Arama

Psikoloji ile ilgili Makaleler       - Sayfa 14

Güncelleme: 23 Temmuz 2018 Gösterim: 231.917 Cevap: 185
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
31 Ağustos 2009       Mesaj #131
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
3-4 Yaş Çocuklarında Model Alma

Sponsorlu Bağlantılar
3 yaşına giren çocuğunuz artık bağımsız olmayı başarabilmekte, kendi başına daha uzun süre oynamakta ve oyalanmaktadır. Ancak bu dönemde gözlenen en büyük değişiklik anaokuluna başlamasıyla birlikte anneden ayrı kendine ait bir sosyal hayatının oluşmaya başlamasıdır.
  • Dikkatini daha uzun süre yaptığı işe verebilir.
  • Taklit yapmayı sever. Farklı rollere bürünür. Bir gün kedi olur, bir başka gün dinlediği masaldaki kahramanın yerine geçer.
  • Kendinin artık diğer insanlardan farklı bir birey olduğunu kavramaya başlar. Başkalarının da kendinden farklı duygu ve düşünceleri olduğunu fark etmeye başlar.
  • Sürekli hareket halindedir. Hoplamayı, zıplamayı sever. Enerjisi hiç bitmeyecekmiş gibi sürekli hareket halindedir.
  • Kendi kendine yemeyi, giyinme ve soyunmayı, el yıkama ve diş fırçalama gibi öz bakım becerilerini başarır.
  • Neden sonuç ilişkilerini öğrenmek ilgisini çeker. Bu konuda sık sık sorular sorar.
  • Arkadaş ilişkileri gelişir, paylaşmayı öğrenir.
  • Anlatacak çok şeyi vardır. Okulda olanlar, arkadaşları, hayalinden uydurduğu hikayeler gibi. Cümleleri düzgündür ve en az 3 - 4 kelimeden oluşur.
  • Kurallara uymayı öğrenmeye başlar.
  • Başkalarını rahatsız ettiğini, canını acıttığını fark etmeye başlar.
  • Kuralları anlayabilir, sorunla karşılaştığında çözüm yolları konusunda müdahale edilmezse kendi çözümlerini üretip sonuç alabilir.
  • Geçmiş ve geleceği ayırt etmeye başlar. Eskiden olanlar ile yatıp kalkıp sabah olunca olacakları anlayabilir.
  • Bazen inatçı davranışlar sergiler, kendi isteklerinin yerine getirilmesi önemlidir.
Çocuklar çevrelerinde gördükleri kişileri model alırlar, onlar gibi davranmayı öğrenirler. Model alma bir yaş civarında gelişir. Eğer en fazla vakit geçirdiği kişi anne ve baba ise model olarak onlar seçilir. Baba gibi konuşmak, anne gibi ev işi yapmak ya da giyinmek oldukça önemlidir. Bebeklik döneminde annenin baktığı çocuk bütün gününü anne ile geçiriyorsa ses tonundan, mimiklere, hareketlere dek anneyi taklit eder. Annenin bütün gün evde yaptığı işleri taklit etmek, örneğin anne gibi ev süpürmek, toz almak, yemek yapmak gibi roller oyunun en önemli parçasını oluşturur.


Anneden ve babadan farklı bireyleri de izlemek taklit etmek sık görülür. Yuvadaki arkadaşı ya da öğretmeni izlemek ve onlar gibi davranmak ya da konuşmak bu dönemde gözlenebilir. Evdeki bakıcı ya da çocuğa bakan babaanne , anneannenin de davranışları çocuk için model oluşturacaktır. Erkek çocuklar yakın ilişki içinde oldukları babalarını model alıp onun gibi davranmayı tercih ederler. Baba gibi yürümeyi, oturmayı, traş olmayı, araba kullanmayı taklit etmek 3 – 4 yaş çocuklarında sıklıkla gözlenebilir.
Çocuğun yaşı büyüdükçe, çevresinde gördüğü insan sayısı arttıkça ve dil becerileri de geliştikçe taklit davranışları çoğalacaktır.


Çocuğa istenilen bir davranışı kazandırmak için anne ve babalar model almadan faydalanabilirler. Bu nedenle özellikle çocuğun yanında konuşmalara, davranışlara dikkat etmek ve model olmak önemlidir. Ne tür entelektüel faaliyetler içinde olduğunuz, insanlara nasıl hitap ettiğiniz, nasıl bir yaşam tarzınız olduğu, olaylara verdiğiniz tepkiler ve duygularınızı dışa vurma biçiminiz hepsi çocuğunuz tarafından model alınarak taklit edilecektir. Annenin yüzündeki mimikler, kaşlarını çatma ya da gülme biçimi çocuğa yaklaşması onunla konuşması ve iletişim kurma biçimi çocuk tarafından oyunlarında alınıp kullanacağı roller olacaktır.


Anne ve babalar çocuğun yapmasını istemedikleri davranışları günlük yaşantılarında kendilerinin ne sıklıkla yaptığını objektif olarak değerlendirmeye çalışmalıdırlar. Çocuğun bir davranışı yapmasını istiyorlarsa ona model oluşturarak zamanla öğrenmesini sağlamalılar. Cezalandırma ya da kızma yerine aynı olumlu davranışları sürekli çocuğun önünde sergilemek, istenmeyen bir davranışı oluşmadan önleyecektir. Sık gözlenen bir örnek olarak; çocuğun küfür etmesinden şikayet eden anne ve babaların bazen farkında olmadan trafikte ya da maç izlerken çocuğun önünde küfür kullandıkları, daha sonra çocuk küfür edince de ceza vermeleri gibi.
Anne ve babaların dikkat etmesi gereken bir konu da televizyon programları olacaktır. Özellikle televizyonda hoşa giden kahramanların taklit edilmesi bu yaş döneminde sık rastlanana bir durum olduğu için, izleyeceği programları önceden izleyerek doğru seçimler yapması konusunda yönlendirmek daha doğru olacaktır.

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
31 Ağustos 2009       Mesaj #132
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
İkizlerde Okul Öncesi Eğitim

Sponsorlu Bağlantılar
Günümüzde değişen birçok konu gibi gebelik yaşı ve yöntemleri de farklılık göstermektedir. Tıp dünyasındaki gelişmeler, kısırlık tedavilerinde kullanılan yöntemler çoğul gebelikleri ve ikiz doğumlarını geçmiş yıllara oranla bir hayli arttırmıştır. Aynı yaşta olup da daha anne karnında farklı davranışlar sergileyen iki çocuğu olan anne ve babayı onları büyütürken de birçok önemli konuda alınacak kararlar beklemektedir. Ebeveynlerin kafasını kurcalayan ilk ciddi konu çocukların ne zaman okula başlayacakları ve başladıkları okulda aynı sınıfta olup olmayacaklarıdır.

Tüm çocuklar için önem taşıyan okul öncesi eğitim, ikizler için daha büyük önem taşımaktadır. Anne ve babaların okul öncesi eğitim almaya karar vermelerinin birkaç tane ana sebebi vardır. Bunların başında ilkokula başlamadan çocukların dış dünyayla tanışması, birbirlerinden başka çocuklarla da iletişim kurmaları gerekliliği ve grup ortamlarına uyum sağlamayı öğrenmeleridir. İkizlerin doğdukları andan itibaren halihazırda olan bir oyun arkadaşları, yaramazlık için suç ortakları olsa da bu durumun çoğu zaman bir dezavantaj olduğu, iki kişilik kendilerine özel bir dünya yarattıkları bunun sonucunda da dış dünya ile iletişim kurmalarında diğer çocuklara oranla geç kaldıkları görülmüştür. Bir diğer önemli sebep, ikizler genellikle kendi aralarında bir dil geliştirip sadece ikisinin anlayabileceği uydurma kelimeler ve işaretlerle anlaşarak bu konuda yaşıtlarından geri kalabilirler. Bu durum ilkokula başladıklarında ciddi bir sıkıntı yaratacağından okul öncesi eğitim onların dil becerilerinin gelişmesi için büyük bir adım olacaktır. Ayrıca bireysel ve özel deneyimler yaşamaları, onların tek bir canlı değil de iki ayrı birey olduklarını anlamaları açısından da önemlidir. Onları hep birlikte görmeye alışmış olan aile ve sosyal çevrelerinde genellikle adlarıyla çağırılmaları yerine “ikizler” olarak tanımlanan bu çocuklar, şikayetçi oldukları ve kimlik gelişimlerini engelleyecek durumlardan kurtulup bireyselleşmeye başlayacaklardır. Bir diğer önemli faktör de evde yaşanan gerçeklerdir. Çocuklara bakan kişi veya anne için de aynı yaşta yüksek enerjili iki çocuğa bakmak hiç kolay olmadığından okul öncesi eğitim çoğunlukla zorunluluk halini almaktadır.

