Arama

Psikiyatri ve Mitos

Güncelleme: 23 Mart 2010 Gösterim: 2.922 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
23 Mart 2010       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Psikiyatri ve Mitos
Bu yazı, Dr. Kriton Dinçmen’in hazırladığı “Psykhiatria ve Mythos” adlı dergiden, tıp ve özellikle psikiyatri alanında yaygın olarak kullanılan bazı terim ve kelimelerle ilgili mitosları içermektedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Akhilleus
Nörolojide her gün kullandığımız Achille refleksi’nin kökeni mitologianın derinliklerinde yatar. Bir Yunan mitosudur; ama asıl hadise Troya’da geçer. Yani Çanakkale’de, Anadolu’da...
Homeros’un İliada’sı, esasında, İlion yani Troya şehrinin menkibesi olmaktan çok, Akhilleus’un destanıdır.
Peleus ile Thetis’in oğlu olan Akhilleus’un tüm hikayesini yazmak ne bizim harcımız ne de bu monografinin gayesine uyar. Ama, Achille refleksi tabirinin ortaya çıkış mitosundan söz etmemiz gerek...
At adam Kheiron’dan hekimliği de öğrenen ve bu bilgisini Troya savaşlarında yaralıların ve hastaların tedavisi için kullanmış olan kahraman Akhilleus’un maceralı bir hayata namzet olacağı daha kendisi doğmadan, annesi ve babasının düğün gününden belli idi.
Düğün Pelion dağının tepesinde kutlanırken, davet edilmeyen kavga tanrıçası Eris’in hadise çıkartmak için, bir güzellik yarışmasına yol açacak altın elmayı (elma; Adem ile Havva efsanesinde kadınlık simgesi; psikanalizde yuvarlak şekli nedeniyle kadının dış genitalis simgesi ve genellikle tüm yuvarlak şekiller “kadınlık” ifadesi olarak kabul edilir) fırlatması, düğünü, davetli üç güzellik tanrıçası arasındaki saç-saça, baş-başa bir kadın kavgasına dönüştürür. Artık o evlilikten hayır beklenmez. Tatsızlıklar birbirini kovalar. Thetis ölümsüz, kocası ölümlü. Çocuklar da ölümlü olduğu için, Thetis onları ölümsüzleştirme çabası içinde, onlardaki ölümlülük tohumlarını yok edebilmek için çocuklarını ateş üzerinde tutmaya başlar. Ancak, bu yöntemle, çocuklardaki ölümlülük tohumlarını yakacağına çocuklarının kendilerini yakmış olur. Çocuklar ölürler.
Thetis en son doğan küçük oğlu Akhilleus’a başka bir yöntem kullanır. Hakikaten işe yarayan bu yöntem; çocuğu, bir topuğundan tutarak sihirli Styx ırmağına bastırmak suretiyle tüm vücudunu kurşun işlemez bir hale getirir. Ama, o kindar Eris’in gazabı devam eder. Thetis, küçük Akhilleus’un tüm vücudunu Styx’in sihirli sularına batıracağına, aksilik bu ya, eliyle tuttuğu o topuğu suya batırmayı ihmal eder... Bütün vücudu ölümsüz olurken tek bir ölümlü kısmı işte o topuk kalır...
İlerde, büyüyünce, Akhilleus pek çok maceralara katılır, savaşlara girerse de Styx’in sihirli suyu sayesinde ona bir şey olmaz... Ancak Troya harbinde, Habeşistan kralı Memnon, Akhilleus’un en iyi arkadaşı Antilokhos’u öldürünce, Akhilleus da öç alma hırsı ile savaşa katılır ve Memnon’u öldürür. Ve o savaşta topuğundan aldığı bir yara sonucu kendisi de ölür.
İşte bizim Achille refleksimizin oturduğu mitos...

