmaktır. Mesela, (Falancanın kapısı herkese açıktır) denince bu kimsenin misafirperver olduğu anlaşılır. Peygamber efendimiz ihtiyar bir kadına, (ihtiyar kadın Cennete girmez) buyurunca kadın üzüldü. Bunun üzerine, (Sen o gün ihtiyar olmazsın) buyurdu. Yani Cennetteki bütün kadınların genç olacağını bildirdi.

İnsanın yalan söylemek zorunda olduğu zaman tariz ve kinaye yollu ifade kullanmasında mahzur yoktur. Mesela bir kimseyi evden arasalar, o kimsenin de acil işi olduğu için gitmek istemese, oğluna, (Ekseriya babam falanca kütüphaneye gider) demesini söylese, günah olmaz. Yahut babası bahçede ise, (Babam evde yok) demesinde mahzur yoktur. Fakat sebepsiz böyle yapması uygun olmaz. Mesela, elindeki güzel bir kalemi görüp, (Bu kalemi sana falanca âlim mi verdi?) diye soranlara, o âlim kalemi vermediği halde, (Allah o âlimden razı olsun) demek uygun olmaz. Çünkü böyle demekle kalemi âlimin verdiğine işaret edilmektedir.

Sual: "Yüzünü gören Cennetlik" veya "Yüzünü gören hacı oluyor" deniyor. Böyle söylemekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Her ikisini de söylemek caiz olmaz. Çünkü bunları söylemek yalan olur. Bir kimseyi görmekle hacı veya Cennetlik olunmaz. Peygamber aleyhisselamı bile gören kimsenin imanı yok ise Cennetlik olamaz. Şaka olarak veya mecaz olarak da böyle şeyleri söylememelidir!

Sual: Ticaretle uğraşıyorum. Bazen yemin ediyor, yalan söylüyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?
CEVAP
Her müslüman, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, kâfirlere de yapmamalıdır!

Satılan malı, aşırı övmemelidir! Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulmetmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir! Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamette her sözden sual olunacaktır.

Yemin ile satmaya gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Alış-veriş yaparken, vallahi böyledir, billahi öyle değildir diye yemin eden kimseye ve “bugün git, yarın gel” diyerek sözünde durmayan sanatkâra yazıklar olsun!) [Deylemi]

(Malını yemin ederek beğendirmeye çalışan kimseye kıyamette merhamet edilmez.)
[İ. Gazali]

Sual:
Yalan yere yemin ederek başkasının hakkını almak günah değil midir?
CEVAP
Yalan yere yapılan yemine, yemin-i gamus denir. Günaha, Cehenneme sokucu yemin demektir. Peygamber efendimize, (Yemin-i gamus)un ne olduğu sorulunca, (Yalan yere yemin ederek müslümanın malını almaktır) buyurdu. (Buhari)

Yalan yere yemin ederek birisinin malını almak, büyük günahlardandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslümanın malını, haksız olarak almak için yalan yere yemin eden, Hak teâlânın gazabına uğrar.) [Buhari]

(Birinin malını almak için yalan yere yemin eden, Allahü teâlânın huzuruna cüzzamlı bir facir olarak çıkar.)
[İbni Mace]
[Facir; fitneci, fesatçı, günahkâr kimsedir.]

(Yalan yere yemin etmek, evleri harap eder.)
[Beyheki]

(Yalan yere yemin eden, Cehenneme gidecektir.) [Hakim]

(Yalan yere yemin, malın yok olmasına sebep olur.)
[Bezzar]

(Yalan yere yemin ederek, bir müslümanın malını alana, Cennet haram, Cehennem vacip olur.) [Hakim]

Yalan yere yemin ederek, başkasının malını alan kimse, pişman olursa aldığı malı sahibine, sahibi ölmüşse, vârislerine vermelidir! Vârisleri de yoksa, fakirlere vermelidir! Malını aldığı kimselerle helalleşmeli, onlara dua etmelidir.

Yalanın caiz olduğu yerler
Sual:
Yalan hangi hallerde caizdir?
CEVAP
Yalan söylemek haramdır, çok büyük günahtır. Ölmemek için leş yemek caiz olduğu gibi, ölümden kurtulmak için yalan söylemek de caizdir. (Hadika)

Hazret-i Sevban
buyurdu kiMsn SadHer yalan günahtır. Ancak bir Müslümana faydası dokunan veya bir Müslümanın zararını kaldıran yalan bundan hariçtir.)

Yalanın caiz olduğu yerlerden bazıları şunlardır:

1- Savaşta:
Hazret-i Ali otururken düşmanın biri, aniden karşısına kılıçla çıkıp, (Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?) der. Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip (Peki dövüşelim; fakat iki kişiyle mi?) der. Düşman, arkamdaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hâle getirir. Düşman, oturan insana yaptığı kendi hilesini görmeden (Bana hile yaptın?) der. Hazet-i Ali de, (Ama asıl sen beni gafil avlayacaktın ya) der ve şu hadis-i şerifi bildirir:
(Harb hiledir.) [İbni Sünni, İbni Lal]

2- İki Müslümanı barıştırmak için:

Üç günden sonra dargın durmak günahtır. Dargın olan iki Müslümanı barıştırmak için aralarını bulucu yalan söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını bulmak, nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlidir.) [Tirmizi]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş için söylenen söz, yalan sayılmaz.) [Müslim]

(İki Müslümanı barıştırmak için, birbirlerine iyi söz getirmek yalan sayılmaz.) [İbni Lal]

Peygamber efendimiz gülümsediği zaman, Hazret-i Ömer sebebini sual edince, buyurdu ki:
(Ümmetimden iki kişi, Allahü teâlânın huzuruna çıktı. Birisi dedi ki:
-Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al!
Allahü teâlâ buyurur:
- Bu adamın hakkını ver!
-Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim?

Allahü teâlâ hak sahibine buyurur:
- Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın?
- Günahlarımı alsın!

Bu arada Peygamber efendimiz ağlayarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez.)
Allahü teâlâ, hak sahibine buyurur:
- Başını kaldırıp Cennetin şu muhteşem köşklerine bak!

Hak sahibi baktıktan sonra der ki:
- Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi şehid, hangi sıddık veya hangi peygamberindir?
- İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir.

-Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir?
- Sen ödeyebilirsin.

- Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?
- Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun.
- Bağışladım ya Rabbi.

Allahü teâlâ buyurur ki:
- Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin!
Peygamber efendimiz devamla buyurdu ki:
(Allah’tan korkun ve aralarınızı düzeltmeye çalışın! Zira Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Harâiti]

3- İki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için:
Araları bozulmak üzere olan iki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için yalan söylemek caiz olur. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.

4- Eşi ile iyi geçinmek için:

Eşler birbirini idare etmek için yalan söyleyebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eşini idare etmek için yalan söylemek caizdir.) [İbni Lal]

(Eşler birbirini idare etmek için yalan söylerse günah olmaz.) [Müslim]

İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Eşim beni sevmiyor. Sevmediğini de yüzüme karşı söyledi. Böyle bir eş ile yaşamak istemem) dedi. Hazret-i Ömer, kadına (Niçin kocanızın yüzüne karşı öyle söylediniz) buyurdu. (Yalan söylememek için. Yoksa burada yalana izin var mıdır?) dedi. Hazret-i Ömer, (Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz) buyurdu.

5- Zalimden, bir Müslümanın bulunduğu yeri gizlemek için.

6- Müslümanın malını zalimlerden korumak için.

7- Müslümanı memnun etmek için:

Bir arkadaş beğenip bir kravat alsa veya bir elbise diktirse, bu bizim hoşumuza gitmese de, bu elbise size çok yakışmış demek caiz olan yalana girer. Bir Müslümanı sevindirmek için bir bahane aramalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Farzdan sonra Allahü teâlânın en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]

Genel olarak kadınlar, süse düşkündür, giyimlerine dikkat ederler. Aldığı bir elbise için, (Bu elbise, sana ne kadar da güzel yakışmış?) demek, yalan olmaz. Çünkü dinimiz, hanımla iyi geçinmek için yalan söylemeyi caiz görmüştür. Hele haklı bir takdiri esirgemek ahmaklıktır.

8- Müslümanın günahını, sırrını ve aybını gizlemek için:
Müslüman gencin biri, iftiraya uğrar. Sonunda idama mahkum olur. İnfaz saatini beklerken, kendisine iftira edenlere, bu arada hükümdara ağzına gelen sözleri sarf eder, sövüp sayar. Bu acı acı bağırmalar, bir müddet devam eder. Hükümdar, saraydan bu feryatları duyar. Fakat ara uzak olduğu için ne söylediğini anlayamaz.

İki vezirinin yanına giden hükümdar, bu gencin neler söylediğini sorar. Birinci vezir, “Hükümdarım bu genç, (Allah, affedenleri aziz eder) hadis-i şerifini söylüyor, "Affedenlerin yeri Cennet" diyor. Sizden af talebinde bulunuyordu” der. Bu söz, hükümdarın hoşuna gider. (Bu genci affettim, serbest bırakın) der. İkinci vezir, hemen atılır: “Haşmetli hükümdarımız, bu veziriniz, zat-ı âlinize karşı, yalan söylüyor. Genç, af istemiyor, size sövüp sayıyordu” der. Hükümdar der ki: (Bre vezir, sen yersiz doğru söylemekle, iki kişinin ölümüne sebep olmak istiyorsun. Şu vezirin yalanı ise bir canı kurtarmıştır. Unutma ki, iş bitiren yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir.)

Hükümdar, yersiz doğru söyleyen veziri azleder, yerinde yalan söyleyerek bir suçsuzu idamdan kurtaran veziri de kendisine sadrazam yapar.

9 - Fakire ikram için:
Biz satıcı olsak, fakir birisi de gelip beğendiği bir malı almak istese, fakat pahalı gelse, biz o malı on milyona almışsak, fakire, biz bu malı beşe aldık, bir milyon kâr ile size altıya satabiliriz desek bu caizdir, günah olmaz.

10 - Haklı iken, karşısındakine sen haklısın demek:
Eşin biri diğerine sen haklısın derse geçim olur. İkisi de ben haklıyım derse geçim olmaz. İkisi de sen haklısın derse, o zaman o evde ilahi aşk başlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

(Affedin ki affedilesiniz!) [İ. Ahmed]

(Kaba davranana nazik davranır, zulmedeni affeder, sizi mahrum edene ihsan eder, sizden uzaklaşana yaklaşırsanız yüksek derecelere kavuşursunuz.)
[Bezzar]

Daha bunun gibi şeylerde yalan söylemek caizdir. Mesela içki içen veya başka bir günah işleyen kimseye sen günah mı işliyorsun diye sorduklarında, kötü örnek olmamak için, hayır günah işlemedim diyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kötü şeyler yapan, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Büyükler yalan söylemek gerekince, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Mesela Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, gözetenden Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddık’ın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince, hanımına bir miktar hediye gönderdi.

Kuyruklu yalan uyduranlar
Sual: Yalanın caiz olduğu yerler var. Adam, bunu ruhsat bilerek, ne kuyruklu yalanlar savuruyor. Ana babasına ve diğer büyüklere karşı akıl almaz yalanlar uyduruyor. Bazen de yalanı meydana çıkınca şaka yaptım diyor. Yalan dinimizde büyük günah değil midir?
CEVAP
Yalan Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de büyük günah olarak bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur.) [Nahl 105]

Görüldüğü gibi yalan söylemek imana zıttır. Dört hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]

(Yalan, münafıklık alametidir.) [Buhari]

(Şu üç şeyden biri bulunan kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.)
[Buhari, Ebu Davud]

(Müminde her huy olabilir. Ama, hain olmaz ve yalan söylemez.)
[İbni Ebi Şeybe, Bezzar]

Yalanın zararları ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yalan, Cehennem kapılarından bir kapıdır.) [Hatib]

(Yalandan sakının! Çünkü yalan günaha, günah da Cehenneme sürükler.) [Buhari]

(Yalan rızkı azaltır.) [İsfehani, Ebuşşeyh]

(Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet ve yalan söylemez.) [Tirmizi]

(Danışana, yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]

Güldürmek için, şakadan da olsa yalan söylemek de caiz değildir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud]

Hazret-i Abdullah bin Âmiranlatır:
Ben küçükken, Resul-i Ekrem evimize gelmişti. Oynamaya giderken, annem bana, (Abdullah gel, sana bir şey vereceğim) dedi. Resul-i Ekrem, (Ona ne vereceksin?) buyurdu. Annem de (Hurma vereceğim) dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Eğer bir şey vermeyip aldatmak için söyleseydin, yalan günahı yazılırdı.) [Şir'a]
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #74
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
ual: Edebin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin) buyuruluyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlaklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlakı en güzel olandır) buyuruldu.

Hazret-i Ömer, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayasından Resulullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Hadis-i şerifte, (Resulullahın hayası, bakire İslam kızlarının hayasından çoktu) buyuruldu. (Buhari)

İbni Mübarek hazretleri, (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edepli ile görüşemesem üzülürüm) buyurdu

Her zaman her yerde edepli, hayalı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, (Hayasızlık insanı küfre düşürür) buyuruldu. Haya, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) [Tirmizi]

(Haya, baştan başa hayırdır.)
[Müslim]

(Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır.) [İbni Mace]

(Hayasız olan hep kötülük eder.) [İbni Mace]

(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.)
[Deylemi]

(Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.)
[Ebu Nuaym]

(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir.) [Tirmizi]

(Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.)
[İ.Maverdi]

(Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban]

(İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!)
[Beyheki]

(Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.)
[Deylemi]

(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.)
[Beyheki]

(İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.)
[Deylemi]

(Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberani]

(Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.) [Hakim]

Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19]

Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir.

Allahü teâlânın nimetinde, nimeti vereni görmeli, daima Onun huzurunda olduğunu düşünmeli, mesela otururken, yatarken edebe riayet etmelidir. Yerken, içerken, konuşurken, okurken, yazarken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allahü teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde Onun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek çok üstün bir ibadettir.