Birçok okulda ikiz çocukların ayrılması ya da aynı sınıfta okuması konusunda kesin bir kıstas yoktur. Bazı okullar gerekli kararı almak için kendi gözlem ve anketlerini kullanırken bazıları da sadece velinin isteğine göre hareket edebilirler. Okul rehberlikleri gerekli çalışmaları yaptıktan sonra ikizlerden birinin çok baskın olması veya birinin diğerini özellikle sosyal alanda kısıtlaması durumunda çocukların bağımsızlıklarını geliştirmek amacıyla ayrılmalarına karar verebilir. Bu durum aileye de anlatılarak onlardan da onay alındığı takdirde sınıflar ayrılır. Başlangıçta hem evdeki güvenli ortamdan ayrılmak hem de ikizini başka sınıfta bırakmak onlara zor gelse de zamanla alışacakları bu durum ileriki yıllar için iyi bir yatırım olmaktadır.

Eğitim hayatının ilk yıllarında alınan bu karardan dönmek zor olduğundan anne ve babaların dikkat etmesi gereken en önemli nokta, çocuklarının ister aynı sınıfta ister başka sınıflarda okurken ayrı kimlikler kazanmasına yardımcı olmalarına özen göstermeleridir. Unutulmamalıdır ki, hayat her zaman ikisine beklediklerini aynı anda sunamayacağından onların erkenden bireysel olarak sorun çözme becerilerinin ve kendilerine özel arkadaş edinme ve gruplara dahil olma yeteneklerinin gelişmesi gidecekleri okulda alacakları eğitimden önce anne ve babanın çocukları yetiştirme tutumlarına bağlıdır.

Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü


_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
31 Ağustos 2009       Mesaj #133
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
1 Yaş Çocuğunda Bağlanma

Minik bebeğiniz artık her yönüyle hızlı bir gelişim göstermekte ve büyümektedir. Artık oldukça hareketlidir, destek almadan ayakta durabilmektedir, hatta ilk adımlarını atmaya başlamıştır. Artık eline aldığı şeyleri ağzına götürmekten vazgeçmekte onları başka amaçlar içinde kullanmaktadır. En sık yaptığı davranış elindekileri fırlatmaktır. Görsel hafızası çok iyi gelişmiştir ve küçük şeyleri bile kolayca görür ve bulur. Çevresindeki insanlara ilgi duyar, özellikle çocuklardan hoşlanır ama henüz birlikte oynayamaz. Yabancı insanlardan çekinmeye başlar, onlara tepki gösterir, korkar ya da ağlar. Anneye fazlasıyla bağımlıdır, anneden ayrıldığında uzun süreli ağlamalar görülür. Annesinin yüzündeki duygu ifadelerini izler, ondan etkilenir. Taklit etmeler çoğalır, annenin hareketlerini, gülüşünü, çıkardığı
sesleri, öğretilen şarkı ve oyunları taklit etmeye çalışır. İşaretlerle istediklerini anlatmaya çalışır, kendine özgü bazı kelimeler ve sesler kullanır. Artık daha çok şeyi aklında tutmaktadır. Bir oyun oynarken içeride unuttuğu oyuncağı aklına gelir ve gidip onu alıp oyununa devam edebilir. Sizin söylediklerinizi de daha iyi anlamaya başladığı için iletişiminiz daha güçlü hale gelecektir.


Bağlanma çocuk ve annesiyle babası –veya bakan kişi – arasında olumlu , sağlıklı ve güçlü bir duygusal bağ kurulmasıdır. Bebek bu bağlanma ile yaşamını sürdürebilmektedir. Bağlanma iki taraflıdır ve her iki tarafın birbirinin ihtiyaçlarını karşılaması ile gittikçe güçlenir. Bebek şefkat ve sevgi ile kendine dokunulup konuşuldukça ,ihtiyaçları karşılandıkça anneye veya bakan kişiye daha çok bağlanacak, annede bebeği kendine karşılık verdikçe aralarında gittikçe güçlenen bağ oluşacaktır.


Bağlanmanın değişik tipleri vardır.


Birinci tipte güvene dayalı bir model vardır. Anne çocuğun ihtiyaçlarını anlamakta, zamanında doğru tepkiyi vermekte, çocuğun kendini güvende hissetmesini sağlamaktadır. Çocuk ağladığında ona şefkatle yaklaşmaktadır.


İkinci tipte mesafeli bağlanma vardır. Anne çocuğun kendine yaklaşma çabalarını kabullenmemekte,mesafeli davranmaktadır. Çocuğun ihtiyaçları anne tarafından göz ardı edilmektedir. Bu tür bağlanmalarda kaçınan çocuk tipi ortaya çıkmaktadır. Çocuk duygularını anneye belli etmekten kaçınmakta, yetişkinlikte de duygularını kendi içinde yaşayan, ortaya koyamayan bir tip olmaktadır.


Bir diğer bağlanma tipide annenin istikrarsız olduğu tiptir. Bazen çocuğa aşırı ilgili bazen de hiçbir ihtiyacına tepki vermeyen anne olmaktadır. Çocuk bu durumda annenin nasıl tepki vereceğini,ihtiyacının karşılanıp karşılanmayacağını bilemediği için,bu tür bağlanma sonucunda kaygılı, gelecekte stres durumlarına dayanıklı olmayan bir yapı oluşmaktadır.


Bazı görüşler, bir kişinin bebeklikte annesi ile kurduğu ilişkinin yetişkinlikte diğer insanlarla kuracağı ilişkinin niteliğini belirlediğini söyler. Çocukların 1 yaşına kadar ne tür bir bağlanma gösterdikleri, ilerdeki yaşamlarını önemli ölçüde etkiliyor olabilir.


Bağlanma ne fazla ne de az, yeterince olmalıdır. Bağlanma sağlıklı bir şekilde gerçekleşirse çocuk, sağlam sosyal ilişkiler kurabilen, sağlıklı ruhsal yaşantısı olan, problem çözme becerileri gelişmiş ve güvenli bir yetişkin olacaktır. Anne ve baba çocuğun ihtiyaçlarını doğru şekilde cevaplayabilmeli, yakın bir ilişki kurabilmelidir. Ağlayan ya da korkan çocuğa vaktinde yanıt vermeli, kaygılarını yatıştırabilmelidir. Bu yanıtların sürekliliği olmalı,çocuk her defasında ebeveynlerinden aynı yaklaşımı görebileceğini bilmelidir.


Çocuk yetiştirmek hamilelik döneminde başlayan bir süreçtir. Anne kendi duygularını doğru tanıdıkça, tanımladıkça bebeğine daha sağlıklı bir anne modeli oluşturacaktır. Eğer duyguları tanımaktan kaçınır, onları görmezden gelirse,destek almaz ise gerginlik ve stres dolu bir dönem yaşanması ve bunun bebeği de etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.

Bağlanma karşılıklı etkileşim sonucunda oluşur. Bağlanmayı annenin davranış ve tutumları etkileyeceği gibi, bebeğin özellikleri de etkiler.


Özellikle doğumdan 1 yaşına dek olan dönem içinde anne ve babanın dikkat etmesi gereken noktalar:

  • Doğumdan sonraki ilk saatlerde bebekle bedensel temas (anne ve baba)
  • Aç olan bebeği emme refleksine davet için meme ile uyarma
  • Sık beden temasında bulunma
  • Göz göze iletişim kurma
  • Ağlamalarına ‘ihtiyaçlarını giderme’ ye yönelik davranışlarla yanıt verme
  • Sadece ihtiyaç anlarında değil, ihtiyacı olmadan da bebekle gönüllü etkileşime girme
  • Anne ve babanın bebekle etkileşimli oyun oynaması
1 yaşına dek doğru bağlanma gerçekleşen çocuklar
  • Meraklı,
  • Liderliğe eğilimli,
  • Sosyal,
  • Mutlu,
  • Sorun çözmede sabırlı,
  • Becerikli,
  • Kendine güvenli,
  • Bağımsız,
  • Duygusal ilişkilerde yeterli,
  • Kişilik gelişimi yeterli,
  • Bilişsel, algısal, hareketsel gelişimi ileri yetişkinler olacaklardır.
‘HERŞEYDEN ÖNEMLİSİ YETERİNCE BAĞLANMAKTIR.’

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
1 Eylül 2009       Mesaj #134
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Aile Terapisi ve Okullardaki Kullanım Alanı


Adından da anlaşılacağı üzere aile terapisi, dile getirilen sorunların, ait olduğu bireye atfedilerek değil de, ailenin tümü göz önüne alınarak aşılmasına denir. Bu iyileştirme sürecinde ailenin isleyiş biçimi, aile üyelerinin birbirleriyle ilişki ve iletişimi öncelikli olarak ele alınır.

Şimdi aile terapisinin gelişimine hizmet etmiş teorisyenlerden başlıcalarının çalışmalarına bakalım. Sonra da okul ortamında çalışan psikolojik danışman ya da öğretmenlerin bu terapi yönteminden yararlanabilecekleri noktaları açığa çıkaralım.

“Aile Terapisi”nin Tarihsel Gelişimi

Psikolojik sorunların tedavisi sırasında tüm aile üyelerini bir arada gören ilk kişi 1940 yılında Bowlby olmuştur. Aile terapisinin ortaya çıkması, değişik ekollerden araştırmacıların 1950’lerden itibaren çalışmalarında görülmektedir. İnsanlarda, içinde yaşadıkları ilişki sistemini görme beceriksizliği olduğunu öne süren Hoffman, aile tedavisi hareketinin, insanların semptomatik davranışlarının klinisyenin ofisi yerine doğal ortamında yani aile içinde incelenmeye baslamasıyla doğduğunu söylemistir.

1950'lerin başında bir grup araştırmacı Kalifornia Palo Alto'da şizofren hastalar ve ailelerinde iletişim örüntülerini incelemiş ve 1956'da "Toward a Theory of Schizophrenia" (Bir şizofreni kuramına doğru) adlı makaleyi yayınlamışlardır. Bu grubun çalışmaları iletişim örüntüleri üzerine yoğunlaştığı için bu ilk terapistlerin çalışmaları "İletişim Okulu" olarak bilinir.

Dünyanın ilk aile tedavisi merkezi MRI Mental Research Institute eğitim, araştırma ve tedavi amaçlı olarak, 1959 yılında Palo Alto'da Don Jackson tarafından kurulmuştur. DBE Kurucu Başkanı Psikolog Emre Konuk ve Psikiyatrist Dr. Murat Dokur'un da eğitim gördüğü MRI'a, 1962-1967 yıllarında Jay Haley de katılmış ve iletişim teorisine güç çatışması kavramını da eklemişlerdir.

Haley'nin, 1967 ile 1976 yılları arasında Minuchin ile birlikte çalıştıktan sonra yayınladığı "Problem Solving Therapy" adlı kitabında, sorunlu ailelerde bir diğerinin mesajını etkisiz kılma çabası sonucu ortaya çıkan çatışmalı iletişim incelenmiştir. Bu noktadan hareketle Problem Merkezli Kısa Aile Terapisi Modeli (problem focused therapy) olarak adlandırılabilecek bir yaklaşım doğmuştur. Problemin tanımı ve problem çerçevesinde kimin, ne zaman, ne yaptığı detaylı bir şekilde araştırılır. Problemin devam etmesine neden olan işe yaramayan çözümlerdir. Kalıpların bozulması önemlidir. Semptomun ortadan kalkması ile terapi amacına ulaşmış olur.

Alanın önemli isimlerinden Virginia Satir ise, iletişim teorilerini kabul ederken duyguların iletimine daha önem verir ve aile terapisini benlik saygısının gelişmesi ve kişiliğin olgunlaşmasının en önemli yolu olarak görür. Görüşlerini ortaya koyduğu kitaplardan biri olan "People Making" (1967), 2001 yılında dilimize çevrilerek İnsan Yaratmak adı ile yayınlanmıştır.

1976 yılında Haley, Cloe Madanes ile beraber Aile Terapisi Enstitüsü’nü kurmuş ve Stratejik Terapi veya Kısa Terapi olarak anılan kendi modelini geliştirmiştir.

1965-1981 yılları arasında Philedelphia Çocuk Yönlendirme Merkezi yöneticisi olan Minuchin, Yapısal Okulu kurmuştur. Şehirlerde gecekondu bölgelerinde yaşayan ailelerle ve suç işleyen ergen erkeklerle çalışmıştır. Normal ve disfonksiyonel ayrımı yapar. Terapinin amacı ailenin yapısal olarak yeniden organize olmasını sağlamaktır. Hiyerarşi, sınırlar, alt sistemler ve koalisyonlar en temel kavramlarındandır. Salvadore Minuchin ve Charles Fishman’ın birlikte yazdıkları ‘Aile Terapisi Teknikleri’, yapısal aile terapisinde kullanılan teknikleri incelikle tanımlar.

1980'li yıllarda, Wisconsin Aile Çalışmaları Enstitüsü bünyesinde kurulan Kısa Aile Terapisi Merkezi'nde çalışan Steve de Shazer, Erickson ve MRI'dan etkilenerek yazdığı "Kısa Terapide Çözüm Anahtarları" ve "Kısa Terapi Kalıpları" adlı kitaplarını yayınlayarak, aile terapisinde çok önemli bir gelişmeye imza atmıştır. Çözüm Odaklı Aile Terapisi (Solution-Focused Therapy) olarak adlandırılan bu yaklaşım özellikle okullardaki kullanım alanı açısından dikkate değerdir.

Okullarda “Çözüm Odaklı Aile Terapisi”nin Kullanım Alanı

Okullarda aile terapisinin kullanım alanı çok fazladır. Bir rehber öğretmen için aile terapisinin becerilerini kullanabiliyor olmak, aniden oluşan kriz anlarında, velilerin okulda çocuklarının sorunlarına çözüm aramaya geldikleri zamanlarda ve diğer sıkıntılı anlara yönelik çalışılması gereken durumlarda büyük mesleki kolaylık demektir.

Örneğin, okuldan kendilerine rehberlik edilmesini bekleyen bir ana-babaya, rehber öğretmen yapısal terapinin ana temaları kullanılarak alt sistemler, sınırlar ve koalisyonlarla ilgili öneriler verilebilir. Ya da, aile terapisi yetkinliği olan rehber öğretmen, öğrencisinin yaşadığı sorun ya da sorunlara aile üyesinin katkısı olduğunu hissederse veya sorunun aşılması için aile üyelerinin de desteğine ihtiyaç duyarsa öğrenci ve ailesini okulda görüşme yapmaya çağırabilir. Gerekli durumlarda öğrenciyi ailesiyle beraber iken evinde ziyaret edebilir. Hatta kullanmayı tercih ettiği, kendini yakın hissettiği tekniklere bağlı olarak, ailenin tümünü biraraya getirmesi gerekmeyebilir. Evde yapılacak müdahaleler ve "ev ödevleri" öyle ayarlanabilir ki, öğrencinin bulunmadığı görüşmeler de bile işe yarar adımlar atılabilir. Yetkin olduğu teknikleri kullandığı ve okul ortamının izin verdiği ölçüde oldukça etkili olacağı kesindir.

Bununla beraber, okul ortamında rehber öğretmenin ilgilenmesi gereken öğrenci sayısı çok ve zamanı kısıtlıdır. Bu durum rehber öğretmenler için etkili ve hızlı çözüm yollarını ihtiyaç haline getirmiştir. Çözüm Odaklı Aile Terapisi bu noktada diğer modellerden ayrışmaktadır. Bu yaklaşımın okul ortamındaki müdahaleleri, odak noktası "problemin sebebi nedir?" olmadığı için, diğer tekniklere göre, hem okul çalışanları hem de öğrenciler için daha etkili ve daha az stres vericidir.

Çözüm Odaklı Aile Terapisi yaklaşımını kullanmakta olan bir rehber öğretmen, sahip olmadıkları, eksik olan becerilerini danışanlarına, öğrencilerine öğretmeye çalışmak yerine, zaten var olan kaynaklara, başarının var olduğu alanlara yönelir. Müdahaleler, sıkıntı yaşanılan anların değil de, problemin var olmadığı özel anların altını çizer. Rehber öğretmen danışanından (öğretmen, veli ya da öğrenci) şimdiye kadar hiç başaramadığı bir şey yapmasını istemek yerine, arzulanan durumu daha önceki benzer bir başarılı anla özdeşleştirir. Örneğin, öğrencilerini kontrol etmede sorun yaşayan bir öğretmene yeni bir davranış programı oluşturmasını önerip, sınıfta bağırıp çağıran öğrencilerine sarılıp, içinden çığlık atmak geldiği anda da gülümsemesini istemek yerine, bir kaç gün önce bir öğrencisinde başarılı olduğu bir müdahaleyi devam ettirmesini söylemek daha etkili olacaktır.

Bu yaklaşım, "normal" olarak tasvir edildiğinde problemleri daha çözülebilir kılan dilin gücünü kullanır. Problemler, pozitif olasılıkların göz önüne alındığı şekilde "yeniden tasvir" edildikçe, başarı ulaşılabilir hale gelir. Örneğin bir öğretmen devamlı kızgın olan bir öğrencisinden şikayet ediyor olabilir. Rehber öğretmen bu durumu, öğrencinin "zaman zaman kızgınlıkla başı belada" şeklinde geri yansıtır. Böylece sorun dışlanır. Kişi problemin kaynağı olmaktan çıkar ve sorun dış etkenlere atfedilir. Hatta rehber öğretmen bir adım daha ileriye giderek öğretmene ve öğrenciye, bu kızgınlığın öğrencinin canını çok da sıkmadığı anları fark etmelerini isteyebilir. Bu yaklaşım öğretmeni, öğrenciyi farklı şekilde algılamasına, öğrenciyi ise yeni bir davranış geliştirebileceği şekilde kızgınlığının farkına varmasına cesaretlendirir.

Başarı amacın gerçekleştirilmesi demek olduğundan, bu amaçları geliştirmek ve belirlemek çözüm odaklı aile terapisi için çok önemlidir. Bu durumda, kontrol edilemeyen değil yapılması mümkün olanı amaçlamak esastır. Örneğin, ne öğrenci ne de rehber öğretmen bir anne-babayı kavga etmekten ya da boşanmaktan vazgeçiremez. Ama bir öğrenci daha önce böylesi durumlarla, çok zorlanmış olsa da, nasıl baş ettiğini hatırlayıp listeleyebilir. Zaten bu danışma seansı bir baş etme durumu değil mi? Nasıl buraya gelmeye karar verdi ve bu kadar açık ve etkili bir şekilde sorununu konuşmayı başardı? İşte böyle basit ve dakikalık durumlar sorunun "kontrol altında" olduğu anlardır. Hatta seans sırasında bu notlar yazıya dökülür, bir kopyası rehberde kalır. Bir kopyasını da öğrenci gerektiğinde bakıp hatırlayabilmesi için evine götürür.

Ayrıca, bir çok okul ortamında rehber öğretmene bir öğrenciyi ya da sorunu düzeltecek, tamir edecek kişi olarak bakılmaktadır. Övgü olarak da düşünülebilse de, günümüzdeki iş yükü ile bir rehberin ya da yöneticinin böyle bir "çözümde tam sorumluluğu" yüklenmesi gerçek dışı görülmektedir. Çözüm odaklı aile terapisi yaklaşımını benimseyen bir okul programı ilk görüşme sonrasında rehber öğretmenin işini hafifletip, sorunu gözlemleyen öğretmene ve öğrenciye daha çok sorumluluk yüklemektedir.

Tüm bu anlatılanlar ışığında, aile terapisi ve özellikle çözüm odaklı aile terapisinin bir rehber öğretmen için ne kadar işe yarar bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Son yıllarda ülkemizde aile terapisi alanındaki ümit veren gelişmeler göz önüne alındığında, düzenlenen eğitimlerle yetkinlik kazanan psikolog, psikolojik danışman ve diğer meslekdaşların çalışmalarında bu yaklaşımı kullanmakta oldukları anlaşılmaktadır. Bu noktadan yola çıkarak denilebilir ki, rehber öğretmenlerin bu çok işe yarar yöntemi okullarda kullanmaya başlamaları da fazla zaman almayacaktır.

Gaye Korkmaz
Psikolojik Danışman

Kaynakça:

1. Kılıç Ö. Emine (1996). Aile Tedavilerinin Tarihçesi. Yayın Sorumlusu: Prof. Dr. Efser Kerimoğlu, Aile Tedavileri, sf.1-9. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiatrisi Bilim Dalı. Ankara, 1996.
2. Bray İrem, Geçmişten Günümüze Aile Terapisi, www.gelishim.netteyim.net/aileterapi1
3. Metcalf Linda (1995). Counseling Toward Solutions. Newyork: The Center For Applied Research in Education
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #135
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Affetmek

“ Affetmek güçlüyü daha güçlü kılar.” Publilius Syrus


Hayal, eve geldiğinde üzerindekileri bile çıkarmadan yatağa yatıp ağlamaya başlamıştı. Bu duruma anlam veremeyen annesi ısrarla okulda bir şey olup olmadığını sorup durdu. En sonunda duyabildiği tek cümle “evlenmiş anne, inanamıyorum evlenmiş...” oldu ve sonra aynı şiddetle ağlamaya devam etti. Annesi biraz zaman geçtikten sonra Hayal’in bahsettiği kişinin onun tüm odasının duvarlarını süsleyen ünlü pop şarkıcısı olduğunu anladı. Hayal de pek çok 16 yaşındaki genç kız gibi belki hiçbir zaman tanışamayacağı hatta karşılaşamayacağı bir ünlüye aşıktı....

Ergenliğe girildikten sonra pek çoğumuz demin bahsettiğimiz Hayal’in durumuna düşebiliriz. Bazen ünlü bir şarkıcıya, oyuncuya,mankene, bazen de çok başarılı bir futbolcuya çok yoğun bir şekilde hayranlık besleyebiliriz. Bunun sebebi hayranlık duyduğumuz o kişi ile aramızda bir bağ yaratmamız yani özdeşim kurmamızdır.

Özdeşim kurma; beğendiğimiz ya da başarılı bulduğumuz birinin etkisi altında kalarak onun davranışlarını kendimizinki gibi benimseme ve benzer davranışlar göstermedir. O bu haliyle beğeniliyorsa ben de beğenilirim, çevrem tarafından daha çok kabul edilirim düşüncesiyle çoğumuz zaman zaman bunu yapar. Ergenler, kendilerine en uygun kişiliği bulma çabası içindeyken çevresindeki çeşitli kimlikleri deneme ihtiyacı duyarlar ve sonunda kişilik özellikleri belirginleşir.

Özdeşim kurma, kişilerde çocukluk dönemiyle, anne ve babayı kendine model alarak başlar, daha sonra okula başladığında öğretmenini model alarak devam eder. İşler ergenliğe geldiğinde biraz farklılaşır. Çünkü ergenliğe adım atan gençler artık ailelerinin dışında çevrelerinde, televizyonda veya gazetede gördükleri, belki hayatlarında hiç karşılaşmadıkları veya karşılaşamayacakları kişilere hayran olmaya, onlar gibi giyinmeye, saçlarına aynı modeli vermeye, hayran oldukları kişilerin özelliklerine benzer özellikler taşımaya çalışırlar. Hayran oldukları kişilerin nelerden hoşlandıkları, nerelere gittikleri, kimlerle arkadaş oldukları ezbere bilinir. Posterler duvarlara asılır, eğer ulaşılabiliniyorsa telefonları bulunur, konuşulmasa bile aranır ve o kişinin sadece sesi defalarca dinlenebilinir. Bunların hepsi ergenlerin kendi kişiliklerini oluşturma çabaları içinde; onlara başarılı, çekici veya yakışıklı gelen kişilerle kendilerini özdeşleştirme isteklerinden doğar. Özdeşleşme, gelişimin çok doğal bir parçasıdır, önemli olan kişinin bu sürecin sonunda kendi kimliğini oluşturabilmesidir. Bu da kişinin kendini sevmesi ve güven duyması ile gerçekleşir.

Örneğin, konserlerde sevdiği şarkıcıyı görünce bayılanlar, ağlayanlar, sevdikleri futbolcuların hayatları ile ilgili her detayı takip edenler, beğendiği şarkıcının özel hayatında birinin olduğunu öğrenince ona küsüp bir daha onu dinlemeyenler daha önceden bahsettiğimiz özdeşleştirme ve yoğun hayranlık hisleri içindeki olan kişilerdir.

Genç kızlarda ergenlikle birlikte başlayan hayranlıklardan biri de manken ve top modellere duyulandır. Kendi vücutlarını onlarınkilerle karşılaştırır ve normalde önemsemeyecekleri ayrıntılara takılırlar. Bütün vücutlarını büyüteçle incelerler. Bunun sonucunda estetik uzmanlarına gidilebilir veya sonu gelmeyen rejimlere başlanabilir. Bütün bunların tehlikeli bir sonucu da bazı yeme problemlerinin ortaya çıkabilmesidir. Hayran oldukları mankenlere benzeme çalışmaları, gelişmenin en fazla olduğu dönemde gerileme yaratacak veya beklenilen düzeyin altında bir gelişme performansı gösterilmesine sebep olacaktır. Yemek yememek, yenen yemeği kilo aldıracağı düşüncesiyle kusmak veya bağırsak boşaltıcı ilaçlarla vücutta sindirime girmeden çıkarmak, hem fiziksel hem zihinsel gelişme için gerekli maddelerin alınamamasına sebep olacaktır.

Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #136
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Agresif ve Öfkeli Çocuklarla Yaşamak

Yaşam devam ederken gün içinde hangi yaştan olursak olalım birçok duyguyu yaşarız. Bunların bir kısmı sevgi, hoşlanma, eğlenme gibi “pozitif” kabul edilen bir kısmı ise nefret, kıskançlık, kızgınlık ve korku gibi “negatif” veya olumsuz görülen duygulardır. Aslında tüm duygularımız birtakım olayların doğal sonucu olarak doğarlar ve bizi doğru-yanlış, iyi-kötü yapmazlar. Burada asıl önemli olan nokta ne hissettiğimizden çok bunları nasıl yansıttığımızdır. Bu durum sadece biz yetişkinlerin dünyasında yaşanmaz. Örneğin, bebekler hoşlanmadıkları veya olumsuz buldukları durumlarla karşılaştıklarında ağlayarak reaksiyon verirken, 2-3 yaş çocukları bağırarak veya vurarak tepkilerini ortaya koyarlar. Bu yaşlarda öfke patlamaları doğru yönlendirilmeyen çocuklar ileride ciddi anlamda sorunlar yaşayabilirler. Bu sebeple, en erken dönemlerden itibaren çocuğun verdiği saldırgan tepkilerin nedenleri anlaşılmalı ve onları yetiştirirken bazı noktalara dikkat etmelidir.

Dikkat edilecek ilk nokta, öfke patlamaları olan çocuğun içinde bulunduğu ev ortamının nasıl olduğudur. Anne ve babanın sorunları saldırgan bir şekilde ele aldıkları bir ortamda onun da bu yolu öğrenmesi kaçınılmazdır. Böyle bir durumda anne ve babanın bireysel tutumları üzerinde yoğunlaşması gerekir. Bunun yanı sıra, hayatında son dönemlerde oluşan; yakın bulduğu birinin ölümü, kardeşin olması, taşınma vs. gibi bir takım değişikliklerde çocuğun agresif davranışlarını arttırabilir. Bu noktaların üzerinde durduktan sonra, bazı çocukların da yukarıda saydığımız temel sebepler olmaksızın diğerlerine göre olaylara ani tepkiler verebildiğini görmekteyiz. Saldırgan ve agresif tepkiler aile içinde zaman zaman kabul edilse de okul yaşantısıyla beraber sorunlar oluşturmaya başlar. Öncelikle sınıfta etiketlenen çocuk zamanla okulda da kötü bir ün sahibi olur. Arkadaşları tarafından dışlanan, öğretmenleri tarafından yaka silkinen çocuk da bir süre sonra bu durumla başa çıkmak için değişik davranışlar geliştirir; genellikle ya okula ilgisini kaybedip buradan soğur ya da okulun kabadayısı haline gelir. Bu noktadan sonra değişim daha zor olacağından baştan bazı önlemler almak gereklidir.

Anne ve babalar, öfke kontrolünde sorun yaşayan çocuklarını yetiştirirken bazı noktalara dikkat etmelidir. İlk olarak, öfke kontrolü zayıf olan çocuklarla yaşarken etkili disiplin yöntemlerini uygulamak gerekir. Bu çocukların, yaşamındaki kurallar anne ve baba tarafından ortak bir şekilde, net olarak koyulmalı ve tutarlı bir şekilde takip edilmelidir. Onun bir birey olduğunu hissettirirken yaşamı konusunda sınırları olacağını hissetmelidir. Disiplini ev içinde sağlamaya çalışırken onlara aynı kuralları defalarca hatırlatmak veya bağırmak yerine etkili iletişim yolları kurmak gerekir. Özellikle bu tip çocuklarda yerine getirmesi gereken herhangi bir sorumluluğu veya uyması gereken bir kuralı “bozuk bir plak” gibi söylemek, yalvaran veya kızgın bir ses tonu ile konuşmak değil, sakin, kısa cümlelerle göz kontağı kurularak anlatılmalıdır. Bu yöntemler temel alınarak uygulansa da bazı çocuklara aşağıda okuyacağınız gibi daha farklı yollar uygulamak gereklidir.

  1. Öfkesini kontrol etmekte zorlanan çocuğunuzla duygular hakkında etraflıca konuşun. İnsanların hangi duyguları hissettiğini, hangi olaylara nasıl tepkiler verdiklerini çevreden örneklerle paylaşın. Bu sohbet esnasında “kızgınlık” duygusunun hangi öfkeli davranışlara sebep olduğunu ve bunun insanların hayatında nasıl olumsuz durumlara yol açtığını ayrıntılarıyla konuşun.
  2. İletişim becerileri zayıf olan çocuklar, kendilerini ifade ederken zorlandıklarında agresifleşirler. Bu sebeple ona kendini ifade etmesi için değişik ortam ve durumlar yaratın. Olaylar hakkında konuşurken küçük yaşlardan itibaren etkili konuşma yollarını öğretin. Örneğin, “ben____ hissediyorum, çünkü sen___________ yaptın ve şimdi senden_____ yapmanı istiyorum” gibi.
  3. İletişim becerilerinin yanı sıra karşılaştığı problemleri çözme becerisi zayıf olan çocuklar herhangi bir sorunla karşılaştığına paniğe kapılıp öfkeli davranışlar sergilerler. Bunun için; başınızdan geçen ufak problemlerden onun yaş dönemine uygun olanlarını anlatıp beraber çözüm yolları oluşturabilirsiniz. Ayrıca, bir oyunmuş gibi hayali durumlar yaratıp (örnek:iki kişide elma yemek istiyor ama bir elma var ne yapabilirler?) sonrasında beraberce çözümler oluşturabilirsiniz.
  4. Öfkeli veya saldırgan bir davranışını ödüllendirmemeye özen göstermelisiniz. Örneğin alışveriş merkezinde istediği alınmadı diye ağlayıp çevreye vuran bir çocuğun durması için sonunda istediğinin yapılması onun bu yolu öğrenmesine sebep olacaktır.
  5. Sorunlarla ilgili başa çıkmak için ona analitik düşünmesini öğretmelisiniz. Karşısına çıkan problemle ilgili karşısındakine vurmak, dinlememek, bahaneler üretmek yerine önce var olan sorunu tanımlamalı, karşısındakine değil soruna odaklanmalı ve yapacağı davranışların sorumluluğunu almasını öğrenmelidir.
  6. İletişime geçtiği insanın, sözsüz hareketlerinden ne hissettiğini okumayı başarabilirse onları daha iyi anlayacaktır. Bu tip çalışmaları evde yaparken televizyonun sesini kısıp şimdi “ne hissediyor” oyunu oynamak veya gazetelerdeki büyük resimlerdeki yüz ifadelerinden “ne oldu da ne hissediyor” oynamak etkili olacaktır.
  7. Grup halinde oynanabilecek oyunlar veya yapılacak sporlara katılmasını desteklemek gereklidir. Kazanmak veya kaybetmek grubun tamamına mal olacağından buradaki davranışları sorunları çözmeye yönelik olacaktır.
Merve Soysal Başa
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #137
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Aile ve Disiplin

Ayşegül yine evin içinde çığlık çığlığa bağırıyordu.Ne zaman bir şey tuttursa ve annesi hayır dese uzun süre çığlıklar atıp bağırıyor,ağlıyor ve tekmeler savuruyordu..Henüz 5 yaşında olmasına rağmen evin hakimiyeti onun elindeydi. Çünkü her defasında bağırmalarının ve tepinmelerinin ardından sussun diye annesi ya da babası sonunda pes ederek istediğini yapıyorlardı. Başlangıçta bir çok yöntem denemelerine rağmen işe yaramamıştı. Ceza vermeyi denemişler, hatta sonradan pişman olmalarına rağmen bir kaç kez vurmuşlardı bile. Çoğu zaman annesi hayır dediğinde babası yorgun olduğunu ileri sürerek bağırmasını dinleyemeyeceğini ve Ayşegül’ün istediğini alacağını söylüyordu. Bir kaç kez de baba kızdığı halde anne babaya şunu bağırtmasana, çocuk alt tarafı oyuncak istiyor bu kadar üzmeye ne gerek var diye söyleniyordu. Ayşegül artık evde anne ve babasını nasıl yola getireceğini iyice öğrenmişti, evde otorite oydu...

Ayşegül’ün anne ve babası çocuk sahibi olacaklarını öğrendiklerinde çok sevinmişlerdi. Bebek doğduğunda sevimli ,uysal bir çocuktu. Aile de ilk torundu ve tüm aile üzerine titriyordu.Ancak gün gelipte Ayşegül istediklerini yaptırmak için evdeki huzuru bozduğunda oturup nerede yanlış yaptıklarını,evde yeniden disiplini nasıl sağlayacaklarını düşünmeye başladılar. O sevimli küçük bebek nereye gitmişti,bir dediğini iki etmedikleri halde şimdi onlara karşı çıkıyordu. Yanlış neredeydi?


Disiplin, kişinin düzen sağlaması, düzenli yaşaması demektir. Ailede disiplinden söz edecek olursak, aile bireylerinin belirli bir düzende yaşamalarını düşünebiliriz. Her ailenin farklı bir düzeni olduğuna göre, farklı bir disiplin anlayışı var diyebiliriz. Bazı aileler daha katı bir disiplin uygularken, bazı aileler daha esnek olabilmekte ya da kurallara fazla yer vermemektedirler.

Çocuğa disiplin öğretmenin yolu ise genellikle ödüller ve cezaların uygulanması ile denenir. Anne ve baba, çocuk onların istediği gibi davranmadığı zaman ne yapmaları gerektiği konusunda çoğunlukla kararsızdırlar. Bazen şiddetli tepki gösterirler,cezalar birbirini izler, bazen de yapılan hata görmemezlikten gelinebilir.

Bütün çocuklar kuralları öğrenirken açıklamalara gerek duyarlar. Ebeveynler kuralları çocuklarına öğretirken öncelikle kendi aralarında disiplini nasıl sağlayacakları hakkında konuşmalı ve bir tutarlılık sağlamalıdırlar. Çocuk anne ve babanın aynı olaya farklı tepkiler göstermesi karşısında nasıl davranacağını kestiremez.Bazen aile içinde annenin izin verdiği bir şeye baba hayır diyebilir. Bu sorunu aşmak ancak anne ve babanın aynı dili konuşması ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde çocuk hayır yanıtını aldığı babadan anneye gidecek ve istediğini elde edene kadar uğraşacaktır. Ya da bir kez yaptığı davranışa peki, bu seferlik öyle olsun yanıtı vermek çocuğun sınırları tanımasında sorun oluşturacak ve çocuk her defasında sınırları genişletmek için uğraşacaktır.

Çocuğa istenilen bir davranışı öğretmek istediğimizde neler yapmalıyız?

Anne ve babaların en sık şikayetlerinden biri defalarca söylediğim halde aynı şeyi yapıyor, her türlü cezayı denedik ama olmadıdır. Disiplin demek ceza demek değildir. Katı davranışlar sergilemek, her şeyi kurallı hale getirmek ve bu kurallar uygulanmadığında cezalandırmak istenilen davranışın yerleşmesini sağlamaz. Aynı zamanda katı yaklaşımlar çatışmanın büyümesine ve evdeki yaşantının keyifsiz bir hale dönüşmesine neden olacaktır. Çocuk ancak önündeki örneğe bakarak model alır ve öğrenir. Dikkat edilecek noktalardan biri de çocuğa öğretmeye çalıştığımız disiplini önce kendimizin uygulamasıdır. Örneğin çocuğa arkadaşlarına kötü davranmasının ne kadar yanlış olduğunu söyleyip bu nedenle onu cezalandırmadan önce evde aile bireyleri olarak birbirimize nasıl davrandığımıza dikkat etmemiz, küfür etmenin kötü olduğunu söyleyip trafikte sinirlenip çocuğun yanında diğer sürücüye küfür etmemiz ne derece tutarlı olacaktır. Eğer ebeveynler olarak disiplinli, düzenli bir davranış sergilersek çocukta bunu örnek alacaktır.

Bir diğer noktada çocuğa evdeki kuralların ne olduğunu, kendisinden neler beklediğinizi ona anlatmaktır. Çocuk bilmediği konularda kurallara uyamaz. Bugünden itibaren çocuktan daha önce hiç uygulamadığım bir kurala uymasını beklemek haksızlık olur. Çocuk önceden kendisinden neler beklendiğini bilirse evde çatışmalarda ortadan kalkacaktır. Yapacağımız açıklamalar, beklentilerimizin ne olduğunu doğru ve açık bir dille anlatmak ona doğru davranışı sergileme şansını sağlayacaktır.Bir önemli noktada beklentilerimizin çocuğun yaşına ve yapısına uygun olmasıdır.

Disiplin kişinin belirli bir düzende yaşamasıdır demiştik. Kuralları öğretmeye başladığımızda asıl hedefimiz çocuğun bunları benimsemesi, düzenli yaşamayı kendi başına uyarılara gerek duymadan yapabilmesini sağlamaktır. Böylece çocuğu sürekli olarak uyarmaktan, cezalandırmaktan ve evde çatışma yaşamaktanda kurtulmuş oluruz ve çocukta her fırsatta eleştirilmekten, azarlanmaktan ve cezalandırılmaktan kurtulmuş olur.

Her insanın yeni bir şey öğrenirken deneme ve yanılma yolu kullanması, denerken hatalar yapması doğaldır.Çocukta yeni kurallar öğrenirken deneyecek,sonuçlarını görecek belki bir-iki kez daha aynı hatayı yapacak ancak öğrenecektir.Önemli olan bu deneme yanılmalarda ona gereken sabrı ve desteği göstermektir.Yaptığı ilk hatada kızmak yada cezalandırmak, düşünmesine olanak tanımadan yaptığın yanlış diyerek kestirip atmak davranışı öğrenmesini engellemekten başka bir işe yaramaz.

Çocuk istenilen davranışı gösterdiğinde ,bu davranış için gösterdiği çabayı fark ettiğinizi , onu takdir ettiğinizi ,bazen sonucu yanlış olsa bile sadece harcadığı çaba için bile onu takdir ettiğinizi,bu kez neden olayın olumlu sonuçlanmadığını ve gelecek sefere ne yapması gerektiğini sabırla anlatmak gerekir. Çocuğu başaramadığı konularda fazlasıyla uyarırız.peki ya olumlu davranışlar.Onlar genellikle olağan ve yapılması gereken davranışlar olduğu için takdir etmeye çoğu zaman gerek bile duymayız.

Olumlu davranış ancak olumlu bir tepki görürse pekişecektir.Kendimize ne kadar hata yapma fırsatı tanıyoruz,çocuğumuza ne kadar ...Bazen bir süre için sadece yapılan olumlu davranışları görüp,onlara odaklanmak ,hatalı davranışları sık sık hatırlatmamak gerekebilir.Takdir etmek ve ödüllendirmek istenilen davranışın hemen ardından yapılmalıdır.Aksi takdirde çocuk ne için ödüllendirildiğini ya da beğenildiğini unutacak,aynı olumlu davranışı sergilemeyi de hatırlamayacaktır.

Sabır göstermek bazen gerçekten zor gelir.Zira çocuklar ebeveynlerin sabırlarını zorlamada çok başarılıdırlar.Öncelikle patlayacağınızı hissettiğinizde çocuğa duygunuzun ne olduğundan bahsedin ve o sırada tartışmayı kesip,hem kendinizin hem de çocuğun sakinleşmesini bekleyin.Kendinize çocuğa sinirlendim ama acaba bu öfkenin gerçekten ne kadarı çocuğa yönelik,ne kadarı başka nedenlerden diye sorun.Bazen işte yaşadığınız bir sorunu eve taşıdığınız için ya da o gün sizi kızdıran bir olay için patlayacak yer ararsınız.Karşınızdaki en kolay hedefte çocuk olur.Tartışma başladığını hissettiğinizde çocuğa çok kızgınım ya da yorgunum ,üzgünüm diye duygunuzu açıklayın.Çocuk bunu anlayacaktır.Bazen aynı davranışı sizi anlamamazlıktan gelip sürdürebilir ancak her defasında aynı şekilde davranırsanız bir süre sonra çocuk bu değişikliği fark edecek ve o da duyguları yolu ile konuşacak belkide neden o gün böyle davrandığı ,canını sıkan bir şey olup olmadığını anlatacaktır.Çocuk istenmeyen bir davranış yaptığında bunun sonuçları hakkında düşünmesini sağlamak ve açıklamak önemlidir.Evde belirlenen kurallara uyulmadığı zaman bunun kendisine ya da başkasına ne gibi zararları olacağı çocuğa anlatılamalı ve bunlar hakkında düşünmesi sağlanmalıdır.Bunun için çocuğa fırsat tanımak gerekir.Çocuk ısrarla kardeşinin eşyalarını karıştırıyor,bozuyor ve dağıtıyorsa ,bunun yanlış olduğu anlatılmalı,kardeşini üzdüğü hakkında düşündürülmeli ve kardeşinin eşyalarını toplaması sağlanarak yaptığı olumsuz davranış hakkında davranışını telafi etmesine ve düşünmesine yardımcı olmalıdır. Cezalandırmak çocuğunuzun öfkesinin artmasına neden olacaktır.Artan öfkenin kaynağı ise siz olacağınız için çocuk aldığı ceza ile davranışı arasında bağlantı kurmak yerine , ceza ile sizin aranızda bağlantı kuracak,böylece davranışının sonucunu düşünmesine fırsat kalmayacaktır.Halbuki amaç ,sonucu öğrenmesi ve sonuca katlanmasını ,düşünmesini sağlamak olamalıdır.Ödüllendirme yönteminde de dikkat edilmesi gereken yapılan her davranışı maddi olarak ödüllendirme yöntemidir.Dersini yaparsan sana şeker alacağım ya da seni gezmeye götüreceğim gibi ödüllendirmelerde bir süre sonra çocuğun istekleri karşılanamaz boyuta varabilir.Çocuk rüşvetle davranmayı öğrenir.Ödülünde dozu önemlidir.Ödül önceden değil mutlaka istenen davranış yapıldıktan sonra verilmeli,mutlaka maddi bir ödül olmamalıdır,örn;sözlü takdirde bir ödüldür.İstenen davranışın yapılması bir süre sonra ödül olmadan da olmalıdır.Hedef ödüllendirme ile öğrenilen davranışın yerleşmesi ve ödüle gerek duymadan yapılması olmalıdır.

Unutmamalıdır ki çocuğa ne kadar olumlu yaklaşırsak o kadar olumlu cevap alabiliriz.Burada kendimiz için neler bekliyorsak aynısını çocuğa da uygulamamız gerektiğini hatırlamalıyız.

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #138
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Anaokulu Seçimi

Bir insanın yaşamının özellikle ilk 6 yılı öğrenmenin en hızlı olduğu dönem olarak düşünülmektedir. Bu dönem için de bebeğiniz büyüdükçe ne kadar ilgili ebeveynler olsanız da bir eğitim kurumu kadar geniş kapsamlı ve düzenli eğitim verebilmeniz mümkün olmayacaktır. Aynı zamanda ev içinde okulda ki gibi bir sosyal ortam oluşturmak ve çocuğunuza çok sayıda arkadaş bulabilmeniz de zor olacaktır. Bu nedenle okul öncesi eğitimi gerek zihinsel, gerek fiziksel, gerekse sosyal açıdan çocuğun gelişimi için oldukça önemli.

İlk kez 3 yaşında tanışacağı okul öncesi eğitimi için çocuğunuza okul seçerken nelere dikkat etmeli siniz?

