Arama

Osmanlı Padişahları - Osman Gazi

Güncelleme: 11 Mayıs 2017 Gösterim: 46.187 Cevap: 20
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  osman gazi 700x340.jpg
Gösterim: 6637
Boyut:  64.2 KB

Osman 1.

, Osman bey ya da Osman gazî olarak da bilinir (d. y. 1258 - ö. 1326, Yenişehir, Bursa), Türk beyi. Osmanlı Devleti ve Osmanlı hanedanının kurucusudur. Oğuzların Kayı boyundan, Anadolu Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gazi’nin oğluydu. Annesi Halime Hatun adında bir Türkmendi. Yaşamının ilk yıllarına ilişkin bilgiler kesin değildir. Söğüt’te doğduğu sanılır; kaynaklarda verilen doğum tarihi 1252-60 arasında değişir. Ahi şeyhi Edebalı’nın kızıyla evlendikten sonra, yaşlılığında babasına vekâlet etti. Onun ölümünden (y. 1281) sonra boy başkanı seçildi. Söğüt’ü üs edinerek Akçakoca Bey, Gazi Abdurrahman, Konur Alp gibi öbür boy başkanlarıyla birlikte Bizans’a karşı fetihlere girişti. İlk olarak 1284’te Angelokome (İnegöl) tekfuru ile Ermeni Beli’nde çarpıştı, ama bir, Anadolu sonuç alamadı. Bir süre sonra ikinci bir çarpışma sonunda Angelokome yakınındaki Kulaca Hisar’ı aldı (1285). Bir ittifak kuran bölgedeki tekfurlara karşı İkizce (Eğrice) Savaşı’nı kazandı (1286). Bu savaşta kardeşi Savcı Bey öldü.
Sponsorlu Bağlantılar

Osmanlı kaynaklarına göre, 1288’de ele geçirdiği Sultanönü’de (Karacahisar) ilk kez bir kiliseyi camiye çevirtti, ilk hutbesini okuttu, ilk kadı ve subaşıyı atadı. 1292’de Göynük ve Mudurnu yörelerine düzenlediği akında yüklü ganimetle döndü. Sürekli akınlardan tedirgin olan Bizans tekfurları, kendisini bir tekfurun düğününe davet ederek öldürmeye karar verdiler. Sonradan Müslümanlığı kabul ederek Osmanlı hizmetine giren Harmankaya (bugün Mihalgazi, Bilecik) tekfuru Köse Mihal’ın bu suikast hazırlığını bildirmesi üzerine, hemen harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar’ı ele geçirdi (1298). Bu savaşta Yarhisar tekfurunun tutsak edilen kızı Holophira’yı (sonradan Nilüfer Hatun) oğlu Orhan’la evlendirdi.

Aynı yıl Turgut Alp komutasındaki kuvvetlerle İnegöl’ü de aldı. Anadolu Selçuklu hükümdarı III. Keykubad’ın Anadolu’da İlhanlılara karşı girişilen ayaklanma nedeniyle kaçması üzerine 1299’da bağımsızlığını ilan eden Osman Bey, 1301’de Yenişehir’i alarak Nikaia (İznik) ve Bursa’nın fethinin yolunu açtı. Osmanlı Devleti’nin giderek yayılan fetihlerini bir tehlike olarak gören Bursa tekfurunun çevresinde topladığı Atranos (bugün Orhaneli), Madenos (bugün Balat), Kete ve Kestel tekfurlarını yenerek Kestel, Kete ve Ulubat kalelerini ele geçirdi (1306). 1307’de bir süre Nikaia’yı kuşattı ve Yalova’ya akın düzenledi. 1313’te Akhisar, Geyve, Lüblüce (Leblebici), Lefke (Osmaneli), Hisarcık, Yanıkçahisar (Yanık Şarkıyye) gibi kaleleri alarak Marmara Denizine dayanmış olan Osmanlı sınırını Karadeniz’e doğru genişletmeye başladı.

1314’te, daha sonra aralıklarla sürdürülen Bursa kuşatmasını başlattı. 1317’de oğlu Orhan ve öbür komutanları Sakarya Vadisi ile Marmara Denizi arasındaki kalelerin fethiyle görevlendirdi. Yaşlılığı ve hastalığı nedeniyle 1320’de Orhan’ı kendisine vekil atadı. Orhan’ın Bursa’yı almasından kısa bir süre sonra öldü. Cenazesi sonradan Bursa’ya götürülerek Gümüşlü Kümbet’e gömüldü. Anadolu Selçuklularından beylik alameti olarak “tabi ü alem” (davul ve bayrak) alan, adil ve eşitlikçi yönetimiyle yöresindeki beylerin de güvenini kazanan Osman Bey, komşu Türk beylikleriyle çatışmaktan sürekli kaçınmasıyla da tanınır. Döneminde beyliğinin gelirleri, denetimini ve güvenliğini sağladığı panayır ve pazarlardan aldığı bac-ı bazar (pazar vergisi) ile hayvan besleyenlerden ağnam resmi adı altında alınan vergi ve savaşlarda ele geçirilen ganimetin beşte biriydi. İlk Osmanlı parasını Orhan Bey’in bastırdığı kabul edilirse de son zamanlarda Osman Bey döneminde basılmış bir akçe parçası da bulunmuştur.
Kaynak: Ana Britannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 11 Mayıs 2017 13:29
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
14 Kasım 2008       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

Osman Gazi (1258-1326)


Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi, Ertuğrul Gazi'nin oğludur. Gazi olarak anılmasının nedeni babası gibi onun da, temel görevi Bizans'a karşı gaza (savaş) olan bir uçbeyi konumunda bulunmasıdır. Sonraları Osman Bey ve hanedanın soy kütüğü içinde I. Osman olarak anılmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar
Osman Gazi'nin, babasının uçbeyi olarak yerleştiği Söğüt'te (Bilecik) doğduğu sanılı­yor. Gençliğinde yiğitliğinden dolayı "Kara Osman" sanıyla ünlendi. Babasının 1281'de ölmesinden sonra yöredeki Türkmen aşiretle­rinin başkanlığına seçildi. Babası yaşlılığından ötürü uzun süreden beri savaşmamış, Bizans­lılarda iyi geçinmeye çalışmıştı. Osman Gazi de önceleri bu tutumu sürdürdü. Ama Bizans­lıların bunu güçsüzlük olarak görüp göçebe Türkmenler'in hareket alanlarını kısmaya başlaması üzerine Akçakoca Bey, Aykut Alp, Konur Alp, Abdurrahman Gazi gibi beylerle birlikte 1284'te Bizans'a karşı harekete geçti. İnegöl tekfuru ile ilk karşılaşmadan kısa bir süre sonra İnegöl yakınlarındaki Kulaca Hisar'ı aldı. 1286'da bölgedeki tekfurların birle­şik gücünü Eğrice Savaşı'nda yenilgiye uğrat­tı. 1288'de Karacahisar'ı (Sultanönü) ele geçi­rerek adına hutbe okuttu. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud Gıyaseddin de 1289'da Osman Gazi'yi uçbeyliğine atadı. Akınlarını sürdüren Osman Gazi 1298'de Bilecik'i, aynı yıl Turgut Alp de İnegöl'ü aldı.

Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alaeddin Keykubad'ın 1299'da ülkeyi denetimleri altın­da tutan İlhanlılar'a karşı başlattığı ayaklan­ma başarısızlığa uğradı. III. Alaeddin Keykubad kaçmak zorunda kalınca Anadolu Selçuk­luları bir süre hükümdarsız kaldı. Bunun üzerine Osman Gazi komşuları Karesioğulları, Germiyanoğulları, Candaroğulları ile bir­likte bağımsızlığını ilan etti. Artık bağımsız bir beyliğin yöneticisi olduğundan daha bü yük sorumluluklar taşıyordu. Kardeşi Gün­düz Bey'i Eskişehir taraflarına, oğlu Orhan'ı Karacahisar'a, kayınbabası Edebalı'yı da Bilecik'e sancakbeyi olarak atadı. Osman Gazi 130Tde Yenişehir'i alarak asıl hedefi olan İz­nik ve Bursa'ya giden yolda önemli bir köprü­başı elde etti. 1303'teki ilk İznik kuşatması böyle bir kaleyi almaya gücünün yetmediğini gösterince daha küçük yerlere yöneldi. Tehli­kenin giderek büyüdüğünü gören yöredeki tekfurlar, Bursa tekfurunun önderliğinde bir­leşerek Osmanlılar'a karşı harekete geçmeyi kararlaştırdılar. Osman Gazi 1307'de Koyunhisarı Kalesi önünde bu birleşik gücü dağıttı; Kestel ve Kete kalelerini ele geçirdi. Bundan sonra akınlarını Sakarya Irmağı boylarına yö­neltti; Lefke (Osmaneli), Mekece, Pamukova, Geyve alındı. 1314'te, aralıklarla 1325'e kadar sürecek olan Bursa kuşatmasını başlat­tı. Oğlu Orhan 1321'de Mudanya'yı ele geçir­di. Böylece Marmara Denizi'ne ulaşılmış oldu.