Mahrem konuları edeple sormak lazım
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari)

Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi)

Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]

Sual: Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplayacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?
CEVAP
Hadika
’da buyuruluyor ki:
Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fahiş denir. Buradaki manası çirkin olan işleri açık kelimelerle anlatmak, müstehcen konuşmak demektir. Cima için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Cimayı, abdest bozmayı ve necaseti anlatmak gerektiği zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Kinaye,bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde, cima için lems [dokunmak] kelimesini söylemiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Fuhuş söyleyene Cennet haramdır.) [Ebu Nuaym]

Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allahü teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah’tan çekinmediğini gösterir. (Allah’ın bildiğini kuldan ne saklıyayım) demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır.) [Tirmizi]

(Kim, dünyada günahını gizlerse, Allahü teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar.)
[Müslim]

(Bir günaha düşen, Allah’ın örtüsünü, onun üzerinde bulundurmalıdır!)
[Müslim]

İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fasıklar bundan cesaret alır. (Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?) diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için (Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir) denmiştir.

Bunun gibi atasözlerinin çoğu bir hadis-i şerife dayanmaktadır. (Haya elbisesine bürünenin aybı görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve duyulunca insanların hoşlanmıyacağı şeylerden kaç!) buyurulmuştur.

Haya, imanın esasındandır
Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdür) buyuruldu. (Hakim)

Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır.) [Beyheki]

(Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının! )
[Nesai]

(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez.) [Tirmizi]

(Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır.)
[İbni Ebiddünya]

(Allahü teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez.) [İbni Ebiddünya]
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #75
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Kalb kırmanın dindeki önemi nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, asi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allahü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik Maliki, sahibi olan efendinin şanını, büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlukları, ancak izin verdiği, emir eylediği kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hatta, onun emrini yapmak olur. (C.3, m.45)

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı ise şöyledir:
Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.

Dini anlatırken nelere dikkat etmeli
Sual:
Dini konuları iyi bilen bir zat, rastgele önüne gelene, bir topluluk içinde, “Sen yanlış yapıyorsun, doğrusu şöyle” diyerek insanların kalbini kırıyor. “Sen kalb kırıyorsun” dediğimizde de, “Birisinin hatasını görüp de doğruyu söylemeyen kâfir olur” diyor. Bu zatın yaptığı doğru mudur? Dini bilgileri anlatırken nelere dikkat etmek gerekir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinin yoluna hikmet ile, güzel öğütlerle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125]
Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri, bilmeyenlere, en güzel tarzda öğretmek gerekir. Çünkü ilmin zekatı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapan, tavsiye ettiği iyi şeyleri kendi yapmalı, kötü olarak bildirdiği şeyleri kendisi işlememelidir! İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz!) [Bekara 44]

Allahü teâlâ, İsa aleyhisselama, (Önce kendine nasihat et, eğer kendin bu nasihati tutarsan, kendin bunu yaparsan, başkalarına da söyle! Kendin yapmazsan benden utan) buyurdu. (Şir’a)

O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile âmil olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İsra gecesinde, [Miraca çıktığım gece] ateşten makaslarla, dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da, “İyiliği emreder, kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık” diye cevap verdiler.) [İbni Hibban]

Bir kimsenin kusurunu, emr-i maruf için de olsa, herkesin önünde söylemek, uygun değildir. Aksine, kusurlarını gizlemek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kim arkadaşının aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyâmet günü, onun aybını örter. Kim de, müslüman arkadaşının aybını açığa vurursa, Allahü teâlâ da onun aybını açığa vurur. Hatta evinde bile onu rezil eder.) [İbni Mace]

Birisine nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu bildirirsek, karşımızdakine, (Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin) demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. Genelde kendini beğenen, kibirli olan kalb kırar.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur.
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Bir müslümanı incitmek, kalbini kırmak, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nasıhin]

(İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren, onları incitendir.)
[İ.Ahlakı]

(Mümin Kâbe’den üstündür.) [İbni Mace]

(Emr-i maruf ve nehy-i münkeri, ancak, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ.Gazali]

İyiliği tavsiye için üç şart lazımdır: İlim, Akıl ve İhlas.
1- İlim sahibi olmalıdır.
Anlatacağı iyiliğin iyi, kötülüğün kötü olduğuna dair muteber kitaplardan delili bulunmalıdır! Sabretmesini bilmelidir! İlmi noksan olan, tebliğ edeceğini kendisi bilmeyen ve kendi tatbik etmeyen, başkalarına doğruyu nasıl öğretebilir? Tecrübesi de yoksa, birçok yanlışlıklar yapar. Fayda yerine zarar verir.

2- Akıl sahibi olmalıdır.
Bir kimsenin aklı az ise, nakli anlamakta aciz ise, ilmi de noksan olur. Ahmak, hizmet ediyorum diye uygunsuz işler yapar. İlm-i siyaseti bilmeyen, yumuşak söylemeyen, insanları idare etme sanatından uzak olan kimse de, fitneye sebep olur. Rıfk ile konuşmalıdır. Akıllı kimse, rıfk ile konuşur. Rıfk yumuşaklık demektir. Katılığın tersidir. Sert ve kaba konuşan, fitneye sebep olur. Hilm ile tatlılıkla söylemeli, şefkatle muamele etmelidir.

3- İhlaslı olmalıdır!
İhlas yoksa, yaptığı işleri sırf Allah rızası için yapmıyorsa, dünya menfaatleri için yapıyorsa, o işin hayrı olmaz.
“Birisinin hatasını görüp de söylemeyen kâfir olur” sözü yanlıştır. İlim sahibi birine, biri, lüzumlu dini bir sual sorsa, o da bunu bildiği halde, hiçbir mazeret yokken gizlerse, işte o zaman günah işlemiş olur. (Hatasını gördüğümüz herkese, doğrusunu bildirmek gerekir) diye bir şey yoktur.

Sual: Üzmek,kalb kırmak mı?
CEVAP
Hakaret ederek üzmek kalb kırmak olur. Her üzücü şey, kalb kırmak olmaz.

Sual: Kalb kırmanın hükmü nedir?
CEVAP
Kalb kırmak gibi, büyük günah yoktur. (Mektubat-ı Rabbani 3/45)

Kalb, sırça sarayına benzer. Yani, çok ince camdan yapılmış bir kâse gibidir. Kırılırsa bir daha yapılması çok zordur. Salihlerin kalbinin kırılmasından arş-ı ilâhî titrer.
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #76
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: İsraf nedir?
CEVAP
Malı, dinin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya israf denir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak arzusudur. Dine uymayan israf, haramdır. Mürüvvete uymayan israf tenzihen mekruhtur.
İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]

İsrafla cimriliğin ortasına iktisat veya cömertlik denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]

(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]

(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.)
[Hatib]

(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]

(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]

(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdi?
2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcetti?
4- Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı?)
[Tirmizi]

İsraf cimrilikten kötüdür
Dinimizde abes, lüzumsuz şeyleri yapmak, caiz değildir. Mesela boş ve lüzumsuz yere bir şeyler karalamak, israf ve abestir. Burada birkaç israf vardır. Zaman, emek, enerji, kağıt, kalem, mürekkep. Hepsinden mühimi de faydalı bir şeyle meşgul olunmamak...

Eğer dünyadaki herkesin boşa harcadığı zaman, enerji ve emek hesaplansa, dünyada açlık ve yokluk içinde kıvranan milyonlarca insanın ihtiyaçlarına kâfi gelebilecek zaruri meta üretilebilirdi.

İsrafın miktarı ne olursa olsun zararı büyüktür. Küçük sanılan şeyler, yan yana geldiği zaman büyük rakamlar, değerler ortaya çıkar. Damlaya damlaya göl olur, atasözünü duymuşuzdur. Dakikada on damla kaçıran bir musluk ayda 170 litre su akıtıyormuş.

Semavi dinlerin hepsinde Allahü teâlâ kötü bir huy olan israfı yasak etmiştir. Dinimizin boşu, abesi, haramı, israfı yasaklamasında insanların saadeti, refahı, adaleti ve her şeyi yatmaktadır.

Dinimizde, cimriliğin, israftan daha çok kötülenmesi, israfın cimrilik kadar kötü olmadığını göstermez. Cimriliğin daha çok kötülenmesi, insanlardan çoğunun mal biriktirmeye meyilli olmasındandır. İsrafın kötülüğünü göstermek için, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.) [Araf 31]

(İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.) [İsra 26,27]

(Müsrifleri helak ettik.)
[Enbiya 9]

(Mallarını israf edenlere bir şey vermeyin!) emri ile müsrifleri en kötü şekilde vasıflandırıp, (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) buyuruyor. (Nisa 5)

Ne israf etmeli, ne de kısmalıdır. Bunların ortasını bulmak ise makbuldür. Buna iktisat etmek denir. Cömertlik de malını iktisat ile kullanmaktır. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Cimri olma, israf da etme!) [İsra 29]

Cömertleri överken de buyuruyor ki:
(Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının!) [Buhari]

İsrafın zararları, israf edenlerin şeytana, Firavun’a ve Hazret-i Lut’un kötü kavmine benzetilmesi ve Allahü teâlânın bunları sevmemesi ve bunlara sefih demesi ve ahirette azap çekmeleri, dünyada aşağı, muhtaç duruma düşmeleri ve pişman olmalarıdır.

İsrafın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak, mal ile olur. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı mal ile kazanılır. Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, mal ile olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabayı dolaşmak, fakirlerin imdadına yetişmek mal ile olur. Mescitler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yaparak insanlara hizmet de mal ile olur. Peygamber efendimiz (İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor. (Kudai)

İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Cennetin yüksek derecelerine mal ile kavuşulur. Mal kıymetli olunca, onu israf etmek elbette kötüdür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur.) [Tirmizi]

(İki şeyden birine kavuşana gıpta etmek, imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye İslam ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu da malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder.)
[Müslim]

(İyi kimseye malın iyisi, ne güzel yakışır.)
[Berika]

Süfyan-ı Sevri hazretleri (Bu zamanda mal, insanın silahıdır. İnsan canını, sıhhatini, dinini ve şerefini mal ile korur) buyurdu. Büyük bir nimet olan malı israf, Allahü teâlânın nimetine kıymet vermemek, nimeti elden kaçırmak, küfran-ı nimet, yani şükretmemek olur. Bu ise, nimeti verenin azap etmesine sebep olacak büyük bir suçtur. Nimetin kıymeti bilinmez, hakkı gözetilmezse elden gider. Şükredilir ve hakkı gözetilirse elde kalır ve artar. Cenab-ı Hak (Şükrederseniz, verdiğim nimetleri artırırım) buyuruyor. (İbrahim 7)

Çeşitli israflar
İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir. Malı, elden çıkmasına sebep olan yerlere atmak, onu helak etmektir. Kullanılmayacak hâle sokmak, kırmak, ağaçtan meyveyi toplamayıp çürütmek, tarlayı hasat etmeyip, mahsulü telef etmek, hayvanları, soğuktan, sıcaktan ve açlıktan ölmelerini önleyecek kadar beslememek ve barındırmamak da helak etmektir, israftır. Günah işlemek için ve günah işlenilmesi için verilen mal ve paralar da israf olur.

Meyve ve ekin toplandıktan sonra, bunları iyi saklamayıp kendiliklerinden bozulmaları veya nem alarak çürümeleri veya kurt, güve, fare ve benzeri canlıların yemeleri hep israftır. Hurma, karpuz gibi meyvelerin ve kuru incir, kuru üzüm gibi kuru meyvelerin ve buğday, arpa gibi hububatın ve elbise, kitap gibi eşyanın, böylece israf edildikleri çok görülmektedir.

Sofrada düşen ekmek ve yemek kırıntılarını atmak da israftır. Bu kırıntıları toplayıp kedi, köpek, koyun, kuş, tavuk gibi hayvanlara yedirmek israf olmaz. Fasulye, pirinç gibi şeyleri yıkarken dökmek ve dökülenleri toplamamak israftır. Elbise, ayakkabı gibi giyim eşyasını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, onları yırtmak, yıkarken suyu, deterjanı çok harcamak, elektriği, tüp gazı boş yere yakmak, hep israftır.
Malı kıymetinden aşağı satarak veya kiraya vererek ve kıymetinden yukarı fiyatla satın alarak aldanmak israf olur. Böyle alış verişe zaruri ihtiyaç olursa veya yardım, sadaka gibi niyetle böyle yaparsa israf olmaz.

Acıkmadan veya doyduktan sonra fazla yemek de israftır. Nefis yemekler yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, büyük binalar yapmak ve haram olmayan daha bunun gibi şeyler, helalden kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmazsa, israf değildir. Ahireti kazanmak isteyenlere, gereken ile kanaat edip, fazlasını hayra vermek yakışır.

Sadaka vermekte de israf vardır. Hazret-i Sabit bin Kays bir anda, 500 ağaçtaki hurmaların hepsini sadaka verip evi için bir şey bırakmayınca (Hepsini vermeyin) diye âyet indi.

Borcundan çok malı olmayan, çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği halde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı halde, kendi muhtaç olanın sadaka vermesi israf olur.

İsrafın sebepleri
1- Sefahat.
Çok kimseyi israfa alıştıran bir hastalıktır. Sefihlik aklın az ve hafif olmasıdır. Aksine rüşd denir ki, aklın kuvvetli olmasıdır.
Allahü teâlâ (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) dedikten sonra (Onların halinde rüşd görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin!) buyuruyor. (Nisa 5, 6)
Bazısı sefih olur. Çalışmadan eline geçen paraya konmak için kötü arkadaşlar tarafından kandırılır. Bunun için, kötü arkadaştan kaçmakla emrolunduk. Bazı zengin çocukları böyle israfa alışıyor, sefih oluyorlar. Sefahati artıran bir sebep de, insanlardan çok saygı görmek ve methedilmek.

2- İsrafı ve çeşitlerinden birkaçını tanımamak.
İsraf olduğunu bilmez, hatta cömertlik sanır. Lüzumsuz yere, yasak, zararlı yerlere verilen mal, cömertlik sanılır.

3- Riya, gösteriş yapmak.
4- Gevşeklik, tembellik.
5- Haya, sıkılmak.
6- Dini kayırmamak, dini gözetmemek.


İsraftan kurtulmanın çaresi:
1-
İsrafın, anlatılan zararlarını bilmek ve bunları düşünmek.
2- Malı lüzumsuz dağıtmamaya gayret etmek ve güvendiği birine bu derdini anlatıp, malına ve harcadıklarına dikkat etmesini, israfını görünce, kendine hatırlatmasını, hatta uygun şekilde önlemesini rica etmek.
3- İsrafa sebep olan şeylerden kaçmak.