Andromeda

Kadının, gerek biyolojik, gerekse ruhsal ve sosyal pek çok bağlarla serbestisi kısıtlanmış, hareket olanakları daraltılmıştır. Cinsel siklusun yaratmakta olduğu bio-psiko-sosyal kısıtlamaların yanı sıra, kadın, pek çok defa cinsel bir temastan sonra bu birleşmenin kanıtını aylarca vücudunda taşımaya ve sonra da -dünyaya getirdiği bebekle- bütün hayatınca etrafına ilan etmeye mecburdur, mahkumdur.
Psikiyatride, Andromeda kompleksi ismi ile de bilinen be kavram, çok güzel bir mitosa dayanır... Andromeda’nın öyküsündeki bağlar, kadının hayatındaki bio-psiko-sosyal bağlarını simgeler. Her kadın -Andromeda mitosundaki olaylar gibi- bu bağlardan kurtulmaya çalışır. Kurtarıcısını bekler... Gökten Pegasusu ile inecek Perseus’u bekler...
Habeşistan kralı Kepheus ile, güzelliği nedeniyle diğer Nereus kızlarının hepsinden alımlı ve güzel olmakla övünen Kassiepeia’nın kızı imiş Andromeda. Kassiepeia’nın bu kendini beğenmişliğinden bıkmış olan diğer deniz kızları, kendisini deniz tanrısı Poseidon’a şikayet ederek, Kassiepeia’nın cezalandırılmasını istemişler. Fakat, neticede, bütün bu patırtı zavallı Andromeda’nın başına patlamış. Poseidon korkunç bir ejderi Kepheus’un ülkesinin başına bela diye salmış...
Kahinler, şayet kızını kurban ederse memleketin kurtulacağını söylemiş ve bundan başka bir çare olmadığında ısrar etmişler. Halk zorlamış ve çaresiz kalan Kepheus, Andromeda’yı bir kayanın üzerine bağlayarak ejder Gorgo’nun parçalamasına terk etmiş.
Gorgo, Andromeda’yı tam parçalayacakken, gökten kanatlı atı Pegasus’un üstünde yiğit Perseus gelip Gorgo’yu öldürmüş. Kafasını kesmiş, sonra Andromeda’yı bağlarından kurtarıp almış ve evlenmiş. Ancak, Andromeda’nın başka bir bağı da varmış, amcası Phineus’a sözlüymüş... Phineus, Andromeda ile Perseus’un düğün gecelerinde öldürülmeleri için adamlarını göndermişse de Perseus, Gorgo’nun kesik başını gösterince adamlar taş kesilmişler.
Böylece, Andromeda bütün bağlarında kurtarılıp Perseus ile rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat geçirmiş.
Andromeda kompleksine günlük hayatta aşağı yukarı her kadında rastlarız. Her genç kızın mutlaka evlenmek istemesi, her ilişkinin genellikle bir evlenme ile bitmesini istemesi, kızlardaki bilinç dışı Andromeda kompleksinin bir ifadesidir. Genç kız kendisini bağlayan ve yaşamını kısıtlayan pek çok bağdan kurtulmayı evlilikte aramaktadır. Bu durumu, bilhassa sosyal baskıları çok fazla olan ve genç kız yaşamını rahatça yaşama özgürlüğü vermeyen ailelerde, genç kızların ilk rastlayacakları erkekle, pek düşünmeden evlenme girişiminde bulunma hallerinde gözlemiş oluruz.
Bu gibi hallerde genç kız sevdiği bir erkekle birlikte yaşamak için değil, sadece evlenmiş olmak için evlenmektedir. Psikoterapide, Andromeda kompleksi’ne genç kadınlardaki bilhassa anksiyete ve davranış bozuklukları vakalarında rastlanır.
Genellikle diyebiliriz ki, her kadın kendi Perseus’unun gelip kendisini bağlarından kurtarmasını beklemektedir...

Ekho

Schizophrenia’nın katatonia tipini tanımlayan tipik arazdan üç tanesi var ki, yankıyı simgeleyen bir nympha’dan, Ekho’dan isimlerini alır: Ekhomimia, ehhopraxia, ekholalia. Her üçünde de bir ekho, bir yankının sadakati ile, hastaya yapılan bir mimik, bir hareket veya söylenen bir söz veya kelime hasta tarafından tekrarlanır.
Zeus’un karısı Hera kocasının nympha’lardan biri ile kendisini aldattığını öğrenmiş. Ne var ki, kocasını elinden alanın hangi nympha olduğunu bilemediği için bunu anlamak gayesi ile bir gün nympha’ların hep beraber oturdukları korulara inmiş. Kötü-kıskanç-cadaloz Hera’yı görünce, Nympha’ların her biri bir tarafa kaçışmış. Aralarından yalnız Ekho kaçmamış. Hera da Zeus’un kendisini aldattığını Nnympha’nın Ekho olduğunu zannederek, onu bundan böyle konuşamama, ancak başkalarının söyledikleri sözün son kelime veya hecesini tekrarlama cezası ile cezalandırılmış.
Latin şairi Ovidius’un dram şeklinde dile getirmiş olduğu, güzel Nympha Ekho ile Narkissos arasında geçen ve iki insanın aşk uğruna boşa harcadıkları çabayı dile getiren Ekho ile Narkissos arasındaki mitostan ileride, Narkissos’u tetkik ederken söz edeceğiz.

