Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 24

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.862 Cevap: 719
Harabe-Gönlüm - avatarı
Harabe-Gönlüm
Ziyaretçi
23 Ağustos 2006       Mesaj #231
Harabe-Gönlüm - avatarı
Ziyaretçi
VII. ÇALIŞMA ORTAMI

Sponsorlu Bağlantılar

Office
İş ve çalışma ortamı da sağlık açısından riskler içerebilir. Çalışma ortamındaki kalabalık, gürültü, kirlilik, sürekli aynı beden pozisyonunda çalışma zorunluluğu, ağır kaldırma, manyetik alanlara ya da kimyasal maddelere maruz kalma, hava kirliliği, iş kazaları gibi daha pek çok etken sağlığı tehdit etmektedir. Bireyler çalışma ortamlarından kaynaklanacak sağlık risklerini tanımalı ve bunları en aza indirmelidirler. Gerektiği şartlarda kurum ya da işyeri hekimlerinden bu konularda danışmanlık alınmalıdır.

VIII. GÜNLÜK YAŞAMDA STRESLERLE BAŞA ÇIKMA

depres
Aslında bir parça stres günlük hayatta karşılaşılan zorluklarla başa çıkmada ihtiyaç duyulan enerji, uyanıklık ve gücü sağlar. Ancak uzun süreli, sürekli ve fazla miktarda stres yorgunluğa ve verimin düşmesine neden olur, bedensel ve ruhsal sağlığı tehlikeye sokar.

Uyku bozuklukları, mide rahatsızlıkları, baş ağrısı, bir konu ya da işe yoğunlaşmada zorluk, huzursuzluk, çarpıntı, omuz ve sırt ağrıları gibi yakınmalar günlük yaşamda başa çıkamadığımız stresler sonucu olabilir.
Stresle başa çıkmada ilk basamak, kişinin yaşamındaki strese yol açan etkenleri ve nedenlerini belirlemesidir. Bir sonraki aşama ise bunlardan hangilerinin ortadan kaldırılabileceği ya da hafifletilebileceği ve bunun için ne gibi önlemler alınabileceğini bulmasıdır.
zaman1
Günlük yaşamdaki streslerin pek çoğu -iyi iletişim kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Yakın ve geniş çevremizdeki bireylerle iletişim kurarken açık, anlaşır ve samimi bir dil kullanmak, konuşmak kadar karşımızdakileri anlamaya ve dinlemeye de hevesli olmak ilk kuraldır. Olaylara karşımızdakinin bakış açısından bakmak, kabul etmesek bile anlamaya çalışmak iletişim açısından çok önemlidir. Olaylara olumlu yaklaşmak, kendi gücümüzle orantılı hedefler koymak, sonucunu değiştiremiyeceğimiz şeylerle uğraşmak yerine birey olarak üzerimize düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışmak streslerle başa çıkmakta en etkin yoldur.

Zamanı iyi değerlendirmek, “yapılacak işler listesi” hazırlamak, zor işleri basamaklara ayırarak bölümler halinde halletmek, zamanlı planlama yapmak ve bunu yaparken gerçekçi olmak, gerektiğinde yardım ya da danışmanlık istemek ve bir sorun için tek bir çözüme bağlanıp kalmadan diğer seçenekleri de göz önünde bulundurmak stres azaltıcı davranışlardır.
Her çeşit bedensel çalışma, spor yapmak, hobiler için zaman ayırmak, stresten ve olumsuz etkilerinden uzaklaşarak güç kazanmak için yararlıdır. Bazen sadece bir arkadaş ya da yakınla konuşmak, onun tarafından anlaşıldığını görmek bile bireyin yükünü çok hafifletebilir.

IX. ZAMAN YÖNETİMİ

calarsaatZaman aslında herkes için sabittir, diğer bir deyişle herkes için günde 24, haftada 168 saat vardır. Ancak benzer koşullarda yaşayan ve çalışanların üretimleri bireysel yeteneklerden de kaynaklanan farklılıklar gösterir. Bu farkı yaratan etkenlerden biri de zamanın nasıl kullanıldığıdır. Zaman yönetimi, zamanı akılcı kullanarak daha verimli sonuçlar elde edilmesini sağlar. Günümüz koşullarında gündelik yaşamın gereklerini yerine getirmek zamana karşı gerçekleştirilen bir uğraş halini almıştır. Bu yüzden zamanı iyi değerlendirmeyi öğrenmek herkes için stresi azaltacak, yararlı bir beceridir.

saat2
Zaman yönetimi için yapılması gereken ilk şey zamanın nasıl geçirildiğini belirlemektir. Herkesin yaşamında sabit olan uyku, yemek yemek, kişisel temizlik ve bakım, ulaşım gibi zorunlu işler için harcanan zaman çıkarıldıktan sonra kalan süre için planlama yapılabilir. Plan yaparken dürüst ve gerçekçi olmalı, görevlerin yanı sıra sosyal aktiviteler ve egzersiz için de zaman ayırmalıdır. Uzun ve kısa vadeli hedef ve öncelikleri belirlemek, hedefler için eylem planı yapmak, bunları gerçekleştirmek için yapılacak işler listesi hazırlamak, mükemmelliyetçiliği bırakmak, öncelikleri belirleyebilmek, hayır diyebilmek, aynı zaman dilimine birkaç işi sıkıştırmak (örneğin işe ya da okula giderken veya bir şeyler beklerken kitap okumak, yemek hazırlarken ya da banyo yaparken önceden kaydedilmiş ders notlarını kasetten dinlemek gibi) bu konuda ana başlıklardır.

zaman
Televizyona veya alışverişe dalmak, telefonda sohbet etmek en önemli zaman çalıcılardandır. Habersiz gelen ziyaretçiler ve kazalar (bilgisayarınızın çökmesi ya da virüs bulaşması, elektriklerin kesilmesi, bitmiş ödevin üzerine çay dökülmesi, bir işi yapmak için gerekli malzemelerin tümüne sahip olunmadığının son anda fark edilmesi gibi) özellikle belli bir tarihte bitmiş olması gereken işlerin planlanmasında önceden hesaplanmazsa “zaman yönetimi felaketleri”ne dönüşebilir.
Bitmeyen sohbetleri kesmek, davetsiz misafirleri bertaraf etmek için kendinize uygun bir çözümü önceden hazır tutun. Süreli işlerinizi bitirmek için vakti hesaplarken son günleri, saatleri ve saniyeleri hesap dışı bırakın. Gerekiyorsa size zamanı hatırlatmak için çalar saat kullanın ve bir iş için ayırdığınız zamanda gerçekten o işi yapmakta olduğunuzdan emin olun.

X. SİGARA, ALKOL, MADDE KULLANIMI

1. Bağımlılık Nedir?
sigara2Bağımlılık kişinin kullandığı madde üstünde kontrolünü kaybetmesi ve onsuz bir yaşam sürememeye başlamasıdır. Bağımlılık bir kez geliştikten sonra, bir daha iyileşmez ve kişinin yaşamı boyunca onunla beraber gelir.

2. İradesiz Kişiler mi Bağımlı Olur?
Herkes bağımlı olabilir. Madde kullanımı kişinin biyolojik yapısında zamanla değişikliklere yol açar ve ara sıra da olsa kullanan kişinin bundan kaçınması mümkün değildir. Madde kullanımının irade ile bir ilişkisi yoktur. Zaten kişiler “Ben kontrol edebilirim” düşüncesiyle başlar, daha sonra bağımlı hale gelir. Onlar da “Benim iradem güçlüdür” gibi bir yanlış inançla yola çıkmışlardır. Kişi maddeyi kontrol altında tuttuğunu, hiç dozu aşmadığını iddia etse de aslında bedeninde farkında olmadığı bir süreç devam etmektedir. Bu yüzden bireysel özellikler ile madde kullanımı arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurmak yanlıştır.
3. Ne Kadar Alkol İçmek Risklidir?
Kullanılan alkol miktarını değerlendirmek için "standart içki" tanımını kullanıyoruz. Yarım duble rakı, cin, viski ya da bir kadeh şarap ya da bir bardak bira bir standart içkiye eşittir (şekle bakınız). " Bir standart içki" Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımladığı miktar olan 10-15 gram alkol içeren miktardaki içkidir. Alkolün yan etkilerinin ortaya çıkışı ve kandaki kabul edilebilir düzeyleri standart içki oranları baz alınarak hesaplanmaktadır. Yaşa, cinsiyete ve vücut ağırlığına göre haftalık ve günlük alkol tüketimi sınırları değişmektedir.

Bir Standart İçki
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler

4. Esrar, Bağımlılık Yapar mı?
Esrar hem bağımlılık yapıcı, hem de sigaraya oranla daha fazla kanser yapıcı madde içermektedir ve bireyin yaşam kalitesini düşürür. Esrar, bedende yağ dokusunda biriktiğinden hafıza kaybına, öğrenme ve solunum bozukluklarına neden olabilmektedir.
Esrar ile ilgili bilinmeyen gerçekler:
  • Esrarı kendileri için bir sorun olmasına rağmen kullanmaya devam edenler %97
    İş, okul ve diğer alanlarda kendileri için sorun yarattığını belirtenler %85
    Önemli etkinliklerini esrar için bırakanlar %66
    Bırakmak isteyen ancak bırakamayanlar %35
  • Çalışmaya alınan kişiler arasında bağımlılık oranı %70
5. Ecstasy Bağımlılık Yapar mı?
Ecstasy’de bağımlılık yapar. Kişi bir süre sonra bu madde olmadan yaşamdan keyif alamaz hale gelir. Ayrıca bilinmeyen bir nedenden dolayı ölüme de neden olmaktadır. Ülkemizde satılan ecstasy’lerin içinde farklı kimyasallar olduğu saptanmıştır
6. Uyuşturucular Bazı Ülkelerde Serbest mi?
Sadece Hollanda’da esrar kullanımı serbest bırakılmıştır. Ancak bunun nedeni esrarın zararsız olması değildir. Hollanda’da esrar kullanımı çok yaygın ve genellikle de diğer uyuşturucu maddelerle birlikte satılmaktaydı. Ülke politikası, bunun önüne geçmek ve kişilerin diğer uyuşturucu maddeleri kullanmalarını engellemek amacıyla böyle bir girişimde bulunmuştur.
7. Ara Sıra Kullanmak Zararlı mıdır?
İnsanlar genelde ara sıra kullanarak başlarlar. İlerleyen dönemlerde daha önceki yaşadıkları etkiyi elde etmek için her seferinde kullandıkları miktarı arttırmak durumunda kalırlar. Bu durum madde talebinin artması anlamına da gelir ki bu da bağımlılığa götüren yoldur. Aralıklı da olsa uzun süre kullanım mutlaka bireyin ruhsal ve kimyasal yapısında değişikliklere yol açar.
8. Herkes Uyuşturucu Kullanıyor ve Onlara Bir Şey Olmuyor! (mu?)

