PSİKİYATRİ
a. (fr. psychiatrie; yun. psykhe, ruh ve iatreia, tedavi'den). Tıbbın ruh hastalıklarını ve bunların tedavisini inceleyen bölümü.
—ANSİKL. Psikiyatri, başlangıcından beri, ruh hastalarına karşı gösterilen toplumsal bir davranıştan; ruh hastalığının tanımına, kuram ve tedavi yöntemine dayanan ve çeşitli psikiyatri kurumlarıyla tedavi uygulamalarında somutlaşan bir ideolojiden ayrılmamıştır. Sanayi devrimi öncesinde ve hatta XVII. yy.'a kadar, deliliğe, büyüsel-dinsel bir nitelik atfediliyordu (bazı toplumlarda iyilik, bazılarında da kötülük kaynağı olarak görülürdü) ve deliye karşı, genellikle, onu toplumdışı, verimsiz bir kişi sayan, hoşgörülü bir toplumsal tutum egemendi. Sadece yaşayan bir vücut olarak görülen deliye verilen tek destek, onu bir düşkünlerevine ya da hastaneye kapatmaktan ibaretti. Delinin tedavisi, ikinci planda kalıyordu ve tabi tutulduğu işlem onu toplumsal düzenin mantığını kabule zorlamak için uygulanan cezalandırıcı bir eğitimden başka bir şey değildi. Fransız devrimi’nden sonraki ahlak anlayışı, hastanın kapatılma koşullarını şeklen daha iyileştiren (Ph. Pinel, la Salpötriöre'deki hastaların zincirlerini çözdürmüştü) bir insancıllık görüntüsü altında deliliği, yeniden eğitilmesi gereken bir hasta kişinin ruhsal yetenek ve iradesinin bozulması, sapıklaşması olarak gördü. Böylece, ortaya, bedensel çalışmaya öncelik veren, aynı zamanda hastaya kendi kendini düzene sokup kontrol etmeyi öğretmeyi amaçlayan katı düzenli bir tedavi şekli çıkmış oldu. Delilik, kişilerarası ilişkiler alanında ortaya çıkan bir bunalım olarak tanımlanmaktaydı. Eski cezalandırma yönteminden ayrılan bu tedavi yönteminin farklı yanı, emredici bir eğitim modeline dayanmasıydı.
Psikiyatri, ayrı bir uzmanlık dalı, bilimsel bir etkinlik alanı olarak XIX. yy.'da doğmuştur Beyin, insanın ruhsal faaliyetlerinin merkezi olarak kabul edilince, ruhbilim, onu çeşitli bölümlere, başka bir deyişle, yetilere (bellek, duygusallık, zekâ vb.) ayırarak normal çalışmasını inceleyen bilim oldu; psikiyatri de bu ruhsal etkinlik merkezinin çeşitli bozukluklarını (patolojik hallerini) teşhis etme, bunların nedenlerini ve tedavilerini belirleme görevini üstlendi. Akıl hastanelerinde görülen çeşitli “akıldışı” davranışların teşhis ve sınıflandırılmasından yola çıkılarak ve sürekli ilerleyen genel felç (ruhsal ve patolojik belirtileri olan bir hastalık) örnek alınarak klasik ruhbilimsel nozografi kuruldu. Toplumsal koşullardan ve nedenini oluşturan insanlararası etkileşimden tamamen ayrı mütalaa edilmeye çalışılan delilik, ruhsal bir hastalık olarak tanımlandı. Bireyin davranış bozuklukları, yaşamış olduğu toplumsal karşıtlıklara bağlı değildi. Sadece, tedavi edilmesi gereken hastanın başına gelen bir durumdu. 1850’li yıllarda ortaya psikofarmakoloji (ruhbilim ile eczacılığın sentezi) çıktı. Marazi davranışların nedenleri ortadan kalkmasa bile bunların tedavisi mümkün görülüyordu. Öte yandan, psikiyatrinin tedavi alanında kullandığı şiddet yöntemleri bilim yaftası altında maskelendi. Bu yöntemlerin iddialı ve önemli şekilleri hâlâ varlığını sürdürmektedir: kardiazol, insülin şoklarıyla başlatılıp, elektrik akımı ve cerrahi ile sürdürülen tedavi gibi. Biyolojik psikiyatri, bireyin benlik-kişilik yönünü görmezlikten gelerek, onu biyolojik bir organizmaya indirgedi.
