Osmanlı Devletinin Parçalanmasına Yol Açan Önemli Siyasi ve Askeri Olaylar
Osmanlı Devleti'nin parçalamanmasına yol açan ve bu süreci hızlandıran önemli siyasi ve askeri olaylar şunlardır:
Sonradan “İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını alacak olan bu cemiyet, 1889 yılının Mayıs ayında “İttihad-ı Osmanî” adıyla İstanbul’da kurulmuştur. Bu gizli cemiyetin ilk kurucuları, Askeri Tıp Okulu öğrencilerinden İbrahim Ethem (Temo), İshak Sukuti, Mehmet Reşit ve Abdullah Cevdet, ve Hüseyin Zade Ali Bey’dir.
İttihatçılar ülkede yeniden “Meşrutiyet Yönetimi” kurmak, Kanun-i Esasî’yi yürürlüğe koydurarak devleti anayasal yapıya kavuşturmak, kapatılmış olan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı açtırmak ve anayasa ile Osmanlı vatandaşlarına verilmiş olan hak ve hürriyetlere yeniden sahip olmak için, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’e ve yönetimine karşı mücadeleyi temel amaç olarak belirlemişlerdi.
Cemiyet, ilk kuruluşunda örgütlenme modeli olarak İtalyan “Carbonari Cemiyetini” örnek almıştır.
Kuruluşundan sonra bir süre sessiz kalan cemiyet, daha sonra Askeri Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Bahriye gibi okullarda hızla örgütlenmiştir.
Subaylar arasında, askerî ve sivil yüksekokullarda, medreseler ve hatta tekkelerde taraftarlarını artıran cemiyet, üyeleri kanalıyla da çeşitli illerde örgütlenmiştir. Cemiyetin böyle hızla yayıldığı, taraftarlarını çoğalttığı günlerde II. Abdülhamit yönetimi, cemiyetin varlığından haberdar olarak, üyelerini takip ettirmiş ve tutuklatmıştır. Takip ve yakalanmaktan kurtulan bir çok cemiyet mensubu yurt dışına kaçmıştır.
Yurt dışına kaçan cemiyet üyeleri burada da kendilerinden önce Avrupa’ya gelmiş olan “Genç Türk (Jön Türk)”lerle ilişkiye girmişler ve bulundukları yerlerde örgütlenmeye çalışmışlardır. Burada ismini de “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştiren cemiyetin Ülke dışındaki örgütlenmesi başlıca Üç merkezde yoğunlaşmıştır. Bunlar:
Diğer taraftan, Selanik’te de 1906 Eylül’ünde içlerinde Bursalı Mehmet Tahir Bey, Kazım Nami Bey (Duru), Ömer Naci Bey, Talat (Paşa) gibi bilahare İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (Partisi) önde gelen isimlerinin yer aldığı “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adıyla yeni bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyet, yurt içinde ve yurt dışında kurulmuş olan Jön Türk cemiyetlerinin bir devamı değildir.
Aynı günlerde, 1906 Ekim’inde Şam’da “Vatan ve Hürriyet” adlı gizli bir cemiyet kurmuş olan Mustafa Kemal Selanik’e gelmiştir. Burada, kurduğu cemiyetin Selanik Şubesi’ni oluşturan Mustafa Kemal daha sonra Suriye’ye geri dönmüştür. Ancak, bir süre sonra Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle birleşmiştir. Böylece Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ortadan kalkmıştır.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kısa zamanda Rumeli’nin her tarafına yayılmıştır. Makedonya’nın bütün şehir ve kasabalarında ve özellikle Türk Alayları’nın bulunduğu yerlerde genç subaylar arasında taraftar bulmuştur. Böylece, Makedonya’da bulunan Osmanlı III. Ordusu’nun teğmen, yüzbaşı, binbaşı rütbesindeki subayları bu cemiyete katılmışlardır. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 27 Eylül 1907’de merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile resmen birleşmiştir.