Sual: Pahalı kumaşlardan elbise giymek israf ve haram mıdır?
CEVAP
Bazı kimseler, israfın mahiyetini bilmedikleri için, mubah olan birçok içeceğe bile haram demişlerdir. Harama helal, helale haram demek çok tehlikelidir. İsraf haramdır. Fakat kendi görüşüne göre, (Şunlar israf olduğu için haramdır) demek çok yanlıştır. Dinde herkes, kendi görüşünü ortaya koyarsa, insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Buna da din değil, felsefe denir. Eğer islam âlimlerinden nakil yapılırsa, fetva verilen kavil seçilirse, sadece bir hüküm meydana çıkar.

Mubah olan işlerde niyet önemlidir. Niyet iyi olursa sevap, kötü olursa günah olur. Fakat haramlar, iyi niyetle de işlense haram olmaktan çıkmaz. Gücü yetenin pahalı kumaştan güzel elbise giymesi caizdir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ cemildir, cemal sahiplerini sever.)
[Müslim]

(Bahr-ür-raık)da buyuruluyor ki:
(Cemal ile ziyneti birbirine karıştırmamalıdır! Cemal, çirkinliği gidermek vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir. Allahü teâlâ cemal sahibi olmayı övmektedir. Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. Kibir, gösteriş için giyinmek haram olur.) [Oruç Bahsi]

Vakar için giyinmek
Cemal, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, alay etmelerine, hakaretlerine sebep olacak şeyleri yapmamak, bunları izale yani yok etmektir. Ziynet [süs] ise, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlayacak ve övünülecek şeyleri yapmak demektir. Cemal sahibi olmak için bulunduğu yerde âdet olan şeylerden, haram olmayan en iyi elbiseyi giyinmek gerekir. Hazret-i Ömer, (İki çeşit elbiseniz olsun, biri şık, diğeri de mütevazı. Elbisenin şık, temiz olması, insanın şerefinin icabıdır) buyurdu.

İbni Ömer hazretleri de (Nasıl elbise giyineyim?) diye sual soran birine, (Aşağı kimselerin alayına, kültürlü kimselerin de seni ayıplamasına sebep olmayacak bir elbise giy!) buyurmuştur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Güzel giyinin ki, Allahü teâlânın size verdiği nimetlerin eseri görülsün!) [Taberani]

(Allahü teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever.)
[Taberani]

Peygamber efendimiz, perişan kılıklı birine, malının olup olmadığını sordu. O kimse de her çeşit malının bulunduğunu söyledi. Bu kimseye buyurdu ki:
(Allahü teâlâ sana bir mal verince, bu nimetin eseri senin üzerinde görülsün.) [Nesai]
Hikmet ehli buyuruyor ki:
(Öyle bir elbise giy ki, sen ona değil, o sana hizmet etsin!)

Gösteriş için giyinmek
Süs ve gösteriş için giyinmek ise haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Süsten kaçınmak imandandır.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ mütevazı elbise giyineni sever.) [Beyheki]

(Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi, üstünden çıkarmadığı müddetçe Allahü teâlâ, ona rahmet etmez.)
[Taberani]

(Kibir ve gösteriş için, şöhret sahibi kimselerin giydiği elbiseyi giyineni, Allahü teâlâ, o elbiseleri ile birlikte ateşe atar.)
[Ruzeyn]

Görüldüğü gibi süs ve gösteriş için elbise giyinmek haram, cemal için, müslümanlık şerefi için şık giyinmek mubahtır.
Elbise eski de olsa, temiz olmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Âişe, şu iki elbiseyi yıka, bilmiyor musun elbiseler tesbih eder, kirlenince tesbih etmeleri kesilir.) [İbni Asakir]

Mühim mevkide bulunan veya önemli bir zatın huzuruna çıkan kimsenin şık, temiz elbise giymesi gerekir. Allahü teâlânın huzuruna çıkıldığı zaman buna daha çok dikkat etmelidir! (Her namaz kılarken, süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) mealindeki âyet-i kerime ile (Güzel koku gamı, güzel, temiz elbise kederi azaltır) mealindeki hadis-i şerife uymaya çalışmalı, eski bile olsa temiz elbise giymelidir! (M.Rabbani, Edeb-üd-dünya, Bostan)

Lüks hayat
Sual:
Muhtaçların bulunduğu bir ülkede zenginlerin lüks hayat yaşaması, villalar yaptırması israf ve haram değil midir?
CEVAP
Zekatını fakirlere veren ve alın teri ile helalinden kazanan kimsenin villalar yaptırması haram değildir. Helal ve mübarektir. Tembel oturup, çalışmayıp, fakir kalmak, yahut kazandıklarını haram şeylere verip, basit meskende kalmak uygun değildir. Böyle tembellerin ve malını haramlara israf edenlerin yüzünden, çalışkanlar niçin suçlu olsun! Zekatını verenlerin köşklerde, villalarda oturmaları, şık giyinmeleri, fennin bulduğu bütün kolaylıklardan faydalanmaları, helaldir. Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri, kullananları severim) ve (Çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak ibadettir. Zenginlik günah değildir. Allahü teâlâ şükreden zenginleri sever. Zengin olduğu için, kendini beğenmek, kendini başkalarından üstün görmek haramdır.

Hazret-i Zübeyr
tüccar idi. Medine, Basra, Kufe ve Mısır’da mülkleri, geniş arazileri ve bin hizmetçisi vardı. Gelirlerini fakirlere dağıtırdı, ölünce mirasçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.

Hazret-i Talha
da çok zengindi, günlük geliri bin altın idi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde çok kıymetli yakut taşı vardı.

Abdurrahman bin Avf
hazretleri, ayrılan hanımına, son hastalığında mirasının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişti. Buna 83 bin altın verildi.

Hazret-i Osman
da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasına kavuştu.

Bunların dördü de aşere-i mübeşşereden [Cennete gideceği ismen müjdelenen on kişiden] idi.

Zekat ve ganimet ve ticaret sebebi ile Medine’de fakir kimse kalmadı.
Peygamberlerden Hazret-i İbrahim, Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman çok zengin idi. Zenginlik nimettir. Eshab-ı kiramın fakirlerinden çoğu, zenginler de bizim gibi ibadet ettikten başka, malları ile de hayırlı işler yaparak çok sevap kazanıyorlar diye, agniya-yı şakirine [şükreden zenginlere] imrenirlerdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahir zamanda zengin olmak saadettir.) [İ. Rafii]

Kırılan şeyler
Sual:
Kırılan şey belayı önlermiş. Kırılmazsa, kırmak mı gerekir?
CEVAP
Belayı önlemesi doğrudur. Fakat kırmak israftır.
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #77
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Güler yüz ve tatlı dilin önemi hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Müslüman güler yüzlü, münafık asık suratlı olur.
Tebessüm, bedavadır, alanı mutlu eder, vereni üzmez.

Huzurun anahtarı tebessümdür.
Tebessüm edemeyen zavallıdır.
Tebessüm ateşinde erimeyen maden bulunmaz.

Gülümsemesini bilmek, iki cihan mutluluğuna sebep olur.
İslamiyet, sevgi, güler yüz, tatlı söz, dürüstlük ve iyilik dinidir.
Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir.

Başarının sırrı, güler yüz, tatlı dil ve güzel siyasettir. Güzel siyaset, herkesin memnun olması demektir.

Düşmanınıza iyilik edin, hediye verin. Kırıldığınız arkadaşınıza iyilik edin, sıkıldığınız insana güler yüz gösterin. Bunları yaparsanız rahat edersiniz.

Bir kimsenin veli olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır.

Güzel ahlaklı kimse, edeplidir, az konuşur, hatası azdır, gıybet etmez, Allah için sever, Allah için buğzeder, emanete riayet eder, komşu ve arkadaşını korur. Güzel ahlaklı bir zata, kötü huylu hanımı ile nasıl iyi geçindiği sorulunca, (İyi huylu ile herkes geçinir. Marifet kötü huylu ile geçinebilmektir. Onun kötü huyuna sabredemezsem benim iyi huylu olduğum nereden belli olacaktır) dedi.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümin kardeşinin yanında suratı asık durana melekler lanet eder.) [Hatib]

(İyiliği, güzel yüzlü kimselerden talep ediniz.) [Beyheki]

(Mümin kardeşinin yüzüne tebessüm etmek sadakadır.) [C. Sagir]

(Din kardeşine güler yüz göstermek, iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek birer sadakadır.)
[Tirmizi]

(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!)
[Hakim]

(Selam verirken gülümseyen, sadaka sevabına kavuşur.)
[İ.E.dünya]

(Hayrı, iyiliği, güzel yüzlülerin yanında arayınız!) [Buhari]

(Huyu ve yüzü güzel olan dünya, ahiret iyiliğine kavuşur.) [İbni Şahin]
UnknowN - avatarı
UnknowN
VIP VIP Üye
2 Mayıs 2009       Mesaj #78
UnknowN - avatarı
VIP VIP Üye
Sual: Bir müslümanın diğer müslüman üzerindeki hakları nelerdir?
CEVAP
Müslüman, diğer müslüman kardeşini en az kendisi kadar düşünür. Kendisine yapılmasını uygun görmediği şeylerin başkalarına da yapılmamasını ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisi için sevdiğini, din kardeşi için sevmeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari]

Müslüman, başkalarına güzel öğüt verir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Siz, din kardeşinizin aynasısınız. Onda gördüğünüz lekeyi siliniz!) [Ebu Davud]

Müslüman, herkesin gönlünü hoş etmeye, üzüntüsünü gidermeye çalışır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir mümini sevindireni, Allahü teâlâ kıyamet günü sevindirir.) [İbni Mübarek]

(Bir kimsenin üzüntü ve sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahü teâlâ yetmiş üç defa mağfiret eder.)
[Harâiti]

(Allah indinde en makbul amel, bir mümini sevindirmek, kederini gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmaktır.)
[Beyheki]

(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.)
[Hakim]

Müslüman, baştan sona faydalı kimse demektir. O halde, diğer müslümanlara elinden gelen yardımı yapmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şu iki şeyden daha kötüsü yoktur: Allah’a şirk koşmak ve Onun kullarına zararlı olmak. Şu iki hasletten de daha üstünü yoktur: Allah’a iman etmek ve Onun kullarına faydalı olmak.) [Deylemi]

(Din kardeşinin işini bir müddet takip eden kimse, o işi görsün veya göremesin, iki aylık itikâftan daha çok sevap alır.)
[Hakim]

Peygamber efendimiz, (Mazlum da, zalim de olsa din kardeşinize yardım ediniz) buyurunca, (Ya Resulallah zalime nasıl yardım ederiz?) dediler. Cevabında buyurdu ki:
(Onun zulmüne mani olmak suretiyle yardım etmiş olursunuz.) [Buhari]

Bir kimse, müslümanlara her gün dua ederse, makbul insan olur. Namaz kılan mümin tehiyyatta salih kullara dua etmektedir. Onun için namaz kılmayan kimse, müminleri bu duadan mahrum bırakmaktadır.

Aksırınca Elhamdülillah demeli, bunu duyan müslüman da, Yerhamükellah yani (Allah sana rahmet etsin) demelidir! Üçüncü biri varsa Yehdina ve yehdikümullah demelidir! Üçüncü bir kimse yoksa, aksıran cevap olarak aynı şeyi söylemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aksırınca "Elhamdülillah" diyen göz ağrısı görmez.) [Taberani]

İnsanların haklı işlerinde vasıta olmak, onlara yardım etmek, imkan nispetinde ihtiyaçlarını görmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanlardan bana gelip ihtiyaç talebinde bulunanlar oluyor. O anda yanımda bulunanlar, onlara yardım etmeli ki, ecir kazansınlar. Allahü teâlâ, sevdiği şeyi peygamberlerin eli ile verir.) [Müslim]

(İhtiyaçları için bana gelenlere, siz de yardımcı olun! Ben yapmayı murad ettiğim şeyleri, sizlerin vasıta olup, ecir kazanmanız için biraz geciktiririm.)
[Nesai]

(Dil ile yapılan yardımdan daha faziletli bir sadaka olamaz. Aracı olmak sayesinde kan davası önlenir, menfaat sağlanır ve zararın önüne geçilmiş olur.)
[Harâiti]

Müslümanlara yapılacak iyiliklerin en büyüklerinden birisi de selam vermektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız. Size bir amel bildireyim onunla birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız!) [Müslim]

(Abdeste devam et ve güzel abdest al ki, ömrün uzasın. Karşılaştığın herkese selam ver ki, hasenatın çoğalsın! Evine girince, ev halkına selam ver ki, evin iyiliği ve bereketi artsın!)
[Harâiti]

Selam vermek sünnet, almak farzdır. Selam almayan müslümana melekler çok hayret eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Selam verip müsafeha eden iki müslümanın arasına yüz rahmet iner. Bunun doksanı, önce selam verip elini uzatana, onu ise ötekine verilir.) [Bezzar]

Bir kimse selamsız, izinsiz girince, Resul-i ekrem efendimiz buyurdu ki:
(Geri dön, selam ver, sonra içeri gir.) [Ebu Davud]

Dünyadaki Müslümanlara dua etmek
Bütün dünyadaki Müslümanlar bir ailenin fertleri gibidir. Hatta hepsi bir vücut sayılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!) [Buhari]

Müslümanlar dünyanın çeşitli yerlerinde [mesela Bosna’da, Afganistan’da, Afrika’da, Çeçenistan’da, Irak’ta] zulme uğruyor. Diğer Müslümanların bunlara, güçlerinin yettiği ölçüde yardım etmesi, herhangi bir yardımda bulunamayanın da, dua etmesi farz olur. Dünyanın öteki ucundaki bir Müslümanın derdi, bizim derdimiz demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir.) [Hakim]

Yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, canını, malını savunacak ve başka ihtiyaçları için Müslümanlara yardım etmek, hem vazife, hem de çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir Müslümanın sıkıntısını gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allah affeder.) [Buhari]

(Bir din kardeşinin ihtiyacını gideren, ömür boyu ibadet etmiş gibi sevap kazanır.)
[Buhari]

(Din kardeşini savunan Müslümanı Allahü teâlâ, Cehennem ateşinden korur.)
[Taberani]

(Bir mümini, bir münafığın zulmünden koruyan, Cehennem ateşinden korunur.)
[Ebu Davud]

(En kıymetli amel, bir müminin sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmak suretiyle onu sevindirmektir.)
[Taberani]

(Din kardeşinin aleyhinde konuşulurken, onu savunmaya gücü yeterken, susanı, Allahü teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.)
[İbni Ebiddünya]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(İşte bugün, her Müslüman, elinden gelen yardımı yapmayıp, İslamiyet baskı altına düşerse, yardımı esirgeyen her Müslüman, ahirette mesul olur. Bunun için kuvvetim olmadığı halde, yardıma koşmaya özeniyorum. Güçlükleri yenerek, İslamiyet’e ufacık bir hizmet edebilmek yolunu arıyorum. "İyilerin çoğalmasını isteyen de, onlardan sayılır" buyuruldu.) [1/47]

(Bugün İslamiyet’e yardım için az bir şey vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetlidir. Hangi talihliye, bu büyük nimet ihsan edilirse, ona müjdeler olsun! Dinin yayılmasına hizmet eden, cihad sevabına kavuşur. Hele bu zamanda Müslümanlara yardım etmek daha güzel, daha sevaptır.) [1/193]

(Dua ordusunun askerlerinin kalbleri kırık olduğu için savaş ordusunun askerlerinden daha ileridir. Dua ordusunun askerleri, gaza ordusunun askerleri, onların bedenleridir. O halde, gaza ordusunun askeri, dua ordusu olmadıkça, iş başaramaz. Çünkü ruhsuz bedene hiçbir yardımın faydası olmaz.) [3/47]

Eğer bir Müslüman, diğer Müslümanlara eli ile, malı ile yardım edemiyorsa, dua ederek yardım etmelidir! Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Müslümanın, Müslüman üzerindeki hakkından biri, ona gıyabında dua etmektir.) [Deylemi]
Hiçbir yardım yapamayan dua etmelidir. Duanın belli bir zaman ve saati yoktur. Hemen edilmelidir.