Osman Gazi son yıllarını hasta olarak Yenişehir'de geçirdi. Beyliği fiilen oğlu Or­han yönetiyordu. Osman Gazi 1324'te oğlu Orhan'ı resmen bey ilan etti. Orhan Gazi 1325'te Atranos'u (Orhaneli) aldıktan sonra birkaç kez kesintiye uğrayan Bursa kuşatma­sını yeniden başlattı. Uzun süre direnen kent ancak 1326 ortalarına doğru ele geçirilebildi. Osman Gazi bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra Yenişehir'de öldü. Cenazesi önce Sö­ğüt'te babası Ertuğrul Gazi'nin yanına gömül­dü. Sonra Bursa'da yaptırılan Gümüşlü Kümbet'e taşındı.

MsxLabs & TemelBritannica

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 4 Aralık 2016 00:06
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
25 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

OSMAN BEYIN ÖLÜMÜ


Tarihî kaynaklar, Osman Gazinin 1320 tarihinden itibaren faal hayattan çekildigini ve idareyi oglu Orhana biraktigini kayd ederler. Yakalandigi Nikris hastaligi yüzünden fiilen harblere istirak edemeyen Osman Bey, asker gazileri ve ümerayi Yenisehir ovasinda toplayarak herkesin huzurunda Bursanin fethi isi ile Orhan Beyi görevlendirdi. Onun maiyetine de Köse Mihal, Turgud Alp, Seyh Mahmud Gazi, Seyh Edebali ve kardesi Ahi Semseddinin oglu Ahi Hasani tayin etti. Fakat daha önce, vaktiyle kardesinin oglu Aydogduyu sehid eden Etranos (Orhaneli) tekfurunun cezalandirilarak kalesinin alinmasini, bundan sonra Bursanin fethine tesebbüs edilmesini emretti. Osman Beyin, idareyi ogluna biraktiktan sonra ne kadar daha yasadigi kesin olarak belli degildir. Hatta, Osman Beyin ölümünden sonra mi Orhanin hükümdar oldugu, yoksa henüz o hayatta iken mi hükümdar kabul edildigi meselesi henüz kesinlik kazanmis degildir. Bununla birlikte onun vefatinin 724 (1324) yilinda oldugu kabul edilmektedir. Zira 1324 tarihli bir vesika ile Orhanin bu tarihte hükümdar bulundugu ve ilk akçasinin tedkikinden de ayni senenin üçüncü ayinda (724) Rebiülevvel = 1324 Subat) Osmanli Beyi oldugu anlasiliyor. Uzunçarsili, Belletendeki makalesinde bu konuda farkli görüsleri de vererek söyle der:

"Osman Beyin vefati senesi tarihimizde birbirine uymamaktadir. Halil-i Konevî ile Sükrullahda, Osman Gazinin vefati 710 (1310) senesinde, Idris-i Bitlisîde 721 (1321), Lütfi Pasada 718 (131 , Gibbonsun (Osmanli Imparatorlugunun Kurulusu, s. 33) adli eserinde 726 (1326) tarihinde gösterilmis olup, Asikpasazâde, Tâcut-Tevârih, Hammer, Ali ve Meskûkât kataloglari hep bu sonuncu tarihi kabul ederler. Halbuki elimizdeki 724 (1324) tarihli vakifnâme, Orhanin bu tarihte hükümdar oldugunu göstermektedir. Su halde Osman Beyin vefat tarihini 1324ten evvel veya o tarih baslarinda kabul etmek lazimdir. 723 Ramazan (1323 Eylül) tarihli Asporçe Hatun vakfiyesindeki kayda göre Osman Gazinin bu tarihte hayatta oldugu anlasildigindan vefati 1323 Eylül ile 1324 senesi Marti arasinda olmalidir."

Gerek bu görüsler, gerekse Bursanin fethi ve Osman Gazinin cenazesinin oraya nakli meselesi gözönüne alindigi zaman, vefat tarihinin 1326 yili olmasi icab eder. Bununla beraber Orhan Gazinin hükümdarliginin da 1324 yilinda oldugu kabul edilebilir.

Solakzâdenin, bize karayagiz, yassi burunlu, orta boylu, degirmi çehreli, ela gözlü, seyrek sakalli ayakta durdugu zaman kollarinin dizine kadar uzandigi, tatli sözlü ve heybetli biri olarak tasvir ettigi Osman Gazi, iyi bir idare, keskin ve saglam bir görüs, itidalli, yüksek kabiliyeti, rakiplerine kendisini sevdirmesi ve mücadelesinde planli hareketi, sabirli ve müsamahali olmasi ile etrafindaki asiretleri de nüfuzu altina almayi basaran bir kimsedir. "Fahrüddin" lakabini tasiyan Osman Bey, Bursanin fethi haberini ölüm döseginde almisti. Orhan Bey gibi degerli ve hayirli bir halef biraktigi için gözü açik gitmeyecekti. Osman Bey, ölüm döseginde iken etrafina oglu Orhan ile hükümetin büyükleri olarak kabul edilen gazilerden Turgut Alp, Seyh Ahi Semseddin, Ahi Hasan, Çandarli Kara Halil ve Kara oglan gibi devlet ricalini topladi. Onlara ve özellikle Orhana nasihatlarda bulunarak söyle dedi: "Ben ölüyorum, ama esef edip üzülmüyorum. Çünkü senin gibi bir halef birakiyorum. Adaletli ol, merhametli ol, iyi adam ol. Idare ettigin halka karsi esit muamele et, herkese karsi musavatli olup onlari himaye et. Islâm dininin nesrine çalis. Çünkü yeryüzündeki padisahlarin vazifesi budur. Ancak bu suretle Allahin lütfuna nail olursun. Bilmedigin seyleri ulemaya danis. Bir seyi iyice bilmeden harekete baslama. Sana muti (itaat edenleri) olanlan hos tut. Beni Bursada Gümüslü kubbeye (Gümüslü Künbet) defn et." Buna göre Osman, oglu Orhana Bursayi baskent yapma vasiyetinde de bulunmus oluyordu. Üç ay kadar önce kayinbabasi Seyh Edebaliyi, ondan hemen sonra da hanimi ve Edebalinin kizi olan Mal Hatun (Malhun Hatun)u kayb eden Osman Bey, bizzat kendi eli ile anlari Bilecikte defn etmisti. Osman Gazi öldügü zaman (dogum tarihinin farkh kabul edilmesine bagli olarak) 66 veya 69 yasinda idi. Techiz ve tekfini ile Çandarli Kara Halil ile imami Yahsi Fakih mesgul olmuslardi. Önce Sögütte muvakkaten defn edilen Osman Beyin nasi, daha sonra vasiyeti geregi Bursada Gümüslü Künbeddeki türbesine nakl edildi. Bu türbede, XVUI. asir baslarina kadar Osman Gaziye ait olan ve ziyaretçilere gösterilen iri taneli bir tesbih ile büyük bir davulun kasnagi vardi. Rivayete göre bunlar, Sultan Alaeddinin hediyeleri idi. Fakat ne yazik ki bu iki tarihî hediye XIX. asrin ortalarinda Bursada çikan bir yanginda yok olmuslardi.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre Osman Gazi, çok sade bir hayat yasadi. Elbisesi, Islâmin ilk muhariplerininki gibi sade idi. O, ne altin ne de gümüs birakti. Terekesi içinde fazla kiymetli bir sey yoktu. Kalan esya Denizli bezinden yapilmis sariklik bez, at için zirh takimi (yançuk), bir tuzluk, bir kasiklik, bir çift çizme, Alasehir dokumasindan kirmizi renkli sancaklar, sade bir kiliç (Ruhî ve Hammere göre iki uclu), bir tirkes, bir mizrak, bir kaç at, misafirlerine ikram için besledigi üç sürü koyun idi. Bunlardan baska iri taneli bir tesbih ile Selçuklu sultani tarafindan Karacahisarin fethinden sonra kendisine hediye edilen davulun kasnagi da zikr edilir.

Kendi döneminde kara lakabi ile anilan Osman Gazini saç, sakal ve biyiklari da kara idi. Türkmenler arasinda cesur kimseler için kullanilan bu lakab, ondan baska insanlar için de kullanilmistir. Nitekim Karasi Bey, Kara Iskender, Kara Yülük, Kara Yusuf ve Karakoyunlu gibi isimlerle zikr edilen bu neviden lakablara tesadüf etmek mümkündür.

Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osman Bey, bir yöneticide bulunmasi gereken bütün vasiflan kendi sahsinda toplamisti. O, adaletle hareket etme ve halka karsi cömertçe davranma gibi özelliklere de sahipti. Akinlarindan bizar duruma düsen Rum ahalî, onun himayesi altina girince her türlü taarruzdan masun ve mahfuz bulunuyordu. Bundan baska bütün haklari da teminat altina aliniyordu. Kendi tekfurlarindan görmedikleri âdilâne muameleyi, Osman Gaziye tabi olunca hemen elde ediyorlardi. Bu hal, devletin ilk kurulus yillarinda onun etrafinda toplanan cemiyeti kalabaliklastiran ve senlendiren sebepler arasinda sayilmaktadir. Beytülmalden hiç bir sey almadigi, kendi toprak ve sürülerinden elde edilen gelir ile geçindigi, tarihçilerin ittifakla söyledikleri gerçeklerdendir. Bu arada ganimetlerden kendi hissesine düsen miktar da onun varidatinin (gelirlerinin) bir kismini teskil ediyordu. Bir Germiyanlinin istegi üzerine halka tarh ettigi "Bac-i bazar" vergisi, reâyanin gönül hoslugu ile ödedigi ve Bizans vergileri ile mukayese edilemeyecek kadar az ve adaletli bir vergi idi.