Bu birleşmeden güçlenerek çıkan cemiyet, artık Sultan II. Abdülhamit yönetimine karşı yaptığı mücadeleyi siyasî olmaktan çıkararak askerî bir temele de dayandırmıştır. Abdülhamit’in baskıcı yönetimini sona erdirmek amacıyla bazı genç subaylar genel bir ayaklanma çıkarılmasını istemekteydiler. Bu amaçla Kolağası Niyazi Bey Resne’de emrindeki kuvvetlerle dağa çıkmış, daha sonra da Enver Bey Tikveş’te, Eyüb Sabri Bey Ohri’de, Selahattin ve Hasan Tosun Bey’ler Arnavutluk’ta aynı şekilde “Hürriyet Taburları” kurarak dağa çıkmışlardır.
Cemiyet, saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın hemen yürürlüğe konulması ve Meclis-i Mebusan’ın toplantıya çağırılmasını istemiştir. Ayrıca şayet milletin bu isteklerini kabul etmeyecek olursa, tahtından indirileceği Sultan II. Abdülhamit’e bildirilmiştir. Nitekim 23 Temmuz 1908’de Manastır’da ve Selanik’te Meşrutiyet resmen ilân edilmiştir. Bütün bu gelişmeler üzerine Sultan II. Abdülhamit, yayınladığı bir bildiriyle Osmanlı Devleti’nde anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu ve meşrutiyeti ilân ettiğini açıklamıştır.
Artık İttihat ve Terakki ismini kullanmakta olan cemiyet için, Meşrutiyetin ilânından sonra yeni bir dönem başlamıştır.
Cemiyetin, 1911 Kongresi’nde tüzüğünde yapılan bir değişikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi İstanbul olan bir siyasal parti olduğu belirtilmiştir. Böylece, Türk demokrasisinde ilk siyasî parti olma özelliği İttihat ve Terakki Partisi’nin olmuştur. Bu parti, 5 Kasım 1918’deki son kongresinde kendisini feshetmiş ve Teceddüt Fırkası adıyla yeni bir kimlik kazanmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi) bünyesinde, çok sayıda asker, sivil, fikir adamı, gazeteci, yazar ve şair isimleri barındırmıştır. Ancak, İttihat ve Terakki deyince ilk akla gelen isimler “Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa”lardır. Aynı zamanda bunlar lider olarak da ön plâna çıkmışlardır. Ancak şunu hemen belirtmeliyiz ki; Milli Mücadele’mizin büyük önderi Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki bir çok önemli isim bu cemiyetin bünyesinden çıkmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı Devleti’nin dağılmasını önlemek için “Osmanlıcılık veya Pan-Osmanizm” düşüncesini “İttihad-ı Anasır” (Unsurların Birliği) şekliyle benimsemiş ve cemiyet-parti içinde ve devlet yönetimindeki uygulamalarında bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu nedenle; cemiyet-parti bünyesine Türklerin yanında Araplar, Arnavutlar gibi Türk olmayan Müslümanları ve Ermeniler, Rumlar, Yahudiler gibi gayri müslimleri almışlardır. Ancak gayri müslimler ile Arnavutlar ve bilahare Araplar gibi Türk olmayan Müslümanların her yönden Türk milletine ve Osmanlı Devleti’ne karşı ihanet, isyan ve ayaklanmaları üzerine bu düşüncelerini terketmişlerdir. Özellikle, Balkan Savaşları esnasında uğradığımız yenilgi ve Türk insanının uğradığı haksızlık ve zulüm devlet adamlarımızın ve aydınlarımızın savundukları “Osmanlılık” ve “İslâmcılık” fikirlerinden uzaklaşarak “Türkçülüğü” ön plana çıkarmalarına yol açmıştır. Bu nedenle İttihatçılar, Türkçülük fikrini parti programlarına almışlar ve 1913-1918 yılları arasında iç ve dış politikalarında adeta bir devlet politikası olarak uygulamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Türk milletinin anavatanının, yani Anadolu’nun işgal edilerek milletimizin esaret altına alınmak istenmesi karşısında, İttihat ve Terakki Cemiyeti-Partisine mensup bir çok vatansever Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlamış olan Milli Mücadele’ye katılmışlardır.
