Arama

Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler - Sayfa 7

Güncelleme: 12 Ağustos 2018 Gösterim: 64.033 Cevap: 95
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
23 Kasım 2010       Mesaj #61
Avatarı yok
Yasaklı

Araştırmacılar, kötü anıları silecek bir yöntem geliştirmekte olduklarını açıkladılar


Araştırmacılar, travmatik etki meydana getiren hatıraların beynin korku merkezindeki proteinlerin uzaklaştırılmasıyla birlikte silinebileceğini öne sürüyorlar. Çalışmayı yürüten John Hopkins Üniversitesi’nden bilimcilere göre, şiddete maruz kalma, askerliğe ilişkin acı deneyimler ve hatta eşlerin boşanması gibi travmatik durumlarda kişinin psikolojik durumunu düzeltmesine yardımcı olacak sonuçlar elde edilmiş durumda.
Sponsorlu Bağlantılar

Beyinde korkuların üstesinden gelen bölgeye odaklanılan çalışma denek fareler üzerinde yürütülmüş. Araştırma sırasında beynin amigdala noktasında, ekibin ‘hassasiyet penceresi’ adını verdiği ve acı verici anıların belirli reseptör proteinler halinde oluşturulduğu bir bölge keşfedilmiş. Söz konusu proteinler kararsız yapıda olduklarından, bunların ilaç desteğiyle tamamen uzaklaştırılmalarının da mümkün olduğu görülmüş.

Araştırma ekibinden Prof. Richard Huganir, travmatik olayların ömür boyu kalıcı olan anılar oluşturabildiğini ve bunun da insan hayatını son derece olumsuz etkileyebildiğini söylüyor. Huganir’e göre son bulgular, anıları meydana getiren mekanizmaların değiştirilerek travma-sonrası ortaya çıkan strese bağlı psikolojik sorunların üstesinden gelinebileceğini gösteriyor.

Deney sırasında bir sesle ilişkilendirilerek elektrik şoku verilen fareler bu şekilde korku duymaya koşullanmışlar. Sonrasında elektrik şoku verilmemesine karşın sesi duymalarını takiben korku merkezinde 1-2 gün içinde proteinlerin oluştuğu görülmüş. Araştırmacılar şu sıralar yapay bir uyaranla acı hatırları çağırarak hassasiyet penceresini tekrar açma ve ilaç yardımıyla mevcut proteinlerden kurtulma üzerinde çalışıyorlar. Çalışmada denek fareler kullanılmış olmasına karşın insanda da benzer sonuçların alınacağına inanılıyor.

Bu gelişmelere karşın Emory Üniversitesi Etik Merkezi’nden Paul Root Wolpe, insanın kimliğinin anılarla bağlantılı olduğuna ve bunların farklı kişilikleri ortaya çıkardığına dikkat çekiyor, “İyi bir niyetle de olsa anıları ortadan kaldırma oldukça büyük sorunlara yol açabilecek bir fikir.”

Kaynak:Ntvmsnbc

Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:50
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
27 Kasım 2010       Mesaj #62
Avatarı yok
Yasaklı

Araştırmaya göre insanlar daha az gayret gerektiriyorsa doğru olanı yapmaktan çok yalan söyleme ve hileye eğilimli


Bilimciler insanların ahlak kuralları dışında hareket etmeye ne derece istekli olduklarını test ettiler ve sonuca ulaşmak için çok fazla enerji harcamak gerekmiyorsa bu yola başvurduklarını tesbit ettiler. Bulguların, yardım ve hayır çalışmalarını geliştirmek için iyi bir fırsat olduğu düşünülüyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Toronto Üniversitesi’nden Rimma Teper, yönetmiş olduğu projeye ilişkin olarak “İnsanlar eğer kural ihlali apaçık olmayacaksa hile yapmaya çok daha eğilim gösteriyorlar. Örneğin bir kişinin yardım talebini açıkça reddetmektense yalan söyleyebiliyorlar.”

Çalışma sırasında katılımcılara sistemde bir hata olduğu söylendikten sonra bilgisayar üzerinde çalışan bir matematik testi uygulanmış. Bunlar arasından bir gruba boşluk tuşuna basıldığı zaman sorunun cevabının ekranda görüneceği, diğer gruba ise sorunun görünmesini takip eden beş saniye içinde boşluk tuşuna basmazlarsa cevabın görüneceği söylenmiş.

