Arama

Sinirlilik Nedir?

Güncelleme: 18 Haziran 2016 Gösterim: 31.301 Cevap: 2
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
20 Ağustos 2009       Mesaj #1
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Sinirlenince vücutta neler olur?

Ad:  sinir1.jpg
Gösterim: 607
Boyut:  10.9 KB

Sık sık duyduğumuz "kan beynime sıçradı", "sinirden elim ayağım titredi" gibi sözler, bu durumu az da olsa açıklar. Sinirlendiğimizde vücutta ciddi oranda adrenalin salgılanır. Adrenalin stres durumunu ifade eder. O ân, 'savaş veya kaç' sistemi çalışmaya başlar. Saniyeler içinde vücutta birçok muhteşem mekanizma aktif hâle gelir, nabız hızlanır, vücut ısısı artar, gözde pupillalar genişler, kan dolaşımı hızlanır, kanda glikoz artarak kaslara daha çok glikoz gönderilir. Adrenalin hormonu, vücudu tehlikelere karşı savunmaya hazır hâle getirmede rol alır. Yaratıcı'mız, farklı organlarda farklı vazifeler görecek şekilde çok çeşitli adrenalin alıcıları (reseptör) yaratmıştır. Aynı hormonun kalbde farklı, karaciğerde farklı tesir icra etmesi, kompleks ve girift olduğu kadar mu'cizevî bir durumdur. Korktuğumuz, sinirlendiğimiz veya heyecanlandığımızda, kısacası vücutta 'stres' arttığında, başka vazifeli hormonlar da devreye girerek vücudumuzda kısa ve uzun vadede değişiklikler olur. Meselâ, sindirim sisteminde, kan dolaşımında, kan şekerindeki değişiklikler ile stres arasında önemli bir münasebet vardır. Hattâ kronik stres durumunda beyin hücrelerinin yapısı bile değişmektedir. Dolayısı ile çabuk sinirlenen kişilerin kalb hastalıklarına, gastrit ve ülser gibi sindirim sistemi rahatsızlıklarına, hipertansiyona yakalanma riski de artmaktadır. Atalarımızın dediği gibi, keskin sirke küpüne zarar verir.
Sponsorlu Bağlantılar

Öfke muhakemeye zarar verir


Sinirli ve öfkeli ruh hâli, en başta kişinin sağlığına zarar verir. Ayrıca sağlıklı karar verme mekanizmasını bozar. Kişi o esnada tamamen hisleri ile hareket eder. Bunun neticesinde ise, karşısındaki kişilere zarar verir. Makul, mantıklı ve neticeleri iyi kararlar, genellikle kişinin sakin ve asude bir ruh hâli içindeyken verdiği kararlardır. Öfke ânında verilen kararlarda, düşünme ve muhakeme sistemi gerektiği kadar çalışmadığı için hata ihtimali artar. Geçmişimize baktığımızda yanlış kararlarımızın çoğunun, hissî ve çok acelece verilen kararlar olduğunu görürüz.

Sağlıklı karar vermede zihinbeyin sisteminin farklı bölümlerinin koordineli çalışması önemlidir. Ancak stres ânında amigdala ve hipokampus aktivasyonu artar. Bu süreçte beyindeki sinir ağlarının çalışma şeklinde değişmeler olur. Bunu normal akan bir trafiğin kaza sonrası yön değiştirmesine ve ambulansların, itfaiyelerin ve kurtarma ekibinin o bölgede yoğunlaşmasına benzetebiliriz. Orada normal şartlarda çalışan bir sistem yerine olağanüstü şartlarda çalışan bir sistem devreye girer. Hedef, stresi gidermektir. O esnada normal görevlerini yapmak için günlük trafikte yol alan araçlar durmak ve krize müdahale eden araçlara yol vermek zorundadır. Bu esnada beyinde, stresi gidermeye yönelik mekanizmalar çalıştırılır. Etraftaki uyaranlar buna göre değerlendirilir. Sinirlenen kişide ise doğru karar vermek yerine hissiyata göre hareket etmek ve karşıdaki kişiye duygularıyla bir tepki vermek söz konusudur. Bu tepki, sözlü veya fiilî olarak karşıdaki kişiye zarar verme şeklindedir. Kişideki muhakeme, düşünme, mantık ve kontrol mekanizmaları zayıfsa, kişinin öfkeli durumda alacağı kararlar çoğunlukla isabetsizdir. Bundan kişinin hem kendisi hem de çevresi zarar görür.

Öfke ve sinir huzursuzluk kaynağıdır


Çalışma hayatında, aile içinde veya herhangi bir mecliste çabuk sinirlenen bir kişi varsa, onun etrafındaki her ferdin bundan menfî etkilendiğini görürüz. Her ân bağıracağı, kızıp söyleneceği, eleştireceği ve gerginlik oluşturacağı beklenen bir kişinin yanında kimse huzurlu olamaz. Çünkü o kişideki negatif enerji başkalarına da tesir eder ve oradaki herkesin stresi artar. Neticede herkesin hata yapma riski artar. Bir aile içinde stres artarsa o aile içindeki fertler daha çok hata yapar. Bu hataya tepki veren ebeveyn, daha çok strese sebep olur, bu şekilde fasit daire devam eder gider. Kişiler, önce huzurlarını sonra mutluluklarını kaybeder. Aile içi huzursuzluklara baktığımızda çabuk sinirlenen kişilerin verdiği gereksiz tepkilerin bu konuda önemli bir rol oynadığını görürüz.

Sinirliliğin sebepleri


Kişilerin mizacı, çabuk sinirlenmenin en önemli sebeplerden biridir. Fevri mizaçlı fertlerde, çabuk sinirlenme daha sık görülür. Bu kişilerin stres hormonuna daha kolay cevap verdiği bilinir. Reseptörleri daha hassastır. Bu kişilerin amigdala ve hipokampus aktivitesi diğer kişilere göre daha farklı bulunurken, frontal kortekslerinde (alnın arkasındaki beyin bölümü) de bazı farklılıklar görülmüştür. Tiroit hormonu fazla olan kişilerde de, bu hormonun tesirlerine bağlı sinirlilik olabilir. Ayrıca aşırı yük altında bulunan, yoğun bir sorumluluk alan kişilerin stres hormonu daha fazla salgılanır. Bu süreçte kontrol mekanizmaları bozulur. Rekabetçi, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı ve titiz (A tipi) kişilik yapılarında da sinirlilik daha sıktır. Egoist yapıdaki kişilerin de engellenme karşısında çabuk tepki verdiği bilinir. Çocukluk ve Ergenlik döneminde çabuk sinirlenmesinde ise, sayılan bu sebeplerin yanı sıra kötü rol modelleri de önemli bir etkiye sahiptir.

