Ziyaretçi
NAMAZ
Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Namaz, Kur'an'da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi'rac (Isrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Enes b. Mâlik'ten rivâyete göre özet olarak şöyle demiştir:
İslâmda namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ'ya dayanır.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde; namazı kılınız ve zekâtı veriniz" buyurulur.
Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu Hadislerden bazıları şunlardır:
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Namazın şartları deyince, onlar olmadan namazın da olmayacağı şeyler anlaşılır. Bir şeyi ayakta tutan ana parçaların herbirine "rukün" dendiği için, namazın şartlarından, namaza başladıktan sonra olanlarına aynı zamanda namazın rukünleri denir. Hepsine birden namazın farzları da denir.
Namazın şartları, yani namaza başlamadan önceki farzlar beş tanedir:
Hükmî Pislikten (Hadesten) Temizlik
Temizlik bölümünde de gördüğümüz gibi hades, hükmî olan, yani varsayılan pislik, ya da manevî olan pislik demektir ki. cünüplük ve abdestsizlikten ibarettir. Buna göre âdeti ve lohusalığı biten ve cünüp olan mükellefin yıkanması, abdesti bulunmayanın da abdest alması, bunları yapamıyorsa teyemmüm etmesi gerekir. Namaza ancak böyle başlayabilir.
Gerçek Pislikten (Necasetten) Temizlik
Namaz kılanın hem vücudu ve elbisesinin, hem de namaz kılacağı yerin temiz olması demektir. Pis olan şeyler bölümünde kaba ve hafif sayılan pislikleri görmüş, onların ne kadarının namaza engel olacağını ve nasıl temizleneceklerini anlatmıştık. Oraya bakılmalı. Vücudundaki ya da elbisesindeki pisliği giderecek bir şey bulamayan kimse, namazını çıplak değil, pis olan elbise ile beraber kılar.
Avret Olan Yerlerini Örtmek
Namazda kadının yüz, el ve ayakları dışındaki yerlerinden, erkeğin ise göbekle diz kapağı arasından, bir organın dörtte biri kadar açık olması namaza engeldir. Tenin rengini gösteren elbise, hiç giyilmemiş gibidir. Elbisenin dar olup organları belli etmesi halinde, rengini göstermiyorsa namaza engel değildir, ancak mekruhtur. Bu konu daha geniş olarak "Avret ve Örtü" bölümünde ele alınacaktır.
Kıbleye Dönmek
Kıble; ön yön demektir. Namaz kılarken Kâbe'ye dönüldügü için Kâbe'ye "Kıble" denmiştir. Kâbe şu andaki Mekke sehrinde bulunan ve Allah'ın emriyle ilk defa Hz. Ibrahim Peygamber (a.s.) tarafından yapılıp, sonraları birkaç kez tamir gören, küp şeklinde dört duvar bir yapıdır. Taşının ve maddesinin bir olağanüstü yönü yoktur. Ancak duvarında Cennet'ten çıktığı rivayet edilen Siyah Taş (Haceru'l-Esved) vardır ve Kâbe, bütün dünya müslümanlarını bir noktaya yönelttigi için "tevhid" in, yani Allah'ı birlemenin sembolüdür ve bu bakımdan herşeyden daha değerlidir.
Kâbe'nin etrafında bulunanların kıblesi, Kâbe'nin bizzat kendisidir. Kâbe'den uzaklarda olup onu göremeyecek olanların kıblesi ise kâbe'nin bulunduğu yöndür. Tam Kâbe'ye isabet edememeleri zarar vermez.
Namaz kılacağı yerde Kıble'nin hangi tarafa olduğunu bilmeyen, soracak kimse de yoksa, kendi imkânları oranında araştırma yapar ve kanaat ettiği yöne doğru kılar. Kılarken görüşü değişirse, o yöne doğru döner. Namaz bittikten sonra hata ettiğini anlasa da namazı tekrarlamaz. Ama araştırma yapmadan rastgele bir yöne dönmekle Kâbe'ye isabet ettirse dahi namazı caiz olmaz.
Düşman gibi bir şeyden korkan, hasta, bağlı, ya da binek üzeride bulunan kimselerin, dönmeye güç yetirebildkleri yön, kendi kıbleleridir.
Vakit
Her namazı kendi vaktinde kılmak şarttır. Sabah namazının vakti; ikinci fecir, yani şafağın doğuşundan Güneşin Doğuşuna kadar olan süre, Öglenin vakti; zevâlden, yani gölgenin en kısa olup uzamaya başladığı andan, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin iki misline ulaştığı ana kadardır. Imam-ı Azam dışındaki imamlara göre ise, herşeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin bir misli olmasına kadardır. Ikindinin vakti; ögle vaktinin bitiminden Güneşin batışına kadarki süre, Akşamın vakti; Güneşin batışından, batıdaki kızıllığın ve onun arkasından beliren beyaz şafağın kayboluşuna kadarki süre; Yatsının ve vitrin vakti; Akşam vaktinin bitişinden, ikinci fecire, yani şafağın doğuşuna kadarki süredir. Ancak vitir yatsıdan önce kılınmaz. Bu vakitler Güneşe göre hesaplandığı, Güneşin hareketleri de astronomi ilmince bilinebildiği için, bunların takvime göse tesbiti daha kolaydır.
Müstehap Vakitler:
Bazı vakitlerde namazı geciktirmek, ya da acele etmek müstehaptır:
Meselâ:
Bazı vakitlerde namaz kılınmaz.
Bunlar:
Niyyet
Namazın niyyeti, yapmakta olduğu hareketin namaz kılmak olduğunu ve hangi namazı kılacağını bilmekten ibarettir. Meselâ ikindi namazını kılmak için kıbleye dönen bir adam tekbir için ellerini kaldırırken ikindinin, meselâ, sünnetini düşünüp, kendisi için tekbir almakta olduğu bu kılacağı namazın, ikindinin sünneti olduğuna içinden karar vermesi niyyettir ve bu bir anlık meseledir. Dilden söylemesine gerek olmadığı gibi bu güzel de değildir. Çünkü niyyet kalbin işidir. Insanın dili birşey söylerken kalbi başka şey söylerse, niyyet, dilinin dediği değil, kalbinin dediğidir. Bu yüzden niyyeti kalbinden yapan, mutlaka isabet eder, ama diliyle yapan kalbi başka şey söylerse isabet etmeyebilir. Onun için eski âlimler dil ile niyyeti bid'at saymışlar ve bunu, ne peygamber, ne onun arkadaşları, ne de onları özleyen tâbiin yapmıştır. (bk. imam Rabbanî, Mektubât.) Öyleyse biz de yapmamalıyız, demişlerdir. Gerçekten de niyyetin dil ile yapılması, sadece son devir kitaplarında ve ilmihallerinde görülen bir şeydir Oruç ve diğer ibadetler için de durum aynıdır.
Başlangıç Tekbiri
Namaza, Allah'ın yüceliğini bildiren bir kelime ile başlamak namazın şartlarındandır. Buna iftitah (başlangıç) tekbiri ya da "tahrîme" denir. Niyyetin hemen arkasından elleri kaldırırken "Allahû Ekber" diyerek yapılır. Daha namaza başlarken, namaz kılana Allah'ın en büyük olduğu söylettirilirken sanki; namazının faydasını Allah'a yönelik sanma, O en büyüktür, buna ihtiyacı yoktur, namaz yine senin içindir, dedirtilmiş olur.
Ayakta Durmak (Kıyam)
Bir özrü olmayan mükellefin farz ve vacip olan namazları ayakta kılması da farzdır. Nafile namazları ise ayakta kılmak şart değildir, oturarak da kılabilir, ancak sevabı daha az olur.
Kur'ân Okumak (Kiraat)
Farz namazların ilk iki rekatlarında Kur'ân-ı Kerîm'den bir parça okumak da farzdır. Dolayısı ile bu farzın yerine gelmesine yetecek kadar Kur'ân âyetini ezbere bilmek de farz olmuş olur. Bu farz, Kur'ân'ın neresinden olursa olsun, üç kısa âyet kadar okumakla yerine gelmiş olur. Meselâ her rekatta okunan "fâtiha" ile bu farz da yerine getirilmiş olur. Bizzât fâtihanın okunması ise ayrıca vaciptir. Yeri gelince görülecektir.
Rukû' (Eğilmek)
"Rukû" eğilmek demektir. Namazların her rekatında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rukû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar egilir.
Secde
Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vaciptir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidır.
Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir. Pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan, yani 20- 30 cm.'den yüksek olmamalıdır.
Son Oturuş
Kıldığı namaza göre son rekatın bitiminde "tahiyyat" okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyatı okumak ise vaciptir. Yerinde görülecektir.
Buraya kadar sayılan altı temel, namazın ana iskeletini oluşturor. Bunlardan biri dahi olmasa namaz batıl, yani asılsız olur. Vacipler ise namazın ikinci derecede kuvvetli bölümleridir. Farzları tamam olan bir namazın vacipleri bulunmasa namaz sayılır, ancak eksik ve yaralı bereli bir namaz olur. Vacipleri bilerek terkederse günah işlemiş olur, ama namaz yine tamamdır. Vaciplerden sonra da sünnetler ve müstehaplar gelir.