Makalenin yazarlarından Prof. Michael Inzlicht, fiziksel olarak düğmeye basmak zorunda olmayan ikinci grubun hile yapmaya daha eğilimli olduklarını söylüyor. Aynı zamanda deneklere, öğrenme engeli olan bir öğrenciye testi yapması için gönüllü olarak yardım edip edemeyecekleri sorulmuş. İlk denek grubuna ekranda beliren ‘evet’ ve ‘hayır’ tuşlarına basma seçenekleri sunulmuş. Diğer gruptansa gönüllü olmak için sayfanın altında yer alan bir bağlantıyı takip etmeleri ya da basitçe bir sonraki soruya geçme seçeneğine tıklamaları istenmiş. Deney sonucunda ‘evet’ ya da ‘hayır’ seçenekleri arasında açıkça tercih yapmaları gereken grubun diğer gruba oranla 5 kat daha fazla gönüllü oldukları görülmüş.

Teper ‘hayır’ tuşuna basarak bir yardım isteğini açıkça geri çevirmenin insanlar için daha zor gibi olduğunu söylüyor, “Hayır seçeneği yerine ‘devam’ tuşunun kullanılması halinde kişiler doğru olanı yapmaktan kurtulduklarını düşünüyorlar. Bu yönlendirici etki üzerinde duyguların önemli bir rolü olduğunu düşünüyoruz. İnsanlar doğru olanı yapıp yapmama seçeneğiyle yüzleştiklerinde suçluluk ve utanma gibi bir çok duygu işin içine giriyor ve onları ahlaki seçeneğe yönelmeleri konusunda etkiliyor. Fakat ahlaki kuralları ihlalin daha pasif olduğu durumlarda kişilerin yanlışa yöneldikleri görülüyor çünkü söz konusu duygular bu hallerde muhtemelen o kadar da yoğun olarak işin içine girmiyor.”

Kişileri yardım kampanyalarına ikna etmek için karşılarına ‘evet’ ya da ‘hayır’ seçeneklerini fiili olarak tercih edecekleri bir sistem getirmek, bu kampanyalardan daha etkili sonuçlar alınmasını sağlayacak gibi görünüyor.

Kaynak: SPPS(Social Psychological Personality Science)

Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:51
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
7 Aralık 2010       Mesaj #63
Avatarı yok
Yasaklı

Biyolojik saatin işlevi, hangi mevsimde doğulduğuna bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor


Vanderbilt Üniversitesi’nden Prof. Douglas McMahon’un yönetimindeki ekipçe gerçekleştirilen çalışma, memelilerdeki biyolojik saat üzerine mevsimlerin etkisine yönelik ilk kanıtları ortaya koyuyor.

Bebek fareler üzerinde yürütülen deneylerin sonuçları, kış aylarındaki doğumların şizofreni, bipolar depresyon ve mevsimsel duygu durumu bozukluğu gibi bir takım sinirsel rahatsızlıklara karşı yatkınlığı artırdığına işaret ediyor.

McMahon, biyolojik saatin gün uzunluğunu ölçerek davranışlarımızı mevsime göre değiştirdiğini söylüyor ve çalışmayı ışık sinyalinin biyolojik saatin gelişimi üzerine ne şekilde etki edeceğine yönelik olarak kurduklarını belirtiyor.

Deney sırasında fare yavruları, doğumlarından itibaren sütten kesildikleri ana kadar yapay kış veya yaz mevsimi döngüsü içinde büyütülmüşler. Sütten kesilmelerini takip eden 28 gün boyunca da aynı döngü veya tersinin devam etmesi sağlanmış. Olgunluğa erişen farelerse tamamen karanlık bir ortama yerleştirilerek sergiledikleri davranışları gözlenmiş.

Kışın doğan yavrular, sütten kesilmelerini takiben hangi mevsimsel döngüye maruz bırakılmış olursa olsunlar günlük aktivitelerinde gözle görülür bir azalma kaydedilmiş. Araştırmacılar fare beynindeki ana biyolojik saatleri, aktif olduklarında saat hücrelerinin yeşil renkte parlamalarını sağlayan bir geni kullanarak incelediklerinde, kışın doğan farelerin bu beyin bölgelerindeki işlevin yazın doğanlara göre yavaşlama eğiliminde olduğunu görmüşler. Üstelik kış yavruları mevsim geçişlerine de, mevsimsel duygu durumu bozukluğu yaşayan insanlardakine benzer şekilde aşırı tepki vermişler.