Müslümanın görevleri
Sual:
Müslümanın kaç çeşit görevi vardır?
CEVAP
Üç çeşit görevi vardır:
1- Şahsi görevi:
Her Müslüman, kendini iyi yetiştirmesi, sıhhatli, edepli, iyi huylu olması, ibadetlerini yapması, ilim ve güzel ahlak öğrenmesi, helal lokma kazanmak için çalışması şahsi görevidir.

2-
Aile içindeki görevi:
Eşine, ana-babasına, çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yerine getirmesi aile içindeki görevlerindendir.

3-
Toplumdaki görevi:
Komşularına, hocalarına, öğrencilerine, ailesine, emrinde olanlara, hükümete ve devlete, bütün vatandaşlara, dini ve milleti başka olanlara karşı görevleridir.

Herkese iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hıyanet etmemesi, herkese faydalı olması, devlete, kanunlara karşı isyan etmemesi, herkesin hakkını ödemesi toplumdaki görevlerindendir.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Haziran 2009       Mesaj #79
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Bu mektûb, mîr Muhammed Numânın "kuddise sirruh" süâllerine cevâb olarak yazılmışdır.
Nemâzda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir:

Âlemlerin, bütün mahlûkların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyâclarını gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed Mustafâya (a.s.) ve Onun Peygamber kardeşlerine ve meleklere ve Onun yolunda gitmekle şereflenenlere salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile gönderdiğiniz kıymetli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki:
Süâl: Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke) denilen yer, Mekke şehrinden dahâ kıymetlidir diyor. Hâlbuki, Muhammed aleyhisselâmın sûreti ve hakîkati, Kâbe-i muazzamanın sûretine ve hakîkatine secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke nasıl olur da, dahâ üstün olur?
Cevâb: Yavrum! Bu fakîre göre, yeryüzünün en kıymetli yeri Kâbe-i muazzamadır. Bundan sonra, Medînedeki Ravda-i mukaddesedir. Üçüncü olarak, Mekke-i mükerreme şehridir. Görülüyor ki, Ravda-i mutahhera, Mekkeden dahâ üstündür demek doğrudur.

Süâl: Hanefî mezhebinde olan bir müslimân, nemâzda otururken, parmağı ile işâret eder mi?
Cevâb: Yavrum! Şehâdet parmağı ile işâret etmenin câiz olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir kısmı da, böyle söylemişdir. Hanefî mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa, parmak kaldırmanın câiz olduğunu bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) değildir. Mezhebin (Zâhir haberleri) değildir. İmâm-ı Muhammed Şeybânî, (Peygamberimiz (s.a.v) mubârek parmağı ile, işâret ederdi. Biz de, Onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. İmâm-ı azam Ebû Hanîfe de böyle söyledi) diyor ise de, imâm-ı Muhammedin böyle dediği, (Nevâdir) haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden değildir.

(Fetâvâ-i garâib)de diyor ki, (Muhît) kitâbında, (Sağ elin şehâdet parmağı ile işâret edileceğini imâm-ı Muhammed (rahmetullahi aleyh) (Üsûl) kitâblarında bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, başka başka söyledi. İşâret edilmez diyenler oldu, işâret edilir diyenler de oldu. İmâm-ı Muhammed, Üsûl kitâblarından başka kitâblarında, Peygamber (s.a.v) işâret ederdi diyor ve İmâm-ı azam da (rahmetullahi aleyh) bunu haber verdi buyuruyor. İşâret etmek sünnetdir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır) diyor. Fetâvâ-i garâibde bundan sonra diyor ki, doğrusu, işâret etmek harâmdır.
(Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Nemâzda eşhedü en lâ... derken, şehâdet parmağı ile işâret mekrûhdur. (Kübrâ) kitâbı da, böyle diyor. Âlimler bunu beğeniyor. Fetvâ da böyle verilmişdir. Çünki, nemâzda hareketsiz, vekarlı olmak lâzımdır).
(Gıyâsiyye) fetvâ kitâbında, diyor ki, (Otururken şehâdet parmağı ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, beğenilen de budur).

Muhammed Kuhistânî (rahmetullahi aleyh), (Câmi'ürrümûz) kitâbında diyor ki, (İşâret edilmez ve parmak bükülmez. Mezhebin üsûl bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin kitâbında da böyledir. Fetvâ da böyle verilmişdir. (Mudmerât), (Velvâlciyye), (Hülâsa) ve dahâ başka kitâblarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile işâret etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir).
Hazîne-tür-rivâyât kitâbında, (Tatârhâniyye) kitâbından alarak diyor ki, (Teşehhüdde otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile işaret eder mi? İmâm-ı Muhammed bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi. Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler, işâret edilmez dedi. (Kübrâ)da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işâret edilir dedi).
Görülüyor ki, işâret etmenin harâm olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh olduğunu bildiren fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, üsûl haberleri böyledir diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i şerîf vardır diyerek, işâret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları ile harâm veyâ mekrûh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz. Yasak olduğunu bildiren fetvâlar karşısında, hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işâret etmesi, iki fikri gösterir:
1- İctihâd derecesinde, yüksek olan bu din âlimlerinin işâret edileceğini bildiren, meşhûr hadîslerden haberleri yok imiş demek olur.
2- Yâhud, hadîs-i şerîfleri işitmişler, fekat, bu hadîslere uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek bayağı veyâ çok inâdcı olmak gerekdir: (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki, (Eski âlimler, nemâzda şehâdet parmağı ile işâret ederdi. Sonraları, şîîler, bu işde taşkınlık yapdığından, sonra gelen hanefî âlimleri, işâret etmeği, Ehl-i sünnete yasak etdi. Böylece, sünnîler, şîîlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de, kıymetli kitâblardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü), işâret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor. Yanî, eski âlimler işâret edilmez buyurmuşdur. O hâlde, bu işin şîîlikle bir ilgisi yokdur. İşâret edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işâret etmenin harâm ve mekrûh olacağına bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi. İşâret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra, (Böyle demişler ise de, doğrusu işâretin harâm olduğudur) buyurmazlardı. Demek ki, bu din büyükleri, işâretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesîkaların doğru olduğunu anlamışlardır). Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç hadîs-i şerîf işitmemiz, delîl ve sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgileri ele geçirmiş bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin halâl veyâ harâm olmasına vesîka olamaz. Birşeyin halâl veyâ harâm olması için, müctehidin zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberleri)ne bozuk, çürük demek ve âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberi hiçe saymak ve bu haberlere yanlış demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur. İslâmın büyük âlimleri, Resûlullahın (s.a.v) parlak zemânına yakın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok olduğu ve harâmdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkmaları, son derece fazla olduğu için, hadîs-i şerîfleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olmıyan, işitdiği birkaç sözü ilm sanan, boş câhillerden, elbette dahâ iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi. Bu hadîs-i şerîflere uymamak lâzım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesîkaları mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işâretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadîs-i şerîfler vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. Bu çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işâretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. Bazı haberler, parmakları yumruk hâline bükmeden işâret edileceğini, bazıları bükerek edileceğini bildirmekdedir. İşâretin, parmakları bükerek yapılacağını bildirenlerden bir kısmı, parmaklar elliüç rakamı şeklinde, bazıları da yirmiüç rakamı şeklinde büker diye bildirmekdedirler. Bazı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka yapıp, şehâdet parmağı ile işâret edilir diyor. Bir habere göre, yalnız baş parmak, orta parmağın üzerine koyup işâret edilir. Başka bir haberde, sağ eli, sol el ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine koyup, işâret edileceği bildiriliyor. Bazı haberlerde, bütün parmakları kapatarak işâret olunması, bazılarında ise, şehâdet parmağı kımıldatılmadan işâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan başka, tehıyyâtda işâret olur diyip yeri kesin bildirilmemekde, bazı haberlerde, şehâdet kelimesi okunurken işâret olunur denilmekdedir. Bazı rivâyetlerde ise, otururken düâ zemânında, (Ey Kalbleri istediği gibi çeviren Allahım! Benim kalbimi, kendi dînin üzerinde bulundur!) denir ve bunu söylerken, parmakla işâret olunur buyurulmuşdur.

Hanefî mezhebinin âlimleri, işâret için bildirilen hadîs-i şerîflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, nemâz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan, fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. Çünki nemâzda esâs, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. Bundan başka, bütün âlimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki, parmakları, gücü yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu, gücün yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundur!) hadîs-i şerîfi, bunu açıkça emr etmekdedir.
Eğer sorulursa: (Hadîs-i şerîflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği zemân, işi güçleşdirir. Hâlbuki, işâreti bildiren hadîs-i şerîflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. Çünki, çeşidli hadîs-i şerîfler, başka başka zemânlarda duyulup, haber verilmiş olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çoğunda (kâne=idi) kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde (kül=hep) manâsınadır. Bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez.
İmâm-ı azam Ebû Hanîfe, (Sözüme uymıyan hadîs-i şerîf öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadîs-i şerîfe uyunuz!) buyurdu ise de, bu sözü, kendi işitmemiş olduğu hadîs-i şerîfler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadîs-i şerîfe uymıyan sözümü bırakın demişdir. Hâlbuki, işâret hakkındaki hadîs-i şerîfler, böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmışdır. İmâm-ı azam bunları, belki duymamışdır denilemez.
(Hanefî âlimleri arasında, işâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır. Birbirine uymıyan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa câiz olmaz mı?) denirse:

Cevâb olarak deriz ki, fetvâların uymaması, (Câizdir, câiz değildir veyâ halâldir, harâmdır) şeklinde olduğu zemân, câiz değildir veyâ harâmdır diyen fetvâlara uymak esâsdır.
İbni Hümâm (rahmetullahi aleyh) diyor ki, (Parmağı kaldırmak ve kaldırmamakda, birbirine uymıyan hadîs-i şerîflerin çokluğu karşısında, nemâzda hareketsiz olmak lâzım geldiği için, biz parmak oynatmamağı bildiren hadîs-i şerîflere uymalıyız!) İbni Hümâma ne kadar şaşılsa azdır. Kitâbında, (Âlimlerden birçoğu, işâret edilmez dedi ki, bu sözleri, hadîs-i şerîflere ve akla uygun değildir!) diyerek, ictihâd derecesindeki büyük islâm âlimlerini câhil ve ahmak yapmakdadır. Mezhebin zâhirine ve üsûl haberlerine göre, ictihâd ve kıyâs, edille-i şerıyyenin dördüncüsüdür. İctihâda nasıl dil uzatılabilir? Bu zât, birbirine uymıyan rivâyetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki, (Kulleteyn) hadîs-i şerîfinin de, hadîs-i daîf olduğunu söylemekdedir.
Akllı, olgun oğlum Muhammed Saîd (kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz), parmakla işâret üzerinde bir risâle yazmakdadır. Temâm olunca, bir sûretini inşâallah gönderirim.

Süâl: Sizin yolunuzda çalışanlar her yerde çokdur. İçlerinden birinin, arkadaşlarına başkanlık etmesini kimseye söyliyemedim. Bunun için, kendime güvenemedim. Sizin işâret buyurmanızı bekliyoruz. Uygun gördüğünüzü bildiriniz de, arkadaşlarının başına geçirelim diyorsunuz?
Cevâb: Bu iş, sizin uygun görmenize bırakılmışdır. İstihâreden ve teveccühden sonra, siz emr ediniz! Size ve yanınızda olanlara selâm ederim.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Haziran 2009       Mesaj #80
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Namazı Cemaatle Kılmanın Hükmü Nedir?

Namazlar yalnız olarak kılınabileceği gibi cemaatle de kılınabilir. Erkekler için beş vakit farz namazları cemaatla kılmak vâcib kadar kuvvetli bir sünnettir (sünnet-i müekkede). Bunun farz olduğunu söyleyen fakîhler de vardır. Cuma namazını cemaatle kılmak ise, farzdır.
İki kişi de olsa cemaatle namaz kılınabilir. Onun için iki kişi bir araya gelince biri imam diğeri cemaat olarak namazı cemaatle kılmalıdırlar. İmamla birlikte akıllı bir çocuk veya kadın da olsa, cemaat yapılır.