Elektra

Günlük psikiyatri tatbikatında, hele 1895-1930 yılları arasındaki çetin mücadelesi ile büyük hekim Freud’un kapılarını açtığı Psikodinamik Psikiyatri’nin ağırlığını koyduğu 1940 senelerinden sonra, Oedipius kompleksi ile beraber Elektra kompleksi kavramları psikiyatrların aklını en çok meşgul eden konulardan biridir.
Kişinin, erkekse ilk sevgilisi annesi, kızsa ilk sevgilisi babasıdır. Yaşamın üç ile altı yaş diliminde yaşanan bu devreler, hayatın en mühim ve insanın bütün ilerideki yaşam serüvenine damgasını vuran, onun ileride mutlu veya mutsuz, huzurlu veya huzursuz, başarılı ve atılgan ya da hayatın geri planında kalmış bir pısırık olmasının temellerinin atıldığı devrelerdir.
Kişinin bütün hayatındaki mutluluk ve de bu mutluluğunun sonucu olarak sevgi ve yaratıcılık ögelerini tam olarak yerine getirebilmesi, hayatını üç ile altı yaş arasındaki dönemini rahat, anlayışlı, huzurlu ve sağlıklı bir aile ortamında geçirip geçirmemesine bağlıdır. Bu devreden sonra, kişi için, sevgili objesi, anne-babanın ve tüm ailenin dışında heteroseksual bir yön alır.
Elektra
ismi elektron-kehribar kelimesinden gelir; elektrik kelimesinin de kökeni elektron’a dayanır; elektron parıldar; Elektra da “parıldayan dişi” anlamındadır.
Agamemnon ile Klytaimnastra’nın kızı olan Elektra, insanüstü bazı kanunları korumayı, bazı ilke ve amaçların gerçekleşmeleri için tek başına eyleme geçmeyi göze alan kahraman bir kızdır.
Agamemnon, Troya savaşı çıktığında, rüzgarın dinip gemilerin hareketsiz kaldığı bir gün, rüzgarın esmesini sağlayabilmek amacıyla, kahinlerin dediklerine uyarak karısını bir tanrıça aldatmak zorunda kalır. Klytaimnestra da bu haberi duyunca kızgınlığından, Atreus oğullarının en büyük düşmanı olan Aigisthos ile ilişki kurar ve kocasını aldatır.
Hatta, aldatmakla da kalmayıp, Agamemnon seferden evine döndüğü vakit, Klytaimnestra aşığı ile bir olup kocasını öldürür. Bunun üzerine Elektra babasının öcünü alması için kardeşi Orestes’i şartlandırır ve bir gün Elektra kardeşini yüreklendirerek annesini öldürtür.
Böylece, Elektra, babsına karşı duymkta olduğu sevgisi, hatta, cinsel bir arzu hudutlarına kadar varan yakınlığı nedeni ile babasına sadık kalmayan annesinin katili olur.