Kaynak:Nature-Neuroscience
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:51
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
29 Ocak 2011       Mesaj #64
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye

Neye göre tiksiniyoruz?

İğrenme duygusunun korkuyla benzer bir evrimsel taban çerçevesinde geliştiği öne sürülüyor.
Yaradan sızan iltihabın veya çürümüş etin görüntüsü pek çok kişinin midesini bulandırmaya yeter ve bu gibi zararlı oluşumlardan kaçınmanın da evrimsel bir dayanağının olması muhtemel. Aslında bu durum çok daha derin anlamlarla da ilişkili olabilir. Örneğin tiksinti, ahlak duygusunun ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir.

Londra Hijyen ve Tropik Hastalıklar Fakültesi’nden Valerie Curtis, tiksinmenin korkuyla aynı nedenlerle evrildiği görüşünde. Korku bizleri aslan ya da ayılar gibi avcılardan uzak tutmaktayken, iğrenmeyse parazit ve bakteriler gibi çok daha küçük boyutlu olanlarına karşı bir koruyucu melek olma özelliği taşıyor. Üstelik iğrenme duygusu, ölümcül bakterileri tanıyarak onlardan uzaklaşan basit nematotlarda (bir yuvarlak solucan) bile görüldüğü şekliyle, hemen her canlıda mevcut.

Tüm bunlar oldukça mantıklı fakat Curtis işin bir başka boyutuna dikkat çekiyor, “Eğer ön bahçenize dışkılasam ya da içtiğiniz kahveye tükürsem ya da toplu taşıma araçlarında sürekli olarak kokulu gazlar üretsem sizleri vücut sıvılarımla tehdit etmiş olurum ve bu nedenle de hoş karşılanmaz. Fakat aslında ahlak kavramının gelişimine yönelik ilk izleri oluşturur. En azından ahlak kurallarını toplum içinde ortaya çıkaran yollardan bir tanesidir, yani yaydıklarınızla diğer insanları hasta etmemek. İnsanların kötü davranışlarıyla ortaya çıkan tiksinti duygusu organik sistemimizle doğrudan ilişkili.”

Bu oldukça ilginç bir yaklaşım olmasına karşın, ahlak kurallarının bütününün ortaya çıkışından tamamiyle sorumlu olamaz. Örneğin hırsızlık veya insan öldürmek toplum tarafından ahlaksızca görülen davranışlar olmasına karşın iğrenme duygusuyla ilişkili değildirler. Curtis’in bulmacanın bu parçasına ilişkin düşünceleriyse şöyle: “Hastalık yapan etkenlere en fazla açık olan toplumlar daha fazla kapalı, sıkı ve koruyucu kurallara sahiptirler. Eğer hastalıkların yaygın olduğu bir toplumda yaşıyorsanız iğrenme konusunda daha hassas olacaksınız ve bu da tüm topluluk için geçerli bir hale gelecektir.”

Cornell Üniversitesi’nden David Pizarro ise iğrenmenin evrimsel bir tabanının olduğunu düşünmenin bir çok şeyi açıkladığını düşünmesine karşın yaklaşımın geniş bir yelpazeye uygulanması halinde kafasında soru işaretleri belirdiğini ifade ediyor, “Örneğin bir enfeksiyon salgın halini aldığında, insanların buna özellikle dikkat ettiklerini ancak bundan kaçınmaya yönelik olarak özel bir sistem geliştirmediklerini düşünüyorum.”
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:52
RuffRyders - avatarı
RuffRyders
Kayıtlı Üye
19 Haziran 2011       Mesaj #65
RuffRyders - avatarı
Kayıtlı Üye

Şizofreni genetik mi çevresel mi?

''Şizofrenide Gen-Çevre Etkileşimi (EU-GEI) Projesi'' kapsamında yapılacak üç yıllık çalışma ile şizofrenin genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi geliştiği belirlenecek.
AB projesi kapsamında 13 ülke ile birlikte yürütülecek ''Şizofrenide Gen-Çevre Etkileşimi (EU-GEI) Projesi'' kapsamında yapılacak üç yıllık çalışma ile şizofrenin genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi geliştiği belirlenecek.

Hollanda, Almanya, Hırvatistan, İspanya'nın bulunduğu iş paketinin Türkiye liderliğinde, ''Şizofreniye yatkınlık ve hastalık şiddeti'' araştırılacak. Araştırmaya, Türkiye'den yaklaşık bin şizofreni hastası ve aynı sayıda şizofreni hastasının kardeşi ve sağlıklı kişi dahil edilecek.