Genç ve idealist bir kadroya dayanan İttihat ve Terakki Cemiyeti-Partisi, Osmanlı Devleti’ni parçalanmaktan kurtarmak amacıyla yola çıkmalarına ve iktidara hiç düşünmedikleri kadar kolay ulaşmalarına rağmen, devlet yönetimindeki tecrübesizlikleri ve dönemlerindeki iç ve dış gaileler sebebiyle bu amaçlarını gerçekleştirememişlerdir. Üstelik Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet I. Dünya Savaşı’yla ülkeyi parçalanmanın ve yıkılmanın eşiğine getirmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde ikinci defa Meşrutiyeti kazandırmakla ve Türk siyasî hayatına çok partili hayatı getirmekle övünmüş olan İttihatçılar, kendi elleriyle kurdukları çok partili hayatı yine kendi elleriyle katletmişlerdir. Mutlak iktidarları döneminde siyasî rakiplerine ve diğer siyasal partilere hayat hakkı vermemişlerdir. Bu dönemde bazı siyasî partiler kapatılmış veya faaliyetleri yasaklanmış, birçok siyasî muhalifleri tutuklanmış ve sürgünlere yollanmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin mağlup olarak çıkması ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine İttihat ve Terakki Partisi; 5 Kasım 1918’de yaptığı son kongresinde partiyi kapatarak “Teceddüt Fırkası” adıyla kuracakları yeni parti bünyesinde siyasî faaliyetlerine devam etmelerini kararlaştırmıştı.
Sponsorlu Bağlantılar
- İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Yönetimi
- Trablusgarb Savaşı
- Balkan Savaşları
Osmanlı Devleti’nin son dönemi olarak nitelendirdiğimiz “1908-1918 Döneminde” üzerinde durulması gereken siyasal kuruluşlardan en önemlisi, daha sonra bir siyasî parti niteliği kazanacak olan “İttihat ve Terakki Cemiyeti”dir. Bu cemiyet, 1908-1918 yılları arasında on yıla yakın bir süre Türk siyasi hayatını yönlendirmiş ve damgasını vurmuştur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Yönetimi (bak. İttihat ve Terakki (İttihad ve Terakkî) Cemiyeti)
Sonradan “İttihat ve Terakki Cemiyeti” adını alacak olan bu cemiyet, 1889 yılının Mayıs ayında “İttihad-ı Osmanî” adıyla İstanbul’da kurulmuştur. Bu gizli cemiyetin ilk kurucuları, Askeri Tıp Okulu öğrencilerinden İbrahim Ethem (Temo), İshak Sukuti, Mehmet Reşit ve Abdullah Cevdet, ve Hüseyin Zade Ali Bey’dir.
İttihatçılar ülkede yeniden “Meşrutiyet Yönetimi” kurmak, Kanun-i Esasî’yi yürürlüğe koydurarak devleti anayasal yapıya kavuşturmak, kapatılmış olan Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı açtırmak ve anayasa ile Osmanlı vatandaşlarına verilmiş olan hak ve hürriyetlere yeniden sahip olmak için, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’e ve yönetimine karşı mücadeleyi temel amaç olarak belirlemişlerdi.
Cemiyet, ilk kuruluşunda örgütlenme modeli olarak İtalyan “Carbonari Cemiyetini” örnek almıştır.
Kuruluşundan sonra bir süre sessiz kalan cemiyet, daha sonra Askeri Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve Bahriye gibi okullarda hızla örgütlenmiştir.
Subaylar arasında, askerî ve sivil yüksekokullarda, medreseler ve hatta tekkelerde taraftarlarını artıran cemiyet, üyeleri kanalıyla da çeşitli illerde örgütlenmiştir. Cemiyetin böyle hızla yayıldığı, taraftarlarını çoğalttığı günlerde II. Abdülhamit yönetimi, cemiyetin varlığından haberdar olarak, üyelerini takip ettirmiş ve tutuklatmıştır. Takip ve yakalanmaktan kurtulan bir çok cemiyet mensubu yurt dışına kaçmıştır.