Sinirliliğin psikiyatrik sebeplerine baktığımızda, depresyondaki kişide strese karşı ya aşırı duyarlılık veya tepkisizlik görülür. Aşırı gergin ve tepkili bir yapı varsa, kronik depresyon akla gelmelidir. Ayrıca duygu durum bozukluklarında ve manik kaymalarda da aşırı bir sinirlilik hâli görülür. Uyuşturucu madde bağımlılarında, hem madde kullanırken hem de maddeden yoksunluk döneminde sinirlilik çok belirgindir. Kişilik bozukluklarında özellikle antisosyal yapıdaki kişilerde aşırı öfkelenme, öfkesini kontrol edememe ve sonrasında ise fizikî zarar verme görülür. Bu kişiler, karşıdaki kişiye zarar veremezse kendilerine zarar verirler. Dışlanma, sosyal izolasyon, mobbing (işyerindeki kişilere yapılan psikolojik taciz) gibi durumlara maruz kalan kişilerde de gerginlik ve buna bağlı olarak da sinirlilik görülebilir. Uykusuzluk, açlık gibi fizyolojik ihtiyaçların karşılanmaması da sinirliliğe yol açar. Stres sürecindeki kişilerde ilginç bir şekilde uykusuzluk veya aşırı uykulu olma hâli görülebilir. Benzer şekilde iştah artışı ve iştah azalması da söz konusudur. Uyku, iştah problemleri sinirliliğe yol açtığı gibi, sinirlilik de uyku ve iştah problemlerine sebep olabilir.

Hayatın özünde sükûnet vardır


Kâinata baktığımızda her şeyde bir sükûnet görürüz. Yeryüzünde her gün her yerde fırtına esmez ve denizlerde her gün dev dalgalar köpürmez. Yeryüzündeki tabiat hâdiselerinin periyodik, dengeli ve ahenkli işleyişi insana sükûnet mesajı vermektedir.

Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatına baktığımızda bu sükûneti görürüz. O, kendi şahsına ait en büyük taarruzlarda bile sükûnetini ve teennisini korumuştur. Düşmanlarına karşı bile ortaya koyduğu bu tavır, bize güzel bir örnektir. Kendi aile hayatında ve sahabeleriyle geçirdiği zamanlarda ortaya koyduğu davranışlarda, asla öfke ve hiddet görmeyiz. Kızmanın, karşıdaki kişiye gösterilecek reaksiyonun gerekli olduğu zamanlar olabilir. Dinimize, mânevî değerlere olan taarruzlara karşı sinirlenmek, öfkelenmek haklı olabilir. Bu hakka dayanıp kişiye veya kişilere ceza verme hakkı bize verilmemiştir. Bu cezayı ancak mahkeme verebilir. Kendi adımıza, kendi egomuz adına ölçüsüz bir şekilde öfkelenip etrafımızdaki insanları kırıp dökmek İslâmî ahlâka aykırıdır.

Sinirliliği nasıl azaltabiliriz?


"Allah'tan korkan kimseler öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah, iyilik edenleri sever." (Âli İmran/134) mealindeki âyet bize bu konuda çok net bir ölçü vermektedir. Öfkeyi hafifletmenin önemli bir yolunun insanları affetmek ve iyilik yapmak olduğu anlaşılabilir. Çünkü öfkeyi yutmak, insanı affetmek ve iyilik etmek âyeti kerîmede ardı ardına anlatılmaktadır.

Nefsin terbiyesi sinirliliği azaltmanın ilk adımlardan birisidir. Günümüz insanının ben merkezli bakış açısı, kendine dönük her türlü eleştiriye aşırı reaksiyon vermesine sebep olmaktadır. Kendine haksızlık yapıldığını düşünen, saygı görmediğini söyleyen, sözünün dinlenmediğini ifade eden, en küçük engellenme karşısında sinirlenip saldırgan bir tavır içine giren kişilerde, egoist bakış açısının ön plânda olduğu görülür. Bu sebeple kişinin kendi tepkisi konusunda 'farkındalık' oluşturması, çözüm için ilk adımdır.

Mütevekkil ve kadere teslim olma da, kişinin ruh haline müspet tesir eder. Üzerimize aldığımız sorumluluğu, bu değerlerle stresi artırmadan yerine getirmek mümkündür. Kişinin mânevî hayatının sağlam olması, kendine has bir güven ve huzur meydana getirir. Yaratıcı'yı bilen ve O'na teslim olan kişi, hâdiseler karşısında sükûnetle davranacak ve teenni ile hareket edecektir. Abdest, namaz, zikir, dua ve diğer ibadetler, her bir ferdin kalb balansını ayarlamasını kolaylaştıracak, dolayısıyla onu, şeytanı ve nefsi hoşnut edecek tepkiler vermekten alıkoyacaktır.

Sohbet ve nasihat meclisleri de, her bir ferdi değiştirecektir. Mânevî atmosferi teneffüs eden kişinin ben merkezli davranması, olur olmaz şeylerden başkalarının kalbini kırması, insanları hiçe sayarak kendi tepkilerini ölçüsüz bir şekilde ortaya koyması daha zordur. Şeyh Sadi'nin Bostan Gülistan isimli eserinde bu konuda güzel bir misâl verilir: "Toprağa sormuşlar sen neden güzel kokuyorsun diye... Toprak cevap vermiş, bir testinin içinde misk yaprakları ile birlikte kaldım da ondan." Netice olarak kişinin çevresi, münasebet içinde olduğu kimseler, onun şuuraltı davranışlarını besler. İyi tepki vermek için, iyi insanlarla birlikte olmak gerekir.

Kişinin elinde olmadan verdiği aşırı tepkiler ve bütün gayretine rağmen düzelmeyen durumlar ise, psikiyatrik bir tedavi gerektirir. Kullanılacak bazı ilâçlar vasıtasıyla bu tepkilerin dengelenmesi mümkündür.

Sinirlenmenin ve öfkenin verdiği zararın şuurunda olan ve ona göre hareket eden kişiler, hem kendilerine hem çevrelerine huzur verir. Burada önemli olan herkesin kendi söz ve davranışlarını kontrol edebilmesidir. Bunu başarabilen kişilerin, öfkenin ve sinirliliğin zararlarından kurtulacağı, güzel sözleri ve davranışları ile çevresine örnek teşkil edeceği açıktır. İnancımızın gereği de budur.