Şizofreni hastalarının genetik incelemelerinin de yapıldığı araştırmada, hastalardan alınan kan örneklerinden akyuvar hücreleri ayrıştırılacak ve özel bir işlemle ölümsüzleştirilerek, Ankara Üniversitesi (AÜ) Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Hücre Serisi Biyobankası'nda saklanacak. Türkiye'deki tüm araştırmacılar için sınırsız bir kaynak niteliği taşıyacak bu örnekler, ilerleyen araştırmalarda kullanılabilecek.

Araştırma ile şizofreninin sebepleri, tanısı ve tedavisi ile ilgili önemli ilerlemelere yol açması öngörülüyor.

Projenin Türkiye koordinatörlüğünü AÜ Tıp Fakültesi Öğretim üyeleri Prof. Dr. Cem Atbaşoğlu ile Doç. Dr. Meram Can Saka yürütecek.

''TÜRKİYE'DE HER YÜZ KİŞİDEN BİRİNDE ŞİZOFRENİ GÖRÜLÜYOR''

Ankara Üniversitesi Beyin Araştırmaları Uygulama Merkezi Müdürü ve Proje Koordinatörü Prof. Dr. Atbaşoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şizofreninin kronik bir hastalık olduğunu ve genellikle 15-20'li yaşlarda başladığını söyledi.

Şizofreninin, muhakeme kusurları, gerçeği ayırt edememe, yanlış şeylere inanma, gerçekte olmayan algılamalar görülmesi, işlev kaybına yol açabilen davranışa başlama ve eyleme dökme kapasitesinde azalma ile hayattan zevk almama gibi belirtilerle kendi gösterdiğini belirten Atbaşoğlu, hastalığın yaşam boyu tedavi gerektirdiğini ifade etti.

Atbaşoğlu, şiddet yönelik basında çıkan eylemleri yapanların ''şizofreni hastası'' olarak fişlenmesinin yanlış olduğunu; şizofreni hastalarında saldırganlığın fazla olduğuna dair bir veri olmadığını, şizofreninin çok önemli halk sağlığı sorunu olduğunu dile getirerek, Türkiye'de her yüz kişiden 3'ünde psikoz, her yüz kişiden birinde ise şizofreni görüldüğünü söyledi. Şizofreninin, hasta, hasta yakını ve toplum için büyük ıstırap ve zorluklara neden olabildiğini ifade eden Atbaşoğlu, hastalığın çocukluk döneminde yaşanan travmalar, anne-baba davranışları ve genetik faktörlere bağlı olduğunun düşünüldüğünü anlattı.

Atbaşoğlu, şizofrenide kalıtımın rolünün çok iyi bilindiğini, ancak yeni hastalıkların çoğunun ailesinde şizofreni olmayan kişilerde görüldüğüne dikkati çekti. Şizofreniye etki eden faktörlere ilişkin dünya ölçeğinde çeşitli çalışmalar yapıldığını, ancak genetik ile çevresel etmenlerin birlikte incelenmediğini belirten Atbaşoğlu, yeni tanıların ''bünye kadar çevrenin de şizofreninin ortaya çıkmasında etkili olduğu varsayımını güçlendirdiğini'' ifade etti.

''ŞİZOFRENİYİ BÜNYE Mİ YAPAR ÇEVRE Mİ?''

Bugüne kadar dünya genelinde şizofrenide genetik ve çevresel faktörlerin birlikte incelendiği boyutta araştırmanın yapılmadığını dile getiren Atbaşoğlu, AB Projesi kapsamında 13 ülke ile birlikte yürütülecek üç yıllık '' Şizofrenide Gen Çevre Etkileşimi'' isimli çalışma ile şizofrenin genetik mi yoksa çevresel faktörlerle mi geliştiğinin belirleneceğini söyledi.

Atbaşoğlu, her ülkenin incelemeye alacağı alanın farklı olduğu projenin Türkiye ayağının Ankara Üniversitesi'nden kendisi ile birlikte ile Doç. Dr. Saka'nın koordinatörlüğünde ''Şizofreniye Yatkınlık ve Hastalık Şiddeti''nin araştırılacağını belirtti.