Eros

Etrafımızda görmekte olduğumuz her güzel şey, insan ve hatta hayvan tarafından yaratılmış olan her güzel, her faydalı nesne, insanı insan yapan her özellik veya eser eros’un sonucudur. Eros olamadan hiçbir yararlı, yaratıcı, sevgi dolu yapıt veya duygu olamaz, düşünülemez.
İnsanın en temel ruhsal unsuru olan id’de yaratıcılık ve sevgi ile yıkıcılık ve nefret nitelikleri iç içe ve karmaşık bir şekilde bulunur. Normal kişide yaratıcılık ve sevgi eros ile yıkıcılık ve nefret thanatos-destrudo komponentleri kişinin mutluluğunu elde edebilmesi ile tam bir uyum içinde bulunurlar.
Freud tarafından tanımlanan eros kavramı zevk alma prensibi ile yaratma ihtiyacı’nın esas harcını oluşturduğu gibi, aynı zamanda diğergamlık ve vericilik hislerinin doğuş ve gelişimlerinin temelini de oluşturur.
Kısaca eros ve erotik dürtüler’in kişilik yapısı ve gelişmesinin başlıca unsurlarının yarısını oluşturmakta olduklarını söyleyebiliriz.
Eros, Aphrodite
’nin oğludur. Daima sevgiyi aşkı, sevişmeyi, çoğalmayı, üremeyi, yaratma ve yaratılmayı simgelemiştir. O yaratma’yı simgeleyen doğal bir güçtür.
Hesiodos’un, Kosmogoniayı-yaratılış’ı anlatışında Khaos’tan hemen sonra Eros gelir. Haydn’ın Yaratılış’ını dinlerken, o gümbürdeyen Khaos ile beraber Eros’un sihirli parmaklarının içimizde kıpırdadıklarını hissederiz.
Eros’un sevgi, sevişme, güzellik, aşk tanrıçası Ahrodite’nin oğlu olduğunu herkes bilir; ancak, babası hakkında dedikodular da çok. Aphrodite gibi fettan bir tanrıçanın da aşk maceraları öylesine çok ki, ama çoğu kişi Eros’un babası için Hermes’i, o ayakları kanatlı haberci tanrıyı kabul eder.
Eros için "yaratmanın, yaratılmanın simgesidir", deriz. Nasıl olmasın ki? Mitosa göre, Gök tanrısı Uranos, Yer tanrıçası Gaida’dan doğan çocuklarını tekrar analarının karnına gerisin geriye soktuğu için tanrıçanın karnı korkunç sancılarla şişmektedir; artık bu sancılara dayanamayan Gaia, bir gün oğlu Kronos doğar doğmaz eline bir tırpan verir ve ondan babasının, yani Uranos’un bu sonu gelmez gaddar sevişmelerine bir çare bulmasını ister. Kronos da doğar doğmaz, babasının onu öldürüp anasının karnına tekrar geri sokmaya fırsatvermeden Uranos’un testislerini kesip denize fırlatır. İşte o fırlatılan testislerden akan kandan öcalma tanrıçaları Erinies yaratılır, ama oluşan köpüklerden (aphros-köpük) Aphrodite ortaya çıkar. Doğaldır ki, sperma köpüklerinden oluşan ananın çocuğu da Eros gibi aşk ile, yaratılma kudreti ile dolu olur.
Elindeki oklarla insanlığın, hatta Varlık’ın çoğalmasını, nitelendirilmesini yükselmesini, sevgi dolu bir yaratılışa doğru yönelmesini temin eden Eros’un Pskyhe ile olan macerasından, Apuleius’un o tatlı Eros ile Psykhe öyküsünden, Psykhe bölümünde sözedeceğiz.

Hermaphroditos

Psikiyatride ve genellikle Tıpta erkeklik ve dişilik seks organlarının beraberce taşınması haline hermaphroditismus ismi verilmektedir. Çok nadir olan bu malformasyonda kişi aynı zamanda hem erkek ve hem de kadındır. Genelde, hünsalık yani hermaphroditismus dış genital organları ilgilendiren bir anormali ise de, bazı nadir hallerde iç genital organlarda da kendisini gösterir.
Hermaphroditismus
tabirinin ismini aldığı mitosa baktığımızda, esasında Hermaphroditos’un hiç de hünsa olmadığını görürüz. Kendisi genç, yakışıklı, Aydınlı bir delikanlı imiş. Bodrum’un yakınlarındaki Bardacık’taki bir gölü çevreleyen karşılıklı iki tepenin birinde haberleşme tanrısı bilge Hermes’in, diğerinde ise, güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite’nin tapınakları varmış. Her iki tanrı da kendi tapınağında otururmuş; ve çok doğaldır ki, bu iki ilahtan çok güzel bir çocuk doğmuş. Adını annesinin ve babasının isimlerinden alan bu erkek çocuk, yorulmadan koşma yeteneği ile bilgeliğini babası Hermes’ten, yakışıklığını da annesi Aphrodite’den almış.
Her gün etraftaki dağ-tepelerde dolaşıp duran Hermaphroditos, Bardacık gölünün serin sularında çırılçıplak yüzermiş. Gölde yaşayan su perisi Salmakis de çırılçıplak yüzer, güzel saçlarını etrafa saçarak bazen bir çiçek, bazen bir rüzgar fısıltısı, bazen su, bazen de etraftaki mersin ve yabani sakız ağaçlarının kokusu olurmuş. İşte insanı baştan çıkaran gizemli aşk serüvenlerine sürükleyen bu su perisi Salmakis, yakışıklı Hermaphroditos’a aşık olmuş. Ona iltifat etmiş, davet etmiş, yalvarmış, onunla birleşmek istemiş ise de yakışıklı Hermaphroditos fettan Salmakis’e pek yüz vermemiş. Vermemiş ama, Salmakis de tanrılara ve bilhassa Zeus’a yalvarmış yakarmış:
‘Öyle bir sevişmemiz olsun ki, ikimiz tek bir vücud olalım, tek kişi olalım ve bu birleşmemiz hiç bitmesin.’
diye göz yaşı dökmüş.
Zeus, böylesine güzel bir su perisinin yalvarmalarına dayanamamış. ‘Olsun’ demiş ve bir gün Hermaphroditos çıplak olarak gölde yüzerken, Salmakis derinliklerden çıkarak ona öyle sonsuz ve bitmeyen bir arzu ile sarılmış ki Hermaphroditos dayanamamış, o da Salmakis’e sarılmış. Öylesine arzulu, sonsuza dek sevişmeye başlamışlar ki, ikisi bir daha ayrılmamak üzere tek vücud olmuşlar; zaten ilahların da buyruğu bu değil miydi? Böylece Hermaphroditos, Salmakis ile birleşmesi sonunda, hem erkek ve hem de kadın seks organlarını taşımış…
Platon ve komedya yazan Aristophanes de insanların en ilkel devrede, hem erkek ve hem de dişi olduklarını; ancak, bu nedenle çok kuvvetlendikleri için, tanrıların -insanların bir gün kendilerine rakip olabilecekleri korkusu ile- onların her birini ikiye ayırarak kadın ve erkek cinslerini oluşturduklarından söz ederler.