BAKINIZ
Öfke ve Öfke Kontrolü
Depresyon Nedir?
Panik Atak Nedir?
Stres Nedir? Stres Yönetimi

Kişilik Bozuklukları
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 23:47
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
25 Şubat 2016       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  sinir2.jpg
Gösterim: 1411
Boyut:  10.1 KB

İnsan Durup Dururken Neden Sinirlenir? Çözümü Nedir?


Stres isteklerimize karşı gösterdiğimiz tepkilerimizdir. Birçok insan stresin, başkaları tarafından kendilerine karşı yapılan davranışlardan dolayı olduğunu düşünür. Gerçekte ise stres bizim aşırı duygularımız ve isteklerimiz sonucunda ortaya çıkan durumlara karşı bizim göstermiş olduğumuz tepkilerdir.
Sponsorlu Bağlantılar
Stres, kişi üzerinde aşırı fizyolojik ve psikolojik talepler yaratan bir uyarıcıya karşı, kişinin uyum sağlayabilme tepkisidir.
Stres kavramı, Latince ‘estrica’, Fransızca ‘estrece’ sözcüklerinden gelmektedir. 17. yüzyılda felaket, bela, musibet, dert, keder, elem anlamında kullanılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda ise, kavramın anlamı değişmiş, güç, baskı, zor anlamında, objelere, kişiye, organa ve ruhsal yapıya yönelik olarak kullanılmıştır. Bu durumda stres, nesne ve kişinin bu tür güçlerin etkisi ile biçiminin bozulmasına, çarpıtılmasına karşı bir direnç anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Çince’de stres kelimesi, tehlike ve fırsat kelimelerinin sembollerinin karışımıdır. Stres bu iki kavramı paylaşmaktadır.
Stres teriminin evrimi esnasında stressör kelimesi tetikleyici faktörü tanımlamak amacıyla kullanıma girmiştir. Lazarus ve Cohen üç tip stressör tanımlamıştır. Birinci grup stressör sel gibi doğal felaketler ve insan eliyle oluşturulan savaş gibi büyük yıkımlardır.
İkinci grup stressörler kişisel stressörler olarak adlandırılır; bunlar bir yakının kaybı, boşanma, iş kaybı ve önemli fiziksel hastalıklardır. Üçüncü grupsa günlük sıkıntılardır. Bu stressörler arka plan stressörleri olarak değerlendirilir, bunlar kişinin hayatında süreğen olarak devam ederler. Bu gruba örnek olarak iş ortamındaki sorunlar verilebilir.
Stres, bireyler üzerinde etki yapan ve onların davranışlarını, başka insanlarla ilişkilerini etkileyen bir kavramdır. Stres, durup dururken ya da kendiliğinden oluşan bir durum değildir. Stresin oluşması için insanın içinde bulunduğu ya da hayatını sürdürdüğü ortam ve çevrede meydana gelen değişimlerin insanı etkilemesi gerekir.

Ortamdaki değişmelerden her birey etkilenir ancak, bazı bireyler bu değişmelerden daha çok veya daha yavaş etkilenmektedirler. Stres, insanın yaşadığı ortamda meydana gelen bir değişimin veya insanın ortamı değiştirmesinin onun üzerinde etkiler bırakması ile ilgilidir. Etki altında kalan insanın kişilik özelliklerinin, bu etkilerin tesiri altında kalma derecesini etkilemesidir. Stresin oluşması için ortamdan etkilenen bireyin vücudundaki özel biyo-kimyasal değişmelerin oluşmasıyla bireyin vücut sisteminin harekete geçmesi gereklidir.

Günlük hayatımızda davranışlarımıza yön veren üç duygu türü vardır. Olumlu duygular (possitive feelings), olumsuz duygular (negative feelings), ayrımsız duygular (feelings of indifference). Olumlu duygular, en geniş anlamda ‘sevgi’ sözcüğü ile tanımlanabilecek, saygı, güven, inanç, kabullenme, dostluk gibi duygular içerir. Olumsuz duygular kin, güvensizlik, küçük görme, düşmanlık, kıskançlık gibi zarar verebilecek olan duygulardır. Ayrımsız duygular, hoşgörüye yardımcı olsalar bile, daha fazla bir yarar sağlayamayan duygulardır. İşte bütün bu duygular bireyin psikolojik yapısını, duruşunu belirler. Bu duygularla; kaygılı, korkulu, engellenilmiş veya güvenli, rahat, doyumlu olunabilmektedir. Kısacası olayları algılar, değerlendirir ve onlara bu duygular yüklenir. Böylece onlar ya stres ya da disstres yükünü taşırlar.
Olumlu duygu olumlu tavrı, olumlu tavır yaratıcılıklara katkıyı arttıracaktır. Yaşanabilecek en olumlu stresler şu üç başlık altında düşünülebilir. ˝ Yaratıcılığa katılımdaki stres ˝, ˝ Zaferin stresi ˝, ˝ Hazzın stresi ˝.

Stresin Etkileri ve Bedeli
  • Kişisel etkiler: Huzursuzluk, saldırganlık, duyarsızlık, depresyon, yorgunluk, asabiyet, suçluluk ve utanç, sinirlilik, karamsarlık, düşük öz-saygı, yalnızlık, tehdit ve gerginlik [82].
  • Davranışsal etkiler: Kaza eğilimi, ilaç alımı, duygusal patlamalar, aşırı yeme veya tat kaybı, aşırı alkol alımı veya sigara içme, heyecanlılık, tahrik edici davranışlar, az konuşma, sinirsel kahkahalar, hareketsiz kalamama, titreme.
  • Bilişsel etkiler: Karar verme ve konsantre olmada yetersizlik, sık unutkanlık, eleştiriye aşırı duyarlılık ve psikolojik engeller.
  • Psikofizyolojik etkiler: Kan ve idrarda yüksek katekolamin ve kortikostreid bulunması, kan şekerinin yükselmesi, kan basıncı ve kalp atışlarının artması, ağız kuruluğu, terleme, göz bebeğinin genişlemesi, solunum güçlüğü, sıcak ve soğuk nöbetler, boğazda şişlikler, kol ve bacaklarda hissizlik ve karıncalanma.
  • Tıbbi etkiler: Astım, adet görememe, göğüs ve sırt ağrıları, koroner kalp hastalıkları, ishal, baş dönmesi ve halsizlik, hazımsızlık, sık idrara çıkma, migren ve baş ağrıları, kabuslar, uykusuzluk, nevroz, psikoz, psikosomatik bozukluklar, şeker hastalığı, ciltte görülen hastalıklar, ülser, cinsel isteksizlik ve güçsüzlük.
  • Organizasyonla ilgili etkiler: görev başında bulunmama, düşük endüstriyel ilişkiler ve verimsizlik, yüksek iş kazası ve düşük iş teslim oranları, kötü iş ortamı, işinden memnuniyetsizlik ve nefret ortamı.