''TÜRKİYE'DE 1 MİLYON AVRO HARCANACAK''

Doç. Dr. Meram Can Saka'nın verdiği bilgiye göre, AB ''Şizofrenide Bünye-Çevre Etkileşimi Araştırılması'' için 12 milyon Avro araştırma bütçesi ayırdı. Bu kaynak ile tüm Avrupa'yı kapsayan bir araştırma ekibi kuruldu. Araştırma kapsamında toplam 13 ülkede 6 iş paketi olarak adlandırılan farklı başlıklarda incelemeler yapılacak.

Bu ekibin ''hastalığa yatkınlık ve hastalık şiddetini araştıran'' kolu Türk araştırmacılar tarafından idare edilecek. AÜ'den Doç. Dr. Saka ve Prof. Dr. Atbaşoğlu koordinatörlüğündeki iş paketinde 2.5 milyon Avro harcanacak. Bu paranın bir milyon Avro'su Türkiye'ye geldi ve araştırma için ''Türkiye Şizofreni Ağı'' kuruldu. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere Türkiye'nin 10'dan fazla ilinde yürütülecek olan çalışma ile şizofrenide bünye-çevre etkileşimi, şimdiye kadar en detaylı ele şekilde alınacak.
Araştırmanın, şizofreninin sebepleri, tanısı ve tedavisi ile ilgili önemli ilerlemelere yol açması öngörülüyor.

Araştırmanın Türkiye ayağında toplam bin şizofreni hastası, aynı sayıda şizofreni hastasının kardeşi ve sağlıklı kontrol grubu incelenecek.

Şizofreni hastalarının genetik incelemelerinin de yapıldığı araştırmada, hastalardan alınan kan örneklerinden akyuvar hücreleri ayrıştırılacak ve özel bir işlemle ölümsüzleştirilerek Ankara Üniversitesi Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Hücre Serisi Biyobankasında saklanacak. Sınırsız bir kaynak niteliği taşıyacak olan bu örnekler ilerleyen araştırmalarda kullanılabilecek.

PROJEYE KATILMAK İÇİN BAŞVURMAK YETERLİ

Projede yer alabilmek için, çalışmanın yürütüldüğü merkezlere başvurulması yeterli oluyor. İlgilenen ve katılmak isteyen hastalar ve hasta yakınlarının, AÜ Psikiyatri Bölümünden araştırma ekibi ile ''0312/5957109 ve (5956672, 5956615, 5956780)'' numaralı telefonlar ile temasa geçmesi gerekiyor.

Başvurunun ardından projeye katılan kişilerle detaylı yapılan görüşmenin ardından, psikolojik testler uygulanacak ve bünyesel özelliklerin değerlendirilmesi için kan alınacak. Tüm işlemler bir gün içerisinde bitecek. Projeye katılmak için ailede bir psikoz hastası bulunması ve gönüllü olmak yeterli olacak.

Bunun dışında, merkezde hala şizofreni, depresyon, disleksi başta olmak üzere birçok hastalık ve sağlıklı kişilerle ilgili çalışmalar yürütülecek.

Kaynak: ntvmsnbc ve Ajanslar
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:52
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Kasım 2011       Mesaj #66
Avatarı yok
Yasaklı

IQ Seviyesi Ergenlikte Dibe Vurabilir


Yapılan bir araştırma IQ'nun büyüme çağında değişken olduğunu, bu dönemde sivri yükselişler ve düşüşler gösterebileceğini ortaya çıkardı. Bugüne kadar IQ'nun stabil olduğu düşünülüyordu. Bu sayede de çocuğun akademik hayatına ve iş kariyerine yönelik tahminler yapılıyordu. Ancak IQ ile ilgili son bulgular öğretmenlerin öğrencilerine yönelik akademik kariyer tahminleri yaparken aceleci davranmaması gerektiğini gösteriyor.

Guardian'ın haberine göre; Oklahoma State University'nin araştırmasına göre,ergenlikte yaşanan beyindeki değişikliklere paralel olarak IQ seviyesi de etkileniyor. Bu yüzden de IQ seviyesinde hızlı ve büyük değişimler meydana gelebiliyor.

University College London'dan Sue Ramsden'in 12 ila 16 yaşlar arasındaki 33 öğrenci üzerinde yaptığı araştırma da benzer bir sonuca ulaştı. Bu öğrencilere 2004'te IQ testi yapıldı.