Hypnos
Uyku ilahıdır Hypnos. Ölüm ilahı olan Thanatos ile beraber Nyx-Gece’den babasız olarak doğmuşlardır.
İnsanların ve genellikle tüm yaratıkların fizyolojik işlevlerinin ayarlanmasında esas rolü oynayan cyrcadian cydus-24 saat ayarlanması hadisesinde, Hypnos-Uyku olayın temelini oluşturur.
Fahrettin Kerim Gökay Hoca’nın ‘uyku sinir sisteminin miyarı ve mimarıdır’ sözü galiba bu konuda Dünya Tıp Literatüründe söylenmiş en anlamlı ifadedir.
Ana tanrıçalardan Hera, Çanakkale yöresindeki İda dağında Zeus ile sevişmek ister. Galiba Zeus, Hera’ya pek yüz vermemiş olacak ki, Hera, Hypnos’tan -hatta ona cilveli Kharis’lerden birini peşkeş çekeceğine de söz verir- gelip Zeus’u uyutmasını rica eder. Zues da, yarı uykuda iken o sersemlik hali içinde Hera’ya ‘he’ der.

Lesbos
Seksüel psikopatolojide kadınlar arasındaki homoseksüalite’ye lesbianismus veya amor lesbicus ismi de verilmektedir. Bilhassa eski pskiyatri kitaplarında daha da sık rastlanan bu tabir Lesbos adasından ismi almaktadır.
Lesbos, bu günkü Midilli adasının yunancadaki adıdır. Lapithes’in oğlu Lesbos bir tanrı buyruğuna uyarak, Midilli’ye gelir ve oradaki kralın kızı Methymna ile evlenerek adanın kralı olarak adaya ismini verir.
MÖ 600 senelerinde Midilli adasında yaşamış olan meşhur kadın şair Sappho’nun ismi nedeni ile de kadın homoseksüalitesi’ni tanımlarken Sapphism ismini kullanan yazarlar da mevcuttur.