Yurt dışına kaçan cemiyet üyeleri burada da kendilerinden önce Avrupa’ya gelmiş olan “Genç Türk (Jön Türk)”lerle ilişkiye girmişler ve bulundukları yerlerde örgütlenmeye çalışmışlardır. Burada ismini de “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştiren cemiyetin Ülke dışındaki örgütlenmesi başlıca Üç merkezde yoğunlaşmıştır. Bunlar:
- Paris Şubesi
- Cenevre şubesi
- Kahire şubesi
Diğer taraftan, Selanik’te de 1906 Eylül’ünde içlerinde Bursalı Mehmet Tahir Bey, Kazım Nami Bey (Duru), Ömer Naci Bey, Talat (Paşa) gibi bilahare İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (Partisi) önde gelen isimlerinin yer aldığı “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adıyla yeni bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyet, yurt içinde ve yurt dışında kurulmuş olan Jön Türk cemiyetlerinin bir devamı değildir.
Aynı günlerde, 1906 Ekim’inde Şam’da “Vatan ve Hürriyet” adlı gizli bir cemiyet kurmuş olan Mustafa Kemal Selanik’e gelmiştir. Burada, kurduğu cemiyetin Selanik Şubesi’ni oluşturan Mustafa Kemal daha sonra Suriye’ye geri dönmüştür. Ancak, bir süre sonra Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’yle birleşmiştir. Böylece Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ortadan kalkmıştır.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kısa zamanda Rumeli’nin her tarafına yayılmıştır. Makedonya’nın bütün şehir ve kasabalarında ve özellikle Türk Alayları’nın bulunduğu yerlerde genç subaylar arasında taraftar bulmuştur. Böylece, Makedonya’da bulunan Osmanlı III. Ordusu’nun teğmen, yüzbaşı, binbaşı rütbesindeki subayları bu cemiyete katılmışlardır. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti 27 Eylül 1907’de merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile resmen birleşmiştir.
Bu birleşmeden güçlenerek çıkan cemiyet, artık Sultan II. Abdülhamit yönetimine karşı yaptığı mücadeleyi siyasî olmaktan çıkararak askerî bir temele de dayandırmıştır. Abdülhamit’in baskıcı yönetimini sona erdirmek amacıyla bazı genç subaylar genel bir ayaklanma çıkarılmasını istemekteydiler. Bu amaçla Kolağası Niyazi Bey Resne’de emrindeki kuvvetlerle dağa çıkmış, daha sonra da Enver Bey Tikveş’te, Eyüb Sabri Bey Ohri’de, Selahattin ve Hasan Tosun Bey’ler Arnavutluk’ta aynı şekilde “Hürriyet Taburları” kurarak dağa çıkmışlardır.
Cemiyet, saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın hemen yürürlüğe konulması ve Meclis-i Mebusan’ın toplantıya çağırılmasını istemiştir. Ayrıca şayet milletin bu isteklerini kabul etmeyecek olursa, tahtından indirileceği Sultan II. Abdülhamit’e bildirilmiştir. Nitekim 23 Temmuz 1908’de Manastır’da ve Selanik’te Meşrutiyet resmen ilân edilmiştir. Bütün bu gelişmeler üzerine Sultan II. Abdülhamit, yayınladığı bir bildiriyle Osmanlı Devleti’nde anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu ve meşrutiyeti ilân ettiğini açıklamıştır.
Artık İttihat ve Terakki ismini kullanmakta olan cemiyet için, Meşrutiyetin ilânından sonra yeni bir dönem başlamıştır.