3-4 yıl sonra test tekrarlandığında çoğunluk aynı IQ değerlerine ulaşsa da bazı öğrencilerde sonuçlar 21 puana kadar artıp azaldı.Bilim insanları şimdi IQ'yu tam olarak değiştirenin ne olduğunu bulmaya çalışıyor.


Kaynak:BBC/Guardian(21 Ekim 2011)
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:53
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Kasım 2011       Mesaj #67
Avatarı yok
Yasaklı

Araştırmacı İtiraf Etti: Verileri Uydurdum


Makaleleri uluslararası bilimsel dergilerde yer bulan Hollandalı psikolog Diederik Stapel, yıllar boyunca araştırma verilerini "uydurduğunu" itiraf etti.Tilburg Üniversitesi'nde çalışan Stapel, bir bilimadamı olarak başarısız olduğunu ve yaptıklarından utandığını, ancak ağır "performans baskısının" kendisini sahte araştırmalar yapmaya ittiğini söyledi.

Bu yılın başlarında Stapel'in bazı çalışmalarını yayımlayan saygın bilim dergilerinden Science, konuyla ilgili editoryal bir uyarı yaparak, Stapel'in verilerinin güvenirliğinin kuşkulu olduğunu açıkladı.

Tilburg Üniversitesi'nin, çalışmalarıyla ilgili eylül ayında soruşturma başlatmasının ardından Stapel'in üniversitedeki görevi de askıya alınmıştı.

Science Genel Yayın Yönetmeni Bruce Alberts, yazısında "Resmi raporun, Stapel'in sahtekarlığının çapının oldukça geniş olduğunu ortaya koyduğunu" belirtti.

Hollanda gazetesi "Brabants Dagblad"a bu hafta bir açıklama yollayan Stapel, "verileri çarpıttığını" kabul ederek, davranışları nedeniyle özür diledi.

Stapel, "Bir bilimadamı, bir araştırmacı olarak başarısız oldum. Araştırma verilerini çarpıttım ve sahte araştırmalar yaptım. Sadece bir kez değil çok defa ve sadece kısa bir dönem değil uzun bir dönem bunu yaptım. Bundan utanç duyuyorum ve gerçekten üzgünüm" yazdı.

Science dergisinde nisan ayında, Stapel ve meslektaşı Siegwart Lindenberg'in ortak imzasıyla yayımlanan araştırmalardan birinde, dağınık ve düzensiz bir ortamda yaşayan insanların diğer insanlara karşı "ayrımcılık" yaptığı iddia edilmişti.

Kaynak:Ntvmsnbc-Ajanslar(02 Kasım 2011)
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:53
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Kasım 2011       Mesaj #68
Avatarı yok
Yasaklı

Tünelin Ucundaki Işık Beyinde


Uzmanlar, insanın ruhunun beden dışına çıkması, ölmüş olan yakınlarla karşılaşma gibi deneyimlerin ölümden sonraki hayatın kapısının aralanması değil, beyin işlevlerinin 'cilvesi' olduğunu söylüyor
Bir grup bilimadamı ölümün eşiğinden dönüldüğü anlarda yaşanan deneyimlerin beyin işlevlerinin yoğunlaşmasından kaynaklandığını savundu.

Edinburg Üniversitesi ve Cambridge Tıbbi Araştırmalar Konseyi uzmanları, bu konuda şimdiye dek yapılan araştırmaları gözden geçirdi.

Uzmanlar, insanın ruhunun beden dışına çıkması, ölmüş olan yakınlarla karşılaşma gibi deneyimlerin ölümden sonraki hayatın kapısının aralanması değil, beyin işlevlerinin 'cilvesi' olduğunu söylüyor.

Araştırmacılardan Dr. Caroline Watt, ''Beynimiz bize oyunlar oynamakta çok usta.'' diyor.

Ölümün eşiğinde hissedildiği söylenen tuhaf deneyimler, beynin travmatik bir anda insan bedeninin maruz kaldığı tıbbi durumu anlamlandırma çabası olarak yorumlanıyor.

Edinburg Üniversitesi'nde görevli Dr. Caroline Watt, ''Ölümün eşiğinden döndüğünü anlatan insanların dosyalarını incelediğimiz zaman, çoğunun aslında ölüm riskiyle karşı karşıya gelmediğini gördük. Fakat öldüklerini düşünüyorlardı.'' diyor.

Bilimsel kanıtlar, ölüme yaklaşma deneyiminin tüm yönlerinin biyolojik bir temeli olduğunu gösteriyor.