Narkissos
Narkissizm, narcissism tabiri ilk olarak Nacke tarafından psikiyatri nomenklatürüne girmiştir. Bir taraftan kendine saygı kavramı gibi çok olumlu bir kavramın temelinde bulunduğu gibi, diğer taraftan da aşık olan ile olunanın tek bir kişide toplanması şeklinde tarif edebileceğimiz kişinin kendisine aşık olması gibi çok ağır psikopatolojik bir süreç olarak da karşımız çıkar. Bu iki uç arasında da pek çok psikopatolojik fenomenin etiopatojenisinde kendisini belli eder.
Genellikle, narkissizmde, libidinal enerjinin büyük bir güç ile egoya oturmuş olmasına mukabil, libido enerjisinin etraftaki objelerde çok zayıf olması söz konusudur. Temel narkissism’de ego’daki bu güçlü libidinal enerjinin hayatın ilk günlerinden beri süregelmekte olmasına karşın; ikincil narkissism’de libidonun dış objelere yönelmiş olduktan sonra bu objelerden geri çekilerek tekrar egonun hizmetine sunulmuş olduğunu görürüz. Bazen de, hadisede, Abraham’ın kullandığı tabir ile, bir negatif narcissism halini özlemekteyiz; böyle haller, klinikte, kişinin kendi öz kabiliyetlerini, bütün olumlu vasıflarını inkar edip, kendisini kıymetsiz ve değersiz görmesi ile belli olur. Bu gibi hallerde aşağılık duygusu’ndan sözedilir.
Narkissos, dağlarda tek başına dolaşan güzel bir delikanlıdır. Dağ perilerinden Ekho ona aşık olur, fakat bir türlü aşkını ifade etmesine imkan yoktur; Ekho hiçbir zaman kendisi konuşamaz; ancak, uzaktan, kendisi gözükmeden söylenenlerin son kelime veya hecesini tekrarlayabilirmiş. İşte böylesine umutsuz bir aşka tutulur Ekho. Narkissos arkadaşlarını ararken, “biri var mı burada” diye sorunca, Ekho da “burada” diye cevap verir. Bunun üzerine Narkissos da “gel” diye yanıtlar. Zavallı Ekho, umut ve sevgi içinde “gel” diyerek ortaya çıkar; fakat kendini beğenmiş Narkissos her halde Ekho’yu beğenmemiş olacak ki, pek yüz vermez ve çekip gider… Ekho kırgın, üzgün, umutsuz bir halde dağlardaki mağaralara sığınır. Ve oradan da, kendisini hiç göstermeden duyduğu sözlerin son kelime veya hecelerini hala tekrarlayıp durur…
Ancak, bütün bu olup bitenleri öğrenen cezalandırma tanrıçası Nemesis, kalpsiz ve kendini beğenmiş Narkissos’u, bundan böyle kimseyi beğenip sevmemekle ve bütün aşkını yalnız kendisine yöneltmekle cezalandırır…
Bir gün Karkissos dağlarda dolaşırken ağaç ve yeşillikler içinde kaybolmuş bir pınara rastlar; eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü hayali beğenip ona hemen aşık olur; ne var ki beğendiği bu hayal kendisinden başkası değildir… Suda görüp aşık olduğu hayali elde etmek için eğildiğinde de suya düşüp boğulur.
Haberi alan dağ nympha’ları güzel delikanlının cesedini bulup görmek isterler, fakat o güzel Narkissos’un cesedi yerine güzel bir çiçek bulurlar: Nergis…