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Namazın sünnetleri; önem bakımından vaciplerden sonra gelen, kasten ya da unutarak terkedilmeleri halinde namaz bozulmayan ya da yanılma secdesi gerekmeyen, ama kasten terkedilmeleri, alınacak sevabı azaltan davranışlardır. Namazın mükemmel olmasını sağlarlar. Namazın en güçlü sünneti farz namazları cemaatle kılmaktır. Bunun farz olduğunu söyleyenler de vardır. Diğer sünnetler şunlardır:
NAMAZIN VACİPLERİ
"Ta'dil-i erkân"; namaz kılarken rukû'a gidişte, rukû'dan kalkista, secdeye gidişte, secdeden kalkışta ve tekrar secdeye gidişte organlar yerlesecek şekilde hareket etmek ve mesela, daha tam doğrulmadan öbür harekete geçmemektir.
Yanılma secdesi (secde-i sehiv) son oturuşta sadece "tahiyyat"ı okuduktan sonra, sağa sola selâm verip, iki secde daha yaparak "tahiyyat" ı tekrar okuyup, "salli", "barik" duâlarını da okuduktan sonra tekrar selâm vermekle yapılır.
Genel kural olarak:
"Farzların geciktirilmesi, vaciplerin ise hem geciktirilmesi hem de terkedilmesi yanılma secdesini gerektirir." Bu yüzden farzların da vaciplerin de iyi bilinmesi gerekir.
Örnek olarak: Namazda ayakta durmak farzdır. Birinci oturuşta, tahiyyatı okuyup kalkmak gerekirken, "salli" ve "barik" duâlarından unutarak en az üç kelime ya da daha fazla okuyan, ayakta durma farzını geciktirmiş olur, bu yüzden namazın sonunda "yanılma secdesi" yapması gerekir.
NAMAZ ÇEŞİTLERİ: NAMAZ DÖRT KISMA AYRILIR.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Allah yolunda cihad, iyıliği emir kötülüğü yasak etme, müslümanlar arasında bir halife seçme de bu çeşit farzlardandır (Şâfiî, er-Risâle, Kahire 1960, s. 54, 55, 363, 364; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, Terc. AbdulKadir Şener, Ankara 1986, s. 37-39).
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir. Diğer mezheplerde farz ile vacib aynı anlamda kullanılır. Onlara göre bir şey farz değilse sünnettir. Vacibin işlenmesine sevap, terkine azap vardır. Ancak vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak, amacıyla kendiliğinden kılındığı için bunlara "tatavvu"da denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.
Namazların Rekâtları:
Namazların rekatlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Sabah namazının iki rek'at sünneti, iki rek'at da farzı vardır. Öğle namazının dört rek'at ilk sünneti, dört rek'at farzı, iki rek'at da son sünneti vardır. Ikindi namazının dört rek'at sünneti, dört rek'at da farz vardır. Akşam namazının üç rek'at farzı, iki rek'at da sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da vaktin sünneti adıyla başka bir sünnet vardır.
Vitir namazı üç rekattır. Bayram namazları ise ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekat olur.
Namazın şartları:
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin bulunması gereklidır. Şart, sözlükte alâmet demektir. Bir terim olarak şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mâhiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer'i hüküm olarak şart ve rükne farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya "namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, büluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülâlî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî, el-Muhezzeb, 1, 53; Ibn Kudâme, el-Muğni, I, 396-401; ez-Zühâylî, el-Fıkhuul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 563 vd)
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:
1) Hadesten Temizlenme:
Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya "hades hâli" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir. Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. Allah`ü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiç bir namazı kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû', 21; Ahmed Ibn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nâfile tam namaz veya tilâvet yahut şükür secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebû Dâvûd, Tahâre, 81, Salât, 187; Tirmizî, Racıâ, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat şartlarındandır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', I, 114 vd.; Ibnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179 vd.).
2) Necasetten Temizlenme:
Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır. Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katıyahut avuç içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasınıise, temizlemeye güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teâlâ; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. Ibn Sîrin, bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Ebî Hubeyş (r.anhâ)'nın özür kanının (istihâza) hükmünü sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı değildir. Âdet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Âdetin kadar bir süre geçtikten sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buhârî, Vüdû', 63; Hayz, 24; Müslim, Hayz, 62, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün " (Buhârı, Vüdû', 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahâre, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri temizlemenin farz olduğuna delâlet eder.
3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer'î bir terim olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farı bulunan uzuvlara "avret yeri" denir. Hanefîlere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz sahih olmaz (Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 375).
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin" (el-A'râf, 7/31). Ibn Abbas (r.a)'a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz elbiselerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarûreti vardır. Özellikle bunları örtmek yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise, ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan, dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz sahih olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e, I, 375 vd.; Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95 vd.; Ibn Kudame, el-Muğnî, I, 599; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111; Bilmen, B. Islâm Ilmihali,109).
4) Kıbleye Yönelmek:
Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüsteki Mescid-i Aksa idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke'deki Ka'be-i Muazzama'ya çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde, yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kâbe, Mekke'deki bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble yönüdür. Bu yüzden Kâbe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kâbe'nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke fethedildiği gün, Kâbe'ye bir kere girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilâl (r.a)'e, Allah elçisinin Kâbe'ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilâl şu cevabı vermiştir: "Evet Kâbe'ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz kıldıktan sonra çıktı ve Kâbe'nin yönüne doğru iki rek'at namaz kıldı" (Buhârî, Salât, 30; Nesâî, Menâsik, 127; Dârimî, Menâsik, 43; Ahmed Ibn Hanbel, II, 75, III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kâbe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kâbe'ye yönelerek namaz kılmaları farz değildir, Kâbe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 397 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 431 vd.). Hz. Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"' (Tirmizî, Salât; 139; Nesâî, Sıyâm, 43; Ibn Mâce, Ikâme, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kâbe'nin kendisine isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kâbe'nin hizasına rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih olmaması gerekirdi.
NAMAZ VAKİTLERİ:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:
1) Sabah Namazının Vakti:
Ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. Ikinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. Ikincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San'ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır" (Buhârî, Mevâkît, 27; Ebû Dâvûd Salât, 2; Ibn Mâce, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît,15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 210, 213, 223).
2) Öğle Namazının Vakti:
Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır (Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît,1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10,15; Ibn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta', Salât, 9).
Ebû Hanîfe'nin delili ise, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" (Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18). Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır (el-Mevsilî, el-Ihtiyâr, I, 38, 39; Zühaylî a.g.e., I, 508).
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
3) Ikindi Namazının Vakti:
Ikindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Ikindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe'ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" (Malık, Muvatta', Vükût, 5; Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Mâce, Salât, 2; Ibn Hanbel, II, 236, 254).
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah'ı çok az anar" (Mâlik, Muvatta', Kurân, 46).
Islâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)'nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). Ikindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.
4) Akşam Namazının Vakti:
Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe'ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, Imam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer'in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San'ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'in görüşüdür.
5) Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Ikinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. Ikinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir (namaz vakitleri için bk. Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160; Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62; eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.).
NAMAZ - NAMAZIN ÖNEMİ
Eğer Islâm'i tek kelime ile anlatmamız istense, "Namaz" diyebiliriz. Bu yüzden Allah Rasülü namazı, "dinin orta direği" diye nitelemiştir.(el-Hindî age. I/278 (1372), Ebu Naîm'den.)
İnsanlar Allah'ı tanımak için yaratılmışlardır. (K. ez-Zâriyat (51 ) 56: Ayrıca bk, Aclûn[M1]î[M2], Kesfu'I-hafâ N/173.) Allah'ı iyi tanımışlığın en güzel göstergesi namazdır.
Namazın toplayıcılık niteliği vardır. Onda her türlü ibadetten bir parça bulunur. (Imam Rabbani Mektubat'ında bunu güzel izah eder.)
Namazı Yaratıcımız (c.c.) imana denk tutmus ve kıble değiştiginde, "geçmiş namazlarımız boşa mi gitti?" diye soranlara, "Allah sizin imanınızı zayi etmez" buyurarak, namazdan "iman" diye söz etmiştir. (K. Bakara (2) 143.)
Bu yüzden sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)'in arkadaşları da: "Biz namazdan başka hiçbir ibadeti terketmeyi küfre yani. kâfir olmaya denk saymazdık" demişlerdir.
Dünyada en üst makamdan en aşağı görülenine kadar herkesi aynı safta toplayıp, Allah'ın karşısında hepsinin insan olarak eşit olduklarını namaz kadar vurgulayan bir başka eylem yoktur.
İnsanın bedeninin gıdaya ve çeşitli vitaminlere ihtiyacı olduğu gibi, ruhunun da gıdaya ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Ruhun temel gıdası namazdır. Ve insanın bedeni çeşitli kirlerle kirlendigi gibi ruhu da kirlenir. Namaz bu her iki kiri de temizler.
Namaz insanı yalnızlık duygusundan kurtarır. Günde en az beş defa tekbir alırken dünyayı ve içinde bulunanları arkasına atan, bu hareketiyle en azından şunları demek ister:
Bütün dünya bir yana olsa bana Allah'ım yeter. Ben ondan başka boyun eğecek kimse tanımıyorum.
Allah-u Ekber = En büyük Allah'tir, diyorum ve benim namazıma O'nun ihtiyacı olmadığını da böylelikle itiraf ediyorum.
Namaz sevgili Peygamberimiz aracılığıyla bizzat Yüce Allah'ımızın bize gönderdiği bir hediyedir; onu nasıl reddederiz?
Namaz Miraç hediyesi olmakla mü'minlerin Miracı sayılmıştır. Yani namaz insanı manâ âleminde alabildiğine yükselten bir asansördür. Ona tutunmayanlar aşağıların aşağısında kalacaklardır.