Stresle Başa Çıkma Tutumları


Stresli durumların neden olduğu olumsuz duyguların ve psikolojik uyarılmanın rahatsız edici olması, kişiyi bu durumdan kurtulmaya ya da durumu düzeltmek için bir şeyler yapmaya güdüler. Oluşan güdülenmeyle bireyler, stres karşısında duygularını yöneterek, davranışlarını düzenleyerek, stresin kaynağını azaltarak strese uyum sağlama sürecini yaşarlar.
Kısacası; stresle başa çıkmaya, stresin olumsuz etkilerini azaltmaya çalışırlar. Başa çıkma (coping) kelimesinin kökeni, eski Yunanca’da yer alan “kolahos” kelimesidir. Kelimenin anlamları, “karşılamak, karşı karşıya gelmek veya çarpmak” şeklindedir. Literatür taramasına dayalı yapılan bir çalışmada, başa çıkma kavramının, kaynakların başarılı bir şekilde kullanımı, aktif olarak davranışta bulunma ve etkili çözümlerle taleplerin azaltılması gibi özellikleri içerdiği sonucuna varılmıştır.
Depresyon, bireyin motivasyonunu bozan ve zayıflatan bir hastalıktır. Depresyonla ilgili yapılan araştırmalarda üzerinde durulan önemli bir konuda stres ve başa çıkmadır.

İnsanlar yaşamlarının her anında bedensel, zihinsel ve ruhsal pek çok uyaranla karşı karşıya kalmaktadır ve söz konusu bu uyaranlar bireyin içinde bulunduğu denge, düzen ve uyum durumunu etkileyebilir. Yaşanan olay kişiye sıkıntı verecek, yeniden uyum sağlamasını gerektirecek, alıştığı yaşam ve çözüm biçimlerini sorgulatacak ve/ya da değiştirecek nitelikteyse, birey bu zorlu olayın üstesinden gelmek ve yeniden rahatlayıp uyum sağlamak için çabalayacaktır. Bu noktada stres ve başa çıkma kavramları önem kazanmaktadır.

Folkman’a göre; başa çıkma (coping), stres vericilerin uyandırdığı duygusal gerilimi azaltma, yok etme ya da bu gerilime direnme amacıyla gösterilen bilişsel, davranışsal ve duygusal tepkilerin bütünüdür. Lazarus ve Folkman; başa çıkmayı, kişinin kaynaklarını tüketici veya aşırı derecede zorlayıcı olarak değerlendirdiği talepleri yönetme süreci olarak tanımlarlar. Başa çıkma, kişinin psikolojik anlamda kendisini iyi hissetmesini sağlayan uygun davranışsal yaklaşımları ya da kendisini kötü hissetmesini engelleyen kaçınmaları içerir.
’Stresle başa çıkmak’’, stresi ortadan kaldırmak değil, stresi olumlu bir düzeyde tutabilmeyi öğrenmek anlamına gelmektedir. Stresi iyi yönetmek, daha verimli çalışma için olumlu etki yaratabilir. Kötü yönetilen ya da yok sayılan stres önemli bir takım sağlık sorunlarına neden olabilir.
Stres yaşantısının yer aldığı bağlamda, bedensel ve psikolojik aşırı uyarılma halini ve bunu belirleyen etkenleri azaltmaya ya da yok etmeye yönelik bedensel, bilişsel, duygusal ve davranışsal düzeylerde gösterilen çabalardır.
İş yaşamında hemen hemen her meslek grubundan kişiler, stresle baş etmek zorundadır. Stresli olayları önlememiz çoğu kez olanaklı değildir. Bu nedenle stresle başa çıkma yollarını öğrenip, günlük yaşamımıza uygulamakta büyük yarar vardır. Stresle başa çıkma programlarında amaç; kişiye stres oluşturan öğeleri ve bunlara verdiği tepkileri tanıtmak, problemlerin doğru teşhisine yardımcı olmak, stres vericileri yönlendirmek, kendini psikolojik ve fizyolojik zararlardan korumak için yöntemler öğretmek ve geliştirmektir.

Stresi yaşamak çekingen tavırda duygu ve düşüncelerin uygun biçimde ortaya konamayışından ötürü kaçınılmazdır. Saldırgan tavırda ise saldırganca davranışın yöneldiği kişinin vereceği olumsuz tepkiden ötürü stresi kaçınılmaz yapar. Buna karşılık kendisine güvenen bir insanın yolu, ilişki kurduğu kişiye duygu ve düşüncelerini uygun bir biçimde yansıtmak olarak tanımlanabilir. İlişki kurulan kişinin niteliği, bir başka ifadeyle yöneten veya yönetilen olması, arkadaş veya aileden biri olması, bu kişiyle kurulacak ilişki biçiminin genel niteliğini değiştirmez. ˝ Güvenli tavrın geliştirilmesi ˝ eğitiminde, kişi haklarını korumasını, ˝ hayır ˝ demesini, kişisel görünüşünü nasıl açıklayacağını, otorite figürünü temsil edenlere karşı haklarını nasıl koruyacağını, öfkesini nasıl ifade edeceğini, hizmet içindeki bireysel sorunları nasıl tanıyıp çözeceğini, kısacası başka insanlarla çok daha etkili biçimde ilişki kurmasını sağlayacak birçok ilişki tekniğini öğrenir. Şurası muhakkak ki bu tür bir tavır, insanlar arası ilişkilerden doğan stresi tümünün olmasa bile önemli bir bölümünün ortadan kalkmasına sebep olacaktır.
Çeşitli streslerle ilgili kişisel değerlendirmeler ve stres konusundaki bilgiler ışığında, kişi kendisi için uygun olan başa çıkma tekniklerini öğrenmekte ve uygulamaktadır. Bu teknikler şu şekilde sınıflandırılabilir:

Problem Merkezli Yaklaşımlar
Problemin belirlenmesi, alternatif çözüm yollarının üretilmesi ve beklenti düzeyinin düşürülmesiyle stresin olumsuz etkilerinden kurtulmayı amaçlamaktadır. Depresyon düzeyleri düşük kişilerin bu teknikleri kullanmalarının daha kolay olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalarda bu konuda ilginç veriler elde edilmiştir. Stres verici durumlarda problem merkezli yöntemleri kullanmayı tercih edenlerin stres verici durumdan önce ve sonra depresyon düzeyleri düşüktür. Görüldüğü gibi problem merkezli yaklaşımlardan yararlananlarla depresyon düzeyi arasında anlamlı bir ilişki vardır. Bu tekniklerle yönlendirilen kişilerin stres vericilere uygun tepkiler geliştirme ve depresyonlarıyla başa çıkma becerilerini arttığı saptanmıştır.
Problem merkezli yaklaşımlarda esas olarak kognitif teknikler kullanılır. Genellikle, stresle başa çıkma çalışmalarını yürüten ekibin sağlık psikologu tarafından yönlendirilir ve uygulanır.