Osman Gaziye, kendi döneminde daha sonraki Osmanli hükümdarlari için kullanilan sah, padisah ve sultan gibi ünvanlar verilmemisti. Diger bütün Türkmen beyleri gibi, baslangiçta sadece Osman Bey denildigi, istiklâlinden sonra da bazan "han" denildigi kabul edilmektedir
Son düzenleyen perlina; 5 Aralık 2016 15:33
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Ocak 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Osman Bey,

yerel ismi ile Otman Bey, Osman Gazi ya da I. Osman, (Osmanlı Türkçesi: عثمان بن أرطغرل, Osman bin Ertuğrul) (d. 1258, Söğüt – ö. 1326, Bursa) Osmanlı Beyliği'nin kurucusudur. Babası Ertuğrul Gazi, annesi ya da babaannesi, Hayma Ana'dır (Hayma veya Hayme Hatun). Oğuz Türkleri'nin Kayı boyundandır.

Yaşamının erken dönemleri hakkında güvenilir kayıtlar yoktur. Osman Bey'in soyuna ve boyuna ait bilgiler gelenekseldir ve en eskisi ölümünden 100 yıl sonra yazılmıştır. Bu eserler arasında en eskiden başlayarak Ahmedî (öl. 1414), Dâstân ve Tevarih-i Mûlûk-i Âl-i Osman', Şükrullah (öl. 1464), Behçetü't-Tevarih ve Âşıkpaşazade (öl. 1481), Tevarih-i Âl-i Osman adlı eserler isimlendirilebilir. Dönemine ait tüm çağdaş eserler büyük ölçüde 1422 ya da hemen sonrasında tarihlendirilen ve artık mevcut olmayan özgün bir metinden türemiş oldukları iddia edilmektedir.

Çağdaşı ünlü gezgin İbn Battuta, Osman Bey'in oğlu Orhan Bey'i, o dönemdeki başkent Bursa'da ziyaret etmiştir. 1283'te babası Ertuğrul'un ölümü ile babasının yerine Anadolu Selçuklu Devleti'nin "uçbeyi" oldu. 1299'da Anadolu Selçuklu Devleti'nin "büyük uçbeyi" oldu. Bu tarih, aynı zamanda birçok tarihçi tarafından Osmanlı'nın kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
Osman Bey, büyük uçbeyi olduktan sonra Bizans yönündeki faaliyetlerine hız verdi. Çünkü o dönemlerde Bizans; isyanlar, kargaşalar ve taht kavgaları içindeydi. Durumdan faydalanan Osman bey Karacahisar, Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i aldı. 1288'de beyliğin başkenti Bilecik'e taşıdı.

Bizans ordusu ile yaptığı Koyunhisar Savaşı'nı kazandı. Koyunhisar Savaşı, Bizanslılar ile Osmanlılar arasındaki ilk savaştır. Bazı tarihçiler, Osmanlı'nın kuruluş tarihi olarak, Koyunhisar Savaşı'nın kazanıldığı 27 Temmuz 1302 tarihini gösterirler. Bu savaşla birlikte Osman Bey'in adı ve Osmanlı Beyliği, Anadolu çapında tanınmıştır. Bu zafer dolayısıyla Anadolu'dan gönüllüler Osman Bey'in safında savaşmak üzere Batı Anadolu'ya akın ettiler. Bu zaferle İznik ve İzmit'in fethi kolaylaştı. Bursa kuşatıldı, fakat alınamadı.
Osman Bey, sağlığının bozulması nedeniyle 1320'de beyliğin yönetimini oğlu Orhan Bey'e bıraktı. 1326'da Söğüt'te nikris hastalığından öldü. Türbesi Bursa'dadır.

Osman Gazi, babası Ertuğrul Gazi'den yaklaşık 5 bin km² olarak devraldığı Osmanlı toprağını oğluna 16 bin km² olarak devretmiştir. İlk Osmanlı parası olan "akçe", Osman Bey'in zamanında basılmıştır. Bu akçeler bakırdandır,bu da devlet ekonomisinin gelişmekte olduğunu gösterir. Osmanlı padişahlarından II. Abdülhamit, Kütahya/Domaniç'in Çarşamba köyünde Osman Bey'in annesi veya babaannesi olan Hayma Ana'nın türbesini yaptırmıştır. Gündüz Bey veya Gündüzalp, Osmanlı Beyliği'nin kurucusu Osman Gazi'nin kardeşidir. Aydoğdu Bey'in babasıdır.
Son düzenleyen perlina; 5 Aralık 2016 13:37
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1258'de Söğüt'te, Ertuğrul Gazi ve Hayme Hatun'un çocukları olarak dünyaya gelen Osman Gazi, 1281 yılında Söğüt'te Kayı Boyu'nun yönetimine geçti. Henüz 23 yaşındayken Kayı Boyu’nu yönetmeye başlayan Osman Gazi’nin, aşiretin önemli kişilerinden biri olan Ömer Bey'in kızı Mal Hatun ile yaptığı evlilikten, kendisinden sonra Osmanlı'nın başına geçecek oğlu Orhan Gazi adında bir oğlu oldu. Osman Gazi’nin daha sonra evlendiği, Ahi Şeyhleri’nden Edebali'nin kızı Bala Hatun'dan da Alaeddin adında bir oğlu vardı.

1283 senesinde babası Ertuğrul Bey'in ölümü üzerine onun yerine Anadolu Selçuklu Devleti'nin uçbeyi olan Osman Bey, beyliğini başına geçtikten sonra ilk iş olarak, Türkmen boylarını etrafında topladı. İlk Osmanlı savaşı olarak bilinen, 1284 senesindeki, Bursa'nın İnegöl kazasına 10 km uzaklıkta bulunan Hamzabey köyündeki Ermeni-Beli savaşında, Osman Gazi’nin yeğeni Baykoca şehit düştü. Takip eden sene Osmanlı tarihindeki ilk kale fethi olan Kulaca Hisar'ın fethi gerçekleşti.

Osman Bey, büyük uçbeyi olduktan sonra isyanlar, kargaşalar ve taht kavgaları içinde olan Bizans’ın durumunu değerlendirerek, İmparatorluk üzerindeki faaliyetlerine başladı. Selçuklu Sultanı III. Alaüddin Keykubad’ın, Eskişehir ve İnönü bölgelerini Osman Gazi'ye vermesinin ardından, 1291 yılında İnegöl Tekfuru ile savaşıp Karacahisar'ı alarak, Sakarya taraflarına akınlar düzenleyen Osman Gazi, amcası Dündar Bey’i, Bizans Tekfurları ile ilişki kurduğu için 1298 yılında öldürttü.

Karacahisar, Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i Osmanlı topraklarına katmasının ardından 1288'de beyliğin başkentini Bilecik'e taşıyan Osman Gazi, birçok tarihçi tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş tarihi olarak kabul edilen 1299'da "büyük uçbeyi" oldu.

Bizans ile yapılan ilk savaş olan Koyunhisar Savaşı'nın kazanılmasıyla, Osman Bey'in adı ve Osmanlı Beyliği, Anadolu çapında tanınmış oldu. Buna dayanarak bazı tarihçiler, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş tarihi olarak 1299 yerine, Koyunhisar Savaşı'nın kazanıldığı 27 Temmuz 1302 olarak kabul ederler. Savaşın bir başka sonucu da Anadolu'dan, Osman Bey'in safında savaşmak üzere Batı Anadolu'ya yapılan ve Osmanlı’nın ilerlemesini hızlandıracak sonuçlar doğuran göçler oldu.

1303'de İznik kuşatıldı ve Marmaracık Kalesi fethedildi. Devam eden fetihlerle, 1306'da yapılan Dinboz Savaşı sonunda Kestel, Kete ve Ulubad kalelerinin alınmasının ardından Osmanlı, tarihinin ilk askeri antlaşmasını imzaladı.

1308 yılında Karahisar’ın fethiyle, bölgenin önemli ticari ve sosyal merkezlerinden biri olan İznik ablukaya alındı ve böylece Bizans'ın ticari yollarına hakim olundu. Zor durumda kalan Bizans halkından ve valilerinden, Harmankaya valisi Köse Mihal gibi müslüman olan ve kalesiyle Osmanlılar’a katılanlar oldu. Mihal’in yardımlarıyla Lefke, Mekece ve Akhisar bölgelerinin alınmasının ardından Osman Gazi, 1315 senesinde Bursa'yı da kuşattı ancak ele geçiremedi. Osman Gazi ayrıca, 1317 yılında Karatekin, Ebesuyu, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethetti, Akçakoca ve Kocaeli bölgelerini de Osmanlı topraklarına dahil etti.

Sağlığının bozulmasının ardından 1320'de hükümdarlığı devrettiği oğlu Orhan Gazi, Osman Bey’in ölümünden önce, 1321'de Mudanya ve Gemlik'i, 1323'de Akyazı ve Ayanköy'ü, 1324'de Karamürsel ve Karacabey'i, 1325'te de Orhaneli'ni Osmanlı topraklarına dahil etti.