Cemaatle Namaz Kılmanın Fazîleti:

Müslümanlıkta cemaatle namaz kılmaya büyük ehemmiyet verilmiştir. Resûlüllah Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde, cemaatle kılınan namazların tek başına kılınan namazlardan 25 (diğer rivâyette 27) derece daha sevablı ve faziletli olduğuna işâret buyurmuştur Msn Star.
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"İki kişi de olsa birlikte namaz kılmak, yalnız başına kılmaktan efdaldir. Cemaat ne kadar çoğalırsa kılınan namaz, Cenâb-ı Hak yanında o kadar sevimli olur."
Cemaate devam, İslâm'ın şiârından ve îmanın alâmetlerindendir. Cemaatle kılınan namaz ile, Müslümanların birliği, birbirlerine bağlılığı devamlı yenilenmiş, kuvvetlendirilmiş olur. Müslümanlar arasında tam bir sevgi ve tesanüd duygusu uyanır. Herkes birbiriyle tanışır ve kaynaşır. Ahval ve vaziyetini daha yakından öğrenir. İhtiyaç sâhiplerinin yardımına koşulur. Cemaat ruhu ve dayanışma şûuru teşekkül eder. Hodgâm ve bencil ferdler yerine, diğergâm, yardımsever, insansever kişilerin sayısı cem'iyette çoğalır.
Sâlih zâtların iştirâkiyle cemaat hâlinde yapılan ibâdet ve duaların, nezd-i İlâhîde kabûle yakın olması, İlâhî rahmet ve nimetlerin celbine vesîle teşkil etmesi daha ziyade umulur.
Özetleyecek olursak, cemaatle namaz kılmanın uhrevî sevab ve şahsî kemalât yönünden birçok hikmet ve maslahatları olduğu gibi, ictimaî cihetten de pek çok faydaları vardır.

İmamda Bulunması Gereken Vasıflar:

Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan zâta imam denir. Bu zâtın cemaate namaz kıldırmak vazifesine de imâmet tabir edilir.
İmama uymaya iktida veya ittiba'; imama uyan kimseye de muktedî veya müttebi' veya me'mum gibi adlar verilir.
İmamlığın fazileti, müezzinliğin faziletinden çok daha fazladır. Vazifeye ehil olmadığı takdirde de o nisbette mes'uliyeti büyüktür. Çünkü imam, dînen mukteda bih, yani cemaatın kendisine uyduğu şahıstır. Kendisine uyan cemaat sayısınca sevablar kazanır. Ancak kıldırdığı namaz eksik veya hatâlı olursa, bu takdirde de bütün cemaatin mes'uliyeti onun üzerine yüklenir. Bu sebebledir ki bâzı büyük zâtlar, imamlığın bu ağır mes'uliyetini düşünerek imamlıktan son derece çekinmişlerdir.
Rivayet edilir ki: Hz. Ali'ye bir gün güzel yürüyüşlü rahvan bir atı göstererek sorarlar:
- Ya Ali, kuşlar gibi uçan bu at ne işe yarar?
Mes'ûliyet duygusuna sâhip büyük insan şu karşılığı verir:
- Üzerine binip de imamlıktan kaçmaya yarar...
İmam Olmanın Şartları Nelerdir?
1 - Namaz kıldıracak kimse en başta Müslüman olmalıdır.
2 - İmamın âkıl-bâliğ olması da şarttır. Delinin, sarhoşun, bülûğa ermemiş çocuğun imam olması sahih değildir.
3 - İmam erkek olmalıdır. Kadın erkeğe imam olmaz.
4 - İmamın, namaz sahih olacak kadar Kur'an'dan ezberi olması lâzımdır.
5 - İmamın özürlü olmaması da lâzımdır. Özürlünün namazı, özürlüye has hükümler taşıyan bir namazdır. Özürlü olmayanlar, özürlü olanlara uyamazlar.
Körün imamlığı sahihtir. Ama ondan daha ehil kimse varsa, onun imamlığa geçirilmesi tenzihen mekruh olur.
Yukarıda saydığımız şartlar, imamlık için temel şartlardır. Bu şartlar bulunduktan sonra imamlığa en liyakatli olan kimseler sırasıyla şunlardır:
İmamın önce, îtikadı düzgün, fıkha vakıf, bilhassa namaz mes'elelerini iyi bilir bir kimse olmasına dikkat edilir. Bu mes'eleleri aynı derecede bilen birkaç kişi varsa tercih şöyle yapılır: Önce Kur'an'ı en iyi okuyan veya Kur'an'ı en fazla ezbere bilen kimse aranır. Bunda da müsâvi iseler, haramdan en çok sakınan, en müttakî olan kimse imam olur. Bunda da eşitseler, tercih sırası şöyle olur:
Yaşça en büyük olan, ahlâkı daha güzel olan, herkesin rağbetini kazanmış olup cemaatın sayısını çoğaltan, daha şerefli ve asîl bir aileden gelen ve en nihayet sesi güzel olan...
Bununla beraber, cemaat arasında ev sahibi veya o mahallin resmen vazifeli imamı varsa, bunların imameti öncelik kazanır. İsterse yukarıda saydığımız vasıflara tamamen sâhip olmasınlar.
* İnsanlara imamlık yapacak kimsenin maddî ve mânevî temizliğine son derece dikkat etmesi, her hâliyle cemaatten üstün bir seviyede olması gerekir. Bilhassa elbise ve çorap temizliğine dikkat etmeli, güzel kokular sürünmeli, soğan-sarımsak gibi, rahatsız eden kokulu şeyler yemekten sakınmalıdır.
* Fâsık ve bid'atçı kimselerin imam olmaları tahrîmen mekruhtur. Çünkü bunlar, dinî amellerde lâubalice davranırlar. Böyle kimselerin arkasında kılınan namazın sevabı ve fazileti de olmaz. Sadece borçtan kurtulunmuş olur.
İmam Muhammed ile İmam Mâlik'e göre bunlara esasen iktidâ câiz de değildir.
* Kadının kadına imam olması mekruh olmakla beraber câizdir. Bu takdirde imam olan kadının, cemaatın önünde değil, aralarında birinci safın tam ortasında durması gerekir.
* İmam olan zât, cemaatı nefret ettirecek şeylerden sakınmalıdır. Meselâ bir imamın kırâeti veya tesbihleri cemaata ağırlık verecek derecede uzatması doğru değildir. Cemaatı tenfir, mekruh sayılmıştır.
Resûlüllah Efendimiz bu hususta şöyle buyurur:
"İçinizden biri imam olduğu takdirde namazı uzatma yolunu tutmasın. Zira cemaatın içinde büyük vardır, küçük vardır. Hasta vardır, zayıf vardır. Önemli işi olanlar da bulunur. Kendi başına namaz kılan ise, namazı dilediği kadar uzatabilir."
"Üç kişi vardır ki, namazları başlarından bir karış yukarıda kalır. (Allah tarafından kabûl olunmaz).
1 - Kendisini sevmiyen, nefret eden bir cemaata imam olan şahıs,
2 - Geceyi kocası kendisine kızgın olarak geçiren kadın,
3 - Birbirine düşman kesilen iki kardeş..."
* İmamın rükû' ve secde tesbihlerini, cemaatın sünnet üzere tamamlamalarına imkân vermiyecek derecede acele davranması da mekruhtur. Cemaat yetişsin diye rükû'u uzatmak da mekruhtur.
* İmamın kendisine kolay gelen âyet ve sûreleri okuması vâcibdir. Henüz iyice ezberliyemediği yerleri okumamalıdır.

Safların Düzeni Nasıl Olmalı?