Duygu Merkezli Yaklaşımlar

Kişiler, olumsuz duygularının baskısı altında olduklarında bu duyguların sorunlarını çözmelerini zorlaştırmasından korunmak için duygu merkezli yöntemleri kullanırlar. Bu yöntemler özellikle kontrol edilme zorluğu olan stres vericiler karşısında yardımcıdır. Duygu merkezli yaklaşımlarda ‘öfkenin kontrolü’, sonuçlarının güvenilirliği açısından en yoğun olarak kullanılan yöntemdir. Bu konuda davranış düzenleme tekniklerinden ve kognitif tekniklerden yararlanılır. ˝ inocuation training ˝, duygusal yaşantılardaki olumsuzluklarla yüzleşme ve başa çıkmak için aşılanma çalışmalarıdır. Bu tür danışmanlıkta üç önemli evre vardır.
Farklı yazarlar tarafından farklı adlandırılmış olmalarına rağmen ilk tanımlamada yer alan çalışmalar şöyle sınıflandırılmıştır: Eğitim evresi, beceri eğitimi evresi ve uygulama evresi.

Olumsuz duygular ile başa çıkmada kullanılabilecek yöntemleri bazı araştırmacılar iki başlıkta toplamışlardır:
Kognitif Teknikler
Başa çıkma, bir yönüyle doku sistemlerinin çeşitli yıkımlarını ortadan kaldırmak için verilen fizyolojik tepkileri, diğer yandan kişinin psikolojik bütünlüğünü zarardan korumak için gösterdiği kognitif ve davranışsal gayretleri gösterir.
Olumlu düşünce ve olumlu tavrın geliştirilmesi
a) Zihinsel düzenleme, makul olmayan inançlarla mücadele
b) Görsel imaj tekniklerinin kazanılması

Davranışçı Teknikler
Davranışçı yaklaşıma dayandırılan teknikler stresle başa çıkmaya iki açıdan yardımcı olur. Bu tekniklerin bazıları stresin niteliğini ve niceliğini azaltmaya programlanmıştır. Aşağıda sözü edilen ilk üç teknik bu amaca dönüktür. Fizyolojik kontrol, fizik egzersiz ve beslenme konularında öğretilen teknikler stresin bedensel etkilerini azaltmayı hedefler.
a. İnsanlar arası ilişkiler (iletişim becerisinin geliştirilmesi, etkin dinleme ve empatinin geliştirilmesi
b. Zaman düzenleme tekniklerinin uygulanması
c. Güvenli davranışın geliştirilmesi
d. Fizyolojik kontrol
  • Nefes egzersizleri
  • Gevşeme cevabının geliştirilmesi
e. Fizik egzersiz ve beslenme

Stresle başa çıkmak esas olarak bir tavır meselesidir. Gerçekten de stresin etkisini alt edebilir bir düzeye indirmek konusunda en önemli teknik, sonuç olarak insanın beyniyle, daha doğrusu düşünceleriyle ne yaptığına bağlıdır. Eğer kişi başarılı bir biçimde stresle başa çıkmayı öğrenmek istiyorsa;
  • Olayları ve insanları oldukları gibi görmeyi öğrenmeli,
  • İnsanlarla ilgili gerçekçi beklentileri olmalı,
  • Kendine ait beceri ve sınırları tanıyıp geliştirerek, onlarla yaşamayı bilmelidir.
Kişi akılcı ve gerçekçi düşünürse, daha önce strese yol açan pek çok durumun artık stres verici olmadığını, çünkü beklentilerinin stres faktörünü ortadan kaldırdığını görecektir. Böylece stresleriyle başa çıkabilecek ve etkili bir hayat sürdürmeyi öğrenebilecektir.
Kontrol üzerine değerlendirmeler de farklı tipte başa çıkma stratejilerinin kullanımıyla ilişkilendirilmiştir. Bireyin stresli durumu değiştirip değiştiremeyeceği üzerine algısı başa çıkma davranışını etkilemektedir. Eğer durum değiştirilebilir olarak algılanıyorsa problem odaklı stratejiler daha fazla tercih edilmelidir. Durum kontrol edilemez olarak algılandığında ise duygu odaklı başa çıkma baskın hale gelir. Araştırma sonuçlarına bakıldığında kontrol değerlendirmesi ve başa çıkma yanıtı arasında uyumsuzluk daha yüksek semptom düzeylerine sebep olmaktadır. Olaylar kontrol edilebilir olarak algılandığında ve problem odaklı başa çıkma yöntemleri kullanıldığında semptom şiddeti azalmaktadır. Ancak kontrol edilemez durumlarda problem odaklı stratejilerin kullanılması kaygı, depresyon ve somatik yakınmalar gibi psikolojik semptomları şiddetlendirmektedir. Stressör kontrol edilemez olarak algılandığında duygu odaklı stratejiler daha adaptiftir. Bir başka deyişle duygu odaklı başa çıkma yanıtları kontrol edilemez olarak algılanan stresli durumlarda semptom şiddetinin düşmesine yol açar.
Depresyon, anksiyete bozukluğu, şizofreni, otizm gibi pek çok ruhsal hastalığa sahip olan insanların, günlük yaşamdaki zorlukların üstesinden gelebilmek için başa çıkma kaynaklarının yetersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Depresyon, insanların inanç sistemlerini ve sosyal ilişkilerini etkilemesinin yanı sıra stresle başa çıkma da uygun ve etkili olmayan başa çıkma davranışları göstermelerine de yol açmaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, stresle başa çıkma süreçleri ve başa çıkma kaynakları ile depresif semptomlar arasındaki ilişki üzerinde durulmuştur.