  • Öncelikle çevrenizde ki çocuğu anaokuluna devam eden başka insanların size önerilerini bir yana bırakın. Zira sizin ve çocuğunuzun beklentileri çok yakın bir tanıdığınızın beklentileri ile hiç uyuşmayabilir. En iyisi siz kendinizin ve çocuğunuzun beklentilerini not edin. Çocuğunuzun ilgi alanları neler? Bunları da notlarınıza ekleyin.
  • Çocuğunuzun ihtiyaçları neler? Sizin okuldan beklentileriniz ile çocuğunuzun ihtiyaçları birbirini tutuyor mu? Örneğin sosyal olarak gelişmeye ihtiyacı olan çocuğunuzu, sosyal faaliyetleri az olan ya da çocuk sayısının az olduğu bir okula temizlik ve görünümünü beğendiğiniz için göndermemelisiniz.
  • Bu notları aldıktan sonra uygun gördüğünüz okulların listesini yapın ve okulları ziyaret etmeye başlayın. Bu ziyaretleri yaparken anne ve babanın birlikte gitmesi önemli. Çocuğunuzu ise yanınızda götürmeyin.
  • Okulda elinizdeki notlar doğrultusunda sorularınızı sorun. Sorularınıza aldığınız cevaplara göre sizi en çok tatmin eden ve çocuğunuzunda ihtiyaçlarını karşılayacak okulu tercih edin.
Okul ile ilgili olarak nelere dikkat etmek gerekiyor ve hangi konularda sorular sorabiliriz?
  • Okulun mevcudu ve sınıfların kaç kişi olduğu ve çocuk sayısına göre sınıflara kaç eğitmen düştüğü, ne çok kalabalık ne de arkadaş edinmesini kısıtlayacak kadar az sayıda çocuk olan bir okul.
  • Okulun programının içeriğinin ne olduğu? Hangi alanlarda gelişim için neler yapıldığı?
  • Evinizden okula ulaşımın nasıl olduğu, yaşı küçük olan çocukların uzun süreyi serviste geçirmelerini göz önünde tutmak önemli.
  • Sınıflarda ve diğer alanlarda çocuğun hareket edebileceği yeterli alan olup olmadığı, bahçesi olup olmadığı. Farklı faaliyetler için farklı mekanlar sunup sunmadığı, örneğin yemek, uyku, spor ya da resim alanları gibi.
  • Okul içinde gerekli güvenlik önlemlerinin ve hijyen koşullarının oluşturulup oluşturulmadığı. Sınıfta çocuğa zarar verecek alanlar var mı, elektrik prizleri ya da kaloriferler korumaya alınmış mı? Merdiven varsa yanlarında parmaklık olup olmadığı, özellikle tuvaletlerin ve mutfağın temizliği, sınıfların temiz ve havadar olması gibi.
  • Okulda belirli konularda uzman olup olmadığı. Örneğin psikolog ya da psikolojik danışman gibi. Bu uzman belirli aralıklarla size çocuğunuzun gelişimi ile ilgili bilgi veriyor mu?
  • Sınıflarda eğitimcilerin disiplini nasıl sağladıkları, kurallara uymayan çocuklara nasıl yaklaşıldığı, kuralların neler olduğu konusunda bilgi mutlaka alınmalı. Okulun ve ailenin disiplin anlayışlarının arasında büyük farklar olmamalı. Örneğin kuralların çok sıkı olmadığı bir ailede yetişen bir çocuğun disiplin kurallarına sıkı sıkı bağlı ve çok kuralcı bir okulda zorlanacaği kesindir.
  • Sağlık ile ilgili konularda ortay çıkacak sorunlarla ilgili önlemler neler? Çocuğunuz yaralanacak ya da hastalanacak olursa bu konuda neler yapılacak?
  • Yemek ve beslenme saatlerinde verilen yiyecekler nerelerden temin ediliyor? yemek listeleri neye göre hazırlanıyor? Bir beslenme uzmanından yardım alınmış mı?
  • Müze, sergi, tiyatro gibi sanat faaliyetlerine ve yeni konuların tanıtımı için gezilere yer veriliyor mu?
  • Okulun sizden beklentileri neler? Çocuğunuzdan neler bekliyorlar ve sizden veli olarak neler bekliyorlar?
  • Önemli konulardan biri de tabi ki işin maddi boyutu. Okulun ücretleri bütçenize uygun mu?
Tüm bu soruların cevaplarını aldıktan sonra kararınızı verdinizse artık çocuğunuzu okula getirebilir ve eğitmenler ile tanıştırabilir ve okulu gezdirip onun da fikrini alabilirsiniz. Eğer o da okulu beğendiyse kayıt yaptırabilirsiniz.
Çocuğunuza okulun en çok nelerini beğendiğini sorun mutlaka. Bakalım onun için öncelikler neler? Böylece ileri de ilköğretim içinde okul seçerken çocuğunuzun da önceliklerini ve nelere dikkat ettiğini göz önünde bulundurabilirsiniz. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir nokta da okul öncesi eğitimine başlayan pek çok çocuk ilk günlerde annesinden ayrılmakta zorluk çekebilir, ağlayabilir. Bu davranışlar da normaldir ve çocuğa bir zaman tanımak lazımdır. Bu konuda da okuldan bilgi almak başlangıçta zorluk yaşayan çocukların uyum sağlamasını kolaylaştırmak için ne gibi yöntemler uyguladıklarını sormakta faydalı olacaktır.

Nur Dinçer Genç
Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #139
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Anaokuluna Başlayacak ama Nasıl?

Anaokuluna başlayacağı için pek bir mutlu gözüküyordu... Herkese “Ben artık okula gideceğim... Büyüdüm...” diyordu... Fakat, o gün öğretmeni ile sınıfa girme vakti gelince olanlar oldu.......

Daha küçük yaşlardan itibaren çocuğunuzun bağımsızlığını kazanması için fırsatlar yaratmak önemlidir. Örneğin kendi kendine yemek yeme, temizlenme, giyinme, eşyalarını düzenleme gibi becerileri 3 yaşına kadar kazandı ise artık sizden ayrılmaya hazır demektir. Zaten bu onun ihtiyacı olan ve sosyalleşmesine zemin hazırlayacak bir durumdur. 3 yaşına erişen çocuğun özellikle apartman dairelerinde tek başına olduğu durumlarda kendini geliştirmesi ve keyifli vakit geçirmesi pek mümkün olmamaktadır. Akranları ile olmak, oyun oynamak hem fiziksel hem de ruhsal gelişimi için önemlidir. Çocuğunuz arkadaşları ile oynarken paylaşmayı, diğerlerine saygı duymayı, sırasını beklemeyi, yardımlaşmayı ve işbirliğini öğrenir. Dolayısıyla okul öncesi eğitim her çocuğun geçmesi gerekli olan bir süreçtir.

Çocuğunuz için uygun bir okul öncesi eğitim kurumu aramakla başlayacağınız bu süreçte sizi birçok basamak beklemektedir. Okullarla yapılan görüşmeler, karar aşaması, okul gereçlerinin temin edilmesi vs. Tüm bunları yaparken çocuğunuzun bu sürecin en önemli figürü olduğunu unutmamak ve hazırlık aşamalarına onu da dahil etmek size yardımcı olacaktır. Anaokuluna başlamak üzere olduğunu, tüm bu hazırlıkların onun için olduğunu çocuğunuza anlatın. Gideceği kurumu belirledikten sonra, tüpük bir günün akışı hakkında çocuğunuzu bilgilendirin. Kafasındaki belirsizlik ne kadar az olursa ilk günler o kadar rahat geçecektir. Ona birçok şey öğreneceğini, arkadaşları ile birlikte yeni yeni bir sürü faaliyet yapacaklarını söyleyin.

Okulun ilk günü geldiğinde;

  • Sabah evden çıkmadan önce çok fazla çatışmaya girmemeye özen gösterin. O günkü tutumu, ruh hali ne kadar olumlu olursa o kadar rahat bir gün geçirir. Bırakın ne istiyorsa giysin, yesin...
  • Kuruma annesi ve babası ile birlikte giden çocuk kendisini daha çok güvende hisseder. Çok önemli bir işiniz yoksa okulun ilk günü anne ve baba olarak ikinizde çocuğunuza eşlik edin. Ve eğer mümkünse okul çıkışına da birlikte gidin. Okul sonrasında beraber bir aktivite yapın (yemeğe gitmek gibi) ve okulun ilk günü hakkında sohbet edin. Fakat, bu sohbetin bir sorgulama şeklinde olmamasına özen gösterin.
  • Eğer çok sevdiği bir oyuncağı vs. varsa yanında götürmesine izin verebilirsiniz. İlk günlerden kendini güvende hissetmek için yanında tanıdık bir şeyler bulundurmak isteyebilir.
  • Ağlıyorsa... Çocuğunuz kadar anne baba olarak siz de bu durumdan pek hoşnut olmayabilirsiniz ki bu çok doğal. Uzun zamandır hayatınızda olan parçanız artık kendi ayakları üzerinde durmaya hazırlanıyor. Fakat, bu heyecanınızın ve ayrılmanın verdiği beraberinde getirdiği duyguların üstesinde gelmek ve çocuğunuza bu konuda da rol model olmak önemlidir. Böyle bir durumla karşılaşırsanız, anlayışlı ama kararlı olun. “Bugün senin için bir ilk. Kaygılı olmanı anlıyorum ama daha önce de konuştuğumuz gibi senin yaşındaki pek çok çocuğun yaşadığı bir şey bu. Öğretmeninle de tanıştık hatırlıyorsun. Burada yeni arkadaşların olacak. Bence keyfini çıkarmaya bak. Sen de göreceksin burada çok keyifli vakitler geçireceksin. Seni almaya geldiğimde bana neler yaptığını anlatırsın.”
Tüm bu önerilere ve öğretmenin çabalarına rağmen çocuğunuz okula adapte olamıyor, bir ay geçmesine rağmen hala ağlama krizlerine giriyor, sizden ayrılmak istemiyorsa bir uzmana başvurmak yararlı olacaktır. Çünkü bu durum ayrılma kaygısı veya okul fobisine işeret ediyor olabilir ve üzerinde çalışılması gerekebilir.