Gerçekte yetişkinlerin ve gençliğin büyük bir çoğunluğu madde kullanmamaktadır. Böyle bir söylemi dile getirmenin amacı genellikle kişinin kendisine yandaş arama çabasından kaynaklanmaktadır. Uyuşturucu kullanan bir kişinin, maddenin kendisine ve çevresine verdiği zararları görmesi zaman alabilir. Maddelerin verdiği zararlar arasında okul başarısında düşme, aile ilişkilerinde kopukluk, arkadaş çevresinin daralması, bedensel ve ruhsal değişiklikler, zamanla üretkenliğin azalması sayılabilir.
9. Arkadaşımın Uyuşturucu Kullanması Beni Etkiler mi?
Eğer kişinin madde alan bir arkadaşı varsa bir süre sonra bundan etkilenmesi olasılığı büyüktür. “Nerden bileceksin yaşadıklarımı, sen hiç kullanmadın ki!” gibilerinden bilinçli ya da bilinçsiz sözlerle yardım etme isteği içindeki kişiyi kullanmaya itebilir. Bu durumu bir girdaba benzetebiliriz.
10. Uyuşturucu Sadece Kullanan Kişiye mi Zarar Verir?
Uyuşturucu kullanımı tüm topluma zarar verir. Bulaşıcı bir şekilde yaygınlaşır. Kara para ve mafya uyuşturucudan beslenir. İnsanlar sömürülür

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:39
BuckLes - avatarı
BuckLes
Ziyaretçi
23 Ağustos 2006       Mesaj #232
BuckLes - avatarı
Ziyaretçi
MUTFAKTAKİ YANLIŞ İNANIŞLAR
MUTFAKTAKİ YANLIŞ İNANIŞLAR
Erciyes Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksek Okulu, konuya ilişkin açıklamasında, ev hanımlarının yemek pişirmede ve diğer yiyeceklerin hazırlanmasında yaygın olarak uyguladıkları birçok alışkanlığın, sağlık açısından yanlış olduğunu belirtti.
Sponsorlu Bağlantılar
Ev hanımları sebzeleri genelde doğradıktan sonra yıkarlar ancak, doğrandıktan sonra oksijen ile temas eden sebzelerde C vitamini kaybı olur.
Baklagillerin ıslatma suları dökülür. Halbuki baklagillerdeki B vitamini ıslatmada kullanılan suya geçer. Bu sular, dökülmemeli yemeğin pişirilmesinde kullanılmalıdır.
Makarna ve mantıların pişirme suları dökülmemeli, su miktarı iyi ayarlanıp suyunu çekerek pişmesi sağlanmalıdır. Aksi takdirde yine B vitamini kaybı olur.
Pirinç pilavı pişirilirken, pirinçlerin yağda iyice kavrulmasının iyi olacağı düşünülür ama, pirincin kavrulması protein kaybına neden olur.
Dondurulmuş olan etler, sıcak ortamlarda çözdürülmeye çalışılır. Oysa ki protein kaybının olmaması için dondurucudan çıkarılan etler buzdolabının alt kısmında çözülmelidir. Dondurulmuş gıdalar çözüldükten sonra tekrar dondurulduğu zaman vitamin değerini kaybeder ve gıdalarda zararlı mikroorganizmaların çoğalması kolaylaşır.
Alışkanlığını Değiştir, Sağlıklı Yaşa
kulaktan dolma bilgilerle edinilen bu alışkanlıkların değiştirilmesinin hem sağlık, hem de ekonomik açıdan büyük önem taşıdığını ,:
Salataların önceden hazırlanması da yanlış inanışlardandır. Salatalar, yemekten hemen önce hazırlanmalı, limonu ve tuzu yenme vaktine kadar katılmamalıdır.
Sütlü tatlı yapımında şekerin önceden konulması alışkanlığı yaygındır. Ancak, şeker en son katılmalıdır. Çünkü, sütle temasa geçen şeker, tepkimeye neden olur ve proteinin etkisini azaltır.
Yoğurdun suyunun dökülmesinin yoğurdun lezzetini artıracağı düşünülür ama, yoğurdun suyunun dökülmesi de, süzdürülmesi de insan sağlığı için son derece önemli olan 'riboflami' proteininin azalmasına neden olur.
Yemeklerde kullanılan yağların fazla yakılması kanserojen maddelerin artmasına yol açar.
Yumurtanın fazla haşlanması gerektiği inancı da yanlıştır. Yumurtanın fazla haşlanmasıyla sarısının etrafında oluşan yeşilimsi tabaka yumurtanın besin değerini düşürür. Ayrıca yumurtaların yıkanarak saklanması zararlı mikroorganizmaların yumurtanın kabuğundan içeri girmesini sağlar. Bu nedenle yumurtalar kullanılacağı zaman yıkanmalıdır.
Izgarada pişirilen etlerin ızgaraya yakın olmasının kolay pişirme sağlayacağı inancı da et üzerinde kanserojen madde oluşmasına neden olur.
Yiyecekler de genelde güneşte kurutulur. Yiyeceklerin besin değerini kaybetmemesi için gölgeli ve havadar ortamlarda kurutulmaları gerekir.
Yemeklerin uzun süreli pişirilmesi gerektiği inancı da yanlıştır. Yemekler, yüksek ısıda uzun süreli olarak değil, basınçlı tencerelerde kısık ateşte pişirilmelidir.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:39
Hi-LaL - avatarı
Hi-LaL
Ziyaretçi
23 Ağustos 2006       Mesaj #233
Hi-LaL - avatarı
Ziyaretçi


Aşırı terleme hastalık işareti olabilir...!


Terleme, vücut ısısının ayarlanması için gerekli olan fizyolojik bir mekanizma ancak aşırı terleme rahatsızlığa neden oluyor.

Hayatı olumsuz yönde etkileyen ve hiperhidroz adı verilen bu tür aşırı terlemeye toplumda yüzde 2-3 oranında görülüyor.

Alman Hastanesi Dermatoloji Uzmanlarından Dr. Belma Bayraktar, aşırı terlemenin çoğu zaman bir hastalığı da çağrıştırabildiğini anlattı:

"Vücudun kendini soğutmak için günde 4-5 defa terlemesi normal olarak kabul edilmektedir. Zira terleme, egzersiz esnasında, sıcak veya soğuk havalarda vücut sıcaklığını ayarlamak için gerekli fizyolojik bir mekanizmadır.

Terleme gerekenden çok fazla olursa, kişiyi huzursuz eden, can sıkıntısına neden olan, endişe veren, stres yaratan utandıran ve cildi tahriş eden bir tabloya yol açabilir.

Bu durum kişinin başka kişilerle ilişki kurmasını, iş ve kariyer seçimini, ruhsal sağlığını ve kişisel görüntüsünü, yaşam kalitesini çok olumsuz etkileyebilir.

Aşırı terleme ciddi bir sağlık sorunudur. Hastaların yüzde 30-35'inde aile hikayesi (genetik veya ırsi geçiş) görülmektedir. Vücudun her bölgesinde ter salgılanması sempatik sinir sistemi tarafından kontrol edilir ve dengelenir. Bu sistemin çalışmasının bozulması aşırı terlemeye yol açar."

Dr. Belma Bayraktar, terlemenin bölgesel ve yaygın olmak üzere iki grup olarak değerlendirildiğini açıkladı:

Bölgesel terleme: El, yüz, ayak ve koltuk altında aşırı terleme olarak görülür. Genellikle çocukluk ve ergenlik (10-20'li yaşlarda) döneminde başlar. Yaşam boyu aralıklı veya sürekli devam eder. Her cins, ırk ve yaş grubunda görülebilir. Sıcakta artış gösterir, bunun yanı sıra kış aylarında hafifler.

Sinirlenme, kaygı, stres ve heyecan terlemeyi artırır. Terleme olan bölgelerde bakteri tutunması kolaylaşır. Bu yüzden de koku olur.

Yaygın terleme: Vücudun tamamında veya büyük bölümünde ortaya çıkan aşırı
terlemedir. Genellikle bazı hastalıklarla birlikte görülür.

Sıkça rastlanan sebepleri:

Şişmanlık
İlaçlar(insülin, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar, hormonlar)
Alkolizm, madde kullanımı
Kalp ve akciğer hastalıkları
Nörolojik hastalıklar (Parkinson, omurilik yaralanmaları, inme)
Endokrin Bozukluklar (tiroid bezinin aşırı çalışması, diyabet, böbreküstü bezi hastalıkları)
Gebelik, menapoz
Enfeksiyon hastalıkları (tüberküloz, ateşli hastalıklar)
Şiddetli psikiyatrik hastalıklar
Ayrıca iki yaş altı çocuklarda D vitamini eksikliği sonucu görülen raşitizm
hastalığında da sıklıkla terleme artışı görülür.