Namaza belki de en az muhtaç olan insan, Allah'ın Rasûlü Muhammed'dir. Ama o, aynı zamanda namazı en iyi anlayan insandır. Bu yüzden onun, ayakları şişecek kadar namaz kıldığıolurdu. Aişe annemiz ona bir seferinde acıyarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını bağışladığını söylüyor, öyleyse kendini bunca yormak niçin?" diye sorduğunda O da:
"Sükreden bir kul olmayayım mi?" buyurmuştur. (Buharî tefsir 48, teheccüd 6; Müslim, münafikûn 79, 81.) Demek ki namaz, Allah'ımızın verdiği sayısız nimetlere karşı da bir şükür, yani tesekkürdür.
Artık kalp temizliğinin nasıl olduğunu daha iyi anlıyor olmalıyız. Demek ki, kalp temizliği namaz kılmamayı değil, daha çok kılmayı gerektirir.
Ancak namazın bütün bu iyi etkileri için bir şart vardır: Onu Allah'la yüzyüzeymis gibi kılmak. Yani "huşû" ya da "ihsan". Kendisini Allah'la konuşuyor sayarak o şekilde namaz kılmak. Onun için namaz kılanın önünden geçilmez. Konuşanlar, arasından geçmek terbiyesizliktir.
Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını "huşû" içinde kılanları sayar. ("Mû'minler elbette kurtulacaktır: Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, boş şeylerden yüzçevirirler, zekâtlarını verirler, ırzlarını korurlar..:' K. Müminûn (23) 1-9.)
Bu yüzden Allah (c.c.) "Beni anmak için namaz kıl." (Tâ-hâ (20) 14.) buyurur. Demek ki namaz Allah'ı anmak yani zikretmek ve hatırlamak için kılınır.
Bu yüzden Allah (c.c.): "dosdoğru kılınan namaz insanları her kötülükten alıkoyar." (Akebût (29) 45.) buyurur. Bunu herkes, kırk gün değil, sadece bir hafta, hattâ bir gün huşû'lu namaz kılmakla açık seçik görür. Ama olabildiğince düşünerek, olabildiğince kontaktta.
Bu yüzden Allah Rasûlü dünya meşgaleleriyle yorulduğu ve sıkıldığızamanlarda: "Ey Bilal, kalk da bizi ferahlat!" (Ebû Dâvûd, edep 78; Müsned V/364, 371.) yani, ezan oku da namaz kılalım, buyururlardı.
Onun arkadaşlarından bazıları da namaza durduklarında Allah'tan başka her şeyi unuturlardı. Hattâ birisinin sırtına ok saplanmışti. Acısına dayanamadığı için çıkaramıyorlardı. Bu yüzden o namaza durduğunda çıkardılar. Duymamıştı bile. (Benzer bir olay için bk. Kandıhlevî, Hayâtu's-sahabe NI/605.)
Bir başkası, namazda hatırına gelip kendisini Allah'ı anmaktan alıkoyduğu için, çok değerli hurma bahçesini Allah Rasûlü'ne bağışladı. (bk. Kandıhlevî age NI/544; Ibnü'I-münzir, et-Tergib I/316. )
Artık nasıl namaz kılmayız? Nasıl AlIah'a kulluğu kabullenmeyiz? Nasıl çocuğumuza namaz kıldırmamakla ona acıdığımızı zannederiz? Namazın yaşınıda, onu emreden belirliyor ve elçisine: "Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namaz kılmayı öğretin ve onları namaza başlatin, on yaşına geldiklerinde de, eğer namaz kılmadıkları olursa, dövün, yataklarını da ayırın." 24 dedirtiyor. Gerçekten de çocukken başlanılmayan şeylere sonradan alışmak çok zordur.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan şeyler:
Nafile namazlarda kıyamı, yani "Fâtiha"dan sonra okunan sureyi uzatmak, rekatleri çogaltmaktan iyidir.
Nafile kılan, namazını bitirmeden bozsa, onu kaza etmesi vacip olur.
Oturduğu yerde nafile namaz kılmak caizdir, mekruh değildir.
Dört namazı özrü olmaksızın oturarak kılmak câiz değildir:
Geçmiş namazların farz ve vaciplerini kaza etmek gerekir.
Namazda yanılma secdesini gerektiren birden çok yanılmaya, bir secde yeterlidir.
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyen, oturarak kılar, ona da güç yetiremeyen, yüzü kıbleye gelmek üzere başı ile ima ederek kılar. Onu da yapamayan namazlarını sonraya bırakır, gözü ve kaşı ile ima etmez.
Kur'ân-ı Kerim'de ondört yerde geçen secde âyetlerinden birini okuyan ya da dinleyen, namazın bir tek secdesi gibi bir secde yapar.
Sefer müddeti yolculuğa çıkanlar, dört rekâtli farz namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Üç rekât olanlar ise yine üç rekât olarak kılınır.
Namaz, tekbir ile başlayıp selâm ile son bulan, belli fiil ve sözleri içine alan bir ibadettir. Allah'a karşı tesbîh, ta'zîm ve şükrün ifadesidir.
Sponsorlu Bağlantılar
"Hz. Peygamber (s.a.s)'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır"(Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, Iman, 263; Ahmed b. Hanbel, V,122,143).Her güzel amele on katı ecir verileceği şu ayetle sabittir:
"Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır" (el Enam, 6/160; ayrıca bk. en-Neml, 27/89; el-Kasas, 28/84).Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber'in ibadet tarzı Cenâb-ı Hakk'ın yaratıklarını düşünmek, Allah'ın yüceliğini tefekkür etmek şeklinde idi. Sabah ve akşam ikişer rekat hâlinde namaz kıldığı da nakledilir. Daha önceki ümmetlerin de namaz ibadeti vardır. Kur'an-ı Kerim'de Lokman aleyhisselâmın oğluna namazı emretmesi (Lokman, 31/17), Hz. Ibrahim'in Hicaz'ın güvenliği için dua ederken namazdan söz etmesi (Ibrâhim,14/37), Yüce Allâh'ın, Tur dağında ilk vahiy sırasında Hz. Mûsa'dan namaz kılmasını istemesi (Tahâ, 20/14) örnek verilebilir.
İslâmda namazın meşrûluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ'ya dayanır.
Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde; namazı kılınız ve zekâtı veriniz" buyurulur.
"Bütün namazları ve orta namazı muhafaza edin" (el-Bakara, 2/238). "Şüphesiz namaz, müminlere, vakitle belirlenmiş olarak farz kılınmıştır" (en-Nisa, 4/103).Sünnetten delil
"Oysa onlar, tevhid inancına yönelerek, dini yalnız Allah'a tahsis ederek O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emr olunmuşlardır. Işte doğru din budur" (el-Beyyine, 98/5). "Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a samimiyetle bağlanın. O, sizin mevlânızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır" (el-Hacc, 22/78).
Bu konuda rivâyet edilmiş çok sayıda hadis vardır. Bu Hadislerden bazıları şunlardır:
"Ibn Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Islâm beş temel üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına, Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır" (Buhârî, Iman,1, 2; Müslim, Imân, 19-22).Hz. Peygamber (s.a.s), Muaz b. Cebel (r.a)'i Yemen'e gönderirken ona şöyle buyurmuştur:
"Sen ehli kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları ilk önce Allah'a kulluk etmeğe çağır. Allah'ı tanırlarsa, Allah'ın onlara gecede ve gündüzde beş vakit namazı farz kıldığını söyle. Namazı kılarlarsa; Allahın onlara, zenginlerinden alınıp yoksullara verilmek üzere zekâtı farz kıldığını söyle. İtaat ederlerse, bunu onlardan al, insanların mallarının en iyisini alma, mazlumun bedduasından sakın. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur" (Buhârî, Zekât, 41, 63, Meğâzî, 60, Tevhîd, 1; Nesâî, Zekât, 1; Dârimî, Zekât, I ).Diğer yandan İslâm ümmeti, bir gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ergenlik çağına gelmiş, akıllı her müslümanın üzerine farzdır. Fakat yedi yaşına gelmiş olan çocuklar da namaz kılmakla emredilir. On yaşına geldikleri halde namaz kılmazlarsa el ile hafifçe dövülebilirler. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Çocuklarınıza yedi yaşında namaz kılmalarını emredin, on yaşına girince bundan dolayı dövün ve o yaşda yataklarını ayırın"(Ebû Dâvûd Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, II, 180, 187).Bir günle gece içinde farz olan namazların sayısı beştir. Yalnızca, vitir veya bayram namazları vacib hükmündedir. Bir bedevi ile ilgili olarak rivayet edilen şu hadis beş vakit farz namaza delildir:
"Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir"NAMAZIN ŞARTLARI
Bedevî;
"Benim üzerimde bundan başka bir borç var mıdır?" diye sorunca, Allah'ın Resulu şöyle cevap vermiştir:
"Hayır kendiliğinden nafile olarak kılarsan bu müstesnadır".
Bunun üzerine bedevî: "Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bundan ne fazla ne de eksik yaparım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu:
"Eğer doğru söylüyorsa bu adam kurtulmuştur" (Buhârî, Imân, 34, Şehâdât, 26; Müslim, Imân, 8,10,15,17,18; Ebû Dâvûd, Salât, 1).
Namazın şartları deyince, onlar olmadan namazın da olmayacağı şeyler anlaşılır. Bir şeyi ayakta tutan ana parçaların herbirine "rukün" dendiği için, namazın şartlarından, namaza başladıktan sonra olanlarına aynı zamanda namazın rukünleri denir. Hepsine birden namazın farzları da denir.