1326'da Bursa'da Nikris hastalığından ölen Osman Gazi’nin geriye bıraktığı mal varlığı, bir at zırhı, bir çift çizme, birkaç tane sancak, bir kılıç, bir mızrak, bir tirkeş, birkaç at, üç sürü koyun, tuzluk ve kaşıklıktan ibaretti. Osman Gazi’nin türbesi Bursa'dadır.

Osman Gazi, babası Ertuğrul Gazi'den yaklaşık 5000 km² olarak devraldığı Osmanlı toprağını oğlu Orhan Bey’e 16000 km² olarak devretti. Osman Bey'in zamanında ilk Osmanlı parası olan "akçe", basıldı. Osman Gazi, Türk geleneklerine bağlı kalarak, beyliğe katılan yerleri kardeşine, oğluna ve silah arkadaşları arasında bölüştürdü. Kardeşi Gündüz Bey'e Eskişehir'i, oğlu Orhan Gazi'ye Karacahisar, Hasan Alp'e Yarhisar, Turgut Alp'e İnegöl bölgesi gibi Osmanlı'nın uç bölgelerini veren Osman Gazi, sınırların korunarak genişletilmesi planladı.

Osman Gazi fetihlerin yanı sıra, fethedilen yerlerin idareleri için gerekli teşkilatların da kurulmasına öncülük etti. İhtiyaca göre kanun mahiyetinde verdiği emirlerde Selçuklu kanunlarından da yararlanan Osman Gazi zamanında ilk kez vergi alındı. Selçuklular zamanında geçerli olan tımar yöntemi Osman Gazi zamanından itibaren sürdürüldü.

Dürüst, cesur, cömert ve tedbirli kişiliğiyle tanınan Osman Gazi, adaletli bir devlet adamı olarak bilinirdi. Osman Gazi’nin, Orhan Bey, Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey adında yedi erkek çocuğu ve Fatma Hatun adında da bir kız çocuğu vardı.
Son düzenleyen perlina; 5 Aralık 2016 13:37
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
8 Şubat 2010       Mesaj #6
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Osman GAZİ

  • Osman Gazi döneminde beyliğin temelini atıyor(Osmanlı Dönüm Noktalarıdır.)
  • Gaza ve cihat anlayışından dolayı Gazi olarak adlandırılır.
  • Batıya doğru İslamiyeti yaymaktır amacı.
  • Bizans tekfurlarıyla çatışmalar yaşanıyor, Bizans'tan topraklar alınıyor.
  • İlk savaşımız Koyunhisar Savaşıdır.
  • Bursa kuşatıldı alınamadı oğluna( Orhan Gazi'ye) vasiyet etmiştir alınmasını ve Orhan Gazi Bursayı fethetti.
Kısa olarak Osman Gazi Döneminden Önemli Bilgiler kendi çalışmalarımdan
hazırlayan _KleopatrA_
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Mart 2010       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kaynaklarin, sâlih, dindar, kahraman, cesur ve merhametli bir kimse olarak tanittigi Osman Gazi, üç günde bir yemek pisirtip fakirleri doyurmak, çiplaklari giydirip donatmak, dul ve yetimleri gözetip korumak gibi iyi hasletlere sahip bir kimse idi. Hak ve adalete saygili, üstün yeteneklere sahip bir hükümdar olan Osman Gazi, ününü kilicindan ziyade adalet severligi ile saglamisti.
Ad:  osman gazi 700x340.jpg
Gösterim: 2527
Boyut:  76.5 KB
Feth ettigi yerlerde ser'î hükümlere göre hareket eder, tebeasi arasinda irk, din ve milliyet farki gözetmezdi. Güçlü bir komutan oldugu kadar sabirli ve olgun bir idareci idi. Yaninda çalisanlar, kendisine karsi büyük saygi gösterirlerdi. En zorba kimseler bile onun huzurunda saygi ile hareket ederlerdi. O, kuvvet ve zenginlikten ziyade adalete daha çok önem veren, güçlü bir irade ve hosgörüye sahip bir hükümdardi.

Osman, Ertugrul Bey'in, Gündüz Alp ve San Yatu (Savci Bey)'den sonra Sögüt'te dünyaya gelen küçük ogludur. Ibn Kemâl, onun dogum tarihini Hicrî 652 (M. 1254) senesi olarak göstermekte ise de genellikle onun 656 (1258) senesinde dogdugu belirtilir. Bununla beraber bu tarihin 650 (1252) veya 657 (1259) oldugunu söyleyenler de bulunmaktadir. Sögüt'te dünyaya gelen Osman, Ertugrul Bey'in küçük oglu idi. Ertugrul Bey, 93 yasinda vefat edince, onun idaresi altinda bulunan asiretler, gerek kabiliyet, gerekse hareketliligi sebebiyle Osman'in, babasinin yerine basa geçmesini istiyorlardi. Gerçi Osman, babasinin son dönemlerinde ona vekâlet etmek suretiyle yönetimle ilgili konularda kardeslerinden farkli bir hüviyete sahip oldugunu ortaya koymustu.

Kardesleri bakimindan pek büyük bir sikintisi olmayan Osman, amcasi Dündar Bey'le ugrasacaga benziyordu. Zira Ertugrul Bey'in kardesi Dündar Bey de birlige reis olmak istiyordu. Bu yüzden Osman'la amcasi arasinda ihtilaf (anlasmazlik) meydana geldi. Zira, Kayi asiretinden baska bazi asiretler de Dündar Bey'in basa geçmesini istiyorlardi. Bununla beraber Osman'in reisligini isteyen taraf daha etkili görünüyordu. Bunun için Dündar Bey, reislik arzusundan vazgeçerek Osman'in asiret reisi olmasini kabul etmek zorunda kaldi.

Gerçekten, Osman Bey, Ertugrul Gazi'nin vefatindan sonra cesaret, mertlik ve ahlâkî meziyetleri sebebiyle asiret, kavim ve kabileye bas olacak bir vasifta görülmüstü. Amcasi Dündar Bey de dahil oldugu halde herkes ona itaat ve bagliligini bildirdi. Baslangiçta o, babasinin komsu Rum tekfurlari ile iyi geçinme siyasetine devam etti.

Asiretin basina geçtigi zaman yirmi üç yasinda bir genç olmasina ragmen, siyaseti iyi bilen, halim selim bir kimse olmakla birlikte, gerçekleri savunma konusunda korkusuz ve cesurdu. O, tam bir cihad eri idi. Bu sebeple Osman Bey, kisa zamanda etrafinin yigitlerden meydana gelen bir hâle ile çevrelendigini gördü. Bu hâlenin içinde Konur Alp, Turgut Alp, Abdurrahman Gazi, Akça Koca, Gündüz Alp, Karamürsel, Saltuk Alp, Samsa Çavus gibi isimler vardi. Büyük bir kismi garip ve vatanlarinı birakip gelmis olan bu insanlarin, Osman Bey etrafinda toplanmalari, devletin güçlenmesine sebep olmustu. Osman Bey, bunlarin tabiî bir lideri durumuna geldi. Bundan baska, Osman Bey'in, Uc'lardaki Türkmenler arasinda büyük bir nüfuza sahip olan Seyh Edebali ile yakinlik ve akrabalik tesis etmesi, basta ahiler arasinda olmak üzere Uc'lardaki diger topluluklarin kendisine baglanmasina sebep oldu. Böylece Osman Gazi, kendisini hem etrafindaki asiret reislerine sevdirmis, hem de
onlarin kendisine bagladigi umutlari bosa çikarmamisti. Gerçekten de o, çevresindeki Türkmen komsulari ile mümkün mertebe çatismaya girmemek için gayret sarf ediyordu.

Ertugrul Bey'in üç oglu arasinda Osman Bey'e düsen taht, kardeslerini birer saltanat rakibi olarak degil, yeni devletin kurulup gelismesinde müsterek bir gayretle el ele verdiren ve saltanat ihtirasi yerine, feragat, fedakârlik ve basirete götüren bir metod takip etmelerinin sebebi nedir? Ileride tafsilatli bir sekilde anlatilinca görülecegi gibi, Osman Gazi de kendisine yurt ve istiklâl veren Selçuklu sultanina karsi ayni hassasiyeti göstermis, o, hayatta bulundugu müddetçe istiklâlini ilân etmemisti. Böylece o, edep ve irfani, sahsî ve nazarî kaliplar halinde birakmayip devlet bünyesinde de ifadesini bulan bir anlayis olarak cemiyete mal olmustu.

MsXLabs.org & OT
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 4 Aralık 2016 22:17
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Mart 2010       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Abbasî halifesi en-Nâsir li-Dinillah (575-622/1180-1225) rehberliginde kuruldugu kabul edilen ahilik, kisa zamanda Islâm ülkelerinde tesirini göstermeye basladi. Son derece düzenli ve disiplinli olarak çalisan bu teskilât, miladî X. asirda genellikle ilk Müslüman Türk devleti kabul edilen Karahanlilar vasitasiyla Türk dünyasinda da boy göstermeye basladi. XI. asrin ikinci yansindan (1071Malazgirt) sonra, kapilarini Müslüman Türklere açmis bulunan Anadolu'ya, dogudan birçok göçler olmustu. Daha önce de Anadolu'nun Urfa'dan (Sanliurfa) baslayarak Adana'ya kadar giden sinirlarindan, zaman zaman giren Abbasî ordulari, Nigde, Nevsehir, Kirsehir, Kayseri, Yozgat ve Ankara bölgelerine akinlar yapmislardi.

