Arama

Ahali Mübadelesi (Ahâli Mübâdelesi)

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 17 Haziran 2010 Gösterim: 7.185 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mayıs 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ahali Mübadelesi
1923'te imzalanan Lozan Antlaşması gereğince, Türkiye'deki Rumlarla, Yunanistan'daki Türklerin büyük bölümünün karşılıklı değiştirilmesi.
Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında meydana gelen Kırım, Doksanüç ve Balkan harplerinden sonra, Anadolu'ya Kırım'dan, Kafkaslardan ve Balkanlardan pekçok Müslüman-Türk nüfus göç etti. Öte yandan, Tanzimat'tan sonra gayrimüslim tebaaya ve azınlıklara verilen imtiyazlar, özellikle Rumların ekonomik bakımdan güçlenmesi neticesini ortaya çıkardı. Bu sebeple, Yunanistan'dan Anadolu'ya göç oldu. Rumlar özellikle İstanbul'da, Batı Anadolu'da, Trakya'da ve Karadeniz kıyılarında yerleştiler. Ekseriyeti şehirlerde oturan, ticaret ve sanatla meşgul olan Rumlar, dış ticarette ve imalat sanayiinde önemli yer tuttular. 1919 senesinde, Batı Anadolu'daki imalathanelerin % 73'ü, Rumların elindeydi.
Sponsorlu Bağlantılar
Osmanlı Devletinin parçalanması, yeni devletlerin kurulması, kurulan devletlerin Müslüman-Türklere zulüm ve işkenceler yapmaları neticesinde, Rumeli'den Türkiye'ye büyük göçler oldu. bu göçler 1911-12 Balkan Savaşları sonrasında hızlandı. 140 bini Yunanistan'dan olmak üzere, 400 bin Müslüman-Türk, Türkiye'ye geldi. 1919'da Batı Anadolu'daki Yunan işgalinde, yerli Rum ahali, Yunan ordusuyla işbirliği yaptı. Yunan ordusunun, yenilerek geri çekilmesi, Rumların da büyük zarar görmesine, bir kısmının Yunanistan'a kaçmasına sebep oldu (Bkz. Türk Göçleri).
Lozan'da, Yunanistan'daki Müslüman-Türk ahali ile Türkiye'deki Rum ahalinin karşılıklı mübadelesi, yani değiştirilmesi konusu da ele alındı. 30 Ocak 1923'te imzalanan antlaşmaya göre; Batı Trakya'da yaşayan Türkler ile İstanbul'da yaşayan Rumlar dışında kalan bütün Türk ve Rum nüfus değiştirilecekti. Mübadele edilen ahali, bir daha geri dönemeyecek, taşınır mallarını yanlarında götürebilecekler, taşınmazlarını ise karma komisyon denetiminde, altın değerine göre tasfiye edebilecekti. Antlaşmanın uygulanması için, iki ülkeden dörder, Milletler Cemiyeti Kurulunun seçtiği üç üyeden meydana gelen bir komisyon teşkil edildi. Komisyon, ekim 1923'te çalışmaya başladı. Birinci yıl bir miktar ahali mübadele edildi. Fakat İstanbul'daki Rumların tespiti hususunda anlaşmazlık çıktı. Yunanistan, hileli yollara başvurarak, İstanbul'da oturan Rumların doğum yerleri ve İstanbul'a yerleştikleri tarih ne olursa olsun mübadele dışı bırakılmasını istedi. Türkiye ise bunların Türk kanunlarına göre tespit edilmesini istedi.
Milletlerarası Adalet Divanı, Türkiye'nin görüşüne yakın bir karar aldıysa da, Yunanistan, bu karara uymadı. Batı Trakya'daki Müslüman-Türk ahalinin mallarına, antlaşmalara aykırı olarak el koydu. Bu malları, Rum göçmenlere dağıttı. Buna karşılık Türkiye de İstanbul'daki Rumların mallarına el koydu. İki ülke arasında bir müddet gergin bir hava hakim oldu. 1926 senesinde yapılan bir antlaşmayla, el konan taşınmazlar meselesi çözümlendi.
Ahali mübadelesi, 1923'ten 1927'ye kadar sürdü. Mübadele neticesinde 400 bin Müslüman-Türk, Türkiye'ye gelirken 1 milyonu aşkın Rum, Yunanistan'a gitti. Mübadele sırasında giden Rumların yüzde sekseni Anadolu'dan, yüzde yirmisi ise Trakya'dandı. 1927 senesine gelindiğinde, İstanbul'da yaşayan 110.000 Rum kaldı. 1930 senesinde "İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi" adıyla Yunanistan'la imzalanan antlaşmayla, Türk tebaası bile olmayan Rumlara, Türkiye'de aynen Türk vatandaşları gibi haklar tanındı. Antlaşmada "Mütekabiliyet", yani iki tarafın da bu hakları karşılıklı olarak kullanması hükmü yer aldı. Türkiye'deki Rumlar, bu hakları fazlasıyla kullandılar. Hattâ, Türkiye'de ticari hayatın köprü başlarını, Rumlar tuttu. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin takip ettiği, tavizci dış politika sebebiyle, Türklerin Yunanistan'da aynı hakları kullanması bir tarafa, ellerindeki hakları, antlaşmalara rağmen alındı. Yunanistan, Batı Trakya Türklerine rahat zulmedebilmek için, Türklerin yaşadıkları bölgeyi, birinci derecede askeri yasak bölge ilan etti.
Güneydoğu Rodoplarda bulunan Pomak Türklerine, Hıristiyanlaştırarak eritme siyaseti tatbik edildi. Pomaklara, yoğun bir şekilde, kendilerinin aslen Türk olmadıkları telkini yapıldı. Pomaklar arasında Türkçe konuşmak yasak edildi. Diğer bölgelerde yaşayan Türkler arasında milli şuura hizmet eden gazeteler kapatıldı. Gazeteciler, çeşitli bahanelerle hapsedilerek, kendilerine işkence yapıldı. Cami, çeşme, mektep gibi dini ve hayrî eserlerin yapılmasına müsaade edilmediği gibi, eskilerin tamir edilmesine de binbir güçlük çıkartıldı. Bu yüzden o güzelim eserler, zamanla harabe hale geldi. Sık sık imar planları değiştirilerek, açılacak yollara Türk-İslam eserleri isabet edecek şekilde çizildi. Türklerin elinde bulunan topraklar, toprak reformu bahanesiyle istimlâk edilerek ellerinden alındı ve istimlâk bedelleri ödenmedi. Türk-İslam mezarlıkları, aynı şekilde istimlâk edilerek ortadan kaldırıldı. Yerlerine de gazino ve sinema gibi eğlence yerleri yapıldı. Türk sözünü kullanmak yasak edilerek, suni bir surette Türk ve İslam ayırımı yapıldı. Böylece, Müslüman Türkler arasına ikilik sokulmaya çalışıldı. Mahalli idarelere seçilmiş bulunan Türkler, Yunan emellerine hizmet etmedikleri takdirde, bunlara işten el çektirildi. Türklere memuriyet hakkı verilmediği gibi, Türklerden alış veriş yapılmasına çeşitli yollarla mani olundu. Türklerin tahsil imkânları, çeşitli yollardan engellendi ve bu suretle, onlar arasından münevver insanların yetişmesi engellendi. El altından ve çeşitli yollarla, Batı Trakya Türklerinin, Türkiye'ye göç etmeleri telkin edildi. Bu suretle, Türk nüfusunun azalmasına, azami gayret sarf edildi. Türkiye'de ise, azınlık durumunda olan Rumlara karşı yumuşak bir politika izlendi.
Konuştukları dillere göre yapılan son nüfus sayımında (1965), Türkiye'de Rumca konuşan 48.000 kişinin olduğu ve 80.000 Rum-Ortodoks olduğu tespit edilmiştir. Bu sayının sonraki yıllarda biraz daha azaldığı tahmin edilmektedir. Yunanistan'da ise, yaklaşık 150.000 Türk bulunmaktadır.


BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
31 Mayıs 2007       Mesaj #2
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
20. yüzyılın en önemli nüfus hareketlerinden biri şüphesiz ki, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Konferansı’nda esasa bağlanan, fakat tatbikatında ortaya çıkan pürüzler nedeniyle kesin şeklini alması 1930’lara sarkan Türk-Yunan Ahali Mübadelesi’dir. Daha çok sosyal tarih araştırmacılarının ilgi sahasına giren bu konunun siyasî, sosyal ve ekonomik boyutları hakkında önemli çalışmalar yapılmıştır1.

Sponsorlu Bağlantılar
Biz bu çalışmamızda nüfus mübadelesinin sebeplerini teşkil eden tarihsel zemini arşiv belgelerinden de yararlanarak hatırlattıktan sonra, konunun okuyucuların ilgisini çekeceğini umduğumuz “Mübadeleden istisna edilenler” boyutunu incelemeye çalışacağız.

1814’te Odesa’da kurulan Etniki Eterya Cemiyeti’nin faaliyet programının siyasî tarih literatüründeki simge adı “Megali İdea”dır. Yunan me-gali ideasının en önemli kazanımlarından birisi kuşkusuz 183O’da Yunanistan’ın bağımsız devlet durumuna getirilmesidir. Bu tarihten sonra Yunanistan, büyük devletlerin desteği ile, Osmanlı Devleti aleyhinde sürekli genişleme faaliyeti göstermiş, ele geçirdiği topraklarda çok sayıda Türk ve Müslüman topluluklar kalmıştı.