Depresyonda olan insanlar depresyonda olmayan insanlara göre potansiyel tehditlere ve zararlara karşı daha çok tetikte olabilirler. Depresyon, uyumlu başa çıkma davranışlarının gerçekleştirilmesinde önemli bir engel olarak görülmektedir. Kendilerini üzgün ya da çaresiz hisseden insanların, yeni davranışları gerçekleştirmeleri ve yetenekleri hakkında kendilerini başarılı görme ihtimalleri daha azdır. Depresif semptomlar ve depresyonla ilişkili psikososyal deneyimler, depresyonla başa çıkmada ve dolayısı ile depresyonun düzelmesinde önemli bir etkiye sahiptir.
Yapılan araştırmalar, depresyondaki insanların daha çok olayların negatif yönü üzerinde durma eğiliminde olduklarını ve dolayısı ile günlük yaşamdaki problemlerle etkili bir şekilde başa çıkmalarının da azaldığını vurgulamıştır. Problem merkezli yaklaşımı kullanmaya yönlendirilen kişilerin, strese karşı uygun tepkiler geliştirdiği ve depresyonlarıyla başa çıkma becerilerinin arttığı saptanmıştır.

Yine depresyonda olan bireylerin daha az problem çözmeye yönelik davrandıklarını ve daha çok duygusal temelli davranışlar gösterdikleri ifade edilmiştir. Benzer şekilde yapılan araştırmalarda, daha etkili başa çıkma davranışlarını kullanan insanların daha az depresif semptomlar yaşadıkları ve daha etkili fonksiyonlar gösterdikleri ileri sürülmüştür.
McLean, Coyne ve ark., Lazarus ve Folkman depresyondaki insanlar ile depresyonda olmayan insanların stresörleri algılamaları, yaşam stresörlerine karşı tepkileri, stresi önleme veya stresle başa çıkmada kullandıkları yöntemler arasında önemli farklar olduğunu ve depresyonda olan insanların kaçınma başa çıkma yöntemlerini daha çok kullandıkları ve semptomlarla başa çıkabilmek için duygusal destek aradıklarını öne sürmüşlerdir.

Yine bazı araştırmalarda depresyonla başa çıkmada cinsiyet farklılığı üzerinde de durulmuş ve kadınların yemek yeme, sigara, çay, kahve içme, sosyal destek arama ve ağlama gibi duygusal temelli başa çıkma davranışlarını kullanıp depresyonun nedenlerini ve sonuçlarını sorgulayarak daha çok kendilerini suçladıkları ve kaçınma başa çıkma davranışlarını kullandıkları, erkelerin ise daha çok agresif davranma, cinsel davranışlara yönelme, madde kullanma veya problemlerini yok sayma gibi depresyonla başa çıkma davranışları kullandıkları öne sürülmüştür.
Ayrıca kendini iyi hissetmek için daha fazla yemek yeme, sigara içme, daha fazla yalnız kalmaya çalışma, her zamankinden daha fazla uyuma gibi kaçınma başa çıkma davranışlarının yeni major depresif epizodlarının gelişmesine neden olduğu bulunmuştur.

Sonuç olarak depresyona karşı koruyuculuk sağlamada negatif başa çıkma stratejileri (duygusal temelli başa çıkma) etkili olmazken, pozitif başa çıkma stratejilerinin (problem temelli başa çıkma) etkili olduğu görülmektedir.
Etkili bir başa çıkma davranışı, kişinin zorlu durumlarla başa çıkabilme kapasitesini ve kendisi hakkındaki inançlarını geliştirerek gerçekleştirmesi ile mümkündür. Dolayısı ile “öz yeterlik” başa çıkma davranışlarının önemli bir belirleyicisi olarak görülmektedir ve öz yeterlik-başa çıkma davranışları arasındaki ilişki ruh sağlığı alanında kanıtlanmıştır.
Carver ve arkadaşları başa çıkma çabalarını daha spesifik alt gruplara ayırarak değerlendirmiştir. Oluşturduğu COPE ölçeğinde 15 alt grup tanımlamıştır. Bunları problem odaklı, duygu odaklı ve işlevsel olmayan başa çıkma yöntemleri olarak üç üst grupta toplamak mümkündür. Problem odaklı yöntemler, stressörü ortadan kaldırmak ya da durumu iyileştirmek için eyleme geçme ya da çaba göstermeyi içeren aktif başa çıkma, stressörle nasıl başa çıkacağı üzerine düşünmeyi içeren planlama, ne yapabileceğiyle ilgili bilgi, destek ya da tavsiye aramayı içeren yararlı sosyal destek kullanımı, bireyin diğer aktivitelere olan ilgisini azaltarak stressörle baş etmek için daha fazla odaklandığı diğer meşguliyetleri bastırma, bireyin başa çıkma çabalarını uygun bir konum sağlayana kadar durdurarak pasif bir başa çıkmayı içeren geri durma stratejilerini içerir. Duygu odaklı yöntemler karşısındakilerden sempati ya da duygusal destek arayışını içeren duygusal sosyal destek kullanımı, dini aktivitelere karşı artmış uğraşı içeren dini başa çıkma, durumla ilgili en iyi sonuçları elde etme çabası ya da durumu daha olumlu açılardan yorumlamayı içeren pozitif yeniden yorumlama ve gelişme, stresli durumun gerçek olduğunu ve meydana geldiğini kabullenmeyi içeren kabullenme, stressörle ilgili mizah kullanımını içeren şaka yapma’dır. İşlevsel olmayan stratejiler ise bireyin duygusal sıkıntısını artmış şekilde fark edişini ve bu duyguları dışa vurma eğilimini içeren soruna odaklanma ve duygu dışa vurumu, bireyin stresli durumun gerçekliğini reddetme girişimini içeren inkar, stressörle ilişkili düşüncelerden uzaklaşmak için uyumak gibi dikkat dağıtıcı yöntemlerin kullanımını içeren zihinsel boş verme, vazgeçme ya da çabaların azaltılmasını içeren davranışsal boş verme, alkol ya da madde kullanarak stressörden uzaklaşma çabalarını içeren alkol/madde kullanımı’nı içermektedir.

Sonuç olarak depresyon sık görülen bir ruh sağlığı hastalığı olmakla birlikte uygun baş etme yöntemlerinin kullanılmadığı zaman kronikleşme ve daha ağır bir seyir göstermesini azaltmak için olumlu baş etme yollarının desteklenmesi ve olumsuz olanların ise uygun terapi zemininde fark ettirilip değiştirilmesi ile tedavisi daha etkili olacaktır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 23:23
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
25 Şubat 2016       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  sinir3.jpg
Gösterim: 542
Boyut:  11.0 KB

Neden Sinirleniriz?