Oedipus
Günlük akliye tatbikatında kullanılan terimler arasında, herhalde, Oedipus kelimesi kadar sıkça kullanılan ya hiç yoktur veyahut onun gibi her an karşımıza çıkanı pek azdır.
İnsan hayatında, kişilik temelin atıldığı ve kişinin tüm hayatı süresince mutlu veya mutsuz, atılgan veya pısırık, kavgacı veya anlayışlı, ilkel veya olgun, başarılı veya zavallı olacağını belirleyen 3-7 yaş arasındaki ilk heteroseksual, ilkel genital-phallik devreyi bir mitos simgelemektedir.
Sözünü ettiğimiz yaş diliminde erkek çocuğun annesine karşı duymakta olduğu bu aşk nedeniyle babasının kendisini cezalandırıp kısırlaştıracağı korkusu içinde bulunduğu Oedipal devre’yi simgeleyen trajik bir mitos vardır.
İkibin sene evvelinin deterministik-fatalistik hayat görüşü, tanrıların lanetlemiş oldukları kişi veya soyun nasıl bir suç işleme girdabı içine girip bir türlü kurtulamadığını Oedipus’un öyküsüyle dile getirir. Oedipus, Thebai’nin lanetlenmiş kral soyundan gelir. Anası lokaste’nin ona gebe iken gördüğü bir rüyanın tefsirine göre, doğacak çocuğunun kendi babasını öldüreceği ve annesi ile evleneceği anlaşılır. Bu korkunç kehanet karşısında lokaste ile kocası Laios’a, doğan çocuğu doğar doğmaz ortadan kaldırmaktan başka bir çare kalmaz. Çocuk kimsenin haberi olmadan emin bir kişiye teslim edilerek saraydan kaçırılır, ormanda ayağından iple bağlanarak bir dala asılır ve ölüme bırakılır…
Ne var ki, bir müddet sonra oralardan geçen bir çoban, ayağından asılmış olduğu için ayağı şişmiş olan bu çocuğu bulur ve onu Korinthos kralı Polybos’a teslim eder. Korinthos kralı da, ismini bilmediği için bu çocuğa Oedipus-şiş ayaklı, (oedima-şişlik, pus-ayak) adını vererek, onu kendi oğlu gibi yetiştirir.
Ancak, soy bir defa tanrılarca lanetlenmiştir ve bu lanet sonuna kadar gidecektir. Oedipus büyüyünce, etraftaki dedikodulardan, kendisinin bulunmuş bir çocuk olup Polybos ailesinin esas çocuğu olmadığını öğrenir. Hakikati öğrenebilmek için kahinlerin memleketi Delphoi’ye gitmeye karar verir. Delphoi’de korkunç hakikati öğrenir: Kendisi lanetlenmiş bir kimsedir, babasını öldürüp anası ile evlenecektir.
Ağır bir sıkıntı içinde Delphoi’den ayrıldığında yolda bir geçitten geçerken tanımadığı iki kişiye rastlar. Münakaşa sonunda çıkan kavgada bu iki kişiden birisini öldürür, diğeri ise kaçar. Sonunda, Oedipus tanımadığı bir şehre girer; şehir matemdedir, şehrin kralı ölmüş, şehir idarecisiz, kraliçe ise kocasız kalmıştır…
Etrafta bir hikaye dolaşmaktadır: Sphinx denilen canavar o şehre gelmiş ve önüne gelene iki zor bilmece sormaktadır. Kimse de bu bilmeceleri çözemediği için canavar, rastladığı kimseleri yüksek bir kayadan uçuruma yuvarlamaktadır. Bu duruma bir hal çaresi bulabilmek ümidi ile fikir almak için Delphoi’deki kahinlere gitmekte olan kral ve nedimi dar bir geçitte genç bir adamla karşılaşmışlar ve çıkan kavgada, kral yabancı tarafından öldürülmüştür.
Oedipus bunun üzerine Sphinx’e gider ve canavarın sorduğu iki güç bilmeceyi çözer. Sphinx, bilmecesinin çözüldüğünü öğrenince, şehri affeder ve kendisini uçurumdan atarak intihar eder.
Başarılı bir şekilde şehre dönen Oedipus kurtarıcı olarak karşılanır, şehrin kralı ilan edilir v eski kralın dul karısı ile evlenir. Bu evlilikten dört çocuk dünyaya gelir.
… Ve tanrıların laneti, böylesine kahredici olayların sürmesine neden olur…
Bir müddet sonra şehirde veba çıkar, felaket etrafta kol gezer. Delphoi’ye gidilerek felaketin nedeni sorulduğunda, öldürülen eski kralın Laios’un katilinin cezalandırılmasının şart olduğu öğrenilir. Araştırmaları bizzat idare eden Oedipus, biraz sonra kendi araştırması sonunda korkunç gerçeği öğrenir. Anası Lokaste kendini öldürür; Oedipus da, annesinin iğnesi ile gözlerini kör eder.
Oedipus’un kendisinin gözlerini kör etmiş olması nedeni ile, psikiyatride kişinin kendi gözlerini kendisinin tahrip etmesi hali için de Oedipism tabiri kullanılmaktadır.

Pan
Çok kötü, ağır, kahredici bir ölüm hissi ile beraber ortaya çıkan ve özellikle sabahları –çoğunlukla-hiçbir sebep yokken gözüken ve nörovegetativ distonik araz ile tamamlandığında, bazen, yanlışlıkla myocard infarktüsü ile karışabilen had anksiete reaksiyonu-panic reaction tabirindeki Pan -aslında- son derece iyi, sevecen, hayatı seven, gürültü ve yaygara koparan, çobanları koruyan, kamıştan kavalını çalan, çirkinliğine bakmadan güzel nymphalar’ın peşine takılan, ama onlardan pek yüz görmeyen bir ilahtı.
Yarı insan-yarı keçi Pan, keçi boynuzlu, sakallı, insan yüzlü, keçi ayaklı bu tuhaf ve acayip ilah bazen öğleleri herkes rahat rahat uyurken- muziplik olsun diye- öylesine gürültü koparırmış ki, etraftaki bütün canlılar korku içinde kaçışırlar, panik’e, paniğe kapılırlarmış…
Bir gün Korfu adasının güneyinde sefer yapan bir geminin dümencisi Paksos adasından bir ses duymuş: “Ulu Pan öldü!” Dümenci bu sesi karaya doğru iletince karadan korkunç bir feryad, inilti, ağlaşmalar gelmeye başlamış; bütün doğa, keçi ayaklı ilah Pan’ın ölümüne yas tutmuş…

Phobos
Psikiyatride çok sıklıkla kullandığımız ve kişinin saçma olduğunu bildiği halde bir türlü kurtulamadığı, aklından uzaklaştıramadığı korku olarak tanımlayabileceğimiz phobia tabirinin mitolojideki kökeni, savaş tanrısı Ares’in yanından hiç ayrılmayan ve dehşet, panik, korku ile onun sonucu olarak ortaya çıkan bozgunu simgeleyen Deimos ve Phobos’a kadar iner.