XX. yy.’ın başında ortaya yeni bir akım çıkmış bulunuyor. Bu akımın temeli, kişiliğin derinlerde gizli yapısının ve katmanlarının dinamiği üzerine kurulmuştur. Freud' un başlattığı bu akım, bir yandan, önemli bir tedavi okulu olan psikanalitik psikiyatrinin ( PSİKANALİZ) kurulmasını sağlarken, öte yandan da insan ruhunun hem normal, hem de hasta haliyle daha geniş şekilde tanınmasını mümkün kıldı. İkinci Dünya savaşı’ndan sonra psikanalizin gelişmesi ve sosyopsikolojiyle etnopsikiyat- rinin katkılarıyla, Avrupa’daki ruh ve akıl hastanelerinde uygulanan psikiyatriye karşı yeni bir seçenek ileri sürüldü.
Ruh ve akıl hastanelerindeki kurumsallaşmış şiddet yöntemine bir karşılık olarak İngiliz tedavi modeli ortaya çıktı. Tedavi çalışmaları, hastalar, hekimler ve yardımcı personelden oluşan ortak toplantılarda tartışılmaya başlandı. Psikanalizci akımın psikiyatri kurumlarına girmesi, Fransa'da başlatılan ve kurumsal psikoterapi adı verilen bir hareketin gelişmesini sağladı. Bu konuda La Borde ve Saint Alban kliniklerinde somut deneylere girişildi. Aynı şekilde, Fransa’da bir sosyal yardım politikası olarak psikiyatri sektörü kurma düşüncesi ortaya çıktı.
Bu model, düşünce ve teknik alanında iki kural koyuyordu; 1) ruh hastasının, akıl hastanesine, ruh hastalığı araç ve kurumlarına bağımlı kılınması demek olan tecrit olayının ortadan kaldırılması ve yardımcı ekibin, hastaların yaşadığı gerçek toplumsal ortama taşınması;
2) tedavi çalışmalarının birliği ve bölünmezliği (her tedavi sektörü ekibinin belli bir yerleşim biriminin [mahalle, semt] ruh sağlığıyla ilgili araçlann programlanmasıyla da görevli olması). Her yerleşim birimi, "üretken hasta hücresi” olarak, tanımlanır ve halk üzerinde tedavi araştırmaları yapılır. İtalya'da ise, bir yandan, okul çağındaki çocukları bölgelere ayırma modeli uygulanmakta ve problemli çocukların eğitimi ve ruh sağlığına ait merkezler kurulmasına çalışılmakta; öte yandan da, F. Basaglia'nın çevresinde toplanan bir grup ruh sağlığı uzmanının giriştiği kurumsal çalışmalar, psikiyatri hastanelerini bu kurumların bizzat ürettiği toplumdışı insanlar deposu olmaktan çıkarmaya uğraşmaktadır. İtalya'daki bu deneme, 1969’ dan başlayarak, hastanelerden başka kurumlara (huzurevleri, zekâ derecesi farklı çocuklar için okullar, zihin özürlülerine özgü kurumlar) ve marjinal sektörlere de el atmış, sağlık kurumlanndan ayrı ve klinik türde yardım dışında bir dizi koruyucu toplumsal etkinliklerde bulunan ruh sağlığı merkezlerinin kurulmasını sağlamıştır. 70’li yılların başında “antipsikiyatri” adı altında kuram ve tedavi yöntemlerini değiştirmeyi amaçlayan bir hareket ortaya çıktı. Bu hareket, tümüyle toplumsal-siyasal ve antikültürel bir açıdan, hem psikiyatri uygulamalarını, hem de psikanalizi eleştirdi (l'Anti -CEdipe, G. Deleuze ve F. Guattari). [ŞİZOFRENİ.] Bu akımın başlıca temsilcileri, ABD'de Szasz ve İngiltere'de Laing, Cooper ve Esterson'dur. Bu hekimler doğal tedavi yöntemlerine başvurmaksızın, ruhsal bunalım içindeki insana uygun yer ve çevreyi sağlamaya yönelik küçük tedavi birimleri kurdular.
Psikiyatri günümüzde, tedavi uygulamalarının değişmiş olması nedeniyle hasta bireyi, aile, iş, vb. çevrelerindeki karşılıklı etkileşim çerçevesi içinde kendini gösteren toplumsal, siyasal ve kültürel çatışmaların konusu olarak; ruhsal hastalığı ya da davranış bozukluğunu da, bu çatışmaların toplumsallaşma süreci içinde doğurduğu bir sonuç olarak görmektedir.
Psikiyatri, Türkçe'de "ruh hekimliği" olarak isimlendirilse de, beyinle(ve yalnızca beyinle) uğraşır. Psikoterapi de dahil olmak üzere tüm tedavi yöntemleri, etkisini beyinde(ve yalnızca beyinde) gösterir. Kaynak: Büyük Larousse