Sinirlenmek kısaca herhangi bir olay yada durum karşısında gösterilen tepki olarak tanımlanabilir. Aslına bakılırsa sinirlenmek bir çeşit refleks sonucu vücut tarafından eylemin dönüştürülmesidir. Kimi zaman öfke kontrolü denen bir durumdan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Öfke kontrolü denen şey aslında sinirlenen insanın gösterdiği tepkiyi bir şekilde sınırlamayı öğrenmesidir.

İnsana acı veren kötü bir davranışın, kişinin ruhunda uyandırdığı kızgınlık, intikam duygusu ve cezalandırma isteği anlamına geldiği ifade edilmektedir.
Öfkelenmek, sinirlenmek insanların sosyal yaşantısında iyi bir davranış olarak görülmediği gibi, İslam dini de öfkelenmeyi kınamıştır. Bir insan öfkelendiği zaman kalp atışları hızlanır ve kan basıncı artar. Dolaşım hızı artan kan beyine hücum eder ve beyinde birikme yapar. Beyin beklenenden fazla kanla karşılaştığı için işlevi yavaşlar ve insan aklını iyi kullanamaz. Bazen bu ileri boyutlara giderse beyin kanamasından insan hayatını kaybedebilir. Aklımız bizlerin en büyük sermayesidir. Görüldüğü gibi insanın en büyük sermayesi olan aklı, öfke yüzünden işe yaramaz hale gelmektedir. Ehl-i Beyt İmamları’nın buyruklarında geçen “Hâkim sinirli anda karar vermemelidir” sözünün nedeni ortadadır. Zira sinirli insan aklını kullanamamaktadır. Nihayetinde verdiği kararlar akıl muhakemesi neticesinde değil de duygu yoğunlu altında verilmiştir.
Evet, sinirlenmek insanın insanlık sermayesi olan aklını elinden alır. Bundan dolayı da İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur. “Öfkelenmek tüm kötülüklerin anahtarıdır.”2 Aklını kullanamayan bir insan tehlikelidir. Her an kötülük yapıp hataya düşebilir. Bu hadisin iyi anlaşılabilmesi için bir örnek verelim. Bir kişinin, bir başka kişiye yapmış olduğu bir hatadan dolayı ona sinirlendiğini ve onu öldürmek istediğini varsayalım. Hatalı olan şahsı öldürmek isteyen kişi, bir an öfkesine hâkim olup onu öldürürse neler olabileceğini düşünse; yıllarca hapse dayanamayacağını, hapse girerse ailesinin perişan olacağını, karşı tarafın çocuklarının ve ailesinin mağdur olacağını aklından geçirse, adamı öldürmekten vazgeçecektir ve böylece önemli bir kötülük önlenmiş olacaktır. Bu durumda İmam Cafer Sadık’ın (a.s) sözü daha iyi anlaşılmaktadır. “Öfkelenmek tüm kötülüklerin anahtarıdır.”

İslam dininde sinirlenmek haram edilmemiştir. İslam dini, kişinin öfkesini ortadan kaldırmasını değil de öfkesini kontrol altına almasını istemektedir. Bundan dolayı Hz. Resulullah (s.a.a) bir hadisinde sirkenin balı bozduğu gibi gazabın da (öfke/sinir) imanı bozduğunu belirtmiştir.3 Hadise biraz dikkat edersek öfkelenmenin imansızlık sayılmadığını görürüz. Resulullah, sadece böyle bir imanın insanın işine yaramayacağını belirtmiştir. Bal çok faydalı bir yiyecektir, bunun yanında sirke de faydalıdır, ancak bal ile sirke karıştığı zaman, sirke balın faydasını ortadan kaldıracaktır. İman, ona amel edenlere faydalar sağlar. Ama aşırı öfkenin içinde olduğu bir imanın insana faydası olamaz. Çünkü öfkeli anında insanı, aklı değil öfkesi yönetir. Bu nedenle insan sıkça hataya düşebilir. Bu durumda insan manevi değerlere istediği gibi sarılamaz.
Hz. Resulullah “Cesaretli kişi, öfkeli anında öfkesine hâkim olandır.”4 buyurmuştur. Öfkeli haldeyken bağırıp çağırmak, etrafa zarar vermek, herkesin yapabileceği bir iştir. Zira o anda akıl çalışmaz ve insan geçici bir delilik yaşar. Deli insanlarında nasıl davrandığı ortadadır. Öfkeli haldeyken bağırıp çağırmak, etrafa zarar vermek marifet değildir. Marifet, zor olan öfkeli anda, öfkeye hâkim olup akıllıca davranmaktır.

Öfkeli insan kendisine hâkim olamadığı anda mutlaka hata yapar. Bu hususta Ehl-i Beyt’ten (a.s) gelen bir hadiste “Öfkelenen insan cehenneme girmeden rahatlamaz.” diye buyrulmuştur. Biraz önce de ifade edildiği gibi öfke, insanı hataya sevk eder. Hataya düşen insanın da kıyametteki alacağı ceza mutlaka ki cehennemdir. İmam’ın “…cehenneme girmeden rahatlamaz.” buyruğundaki maksat, öfkeli insanın intikam peşinde olacağı, sinirini yatıştırmak içinde hatalı davranacağıdır.
İslamî kaynaklara göre gazap, üç kısımdır: 1- Aşırı öfke (ifrat) 2- Hiç öfkelenmemek (tefrit) 3- Kontrollü öfke (itidal). İslam dini, birinci kısım olan aşırı öfkeyi kınamıştır. Biraz önce belirttiğimiz öfkeyi yerici hadisler buna işaret etmektedir. İkinci kısım olan hiç öfkelenmemeği de İslam dini kabul etmemiş ve bu durumu korkaklık olarak tanımlamıştır. İslam’ın kabul ettiği üçüncü kısım olan kontrollü öfkedir. İslam, insan da öfkenin var olması gerektiğini savunmuştur.
İslam dininde öfkenin haram olmadığını belirtmiştik. Öfke, haram olamaz. Çünkü insanın hayatını devam ettirebilmesi için öfke mekanizmasının iyi çalışması gerekir. İnsanın ailesine, namusuna sahip çıkabilmesi için veya malını bir başkasına kaptırmamak için öfke duygusunun var olması gerekir. Başkalarının, bir insanın malına, namusuna, ülkesine vs. dokunmaması için öfke duygusu var olmalıdır.
İslam dini, öfkeyi ortadan kaldırmak istememiş, sadece onun yerinde ve zamanında kullanılmasını önermiştir. Yani öfkenin kontrol altına alınmasını istemiştir.
Sinirlenmek aslında çok doğal bir reflekstir! Bu refleks, insan kendisini bir tehlikenin içinde hissettiğinde veya kendisinin canına veya sevdiği bir şeye bir saldırı olduğunda ortaya çıkar! Mühim olan bu refleksi kontrol edebilmek ve doğru yerlerde kullanabilmektir! Mesela bir maç için birbirine siirlenen ve sonuçta birbirini yaralayanlar bu refleksi yanlış kullananlardır! Halbuki birisi sizin canınıza veya namusunuza kastettiğinde eğer sinirlenip ona müdahale eidyorsanız işte bu durumda refleks doğru bir amaca hizmet etmiş olur.