Namazın şartları, yani namaza başlamadan önceki farzlar beş tanedir:
l. Hadesten, yani hükmî pislikten temizlik.Namazın rükünleri, yani namaza başladıktan sonraki farzlar yedi tanedir:
2. Necasetten, yani hakiki pislikten temizlik.
3. Avret sayılan bölgeleri örtmek.
4. Namazı Kıbleye dönerek kılmak.
5. Her namazı kendi vaktinde kılmak.
1. Niyyet, yani kıldığı namazın hangi namaz olduğunu bilmek.Namazın gerek şartlarının, gerekse rukünlerinin hepsi farz olduğu için, bunlarsız farz namaz düşünülemez. Birisi dahi bulunmazsa namaz batıl olur, yani tümden gider. Onun için bunların herbiri hakkında biraz bilgi vermek gerekir.
2. Başlangıç tekbiri.
3. Farz namazları ayakta kılmak.
4. Namazda Kur'ân dan mutlaka bir parça okumak.
5. Rukû', yani ayakta iken belden eğilmek.
6. Secde, yani alnını yere değdirmek.
7. Son oturuşta "Tahiyyât" okuyacak kadar durmak.
Hükmî Pislikten (Hadesten) Temizlik
Temizlik bölümünde de gördüğümüz gibi hades, hükmî olan, yani varsayılan pislik, ya da manevî olan pislik demektir ki. cünüplük ve abdestsizlikten ibarettir. Buna göre âdeti ve lohusalığı biten ve cünüp olan mükellefin yıkanması, abdesti bulunmayanın da abdest alması, bunları yapamıyorsa teyemmüm etmesi gerekir. Namaza ancak böyle başlayabilir.
Gerçek Pislikten (Necasetten) Temizlik
Namaz kılanın hem vücudu ve elbisesinin, hem de namaz kılacağı yerin temiz olması demektir. Pis olan şeyler bölümünde kaba ve hafif sayılan pislikleri görmüş, onların ne kadarının namaza engel olacağını ve nasıl temizleneceklerini anlatmıştık. Oraya bakılmalı. Vücudundaki ya da elbisesindeki pisliği giderecek bir şey bulamayan kimse, namazını çıplak değil, pis olan elbise ile beraber kılar.
Avret Olan Yerlerini Örtmek
Namazda kadının yüz, el ve ayakları dışındaki yerlerinden, erkeğin ise göbekle diz kapağı arasından, bir organın dörtte biri kadar açık olması namaza engeldir. Tenin rengini gösteren elbise, hiç giyilmemiş gibidir. Elbisenin dar olup organları belli etmesi halinde, rengini göstermiyorsa namaza engel değildir, ancak mekruhtur. Bu konu daha geniş olarak "Avret ve Örtü" bölümünde ele alınacaktır.
Kıbleye Dönmek
Kıble; ön yön demektir. Namaz kılarken Kâbe'ye dönüldügü için Kâbe'ye "Kıble" denmiştir. Kâbe şu andaki Mekke sehrinde bulunan ve Allah'ın emriyle ilk defa Hz. Ibrahim Peygamber (a.s.) tarafından yapılıp, sonraları birkaç kez tamir gören, küp şeklinde dört duvar bir yapıdır. Taşının ve maddesinin bir olağanüstü yönü yoktur. Ancak duvarında Cennet'ten çıktığı rivayet edilen Siyah Taş (Haceru'l-Esved) vardır ve Kâbe, bütün dünya müslümanlarını bir noktaya yönelttigi için "tevhid" in, yani Allah'ı birlemenin sembolüdür ve bu bakımdan herşeyden daha değerlidir.
Kâbe'nin etrafında bulunanların kıblesi, Kâbe'nin bizzat kendisidir. Kâbe'den uzaklarda olup onu göremeyecek olanların kıblesi ise kâbe'nin bulunduğu yöndür. Tam Kâbe'ye isabet edememeleri zarar vermez.
Namaz kılacağı yerde Kıble'nin hangi tarafa olduğunu bilmeyen, soracak kimse de yoksa, kendi imkânları oranında araştırma yapar ve kanaat ettiği yöne doğru kılar. Kılarken görüşü değişirse, o yöne doğru döner. Namaz bittikten sonra hata ettiğini anlasa da namazı tekrarlamaz. Ama araştırma yapmadan rastgele bir yöne dönmekle Kâbe'ye isabet ettirse dahi namazı caiz olmaz.
Düşman gibi bir şeyden korkan, hasta, bağlı, ya da binek üzeride bulunan kimselerin, dönmeye güç yetirebildkleri yön, kendi kıbleleridir.
Vakit
Her namazı kendi vaktinde kılmak şarttır. Sabah namazının vakti; ikinci fecir, yani şafağın doğuşundan Güneşin Doğuşuna kadar olan süre, Öglenin vakti; zevâlden, yani gölgenin en kısa olup uzamaya başladığı andan, her şeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin iki misline ulaştığı ana kadardır. Imam-ı Azam dışındaki imamlara göre ise, herşeyin gölgesi, zevâl gölgesi dışında, kendisinin bir misli olmasına kadardır. Ikindinin vakti; ögle vaktinin bitiminden Güneşin batışına kadarki süre, Akşamın vakti; Güneşin batışından, batıdaki kızıllığın ve onun arkasından beliren beyaz şafağın kayboluşuna kadarki süre; Yatsının ve vitrin vakti; Akşam vaktinin bitişinden, ikinci fecire, yani şafağın doğuşuna kadarki süredir. Ancak vitir yatsıdan önce kılınmaz. Bu vakitler Güneşe göre hesaplandığı, Güneşin hareketleri de astronomi ilmince bilinebildiği için, bunların takvime göse tesbiti daha kolaydır.
Müstehap Vakitler:
Bazı vakitlerde namazı geciktirmek, ya da acele etmek müstehaptır:
Meselâ:
1. Sabah namazını; selâm verdiğinde abdest alıp Fâtiha'dan başka kırk âyet okunacak bir namaz daha kılacak zaman kalacak şekilde geciktirmek.Mekruh ya da Haram Vakitler:
2. Ögleyi, yaz sıcaklarında gün ortası harareti geçinceye kadar ertelemek.
3. Ikindiyi, Güneşin sararma zamanına kalmayacak kadar geciktirmek.
4. Yatsıyi gecenin son üçte birine kadar geciktirmek.
5. Uyanabileceğinden eminse, vitri gecenin sonuna kadar geciktirmek.
6. Kışın öğleyi acele kılmak.
7. Akşamı, yıldız karışımından önce kılmak.
8. Bulutlu günlerde. ikindi ve yatsı namazlarını acele kılmak.
9. Bulutlu günlerde ikindi ve yatsının dışındaki namazları geciktirmek müstehaptır. (Bu son iki madde zamanın takvimsiz hesaplanmasına göredir.)
Bazı vakitlerde namaz kılınmaz.
Bunlar:
1. Güneş'in doğmaya başlamasından, bir mızrak boyu yükselişine kadar. (Ülkemizde yaklaşık 45 dakika).Bunların ilk üçü haram, geri kalanları mekruhtur:
2. Öğleyin güneş tam tepede bulunduğu zaman, (ögleden yaklaşık onbeş dakika öncesinden öğle ezanına kadar.)
3. Güneş sararmaya başladığı andan batıncaya kadar, (yaklaşık kırkbeş dakika). O anda yalnız o günün ikindisinin farzı kılınabilir.
4. Sabah ve ikindi namazlarından sonra tavaf ve nafile namazı kılmak. (Kaza ve cenaze namazı kılınabilir, tilâvet secdesi yapılır).
5. Ikinci fecrin doğuşundan sabahın farzını kılıncaya kadar, sabahın sünnetinden başka nafile namaz kılmak.
6. Akşamın vaktinde, akşamı kılmadan önce nafile kılmak.
7. Hutbe okunurken nafile kılmak.
8. Bayram günü bayram namazından önce namaz kılmak.
9. Arefe ve Müzdelife'den başka bir yerde, bir özürle de olsa iki vakti birleştirerek kılmak.
Niyyet
Namazın niyyeti, yapmakta olduğu hareketin namaz kılmak olduğunu ve hangi namazı kılacağını bilmekten ibarettir. Meselâ ikindi namazını kılmak için kıbleye dönen bir adam tekbir için ellerini kaldırırken ikindinin, meselâ, sünnetini düşünüp, kendisi için tekbir almakta olduğu bu kılacağı namazın, ikindinin sünneti olduğuna içinden karar vermesi niyyettir ve bu bir anlık meseledir. Dilden söylemesine gerek olmadığı gibi bu güzel de değildir. Çünkü niyyet kalbin işidir. Insanın dili birşey söylerken kalbi başka şey söylerse, niyyet, dilinin dediği değil, kalbinin dediğidir. Bu yüzden niyyeti kalbinden yapan, mutlaka isabet eder, ama diliyle yapan kalbi başka şey söylerse isabet etmeyebilir. Onun için eski âlimler dil ile niyyeti bid'at saymışlar ve bunu, ne peygamber, ne onun arkadaşları, ne de onları özleyen tâbiin yapmıştır. (bk. imam Rabbanî, Mektubât.) Öyleyse biz de yapmamalıyız, demişlerdir. Gerçekten de niyyetin dil ile yapılması, sadece son devir kitaplarında ve ilmihallerinde görülen bir şeydir Oruç ve diğer ibadetler için de durum aynıdır.
Başlangıç Tekbiri
Namaza, Allah'ın yüceliğini bildiren bir kelime ile başlamak namazın şartlarındandır. Buna iftitah (başlangıç) tekbiri ya da "tahrîme" denir. Niyyetin hemen arkasından elleri kaldırırken "Allahû Ekber" diyerek yapılır. Daha namaza başlarken, namaz kılana Allah'ın en büyük olduğu söylettirilirken sanki; namazının faydasını Allah'a yönelik sanma, O en büyüktür, buna ihtiyacı yoktur, namaz yine senin içindir, dedirtilmiş olur.
Ayakta Durmak (Kıyam)
Bir özrü olmayan mükellefin farz ve vacip olan namazları ayakta kılması da farzdır. Nafile namazları ise ayakta kılmak şart değildir, oturarak da kılabilir, ancak sevabı daha az olur.
Kur'ân Okumak (Kiraat)
Farz namazların ilk iki rekatlarında Kur'ân-ı Kerîm'den bir parça okumak da farzdır. Dolayısı ile bu farzın yerine gelmesine yetecek kadar Kur'ân âyetini ezbere bilmek de farz olmuş olur. Bu farz, Kur'ân'ın neresinden olursa olsun, üç kısa âyet kadar okumakla yerine gelmiş olur. Meselâ her rekatta okunan "fâtiha" ile bu farz da yerine getirilmiş olur. Bizzât fâtihanın okunması ise ayrıca vaciptir. Yeri gelince görülecektir.
Rukû' (Eğilmek)
"Rukû" eğilmek demektir. Namazların her rekatında en az eller dizlere ulaşacak kadar eğilmek farzdır. Rukû, mükemmel şekliyle baş ile göğüs yere paralel oluncaya kadar eğilmekle olur. Yalnız bu, erkek içindir. Kadın ise sadece elleri dizlerine ulaşacak kadar egilir.
Secde
Namazın ana bölümlerinden biri de secdedir. Secde, Allah'ı ululayarak alnı yere koymaktır. Bu kadarı farzdır. Alınla beraber burnun da yere değmesi, ellerin de yere konması vaciptir, yani secdenin tam ve mükemmel olması için gereklidır.
Secde edilen yerin temiz ve katı olması gerekir. Pamuk, kar, saman gibi yumuşak olup yerin sertliğini duyurmayan şeyler üzerine secde yapılmaz. Ayrıca secde yeri, ayakların basıldığı yerden yarım zira'dan, yani 20- 30 cm.'den yüksek olmamalıdır.
Son Oturuş
Kıldığı namaza göre son rekatın bitiminde "tahiyyat" okuyacak kadar oturmak da farzdır. Tahiyyatı okumak ise vaciptir. Yerinde görülecektir.
Buraya kadar sayılan altı temel, namazın ana iskeletini oluşturor. Bunlardan biri dahi olmasa namaz batıl, yani asılsız olur. Vacipler ise namazın ikinci derecede kuvvetli bölümleridir. Farzları tamam olan bir namazın vacipleri bulunmasa namaz sayılır, ancak eksik ve yaralı bereli bir namaz olur. Vacipleri bilerek terkederse günah işlemiş olur, ama namaz yine tamamdır. Vaciplerden sonra da sünnetler ve müstehaplar gelir.
NAMAZIN SÜNNETLERİ
Namazın sünnetleri; önem bakımından vaciplerden sonra gelen, kasten ya da unutarak terkedilmeleri halinde namaz bozulmayan ya da yanılma secdesi gerekmeyen, ama kasten terkedilmeleri, alınacak sevabı azaltan davranışlardır. Namazın mükemmel olmasını sağlarlar. Namazın en güçlü sünneti farz namazları cemaatle kılmaktır. Bunun farz olduğunu söyleyenler de vardır. Diğer sünnetler şunlardır:
1. Başlangıç tekbirinde parmakları açarak elleri kaldırmak.
2. Tekbirleri imamın açıktan söylemesi.
3. Tekbirin arkasından "sübhaneke" okumak.
4. "Sübhaneke"den sonra "e'ûzü" okumak.
5. Her "fâtiha" dan önce "besmele" çekmek.
6. "Fâtiha"dan sonra gizlice "âmin" demek.
7. Elini göbeğinin altından bağlamak. (Kadınlar göğüslerinin üzerinden bağlarlar.)
8. Sağ elini sol elinin üzerine bağlamak.
9. Rukû'a giderken tekbir almak, yani "Allahü ekber" demek.
10. Rukû'da üç kere "tesbih" okumak (sübhane Rabbiye'1-azîm demek).
11. Rukû'dan kalkarken tekbir almak.
12. Rukû'da diz kapaklarını elleriyle kavramak. (Kadınlar dizlerini tutmayıp, ellerini dizlerinin üzerine koymakla yetinirler).
13. Rukû'da ellerinin parmaklarını aralıklı bırakmak.
14. Secdeler için tekbir almak.
15. Secdelerde üç kere "tesbih" okumak (Sübhane Rabbiye'1-A'lâ demek).
16. Secdelerde ellerini ve dizlerini yere koymak.
17. Oturuşlarda erkeklerin sol ayağı yatırıp sağ ayağı dikmesi. (kadınlar sol kalça üzerine oturarak iki ayaklarını birden sağa doğru çıkartırlar).
18. Rukû'dan sonraki kalkışta dosdoğru oluncaya kadar dikilmek (Kavme).
19. Iki secde arasında birazcık oturmak (celse).
20. Son oturuşta "tahiyyât"tan sonra Peygamberimize "salât ve selâm" ("salli" ve "barik") okumak.
21. "Salat ve selâm'dan sonra, kendine, ana-Babasına ve bütün müminlere duâ etmek. (Rabbenâ âtina... okumak).
NAMAZIN VACİPLERİ
l. Fâtihayı okumak.Bu sayılan vaciplerden biri kasten terkedilirse günah islenmiş olunur, ama namaz yine tamamdır. Unutarak terkedilirse "yanılma (sehiv) secdesi" yapılır.
2. Farzların ilk iki rekatında, sünnetlerin her rekatında Fâtiha'ya en kısalarından üç âyet, ya da en kısa üç âyet kadar bir uzun âyet eklemek.
3. Fâtiha'yı bu ekledigi âyetlerden önce okumak.
4. Namazın diğer rukünlerinde de sırayı gözetmek.
5. "Ta'dili erkânı" yerine getirmek.
6. Ikiden çok rekatlı namazların birinci oturuşu.
7. Her iki oturuşta da "tahiyyât" okumak.
8. "es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah" diyerek selâm vermek.
9. Vitir namazında "kunut" duâsını okumak.
10. Bayram namazlarında ilâve tekbirleri söylemek.
11. Namazdan kendi fiili ile çıkmak.
12. Imamın açık okunacak yerde açık, gizli okunacak yerde de gizli okuması.
13. Namazda nelerin farz; nelerin vacip olduğunu bilmek.
"Ta'dil-i erkân"; namaz kılarken rukû'a gidişte, rukû'dan kalkista, secdeye gidişte, secdeden kalkışta ve tekrar secdeye gidişte organlar yerlesecek şekilde hareket etmek ve mesela, daha tam doğrulmadan öbür harekete geçmemektir.
Yanılma secdesi (secde-i sehiv) son oturuşta sadece "tahiyyat"ı okuduktan sonra, sağa sola selâm verip, iki secde daha yaparak "tahiyyat" ı tekrar okuyup, "salli", "barik" duâlarını da okuduktan sonra tekrar selâm vermekle yapılır.
Genel kural olarak:
"Farzların geciktirilmesi, vaciplerin ise hem geciktirilmesi hem de terkedilmesi yanılma secdesini gerektirir." Bu yüzden farzların da vaciplerin de iyi bilinmesi gerekir.
Örnek olarak: Namazda ayakta durmak farzdır. Birinci oturuşta, tahiyyatı okuyup kalkmak gerekirken, "salli" ve "barik" duâlarından unutarak en az üç kelime ya da daha fazla okuyan, ayakta durma farzını geciktirmiş olur, bu yüzden namazın sonunda "yanılma secdesi" yapması gerekir.
1. Farz-ı ayn olan namazlar. Beş vakit namaz ve cuma namazı gibi. Bunların her yükümlü için bizzat yerine getirilmesi gerekir.
2. Farz-ı kifâye olan namaz. Cenâze namazı gibi. Bu, topluluk tarafından yapılması istenilen bir emirdir. Topluluktan bir kısmı bunu yerine getirince, diğerlerinden sorumluluk kalkar. Eğer bunu hiç kimse yerine getirmezse hepsi günahkâr olur. Allah yolunda cihad, iyıliği emir kötülüğü yasak etme, müslümanlar arasında bir halife seçme de bu çeşit farzlardandır (Şâfiî, er-Risâle, Kahire 1960, s. 54, 55, 363, 364; Ebû Zehra, Usûlül-Fıkh, Terc. AbdulKadir Şener, Ankara 1986, s. 37-39).
3. Vacib olan namazlar. Vitir namazı, bayram namazları gibi. Sübut yönünden kesin, fakat delâlet bakımından zannî olan delile dayalı emirler vâcib hükmündedir. Bu, Hanefilerin benimsediği bir prensiptir. Diğer mezheplerde farz ile vacib aynı anlamda kullanılır. Onlara göre bir şey farz değilse sünnettir. Vacibin işlenmesine sevap, terkine azap vardır. Ancak vacibi inkâr eden dinden çıkmaz.
4. Nâfile namazlar. Farz ve vacipten fazla olarak kılınan namazlara nâfile denir. Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak, amacıyla kendiliğinden kılındığı için bunlara "tatavvu"da denir. Sünnetler de nâfile içine girer. Her sünnet nâfiledir, fakat her nafile sünnet değildir. Peygamberimizin kıldığı nâfile namazlar sünnettir.
Namazların Rekâtları:
Namazların rekatlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Sabah namazının iki rek'at sünneti, iki rek'at da farzı vardır. Öğle namazının dört rek'at ilk sünneti, dört rek'at farzı, iki rek'at da son sünneti vardır. Ikindi namazının dört rek'at sünneti, dört rek'at da farz vardır. Akşam namazının üç rek'at farzı, iki rek'at da sünneti vardır.
Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da vaktin sünneti adıyla başka bir sünnet vardır.
Vitir namazı üç rekattır. Bayram namazları ise ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekat olur.
Namazın şartları:
Namazın geçerli olması için bazı şartların ve rükünlerin bulunması gereklidır. Şart, sözlükte alâmet demektir. Bir terim olarak şart; varlığı kendisinin varlığına bağlı bulunan, fakat onun gerçek varlığından ve mâhiyetinden ayrı olan şeydir. Rükün ise, sözlükte; en kuvvetli taraf demektir. Bir terim olarak rükün; bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan ve o şeyin esas unsur ve parçalarını teşkil eden esaslardır. Şer'i hüküm olarak şart ve rükne farz vasfı verilir. Bunların her ikisi de farzdır. Bu yüzden bazı fakihler bu konuya "namazın farzları" başlığını koymuşlardır. Bir de namazın farz olmasının şartları vardır. Bunlar müslüman olmak, büluğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir (Şürünbülâlî, Merakul-Felah, s. 28; eş-Şirazî, el-Muhezzeb, 1, 53; Ibn Kudâme, el-Muğni, I, 396-401; ez-Zühâylî, el-Fıkhuul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 563 vd)
Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı daha namaza başlamadan bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Hadesten temizlenmeBunlara, "namazın şartları" denir.
2) Necasetten temizlenme
3) Avret yerini örtmek
4) Kıbleye yönelmek
5) Vakit
6) Niyet
Diğer altısı da namaza başladıktan sonra bulunması gereken farzlar olup şunlardır:
1) Iftitah tekbiriBunlara da "namazın rükünleri" denir. Bunlardan başka ta'dîl-i erkân ve namazdan kendi isteği ile çıkmak gibi başka rükünler de vardır. İleride bunları açıklayacağız.
2) Kıyam
3) Kıraat
4) Rükû
5) Sücûd
6) Son oturuşta "et-Tehiyyâtü"yü okuyacak kadar bir süre oturmak.
Burada, önce namazın şartları üzerinde duracağız:
1) Hadesten Temizlenme:
Abdestsizlik, cünüplük, hayız veya lohusa hallerinde bulunmaya "hades hâli" denir. Abdestsizlik küçük hades, diğerleri büyük hadestir. Küçük veya büyük hadeslerden temizlenmek abdest almak, yıkanmak veya teyemmüm etmekle olur. Allah`ü Teâlâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızın bir bölümünü meshedin. Topuklarla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin " (el-Maide, 5/6).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Abdest bozan kimse, abdest almadıkça Allah Teâlâ sizden birinizin namazını kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 2; Ahmed b. Hanbel, II, 308). Allah Teâlâ temizlenilmeksizin hiç bir namazı kabul etmez" (Buhârî, Vüdû ; 2; Müslim, Tahâre, 1; Tirmizî, Tahâre, 1; Darimî, Vüdû', 21; Ahmed Ibn Hanbel, II, 39).
Farz, vacib, sünnet veya nâfile tam namaz veya tilâvet yahut şükür secdesi gibi eksik namaz için hadesten temizlenmiş olmak şarttır. Abdestsiz kılınacak bir namaz sahih olmaz.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulsa, namaz da bozulmuş olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Sizden birisi, namazda yellendiği zaman, namazdan ayrılıp abdest alsın ve namazını iade etsin " (Ebû Dâvûd, Tahâre, 81, Salât, 187; Tirmizî, Racıâ, 12).
Hadesten temizlenme, namazın diğer şartları gibi sıhhat şartlarındandır (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', I, 114 vd.; Ibnül-Hümam, Fethul-Kadîr, I, 179 vd.).
2) Necasetten Temizlenme:
Namazdan önce bedende, elbisede veya namaz kılınacak yerde bulunan pisliği temizlemek gerekir. Bu temizlik namazın geçerli olması için ön şarttır. Elbisede ve namaz kılınan yerde, ayak, el ve dizler ile sağlam görüşe göre alnın konulacağı yerde dört gramdan (1 miskal) fazla insan dışkısı gibi katıyahut avuç içinden daha geniş alana yayılan insan sidiği veya şarap gibi sıvı pisliğin bulunması namazın sıhhatine engel teşkil eder. Eti yenen hayvanların veya atların sidiği ve dışkısı ise bulaştığı bedenin veya elbisenin dörtte bir bölümünden az miktarı namaza engel olmaz, affedilmiş sayılır. Bundan fazlasınıise, temizlemeye güç yetince namazın sıhhatine engel olur.
Allah Teâlâ; "Elbiseni temizle" (el-Müddessir, 74/4) buyurmuştur. Ibn Sîrin, bu temizlemenin elbisedeki pisliğin su ile temizlemek olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber Fâtıma binti Ebî Hubeyş (r.anhâ)'nın özür kanının (istihâza) hükmünü sorması üzerine şu cevabı vermiştir: "Bu, kanama yapan bir damardır. Ay başı değildir. Âdet zamanın geldiğinde, namazı bırak. Âdetin kadar bir süre geçtikten sonra kanını yıka, guslet ve namaz kıl" (Buhârî, Vüdû', 63; Hayz, 24; Müslim, Hayz, 62, 63; Ebû Dâvud, Tahâre, 107). Mescidin içinde küçük abdest bozan bedevî için Resulullah (s.a.s); "Bu bedevinin işediği yere kova ile su dökün " (Buhârı, Vüdû', 58, Edeb, 35, 80; Müslim, Tahâre, 98-100) buyurmuştur. Yukarıdaki ayet elbiseyi temizlemenin, ilk hadis bedeni, ikinci hadis ise namaz kılınacak yeri temizlemenin farz olduğuna delâlet eder.
3) Avret Yerini Örtmek:
Avret sözlükte; eksiklik, kusur, düşmanın sızmasından korkulan zayıf mevzi, örtülmesi gereken yer ve kadın gibi anlamlara gelir. Şer'î bir terim olarak; bakılması haram olup, örtülmesi farı bulunan uzuvlara "avret yeri" denir. Hanefîlere göre, insanların huzurunda avret yerinin örtülmesi icma ile farzdır. Sağlam olan görüşe göre, tenhada örtmek de farzdır. Bir kimse karanlık bir evde bile olsa, temiz elbisesi bulunduğu halde çıplak olarak namaz kılsa, bu namaz sahih olmaz (Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 375).
Yıkanma, tabiî ihtiyaç, taharetlenme gibi ihtiyaçlar dışında, tenha bir yerde de bulunulsa, namazda veya namaz dışında avret yerlerinin örtülmesi farzdır. Bunun delili Kitap ve Sünnettir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey Âdemoğulları! Her mescide gelişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gelin" (el-A'râf, 7/31). Ibn Abbas (r.a)'a göre; bundan kastedilen namazda giyilen temiz elbiselerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Allah Teâlâ büluğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre,132; Tirmizî, Salât, 160; Ahmed b. Hanbel, VI,151, 218, 259). Ey Esma! Kadın büluğ çağına ulaşınca, onun şu ve şu uzuvlarından başkasının görünmesi helâl ve caiz olmaz". Hz. Peygamber bu sözleri söylerken, elleri ile yüzünü işaret etmişti" (Ebû Dâvûd, Libâs, 31).Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları; göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımdır. Sağlam görüşe göre diz kapağı da uyluktan olup avret yeri sayılır. Delil, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Erkeğin avret yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır", "Göbeğinden aşağısı diz kapaklarını geçinceye kadar olan kısımdır" (Ahmed b. Hanbel, II, 187). Başka bir delil de Darekutnî'den rivayet edilen, Diz kapağı avret yerlerindendir" (Zeylâi, Nasbur-Râye, I, 297) anlamındaki zayıf hadistir.
Hür kadınların yüzleriyle ellerinden başka, sarkan saçları dahil bütün bedenleri avrettir. Yüzleriyle elleri ise ne namazda, ne de bir fitne korkusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayakları konusunda ise görüş ayrılığı vardır. Daha sağlam görülen görüşe göre, ayakları da avret değildir. Çünkü ayaklarla yolda yürüme zarûreti vardır. Özellikle bunları örtmek yoksullar için güçtür. Başka bir görüşe göre, bir kadının namazı, ayağının dörtte biri nisbetinde açık bulunmasıyla bozulur, diğer bir görüşe göre ise, ayakları namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz dışında avret yeri sayılır. Bu görüş ayrılığından kurtulmak için ayakların örtülmesi daha uygun görülmüştür. Sağlam görüşe göre, hür kadınların kolları ile kulakları ve salıverilmiş saçları da avrettir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kadınlar, kendiliğinden görünen dışında, ziynetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24/31).Bundan kastedilen ziynetlerin takıldığı yerlerdir. Kadının kendiliğinden görünen yerleri ise elleri ile yüzdür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kadın avrettir. Dışarı çıktığı zaman şeytan ona gözünü diker" (Tirmizî, Radâ', 18). Diğer yandan Allah elçisi, Esmâ (r.anhâ)'ya büluğ çağından sonra el ile yüz ve avuçlarına işaret ederek, bu yerlerin dışındaki kısımların örtülmesini bildirmiştir (Ebû Dâvud Libâs, 31). Hz. Âişe'den nakledilen; "Allah Teâlâ büluğ çağına ulaşan kadının namazını başörtüsüz kabul etmez" (Ibn Mâce, Tahâre, 132; Tirmizî, Salât,160) hadisi de, saçları örtünme kapsamına almaktadır.
Müstehcen avret yerleri olan ön ve arka uzuvlar ile hafif avret yeri sayılan, bu iki yer dışındaki uzuvlardan birinin tamamı veya en az dörtte biri açık bulunur ve bu durum kasıtsız olarak iki rükün eda edecek kadar devam ederse namaz bozulur. Çünkü bir şeyin dörtte biri tamamı hükmündedir.
Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu yüzden derinin rengini belli edecek şekilde bulunan, dolayısıyla derinin beyazlığı veya kırmızılığı belli olan elbise ile namaz sahih olmaz. Çünkü bununla örtünme gerçekleşmemektedir. Eğer elbise kalın olmakla birlikte uzvu belli ederse ve hacmi ortaya koyarsa bu, zemmedilmiş olmakla birlikte namaz sahih olur. Çünkü bundan kaçınmak mümkün değildir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e, I, 375 vd.; Zeylaî, Tebyînül-Hakâik, I, 95 vd.; Ibn Kudame, el-Muğnî, I, 599; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid I,111; Bilmen, B. Islâm Ilmihali,109).
4) Kıbleye Yönelmek:
Namazı kıbleye doğru yönelerek kılmak şarttır. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk günlerinde müslümanların kıblesi Kudüsteki Mescid-i Aksa idi. Medine döneminde inen şu ayet-i kerime ilk kıble, Mekke'deki Ka'be-i Muazzama'ya çevrildi: "Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de olduğunuz yerde, yüzünüzü onun tarafına döndürünüz" (el-Bakara" 2/144). Kâbe, Mekke'deki bilinen binadan ibaret değildir. Ancak bu binanın yerini ifade eder. Nitekim bu kutsal yerin göklere kadar üst tarafı ve toprağın derinliklerine kadar alt tarafı kıble yönüdür. Bu yüzden Kâbe-i Muazzamanın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını kılabilirler. Cemaatle namazda imamın önüne geçmemek şartıyla, cemaat Kâbe'nin çevresinde halka olur ve hepsi imamla birlikte namaz kılarlar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Mekke fethedildiği gün, Kâbe'ye bir kere girip içinde namaz kıldığı nakledilir. Abdullah b. Ömer, Bilâl (r.a)'e, Allah elçisinin Kâbe'ye girdiği zaman namaz kılıp kılmadığını sormuş, Bilâl şu cevabı vermiştir: "Evet Kâbe'ye girince sol taraftaki iki direk arasında namaz kıldıktan sonra çıktı ve Kâbe'nin yönüne doğru iki rek'at namaz kıldı" (Buhârî, Salât, 30; Nesâî, Menâsik, 127; Dârimî, Menâsik, 43; Ahmed Ibn Hanbel, II, 75, III, 410, VI, 12, 13, 14).
Kâbe-i Muazzamadan uzakta bulunanların tam Kâbe'ye yönelerek namaz kılmaları farz değildir, Kâbe tarafına yönelmeleri farz olup, bu yeterlidir (bk. Ibn Âbidîn, a.g.e., I, 397 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 67; eş-Şürünbülâlî, a.g.e., s. 34; Zeylaî, Tebyinül-Hakâik, I,100 vd.; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 431 vd.). Hz. Peygamber (s.a.s); "Doğu ile batı orası kıbledir"' (Tirmizî, Salât; 139; Nesâî, Sıyâm, 43; Ibn Mâce, Ikâme, 56) buyurmuştur. Eğer kıblede Kâbe'nin kendisine isabet ettirmek farz olsaydı, bir mescidde uzun bir safın sadece Kâbe'nin hizasına rastlayan kısımdaki cemaatin namazlarının sahih olması, diğerlerinin ise sahih olmaması gerekirdi.
NAMAZ VAKİTLERİ:
Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan "namaz vakitleri"ni bilmeyi gerektirir. Bu vakitler Kitap ve Sünnetle belirlenmiştir:
1) Sabah Namazının Vakti:
Ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah namazının vaktidir. Ikinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan bir aydınlıktan ibarettir. Bununla sabah vakti girmiş, yatsı namazının vakti çıkmış ve oruç tutacaklar için bu ibadet başlamış olur. Bu yüzden buna "fecr-i sadık" denir. Bunun karşıtı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması yüzünden "fecr-i kâzib" adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olmaz. Oruç tutacakların bu süre içinde yiyip içmeleri de caizdir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Birincisi yemeyi içmeyi haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helal kılan fecirdir. Ikincisi ise, sabah namazını kılmak caiz olmayan, fakat yemek içmek helal olan fecr-i kâzibtir" (es-San'ânî, Sübülüs-Selâm, 2. baskı, t.y., I,115). "Sabah namazının vakti ikinci fecrin doğmasından, güneşin doğuşuna kadardır" (Buhârî, Mevâkît, 27; Ebû Dâvûd Salât, 2; Ibn Mâce, Salât, 2; Nesâî, Mevâkît,15; Ahmed Ibn Hanbel, II, 210, 213, 223).
2) Öğle Namazının Vakti:
Öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i zeval), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine "asr-ı evvel" denir. Bu, Ebû Yusuf, Imam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşüdür. Ebû Hanîfe'ye göre ise, öğlenin vakti, fey-i zeval dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna "asr-ı sânî" denir.
Hac farızasını yerine getirmek için dünyanın her tarafından Mekke ye gelen müslümanlar, namazlarını Harem-i Şerifte kılmaya özen gösterirler.
Cisimlerin gölgesinin mislini hesaplamada, zeval vaktinde bu cisimlerin sahip oldukları gölge, uzunluğu itibar etmede uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk fakihlerin delili şu hadistir: Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'e namaz vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman öğle namazını kıldırmıştır (Ebû Dâvûd, Salât, 2; Tirmizî, Mevâkît,1; Nesâî, Mevâkît, 6, 10,15; Ibn Hanbel, I, 383, III, 330; Mâlik, Muvatta', Salât, 9).
Ebû Hanîfe'nin delili ise, Hz. Peygamber'in şu hadisidir: "Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır" (Buhârî, Mevâkît, 9, 10, Ezân, 18). Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman, her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine bırakmak (ibrâd) müstehap sayılmıştır (el-Mevsilî, el-Ihtiyâr, I, 38, 39; Zühaylî a.g.e., I, 508).
Cuma namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
3) Ikindi Namazının Vakti:
Ikindi vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Ikindi vakti; çoğunluk müctehidlere göre, her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe'ye göre ise, iki misli olduğu andan itibaren başlar ve ittifakla güneşin battığı zamana kadar devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Güneş batmadan önce, ikindi namazından bir rekata yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiştir" (Malık, Muvatta', Vükût, 5; Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Mâce, Salât, 2; Ibn Hanbel, II, 236, 254).
Çoğunluk müctehidlere göre, ikindi namazını güneşin sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu) zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekat kılar, Allah'ı çok az anar" (Mâlik, Muvatta', Kurân, 46).
Islâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen "orta namaz", ikindi namazıdır. Delil, Hz. Âişe (r.anhâ)'nin naklettiği şu hadistir: "Hz. Peygamber (s.a.s); "Namazlara devam edin, orta namaza da devam edin" (el-Bakara, 2/238) ayetini okudu. "orta namaz ise ikindi namazıdır" buyurdu (Ebû Dâvûd Salât, 5; Ibn Hanbel, V, 8; Ibn Kesîr, Muhtaşaru Tefsirî Ibn Kesîr. thk. M. Ali es-Sâbûnî, Beyrut 1981, I, 218). Ikindi namazına "orta namaz" denmesi iki adet geceye ait, iki adet de gündüze ait namazın arasında bulunması yüzündendir.
4) Akşam Namazının Vakti:
Akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe'ye göre, şafak, akşamleyin batı ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yusuf, Imam Muhammed ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe'den başka bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer'in; "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" (es-San'ânî, Sûbûtüs-Selâm, I, 106) sözüdür. Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'in görüşüdür.
5) Yatsı Namazının Vakti:
Yatsının vakti, kırmızı şafağın kaybolduğu andan itibaren başlar ve ikinci fecrin doğmasına kadar devam eder. Ikinci fecir doğunca yatsının vakti çıkmış olur. Delil, Ibn Ömer (r.a)'den rivayet edilen şu hadistir: "Şafak kırmızılıktır. Şafak kaybolunca namaz kılmak farz olur" (es-Sanânî, a.g.e., I,114). Başka bir delil, Ebû Katade hadisidir: "Uyku halinde kusur yoktur. Kusur ancak, diğer namazın vakti gelinceye kadar namazı kılmayandadır" (Müslim, Mesâcid, 311).
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mübah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırmaktan korkulur.
Vitir namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise, ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak, uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha faziletlidir.
Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre, yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir. Bayram namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. Ikinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram namazları, istivâ zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir (namaz vakitleri için bk. Ibnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 151-160; Ibn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 321-342; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 59-62; eş-Şîrâzî, el-Mûhezzeb, I, 51-54; Ibn Kudâme, el-Muğnî, I, 370-395; ez-Zühaylî, a.g.e., I, 506 vd.).
NAMAZ - NAMAZIN ÖNEMİ
Eğer Islâm'i tek kelime ile anlatmamız istense, "Namaz" diyebiliriz. Bu yüzden Allah Rasülü namazı, "dinin orta direği" diye nitelemiştir.(el-Hindî age. I/278 (1372), Ebu Naîm'den.)
İnsanlar Allah'ı tanımak için yaratılmışlardır. (K. ez-Zâriyat (51 ) 56: Ayrıca bk, Aclûn[M1]î[M2], Kesfu'I-hafâ N/173.) Allah'ı iyi tanımışlığın en güzel göstergesi namazdır.
Namazın toplayıcılık niteliği vardır. Onda her türlü ibadetten bir parça bulunur. (Imam Rabbani Mektubat'ında bunu güzel izah eder.)
Namazı Yaratıcımız (c.c.) imana denk tutmus ve kıble değiştiginde, "geçmiş namazlarımız boşa mi gitti?" diye soranlara, "Allah sizin imanınızı zayi etmez" buyurarak, namazdan "iman" diye söz etmiştir. (K. Bakara (2) 143.)
Bu yüzden sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)'in arkadaşları da: "Biz namazdan başka hiçbir ibadeti terketmeyi küfre yani. kâfir olmaya denk saymazdık" demişlerdir.
Dünyada en üst makamdan en aşağı görülenine kadar herkesi aynı safta toplayıp, Allah'ın karşısında hepsinin insan olarak eşit olduklarını namaz kadar vurgulayan bir başka eylem yoktur.
İnsanın bedeninin gıdaya ve çeşitli vitaminlere ihtiyacı olduğu gibi, ruhunun da gıdaya ve vitaminlere ihtiyacı vardır. Ruhun temel gıdası namazdır. Ve insanın bedeni çeşitli kirlerle kirlendigi gibi ruhu da kirlenir. Namaz bu her iki kiri de temizler.
Namaz insanı yalnızlık duygusundan kurtarır. Günde en az beş defa tekbir alırken dünyayı ve içinde bulunanları arkasına atan, bu hareketiyle en azından şunları demek ister:
Bütün dünya bir yana olsa bana Allah'ım yeter. Ben ondan başka boyun eğecek kimse tanımıyorum.
Allah-u Ekber = En büyük Allah'tir, diyorum ve benim namazıma O'nun ihtiyacı olmadığını da böylelikle itiraf ediyorum.
Namaz sevgili Peygamberimiz aracılığıyla bizzat Yüce Allah'ımızın bize gönderdiği bir hediyedir; onu nasıl reddederiz?
Namaz Miraç hediyesi olmakla mü'minlerin Miracı sayılmıştır. Yani namaz insanı manâ âleminde alabildiğine yükselten bir asansördür. Ona tutunmayanlar aşağıların aşağısında kalacaklardır.
Namaza belki de en az muhtaç olan insan, Allah'ın Rasûlü Muhammed'dir. Ama o, aynı zamanda namazı en iyi anlayan insandır. Bu yüzden onun, ayakları şişecek kadar namaz kıldığıolurdu. Aişe annemiz ona bir seferinde acıyarak: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah senin geçmiş gelecek bütün günahlarını bağışladığını söylüyor, öyleyse kendini bunca yormak niçin?" diye sorduğunda O da:
"Sükreden bir kul olmayayım mi?" buyurmuştur. (Buharî tefsir 48, teheccüd 6; Müslim, münafikûn 79, 81.) Demek ki namaz, Allah'ımızın verdiği sayısız nimetlere karşı da bir şükür, yani tesekkürdür.
Artık kalp temizliğinin nasıl olduğunu daha iyi anlıyor olmalıyız. Demek ki, kalp temizliği namaz kılmamayı değil, daha çok kılmayı gerektirir.
Ancak namazın bütün bu iyi etkileri için bir şart vardır: Onu Allah'la yüzyüzeymis gibi kılmak. Yani "huşû" ya da "ihsan". Kendisini Allah'la konuşuyor sayarak o şekilde namaz kılmak. Onun için namaz kılanın önünden geçilmez. Konuşanlar, arasından geçmek terbiyesizliktir.
Bu yüzden Allah, kurtuluşa erecekler içerisinde öncelikle namazlarını "huşû" içinde kılanları sayar. ("Mû'minler elbette kurtulacaktır: Onlar ki, namazlarında huşuludurlar, boş şeylerden yüzçevirirler, zekâtlarını verirler, ırzlarını korurlar..:' K. Müminûn (23) 1-9.)
Bu yüzden Allah (c.c.) "Beni anmak için namaz kıl." (Tâ-hâ (20) 14.) buyurur. Demek ki namaz Allah'ı anmak yani zikretmek ve hatırlamak için kılınır.
Bu yüzden Allah (c.c.): "dosdoğru kılınan namaz insanları her kötülükten alıkoyar." (Akebût (29) 45.) buyurur. Bunu herkes, kırk gün değil, sadece bir hafta, hattâ bir gün huşû'lu namaz kılmakla açık seçik görür. Ama olabildiğince düşünerek, olabildiğince kontaktta.
Bu yüzden Allah Rasûlü dünya meşgaleleriyle yorulduğu ve sıkıldığızamanlarda: "Ey Bilal, kalk da bizi ferahlat!" (Ebû Dâvûd, edep 78; Müsned V/364, 371.) yani, ezan oku da namaz kılalım, buyururlardı.
Onun arkadaşlarından bazıları da namaza durduklarında Allah'tan başka her şeyi unuturlardı. Hattâ birisinin sırtına ok saplanmışti. Acısına dayanamadığı için çıkaramıyorlardı. Bu yüzden o namaza durduğunda çıkardılar. Duymamıştı bile. (Benzer bir olay için bk. Kandıhlevî, Hayâtu's-sahabe NI/605.)
Bir başkası, namazda hatırına gelip kendisini Allah'ı anmaktan alıkoyduğu için, çok değerli hurma bahçesini Allah Rasûlü'ne bağışladı. (bk. Kandıhlevî age NI/544; Ibnü'I-münzir, et-Tergib I/316. )
Artık nasıl namaz kılmayız? Nasıl AlIah'a kulluğu kabullenmeyiz? Nasıl çocuğumuza namaz kıldırmamakla ona acıdığımızı zannederiz? Namazın yaşınıda, onu emreden belirliyor ve elçisine: "Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namaz kılmayı öğretin ve onları namaza başlatin, on yaşına geldiklerinde de, eğer namaz kılmadıkları olursa, dövün, yataklarını da ayırın." 24 dedirtiyor. Gerçekten de çocukken başlanılmayan şeylere sonradan alışmak çok zordur.
NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazı bozan şeyler:
l. Unutarak da olsa konuşmak,Namazla Ilgili Diğer Bazı Konular
2.Peygamberimizden nakledilmeyen ve insanların sözlerine benzeyen duâlarla duâ etmek,
3.Ah! Oh! Üf! gibi ünlemler kullanmak ,
4.Cennet ve Cehennemi düşünmek gibi şeyler dışında, mesela bir yerinin acımasından ağlamak,
5.Özürsüz yere boğazını temizlemek,
6.Aksiran kimseye karşılık olarak "Yerhamükellah" ya da benzeri bir şey demek
7.Şaşırtıcı bir habere "Sübhanellah" gibi bir ünlemle karşılık vermek;
8.Birisinin ölüm haberine "istirca"da bulunmak, yani "innâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek
9.Sevinçli bir habere "elhamdülillah" demek ,
10.Allah'tan başka ilah var mıdır? Sorusuna "Lâilâhe illallah" demek ,
11.Canını sıkan bir söze "lâhavle velâ kuvvete..." demek, (Bu altı maddedeki cümleleri, namazda olduğunu duyurmak için söylerse namazı bozulmaz),
12.Imamından başkasının yanlışını düzeltmek,
13.Selâm vermek, selâm almak,
14.Mushafı yüzünden okumak, (yazıya bakıp ta anlamını kavramak bozmaz),
15.Yemek, içmek (ağzında kalan nohuttan küçük şeyi yutmak bozmaz),
16.Pis yere secde etmek,
17.Dışarıdaki kimseyi namazda olup olmadığı konusunda şüpheye düşürecek ölçüde hareket ve davranışta bulunmak (Amel-i kesîr),
18.Bir namazda iken diğerine başlamak.
Nafile namazlarda kıyamı, yani "Fâtiha"dan sonra okunan sureyi uzatmak, rekatleri çogaltmaktan iyidir.
Nafile kılan, namazını bitirmeden bozsa, onu kaza etmesi vacip olur.
Oturduğu yerde nafile namaz kılmak caizdir, mekruh değildir.
Dört namazı özrü olmaksızın oturarak kılmak câiz değildir:
1. Farzı,Sabah namazı vaktinde kılınamazsa, o günün öglesine kadar sünnetiyle beraber kılınır.
2. Vacibi,
3. Adağı,
4. Sabah namazının sünnetini.
Geçmiş namazların farz ve vaciplerini kaza etmek gerekir.
Namazda yanılma secdesini gerektiren birden çok yanılmaya, bir secde yeterlidir.
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyen, oturarak kılar, ona da güç yetiremeyen, yüzü kıbleye gelmek üzere başı ile ima ederek kılar. Onu da yapamayan namazlarını sonraya bırakır, gözü ve kaşı ile ima etmez.
Kur'ân-ı Kerim'de ondört yerde geçen secde âyetlerinden birini okuyan ya da dinleyen, namazın bir tek secdesi gibi bir secde yapar.
Sefer müddeti yolculuğa çıkanlar, dört rekâtli farz namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Üç rekât olanlar ise yine üç rekât olarak kılınır.
kaynak: dinisohbet.com
Bakınız
Bakınız
> Namaz Kılmak
Son düzenleyen perlina; 26 Aralık 2016 19:49