Cemaatle namaz kılarken safların düzen ve tertibine son derece dikkat etmelidir. Saf tertibinde en önde erkekler, sonra erkek çocuklar, en sonda kadınlar gelir.
Cemaat tek kişi olursa, imamın sağına ve birkaç parmak gerisine durur. Soluna veya arkasına durmak mekruhtur. İki kişi olursa, ikisi birlikte imamın arkasında dururlar. Cemaatın biri erkek, biri kadın olursa, erkek imamın sağında birkaç parmak gerisinde, kadınsa arkasında namaza durur.
Safların en faziletlisi, sırasıyla 1., 2. ve 3. saflardır. Safların düzgün ve sık olmasına, saf aralarında boşluk kalmamasına dikkat etmelidir. Önde boş yer varken arkaya durulması uygun değildir. Resûlüllah Efendimiz:
"Saflarınızı düzgün tutun, çünkü safları düzgün tutmak namazı tamamlayıcıdır" buyurmuştur.
Hazret-i Bera'nın rivayetine göre: Resûlüllah Efendimiz namaza kalktığı zaman elleri ile Ashâbının göğüslerine ve sırtlarına dokunur, safları düzelttikten sonra:
"Saflarınız bozuk olmasın, sonra o bozukluk kalblerinize de girer" buyururdu.
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise şöyle denilmektedir:
"Saflarınızı güzel ve düzgün yapınız. Omuzlarınızı bir hizada tutunuz. Açık bir yeri görünce, yavaşçacık kardeşinizin yanına sokulunuz. Aranızda Şeytana açık yer bırakmayınız. Safı birleştiren kimseyi yüce Allah da bitiştirir. Safı keseni, düzgün yapmayanı ise Allah da kat'eder..."
Bu bakımdan imam olan zâtın bu cihetleri daima cemaata hatırlatması, namaza dururken, safları düzgün tutun, demesi gerekir.
Yer bulamayan kardeşimize, biraz sıkışıp yanımızda yer açıp safa almaya çalışmalıdır. Namazda araya girmeye çalışan birine yer açmak için sağa sola kaymalar namazı bozmaz. Hattâ ikinci safta açık yer bulamayıp birinci safta yer gören kimse, saftakileri incitmemeye çalışarak birinci safa geçebilir. Bundan dolayı hiçbir günah da yoktur.
İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
İmama uymaya iktida, imama uyan kimselere de muktedî denildiğini daha önce söylemiştik.
İktidanın sahih olmasında şu şartlar aranır:
1 - Muktedînin namaza başlarken hem namaz, hem de imama uymaya niyet etmesi.
2 - Kadınların imama uyabilmeleri için, imamın, kadınlara da namaz kıldırmağa niyet etmesi.
3 - İmamın cemaatın önünde olması.
4 - Oturarak kılan ayakta kılana, teyemmümle kılan abdestle kılana imamlık yapabilir. Bu, İmam-ı A'zam ile Ebû Yûsuf'a göredir. İmam-ı Muhammed'e göre ise, böyle bir iktida sahih olmaz. Çünkü imam hâlen cemaatten yüksek olmalıdır. Halbuki oturarak kılan ayakta kılandan, teyemmüm ile kılan ise abdestle kılandan hâlen aşağıdır.
5 - İmamla cemaatın kıldıkları farz namazın bir olması. Meselâ, ikindiyi kılana öğleyi kılan iktida edemez. Edâ kılan da kaza kılana uyamaz. İkisi de aynı vaktin edâsını veya kazasını kılmalıdırlar.
Misafir mukîme, mukîm misafire imamlık yapabilir. Ancak misafir imam olduğunda namazı kasreder, yani, iki rek'at olarak kılar. Mukîm olanlar ise, imamın selâmından sonra ayağa kalkarak namazlarını dörde tamamlarlar. Misafir mukîme uyar ise, namazı tam olarak kılar.
Nafile namaz kılanın, farz namaz kılana iktidası câizdir. Meselâ, öğleyi kılmış bir kimse öğle namazını kıldıran bir imama iktida edecek olsa, bu ikinci kılacağı namaz nâfile olarak câiz olur.
6 - Açıkta namaz kılındığında imam ile cemaat arasında, kayık geçebilecek dere, nehir; araba geçebilecek kadar bir yol yahut iki saf sığabilecek kadar bir açıklık olmamak lâzımdır. Aradaki yol saflarla kapatılmışsa namaz câiz olur. Cami içinde mesafe olsa bile câizdir. Zira caminin içi aynı yer sayılır.
7 - Mezheb ihtilâfı iktidaya mâni değildir. Bu hususta evlâ olan, her Müslümanın kendi mezhebinde olan bir imama iktida etmesi ise de, bu olmayınca, diğer mezhebden olan bir imama uyularak namaz kılınması, tek başına kılınmasından efdaldir. Ancak imamdan, muktedînin mezhebine göre abdesti bozan bir hâlin zuhur etmemesi şarttır. Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendisinden kan aktığını bildiği Şâfiî bir imama uyamaz. Zira abdestli iken kan akmak Şâfiîye göre abdesti bozmasa da, Hanefî'ye göre bozar. Bu durumda Hanefî olan Şâfiî'ye iktida edemez.
Binaenaleyh imam olacak kimseler, cemaatleri içinde her mezhebden kimse olabileceğini nazara alarak, mezhebler arası ihtilâflı konularda ihtiyatla amel etmeleri lâzımdır.
8 - İmam ile cemaatın namaz kıldıkları yerin hükmen aynı yerden sayılması lâzımdır. Buna binaen aralarında yüksek bir duvar olup imamın görülmesi ve sesinin işitilmesi mümkün olmasa, o iktida sahih olmaz.
İmamın Arkasında Namaz Kılanların Riayet Etmesi Gereken Hususlar Nelerdir?
İmama uymaya iktida, imama uyan kimselere de muktedî denildiğini daha önce söylemiştik.
İktidanın sahih olmasında şu şartlar aranır:
1 - Muktedînin namaza başlarken hem namaz, hem de imama uymaya niyet etmesi.
2 - Kadınların imama uyabilmeleri için, imamın, kadınlara da namaz kıldırmağa niyet etmesi.
3 - İmamın cemaatın önünde olması.
4 - Oturarak kılan ayakta kılana, teyemmümle kılan abdestle kılana imamlık yapabilir. Bu, İmam-ı A'zam ile Ebû Yûsuf'a göredir. İmam-ı Muhammed'e göre ise, böyle bir iktida sahih olmaz. Çünkü imam hâlen cemaatten yüksek olmalıdır. Halbuki oturarak kılan ayakta kılandan, teyemmüm ile kılan ise abdestle kılandan hâlen aşağıdır.
5 - İmamla cemaatın kıldıkları farz namazın bir olması. Meselâ, ikindiyi kılana öğleyi kılan
iktida edemez. Edâ kılan da kaza kılana uyamaz. İkisi de aynı vaktin edâsını veya kazasını kılmalıdırlar.
Misafir mukîme, mukîm misafire imamlık yapabilir. Ancak misafir imam olduğunda namazı kasreder, yani, iki rek'at olarak kılar. Mukîm olanlar ise, imamın selâmından sonra ayağa kalkarak namazlarını dörde tamamlarlar. Misafir mukîme uyar ise, namazı tam olarak kılar.
Nafile namaz kılanın, farz namaz kılana iktidası câizdir. Meselâ, öğleyi kılmış bir kimse öğle namazını kıldıran bir imama iktida edecek olsa, bu ikinci kılacağı namaz nâfile olarak câiz olur.
6 - Açıkta namaz kılındığında imam ile cemaat arasında, kayık geçebilecek dere, nehir; araba geçebilecek kadar bir yol yahut iki saf sığabilecek kadar bir açıklık olmamak lâzımdır. Aradaki yol saflarla kapatılmışsa namaz câiz olur. Cami içinde mesafe olsa bile câizdir. Zira caminin içi aynı yer sayılır.
7 - Mezheb ihtilâfı iktidaya mâni değildir. Bu hususta evlâ olan, her Müslümanın kendi
mezhebinde olan bir imama iktida etmesi ise de, bu olmayınca, diğer mezhebden olan bir imama uyularak namaz kılınması, tek başına kılınmasından efdaldir. Ancak imamdan, muktedînin mezhebine göre abdesti bozan bir hâlin zuhur etmemesi şarttır. Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendisinden kan aktığını bildiği Şâfiî bir imama uyamaz. Zira abdestli iken kan akmak Şâfiîye göre abdesti bozmasa da, Hanefî'ye göre bozar. Bu durumda Hanefî olan Şâfiî'ye iktida edemez.
Binaenaleyh imam olacak kimseler, cemaatleri içinde her mezhebden kimse olabileceğini nazara alarak, mezhebler arası ihtilâflı konularda ihtiyatla amel etmeleri lâzımdır.
8 - İmam ile cemaatın namaz kıldıkları yerin hükmen aynı yerden sayılması lâzımdır. Buna binaen aralarında yüksek bir duvar olup imamın görülmesi ve sesinin işitilmesi mümkün olmasa, o iktida sahih olmaz.
9 - Cemaate kavuşmak için koşa koşa yürümek mekruhtur.
10 - Mescidlerde cemaatla kılanan namazlar evde aile ferdleri ile birlikte cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü camiye giderken atılan herbir adımın ayrı bir sevab ve fazileti vardır.
Bununla beraber, bütün namazları, camilerde kılıp evde kılmayı tamamiyle terketmek de doğru değildir. Çünkü bilhassa çocuklar, anasından babasından gördüğünü taklid eder ve onun te'sirinde kalır. Süse meraklı olan bir annenin kızı, çoğu vakitlerini süslenmekle geçirir. Sinema ve eğlenceye düşkün bir babanın çocuğu da, büyüyünce aynı şekilde olur. Bu bakımdan ana-babalar, çocuklarına, her yönüyle iyi örnek olma mecburiyetinde oldukları gibi; namaz; oruç gibi ibâdetlerde de onlara rehberlik yapmak ve nümûne olmak durumundadırlar. Aksi halde büyük vebal altında kalırlar. Nitekim "Evlerinizi mezar yapmayınız!" ve "Namazdan evine de bir hisse ayır" meâlindeki hadîs-i şerîflerle, evlerin namaz kılınmaz, hiçbir ibâdet yapılmaz bir hâle getirilmesine Peygamberimiz karşı çıkmışlardır. Sünnetlerin ve nâfile namazların, evlerde kılınmasının, camilerde kılınmasından daha faziletli ve sevablı olmasının bir hikmeti de, bu olsa gerektir.
11 - İmamın sesi kâfi gelmezse, cemaatten biri veya müezzinler, iftitah ve intikal tekbirlerini ve selâmları cehren tekrarlarlar.
12 - İmam birinci selâmı, ikinci selâmdan daha yüksek sesle okur. Çünkü namazın bittiğini ilân eden, asıl birinci selâmdır.
13 - İmam selâm verince, muktedî de, selâm ve duaları bitirmese bile selâm verir. Ancak
henüz Tahiyyât'ı okumayı bitirmemiş ise, selâm vermez. Önce Tahiyyât'ı tamamlar, sonra kendi başına selâm verir.
14 - İmama teşehhüdde iken yetişip Tahiyyât'ı okumaya başlıyan kimse henüz Tahiyyât'ı bitirmeden imam ayağa kalksa, ona uyup ayağa kalkmaz. Tahiyyât'ı okumayı bitirir öyle kalkar. Bununla beraber, Tahiyyât'ı bitirmeden kalkmasında da bir mahzur yoktur.
15 - İmama uyan, rükû' ve secdedeki tesbihleri üçe tamamlamadan imam kalksa, o da kalkar.
16 - İmama uyan kimse rükünleri imamdan sonra yapmalıdır. İmamdan önce rükû'a eğilmek, secdeye gitmek, imamdan önce rükû' ve secdeden doğrulmak câiz değildir.
17 - Şu hususları imam terkettiğinde cemaat onları terketmez, yaparlar:
* Rükû' ve secde tekbirlerini terkederse,
* Başlangıç tekbîrinde elini yukarı kaldırmayı terkederse,
* Rükû' ve secde tesbihlerini terkederse,
* Teşehhüde okumayı terkederse,
* Selâmı terkederse,
* Teşrik tekbirlerini terkederse.
Oturduğu halde unutarak sonradan kalksa cemaat ona uymaz. Sübhânallah veya Allahü Ekber diyerek îkaz ederler.
19 - İmam eğer okurken tutulursa, arkadaki cemaatten birinin açması, imama hatırlatması gerekir.
İmam okurken tutulduğu vakit vâcib miktarda okumuş ise, hemen rükû'a gitmelidir. Vâcib olan miktarı okumamışsa, hemen okuduğu âyetin aşağısında olan veya ezberinde olan başka bir âyete geçebilir. Cemaati hatırlatmak zorunda bırakmamalıdır.
20 - Namazdan sonra imamın cemaata dönmesi sünnettir.
21 - İmama uyan, ilk rek'atta imama yetişmiş ise imamla beraber selâm verir.
İmama tamamen uyan, yani, namazın evvelinden sonuna kadar fâsılasız olarak imama iktida eden, bütün rek'atları imamla beraber kılan kimseye müdrik denir.
İmamı rükû'da bulan kimse, ayakta tekbir alıp rükû'a eğilir. Bir kere Sübhânallah diyecek kadar bir süre imamla beraber rükû'da kalırsa o rek'ata yetişmiş, idrâk etmiş sayılır.
22 - İlk rek'atta imama yetişemeyen kimseye mesbuk denir. Bu kimse yine imama uyar. Son oturuşta sadece Tahiyyât'ı okur ve susar; salâvat ve duaları okumaz. Teşehhüdü ağır ağır okuyarak imamın namazı tamamlamasına kadar da uzatabilir. İmam sağa selâm verince o selâm vermez, sola da selâm vermesini bekler. İmamın sola da selâm vermesinden sonra ayağa kalkarak yetişemediği rek'atları tamamlar.
İmama ikinci rek'atta yetişen kimse imam selâm verdikten sonra Allahü Ekber diyerek kalkar. Sübhâneke, Fâtiha ve zamm-ı sûre okuyup rükû' ve secdeleri yaptıktan sonra oturur. Tahiyyât, salâvat ve duaları okuyarak selâm verir.
3. rek'atta imama yetişen ise, ayağa kalkınca Fâtiha ve sûre okumak suretiyle 2 rek'at daha kılar.
4. rek'atta imama yetişen kimse, imamın selâmından sonra kalkıp, Sübhâneke, Fâtiha ve
sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tahiyyât'ı okuduktan sonra hemen kalkar, iki rek'at daha kılar. Bu iki rek'attan birincisinde Fâtiha ve sûre okur. İkincisinde ise, sadece Fâtiha okur. Burada dikkat edilecek husus, kendi başına namaz kılarken önce Fâtiha ve sûre okunan birinci ve ikinci rek'atları kılmaktır. Çünkü o, imama 4. rek'atta yetiştiği için sadece Fâtiha okunan son rek'ata yetişmiştir. Geriye Fâtiha ve sûre okunan 2 rek'at ile sadece Fâtiha okunan 1 rek'at kalmıştır. Bu sebeble imam selâm verdikten sonra kılacağı 3 rek'atın ilk 2'sinde Fâtiha ile beraber sûre de okur, sonuncu rek'atte ise sûre okumaz.
3 rek'atli olan akşam ve vitir namazlarının 3. rek'atinde imama yetişen kimse, imam selâm verdikten sonra kalkar, Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at kılar, oturur. Tahiyyât'ı okuyup tekrar kalkar, yine Fâtiha ve sûre okuyup bir rek'at daha kılar, sonra oturup selâm verir.
23 - Mesbuk, yani, imama ilk rek'atta yetişemeyen kimse, unutarak imamla beraber selâm verse kendisine sehiv secdesi gerekmez. Ancak imam selâm verdikten sonra selâm verse
sehiv secdesi vâcib olur. Kasden imamla beraber selâm verdiği takdirde ise namazı bozulur.
24 - Cemaat selâmdan sonra:
Allahümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, tebârekte yâ ze'l-celâli ve'l-ikrâm
Allahım, sen bütün noksanlardan sâlimsin, selâmet sendendir. Ey azamet ve ikram sahibi, senin inâyet ve bereketin sonsuzdur. Cümlesi okununcaya kadar yerlerinde durur, sonra kalkıp sünneti ve duayı başka münasib bir yerde tamamlarlar. Farzdan sonra saffı bozmak müstehabdır. Tâ ki sonradan gelenler cemaatı hâlâ farzda sanmasınlar.
Münferiden namaz kılanlar ise, farz-sünnet bütün hepsini aynı yerde kılabilirler.

Cemaatla Namaz Nasıl Kılınır?

İmama uyan bir kimse, yani muktedî, imam tekbir aldıktan sonra, o da tekbir alarak namaza durur. Yalnız Sübhâneke'yi okuyup sükût eder. Fâtiha ve başka âyet okumaz. İmam rükû'a gittiği zaman, o da rükû'a gider. Rükû'daki tesbihleri söyler. İmam rükû'dan Semiallahü limen hamideh diyerek doğrulduğunda ise, Rabbenâ lekel-hamd der. Secdeye gittiklerinde de secde tesbihlerini okur.
3 veya 4 rek'atlı namazların ilk oturuşunda sadece Tahiyyât okunur. Son oturuşta ise, Tahiyyât ile beraber salâvat ve dualar okunarak imamla birlikte selâm verilir.
İmama uyan kimsenin, onun arkasında Fâtiha ve zamm-ı sûre okuması tahrîmen mekruhtur. Çünkü imam cemaata riyaseten okumaktadır. İmamın okuması cemaatın okuması yerine de geçer. Nitekim hadîs-i şerîf'te de bu husus sarahaten belirtilmiştir.
Ancak İmam-ı Muhammed, imamın kırâeti âşikâre yaptığı namazlarda cemaatın okumasını mekruh görmüşse de, imamın gizli okuduğu yerlerde cemaatın da okumasını câiz görmüştür.

Hangi Hallerde Cemaat Terkedilebilir?

Bir özür yok iken cemaatı terketmek sünnete aykırıdır. Büyük bir sevabdan ve faziletten mahrum kalmaya sebebdir.
Ancak şu hallerde cemaatı terk bir özür sayılır, sünnete aykırı hareket edilmiş olmaz:
1 - Hastalık ve felçlilik hâli.
2 - Körlük, topallık veya kötürümlük.
3 - Şiddetli sıcak, soğuk, kar, yağmur, çamur gibi haller Msn Star.
4 - Mal ve cana tecavüz korkusu.
5 - Zifirî karanlık.
6 - Fazla ihtiyarlık.
7 - Hasta bakıcı olmak.
8 - Yolculuğa çıkma hazırlığında olmak.
9 - Yemek sofrası hazır olmak.
10 - Abdesti sıkıştırmış olmak.
11 - Dinî mes'elelerle uğraşmak. Meselâ fıkıh öğrenmek ve öğretmek de bâzan cemaate iştirâk etmemek için mâzeret olabilir. Fakat terki îtiyad hâline getirmek câiz değildir.
Bu özürlerden biri dolayısıyla cemaat terkedilebilir. Sadece tenbellik ve gevşeklik neticesi cemaati terkedip duran kimse ta'zir cezasına müstehak olur. Şehâdeti kabûl edilmez.
Cemaate devam etmek istediği halde yukarıda saydığımız özürlerden dolayı muntazaman devam edemeyen kimse ise, niyetinin samimiyet ve temizliğine göre, cemaat sevabından mahrum kalmamış olur.
Namazı Kesip Cemaate Yetişmek
Başlanmış bir namazı bilerek ve hiçbir özür yokken bozmak câiz değildir. Ancak cemaata
yetişmek ve cemaat sevabı kazanmak gibi bir durum karşısında, başlanmış namazı bozmak câiz hâle gelir.
* Bir adam yalnız başına farz kılmaya başladıktan sonra, yanında cemaatle namaz kılmaya başlanırsa ne yapmalıdır?
Eğer tek başına namaz kılan kimse, henüz birinci rek'atın secdesine varmamış ise, hemen namazını bozup cemaate uyar. Eğer ilk rek'atin secdesini yapmış ve kıldığı farz namaz da dört rek'atlı ise, ikinci rek'atı tamamlar, ondan sonra selâm verip imama uyar. Böylece farzı imamla birlikte kılmış, cemaat sevabına kavuşmuş olur. Kendi başına kıldığı iki rek'at namaz da nafile yerine geçer.
Eğer cemaatla namaza durulduğunda tek başına namaz kılan kimse üçüncü rek'atta olup henüz secde yapmamışsa, ayakta iken selâm verip imama uyabilir. Şayet üçüncü rek'atı bitirmiş ise, namazı kesmeyip dördüncü rek'atı da tamamlar. Bundan sonra cemaat sevabı için imama uyar. Ancak bu durumda, kendi başına kıldığı namaz, farz; cemaatle kıldığı ise, nafile yerine geçer. Bir de bu namazın ikindi namazı olmaması şarttır. Çünkü ikindinin farzı kılındıktan sonra nâfile kılınması câiz değildir.
Kılınan namaz dört rek'atlı bir namaz değilse (iki rek'atlı sabah veya üç rek'atlı akşam namazı ise) ikinci rek'atı bitirmiş olmadıkça, hemen namaz kesilip imama uyulabilir. Fakat cemaat yapıldığında ikinci rek'at tamamlanmış olursa, artık namaz bozulup imama uyulamıyacağı gibi, namazı tamamlayıp bitirdikten sonra da uyulmaz. Zira sabah namazlarından sonra nâfile namaz kılınmamaktadır. Akşamdan sonra ise imama uyularak üç rek'at nâfile kılınması câiz değildir.
* Sünnet namaz kılınırken cemaatle farz kılınmaya başlansa, durum ne olur?
Bu durumda namaz derhal iki rek'ata tamamlanarak imama uyulur. İki rek'at bitirilmeden, imama tâbi olunmaz. Eğer kılınan öğlenin sünneti idiyse, farzdan sonra dört rek'at olarak kazâ edilir. Ayrıca son sünnet de kılınır. İlk kılınan iki rek'at ise nâfile yerine geçer. Kılınan ikindi ve yatsının sünnetleri ise, artık farzdan sonra tekrar kılınarak kaza edilmeleri gerekmez.
* Camiye gelen kimse cemaatın farza durmuş olduğunu görür ise ne yapar?

Cami Ve Cemaat Âdâbı

Camiler ve mescidler, Müslümanların cemaatla toplu olarak namazlarını edâ ettikleri binalardır. Bu binalara, içlerinde Allah'a secde edildiği, ibâdet yapıldığı, namaz kılındığı için mecaz yoluyla Allah'ın evi de denmiştir.
Bir hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:
"Yeryüzünde benim evlerim (mesabesinde olan yerler) mescidlerdir. Orada beni ziyaret edenler, o mescidleri imar ve ihyâ edenlerdir."
"Mü'minler, mescidlerin binasına, tefrişine, tamirine, ihtiyaçlarına, temizliğine îtina göstermeli; onları namaz, niyaz, Kur'an-ı Kerîm tilâveti, tesbihler vesair ibâdetler ile ihyâ etmelidir."
"Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman edenler îmar ve ihyâ ederler" (et-Tevbe, 17) âyetindeki îmarın bir mânâsı da ibâdetle ihyadır. Şu hâle göre, mescidlere alâka göstermek, onları maddeten onarmak ve ibâdetle ihya etmek, mü'minlere düşen mühim bir vazifedir.
Cami ve cemaat için birtakım âdâb beyan olunmuştur:
1 - Mescidleri Allah'ın evi mesabesinde kabul edip içlerine girildiğinde İlâhî huzurda olduğunu hatırdan çıkarmadan edeb ve huşû' içinde bulunmak.
2 - Mescidleri -temizliğine îtina gösterip- kirletmemeye çalışmak.
3 - Mescidlere devamı îtiyad hâline getirmek, cemaatin faziletine inanmak.
Bir hadîs-i şerîf'te mescidlerin fazileti şu şekilde ifade buyrulmaktadır:
"Bir kimse evinde güzelce temizlenir ve farz namazını kılmak üzere mescidlerden birine giderse, adımlarından biri, günahlarını siler, diğeri de derecesini yükseltir."
4 - Mescide giderken temiz ve yeni elbiseler giymeli, güzel kokular sürünmelidir. Bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyrulur:
"Ey âdemoğulları, her mescide gittiğinizde ziynetinizi, en güzel elbisenizi giyin. Yeyin, için (fakat) isrâf etmeyin. Çünkü Allah, isrâf edenleri sevmez" (el-A'râf, 31).
5 - Evde abdest alıp kapıdan sağ ayağını atarak çıkmak, mescide ağır, fakat sık adımlarla, sakin ve vekarlı bir şekilde yürümek. Koşup acele etmemek.
Peygamberimiz bir gün namaz kılarken ayak patırdıları duydu. Namaz bitince:
- Gürültünüz neydi? diye sordu.
- Namaza yetişmek için acele ettik, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
Bir daha böyle yapmayın. Namaza yavaş ve vekarlı geliniz. Yetiştiğinizi kılar,
yetişemediğinizi tamamlarsınız, buyurdu.
6 - Mescide eğer mümkünse namaz vaktinden evvel gitmek.
Mescide erken gidip namazı bekleyen kimse, namazda imiş gibi sevab kazanır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Kul abdestli olarak mescidde namazı beklediği müddetçe namazda gibi olur."
"Ashabım! Siz namazı kılmak için beklediğiniz müddetçe namazda gibisiniz. Elbette bir kavim hayırlı bir işi beklediği müddetçe hayırdadır."
7 - Mescide sağ ayağını atarak girmek ve girerken de şu duayı okumak:
Allahümme'ftah aleynâ ebvâbe rahmetike va'ğfir zünübenâ bifadlike ve keremike yâ ekreme'l-ekremîne ve yâ erhame'r-râhimîn Msn Star.
8 - Mescide girince ezan okunmamış ve mekruh vakit de girmemiş ise, iki rek'at Tahiyyetü'l-Mescid namazı kılmak.
9 - Ezan okunup namaz kılınıncaya kadar Kur'an okumak; tesbih, zikir, salâvat-ı şerîfe gibi ibâdetlerle meşgul olmak.
10 - Ezanla namaz arasında kalan müddet içinde, kendisi, ailesi, çocukları, ana-babası,
akrabaları ve bütün mü'minler için dua etmek.
11 - Namaza başlamadan evvel, başladıktan sonra ve bitince, Allah huzurunda olmanın gerektirdiği ciddiyet, vekar, sekînet ve huşû'dan ayrılmamak.
12 - Önden itibaren safları doldurmada acele davranmak, safların sık ve düzgün olmasına gayret göstermek.
13 - Soğan, sarımsak gibi pis kokulu ve insana eziyet verici şeyleri yiyen ve çorabı, üstü başı bütün cemaatı rahatsız edecek derecede kokanlar, bu kokuları giderecek bir temizlik yapmadan mescide gitmemelidir.
14 - Mescidden çıkarken önce sol ayak dışarı atılır, öyle çıkılır.
Namazdan Sonra Okunacak Tesbihler
Namazdan sonra imam ve cemaatin üç kere:
Estağfirullahellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyh Msn Star demeleri sünnettir.
Gerek yalnız başına, gerekse cemaatla kılarken istiğfarı müteâkip:
Sübhânallahi ve'l-ham-dü lillâhi ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm (**) denir.
Herkes Eûzü Besmele çekip Âyete'l-Kürsî'yi okur. Hadîs-i şerîfte: "Her kim beş vakit namazın sonunda Âyete'l-Kürsî'yi okursa, cennete girmekten onu ancak ölüm men'eder" buyurulmuştur.
Âyete'l-Kürsî'den sonra İhlâs ve Muavvizeteyn de okunabilir.
Bundan sonra 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa da Allahü Ekber denir.
Tesbihleri el ile saymak sünnettir. Peygamberimiz parmaklarıyla tesbih ederlerdi. Fakat tesbih kullanmak da câizdir. Sahâbelerden taş sayarak tesbih edenler olmuştur. (Ebû Hüreyre Hazretlerinin düğümlü ipliği vardı. Onunla tesbih ederdi). El ile tesbihleri saymak, tesbih ile saymaktan efdaldir.
Bundan sonra:
Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr... Msn Star
Sübhâne rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-vehhâb denilerek eller göğüs hizasına kaldırılır. Avuç içi yüze doğru meyilli olacak şekilde açılarak dua yapılır. Dua bittikten sonra yüz meshedilir.
* Yüzü mesh duada el kaldırmanın sünnetidir. El kaldırmadan dua edilmişse, yüzün meshi
gerekmez. Yüzün meshindeki hikmet, bereketin kendisine gelmesi ve içine sirayetidir. Ve belânın def'ini, atânın husûlünü ummaktır. Tek elle mesh yapılmaz.
Namaz tesbihatının ehemmiyetine dair Peygamberimizden şu hadîsi şerifler rivâyet edilmiştir:
1. "Kim ki her namazın sonunda 33 kere Allah'ı tesbih eder, 33 kere Allah'a hamdeder ve 33 kere de tekbir getirir ve sonunda da "Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" derse, deniz köpüğü kadar da olsa günahları afvedilir." (Müslim).
2. "Muhacirlerin fakirleri Resûlüllah'a (asm) geldiler ve:
- Servet sâhipleri yüksek dereceleri ve ebedî nimeti kaptılar. Bizim gibi namaz kılarlar,
bizim gibi oruç tutarlar. Ve onların artan malı vardır. Onunla hac ederler, umre yaparlar,
cihâd ederler ve sadaka verirler, dediler.
Resûlüllah (A.S.M.):
- Size bir şey öğreteyim mi? Sizi geçenlere onunla yetişecek ve sizden sonrakileri onunla geçeceksiniz ve sizin gibi yapmadıkça hiçbiri sizden daha sevablı olmayacaktır" buyurdu.
- Evet yâ Resûlâllah! dediler. Resûlüllah (asm) de:
- Her namazın sonunda 33'er defa Sübhânallah, Elhamdü lillâh ve Allahü Ekber
diyeceksiniz, buyurdu."
3. "Her farz namazın sonunda 33 defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa Allahü
Ekber diyen, hasara (ziyana) uğramaz."
4. Ebû Said el-Hudrî (ra) rivayet ediyor:
Resûlüllah (sav):
- Allahü Teâlâ'nın rızasını kazanmaya vesile olan amelleri çok yapınız, buyurdu. Ashap: "Bu ameller hangileridir?" dediler.
- Allahü Ekber.
Lâ ilâhe illâllah,
Sübhânallah,
Elhamdü lillâh,
Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh sözlerini söylemektir, buyurdu. (Hâkim, Müstedrek).
5. Ebu Hüreyre (ra) rivayet ediyor:
"Resûlüllah bir gün: "Zırhlarınızı giyiniz", buyurdu. Ashap: "Yâ Resûlâllah! Düşman mı
geldi?" dediler. "Hayır, Cehennemden korunma zırhını giyiniz: Sübhânallah,
Elhamdülillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahü ekber, deyiniz. Bunlar kıyamet günü, önünüzden, arkanızdan sizi korurlar" cevabını verdi. (Hâkim, Müstedrek).

Edâ ve Kazâ Nedir?

Bir namazı vaktinde kılmaya edâ, vaktinden sonra kılmaya ise kazâ denilir.

Hangi Namazlar Kazâ Edilir?

Vaktinde kılınmamış olan 5 vakit farz namazların kazâsı farzdır. Vitir namazının kazâsı ise vâcibdir. Sünnetlere gelince sadece sabah namazının sünneti vakti dışında kazâ edilebilir. Diğer sünnet namazların vakti haricinde kazâları yoktur.
Sabahın sünnetinin kazâ edilebilmesi için de, farz ile sünnetin beraber kazâya kalmış olması ve hemen o sabah, kerâhet vaktinden sonra öğleye kadar sünnetin farzla birlikte kazâ edilmesi şarttır. Sabahın farzı kılınıp sünneti terkedilmişse, artık o sünnet kazâ edilmez. Sabahın kazâsı öğleden sonraya bırakıldığı takdirde de, sadece farz kazâ edilir, sünnet terkedilir.
Öğle namazının ilk sünneti, cemaatle farza yetişmek için terk edilebilir. Bu takdirde farzdan sonra, iki rek'atlık son sünnetten önce kazâ edilir. Son sünneti kıldıktan sonra kazâ edilmesine de cevaz verilmiştir. Bu kazâ, vakti içinde bir kazâ, daha doğrusu te'hirli (gecikmiş) bir edâdır.

Namazı Kazâya Bırakmanın Hükmü Nedir?

Bir namazı özürsüz yere vaktinde kılmayıp kazâya bırakmak büyük bir günahtır. Bu namaz kazâ edilince namaz borcundan kurtulunmuş olur. Fakat namazın özürsüz yere (vaktinde kılınmayışından) dolayı meydana gelen günah bâkîdir. Bu günahtan kurtulmak için ise, tevbe ve istiğfar gerekir. Bu sebeble şuurlu dindarlar eften-püften bahanelerle veya sırf tenbellik sâikasıyla namazlarını te'hir etmekten, vaktinde kılmayıp kazâya bırakmaktan sakınırlar. Sonradan kazâ bile edilse, bunun namazı vaktinde kılmama (te'hir) günâhını ortadan kaldırmayacağını bilirler.
Gerekli tedbirleri aldığı halde uykudan uyanamamak veya namazı kılmadığını unutmak sebebiyle namazın vaktinde kılınamaması, namazı te'hir mes'ûliyetini mûcib değildir.

Kazâ Namazları Ne Zaman Kılınır?

Kazâ namazları için, Hanefî mezhebine göre muayyen bir vakit olmamakla birlikte, tertibe riayet lâzımdır. Yani bir namazı geçirince, ondan sonraki vakit namazını kılmadan önce kazâya kalmış olan namazın kılınması gerekir. Ancak bu, bir insanın üzerindeki kazâ namazları, 6 vakitten az olduğu takdirdedir. Üzerinde 6 vakitten az kazâ borcu olan kimseye sâhib-i tertib denir ki böyle bir kimse vakit namazı ile kazâ namazları arasında tertibe dikkat edeceği gibi, kazâya kalan namazları arasında da tertibe riayet etmesi lâzımdır. Meselâ: Sabah, öğle, ikindi ve akşam namazları kazâya kalmış bir sâhib-i tertib, bu namazları sırasıyla kılıp kazâ etmeden yatsı namazını kılamaz. Kılarsa yatsı namazı fâsid olur, kılınmamış hükmüne geçer. Ancak sahib-i tertib olan kimsenin üzerindeki kazâya kalmış namaz sayısı 6 ve daha fazla vakte çıkarsa, artık o kimse sâhib-i tertib olmaktan çıkar. Tertibe riayetsizlik yüzünden fâsid olan namazları da, böylece sahih hâle gelir.
Sahib-i tertib olmaktan çıkan kimsenin, artık tertibe riayet mecburiyeti yoktur. Mekruh vakitlerin haricinde, her zaman istediği namazı kazâ eder.
Tertib şartı, kazâ namazları 6' dan fazla olmakla bozulacağı gibi, namaz geçirdiğini unutarak vakit namazı kılmakla da bozulur. Bu sebeble, üzerinde kazâ namazı olduğunu unutarak vakit namazı kılan kimse, daha sonradan kazâ borcunu hatırlasa kıldığı vakit namazı fâsid olmaz. Çünkü bu durumda o, sâhib-i tertib olmaktan çıkmıştır.
Farz olan namaz kazâ edilirken ezan ve kâmet okumak sünnettir. Birkaç namaz birden kazâ ediliyorsa, bir ezan ve her bir kazâ namazı için de ayrı ayrı kâmet lâzımdır.