Ad:  osman gazi devlet idaresi 390x530.jpg
Gösterim: 2882
Boyut:  59.1 KB
Ordu mensuplarindan bir kismi akinlar sonunda ele geçirilen bu yerlerde bazan da yerlesip kaliyorlardi. Özellikle VIII. yüzyilin ikinci yansindan itibaren Abbasî ordusunun ayrilmaz bir parçasi durumunda olan Türkler de, bu ordu ile Anadolu'nun içlerine kadar gelmislerdi. Türkler, iklim ve jeolojik yapi bakimindan Orta Asya'ya benzeyen Kirsehir yöresini begenerek burayi yerlesim bölgesi olarak seçmislerdi. Bundan sonra normal ve isteyerek devam eden göçleri, XIII. asirdaki Mogol istilasindan kaçma takib etti. Bu istiladan önceki göçlerde daha iyi bir iklime gelme, hayvanlar için daha iyi bir kislak ve yaylak bulma düsüncesi hakimdi. Bu sebepledir ki, Mogol baskinindan önce gelenler, daha ziyade göçebe, asker ve hayvan yetistiricisi idi. 1225 tarihinden sonra gelenlerin ekonomik ve sosyal durumlari, bu ilk gelenlerden daha farkli idi. Zira, korkunç bir katliamdan kurtulmak için gelen bu sonuncular çogunlukla, esnaf, tüccar, zengin ve sanatkârdi. Bu yeni göçmenler, geçimlerini saglayabilmek için, yerli ve müslüman olmayan esnafla rekabete girmek zorunda idiler. Bu rekabetin kuvvetli, tesirli ve kisa zamanda meyvesini verebilmesi için bunlarin birlesip bir teskilât içinde hareket etmeleri gerekiyordu. Bu teskilât, özellikle hayvancilikla ugrasan, baska bir ifade ile atli göçebelerin ihtiyaç duyduklari bir sahaya cevap vermeliydi.

BU DIPNOTUN YERI NERESİ


Böyle bir çalisma faaliyetinin içinde bulunuldugu sirada yeni bir Mogol tehlikesi bas gösterdi. Bu tehlikenin merkez üssü Anadolu idi. Daha önce gelip buraya yerlesmis bulunan Müslüman Türkler için büyük bir tehlike olan Mogollara karsi bazi kimselerin farkli sahalarda faaliyette bulundugu görülür. Bunlar: Ahi Evran ismiyle bilinen Seyh Nasirüddin Mahmud (ö. 1262), Baba Ilyas, Haci Bektas ve Mevlânâ Celâleddin Rumî gibi önemli sahsiyetlerdi. Bas gösteren Mogol tehlikesine karsi farkli alanlarda halki irsad etmeye yönelik çalismalardan birisi de esnaf ve sanatkâri bir birlik altinda toplamaya muvaffak olan Ahi Evran tarafindan yapiliyordu. Böylece o, sanat ve ticaret ahlâkini, üretici ve tüketici menfaatlerini güven altina almayi, bu vesile ile kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde, onlara yasama ve direnme gücü vermeye çalisiyordu. Bu yüzden ilk defa Kirsehir'de XIII. yüzyilda kurulan ahilik, kisa bir zaman içinde Anadolu'nun hemen her tarafina yayilmis oldu. XIV. asir Islâm dünyasi ile birlikte Türklük âlemini canli levhalar halinde gözlerimizin önüne seren Ibn Batûta (1304-1369), Anadoludaki seyahatlerinde, kaldigi birçok ahi zaviye ve tekkesinden bahsetmekle kalmaz, onlar hakkinda genis ve doyurucu bilgiler de verir.
Anadolu'daki ekonomik ve sosyal hayatin düzenlenmesinde XIII. yüzyildan itibaren büyük bir rol oynadigini gördügümüz Ahilik, sanatkâr ve esnaf zümreleri arasinda yayilmis, sosyoekonomik özelligi agir basan bir teskilat olarak görünmektedir. Anadolu'nun sosyal ve ekonomik yapisina Müslüman Türk sanatkâr ve esnafinin is ahlâki, insan terbiye ve egitimi, fazilet sahibi olma, sosyal yardimlasma ve dayanismada örnek olma gibi hususlarda etkili olan bu teskilat hakkinda bir hayli bilgiye sahip bulunuyoruz.

Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan ahiligin oynadigi rol, küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Gerçekten de Osman Bey'in faaliyetleri esnasinda Anadolu'da ahilik, büyük bir güç olarak faaliyetlerine devam ediyordu. Osman Bey, ahi reislerinden olan ve Eskisehir civarinda Itburnu denilen mevkide tekkesi bulunan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenmekle ahilerin nüfuzundan yararlanabilmistir. Seyh Edebali, o havalinin en itibarli ve sözü dinlenen, kendisine hürmet edilen bir sahsiyeti idi. Sam taraflarinda tahsilini ikmal etmis, zengin, tekke ve zaviye sahibi bir kimse idi. Herkese yardim eden bir kimse olmakla birlikte fakir ve dervis görünümlü olmayi tercih eden bu zatin damadi olmakla Osman Bey, ahilerin gücünden istifade etmisti. Nitekim Seyh Mahmud Gazi, Ahi Semseddin ve oglu Ahi Hasan ile sonradan Osmanlilarda kadi, kadiasker ve vezir olan çandarli (Cendereli) Kara Halil de ahilerden olup bunlarin tamami Osmanli Beyliginin kurulmasinda ve büyümesinde hizmet etmislerdi.

Gerçekten, bu dönemde Anadolu'nun sosyal bünyesine hakim olan ulema, dervis, sanatkâr ve kahramanlar kadrosunu bir arada düsünmemiz gerekir. Mücahede sevkini ve Islâm birligi susuzlugunu en ileri ve yüksek voltaja ayarlamasini bilen bu iman adamlarinin, Selçuklulara müvazi bir mukadderat çizgisi üstünde yürüyecek olan Osmanli Beyligi'nin kurulusu hadisesine fiilen katilmis olmalari, devletin ve Islâm ümmetinin bir talihi olmustur. Öyle ki bir tarafta olgun, sözü dinlenir ve seviyeli bir seriat ulemasi ile beraber yürüyen, Sünnî ve muhtesem bir tasavvuf anlayisinin dogurdugu teskilât; öbür tarafta Âsik Pasazâde'nin, Gaziyan-i Rûm, Abdalan-i Rûm, Ahiyan-i Rûm, Bâciyan-i Rûm dedigi organize ve hamasîdinî teskilât. Biraz önce de belirtildigi gibi gerek Osman Bey, gerekse onu takib eden ilk hükümdar ve sehzâdeler ile idare ve devlet adamlari, tasavvuf müessesesinin veya yine bu teskilatin müsterek esaslarina sahip ahiligin gaye, terbiye ve disiplinine göre yetismis, cesur, dinamik, mert ve iç âlemleri kontrollü kimselerdi. Bu sebeple yeni devlet, muhtesem oldugu kadar âdil ve müsavatçi bir idare tezgahina, renk, sekil ve ahenk yetistiren bir iç ve dis kuvvetler dengesini dünyaya hediye etmeye hazirlaniyordu.
Hem akil hem de imanla desteklenen yeni devlet, adeta tabiatin himayesine kabul edilerek daha ilk yillarda mücahid ve yekpare çehresini kazanmisti. Su da var ki, Osman Bey'in etrafini çevreleyen ilim ve hikmet kadrosu, yalniz yasadiklari devrin irfan, iman, ahlâk, idare ve hukuk haritasini çizmiyorlardi. Onlarin hizmet ve hedefleri, bir hanedan veya bir zümre ile belirli bir zamana has degildi. Bir medeniyet ve ideolojiyi devirler ölçüsünde gerçeklestirmek için genç padisahin sahsinda gelecek han, hakan ve kütlelere yol açip öncülük ediyorlardi.
Böylece yeni devlet, tam bir ahenk ve üslup ile ise baslamis, müsterek bir tezgahin basinda, istikbalin dokusunu örmeye ve gelecek zamanlara miras birakmaya hazirlaniyordu.