Sinirli Bir Topluma Doğru


Siz de mutlaka fark etmişsinizdir. Gittikçe sinirli bir toplum olduk.
Günlük hayatta fiziksel şiddete başvuran insanların sayısı da hızla artıyor. Yapılan araştırmalara göre her 20 kişiden biri kapı komşusuyla en az bir kere kavga etmiş durumda. Her dört sürücüden biri trafikteyken öfkesine hakim olamayıp yanlış hareketler yapıyor. Sanki bir öfke çağında yaşıyoruz. Geçen hafta İngiltere’de süpermarket kuyruğunda beklerken çıkan bir kavgada orta yaşlı bir erkek müşteri yüzüne aldığı yumruk sonucu öldü. Bu öfke çağının hepimiz kurbanıyız ve öyle anlaşılıyor ki hepimiz aynı zamanda bunu failiyiz.Öfke, stresli durumlarda insan ırkının gösterdiği aslında normal ve sağlıklı bir tepki. Ancak günlük yaşam içinde yükselen öfkemiz nedeniyle fiziksel şiddet kullanacak duruma gelmişsek bunun normal olduğunu artık iddia etmek mümkün değil.

TOPLUMSAL YAŞAM BİREYSEL ÖFKE GETİRİYOR


Modern toplum rahatlayıp zenginleştikçe daha konforlu bir hayat sürmeye başladık. Babalarımızdan veya dedelerimizden daha iyi ve rahat bir yaşam düzeyimiz var. Bizden önceki nesillerin sahip olamadığı kadar eğlenme ve stres atma imkanına da sahibiz. Öyleyse yanlış giden ne?
Bunu açıklamak üzere psikologlar ve sosyologlar çeşitli teoriler geliştiriyorlar. Yaşam tempomuzun hız kazanmış olması ve sürekli bir yerlere koşuşturuyor olmamız öfke yaratan faktörlerden biri.
Eğer bir şey ya da bir kişi bizi geciktirecek olursa bu durumu ‘sınırlı ve kıymetli’ zamanımıza bir tehdit olarak algılıyoruz. İşlerin zamanında yetiştirilmesini gerektiren işlerde bu baskı çok daha yoğun ve belirgin olarak hissediliyor.
Uzman psikolog Dr Michael Sinclair, önemsiz olaylara aşırı tepki gösteren insanların esas olarak kendilerine ve çevrelerine güven duymayan kişiler olduğunu söylüyor. Sinirli insanlar karşılaştıkları her olayı kişisel bir tahrik olarak değerlendirme eğiliminde oluyorlar. Bu kişiler ‘önlerine çıkan herşeyi’ zaten hassas durumda olan egolarına yönelik ağır bir tehdit olarak algılıyorlar.
Ekonomik zorlukların yaşandığı dönemlerde stres faktörleri de katlanarak artıyor. Uzmanların belirttiklerine göre 1960’lı ve 70’li yıllarda insanlar öfkelerini kendi içlerine atma eğilimindeydi. Şimdiki eğilim ise öfkeyi dışa vurma şeklinde gerçekleşiyor. Etrafımızda bu kadar çok sinirli insan görmemiz ve bizim de kolaylıkla sinirlenebiliyor olmamız, bu sürecin bir parçası durumunda.
İnsanlar kendini tehdit altında hissettiklerine fiziksel ve zihinsel değişiklikler geçirirler.Kalp atışları hızlanır ve tansiyonları yükselir. Vücut harekete geçmek üzere hazırlanır. Zihin ise bir tür tünel vizyonuna hapsolur ve büyük resmi görmekte zorlanır. Değişik çevr4esel faktörlerle bir araya geldiğinde bu durum, normalde son derece sakin bir insanı bile diğer insanların önünde vahşi davranışlar sergileyen birine dönüştürebilir.
Şanslıyız ki her gün herkes bu durumda kalmıyor. Bir çoğumuz çenemizi kapalı tutup işimizden bir küfür savuruyor ve sonra yolumuza devam ediyoruz.

Öfke Kontrolü Önerileri


Öfkenizi kontrol altına almak için uzmanların size 6 tavsiyesi var. Sinirlendiğiniz anda bunları hatırlamaya çalışmak size yararlı olabilir:
  • Durun, düşünün ve büyük resme bakın. Sizi sinirlendiren olaya vereceğiniz tepkinin olumsuz sonuçlarını göz önüne getirin.
  • Farklı düşünmeniz normaldir. Fikirler hayatın değişmez gerçekleri değildir, sadece düşündüğünüz şeylerdir. Başka birinin fikirlerinin sizi kızdırmasına izin vermeyin.
  • Dikkatle dinleyin, dinlemeyi öğrenin. Diğer insanın vücut lisanını anlamaya çalışın. Kendinizi onun yerine koymaya çalışın. Kalbinizi empatiye açık tutun.
  • Arkadaşlarınızla bağlantınızı canlı tutun. Öfkenizi kontrol altına almak için birileriyle konuşmanız gerekiyorsa, belki de telefon edip onlardan biriyle konuşmak sizi rahatlatacak ve sonradan pişmana olacağınız bir şey yapmanızı önleyecektir.
  • Günlük tutun. Öfkenizi içinizde tutmanın çok iyi bir yoludur. Sizi sinirlendiren bir olay yaşadığınızda bunun size neler düşündürdüğünü, sizi kızdıran şeyin ne olduğunu yazın. Yazı yazmanın sizi rahatlattığını göreceksiniz.
  • Olayları kişisel olarak almayın. Başkalarının söylediği ve yaptığı hiçbir şey sizin yüzünüzden değildir. Diğer insanların fikirlerine, üsluplarına ve davranışlarına karşı bağışıklık kazandığınızda artık gereksiz bir acının kurbanı olmaktan kurtulacaksınız.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 23:43
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

18 Haziran 2016 / fulyaa Cevaplanmış
24 Ekim 2010 / Misafir Soru-Cevap
19 Haziran 2016 / Ziyaretçiyok Cevaplanmış