Ölümün eşiğinden döndüklerini anlatanların sıkça sözünü ettiği bir unsur, 'öldükleri bilinci'.

Ancak bu hissin başka ortamlarda da kendisini gösterebildiği kaydediliyor.

"Cotard Sendromu" ya da "yürüyen ceset sendromu" denilen bir hastalık, bireylerin öldüğünü düşünmesine yol açıyor. Bu gibi durumlar ağır travma sonrasında, ya da tifo ve multipl skleroz hastalıklarının ileri safhalarında ortaya çıkabiliyor.

Pek çok kişi de "öte tarafa gidip geldiğinde" kendisini bedeni dışında, havada süzülür gibi hissettiğini anlatıyor.

Aynı His Beyinde Oluşturulabiliyor
İsviçreli uzmanlar ise, bu gibi deneyimlerin beynin algı ve bilinçten sorumlu kısmının uyarılması ile oluşturulabileceğini söylüyor.Dahası, "ucunda ışık olan tünel" de beynin belirli şekilde uyarılması ile oluşturulabiliyor.

Pilotlar yerçekimi ivmesinden kaynaklanan G-kuvvetinde uçtuklarında kimi zaman kan basıncının aşırı yükselmesinden kaynaklanan baygınlıklar yaşayabiliyor, bu sırada tünelden geçme duygusuna kapılabiliyor ya da göz merkezinde bir kaç saniyeliğine görüşü kaybedebiliyorlar.

Hatta ABD'de yapılan bir araştırmaya göre tünelin ucundaki ışık, göze yeterli kan ve oksijen gitmemesi ile açıklanabiliyor.Mutluluk, ferahlık, coşku gibi hisler ise ketamin ve amfetamin türü ilaçlarla oluşturulabiliyor.

Söz konusu araştırmada beynin salgıladığı noradrenalin adlı hormonun da olumlu hisler, sanrılar ve öte yana gidip gelme ile ilişkilendirilen duyguları oluşturabildiği kaydedildi.

Bilişsel bilimler dergisinde (Trends in Cognitive Science) yer alan makalede, uzmanlar "Tüm bunlar bir araya geldiğinde, bilimsel deneyimler, ölümün eşiğinden dönüşün tüm boyutlarının nöropsikolojik ya da psikolojik temelleri olduğunu düşündürüyor." dedi.

New York Eyalet Üniversitesi'nden Dr. Sam Parnia ise, sadece ölüp dirilme hissinin değil, mutluluktan depresyona tüm duyguların beyin süzgecinden geçtiğini kaydediyor.

"Beyinde bunlardan sorumlu olan alanları bulmak, ya da aynı hissi oluşturabilmek, deneyimin hakiki olmadığı anlamına gelmiyor. Aksi halde, aşk, mutluluk ve depresyon da gerçek değil demek gerekirdi" diyor.

Parnia'ya göre, "Pek çok kişi de beynin işlemediği (kalp krizi gibi) anlarda birşeyler gördüğünü anlatıyor. Bunları sırf beyin ile açıklamak mümkün değil, çünkü beyin devre dışı halde."

Parnia, "Yaşayanlar açısından gerçek görünen bu tür ölümün eşiğinden dönme deneyimleri, biz geri kalanlar için de ölümün nasıl bir şey olduğuna dair ipucu veriyor" diyor.


Kaynak:BBC Türkçe/Bilişsel Bilimler Dergisi(03 Kasım 2011,08:47)
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:54
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
24 Kasım 2011       Mesaj #69
Avatarı yok
Yasaklı

Meditasyon, Sinir İletişimini Etkiliyor


Meditasyon, beyin sinir hücreleri arasındaki iletişim ağı üzerinde etkili oluyor. Araştırmalar, düzenli yapılan meditasyonun, insan beyninin korku, psikolojik rahatsızlıklar ve dikkat sorunlarıyla ilgili bölümünde olumlu etki oluşturduğunu gösterdi.

Bilim insanları, sonuçları Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmada, düzenli olarak yapılan meditasyonun, insan beyninin korku, psikolojik rahatsızlıklar ve dikkat sorunlarıyla ilgili bölümünde olumlu etki oluşturduğunu gördü.

Araştırmada, beynin algılama ve otokontrol ile ilgili kesimleri arasındaki iletişimin de daha güçlü olduğu tesbit edildi.