Cemiyetin, 1911 Kongresi’nde tüzüğünde yapılan bir değişikle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkezi İstanbul olan bir siyasal parti olduğu belirtilmiştir. Böylece, Türk demokrasisinde ilk siyasî parti olma özelliği İttihat ve Terakki Partisi’nin olmuştur. Bu parti, 5 Kasım 1918’deki son kongresinde kendisini feshetmiş ve Teceddüt Fırkası adıyla yeni bir kimlik kazanmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi) bünyesinde, çok sayıda asker, sivil, fikir adamı, gazeteci, yazar ve şair isimleri barındırmıştır. Ancak, İttihat ve Terakki deyince ilk akla gelen isimler “Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa”lardır. Aynı zamanda bunlar lider olarak da ön plâna çıkmışlardır. Ancak şunu hemen belirtmeliyiz ki; Milli Mücadele’mizin büyük önderi Mustafa Kemal Paşa başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki bir çok önemli isim bu cemiyetin bünyesinden çıkmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı Devleti’nin dağılmasını önlemek için “Osmanlıcılık veya Pan-Osmanizm” düşüncesini “İttihad-ı Anasır” (Unsurların Birliği) şekliyle benimsemiş ve cemiyet-parti içinde ve devlet yönetimindeki uygulamalarında bunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu nedenle; cemiyet-parti bünyesine Türklerin yanında Araplar, Arnavutlar gibi Türk olmayan Müslümanları ve Ermeniler, Rumlar, Yahudiler gibi gayri müslimleri almışlardır. Ancak gayri müslimler ile Arnavutlar ve bilahare Araplar gibi Türk olmayan Müslümanların her yönden Türk milletine ve Osmanlı Devleti’ne karşı ihanet, isyan ve ayaklanmaları üzerine bu düşüncelerini terketmişlerdir. Özellikle, Balkan Savaşları esnasında uğradığımız yenilgi ve Türk insanının uğradığı haksızlık ve zulüm devlet adamlarımızın ve aydınlarımızın savundukları “Osmanlılık” ve “İslâmcılık” fikirlerinden uzaklaşarak “Türkçülüğü” ön plana çıkarmalarına yol açmıştır. Bu nedenle İttihatçılar, Türkçülük fikrini parti programlarına almışlar ve 1913-1918 yılları arasında iç ve dış politikalarında adeta bir devlet politikası olarak uygulamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Türk milletinin anavatanının, yani Anadolu’nun işgal edilerek milletimizin esaret altına alınmak istenmesi karşısında, İttihat ve Terakki Cemiyeti-Partisine mensup bir çok vatansever Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlamış olan Milli Mücadele’ye katılmışlardır.
Genç ve idealist bir kadroya dayanan İttihat ve Terakki Cemiyeti-Partisi, Osmanlı Devleti’ni parçalanmaktan kurtarmak amacıyla yola çıkmalarına ve iktidara hiç düşünmedikleri kadar kolay ulaşmalarına rağmen, devlet yönetimindeki tecrübesizlikleri ve dönemlerindeki iç ve dış gaileler sebebiyle bu amaçlarını gerçekleştirememişlerdir. Üstelik Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet I. Dünya Savaşı’yla ülkeyi parçalanmanın ve yıkılmanın eşiğine getirmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde ikinci defa Meşrutiyeti kazandırmakla ve Türk siyasî hayatına çok partili hayatı getirmekle övünmüş olan İttihatçılar, kendi elleriyle kurdukları çok partili hayatı yine kendi elleriyle katletmişlerdir. Mutlak iktidarları döneminde siyasî rakiplerine ve diğer siyasal partilere hayat hakkı vermemişlerdir. Bu dönemde bazı siyasî partiler kapatılmış veya faaliyetleri yasaklanmış, birçok siyasî muhalifleri tutuklanmış ve sürgünlere yollanmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı Devleti’nin mağlup olarak çıkması ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine İttihat ve Terakki Partisi; 5 Kasım 1918’de yaptığı son kongresinde partiyi kapatarak “Teceddüt Fırkası” adıyla kuracakları yeni parti bünyesinde siyasî faaliyetlerine devam etmelerini kararlaştırmıştı.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!