Görüldügü gibi, devleti, bir yandan mantikî, bir yandan da manevî temellere oturtan Osmanlilar, merkezî ve idarî otoritenin, politika ahlâkini kontrol eden bir yardimci kuvvetler halkasi tesis etmekle de icra ve tesriî organlarini hak ve adalet unsurlarinin murakabesine vermis oldular.
Gerçekten, Avrupa'nin kuvvetten baska bir güç ve otorite tanimadigi bir dönemde, yeni yeni filizlenip gelisen Osmanli Devleti'nde adalet, hak ve hukuk prensiplerine göre davranip hareket etmek babadan ogula nesilden nesle (neslen ba'de neslin) vasiyet ediliyordu. Hoca Saadeddin Efendi (tarihçi, Seyhülislâm), Osman Gazi'nin, oglu Orhan'a olan vasiyetini su ifadelerle nakleder:
"Dilerim ey sahib-i ikbâl u câh
Etme sen cânib-i zulme nigâh
Adl ile bu âlemi âbad kil
Resm-i cihâd ile beni sâd kil
Râh-i cihâd içre edüp ictihâd
Memleket-i Rum'da kil adl u dâd..."
Görüldügü gibi Osman Gazi, devlet iç teskilâtinda sakat ve zayif bir taraf birakmamak, bir çatlak ve gedige meydan vermemek için basta devlet adamlari olmak üzere her ferdin kendi durumuna göre Islâm'in arzuladigi adalet anlayisi çerçevesinde hareket etmesini istemektedir. Osmanlilarda, nesilden nesile vasiyet edilerek devam eden bu anlayisin sonucu olarak ortaya çikan uygulamaya bakan Gibbons, Osmanlilari sevmemekle birlikte su sözleri söylemekten kendini alamaz:
"Yahudilerin toptan öldürüldügü ve engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtigi bir devirde Osmanlilar, idaresi altinda bulunan çesitli dinlere bagli kimseleri baris ve ahenk içerisinde yasatiyorlardi. Onlarin müsamahakârligi, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydî neticesi meydana gelmis olsun, su vak'aya itiraz edilemez ki, Osmanlilar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini (prensibini) temel tasi olmak üzere vaz' etmis ilk millettir. Ardi arkasi kesilmeyen Yahudi ta'zibati (iskence) ve engizisyona resmen yardim mesuliyeti lekesini tasiyan asirlar esnasinda, Hiristiyan ve Müslümanlar, Osmanlilarin idaresi altinda ahenk ve baris içinde yasiyorlardi."
MsXLabs.org & OT
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 4 Aralık 2016 21:51
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Mart 2010       Mesaj #9
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Osmanli kaynakları, tamamen ilahî takdirin bir tecellisi sonucunda, Osman Gazi'nin gördügü bir rüya ve buna bagli olarak evliliginden bahsederler. Osmanli kaynaklarinda birbirine yakin ifadelerle anlatilan bu rüya, Hammer gibi Bati'li yazarlar tarafindan biraz da hayâl gücü ile süslenerek bir sahne oyunu gibi dramatize edilir.

Devrin, egitim, din, kültür, sosyal, ekonomik ve hatta folklorik anlayisi hakkinda fikir vermesi bakimindan bu rüyayi degisik kaynaklardaki anlatilislarini günümüz Türkçesine yakin bir ifade ile buraya almakla dönemin anlayis ve fikrî seviyesi bakimindan bir degerlendirme yapmaya imkan vermis olacagiz.
"Osman Gazi biraz aglayip dua ve niyaz eder. Derken uykusu gelip uyur. Rüyasinda kerameti açik ve belli olan bir seyhin kendi halki arasinda bulundugunu görür. Herkes bu seyhe güvenirdi. Aslinda onun dervisligi gizli idi. Öyle görünürdü. Dünyaligi, mali, mülkü ve koyunlari çoktu. ilim sahibi bir kimse idi. Misafirhanesi devamli herkese açikti. Osman Gazi, bu dervise konuk olurdu. Osman Gazi rüyasinda bu azizin kusagindan bir ayin dogdugunu ve gelip kendi koynuna girdigini görür. Bu ay, Osman Gazi'nin koynuna girince hemen onun göbeginden bir agaç biter ki gölgesi dünyayi tutar. Gölgesinin altinda daglar var, her dagin dibinden sular çikar, o sulardan da kimileri içer, kimileri bahçe sular kimileri de çesmeler yaptirir. Osman Gazi gelip bunu seyhe haber verir. Bunun üzerine seyh Osman'a "Ogul Osman, padisahlik sana ve senin nesline mübarek olsun ve benim kizim Malhun Hatun senin helalin oldu." deyip hemen nikahini kiydi.
Âsikpasazâde, Osman Gazi'nin rüyasini yukaridaki ifadelerie anlatirken Nesrî su ifadelerle olayi nakl eder:
"Meger Osman'in halki arasinda aziz bir seyh vardi. (Ona) Edebali derlerdi, gayet kemal sahiplerindendi. Veliligi, kerameti belli olmustu. Halkin itikad ettigi kimse idi. Bütün illerde meshur olmustu. Rüya ilmini iyi bilirdi. Dünyaligi sonsuzdu. Fakat fakirmis gibi görünürdü. Hatta (kendisine) dervis (fakir) lakabi ile hitab ederlerdi. O, bir zâviye yapip gelene ve gidene hizmet ederdi. Zaman zaman Osman da onun zâviyesinde misafir olurdu. Bir gece Osman Gazi, rüyasinda bu seyhin koynundan bir ay çikarak, gelip kendisinin koynuna girdigini, hemen göbeginden bir agaç bittigini, âlemi tuttugunu, gölgesinde daglarin bulundugunu, bu daglarin dibinden pinarlarin çikip aktigini, kiminin bahçesini suladigini, kiminin çesmeler akittigini görür. Osman Gazi, ertesi gün gelip bu düsünü o azize anlatti.

Seyh ona "Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ sana ve senin evladina saltanat verdi. Bütün dünya evladinin himayesi altinda olacak, hem de kizim Mal Hatun sana helâl (es) oldu" diyerek, hemen kizini Osman Gazi ile evlendirdi. Osman Gazi'nin düsünü yordugu sirada, Seyh'in Turgut adli bir müridi de orada bulunuyordu. "Ya Osman, sana padisahlik verildi, sükrâne (olarak) bize ne verirsin?" dedi.
(Osman) "Sana bir sehir vereyim" dedi.
Dervis "Su köycegize de raziyim, bana bir nâme (yazili kâgit, mektup, belge) ver" dedi.
Osman Gazi "Ben yazi yazmasini bilmem. Bir su kabi ile bir kilicim var. (Onlari) nisan olsun diye sana vereyim. Benim evladim anlari senin elinde görüp ibka etsinler" dedi.
O su kabi ile kiliç onlarin elinde kaldi. Simdi dahi padisah olanlar, onu (o köyü) görüp ziyaret ederler, o dervisin evladina nimetler (verirler) ve ihsanlar ederler.
Bu Edebali dedigimiz seyh, yüz yirmi yasinda öldü. Ömründe, birini gençliginde, digerini de yasliliginda (olmak üzere) sadece iki hatun aldi, ilk hatununun kizini Osman Gazi'ye verdi, sonraki hatunu Taceddin Kürd'ün kizi idi. Hayreddin Pasa ile bacanak oldular.

Bu menakib, Edabali oglu Mehmed Pasa'dan nakledildi. Ayni rüya, Solakzâde tarafindan da su sekilde verilmektedir:
"Osman Han, merhum babasinin yoluna devam ederek, Anadolu'daki kumandanlar arasinda ve gaza meydaninda kendini gösterdi. Âlimlere ve seyhlere çok fazla itikadi vardi. O zamanin yüce makam sahibi, hal bilen seyhi, Seyh Edebali hizmetine devam ederek onun dua ve hürmetini rica ve istid'a ederdi. Bir gece âdeti oldugu üzre, Cenâb-i Allah'a münacatta bulunup hâcet dilerken, kendileri uykuya daldilar. Rüya âleminde, Seyh Edebali'nin koynundan bir ayin dogup gelerek kendi koynuna girdigini gördüler. Bu ay kendisinin göbeginden nihayeti olmayan bir agaç seklinde biterek dali ve budagi ile bütün dünyayi kusatir. Cihan halkinin bir kismi bostan sular, bir kismi ziraat yapar, bir kismi seyran eder, bir kismi da dolasir.

Osman Gazi bu güzel yerden uzak kalinca sabah namazini eda edip seyh hazretlerinin huzuruna varir. Gördügü rüyayi bir bir anlatir. Seyhin bu rüyayi tabir etmesini diler. Seyh Edebali biraz kendi iç âlemine baktiktan sonra basini kaldirip Osman Gazi'ye;
"Ey yigit müjdeler olsun! Sana ve senin nesline padisahlik verildi. Rüyanda gördügün o ay, koynumdan çikip senin koynuna girdi. Sen benim kizimi alip bana damad olacaksin. Bundan çocuklarin ve soyun olacak. Kiyamete kadar yedi iklimde hüküm süreceklerdir" dedi.
Seyh Edebali hemen orada bulunan Müslümanlarin huzurunda kizi Rabia'yi Osman Gazi'ye nikahladi. Orhan Gazi bundan dünyaya gelmistir.
Daha önce de temas edildigi gibi Osmanli kaynaklari tarafindan tamamen ilahî bir takdirin tecellisi gibi nakl edilen bu rüya, Hammer gibi Batili yazarlarca degisik sekillerde verilir. Hammer, benzer rüyalarin görüldügüne dair haberlerin çok eskilere dayandigini ve hemen hemen birçok padisah, hükümdar ve hanedan için böyle rüyalarin görüldügüne dair nakillerin bulundugunu ifade ile söyle der:
"Büyük padisahlarin dogumundan önce gelecekte nail olacaklari (ulasacaklari) güç, kudret ve kuvveti göstermek üzere bu neviden rüyalarin nakli Sark (Dogu) tarihçilerinde zaman zaman görülen bir istir. Bununla beraber bu âdet, sadece onlara has bir is degildir. Benzer haberler, gerek çagdas, gerekse eski Bati tarihçilerinde de görülür."