Araştırmayı yürüten, Yale Üniversitesi'nden Judson Brewer, düzenli meditasyonun ağrılara karşı etkili olabildiğini, sigara ve benzeri maddelerin bağımlılığından kurtulmada da fayda sağlayabildiğini belirtti.

Brewer, yaptıkları araştırmada, meditasyonun özellikle Default Mode Network (DMN) olarak adlandırılan iletişim ağı üzerinde etkili olduğunu gördüklerini ifade etti.

Kaynak:BBC Türkçe/National Academy of Science(22 Kasım 2011,11:28)
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:54
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
27 Kasım 2011       Mesaj #70
Avatarı yok
Yasaklı

Rüya Görmek Acıları Hafifletiyor


Rüya görme sürecinin daha iyi anlaşılması, travma sonrası duygusal bozukluk yaşayan kişilerin tedavisine ışık tutabilecek.Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmada, rüya görmenin travmaların oluşturduğu olumsuz etkileri azalttığı tesbit edildi.
California-Berkeley Üniversitesi'nde yürütülen araştırmada deneklere rahatsız edici ya da üzücü, duygusal resim ve fotoğraflar gösterildi.Bir süre sonra, aynı deneyime ikinci kez tabi tutulan deneklerin bu kez beyin aktiviteleri de incelendi.
Sonuçlar, iki gösterim arasında uyumasına müsaade edilen deneklerin beyinlerinde duygularla ilişkilendirilen bölgenin daha az etkin olduğunu, bunun yerine akıl ve mantıkla ilgili kısmın etkinleştiğini ortaya koydu.

Rüya Görme İle Travma İlişkisi

Current Biology (Güncel Biyoloji) isimli akademik dergide yayınlanan araştırma bulguları, rüya görme ile hafıza arasındaki bağlantıya odaklanıyor.
Yaşamlarında şok edici, travmatik olaylar yaşayan insanların bazılarında travma sonrası kalıcı duygusal hasarlar oluştuğu, kabul gören bir bilimsel gerçek.
Bilim adamları uyku sırasında rüya görülen aralığın, beynin yeni yaşanan, taze anıları işleme biçimine de etkisi olduğunu düşünüyor.
Bu nedenle rüya görme sürecinin daha iyi anlaşılmasıyla, travma sonrası duygusal bozukluk yaşayan kişilerin tedavisine ışık tutabileceğini söylüyorlar.
Söz konusu araştırma kapsamında yer alan 35 gönüllü denek iki gruba bölündü ve kendilerine duygusal tepki oluşturabilecek 150 adet resim gösterildi.
Daha sonra gruplardan birinin gece iyi bir uyku çekmesi sağlandı; diğer gruptaki denekler ise uyumadılar.Beyin faaliyetlerinin izlenmesi için bir MR cihazına bağlanan deneklere aynı resimler yeniden gösterildi.
Uykusuz olan gruptaki deneklerin beyinlerinde, duygularla ilgili alanların diğer gruptaki deneklere göre daha faal olduğu tesbit edildi.
Dinlenmiş olan gönüllülerin beyninde ise faaliyetler daha çok mantık ile ilişkilendirilen bölgelerde yoğunlaştı.

Normalden Az Noradrenalin

Araştırma ekibinde yer alan doktor Matthew Walker, iki grup arasında ortaya çıkan farkın uyuyan deneklerin beyinlerinde, rüya gördükleri sırada noradrenalin maddesinin normalden az miktarda salgılanmasından kaynaklanabileceğini söyledi.
Stres ve sıkıntıyla bağlantılı olduğu bilinen kimyasal maddenin azalması sayesinde maruz kalınan duygusal tecrübelerin etkisinin zayıfladığını düşünen Walker, iyi bir uyku çektikten sonra, olumsuz deneyimlerin şiddetinin hafiflediğini, bireyin kendisini bu gibi olumsuz deneyimlerle mücadele edebilmek için daha güçlü konumda gördüğünü söyledi.
Araştırma sonucunu değerlendiren psikolog Rodernick Orner ise uykunun travmatik anılar konusunda olumlu bir etkisi olsa da, travma sonrası duygusal sorun yaşayan hastaları etkileyen daha pek çok unsur olduğuna dikkat çekti.

Kaynak:BBC Türkçe/Current Biology(25 Kasım 2011,09:27)
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 06:55

Benzer Konular

23 Temmuz 2018 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
17 Haziran 2016 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
1 Kasım 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
19 Mart 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap