Yavuz Sultan Selim (1470 - 1520)
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı padişahları içinde "Müslümanların Halifesi" (Halife-i Müslimin) unvanını ilk olarak alan ve kullanan padişahtır. 1517'de Mısır'ın fethiyle birlikte bütün İslam dünyasında hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunmaya başlandı.
II. Bayazıd'ın oğlu olan Yavuz Sultan Selim 1512'de 42 yaşında iken Osmanlı tahtına çıkmıştır. 1520'de öldüğünde imparatorluğun sınırlarını 2.5 katı genişletmiş, ülkenin yüzölçümünü 2.5 milyon km²'den 6.5 milyon km²'ye çıkarmıştı. Fatih'ten ve babası Beyazıd'dan sonra Osmanlı hanedanının en bilgin padişahı Yavuz'dur. Dedesi Fatih ve oğlu Kanuni gibi Batı dilleri bilmemekle beraber iki büyük Doğu dili olan Arapça ve Farsçayı anadili gibi biliyor, Farsça divan yazıyordu.
Yavuz orta boylu, tıknaz vücutlu, vücudu pehlivan yapısında, buğday benizli ve koyu kumral saçlıydı, sakal salvermemişti, padişah olduktan sonra da sakalını tıraş etti. Yeniçerilerin sakal salvermesi yasaktı; tahta çıktığı gün ocak defterini getirmiş, adını birinci tabura 1 numaralı nefer olarak yazdırmıştı ki, bu an'ane ocağın lağvına kadar üç yüz sene sürecektir, her Osmanlı padişahı yeniçeri asker ocağının 1 numaralı neferi olacaktır. Yavuz'un sakalını tıraş ettirmesi ocak disiplini üzerine son derecede titiz dikkatle durmasının eseridir. Bâzulu, pençeli adamdı. Pehlivan çalımı, arslan adımı ile levendane yürürdü, çok güzel konuşur, bilhassa kalabalığa, askere hitap ettiği zaman sesi de arslan gibi kükrerdi. Sağlam tahsil görmüştü, Arapça ile Farsçayı ana dili gibi konuşur, yazardı, hatta Farsçaya, mirası arasında bir şiir divanı bırakacak kadar vakıftı. En yakın, en mahrem dostlarına karşı dahi gayet ciddi, bir tebessümü büyük iltifat bilinirdi. Mahremiyetinde ağladığı çok olmuş, güldüğü hiç görülmemiştir, göz pınarlarını kurutmamış bahtiyar insanlardandır. Gazabı amansızdı, hata değil, kusurları dahi af etmezdi. Solakzade "âyânı devlet bir birine beddua etseler Sultan Selim'e vezir olasın derlerdi" diyor.
Hayatına tek kadın ismi karışmıştır. Trabzon'da vali iken güzelliği dillere destan olmuş Ayşe Hatun'la evlenmiş ve ondan bir oğlu istikbalin Kanuni Sultan Süleyman doğmuştu.
Gayet sade giyinirdi. Nefsini köreltmiş adamdı, iki büyük ve yorucu seferinde askerlerinin çektiği meşakkati paylaşmış, günlerce bir kuru peksimed yemişti.
Ahreti unutmamış olan bu dünya adamı kısa zamanda içinde devletini öylesine büyütmüş idi ki, halk onda beşeri takatin üstünde bir kudret görmüştü. Yavuz Sultan Selim ölümünden sonra erenlere, evliyalara karıştırıldı:
Nâşını gasledenler:
"Mübarek sağ elleri ile iki defa setri avret eyledi, cümlemize hayret galebe etti." dediler.
"Mübarek vücudlarında yedi adet ben saydık..". dediler ve halk muhayyilesi elli yıllık bir geçmişe kolaylıkla döndü.