19. yüzyıl boyunca özellikle Balkanlar’da azınlık sorunları yüzünden önemli sarsıntılar yaşayan Osmanlı Devleti, 1878-1913 devresinde geçirmiş olduğu askerî ve siyasî olayların sonucunda Balkan hakimiyetini kaybetti. Balkan Savaşları’nın yaratmış olduğu şok, devlet yöneticilerini bir taraftan savaş sonunda yapılan antlaşmalarda sınır ötesinde kalmış Türk ve Müslüman unsurların haklarını güvence altına almaya yöneltirken, diğer taraftan daha radikal bir çözüm olarak görülen nüfus mübadelesi konusunu düşünmeye sevkediyordu. İşte bu çerçevede 1913 yılında Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında bir nüfus mübadelesi tasarlanmış, ancak hemen ardından patlak veren Birinci Dünya Savaşı bunu sekteye uğratmıştır.

1917 yılında Venizelos’un gayretleriyle Birinci Dünya Savaşı’na giren Yunanistan, savaş sonrası, Müttefiklerinden almış olduğu destek ile Anadolu’yu işgale girişmiştir. İrridentizm politikasına yönelen Yunan ulusçuluğu, Ortodoks Kilisesi’nin hortlatmış olduğu husumetin de etkisine girerek 1919-1922 yılları arasında Trakya, Batı Anadolu, Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde vahşet tabloları çizmiştir.

15 Mayıs 1919 günü İzmir’den başlatılan Yunan harekâtı ile işgal alanına giren bölgelerden yurdun işgale maruz kalmamış daha güvenli bölgelerine doğru iç göç hareketi başladı2. Yunanlıların zulüm ve baskılarından bıkarak yerlerini değiştirmek zorunda kalanların sayısının ilk anda 80.000’e çıktığı3, bu sayının kesin olmamakla birlikte Temmuz 1922 yılına kadar 90.058’e kadar ulaştığı tahmin edilmektedir4. Rum nüfusunu çoğaltabilmek için topraklarını terketmek zorunda kalan Türklerin boşaltmış olduğu yerlere arazi ve çiftlik verileceği vaadi ile asker kaçağı Rumlar, Yunanistan’dan ve adalardan getirilen Yunanlılar yerleştirilmiştir.

Yunan ordusunun ve özellikle onun etki alanına giren Türkiye vatandaşı Rumların yapmış oldukları olumsuzluklara karşı TBMM, medenî ve insanî hakları gözden ırak tutmadan, savaş kanunlarına uygun bir takım tedbirler almıştır.

Mondros Mütarekesinden sonra İtilaf Devletlerinin baskısı ile Hıristiyanların askere alınması engellenmişti. Ancak, Yunan istilasının başlamasıyla birlikte işgal altına giren bölgelerde yaşayan Hıristiyan halkın bir kısmı isteyerek, bir kısmı da zorla Türkler aleyhinde silahlandırılmıştı. Bunu önlemek ve Türk ordusunun savaş gücünü zaafa uğratmamak için yürürlükte olan kanunlar doğrultusunda Gayri Müslimlerin geri hizmette kullanılmak üzere askere alınmaları Müdafaa-i Milliye Vekâleti’nin isteği doğrultusunda Hükümet tarafından 15.12.1920 tarihinde kabul edilmiştir7. Bundan beş gün sonra 20 Aralık 1920 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı’nın emriyle, ordu gerisindeki bölgelerde, yurt içinde casusluk ve propagandalara karşı koymak, karışıklık ve sabotajları önlemek, Yunan gizli örgütünü bulmak, karşı istihbarat işlerini yürütmek için askerî polis örgütü kuruldu ve kısa sürede önemli başarılar elde edildi.

1921 yılı içerisinde de TBMM Hükümeti bir taraftan düşmanın saldırı gücünü kırabilmek için düzenli orduyu kuvvetlendirmeye çalışırken, diğer yandan orduyu iki ateş arasında bırakmamak ve yağmayı önlemek için tedbirlerini arttırmak mecburiyetinde kalmıştır. Şöyle ki; Birinci İnönü Muharebesi sırasında Türk ordusu Bilecik’i boşaltmak mecburiyetinde kalınca Yunanlılar eli silah tutan Hıristiyan gençleri silah altına almıştı. Bunlar büyük bir husûmetle Türklerin canlarına ve mallarına saldırmışlardı. Bunun üzerine Yunan ordusunun 6-10 Ocak 1921 tarihlerinde geriye püs-kürtülmesinden sonra orduyu iki ateş arasında bırakmamak ve manevra alanını genişletebilmek için cepheye yakın yerlerde bulunan kadın-erkek eli silah tutan bütün Gayri Müslimlerin geri bölgelere nakledilmeleri Hükümet tarafından uygun görülmüştür9. Buna benzer bir tedbir 1921 yılının Haziran ayında Yunanlıların Türk ordusunu hem Batı Anadolu’dan hem de Karadeniz bölgesinden kıskaca almaya çalıştığı bir sırada yürürlüğe sokulmuştur. Yunan donanmasının Karadeniz’deki faaliyetleri, İnebolu’yu bombardıman etmesi ve Samsun’a asker çıkarmaya niyetlenmesi üzerine, sahilde yaşayan, 15 yaşından 50 yaşına kadar eli silah tutan Rumların iç kısımlara sevk edilmelerine karar verilmiştir.