Osman Gazi ile ilgili rüya hakkinda böyle diyen Hammer, kendisi de ayni rüyayi degisik ifadelerle anlatmaktan geri kalmaz. Bu sebeple biz de Osmanli kaynaklari ile Hammer'in ifadesini karsilastirmak isteyenlere bir kolaylik olsun diye onun verdigi bilgiyi de temel hususiyetlerini bozmadan özet halinde vermek istiyoruz:
Karamanın Adana sehrinde dogmus olan Seyh Edebali, Suriye'de (Sam'da) Fikih (îslâm Hukuku) tahsil ettikten sonra Eskisehir'e yakin Itburnu köyüne gelip yerlesmisti. Osman, zaman zaman oraya gelip seyhle görüsürdü. Osman bir gece Edebali'nin kizi Malhatun'u görüp âsik oldu. Fakat seyh, Osman'in iyi niyetine tam olarak güvenemedigi ve bu genç ile kizi arasinda mevcud olan esitsizligi göz önünde bulundurarak evlenmelerini uygun görmedi. Osman, derdini silah arkadaslarina ve komsularina açar. Bunlardan biri olan Eskisehir beyi, Osman'in anlatmasi üzerine Malhatuna gönül verir. Kizi kendisi için istedi. Fakat o da geri çevrildi. Edebali, Osman'dan çok Eskisehir Beyi'nin öc almasindan korktugu için, o beyin topraklarini terk ederek gelip Ertugrul bölgesine yerlesti. Bu yer degisimi, iki bey arasinda büyük bir düsmanliga yol açti.

Bir gün Osman, kardesi Gündüzalp ile birlikte komsusu ve dostu olan Inönü beyinin evinde iken, Eskisehir beyinin müttefiki ve Harman Kaya hakimi olan Köse Mihal ile birdenbire çikageldigi görülür. Bunlar, ellerinde silahla Osman'in kendilerine teslim edilmesini istiyorlardi. Inönü beyi, gerçek misafirperverligin bu sekilde bozulmasini kabul etmeyerek onlari vermeyecegini söyledi. Bu esnada Osman ile Gündüzalp ileri atilip mücadeleye basladilar. Eskisehir beyi korkup kaçarken Köse Mihal esir alindi. Bunun üzerine Köse Mihal kendisini esir alan bu güçlü insana karsi bir sevgi duydu ve ona tabi oldu. Daha sonra Osman, babasinin yerine geçince, Köse Mihal atalarinin dinini birakarak Müslüman oldu. O andan itibaren de Osman'in yükselmekte olan gücünün saglam dayanaklarindan biri oldu.

Böylece Osman, Rumlar arasinda bir dost kazanmis, ama henüz sevdigi insana kavusamamisti. Aradan iki yil geçti. Bu iki sene zarfinda kuskular ve süpheler onun yakasini birakmiyordu. Ondan sonra Mal Hatun'un babasi, Osman'in sebatkârligindan duygulanarak ilahî bir isaret olarak gördügü rüyayi onun lehinde yorar. Buna göre: Osman Gazi, Seyh Edebali'ya misafir olarak gelir. Sabirla yatagina girip yatar. Uyuyunca su rüyayi görür:
Ev sahibi yaninda yatiyordu. Birdenbire ev sahibi Edebali'nin gögsünden bir hilâl çikti. Gittikçe büyüyen hilâl tam bir dolunay seklini alinca gelip kendi koynuna girer. Ondan sonra yanlarindan bir agaç belirir. Bu agaç dallanip budaklaniyor, gittikçe güzellik ve yesilligi artiyordu. Dallarin gölgesi, üç kita ufuklarinin nihayetlerine kadar karalari ve denizleri kaplayiverdi. Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlar gibi dört büyük siradag silsilesi, bu yapraklar çadirinin dört destegi gibi görünüyordu. Agacin kökünden deniz gibi gemilerle örtülmüs olarak Dicle, Firat, Nil ve Tuna fiskiriyordu. Kirlar, ekinlerle çevrilmisti. Daglar ise sik ormanlarla taçlanmis bulunuyordu. Bu daglardan çikan bereketli sular, gül bahçeleri ve servilikler arasinda dolasa dolasa akiyordu. Uzaktan kubbeler, ehramlar, dikili taslar, sütunlar, hasmetli kulelerle süslü sehirler görünüyordu. Bütün bunlarin zirvelerinde birer hilâl parildiyordu. Minarelerin serefelerinden ezanlar, mü'minleri namaza çagiriyordu. Tam bu sirada hizla esen bir rüzgâr çikmisti. Agacin yapraklarini dünyanin bütün sehirleri üzerine, özellikle iki denizin birlestigi, iki karanin kucak açtigi iki dünyayi çeviren bir halkanin en degerli tasi niteliginde olan Istanbul'a dogru savuruyordu. Osman, halkayi (yüzügü) parmagina geçirmek üzere iken uyandi.
Böylece, Osman ile Mal Hatun'un birlesmesinden dogacak olan soyun kuvvet ve kudretini tahmin ettirmekte olan bu rüyanin tabiri, genç
savasçinin Edebali'nin kizi ile evlenmesinde araya giren engelleri bertaraf ediverdi. Dügün söleni, hükümdarlarin dügünü gibi degil, Peygamberin seriatina ve gösterdigi örnege uygun olarak yapildi. Iki sevgilinin nikâhini, Edebali'nin müridlerinden müttaki bir zat olan Turud (baska kaynaklarda Turgud) adindaki dervis kiydi.
Bu evlilik münasebetiyle olsa gerek ki,

Osman Bey, zevcesine (esi) Bilecige bagli Kozagaç adindaki köyün gelirlerini pasmaklik olarak tahsis etmistir. Bilahare o da bu hasilati, tekkeye vakf etmistir. Bu konuda 985 (1577) senesi tarihini tasiyan ve Bilecik kadisina gönderilen bir hükümde söyle denilmektedir:
"Bilecik kadisina hüküm ki, ecdad-i izamimdan merhum Sultan Osman Han elayhi'rrahme ve'l-gufran, mesayih-i izâmdan Edebâli merhum'un kerimesin tezevvüc eylediklerinde kaza-i mezbûre tabi" Kozagaç nâm karyeyi pasmaklik ihsan etmegin müsârun ileyha dahi karye-i mezbûrenin mahsûlun zâviyesine vakf edüp âyende ve revendeye sarf olunurken hâla karye-i mezkûrede sâkin olan...
Tarihlerde, Osman Bey'in zevcesi olarak gösterilen Mal Hatun veya Rabia Hatun, Seyh Edebali'nin Osman'la evlendirdigi, Orhan ve Alaeddin'in annesi olarak belirtilmektedir. Halbuki Gazi Orhan Bey'in 724 (1324) tarihli vakfiyesinde "Mal Hatun bint Ömer" kaydinin olmasi bu kadinin Seyh Edebali'nin degil, Ömer Bey'in kizi oldugunu göstermektedir. Ayni sekilde birçok tarihteki rivayetlere göre Mal Hatun ve babasi Seyh Edebali, Osman'in vefatindan üç ay önce Bilecik'te vefat etmislerdir. Halbuki vakfiyede ismi geçen Mal Hatun, Osman Bey'in vefatindan sonra hâla hayattadir.

Mal Hatun, herhalde Osman Bey'in oglu Orhan'in annesi idi. Osman Bey'in öbür zevcesi (esi) ve Seyh Edebah'nin kizi olan Bâlâ Hun (Bala Hatun) ise muhtemelen Osman Bey'in oglu Alâeddin'in annesi idi.
MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen perlina; 5 Aralık 2016 15:49
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
19 Mart 2010       Mesaj #10
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Şeyh edebalinin osman gazi ye nasihati.jpg
Gösterim: 2482
Boyut:  71.7 KB
Osmanli tarihinin en dikkate layik sahsiyetlerinden biri olan Osman Bey, bir devlet kurucusu olarak tarih sahnesinin önemli kisilerinden biridir. Gerçekten de Selçuklu Bizans hududlarinda tesekkül eden bir uc beyliginin kisa bir müddet içinde büyüyerek tarihin akisini degistirecek bir güç ve kuvvete erismesi, yeni bir din ve kültürün tasiyicisi olarak eski Bizans Imparatorlugunun enkazi üzerinde kurulan yeni devlete Müslüman Türk damgasini vurabilmesi hadisesi, tarihçiler arasinda henüz tam anlamiyla izah edilememis bir mesele halinde münakasa edilmektedir.

Tarihte benzerine ender rastlanilan bir devletin kurucusu olarak Osman Bey ve ondan sonra gelen haleflerinin sahsî meziyetleri bu gelismede büyük ölçüde rol oynamis görünmektedir. nitekim bu konuya dikkat çeken yabanci bir arastirici, Osmanli Devleti'nin kudret kaynagi olarak gördügü üç ana unsurdan birinin hükümdarlarinin sahsiyetleri oldugunu belirtir.

Bir devletin gelisip büyümesinde hükümdarlarin kabiliyet, ileriyi görüs, anlayis ve hareketlerinin önemli derecede rol oynadigi bilinmektedir. Bu durum, günümüzden önceki asirlarda daha büyük bir ehemmiyet arz ediyordu. Bu anlayistan hareketle Osman Gazi'ye baktigimiz zaman, onun gerek siyaset, gerek adalet ve gerekse halkina karsi olan sevgi ve merhamet bakimindan devrine göre özel bir yeri oldugu görülür. Bu sebepledir ki tarihler, onun, babasinin yerine geçtikten sonra Karacahisar'daki faaliyetlerinden bahs ederlerken söyle derler:
"Osman, bey ünvanini alip beyligin basina geçtikten sonra ikametgâhi olan Karacahisar'daki kiliseyi camiye çevirdi. Bir imam ve hatip tayin etti. Bir de her türlü islere bakmak ve halk arasinda meydana gelen davalari hafta sonu olan Cuma günlerinde karara baglamak için bir Molla (Kadi) seçti. Kayinbabasi Edebali ve dört silah arkadasi (kardesi Gündüzalp, Turgutalp, Hasanalp ve Aykutalp) ile istisare ettikten sonra, Seyh Edebali'nin talebesi olan Karamanli Dursun Fakih'i imam olarak tayin etti. Pazarlarda din ve milliyet farki gözetmeksizin düzeni koruma görevini de ona verdi.