Doğumunda saray kapısına bir derviş gelmiş,
"Bugün Âliosman'dan bir oğlan doğacak, yedi sultan üstüne muzaffer olacak"
demiş. Vücudundaki yedi ben, galebe çalacağı işte o yedi sultana nişan imiş: Sultan Beyazıd, Sultan Ahmed, Sultan Korkud, Dulgadıroğlu Alâüddevle, Şah İsmail, Sultan Kansu Gûri, Sultan Tumanbay...
Şanına yakışan fıkralardandır:
Mısır seferine hazırlanırken bir gün paraya şiddetle ihtiyacı olmuş, Edirne'de zengin bir tüccardan bin altın borç almış, fakat bir hafta sonra tüccar ölmüş, iki evladına muazzam bir servet bırakmış. Defterdar hadiseyi padişaha arzetmiş veresenin bir altın borcun ödenmesine ihtiyaçları olmadığını, bilakis kendilerine kalan mirasın bir kısmının hazine adına müsaderesinin uygun olacağını yazmış. Sultan Selim maliyecinin teklifini tiksinti ile red ederek sunulan arızanın altına şunları yazmış; "ölüye rahmet, malına bereket, evladına afiyet, gammaza lanet..."
Osmanlı sarayındaki Hazinei Hassanın kapısındaki her kim padişah ise onun mührü ile mühürlenip kapanırdı. O hazineyi kıymetine baha biçilmez muhteşem servetle dolduran Yavuz Sultan Selim'dir. Kendisinden sonra Osmanlı tahtına oturan yirmi yedi padişah o hazinenin kapısında mühürlerini kullanmaya utandılar, Hazinei Hassanın kilidi üstünde dört asır Yavuz'un mührü kullanıldı.
Yavuz Sultan Selim, sert ve gerektiğinde şiddete başvuran bir hükümdar olmakla beraber, dindarlığı, Allah'a ve Resulüne bağlılığı, bu konuda iddialı olan birçoklarını geride bırakırdı. Suriye ve Mısır'ı fethedip Kölemenler devletini yıktıktan sonra mukaddes emanetler ve "Müslümanların halifesi" unvanı kendine geçmişti. Artık camilerde hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunuyor ve kendisinden "Sultanü'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin Sultanı) diye bahsediliyordu.
O, bu "Sultanü'l Harameyn" ifadesini kutsal yerlere saygıyla bağdaşmaz bulmuş, "Hadimü'l-Harameyn" (Mekke ve Medine'nin hizmetkârı) olarak değiştirmişti. Dince kudsiyeti olan şeylere bu kadar saygılıydı. Yavuz Sultan Selim "şirpençe" denen ve o devirler için öldürücü olan bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalık kendisini iyice yatağa düşürdüğü bir sırada sarayın hekimbaşı, artık yapılabilecek fazla bir şeyin kalmadığım anlatmak için:
—"Efendimiz artık Allah'la beraber olmanın zamanıdır" deyince, koca hükümdar kendisini "sen bizi şimdiye kadar kiminle sanırdın behey nadan? diye paylamıştı.
İşte büyük hükümdar, iki yıl süren, önemli savaşlara sahne olan, büyük zafer ve kazançlar elde edilen Suriye ve Mısır seferinden dönüşte ikindi vakti bugünkü Üsküdar'a gelmişti. Bütün beylere paşalara gece oluncaya kadar Üsküdar'da kalınacağı, karşıya gece olunca geçileceği duyuruldu. Bazı yetkililer gündüzden geçilmesini daha uygun bulduklarını, geceyi beklemenin niçin gerekli görüldüğünü sormak cesaretinde bulundular. Padişah da açıklama büyüklüğünü gösterdi:
—"Bütün dünyada yankı uyandıran büyük bir zafer, şan ve şerefle dönüyoruz. Gündüzün İstanbul'a geçtiğimiz takdirde halk büyük bir karşılama yapacak, tezahüratta bulunacaktır. Bu da nefsime bir gurur getirebilir. Bundan Allah'a sığınırım. Buna meydan vermemek için payitahta gece geçeceğiz."
Son düzenleyen Baturalp; 13 Kasım 2016 04:47
Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!