Açelya Şahin
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
8 Eylül 2009       Mesaj #140
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Artık Okullu Olduk!

Anne babalar için okulu seçmek, çocuk ve aile için ihtiyaçlara ve beklentilere uygun olan okula karar vermek oldukça emek gerektiren bir işti değil mi? Ama okulu seçmekle artık yükümüz azaldı diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Anne, baba, çocuk olarak hayatınızın önemli süreçlerinden birine adım atmış bulunuyorsunuz. Bu süreçte tadına doyamayacağınz keyiflerden, önemli üzüntülere dek pek çok yaşantı sizleri bekliyor. Peki bu yaşantılarımızı maksimum düzeyde keyifli hale getirebilmek için neler yapmalı, nelere dikkat etmeliyiz?

Bazı çocuklar okula çabucak alışırlar, bazıları ise alışmakta çok güçlük çekerler. Birtakım faktörler çocukların okula adaptasyon işini güçleştirirler. Özellikle kapalı aile ortamında büyümüş, anaokuluna gitmemiş çocuklar okulu çok yadırgayabilir. “Burası benim hiç bilmediğim bir yer, annem beni tanımadığım çocuklar ve tanımadığım ‘öğretmen’ dedikleri bu kişi ile neden bırakmak istiyor? Yoksa beni terk mi edecek?” diye düşünebilir. Yeni kardeşi olanlar ise okulda kaldıkları süre içersinde anne ve kardeşin neler yaptıklarını düşünmekten kendilerini alıkoyamazlar. Herhangi bir uyum süreci içinde olan çocuklar ( taşınma; bir yakının kaybı; alışmadığı bir anne baba seyahati vb. ) okula alışmakta güçlük çekebilirler.

Aslında tüm çocukların istediği tek şey okulda kendini güvende hissetmektir. Bunu hissettiği an, okula keyifle gidip gelmeye başlar. Bu güven hissi sadece okula ait değildir, aynı zamanda anne baba tutumları ve o güne dek çocuğa verilen eğitim de bunda çok etkilidir.

Yapılacak şeylerin ilki özellikle risk taşıyan çocuklarla okul açılmadan okul ziyaretleri yapmak, okulda öğretmenle teke tek bir tanışma ortamı sağlamak ve okul başlayınca oluşabilecek keyifli ve keyifsiz anlar konusunda onunla sohbetler etmektir. Anne ve babaların pek çoğu bu konuda farkına varmadan bir yanlış yaparlar. Okula başlamadan önce çocuğa okulun sadece hoş yanlarını anlatırlar. “Arkadaşlarınla oynayacaksın” , “Çok cici bir öğretmenin olacak”, “Tenefüslerde arkadaşlarınla oyunlar oynayacaksın” gibi pembe tablolar çocukları ilk okul günlerinden itibaren hayal kırıklığına uğratır. Çünkü okulda bu tür eğlenceli işlerden daha fazla dinlemeleri, yazmaları, okumaları gerekmektedir. Okulun hem eğlence hem de eğitim yeri olduğu, öğretmen modelinin ve okul programının yuvadan çok farklı olduğu okul başlamadan önce mutlaka vurgulanmalıdır. Tabiki onları ürkütmeden.

Okul başladığında kendini güvende hissettiğini anladığınız noktadan itibaren anne babanın okuldan ayrılmasında sakınca yoktur. Bu pek çocukta hemen gerçekleşir. Bu noktaya gelmiş bir çocuğu artık okula servisi ile gönderebilirsiniz. Özellikle ilk günlerde çocuğu okula gönderirken annenin yakından ilgilenmesi gerekir. Çocuğun evden mutlu ve huzurlu ayrılması önemlidir. Aksi durumlarda çocuğun aklı evde kalacaktır. Evden çıkarken çocuğa tekrar, tekrar uzun tembihlerde bulunmak da çocuğa ağır bir yük gibi gelebilir.

Bazen çocuklar güven hissettikleri halde ağlayarak annenin okulda beklemesini isterler. Bu durum da annenin çok kararlı olup, çocuğa uygun açıklamada bulunarak okulu terk etmesi işleri kolaylaştıracaktır.

Okullar, karşılaşılabilecek bu güçlükleri önceden düşünerek pek çok önlem almaktadır. Rehber öğretmenler, sınıf öğretmenleri çocukların adaptasyon sorunlarını nasıl çözeceklerini genellikle iyi bilirler. Pek çok okul okul açılmadan adaptasyon, oryatasyon günleri düzenlemektedir. Bu günlerde çocuğa okula ve öğretmene dersler başlamadan ısınma olanağı sağlar.

Son yıllarda görülme sıklığı azalmış olmakla bereber, nadiren okul fobisi ile karşılaşabiliriz. Okul fobisi, psikolog ve psikiyatr tarafından müdahale edilmesi gereken bir bozukluktur. Aileler basit okul adaptasyonu problemlerinin okul fobisine dönüşmemesi için psikologlara danışabilirler.

Okul araç ve gereçleri için çocukla birlikte alışverişe çıkmak doğru olacaktır. Böylece kullandığı defter, kalem, silgi, önlük, gibi gereçleri birlikte seçerek hem okula ısındırmış olursunuz, hem de bu eşyaları nasıl koruması gerektiği konusunda sohbet ederek sorumluluk duygusunu geliştirirsiniz.

İlkokullarda okul başladıktan sonra ortaya çıkabilecek bir başka problem de okuma-yazma problemleridir. Bu problem motivasyon eksikliği, el-göz becerilerinin yeterince gelişmemiş olması, duygusal problemler, özel öğrenme bozukluğu, dikkat bozukluğu, aşırı hareketlilik gibi sebeblerle ortaya çıkabilir. Bu problemi anne, baba ve öğretmen kişisel çabalarla gideremiyor ise fazla zaman kaybetmeden kaynağının araştırılması için bir psikoloğa danışmak gerekir.

Anne ve babalara bu dönemde düşen önemli bir görev de ders çalışma alışkanlığının çocuğa kazandırılmasıdır. İlk günler çok önemlidir. Çocuk okuldan gelir gelmez kısa bir mola ve sohbetten sonra o gün için çocuğa verilen ödevlere birlikte göz atılmalıdır. Daha sonra birlikte hangi ödevin hangi sırada yapılacağına karar verilebilir. Ödev yapmadan önce ne gibi ön hazırlıklar yapılacağı da gösterilerek, bu işler ilk haftalarda birlikte yapılmalıdır. Daha sonra bu sorumluluklar yavaş, yavaş çocuğa devredilebilir. Her bir ödev için belirli bir süre verilerek çocuk o süre içersinde ödevi bitirirse minik bir ödül verilebilir. Çocuk ödevini yaparken hafif bir göz kontrolü gerekecektir. Yanında veya yan odada bir başka işle meşgul olurken, çocuğa arada bir uzaktan göz atmalı ve gerekiyorsa yönlendirmelidir. Bazı çocuklar ödev yapma konusunda hemen disipline girerken, bazılarının bu disiplini ve sorumluluğu alması uzun sürebilir. Özellikle özel öğrenme problemi, aşırı hareketlilik ve dikkat sorunu olan çocuklar için ödev yapmak oldukça zor bir iştir. Bu problem uzun sürdü ise bir psikologa danışmak yararlı olacaktır.

Anne ve babalar çocuk eğitimi konusunda esnek olmalıdır. Doğru buldukları bazı metodlar öğretmen ve okul psikoloğu tarafından onaylanmayabilir. Çocuğun yanında okulu ve öğretmeni eleştirmek, çocuğun okul saygısını azaltacaktır.Öğretmene çocunuz ile ilgili önerilerde bulunabilir hatta onaylamadığınız davranışları hakkında onunla konuşabilirsiniz. Ancak bu konuşmalara çocuk tanık olmamalıdır. Çocuk ailesini ve öğretmenini benzer fikirleri olan ve birbirlerini seven yetişkinler olarak görmelidir.

Çocuğun aldığı notlar ve sınav sonuçlarına gösterdiğiniz tepkiler de cocukların sınav ve notlara bakış açısını yapılandırmaya başlayacaktır. Kötü sınav sonuçları karşısında “hatalarını görüp düzeltmek için verilmiş fırsatlar” düşüncesi ile hareket etmeniz sınav ve not korkusunu engelleyecektir.

Gördüğünüz gibi anne –baba-çocuk olarak farklı bir sürece giriyorsunuz. İşiniz keyifli, önemli ,bazen de zor. İk yıl en önemli yıldır. İlk alışkanlıklar, ilk algılar ne kadar doğru oturursa çoğunuzun tüm akademik yaşantısına o kadar doğru ışık tutacaktır. Anne baba olarak size de gurur duymak kalacaktır!

Olcay Güner
Klinik Psikolog
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü
Çocuk ve Genç Bölümü

Benzer Konular

12 Ağustos 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
24 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap
18 Şubat 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ağustos 2017 / Misafir Cevaplanmış