Bir Cuma günü Germiyan Türk Beyi Alisir'in tebeasindan bir Müslüman ile Bilecik Rum liderine bagli bir Hiristiyan arasinda çikan kavgada Osman, Hiristiyanin lehine hüküm verdi. Bunun üzerine bütün ülkede Ertugrul'un oglu Osman'in hak ve adalet severüginden söz edilmeye baslandi. Bunun sonucunda da halk Karacahisar pazarina daha çok gelmeye basladi.
Sâmiha Ayverdi'nin ifadesi ile "Müslüman Türkler aleyhine hakikatleri degistirmeyi muamele ve âdetleri haline getirmis olan Garpli tarihçiler arasinda bulunan Gibbons, zaman zaman gerçekleri teslimden de geri kalmayarak yakistirmaciliktan vaz geçer. Osmanli Imparatorlugu'nun Kurulusu adli eserinde Osmanlilar aleyhinde iftira derecesine varacak sekilde ifadeler kullanan Gibbons, Osman Bey'den bahs ederken su sözleri söylemekten de kendini alamaz: "Osman, etrafini teshir eden icazkâr bir sahsiyetti. Öyle bir sahsiyet ki, kabiliyetleri itibariyle kendisi ile rekabet edecek olanlar veya kendisinden üstün olanlar bile maiyetinde seve seve hizmet ederlerdi. Osman, isinin erbabi adamlari kullanacak kadar büyük bir adamdi. Orta kirattaki bir çok kimsenin yaptigi gibi, rakiplerini aradan çikarmak ve etrafina yalniz kendisinden asagi simalari toplamak suretiyle üstünlügünü meydana koymak ihtiyacini duymazdi. Gerek kendini, gerekse baskalarini inzibat altinda tutmayi bilirdi. Bir bina kurucu, binasindan belli olur."

Gerçekten, Osman Gazi'nin gerek hak ve hukuk anlayisi, gerekse insanlari belli bir düzen içinde disiplinli bir sekilde çalistirmasini bilmesi, onu zamanindaki birçok idareciden daha üstün bir sahsiyet haline getirmisti. Zira bina kurucu binasindan belli oluyordu. Bu sebeple olsa gerek ki halk, onun idaresindeki sehirlerin pazarlarinda haksizliga ugrama korkusu olmadan alis verisini yapiyordu. Bu da ekonomik bakimdan oldugu kadar sosyal ve idarî bakimdan da komsu ve çevre hükümdarlarin tebeasi bulunanlarin (uyrugunda olanlarin) psikolojik olarak Osman Gazi ile beyligine sempati ve hatta gipta ile bakmasina sebep oluyordu.

Osman Gazi'nin, çevresindeki bir çok pürüzü ortadan kaldirip hakimiyetini tesis etmesi de bu anlayisla mümkün olmustur. Nitekim, Osmanlilar hakkindaki ilk Türkçe kaynak olarak kabul edilen Ahmedî'nin manzum eserinde:
"Oldi Osman bir ulu gâzi kim ol,
Nereye kim vardiysa buldi yol"
seklindeki ifadesinden de anlasildigi gibi Osman Gazi, sahsiyeti, anlayisi, hal ve hareketleriyle bütün islerin üstesinden gelmeyi becerebilen nadir sahsiyetlerdendir. Bunun içindir ki vefat edip idareyi oglu Orhan'a biraktigi zaman, babasinin kendisine biraktigi topragin dört mislini ogluna birakmistir. 1281'de Ertugrul Gazi'nin ogluna biraktigi miras 4800 km2'den fazla degildi. Insan, XVI. asirdaki Osmanli Devleti'ni düsündügü zaman bu rakamin üzerinde heyecanla titremekten kendini alamaz. Zira bu toprak parçasi, o muazzam devlet için çok basit ve küçük bir parçadan öteye bir mana tasimaz. Bu topraklar, Bilecik'in Sögüt ve Bozöyük kazalarini, Kütahya'nin Domaniç kazasini, yani en kuzeyindeki çikintiyi, Eskisehir'den Yarimca nahiyesini, yani Porsuk ile Sakarya arasindaki kismi, Eskisehir sehrini disarida birakip sehrin varoslarini yalayacak sekilde ihtiva ediyordu.

Osman Bey'in 1324'te biraktigi miras 16000 km2 olmustur. Stratejik fetihlerin hayatî ehemmiyeti bir yana, bu rakamdaki dikkate deger nokta, baba mirasinin 43 yil ugrasilarak üç veya üç buçuk misline çikarilmis olmasidir.
Osman Bey 1291'de Karacahisar'i alip Porsuk'a iyice güney sirtini dayamis, 1299'da Bilecik, Yarhisar ve Inegöl fethedilmis, 1302'de Koyunhisar ve 1301'de Yenisehir alinarak Marmara'ya 15, Iznik Gölü'ne 10 km. yaklasilmistir. 1308'de Lefke (Osmaneli), Gölpazari, Yenipazar, Geyve, Tarakli, Akyazi, bir müddet sonra da Hendek alinmis, Sakarya'nin bütün dogu kiyilari ele geçirilmistir. 1313'te Inegöl'ün kuzeybatisindaki Akhisar alinarak Inegöl-Yenisehir feth edilerek Gemlik Körfezi güney kiyilari, Kestel dahil Bursa'nin bütün varoslari Türklere geçmistir.

Onun siyasî dehasina isaret eden Hammer, isim benzerliginden yola çikarak Osman Gazi'yi, Allah elçisi Hz. Muhammed'in üçüncü halifesi Hz. Osman (24-35/644-656)'a benzeterek söyle der:
"Peygamberin üçüncü halifesi olan Osman'dan beri, Islâm kanunlarina bagli bulunan ülkelerin tahtlari üstünde bu isimle hiç bir hükümdar söhret kazanmamistir. Bu halifenin, fatih ve kanun koyucu sifaati ile kazandigi nurlu san ve söhret, yediyüz yil sonra, Osman adinin hatirlattigi gibi Ertugrul'un oglunda ve onun daha sonraki kusaklarinda yine parlak bir sekilde gözükecekti."
îleride daha genis bir sekilde temas edilecegi gibi o, devlet olmanin geregi olan kanunlarin yürürlüge konup uygulanmasinda, o dönem için devlet erkâni diyebilecegimiz arkadaçlan ile istisare ettikten sonra karara vanyordu. Nitekim Âsikpasazâde'nin ifadesine göre "Bâc-i bazar" denilen pazar vergisinin tarhi böyle bir istisareden sonra olmustur. Keza, o dönem ve daha sonraki asirlarda devrine göre fevkalade ileri bir düsüncenin mahsûlü olan "Dirlik" sistemi de yine onun tarafindan uygulanmaya konmustu. Toprak sisteminin önemli bir bölümünü meydana getiren timar, Osmanli toprak rejiminin temelini teskil eder. Zira bu cemiyette, iktisadî, ictimaî, askerî ve idarî teskilâtlarin tamami büyük ölçüde toprak ekonomisine dayanmaktadir. Toplum hayatinda en küçük vazife sahibinden, devletin basinda bulunan hükümdara varincaya kadar hemen hemen bütün sosyal gruplar geçimini toprak gelirleri ile temin etmekteydiler. Bunun içindir ki Osman Gazi, feth ettigi yerleri silah arkadaslarina dirlik olarak verirken bununla ilgili bazi kanunlar da koyar. Nitekim bu konuda Âsikpasazâde'nin ifadesi ile o söyle der:
"Her kime kim bir timar virem âni sebebsiz elinden almayalar. Ve hem ol öldügü vakitte ogluna ve eger küçücük dahi olsa vireler. Hizmetkârlari sefer vakti olicak sefere varalar tâ ol sefere yarayincaya. Ve her kim kanun düzse Allah ondan razi olsun. Ve eger neslimden bir kisi bu kanundan gayri bir kanun koyacak olursa edenden ve ettirilenlerden Allah Teâlâ razi
olmasin". Bu ifadelerden maddeler halinde su sonuçlari çikarmak mümkündür:
1- Hiç kimsenin timari sebepsiz olarak elinden alinamaz.
2- Timar sahibinin ölümü halinde timari ogluna intikal eder.
3- Sayet ogul küçükse, sefere gidecek yasa gelinceye kadar onun yerine hizmetkârlarinin sefere gitmesi gerekmektedir.
MsXLabs.org & OT
Son düzenleyen perlina; 4 Aralık 2016 22:03
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....

Benzer Konular

28 Eylül 2021 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
16 Şubat 2017 / kompetankedi Osmanlı İmparatorluğu
28 Eylül 2021 / The Unique Asker tr
29 Ağustos 2008 / GÜLGECELER Taslak Konular
9 Haziran 2012 / kompetankedi Taslak Konular