Sakarya Meydan Savaşı’ndan (23 Ağustos-13 Eylül 1921) sonra Türk ordusu hem psikolojik üstünlük elde etmiş hem de savunmadan taarruz durumuna geçmişti. Gerekli hazırlığın yapılmasından sonra 1922 yılı içerisinde düşmana karşı taarruza geçileceği kuvvetle muhtemeldi. Bu yüzden Türk ordusunun aleyhinde yapılabilecek olan casusluk faaliyetlerine karşı tedbir alınması gerekiyordu11. Bu yönde Garb Cephesi Kumandanlığı, Başkumandanlık ve Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Vekâleti arasında yapılan yazışmalara uygun olarak Hükümet 18.1.1922 tarihinde bir karar almıştır. Buna göre; casusluklarından şüphe edilerek Divân-ı Harblere verilen, fakat Divân-ı Harblerce haklarında kesin delil elde edilememesinden dolayı beraatlerine karar verilen şahıslardan ordularca haklarında şüphe baki olanların geçici olarak cepheden geri mıntıkalara nakledilmeleri ve gereğinin cephe kumandanlarının bilgisi dahilinde yapılması uygun görülmüştür.

26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz ile Yunan ordusu büyük bir panik içerisinde geri çekilmiş ve bozguna uğratılmıştır. “Yunan askerleri, çekilişleri boyunca bulabildikleri her Türk sivil insanı, özellikle kadınları ve kendilerine yol göstericilik edebilecek erkekleri tutsak ettiler”.

Bu arada Türk ordusu tarafından da önemli miktarda Yunan asker ve subayı tutsak edilmişti. Yunanlılardan alınan esirler arasında Osmanlı ta-biiyyetini taşıyanların Divân-ı Harbe verilmesi uygun görülmüş14, geriye kalanlar esir garnizonlarında tutulmuştur. Kırşehir’de subay garnizonlarının dışında tesis edilen esir garnizonlarında Yunanlıların götürdükleri Müslüman kadınlara mukabil Rum asıllı kadınlar Hariciye Vekâleti’nin görüşü de alınarak rehine olarak tutulmuşlardır. Erzincan, Kayseri ve Kırşehir garnizonlarında tutulan kadınların yiyecek ve giyecek masrafları için Mü-dafaa-i Milliye Vekâleti açıkta bulunan bir zabitvekiline verilmekte olan maaş tutarı ve özel tahsisattan toplam 2077 kuruşun verilmesini Hükümete bildirmiştir. Hükümet, 31.10.1922 tarihinde yapmış olduğu toplantıda esirlerin her biri için aylık toptan 21 lira ödenmesini kararlaştırmıştır.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki silahlı mücadele 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Ateşkes Antlaşması ile durduruldu ve 20 Kasım 1922 günü Lozan Konferansı’nın açılmasıyla birlikte de barış süreci işlemeye başladı. Bu süre zarfında İzmir’deki Amerika Muavenet Heyeti Müdürü Mösyö Rid’in girişimi ile -uluslararası hukuk ve savaş kurallarına aykırı olarak Yunanistan’da tutuklu bulunan- gayr-i muharip sivil, kadın ve çocuklardan oluşan Türk esirleriyle eşit miktarda ve düşük rütbeli subaylardan başlamak üzere İzmir iskelesinden bir miktar Yunan esirin mübadelesi öngörülmüştür.

Kurtuluş Savaşı sırasında Türk tarafının eline onbeş binden fazla esir geçmişti. Bunlardan onbini Lozan Barışı’ndan önce serbest bırakıldı. “Mübadele edilmeyen” 352’si subay olmak üzere 4629 Yunan savaş esiri Kurtuluş Savaşı’ndan sonra on ay süreyle Ankara, Adana, Kayseri, Konya ve Yahşihan garnizonlarında tutulmuşlardır. Esir subaylara, kendileriyle aynı rütbeye sahip Türk kara subaylarının aldığı maaş kadar ücret ödeniyordu: Generallere 62 lira 69 kuruş, albaylara 57 lira 94 kuruş, yarbaylara 50 lira 44 kuruş, binbaşılara 42 lira 94 kuruş, yüzbaşılara 30 lira 25 kuruş üsteğmenlere 27 lira 49 kuruş, yedek subaylara 19 lira 7 kuruş.