Kazâları Geciktirmeden Kılmanın Lüzumu?

Namaz her ne şekilde kazâya kalmış olursa olsun, mâni olan özür kalmayınca hemen kazâ etmek lâzımdır. Mâlikî mezhebine göre, üzerinde kazâ namazı olan bir adamın nâfile namaz ile meşgul olması haramdır. Üzerinde kazâ borcu olan kimse, sadece sabahın sünneti ile vitir namazını ve bayram namazlarını kılar. Bunun dışındaki nafile ve sünnet namazların yerine kazâ namazları kılmalıdır. Şâyet kazâ namazı kılmaz, sünnet ve nâfile namazları kılarsa, bu namazları kıldığı için sevab almakla beraber, kazâ namazlarını geciktirdiği için de günah kazanır.
Şâfiî mezhebine göre de, üzerinde acele kılınması vâcib olan kazâ namazları olan bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar sünnet ve nâfile nev'inden namazlar ile meşgul olması haramdır.
Hanbelî mezhebine göre de, kazâ borcu olanın, nâfile ve gayr-ı müekkede sünnetleri kılması haramdır. Vitir ile müekkede sünnetleri kılar. Fakat kazâsı çok ise, bunları da kılmayarak kazâ namazları ile meşgul olmalıdır. Sabah namazının sünneti bundan hariçtir. Her hâl ü kârda kılınır, terkedilmez.
Hanefî mezhebinde ise, kazâ namazı kılmak için sünnetlerin terk edilmesi câiz değildir. Kazâsı olan kimse, sünnetleri ayrı, kazâyı ayrı kılarlar.
Görüldüğü gibi, diğer üç mezhebe göre, kazâ namazlarını geciktirmek câiz olmamaktadır. Binâenaleyh üzerinde kazâ namazı borcu olanlar, bu borçlarını geciktirmeden, en kısa zamanda kazâ edip mes'uliyet ve vebâlinden kurtulmaya bakmalıdırlar.

Kazâ Namazlarını Kılarken Nasıl Niyet Edilir?

Üzerinde çok kazâ namazı olup hangi namazı kazâ edeceğini bilemeyen kimse şöyle niyet eder: "Vaktine yetişip de kılamadığım ilk (öğle) namazını yahut son (öğle) namazını Allah rızâsı için kazâ etmeye niyet ettim." Bu şekilde niyet edilirse, her kılışta ilk yahut son kalan namaz kazâ edilmiş olacağından vakit tâyini de yapılmış olur.
Başlanmış Namazı Bozmak Veya Namazı Kazaya Bırakmak
Başlanmış bir namazı bozmak veya edâ etmeyi te'hir ederek kazâya bırakmak harâm ise de, bâzı hallerde câiz, hattâ vâcib bile olur. Bu hallerin başlıcaları da şunlardır:
1 - Suya düşmek, hayvan saldırısına uğramak gibi canı tehlikeye düşmüş bir kimsenin imdad isteğine koşmak için namazı bozmak vâcibdir.
2 - Doğum esnasında, ana veya doğacak çocuğa bir zarar gelme ihtimâli varsa, ebe'nin namazda ise namazı bozması, daha kılmamışsa te'hir etmesi vâcibdir.
3 - Kırda, hırsızdan, yol kesiciden, vahşî hayvan saldırısından korkan kimsenin namazını te'hir etmesi câizdir. Harb esnasında da namaz sonraya bırakılabilir.
4 - Nafile namazda iken anası veya babası tarafından çağrılan kimsenin, onlara icâbet etmesi vâcib olur. Tâ ki kendilerine cevab verilmediğinden dolayı eziyet duymasınlar. Farz namazda iken ise, namazı bozmak câiz olmaz.
5 - Malının çalınmasından endişelenen kimsenin de namazını bozması câiz olur.
6 - Kadın namazda iken ateşte koyduğu tencerenin kaynayıp taşmasından veya çocuğunun ağlayıp haykırmak gibi şeyler ile ızdırap çekmesinden korkarak namazı bozması câizdir…

Iskâtın Hükmü Nedir?

Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, hem âyet, hem de hadîs ile sâbittir.
Resûlüllah Efendimiz: "Bir kimse üzerinde bir aylık Ramazan orucu borcu varken ölürse, onun her günü için bir yoksul doyurulsun" buyurmuştur.
Burada oruç için her bir güne karşılık bir yoksul doyurmak suretiyle fidye verileceği açıklanmaktadır. Halbuki namaz için fidyeden, ne âyet ve ne de hadîslerde bahis yoktur. Bu bakımdan namaz için nassa dayalı bir ıskât söz konusu değildir. O halde nerden çıkmıştır ıskât-ı salât?..
Iskât-ı salâtı, yani, ölünün namaz borçlarını düşürmek için fidye vermeyi, Hanefî müctehidleri bir ihtiyat eseri olarak müstahsen görmüşler, güzel bir muamele olarak kabûl etmişlerdir. Aslında namaz için verilen fidyeler, kazaya kalmış namazın yerine geçmez. (Halbuki oruçta verilen fidye, tutulamayan orucun yerine geçer, onu borç olmaktan düşürür). Ancak şu kadar var ki, ölmeden evvel yapılan böyle bir fidye vasiyeti; bir nedâmet ve pişmanlık eseridir. Ve mağfiret ve bağışlanma talebinin nişânesidir. Bunun, ölen kimsenin vasiyeti olmadan, varisler tarafından teberrû yoluyla yapılması da bir şefkat ve ölünün hayrını isteme alâmetidir. Ayrıca fidye yoluyla fakirler de sevindirilmekte, bu vesile ile onların bâzı zarurî ihtiyaçları te'min edilmiş olmaktadır.
Bütün bu cihetler itibariyle, ıskât-ı salâtın kabûlü, yani, ölünün kazâya kalmış namaz borçlarının afvedilmesi, Allah'ın rahmet ve inâyetinden ümid edilmektedir.
Bâzıları bu usûlü, ilk defa İmam Birgivî merhumun ortaya attığını söylerlerse de doğru değildir. Belki en eski Hanefî kitablarında da ıskât-ı salâtın bahsi vardır.
Özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Fidye ile oruç borcunun sâkıt olacağı hakkında kesin nass vardır. Namaz da ibâdet olarak oruç gibi, hattâ oruçtan mühim bir ibâdettir. Çünkü kulun âhirette ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Namaz ibâdetinde eksikliği olanların hesabının çok çetin geçeceği rivâyetlerde gelmiştir. Bu bakımdan ölünün, kazâ etme imkânı kalmamış namazları için fidye verilerek, onun hakkında İlâhî afvın tecellisi için niyazda bulunmak, ihtiyat icabıdır. Umulur ki fidyelerin sevindirdiği fakirlerin sürûru ve duası hürmetine, Allah o borçlu kulunun borçlarını afveder de rahmetine dahil eder.
Iskatla İlgili Mes'eleler:
* Iskât-ı salât ve savm yapılabilmesi için her şeyden önce, ölen kimsenin bu hususu vasiyet etmesi gerekir. Ölen adam vasiyet etmemiş ise, velisi ve varisleri tarafından da ıskâtın yapılması câizdir ve makbûldür.
* Ölünün ıskât-ı salât ve ıskât-ı savm için yaptığı vasiyet, geride bıraktığı malının üçte birinden karşılanır. Malın diğer üçte ikisi mirasçılarındır.
* Bir günün gece ve gündüzünde vitir de dahil olmak üzere 6 vakit namaz vardır. Ölünün arkasında bıraktığı malının üçte birinden, bu 6 namazdan herbiri için bir fidye verilir. Bir fidye, bir fakirin bir gün doyurulmasıdır. Sabahlı - akşamlı olmak üzere iki öğün üzerinden hesaplanır.
* Verilecek fidyelerin hepsi tek fakire verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Fidyeler, fakiri doyurmak suretiyle yerine getirilebileceği gibi, yiyecek karşılığı para olarak da verilebilir. Fakirin ihtiyaçları çeşitli olduğundan para olarak verilmesi daha iyidir.
* Bir ölünün, geride bıraktığı malı hakkında bir vasiyeti bulunmadığı takdirde, varisleri ıskat yapıp fidye vermeye mecbur değillerdir. Hele varisler fakir olurlarsa, bunları, âdet telâkkisiyle fidye vermeye zorlamak
uygun düşmez. Hususan varisler arasında çocuklar ve yetimler varsa, bunların hisselerinden fidye verilmesi hiç câiz olmaz.
* Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, varisler tarafından teberrû yoluyla yapılmasından hayırlıdır.
Fidyeler ölü defnedilmeden verilmelidir. Uygun olan budur. Bununla beraber definden sonra verilmesi de câizdir.
Ölünün ömrü miktarınca ıskat yapılmak istenirse, ömür müddeti şemsî seneye göre hesaplanır.
Erkekte bunun 12 yılı, kadında ise 9 yılı çocukluk müddeti olarak çıkarılarak, geriye kalan müddet için ıskat yapılır. Para kâfi gelmezse devre başvurulur.

Devir Nedir?

Ölünün ıskât için vasiyet ettiği mal, veya geride bıraktığı malın üçte biri; üzerinde olan namaz veya oruç borçlarını ödemeye kâfi gelmiyorsa bu takdirde devir usûlüne başvurulur.
Devrin yapılışı şöyledir:
Önce, ıskat için ayrılan paranın ölünün ne miktar borçlarına kâfi geldiği tesbit edilir. Ölünün bütün borçlarının ıskâtı için daha kaç tane o miktarda para fidye olarak verilmesi gerektiği hesaplanır. Bundan sonra, ıskât için ayrılan para bir fakire tasadduk edilir. Parayı alan fakir de gönül rızasıyla, ıskatı yapan şahsa hibe ederek geri verir. Hibe yoluyla alınan para, tekrar o şahsa veya bir başka şahsa tasadduk edilir. Parayı alan şahıs, yine parayı hibe yoluyla geri verir. Bu işlem, tasadduk adedi ölünün borçlarının tamamını ıskât edecek miktara ulaşıncaya kadar devam eder. İşte bu tasadduk ve hibe işleminden her birine, bir devir tabir edilir.
Devir sayısı, ıskât için tahsis edilen paranın miktarına göre değişir.
Devrin nasıl yapıldığını çok basit bir misalle açıklayalım:
Bir şahıs, üzerinde 2 aylık, yani, 60 günlük namaz borcu olduğu halde vefat ettiğini kabûl edelim.
Bu şahıs için verilmesi gereken fidye miktarı, bir gün vitirle beraber 6 vakit üzerinden hesap edildiği için 60 x 6 = 360 fidyedir. Bir fidyenin ise, faraza 100 liradan verildiğini kabûl etsek, bu durumda vefat eden şahsın borçlarının ıskâtı için 360 x 100 = 36.000 liranın tasadduk edilmesi gerekmektedir.
Kabûl edelim ki ölünün ıskâtı için geride bıraktığı parası 6 bin lira olsun. Görüldüğü gibi, ıskât için ayrılan para bütün borçları karşılamaya yetmemektedir. Bu durumda devire başvurulur. 6 bin liranın 36 bin lirayı karşılar duruma gelmesi için ise, 36.000 : 6.000 = 6 devire ihtiyaç vardır.
Fidyelerin devri hususunda acele edilmemeli, bu işlemin şer'î usûlüne uygun olarak yapılmasına çalışılmalıdır.
Yani, fidye fakire: "Filân oğlu filânın namaz keffareti olmak üzere bu parayı al" denilerek gerçekten eline teslim edilmelidir. Parayı alan fakir
de "Bunu kabûl ettim" diyerek aldıktan sonra, aynı parayı gönül rızasıyla "Ben bu parayı sana hibe ettim" diyerek geri vermelidir. Fidyeyi veren şahıs, bu hibeyi kabûl ettiğini belirterek almalıdır. Devir ve teslim işlemi, bu şekilde ölünün borçları bitinceye kadar devam etmelidir.
* Devir, tek fakirle yapılabileceği gibi, birden fazla fakirle de yapılabilir. Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de âlicenaplık göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi; artık borçlarını kazâya imkânı kalmamış bir Müslümanın uhrevî mes'uliyetini azaltmak gibi pek hayırlı bir maksada müteveccih olduğu açıktır. Bu sebeble bu işlem, gerçekten gönülden koparak yapılırsa, büyük bir şefkat alâmeti ve din kardeşliği duygusunun parlak bir nişânıdır.

Namazlar Kaç Kısma Ayrılır?

Namazlar başlıca üç kısma ayrılır: Farz namazlar, vâcib namazlar ve nafile namazlar. Şimdi bunları sırası ile inceleyelim:

1 - Farz namazlar:

Günde, sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört rek'at olmak üzere toplam 17 rek'at farz namaz vardır. Bunlar farz-ı ayndır. Yani herkes üzerine yapmak borçtur.
Haftada iki rek'at da Cuma namazı vardır.
Cenaze namazı ise farz-ı kifâyedir. Yani, bâzı Müslümanların yapmasıyla, diğerleri üzerinden mes'uliyet düşer.

2 - Vâcib namazlar:

Yatsı namazından sonra kılınan üç rek'atlık vitir namazı vâcibtir.
Senede iki defa kılınan bayram namazları da vâcibtir.

3 - Nâfile namazlar:

Farz veya vâcibden fazla olarak, dinî bir mecburiyet olmadan, sırf fazîlet ve sevab için kılınan namazlara genel olarak Nâfile adı verilir. Kulun üzerine borç olmadığı halde, sırf Allah'a ibâdet niyetiyle kıldığı namazlar olduğu için, bunlara tetavvu' da denir.
Sünnet namazlar da nâfile tabiri içine girerler. Ancak her sünnet nafile olduğu halde, her nafile sünnet değildir.
Nâfile namazlar başlıca iki kısma ayrılırlar:
* Revâtib namazlar.
* Regâib namazlar.
Sünnet kılmayarak derhal imama uyar. Hattâ müezzin kâmetlerken bile, sünnete durulması mekruhtur. Ancak kılınan sabah namazı ise, imama da teşehhüdde yetişebilme imkânı varsa, önce sünnet kılınır, sonra imama uyulur.

Mehmet Dikmen
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

2 Aralık 2013 / Misafir Bilgisayar
24 Mayıs 2015 / XZixYaxRetxÇiX Cevaplanmış
13 Mayıs 2011 / Drawradar Cevaplanmış