Psykhe
Tıbbın en gizemli şubesi Psikiyatri’ye ismini veren Psyhke, Miletos kralının üç kızının en güzelidir. Bu güzelliği ile de Aphrodite’nin kıskançlığını ve hışmını çeker. Aphrodite, oğlu Eros’tan, güzel Psykhe’yi alıp dağa götürmesini ve orada onu bir canavar ile zorla evlendirmesini ister.
Ne var ki, Eros güzel Psykhe’yi gördüğünde, bir canavar ile evlendirmek bir yana, bir daha hiç ayrılamamacasına onunla birleşmek ister. Zaten sevgi ve aşk, ruhtan ayrılmaz ki… fakat, ne yazık ki, Eros bir tanrı, Psykhe ise bir ölümlüdür. Böylesine bir birleşmeye tanrılar izin vermez. Onun için Eros, Psykhe’yi alıp bir mağaraya götürür ve ona kendisini göstermez; yalnız karanlık gecelerde gelir ve sevgilisi ile buluşur. Psykhe’den de kendisini görmeye çalışmamasını ister. Fakat, Psykhe sevgilisinin kim olduğunu hiç olmazsa bir kerecik olsun görmek ister… İşte böyle bir istek ile, bir gece Eros yanında uyurken, yağ kandilini yakıp ona bakmaya kalkışır. Kandili yakıp sevgilisinin bir tanrı olduğunu görünce öylesine heyecanlanır ki, bir damla kızgın yağ Eros’un omzuna damlar. Eros uyanır ve fark edildiğini görünce Psykhe’yi bırakıp gider…
İki sevgili arasındaki ayrılık uzun sürer, ikisi de mutsuzdur. Ancak, böylesine kuvvetli bir aşk karşısında Ahrodite yumuşar; bu aşka izin vermesi için Psykhe’den yerine getirmesi çok güç olan bazı isteklerde bulunur. Aphrodite’nin bu zor isteklerini yerine getirebilmesi için bütün Nympha’lar ile Satyr’ler elbirliği ile Psykhe’ye yardım ederler; bu yardımlar sayesinde Aphrodite’nin istekleri yerine getirilir. Sonunda Eros ile Psykhe birbirine kavuşurlar.

Satyr’ler
Kadınlara ilişkin olan nymphomania teriminin erkeklere ilişkin karşılığı olarak ve erkek hyperseksualitesi halini tanımlamak için kullanılan satyriasis terimi adını Dyonissos/Bakkhos alayında Siren’ler ile beraber yer alan ve bellerinden üstü insan, bellerinden aşağısı ise at veya teke olan Satyr denen varlıklardan almaktadır. Ayakları at tırnağı biçiminde olan Satyr’ler devamlı ereksiyon halinde kırlarda dolaşır ve rastlaştıkları nympha’larla vahşicesine bitmez tükenmez sevişmelere girişirlermiş.

Thanatos

Kişiliğin en ilkel, en katıksız -ve esasında en insanca- olan kısmını oluşturan id, iki temel bileşenden oluşur; yapıcılık ve yıkıcılık, yani Eros ve Thanatos veya Destrudo. Eros’un tamamen karşıtı olan Thanatos’ta, insandaki tüm yıkıcı, öldürücü dürtüler bulunmaktadır. Öldürmeler, savaşlar, yağmalar gibi yıkıcı tüm davranışlar, insandaki Thanatos’un Eros’a galip gelmesinin sonucu ve de ifadesidir. Ancak, birbirinin karşıtı olan Eros ve Thanatos, yani bu iki karşıt komponent, insanda çok uyumlu ve ayarlı bir oran içinde bulunduğundadır ki, kişi, yaşamı boyunca mutlu ve yaratıcı olma şansına sahip olur.
Thanatos ölümü simgeleyen tanrıdır. Gece tanrıçası Nyx, kendi başına Hypnos uyku ve Thanatos ölüm tanrılarını doğurmuştur. Thanatos, Hypnos ile birlikte, yeraltındaki ölüler ülkesinin en derin yeri olan Tartaros’ta oturur. Her ikisini, ölüler ülkesinin tanrısı Hades konuk eder.


Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

17 Temmuz 2006 / eros_sonya Mitoloji
10 Haziran 2007 / Misafir Mitoloji
1 Ekim 2009 / Misafir Soru-Cevap
18 Mart 2010 / ThinkerBeLL Psikoloji ve Psikiyatri