Esir meselenin kesin çözümü, Lozan’da 30 Ocak 1923’te imzalanan “Sivil Tutukluların Geri Verilmesi ve Savaş Tutsaklarının Mübadelesine İlişkin Türk-Yunan Anlaşması” ile sağlanmıştır18. Aynı gün “ Türk ve Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol” de imzalanmıştır.

Rumların sebep olduğu ve bir kısmını yukarıda belirtmiş olduğumuz Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan ibret verici olaylara bağlı olarak toplumlar arasında oluşan zıtlık, bozulan güven ortamı ve Türk Devleti’nin Misak-ı Millî sınırları içerisinde homojen bir nüfus yapısına sahip olma isteği mübadeleyi zorunlu hale getirmekteydi. Zaten Lozan Konferansı’na gönderilen Türk Heyeti’ne Bakanlar Kurulu tarafından verilen 14 maddelik talimatnamenin 9. maddesinde azınlıklar konusundaki esas, mübadele olarak belirlenmişti.

30 Ocak 1923’te imzalanan 19 maddelik Mübadele Sözleşmesi’ne göre, Yunanistan’daki Müslüman azınlık ile Türkiye’deki Ortodoks Rum azınlık mübadele edilecekti. Ancak, İstanbul’da oturan Rumlar ile Batı Trakya’da oturan Müslümanlar değişim dışı tutulacaktı. Mübadelenin başlatılabilmesi için 19. madde gereği her iki ülkenin sözleşmeyi onaylaması gerekiyordu. 25 Ağustos 1923 tarihinde bu işlem yerine getirildi. Sözleşme gereği kurulan Karma Komisyon, Ekim 1923’te çalışmalarına başlamış ve bunu takip eden bir yıl içerisinde önemli bir engelle karşılaşmadan bir kısım Türk ve Rum’un mübadelesi gerçekleştirilmişti. Ancak, sözleşmenin 2. maddesinde geçen “etablis” kelimesinin taraflarca farklı şekillerde yorumlanması nüfus mübadelesinin kesin çözümünü 1930 yılına kadar geciktirmiştir. Bu süre zarfında 384.000 kişi Türkiye’ye; 1920’den itibaren başlayan göç dalgalarıyla birlikte 1.250.000 kişi de Yunanistan’a göç etmiştir

Mübadeleden İstisna Edilenler

Nüfus Mübadelesi’nin gerçekleştirilmeye çalışıldığı süreçte sözleşme gereği mübadeleye tabi olup Yunanistan’a gönderilmesi gereken kişilerden bir kısmı çeşitli gerekçelere ve mazeretlere bağlı olarak Bakanlar Kurulu tarafından mübadeleden istisna edilmişlerdir. Bu özel uygulamaya derinlemesine baktığımızda Türk Hükümeti’nin ahali değişiminde ön yargılı bir ırkçı yaklaşım içerisine girmediğini ve savaş yıllarında insanî yardımını gördüğü Rum asıllı vatandaşlarına sahip çıktığını görmekteyiz. Mübadeleden istisna edilenleri özel ve askerî nedenlere bağlı olarak iki kısma ayırmak mümkündür. Bunların dışında bir de mübadelesi te’cil olanlar vardır.

a) Özel Nedenlerle İstisna Edilenler : Bunlar gerek Türk gerekse mübadeleye tabi olmayan Gayr-i Müslim erkeklerle evlilik yapmış olan Rum asıllı kadınlardan oluşmaktaydı.

Lozan Konferansı sırasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan “Mübadele Sözleşmesi”nden önce ihtida (Müslümanlığı kabul etme) etmiş olanlar sözleşmede geçen “Rum Ortodoks bulunan” kaydının dışına çıkmış olduklarından bu durumdaki şahıslar mübadeleye tabi olmayacaktı. Ancak, söz konusu tarihten önce ihtida ederek bir Müslüman ile evlenip de nüfus kayıtlarına geçirilmemiş olan Rum asıllı kadınların durumlarının ne olacağı belirsizlik yaratmaktaydı. Bu belirsizliğin giderilmesi yönünde yapılan itirazlar üzerine Hükümet, 27.7.1924 tarihinde “Mübadele Söz-leşmesi”nin imza tarihinden önce ihtida ederek izdivaç etmiş olan kadınlarla, aynı tarihten önce ihtida etmeyerek Müslümanlarla izdivaç etmiş olan kadınların mübadeleye tabi olmadıkları şeklinde bir karar almıştır22. Bu arada mübadeleye tabi bölgelerden İstanbul’a gelerek Mübadele Sözleşmesi’nin imzalanmasından önce Gayr-i Müslim erkeklerle evlenmiş olan kadınların durumunun ne olacağı sorunu ortaya çıktı. Bunun üzerine Hükümet, 27.7.1924 tarih ve 732 numaralı kararnameye ek olarak “Mübadeleye tabi olmayan Gayr-i Müslim erkeklerle, Mübadele Sözleşmesi’nin imza tarihinden önce evlenen ve nikâhlarını belirtilen tarihten önce nüfus kayıtlarına geçiren Rum Ortodoks kadınların da mübadeleden istisna edilmesi” şeklinde bir kararı Dahiliye Vekâleti ve Emniyet Genel Müdürlüğünün teklifleri üzerine 26.8.1925 tarihinde kabul etmiştir

Genel nitelikli bu tür istisnalara 1929’da özel nitelikli bir istisna eklenmiştir: Mübadele Sözleşmesi’nin uygulamaya konmasından iki ay sonra Fransız uyruklu Matheu Mille ile evlenmiş olan ve iki çocuğu ile İzmir’den çıkarılan Madam Marie Savacıoğlu isimli kadının, emlak meselesi mevzubahis olmamak üzere, şahsı itibariyle mübadeleden istisnası Hariciye Vekâleti’nin teklifi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından 20.2.1929 tarihinde kabul edilmiştir

b) Askerî Nedenlerle İstisna Edilenler : Bunlar, Kurtuluş Savaşı yıllarında insanî ve askerî yardımı görülenlerdir.

1921 yılında Söke’de25 Yunanlılar tarafından Türklere yapılan mezalim ve feci uygulamalara engel olarak bir çok halkı kurtaran; Boran Na-hiyesi’nde yerli Rumlar tarafından çıkarılan isyanı, Türk jandarma karakollarına yapılacak saldırıları ve kuşatma altına giren Türk birliklerinin imhasını haber vermek suretiyle etkisiz hale getiren; ayrıca Denizli’de Üçüncü Süvari Fırkası Kumandanı İbrahim Bey’in nezdinde Hükümet lehine casusluk yapan Türkiye vatandaşı Rum asıllı Konstantin Portil oğlu Dimitri’nin Dahiliye Vekâleti ve Emniyet Genel Müdürlüğünün teklifleri üzerine mübadeleden istisna edilmesi 17.12.1924 tarihinde Hükümet tarafından kabul edilmiştir

Yine Söke’de Yunan işgali sırasında göç edemeyerek burada kalan Müslüman halkı bir Amerikan şirketinin fabrikasında toplayarak katliamdan kurtaran ve Yunanlıların geri çekilişleri esnasında kasabayı yakıp Müslüman halkı katletmek girişimlerinde halkı aynı fabrikaya toplayarak kurtaran Sökeli Doktor Perikli Efendi’nin mübadeleden istisnası, Aydın Vilayetinin bildirimi, Dahiliye Vekâleti ve Emniyet Genel Müdürlüğünün teklifi üzerine 17.12.1924 ve 1277 sayılı kararname ile kabul edilmiştir27. Bu kararnameye yapılan bir ekle vermiş olduğu hizmetlerden dolayı hukukçu Bodrumlu İstimat Zihni Efendi’nin de mübadeleden istisnası 29.4.1925 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiştir

c) Mübadelesi Te’cil Edilenler

Yukarıda belirtmiş olduğumuz evlilik ve özel nedenlere bağlı olarak mübadeleden istisna edilenlerin dışında bir de mübadelesi te’cil olanlar vardır. Bunlar kimsesiz, sakat (kör vs.) ve marazlı (hastalıklı) olanlardı. Karma Mübadele Komisyonu, Türk ve Yunan Hükümetlerine nakillerinde zorluklar meydana geleceğinden bu kapsamda olanların mübadelesinin te’cilinin faydalı olacağını bildirmişti. Bunun üzerine Türk Hükümeti, Yunan Hükümeti tarafından da tatbik edilmek şartıyla bu tür mübadil şahısların geçici bir süre mübadelesinin durdurulmasını ve konunun Hariciye ve Dahiliye Vekâletleri tarafından takip edilmesini uygun görmüştür.

Şimdiye kadar vermiş olduğumuz örneklere bakıldığında Türk Hükümeti’nin mübadele meselesinde ortaya çıkan özel şartlara toleranslı bir tutum içerisinde olduğu hemen fark edilebilir. Ancak, Türk Hükümeti mübadele sürecinde dinî-siyasî içerikli olup, esasta Mübadele Sözleşmesi’nin ruhunu bozmayı ve Türkiye’yi uluslararası arenada yıpratmayı hedefleyen tahriklere kararlılıkla karşı koymuş ve dayatmaları kabul etmemiştir. Bunun en belirgin örneği 1924’te ortaya çıkan Patrik sorunudur. Daha önce İstanbul’da hiç bulunmamış olan Arapoğlu Konstantin 1924 yılı başlarında İstanbul’a gelmiş ve o yılın sonlarına doğru Patrik seçilmişti. Türk makamları, antlaşma hükümleri gereğince Patrik’in mübadeleye dahil kişiler arasında olduğunu söylerken, Yunanlılar Patrikliğin özel durumu dolayısıyla Patrik’in diğer Rumlar gibi muamele göremeyeceğini ileri sürüyordu. Yunanistan bu konuyu “etablis” meselesinde olduğu gibi Lahey Adalet Divanı’na götürmeye çalıştı. Türkiye bu konuda adı geçen organın yetkisiz olduğunu savundu ve kararlı tutumunu sürdürdü. Sonuçta Patrik Arapoğlu Konstantin 19 Mayıs 1925’te görevinden çekildi ve mübadiller arasında Türkiye’yi terk etti.

Bu çalışmamızda Mübadelenin tarihsel zeminini, pratik sebeplerini ve uygulama aşamasındaki istisnalarını örnekleyerek ortaya koymaya çalıştık. 20. yüzyılın sonuna geldiğimiz şu günlerde Balkanlar’da yaşanan etnik zıtlaşma, çatışma ve ayrışma göz önünde bulundurulduğunda asrın başlarında gerçekleştirilen Türk-Yunan Ahâli Mübadelesi’nin ne kadar isabetli bir karar olduğu görülmektedir. Şüphesiz bu, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının büyük bir öngörüyle hazırlayıp uyguladıkları ve Lozan Barış Antlaşması’na yansıttıkları Misak-ı Millî sayesinde mümkün olmuştur.

The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
17 Haziran 2010       Mesaj #3
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi

Vikipedi, özgür ansiklopedi




200px Turk greek11
Mübadele döneminin Türk-Yunan ilişkilerini tasvir eden bir karikatür




Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi veya Değişimi, 1923 yılında Lozan Antlaşması'na ek protokol uyarınca Türkiye ve Yunanistan'ın kendi ülkelerinin yurttaşlarını din esası üzerine zorunlu göçe tabi tutmasına verilen addır.
Mübadele ile, 1.250.000 Ortodoks Hıristiyan Rum Anadolu'dan Yunanistan'a, 500.000 Müslüman Türk de Yunanistan'dan Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır. Mübadele kapsamına giren kişiler ile mübadele kapsamına girmeyen kişiler arasındaki ayrımın ana kriteri ırk yada dil değil din olduğu için Rum denilenlerin arasında, Türkçe'den başka dil bilmeyen ve konuşmayan Türk Ortodoks Hıristiyan Gagavuzlar ile Karamanlı Ortodoks Hıristiyan Türkler, Yunanistan'dan gelen Müslümanların arasında da Türklerin yanında Bulgarca konuşan Pomaklar, Romence konuşan Ulahlar, Rumca (Yunanca) konuşan Patriyotlar ve kendi dilleriyle konuşan Arnavutlar da bulunmuşlardır.
Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi kapsamında Türkiye'de sadece İstanbul kenti ile Gökçeada ve Bozcaada'da oturan Rumlar, Yunanistan'da ise sadece Batı Trakya Türkleri mübadeleden muaf tutulmuşlardır.
Mübadelede Yanya, Selanik, Drama, Kavala,Vodina ve Girit'ten Türkiye'ye gelen nüfus Doğu Trakya ve Batı Anadolu'da Rum azınlığın ayrılışı ile boşalan yerlere iskan edilmişlerdir. Mübadillerin yoğun olarak iskan edildikleri şehirler Adana, Edirne, Balıkesir, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, İzmir, Kocaeli, Mersin, Manisa, Çanakkale ve Bursa idi.
Değişimin çok büyük bir bölümü 1923-1924 yıllarında gerçekleşmiş, ancak geriye kalan az sayıda olayda 1930 İnönü-Venizelos sözleşmesine dek zorunlu göç uygulamasına devam edilmiştir. Zorunlu göç gerek Türk gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren ağır bir krize yol açmıştır.

Anlaşma Öncesindeki Durum

Osmanlı Devleti 1912 yılında, Balkan Savaşı sonrasında Rumelideki topraklarının neredeyse tamamına yakınını kaybederken, geride Osmanlı tebaasıyken bir anda başka bir devletin azınlık statüsündeki vatandaşları konumuna düşen yüzbinlerce Müslüman Türk bırakmıştı. Yunanlılar tarafından potansiyel tehlike olarak görülen Epir bölgesindeki, Selanik ve çevresindeki şehirler ile birlikte adalardaki Müslümanlara karşı yoğun baskı ve yer yer katliamlar yapılmaktaydı. Bu durum yaklaşık on sene sürmüştü.
1922'de Yunan Ordusu'nun Anadolu'dan mağlup ayrılmasının ardından artık Anadolu'da can ve mal güvenliğini kaybettiğini düşünen 1,069,957 Anadolulu Rumun Yunanistan'a göç etmesiyle göçmenleri boş arazi ve evlere yerleştirme sorununun baş gösterdiği Yunanistan'da, Anadolu'dan gelen göçmenler Müslümanları evlerinden çıkarmaya ve onların evlerine yerleşmeye başlamıştı. Rum göçmenlerin barınması için gerekli arazi ve evlerin bir kısmı Müslümanların Türkiye'ye gitmesiyle sağlanacaktı. Hem Yunanistan'daki hemde Türkiye'deki azınlıkların sorunlarının dahada artması üzerine Lozan şehrinde barış anlaşmasının hazırlığı için görüşmelerin başladığı dönemde 30 Ocak 1923 tarihinde Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleyi öngören sözleşme imzalandı.
Anlaşma

Sözleşme 19 maddeden oluşuyordu. Sözleşme gereği 1 Mayıs 1923 tarihi itibariyle Türkiye topraklarındaki Rum Ortodoks nüfus ile Yunanistan topraklarındaki Müslüman nüfus arasında zorunlu göç uygulaması şarta bağlanmış oluyordu.
Mübadeleye tabi tutulmayacak olanlar sözleşmenin 2. maddesinde belirtildiği üzere Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları idi.
3. madde ile 18 Ekim 1912 tarihinden itibaren yerlerinden göç etmiş olanla da mübadele kapsamına alınıyordu.
6. ve 7. maddelere göre göçe tabi tutulanlara her iki hükümette gereken kolaylığı gösterecek, mübadil kişi terk ettiği ülkenin vatandaşlığından çıkacak yeni geldiği ülkenin vatandaşlığını alacaktı.
5. maddeye göre mübadillerin mülkiyet haklarına hiç bir zarar verilmeyecekti. 8. maddeye göre ise mübadiller her çeşit taşınır mallarını hiç bir vergiye tabi olmadan yanlarında getirebileceklerdi.
9. maddeye göre mübadillerin geldikleri yerde bırakmış oldukları mallar Karma Komisyon taradından tasfiye edilecekti. Bu madde 18 Ekim 1912'den sonra yerlerinden ayrılanlarıda kapsayacaktı.
11, 12 ve 13. maddeler sözleşmenin uygulamasını üstlenecek karma komisyonun kurulması ile ilgiliydi. Karma Komisyonun sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihi izleyen bir ay içinde kurulması öngörülüyordu.
14. maddede göçmenlere yeni geldikleri ülkede geride bıraktıkları mallare eş değer nitelikte ve değerde mal verileceği belirtilmişti.
15, 16, 17 ve 18. maddeler ise tarafların Karma Komisyona karşı yükümlülükleri, mübadelenin gerçekleşmesi sırasında sağlanacak kolaylıklar, mübadeleye tabi olacak kişilere duyuru yapılması, sözleşmenin yürürlülüğünün emniyete alınması için her iki hükümetin yapacağı yasal değişiklikler yer almıştır.
Karma Komisyon

Sözleşmenin 11. maddesin azınlıkların mübadelesini denetleyecek, mallarına değer biçmek ve bu malları tasfiye etmek üzere bir Karma Komisyonun kurulmasını ön görmekteydi.
Komisyonun dört üyesi Türkiye hükümetini, dördü Yunanistan hükümetini temsil edecek, geriye kalan üç üye ise 1914-1918 Birinci Dünya Savaşına katılmamış ülkelerin Milletler Cemiyeti tarafından seçilecek temsilcilerinden oluşacaktı.
Karma Komisyonun merkezi 8 Ekim 1923'den 21 Haziran 1924'e kadar Atina, bu tarihten sonra tasfiye edilene kadar ise İstanbul'du.
1923-1926 arası Karma Komisyonun tahsis ettikleri ile Türkiye'ye gelen mübadil sayısı 355,635 idi. Bu sayıya kendi ulaşım olanaklarıyla Yunanistan'dan ayrılıp Türkiye'ye gelenler dahil değildir. 1921-1928 arası Türk hükümetinin iskan ettirdiği mübadil sayısı 463,534 kişidir. 1912-1914 arası Balkan Savaşı sonrasındaki süreçte Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı ise 125.000 dir. Adana Edirne, Balıkesir, İstanbul, Bursa, Tekirdağ, Kırklareli, İzmir, Kocaeli, Manisa, Çanakkale, Mersin, ve Samsun gibi iller Yunanistan'dan gelen mübadillerin en yoğun olarak yerleştirildiği illerdir.
1928 genel nüfus sayımına göre Yunanistan'daki göçmen nüfus 1,221,849 idi. Bunun 1,104,216 sı Türkiye'den, geri kalanı ise diğer ülkelerden gelmiştir.
Türkiye'deki Mübadele örgütleri

  • Samsun Mübadele Derneği
  • sarıyer lozan mübadiller derneği
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:

Benzer Konular

19 Şubat 2016 / _Yağmur_ X-Sözlük
19 Şubat 2016 / ahmetseydi Taslak Konular
19 Şubat 2016 / ahmetseydi Taslak Konular
19 Şubat 2016 / ahmetseydi Taslak Konular