Terlemeye karşı önlemler:

Beyaz, hafif, pamuklu giysiler giyilmesi
Temiz, havadar ortamlarda bulunulması
Kurutucu pudra ve solüsyonların kullanılması

Çeşitli tedavi yolları:

İyontoforez: Bu yöntem düşük elektrik akımı ile terleme tedavisini öngörüyor. El, ayak, koltukaltı için uygulanıyor. Hafif, orta vakalarda, haftada
yaklaşık 2 kez 1-3 ay boyunca uygulanıyor. Yöntem, terleyen bölgenin, içinden elektrik akımı geçen özel bir solüsyonda bekletilmesi mantığına dayanıyor.

Botox: Vücuda enjekte edilen Botolinum toksininin ter bezlerini çalıştıran sinirlerin faaliyetini azaltmasıyla tedavi gerçekleştirilmekte. 8-10 ay aralıklarla uygulanıyor.

Sempatektomi: Terleyen bölgelerin sinirlerinin genel anestezi altında cerrahi
olarak kesilmesi. Göğüs-kalp-damar cerrahları tarafından uygulanıyor. Maliyeti yüksek bir işlem olup, işlem sonrası cerrahi bakım gerekiyor. Komplikasyon riski bulunan yöntemin geri dönüşümü ise yok. Koltukaltı terlemesinde cerrahi yöntemlerle bölgesel ter bezlerinin çıkarılması da ayrı bir tedavi yöntemi.

Klipsleme: Sinir kesisi olmadan titanyumdan yapılan bir maddeyle sinirin
klipslenmesi. Geri dönüşümü mümkün. Vazgeçildiğinde klips çıkarılabilir. Bütün bunlara ek olarak stresli kişilerde psikoterapi de tavsiye ediliyor.

Harabe-Gönlüm - avatarı
Harabe-Gönlüm
Ziyaretçi
24 Ağustos 2006       Mesaj #234
Harabe-Gönlüm - avatarı
Ziyaretçi
Et Ürünlerine Dikkat
Etlerin gereğinden fazla pişirilmesi önemli besin değerlerinin kaybına sebep olur. Etin pişirilmesi sırasında nemini kaybetmemiş olması gerekir. Bunun için etin fırında pişmesine yakın üzerine ısıtılmış yağlı kağıt yada alüminyum folyo ile kapatırsanız nem oranını kontrol edebilirsiniz.

Eğer eti mangalda pişirecekseniz odun kömürü iyice yanmalı ve köz haline gelmeli. Daha sonra kömürün üzerine ince tabaka halinde kül örtünüz. Izgara demirini iyice yağlayınız.
Etleri kömürün harereti biraz geçtikten sonra ızgaraya koyunuz. Sık sık çevirerek etin suyunun içinde kalmasını sağlayınız.

Etleri dondururken mutlaka ufak miktar halinde ve kesinlikle hava almayacak şekilde sarıp dondurunuz. Donmuş bir eti çözüp tekrar dondurmayınız. Eğer dondurucunuz kuvvetli değil ise dondurma yöntemine başvurmayınız. Çünkü etin yavaş donması, etin çözülme esnasında besin değerlerinin kaybolmasına sebebiyet verir. Kırmızı etlerin derin dondurucudaki ömrü daha uzundur. Fakat balık ve tavuk etlerinin ömrü daha kısadır. Dondurulmuş ürünü varsa mikrodalga fırında, yok ise ocak veya normal fırında çözünüz ve kısa zamanda pişiriniz.

Et satın alınırken etin kararmamış, dokusunun gevşememiş olmasına dikkat edin. Yağı sararmış olan et hayvanın yaşlı olduğunu gösterir ve daha uzun pişme süresi ister. En önemlisi damgalı, ambalajlı ve güvenilir satıcıdan aldığınıza emin olun.

Balık alırken; parmakla bastığınızda iz kalmıyor, kaslar hemen düzeliyorsa, gözleri parlak ve lekesiz, solungaç kısımları kırmızı ise, balık tazedir. Bayat balık ayrıca, kokusuyla kendini ele verir.
Tavuğun kalitesi gögüs etini dolgun ve sıkı olmasından anlaşılır. Tavuk tazeyse göğüs kemiğinin ucu esnek olur. Tavuğun derisinde oluşan mavi lekeler bozulma işaretidir.

Yiyeceklerdeki Protein ve Vitamin
Protein bakımından en zengin besinlerden biri yumurtadır. Yumurta ayrıca iyi bir demir kaynağıdır. Yumurtanın taze olup olmadığını anlamak için, su dolu bir kabın içine koyun. Eğer dipte kalıyorsa tazedir.
Yumurta haşladınız; sarsının yüzeyi gri-yeşil bir renk aldı. Bu durum, yumurtanın demirinin kullanılmaz hale geldiğini gösterir. Bunu yumurtanın haşlama süresini kısaltarak önleyebilirsiniz.
Yumurtanın çayla birlikte tüketilmesi de demirin vücutta kullanılmasını engeller. Yumurtanın demirinden tam olarak faydalanmak istiyorsanız, C vitamini bakımından zengin gıdalarla birlikte tüketin. (portakal suyu gibi)

Kurubaklagillerin protein değeri yüksektir. Eti az yediğiniz dönemlerde, kurubaklagilleri tahıllarla tüketmeniz, vücudunuzun protein ihtiyacının karşılanmasına büyük katkı sağlar. Kurubaklagiller kolay pişmeleri için önceden haşlanır ve haşlama suyu dökülür. Bu işlem kurubaklagillerdeki B vitaminlerinin suyla beraber atılması demektir. Oysa bakliyatın bir gece önceden ıslatılması da pişirme süresini kısaltır ve haşlama gibi vitamin kaybına neden olmaz

Mutfağınızda su ürünlerinden sık sık yararlanmanız, daha sağlıklı beslenmenizi sağlar. Çünkü su ürünleri, protein A,K ve B vitaminleriyle, iyot, fosfor, çinko gibi mineraller açısından oldukça zengindir.

Süt Ürünlerinin sırları
Temel gıdalarımızdan biri de süttür. Süt; kalsiyum, fosfor, demir gibi mineraller,
protein ve B2 vitamini açısından zengin bir gıdadır. Ancak süt, uzun süre güneş ışığına
maruz kalırsa, içindeki B2 vitamini kullanılmaz hale gelir. İşte bu yüzden süt satın
alırken, serin ve ışık almayan bir yerde muhafaza edilip edilmediğine dikkat edilmelidir.

Süt, mikroorganizmaların üremesi açısından elverişli bir ortamdır. Bu nedenle,
pastörize edilmeden satılan sütlerin kaynatılması gerekir. Ancak kaynama süresi 5
dakikayı geçmemelidir, aksi halde protein kaybı olur.
Yoğurdun suyu birkaç gün içinde kendiliğinden ayrılır. Başta B2 olmak üzere içindeki
vitaminler suyuna geçtiğinden, yerken yoğurdu mutlaka suyuyla karıştırmalısınız.

Sebzeleri Tüketirken
Salatanın limonunu yemeden hemen önce koymak gerekir. Çünkü bekletildiği taktirde,
limonun içindeki asitler, sebzelerin içindeki vitaminleri kullanılmaz hale getirir.
Sebzelerin besin değeri, pişirme süresine göre az veya çok kayba uğrar. Kaybı en aza indirmek için sebzeleri olabildiğince az suda ve kısa süreli pişirin. Tuzu en sonunda
ilave ediniz. Suyunu çorba için kullanabilirsiniz.

Sağlıklı bir beslenmede günlük enerji ihtiyacının %30'unun yağlardan karşılanması gerekir. Bu oranın da kendi içinde %10 doymuş, %10 tekli doymuş, %10 çoklu doymuş yağlar şeklinde bir dağılıma sahip olması önerilmektedir.

Kurutulmuş meyveler, demir bakımından zengindir. Kansızlıga karşı kurutulmuş meyvelerden yararlanabilirsiniz.

Patatesin ışık almayan bir ortamda saklanması, daha uzun süre dayanmasını sağlar. Patates alırken zedelenmemiş olmasına dikkat edin. Üzerinde yeşillik ve morluk bulunan patatesler toksin içerdiğinden alınmamalıdır.

A,E ve D vitaminleri, yağda eriyen yani yağla birlikte alınmadığında vücuda yararlı olabilen vitaminlerdir. Bu nedenle rejim yapıyor olsanız bile, bu vitaminleri içeren besinleri yağlı tüketmelisiniz. Yani salatanın üzerine bir tatlı kaşığı kadar yağ mutlaka koymalısınız.

Sebzelerin hazırlama süresinde vitamin ve mineral kaybına uğramamaları için, kesildikten sonra, zaman kaybedilmeden pişirilmesi gerekir. Bunun için önceden hazırlayıp bekletmekten kaçının.
Harabe-Gönlüm - avatarı
Harabe-Gönlüm
Ziyaretçi
24 Ağustos 2006       Mesaj #235
Harabe-Gönlüm - avatarı
Ziyaretçi
Sorularla herpers (uçuk hastalığı)
Herpes Simpleks ya da Uçuk hastalığı, Herpes Simpleks Virus denilen virüsün neden olduğu cilt ve mukozalarda gözlenen içi su dolu keselerden ibaret bulaşıcı bir hastalıktır. Herpes Simpleks virüsünün 8 tipi olup, klinik olarak en sık 3 tipine rastlanır.

Güncelleme: 16:42 TSİ 10 Nisan 2006 Pazartesi

İSTANBUL - Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Başkanı Op.Dr.N.Cihangir Yılanlıoğlu, Herpers Simpleks (Uçuk Hastalığı) hakkında bilgi verdi.

En sık görülen üç tip hakkında bilgi verir misiz?
HSV 1 daha çok ağız, burun ve çevresinde izlenirken, HSV 2 genital bölgede yerleşmektedir. HSV 3 ise Zona denilen rahatsızlığa yol açan, sinirlerde yerleşen tipidir. Bu tip diğerlerinden farklı olarak içi su dolu keseler şeklinde değil, kızarıklık ve iğne batması şeklinde hissedilen diğerlerinden daha keskin ağrılar yapan bir tipidir. Kuşak şeklinde belirli bir alanı tutar ve öncelikle ağrılar başlar. Daha sonra ağrı duyulan alanlarda nokta nokta kızarıklıklar başlayarak sınırlı ve belirli bir alanı kaplayan döküntü oluşur. Virüsün tuttuğu bölgeye uyan cilt bölgesinde yerleşir. Bir süre devam ettikten sonra öncelikle ağrılar, ardından döküntü iz bırakmadan iyileşir.

Herpes Simpleks’in türleri organlara nasıl etki eder?
HSV 1 ise yüz, dudaklar, burun ve ağız içinde içi su dolu kabarcıklar oluşturur. Bu kabarcıklar çok kısa süre içerisinde açılıp üzerleri ülserleşir ve yakınlarındaki diğer küçük ülserlerle birleşme eğilimi gösterirler. Ardından üzeri sulanan bu yaralar kabuklaşır. Kabuklar sarı beyaz renktedir. Daha sonra kabuklar kendiliğinden yumuşayarak düşerler. İlk başta yerlerinde kahverengi bir leke bırakır . Daha sonra kahverengi bir ize dönüşür.
HSV 2 ise genital bölgeyi tutar. Kasıklar, kadında vajina dış dudakları, iç kısmı, anüs ile vajina arasındaki bölgeyi, rahim ağzını, erkekte penisin özellikle gövdeye yakın kısmını, nadiren penis başı ve testisleri, kalçaları tutabilir.

Nasıl bulaşır?
Herpes virüsü temasla bulaşır. Öpüşme, cinsel ilişki, aynı havluyu kullanma gibi virüsü taşıyan birey ile temas doğrultusunda virüsler alınır. Virüsler deri ve/ veya mukozalardaki çatlaklardan vücuda girerler. Sinir hücrelerini tutarak bu sinirlerin lifleri boyunca ilerlerler. Liflerin ganglion denilen ana merkezlerine yerleşirler. Ardından o bölgeye ait cilt ya da mukoza bölgesinde lezyonlarını oluşturmaya başlarlar. Virüsler yerleştikleri yerde ölmezler. Yapılan tedaviler de virüslerin yok edilmesini değil hastalık oluşturmalarını önlemek ya da en azından azaltmak amacıyla yapılabilmektedir.

Özellikle genital bölge uçukları için nelere dikkat edilmelidir?
Genelde Herpes Simpleks virüs bulaştığında her iki tipi de alınabilmektedir. Ayrıca özellikle HSV 2 denilen genital bölge uçuklarında cinsel temas ile virüs alındığı unutulmamalı ve yine cinsel temasla bulaşabilecek başka hastalıklar da akla getirilmelidir. Zira, HSV 2 virüsü kadar kolay bulaşabilen ve tehlikeli seyreden başka bir takım virüs hastalıkları da aynı kişiden alınmış olabilir ( Sarılık , AIDS, Frengi gibi…). Bu nedenle HSV 2 görülen bireylerde diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da testler ile taranması doğru olacaktır.

Herpes İnfeksiyonu yaygın mıdır?
Herpes Simpleks infeksiyonunun bireylerde saptanarak çok doğru bir yaygınlık rdml taraması yapmak zordur. Bu zorluğun en önde gelen nedenlerinden bir tanesi infeksiyonun hastalık alındıktan sonra belirti ortaya çıkarmadan kalarak taşıyıcılık oluşturmasıdır. Hastalığa sahip bireylerin yarısından fazlası ( ~% 65’i) hastalığa sahip olduklarını bilmezler. Ayrıca HSV 2 ile temas etmiş bireylerde hastalık oluşsa bile korku ve utanç gibi nedenlerle hastalıklarını saklamaları gibi bir durum da söz konusudur. Bu nedenle hastalık hakkında başvuru aslında virüsü taşıyan birey sayısından çok daha azdır. HSV infeksiyonu toplumlar arasında da farklı oranlarda görülmektedir. ABD’de % 20’lerde olan bu oran, İsveç’te % 35’lerde, Brezilya’da % 40’lardadır. Ülkemizde ise ne yazık ki bilimsel bir istatistik bulunmamaktadır. Ancak tahmin edilen oran % 30’lardadır. Sosyokültürel seviyesi düşük toplumlarda daha sık izlenmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi düşük populasyon da hedef noktasıdır.

HSV-2 enfeksiyonuna yakalanmada risk faktörleri
* Cinsel partner sayısının artması
* Yaşın ilerlemesi
* Düşük gelir
* Eğitim seviyesinin düşük olması
* Siyahi ya da Hispanik etnik kökenli olma
* Kadın olma
* Erkek eşcinsel faaliyet
* HIV enfeksiyonu

Hastalık nasıl oluşmakta ve seyretmektedir?
Virüs alındıktan kısa bir süre sonra ( 2- 12 gün kadar zaman aralığında) içi su dolu keseler ve kaşıntılı lezyonlar oluşmaya başlar. Hastanın bağışıklık durumunun kuvvetine göre bir miktar yayılır. Virüsle temas eden bireylerin yarısından fazlasında ise herhangi bir şikayet olmamaktadır. Hasta hastalık nedeni olan virüsü vücuduna almış, sinir sistemine yerleşmiş vaziyettedir. Cinsel ilişkiye girdiği bireylere virüs bulaştırmaktadır. Bağışıklık sistemi baskılandığı herhangi bir durumda ise hastalık belirtileri ortaya çıkacaktır. Bazen bu süreci hasta hiç yaşamaz. Ancak virüsü taşıyıcılığı devam etmektedir.Bazen de yılda en az dört ayrı atak yaşarlar.

Hastalık hangi durumlarda kendini gösterir?
Yeterli beslenememe durumunda, aşırı A vitamini alındığında, aşırı alkol tüketiminde, yoğun stres dönemlerinde, grip vs. gibi bağışıklık sistemini yoran bazı hastalıklarda, adet dönemlerinde, sık cinsel ilişkiye girildiği dönemlerde, kişisel hijyen bozukluğunda hastalık tekrarlamaya başlar. Belirtiler en şiddetli ilk infeksiyonu aldığında görülse de bağışıklık sistemi burada ana rol oynadığından herhangi bir nüksde de şiddetlenebilir. Hastalık belirtileri 20 gün kadar sürebilmekte ve kadınlarda bu dönemde rahim ağzında olabilen yaralar yüzünden akıntı, ağrılı cinsel ilişki gibi şikayetler belirebilmektedir.

Gebelikte hastalıkla temas edilmesi veya hastalığın bu dönemde nüksetmesi gibi durumlarda ne yapılabilir?
Hastalık gebeliğin ilk üç ayında geçirilirse fetus üzerinde çok ciddi hasar oluşturması iddia edilmiş olsa da bu konu da bilimsel veriler bulunmamaktadır. Ayrıca bu hasarların ultrason ile tespiti de mümkün olmayabilir. Bu nedenle tüm gebeler gebeliğin ilk döneminde bu infeksiyonun geçirilip geçirilmediği yönünde taranmalıdır. Virüsün yeni alındığı aktif infeksiyonun geçirildiği vakalarda gebeliğin sonlandırılması düşünülebilir. Hastalığı daha önce almış ve bağışıklanmış bireylerde fetus açısından bir tehlike bulunmamaktadır. Bu gebelerin gebelikleri sırasında hastalığın nüksünü yaşamaları durumunda herhangi bir tedavi uygulanmamakta sadece destek yaklaşımları benimsenmektedir. Doğuma yakın genital uçuk geçiren gebelerde ise eğer lezyonlar mevcutken doğum başlarsa bu gebelerde bebeğin temas ederek virüsü almalarını engellemek için sezaryen tercih edilmelidir. Ayrıca bebeğin doğum sonrasında da bu virüsle temasını en aza indirmek için çok dikkat edilmelidir.

TANI:
Şikayetten
Klinik bulgular ( sulu , hemen kabuklanan kaşıntı veya yangılı içi su dolu kesecikler ..)
Laboratuvar bulguları ile tanı koyulabilir.
Laboratuvar testleri arasında yaradan sürüntü ile yapılacak kültür çalışmaları vardır.
Sitolojik tanıda HSV Tip1 ve Tip2’ye karşı oluşmuş antikorların varlığı ve PCR ayırıcı tanıda frengi, fix ilaç allerjileri, travma, temas alerjileri düşünülmelidir.

Herpes virüsün tedavisi mümkün müdür, neler yapılabilir?
Herpes Virüsünün tam bir tedavisi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle öncelikle virüsü kapmamaya özen göstermek gerekmektedir. Yabancılar ile temastan kaçınmak, cinsel ilişkide *********** kullanmak, ortak havlu vs. kullanımından uzak durmak gerekmektedir. Virüsü aldığımızı düşündüğümüz bireyi mutlaka bu durum hakkında bilgilendirmeli, kendisinin hastalık ihtimali hakkında dikkatini çekmeliyiz. Hastalığı kapma halinde veya nüksü önlemek için de bağışıklık sistemini güçlendirmeli, aşırı alkol, aşırı yorgunluk, beslenme bozukluğu, stres gibi durumlardan uzak kalmaya özen göstermeliyiz. Hastalık lezyonlarının en büyük sıkıntılarından biri de kolayca bakteri ile tekrar infekte olabilerek daha derin, daha geniş ve daha çok iz bırakan ülsreler haline gelebilmeleridir. Bu nedenle el ile temastan olabildiğince uzak durmalı, aktif lezyonların olduğu dönemde kağıt havluları tercih etmeli ve temastan kaçınmalıyız. Bakteri varlığında doktor kontrolünde antibiyotikleri kullanmalıyız.

Genital bölgede yer alan bütün yaralar önemlidir. Burada en korkutucu olanı, başka hastalıkların herpes zannedilerek atlanması ihtimalidir. Bu nedenle her genital bölgede izlenen yara da mutlaka doktor muayenesi gerekmektedir. Ayrıca bir diğer önemli husus da, herpes infeksiyonu varlığında olası diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkların da alınmış olma ihtimalidir.

kilo vermek ama profesyonelce
Arkadaşlar bu oldukça önemli bir konu kimseden alıntı yapmam Aklımı ve aldığım eğiti çok sü düzey beyin fırtınası ile karıştırarak çıkarırım çözümleri.

Şimdi herşeyden önce bu iş dr ve diyetisyenlerin ya da aerobik hocalarının işi değil .Bu iş herşeyden önce kişinin kendi sorunu ve çözümü kendi yakalamalı diyerek profesyonel destek olarak ciddi bir bilim adamının işi diyorum.Formasyonu başta eczacılık veya tıp olmalı.Nedenini isteyene açıklarım ama bu başlık yeri değil...

Gelelim kilo vermeye kilo vermek benim gözümde 2 ye ayrılır .

1) bölgesel kilo vermek 2) total kilo vermek

Bir kere probleminizi iyi teşhis edin .Probleminiz ya 1 ya 2 yada her ikisi olabilir

peki ne yapacaz diyet mi ? Hayır tek başına diyet oldukça tehlikeli diyorum ve bu konuda çok ciddiyim Ha bi de diyetin fydasına gelince de büyük oranda sahip olduğunuz kiloyu stabil kılar yani aynı kiloda kalısınız Nedeni biyokimyasal Siz protein de alsanız vücüd onu yağa veya şekere çevirecek kadar ileri bir organizma ,Üzgünüm ama gerçek bu ...

Peki ne yapıcaz diyosunuz hepiniz ? İşte cevap olay yağların yani depo enerjinn kulanılması ve depolama sistemin önlenmesi

Bi kere hareketsiz kalmayın Ve ne yiyorsanız hareket ettiğiniz zaman diliminde yiyin

Yağ metabolizmasında kolesterol ve sterol biyosentesizini önleyen kimyasal yardım alın ve bu kimyasal yardımı alırken ayda bir kez karaciğer fonksiyon testi yaptırın

Bol bol su için demiyicem Hatta bu negatif bile olur az için de demiyicem Günde 1,5 lit nin üstüne çıkmayın altına inmeyin Ya da söle söyleyim aralık vereyim 1,4-1,7 lt aralığı su için .

Bitkisel çay falan diyolar ya bunlar biraz saçmalık ve rant alanı

Bu bitkisel çay kullanımı hususnda bilimsel çalışan eczacılardan ve dr lardan yardım alın ancak bilin ki bu landa tek yetkili ağız eczacılardır Dr lar bu işin eğitimin almıyo ha alan eczacı biliyo mu işe hakim mi O da hayır işi bilen eczacı ile çalışın

Ha bi de bilinçli olun kimsenn her dediğine inanmayın ! Ya ii bir referans eczacı ile yada bu işe zaman ayırarak " ya bu adam doğrusöylüyo mu diye inceleyin araştırın bilimsel düşünün "
Bilim sanıldığı gibi aşırı kompleks bi şey değil ama laylay lom olanlar bunu böle sanıyo

Lokal kilo kaybı için lokal uygulamalı kremler merhemler kulanılmalı ayrıca bol greyfurt suyu içerseniz hiç fena olmaz Hatta bu greyfurt suyunun posasını da lokal bölgelere uygulayabilirsiniz 30 daka boyunca Ve en önemli kısım lokal kaybı azaltacak hareketler yapın göbeği kastırın Kalçayı kastırın falan ...

Eve bir mekik tahtası larak ömrünüz buyu ideal gözükebilceğiniz unutmayın

Burun.......kariştirmak...!!
Toplumda hoş karşılanmadığı için engellenen "hap yapma", bilim adamları tarafından yararlı bir eylem olarak açıklandı. Hatta, burundan çıkarılan atıkların israf edilmemesi ve yenmesi gerekiyor! Avusturya'daki Innsbruck Üniversitesi akciğer hastalıkları uzmanı Doktor Friedrich Bischinger, toplumda ayıplanan burun karıştırma sırasında bu organdan çıkarılanların vücuttaki mikroplara karşı koyan etkili bir ilaç olduğunu söyledi.


Çocukları engellemeyin
Özellikle çocukların burunlarını karıştırmalarına engel olunmaması gerektiğini söyleyen Bischinger, "Burun karıştırmak otomatik bir reflekstir. Tıbben de çok yararlıdır. Hatta içinden çıkanlar da vücuttaki mikroplara karşı koyan etkili bir ilaçtır, yenmesinde sanıldığı gibi zarar değil yarar vardır" diye konuştu.


Mendilden daha etkili
Burnun parmakla karıştırılmasının "mekanik bir temizlik" olduğunu belirten Doktor Bischinger, parmakla yapılan temizliğin mendille yapılandan daha etkili olduğunu söyledi............

Mr.Berlusconi


Kilo Nasil AlinirMsn Happy
Nasıl Kilo Alırım?
Normalden kilolu olmak ne kadar büyük bir sağlık sorunuysa, normalden zayıf olmak da en az o kadar büyük bir sağlık sorunudur ve zayıf olup da kilo almaya çalışan insanların sayısı en az şişman olup da zayıflamaya çalışanlar kadardır.
Şişmanlığın olduğu gibi zayıflığın da büyük bir bölümü genetik yapıdan kaynaklanıyor. Doğumdan ergenlik döneminin sonuna kadar olan beslenme programları çocukların daha sonraki hayatlarında vücut yapılarının oluşumunda etkin rol oynuyor.
Vücudun, normal ağırlığının 10-15 kilo altında olamasına zayıflık, 15- 20 kilonun altında olmasına ciddi zayıflık deniyor. Örneğin 1.60 cm. boyundaki bir kişinin ideal kilosu 54 kg.dır. Bu boydaki kişi 46- 48 kilo arasında bir kiloya sahipse zayıf, 43- 46 kilo arasında hafif zayıf, 42 kilonun altındaysa ciddi zayıf olarak değerlendiriliyor.
Peki zayıflık neden kaynaklanıyor ve kilo almak için neler yapmanız gerekiyor. İşte sorularınızın cevabı:

Zayıflığın nedenleri nelerdir?
·Aşırı zayıf olan, kilo alamayan ya da ani olarak kilo kaybeden kişiler mutlaka bir doktor kontrolünden geçmeli ve altta yatan başka bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır.
·Ateşli hastalıklardan sonra, kanser gibi hastalıklarda, verem gibi kronik hastalıklarda, barsakları tutan tüm rahatsızlıklarda, tiroid hormonlarının fazla çalışması gibi durumlarda kilo alımı azalır, hızlı kilo verilebilir.
·Vejeteryanlar hayvansal kaynaklı ürünleri yemediklerinden dengesiz bir beslenme alışkanlıkları da varsa zayıf olabilirler.
·Ayrıca anorexia nervosa ve bulumia gibi yeme bozukluğuyla giden psikiyatrik hastalıklarda da aşırı zayıflık görülür. Bu kişiler genellikle şişmanlıktan aşırı korkan, genç kadınlardır. Anorexia nervosada kişi kalori alımını azaltır. Bulumiada ise genellikle aşırı yemek yedikten sonra kusma ya da laksatif kullanımı vardır.
·Ülkemizde ise zayıflığın en önde gelen nedenleri barsak parazitleri ile dengesiz ya da yetersiz beslenmedir.
Zayıf kişilerin sık karşılaştığı problemler nelerdir?
·Zayıflık çocuklarda görülüyorsa gelişim olumsuz yönde etkilenebilir eğer yetişkinlikte görülüyorsa iş verimi düşer.
·Zayıf kişiler genelde kendilerine uygun kıyafet bulmakta zorlanırlar.
·Zayıflık ciltte çabuk kırışmaya ve sarkmaya neden olabilir. Özellikle E ve C vitamini az alınıyorsa bu durum hızlanabilir.
·Zayıf kişiler çabuk yorulmaya eğilimlidir.
·Çoğunluğunda anemi (kansızlık) olabilir. Göz kararmaları, oturup kalkarken baş dönmesi sıktır.
·Metabolizmanın hızlı çalışmasına ve dengesiz beslenmesine bağlı olarak adet kanamalarında düzensizlik oluşuyor.
·Bu kişiler alkol ve sigarada kullanıyorsa kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskleri fazla olur.
·Metabolizmanın hızlı çalışmasına bağlı olarak ishal görülebilir.
·Yeterli vitamin ve mineraller alınmadığından kişilerde sinirlilik, yorgunluk hali görülebilir. Nabız atışlarında düzensizlik, bağışıklık (direnç) sisteminde zayıflama ve buna bağlı gribal enfeksiyonlara ya da başka hastalıklara karşı yatkınlık görülür.

Nasıl kilo alınır?
·Öncelikle zayıflığın nedenini anlamak gerekiyor. Eğer zayıflığın altında yatan neden hormonlarsa, hormon tedavisi olmak yeterli olur. Parazit gibi asalaklardan dolayı ise ağızdan alınan ilaçlarla tedavi yapılır. Parazit ya da kurt gibi asalak canlılar ortadan kaldırıldığında kendiliğinden kilo alınabilir. Ancak eğer beslenmeden kaynaklanıyorsa beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi gerekir.
·Kişinin günlük enerjisi saptandıktan sonra + 1000 kalorilik enerji eklenerek bir tedavi uygulanılır. Bu yüzden ilk önce beslenme alışkanlığı saptanır.
·Öğünler artırılır ve üç ara üç ana öğün olarak düzenlenir. Ara öğünlerin içeriği besin değeri yüksek yiyeceklerden oluşmalıdır.
·Öğün içerisindeki karbonhidrat, protein ve yağ oranları kişinin kas kitlesine uygun olarak belirlenmelidir. Enerji daha çok karbonhidratların çoğaltılmasıyla sağlanmalıdır. Yağlarda yapılan artış bulantıya ya da ishale sebep olabilir. Diyet proteini 1,5 gr\kg şeklinde ayarlanmalıdır. Proteini daha yüksek vermek mümkün olmakla beraber bazı amino asitlerin serotonini arttırmalarıyla iştahsızlık oluşur. Bu yüzden proteini daha fazla arttırmak olumsuz etki yapar.
·Diyetin vitamin ve mineral içeriği zengin olmalıdır. Özellikle B grubu vitaminler yoğun verilmelidir. Bu gruptaki vitaminler iştah artışı sağlarlar.
·Diyetin en önemli özelliklerinden biriside hacim yönünden az besin kalitesi yönünden zengin besinlerden oluşturulmasıdır.
·Sabahları iyi bir kahvaltı yapılmalı, kesinlikle atlanmamalıdır.
·Sabah kahvaltıda pekmez, bal gibi besin maddelerinin yanında kuruyemiş (ceviz, fındık) ve karbonhidratlar da (ekmek, börek, vs.) önemli ölçüde alınmalıdır.
·Günlük sıvı ihtiyacınızı karşılamanız için minimum 2 litre su içilmelidir.
·Meşrubat yerine tam yağlı olarak adlandırılan sütleri tercih edilmelidir.
·Öğün aralarında fıstık, ceviz, üzüm ve çikolata yenebilir.
·Akşam yemeklerinde alınacak yemek miktarının çok olmamasına dikkat edilmelidir, aksi halde vücudunuzda yağ birikmeleri görülebilir. Kilo alma çalışmalarında önemli olanın yağ almak değil kas kitlesini artırmak olduğu unutulmamalıdır.
·Egzersizlerin hem kardiovasküler çalışmalar (koşu, bisiklet vs.) hem de ağırlık çalışmalarıyla kombine olarak yapılması sağlanmalıdır. Uygulanacak egzersiz ve beslenme programı için bir uzmana başvurmalısınız.

Derinin Yüzeyel Mantar Hastalıkları
Uzm Dr. Semih Tatlıcan
SSK Ankara Eğitim Hastanesi
Yüzeyel mantar hastalıkları dermatoloji polikliniklerinde ve 1. Basamak sağlık kuruluşlarında en sık karşılaşılan dermatolojik rahatsızlıklar arasındadır. Bu nedenle tanı ve tedavisi hem toplum sağlığı açısından hem de sağlık ekonomisi açısından önem arz etmektedir.

Hastalıkları tek tek incelemeye geçmeden kişisel hijyen kurallarına (terlik, ayakkabı, tarak gibi ürünlerin kişisel kullanımına dikkat edilmesi; cami, kışla, yatılı okul, yüzme havuzu, spor salonu gibi ortak yaşam alanlarında başkalarının eşyalarının kullanılmaması; parmak araları, kasık gibi bölgelerin kuru ve temiz tutulması) dikkat edilmesi mantar hastalıklarının oluşmaması için son derece gereklidir.

Ayrıca diabet gibi bazı hastalıklarda kandidial infeksiyonlar daha fazla görülebilmektedir. Atopi, topik ve sistemik steroid kullananlarda, ihtiyozis, kollojen vasküler hastalıkları olanlarda yüzeyel mantar infeksiyonları daha sık görülmektedir.

Mantar Hastalıkları:

1. Tinea pedis: Ayaklarda görülen mantar infeksiyonudur. 3 ana klinik görünümü vardır.

a. Interdigital tip: En sık görülen tiptir. Parmak aralarında çatlaklar, kızarıklıklar, kaşıntı bazen de akıntı ile karakterizedir. Bu tipin biraz daha dermise doğru ilerlemesi ile ülseratif tip oluşabilir. Ayrıca parmak aralarına mantar hastalığının üzerinde bakteriyel infeksiyon oluşması İnfekte Tinea pedis adı verilen oldukça ağır bir klinik tabloya neden olur.

b. Kronik hiperkeratotik veya kuru tip: Hafif eritemli (kızarık) bir zemin üzerinde özellikle ayağın dış yan yüzeyinde ve topuklarda ince beyaz çizgilenmelerle karakterizedir.

c. Veziküler tip: İçi sıvı dolu küçük kabarcıklar ile karakterizedir. Bazen bu lezyonlar ilerleyip daha büyük büllere neden olur, bu büllerin patlamasıyla da erozyonlar ortaya çıkar.

2. Tinea manum: Avuç içlerinin kronik mantar infeksiyonudur, genellikle tek elde (daha çok kullanılan elde) ve tinea pedis ile birlikte görülür. Bu durum Celal Muhtar hastalığı olarak ta bilinir. Dishidrotik tip olarak adlandırılan ve nadir görülen küçük papül ve veziküllerle karakterize bir tipi de vardır. Sıklıkla iyi sınırlı, hiperkeratotik, palmar çizgilerde daha belirgin beyaz pullanmalarla karakterize hiperkeratotik tip olarak görülür.


3. Tinea Cruris: Kasıkların subakut yada kronik mantar infeksiyonudur. Genellikle kasıkların her iki tarafında kenarları hafif kabarık olabilen, koyu kırmızı, kahverengi renkte üzeri kabuklu olabilen geniş ise ortadan iyileşme gösterebilen oldukça kaşıntılı bir klinik görünüm arz eder.

4. Tinea Corporis: Gövde, kol ve bacakların yüzeyel mantar infeksiyonudur. Tek yada çok sayıda, küçükten-büyüğe ortadan iyileşme gösterebilen, kenarları hafif kabarık, dışa doğru ilerleyen kırmızı-kahverengi üzeri pullanmış alanlarla karakterizedir.

5. Tinea Facialis: Yüzde görülen iyi sınırlı yama tarzı yada plak tarzı kızarık ve pullu bir lezyondur. Genellikle asimetriktir.

6. Tinea Capitis: Saçlı derinin çocuklarda görülen mantar infeksiyonudur.


a. Tinea capitis süperfisiyalis: Genellikle yuvarlak, üzeri beyaz pullarla kaplı, hiperkeratotik, saçların kırılması ve dökülmesine bağlı açık bir alanla karakterizedir.
b. Kerion: Üzerinde çok sayıda püstül olabilen, saç kaybı ile karakterize, büyük, oldukça ağrılı inflamatuar bir tümör varlığıyla karakterizedir. İyileşme skatris bırakarak olur. Saç kaybı olur.
c. Favus: Sarı, kalın, yapışık krutlar (Skutula) ile karakterize, uzun süreli, yaygın saç kaybına yol açan, saçlı deride atrofiye
yol açan tipidir.
7. Tinea Barbave: Bıyık ve sakal bölgesinin papül, püstül, nodüllerle karakterize mantar infeksiyonudur.

8. Onikomikoz (Tinea unguium): El ve ayak tırnaklarının genellikle kronik mantar infeksiyonudur.

a. Distal- lateral subungual onikomikoz:
b. Yüzeyel beyaz onikomikoz
c. Proximal subungual onikomikoz
Total distrofik onikomikoz

tipleri mevcuttur. İnfeksiyonun yerleşim yerine ve oluşturduğu beyazlık, hiperkeratotik, şekil bozukluğuna yol açabilen özelliklerine göre isimlendirilir

Mantar infeksiyonlarının tedavisi için burada sayılan özelliklerde şikayetleri olan kişilerin en yakın sağlık kuruluşuna başvurmaları uygun olur

göz sağlığı..
Hazırlayan: Op.Dr. M. Sinan Sarıcaoğlu
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Güneş kaynaklı ve İnsan için(özellikle cilt ve göz) zararlı ışınlar, UV(Ultraviole), daha küçük dalga boyundaki ışınlar ve IR(lnfra red) denilen daha büyük dalga boyundaki ışınlardır. Küçük dalga boyundaki ışınlar radyasyon etkisi, büyük dalga boyundaki ışınlar ise termik(lsı) etki ile organizmaya zarar verirler. Güneşten yayılan ışınların dalga boyu, 400-800 nanometre arasında bir dağılım gösterir. Atmosfer, zararlı ışınların büyük bir kısmını filtre etmesine rağmen, yine de gün ışığında göze zarar verecek derecede UV ve IR ışını vardır. Özellikle son yıllarda üzerinde sıkça durulan ozon tabakasının incelmesiyle dünyaya daha fazla zararlı ışının ulaşması, İnsan sağlığı üzerindeki tehditleri de artırır hale gelmiştir. UV ışınlarından UV -B, önlem alınmadığında cilt yanıkları oluştururken, UV -A ve özellikle UV -C gözler için zararlı olmaktadır.

Böyle bir durumda yukarıda bahsedilen zararlı ışınlardan gözlerimizi korumak, ideal bir güneş gözlüğü ile mümkün olacaktır. İdeal bir güneş gözlüğü Camı, UV ve IR ışınlarını etkili oranlarda absorbe ederek (emerek), bunların göze zarar vermesini engeller. Ayrıca göze ulaşan ışık tayfını kontrastı artıracak şekilde filtre ederek, görüşü de artırırlar. Özellikle açık renkli göze sahip insanlar(mavi, yeşil gözler gibi) bu konuda daha hassastır. Çünkü gözdeki pigmentler, göze giren ışınların indirgenmesini ve etkisinin aza1masını sağlarlar. Ayrıca bazı göz hastalıkları, gözün güneş ışınlarından daha fazla etkilenmesine neden olur. (Allerjik konjonktivit, kuru göz, retinitis pigmentoza, albinizm gibi)

Genellikle iyi güneş gözlükleri, zararlı ışınların %75-80'ini absorbe ederler. Hatta bazıları tam bir koruma sağlayarak, neredeyse % 1 00 oranında absorbsiyon sağlarlar. Ayrıca termik etki oluşturan IR ışınlarını da absorbe ederek, gözlük camı ile göz arasında ısı oluşmasını da engellerler.

Güneş gözlüğü camının gözde tam koruma sağlayabilmesi için, üstten, yandan ve yansıyan ışınlardan da koruyacak şekilde dizayn edilmiş olması uygun olacaktır. Estetik amaçla, yüzden uzakta kalan camlar yeterli koruma sağlamayabilirler.

Güneşe uzun süre maruz kalma gözün ön dokularına(komea, konjonktiva) zarar verebilirken, güneş ışığına direkt bakma(güneş tutulmalarında olduğu gibi) görme tabakasına ciddi boyutlarda zarar verir. Merkezi görmeyi oluşturan ağ tabakanın makula denen kısmında yanıklar oluşabilir ve bu durum kalıcı görme aza1masıyla sonuçlanır .(Fototoksisite)

Güneş gözlüğü seçilirken yukarıda sayılan özelliklere dikkat etmek uygun olacaktır. Aksi halde herhangi bir yerden(İşporta gibi) elde edilen herhangi bir gözlük, yeterli göz koruması sağlamadığı gibi, zararlı da olmaktadır. UV koruması sağlamayan gelişigüzel renkli bir cam, pupillada(göz bebeği) genişlemeye ve ağ tabakaya daha fazla zararlı ışın geçişine neden olur.

Tüm bu anlatılanlardan da, anlaşılacağı üzere güneş gözlüğü seçimi dikkat gerektiren, bizlerin daha çok ilgilendiği estetik uygunluk dışında, göz sağlığını büyük ölçüde etkileyen ciddi bir iştir.
Son düzenleyen Harabe-Gönlüm; 24 Ağustos 2006 22:04 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #236
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sağlıklı bir yaşam sürmeyi kim istemezki... Ama sağlıklı bir vücuda ve sağlıklı bir beyne sahip olabilmek için sadece istemek yeterli değil; bunun için çaba göstermek de gerekiyor. Biz sizlere her zaman sağlıklı kalmanızı sağlayacak yolları öneriyoruz. Gerisi size kalmış...
Sağlıklı Bir Diyet Yapmak;

Sağlıklı bir kiloya sahip olmanın yolu öncelikli olarak dengeli ve yeterli beslenmektir. Sık Sık yapılan ve metebolizmayı bozan diyetler yerine düzenli olarak yediklerinize dikket etmek daha etkili ve daha kalıcı bir yöntemdir. Önemli olan ihtiyaç kadar porsiyon ve farklı besinlerden seçmek ve yüksek miktarda yağ içeriği olan yiyeceklerden özenle kaçınmaktır
Mümkün Olduğunca Çok Sıvı Tüketmek;

Vücudumuz daha çok sudan ibarettir. Bu suyun bir kısmı terleme, diğer kısmı ise idrar olarak atılır. Bundan dolayı kaybedilen suyun tekrar kazanılması gerekmektedir. Günde 8-10 bardak su ve diğer içecekler tüketilerek sıvı alınması önerilen bir yoldur.
Egzersiz yapmak;

Günde en az 30 dakika yürüyüş, jogging, yüzme, merdiven çıkma ve diğer aktiviteleri yapmak önerilir. Bu aktiviteler, kalp ve damar sisteminin iyi ve düzenli çalışmasını temin eder.
Sigara İçmemek;

Akciğer kanserinin oluşması büyük ölçüde sigaradan kaynaklanmaktadır. Her geçen yıl araştırmalar daha fazla sayıda insanın sigaradan kaynaklanan akciğer kanserine yakalanıp öldüğünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle sigara içmemeye özen göstermeli, en azından sigara tüketimimizi minimuma indirmeliyiz
Alkol Alımını Minimuma İndirmek;

Olağan dışı durumlar hariç günlük 30 ml kadar alkol almak önerilmektedir. Bu limit değer saf alkol için verilmektedir. Kadınlarda bu oran, ilerki yaşamlarında siroza yakalanma riski daha yüksek olduğundan yukarıdaki değerin yarısı olarak belirlenmiştir.

Yeterince Uyumak;

Günde en az 7-8 saat uyku önerilmektedir. Eğer uyuma zorluğu çekiliyorsa bunun sebebini ortaya çıkarmak gerekir. Stresli ortamlarda bulunmak, kafeinli ürünleri çok tüketmek, hiç egzersiz yapmamak ve geç saatlerde yemek yemek uykuyu olumsuz etkileyen faktörlerdir.

Stresten Mümkün Oldukça Uzak Durmak;

Zamanımızı iyi kullanmak, rahatlamak, müzik dinlemek, masaj yaptırmak ve egzersiz yapmak stresi azaltan faktörlerdir. Hoşlandığınız şeyleri yapmalısınız.

Düzenli Olarak Doktora Gitmek ve Check-up Yaptırmak;

Birçok hastalığın başlangıçta teşhis edilmesi sağlığımızı korumanın esaslarındandır. Bu nedenle senede en az bir defa check-up yaptırmalı ve önemsemediğimiz hastalıklarda dahi doktora gitmeyi ihmal etmemeliyiz.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #237
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
SAĞLIK İÇİN SAĞLIKLI SÜT

Sağlık Bakanlığı, İstanbul, Ankara ve İzmir’in de aralarında bulunduğu 11 ildeki sağlık personelini vatandaşları süt ve süt ürünlerinin faydaları konusunda bilinçlendirmek üzere eğitecek.


Güncelleme: 15:30 TSİ 07 Ağustos 2006 Pazartesi ANKARA - Sağlık Bakanlığınca toplumun beslenme konusunda bilinçlendirilmesi amacıyla yürütülen proje kapsamında, süt ve süt ürünlerinin önemi anlatılacak. Bu çerçevede, sağlıklı beslenme konusunda hazırlanacak 20 kitap ile 25 broşür içinde süt ve süt ürünlerine de bölüm ayrılacak.
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
26 Ağustos 2006       Mesaj #238
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı


YAZ SICAKLARINDA FAST FOOD UYARISI

Sağlık Bakanlığı, 'fast food' adı verilen ayaküstü beslenmenin özellikle yaz aylarında çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığı uyarısında bulundu.
26 Ağustos 2006 Cumartesi 11:52
ANKARA - Sağlık Bakanlığı, 'fast food' adı verilen ayaküstü beslenmenin özellikle yaz aylarında çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığı uyarısında bulundu.
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, özellikle çocuk ve gençler tarafından tercih edilen tost, lahmacun, pide, hamburger, soğuk sandviç, pizza, kızarmış patates, balık-ekmek gibi ayaküstü yenen fast-food yiyeceklerle tüketilen kola, çay ve kahve gibi içeceklerin yetersiz ve dengesiz beslenmenin yanı sıra çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığı bildirildi. Ayaküstü beslenme alışkanlığının giderek arttığına işaret edilerek, bu ürünlerin tüketilmesindeki en önemli sorunun yüksek enerji içermeleri olduğu bildirilen açıklamada, 'Orta düzeydeki bir fast fooddaki enerji içeriği 400 kaloriden başlayıp bin 500 kaloriye kadar yükselebilmekte ve enerjinin çoğu yağ ve şeker kaynaklı olmaktadır' denildi. Bu besinlerin A ve C vitamini ile kalsiyum yönünden yetersiz olduğu kaydedilen açıklamada, bunun başta koroner kalp hastalıkları ve kanser olmak üzere, birçok kronik hastalık için risk faktörü oluşturduğuna dikkat çekildi. Açıklamada, fast-food menülerinin yüksek miktarda sodyum içerdikleri de belirtilerek, bu durumun yüksek kan basıncının oluşmasına neden olduğu ve mide kanseri riskini artırdığı ifade edildi.
Açıklamada, fast-food işletmelerine yönelik de şu öneriler yer aldı: -Yiyeceklerin hazırlandığı, saklandığı ve servis yapıldığı yerler temiz ve hijyen olmalı -Görevli personelin portör tetkikleri düzenli olarak yapılmalı -Sağlık açısından yararlı ve düşük yağlı besinler hazırlanmalı -Hayvansal yağ yerine bitkisel yağ kullanılmalı -Yağı azaltılmış salata sosları kullanılmalı -Taze ve uygun koşullarda hazırlanmış meyve ve meyve salataları ile tam buğday unundan yapılmış çörek ve pizza hamurları hazırlanmalı.



*******


ÇİLEK BEYNİ KORUYOR!..

ABD'nin Massachusetts eyaletindeki Tufts Üniversitesi'nde yapılan araştırma, çileğin zihnin daha iyi çalışmasını sağlayarak beynin yaşlanmasını geciktirdiğini ortaya çıkardı.
26 Ağustos 2006 Cumartesi 10:41

ABD'nin Massachusetts eyaletindeki Tufts Üniversitesi'nde yapılan araştırma, çileğin zihnin daha iyi çalışmasını sağlayarak beynin yaşlanmasını geciktirdiğini ortaya çıkardı. "Neurobiology of Aging" adlı bilim dergisinde yayımlanan araştırma, 60 fare üzerinde yapıldı. Bir grup fare çilek özüyle beslenirken diğer gruptaki farelere hiç çilek verilmedi. İki ay sonra farelerin zihinsel faaliyetlerini karşılaştıran uzmanlar, farelerin beynindeki dopamin oranının arttığına dikkat çekti. Dopamin miktarı azaldığında hafıza ve dikkat kaybı gibi sorunlar ortaya çıkıyor.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 04:02
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
26 Ağustos 2006       Mesaj #239
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Sağlık Bakanlığı, Amerika ve Avrupa'yı saran aşırı kilo hastalığı obezitenin Türkiye'de de alarm verdiğini açıkladı. Rapora göre Türkler’in yüzde 25'i olması gereken kilonun üstünde. Kadınlar erkeklere oranla daha çok yiyor


Sağlık Bakanlığı, Amerika ve Avrupa'yı saran aşırı kilo hastalığı obezitenin Türkiye'de de alarm verdiğini açıkladı. Rapora göre Türkler’in yüzde 25'i olması gereken kilonun üstünde. Kadınlar erkeklere oranla daha çok yiyor.

Dünyada son zamanlarda hızla artan obezite tehlikesi Türkiye'yi de etkisi altına almaya başladı. Sağlık Bakanlığı hazırladığı raporda özellikle kentsel bölgelerde obezite görülme sıklığını yüzde 23.8 kırsal bölgelerde ise yüzde 19.6 olarak tespit etti. Son yıllarda kent ve kırsal arasındaki obezite farkının kapanmaya başlaması, obezitenin ülke geneline hızla yayıldığının da göstergesi oldu. Türk halkının yüzde 25’nin olması gereken kilonun üzerinde olduğunu tespit eden Bakanlık, gençlerin sürekli fast food yediğini, hareketsiz kaldığını ve yanlış yaşam tarzı yüzünden, 2025 yılında obez bir toplum haline geleceğimize dikkat çekti.


DOĞRU BESLENME DERS OLMALI

Uzmanlara göre Türkiye'de obezitenin başlama yaşı 6'ya kadar düştü. Türkiye'de obezite eğilimi yüzde 25'lere yakın duruma geldi. Kadınların üçte biri, erkeklerin ise beşte biri obez kategorisine giriyor. Uzmanları, Türkiye'de önümüzdeki yıllarda obezitenin daha da ciddi bir sorun olacağına dikkat çekiyorlar. Obezitenin önlenmesi için bilinçli beslenmenin şart olduğunu belirten yetkililer, beslenme alışkanlığının okullarda ders olarak verilmesi gerektiğini vurguluyor.


HAREKETSİZ BİR TOPLUMUZ

Bu rakamlar üzerine harekete geçen Sağlık Bakanlığı, 4-10 Eylül tarihlerinde kutlanacak Sağlık Haftası'nın konusunu, "Hareketli Yaşam ve Sağlık" olarak belirledi. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Uz. Dr. Turan Buzgan, şişmanlığın en önemli sebeplerinden birinin hareketsizlik olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi: “Türkiye genelinde egzersiz yapanların oranı yüzde 3.5. Geri kalan ise maalesef hareket etmiyor...”


Obezite nedir?

Obezite vücuttaki yağ oranının yüzde 20 ila 25'leri geçmesiyle ortaya çıkan bir hastalık.


Dünya nüfusunun yüzde 75’i kilolu

İngiltere'de obezlerin sayısı 20 yılda beş kat arttı.

İngiltere'de 15 yıl sonra her dört kişiden birinin obez olacağı tahmin ediliyor.

Avrupa'da okul çağında her yüz çocuktan 10'u obez.

Almanya'da çocuklarda aşırı şişmanlık oranı 20 yılda iki


Hangi hastalıklara neden olur?

Fast-food içinde şeker, beyaz un, mısır yer aldığı için kandaki şekerin yükselmesine, aşırı insilün salgılanmasına neden oluyor. Aşırı insülün kan şekerini düşürüyor, bünye tekrar acıkıyor. Besinin yağ asidi; trans yağ asidine dönüşüyor. Damar sertliğine, yüksek tansiyon kalp krizi ve beyin kanamasına ve kemik erimesine neden oluyor.


ABD’yi şişman bir nesil bekliyor

ABD'de de yapılan bir araştırma, ülkede obez bebek ve çocuk sayısının günden güne arttığını gösterdi. Harvard Üniversitesi tarafından yapılan ve 22 yıl süren araştırmanın sonuçlarına göre, 1980-2001 yılları arasında ülkede 0-6 yaş arasındaki kilolu çocuk sayısı yüzde 59 artarken asıl şaşırtıcı sonuç bebeklerde ortaya çıktı. n Aynı dönemde, 0-6 aylık bebeklerde şişmanlık oranı yüzde 74'lük rekor bir artış gösterdi. Yine aynı araştırmaya göre 0-6 yaş arası çocuklarda şişmanlama riski ise yüzde 30'a yükseldi. Amerikalı doktorlar, bunun önüne geçmenin en iyi yolunun hamile kadınların, sigaradan ve aşırı kilo almaktan uzak durması olduğunu söylüyorlar. Ayrıca annenin bebeği emzirmesinin de çocukları sağlıksız kilo artışından koruduğunu belirtiyorlar.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
26 Ağustos 2006       Mesaj #240
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Batın Kaynaklı Ağrılar
Batın boşluğu birçok organı barındırmaktadır. Bu organların her birinin çeşitli hastalıkları ağrıya neden olabilir. Bu organların hastalıklarını değerlendirirken ağrı genellikle baş ağrısı ve bel ağrısından farklı olarak uyarıcı nitelik taşır. Batında ağrı vakit geçirilmeden değerlendirilmesi gereken bir belirtidir. Diğer kronik ağrılarda ağrı kesiciler verilirken, batın ağrılarında neden belirlenmeden ağrı kesici verilmesi son derece sakıncalıdır.
Batın boşluğunda mide, bağırsaklar, karaciğer, pankreas, safra kesesi, safra yolları, dalak, apendiks, böbrek ve idrar yolları, mesane, kadınlarda rahim ve yumurtalıklar, erkekte prostat bulunmaktadır. Bütün bu organlardan ve batın duvarından kaynaklanan birçok akut ve kronik ağrı vardır. Bütün bu ağrıların değerlendirilmesi oldukça zordur. Hastanın iyi tetkiki gereklidir.
Batın ağrıları içerisinde en sık görülenler apandisite bağlı batın ağrıları, safra kesesinin iltihap ve taşlarından kaynaklanan ağrılar, mide ve oniki parmak ülserinden kaynaklanan ağrılar, pankreas bezinin iltihaplarından kaynaklanan ağrılardır. Ayrıca batın organlarının kanserlerinde şiddetli ağrılar ortaya çıkar.


Apandisite Bağlı Ağrılar:

Apandisit apendiks adı verilen ince bağırsağın son bölümündeki körbağırsak adı verilen kısmın ucundaki yapının iltihabıdır. İltihabın gelişmesi ile önce künt, orta derecede ve sürekli bir ağrı başlar. Ağrı önce 3-5 saatlik bir süre için göbek çevresinde hissedilir. Daha sonra karnın sağ alt bölgesinde sabitleşir. Bu bölgenin elle muayenesinde aşırı hassasiyet gözlenir. Karın duvarı sertleşmiştir. Hafif ateş vardır.
İltihabın ilerlemesi ve apendiksin patlaması bütün batını saran şiddetli ağrılara yol açar. Ani olarak gelişen ve karnın sağ alt köşesini tutan şiddetli ağrılarda ilk akla gelmesi gereken neden apandisit olmalıdır. Bu gibi durumlarda analjezik verilmesi son derece tehlikelidir. Ağrı kesici verilmeden önce tanı konması ve hastaya gerekli diğer girişimlerde bulunulması gerekir.





Safra Kesesine Bağlı Ağrılar: S
afra yollarının ani olarak taşa bağlı olarak tıkanması, safra kesesinin iltihapları veya taşı batının sağ üst dörtte birinde ve göbekte şiddetli batma tarzında ağrılara yol açar.
Özellikle orta yaştaki kadınlarda daha sık görülmektedir. Ağrının yanı sıra bulantı ve kusma vardır. Safra kesesi iltihabında hafif ateş yükselmesi görülebilir. Belirgin hazımsızlık vardır.
Safra taşlarının safra yollarını tıkaması ile ağrının yanı sıra ani sarılık gelişebilir. İdrar rengi koyulaşır. Dışkının rengi açılır. Bu gibi durumlarda hastanın acil olarak ameliyata alınması gerekir. Safra taşı veya iltihabının tedavisi genellikle cerrahidir. Bazı hastalarda ise safra kesesi alındıktan sonra da ağrı ve hazımsızlık devam eder. Özellikle yemek yedikten sonra bulantı, kusma ile birlikte ağrı baş gösterir. Ameliyat bölgesinde bastırmakla hassasiyet vardır. Ağrı aynı safra kesesi varmış gibi devam eder. Bazı hastalar safra kesesinin alınmadığı kuşkusuna kapılabilirler. Nedeni tam belli olmayan bu ağrı hecmeler halinde sürer. Kadınlarda daha sık görülür.


Ülsere Bağlı Ağrılar:

Önce ülseri iki şekilde incelemek gerekir. Mide ülseri ve onikiparmak bağırsağı ülseri.
Mide ülseri hemen her yaşta ortaya çıkabilir. Daha çok orta yaşlılarda görülür. Kadın ve erkeklerde eşit orandadır. Batının üst kısmında yemeklerden 1-1.5 saat sonra başlar. Ağrının yanı sıra iştahsızlık, hafif kilo kaybı ve bulantı vardır. Hastalar nadir olarak kusar. Hasta ağrıyan bölgeyi tam göbeğinin üzerinde gösterir. Ağrı başlangıçta belirli aralıklarla görülür. Daha sonra ağrılı dönemler sıklaşır, sürekli bir hal alır. Midenin onikiparmak bağırrsağına geçmeden önceki son kısmının ülserleri midenin tıkanmasına neden olabilir. Bu takdirde hastalar yemekten sonra kusarlar. Bazı ülserler mideyi delerek komşu pankreas gibi organlarda da harabiyete neden olabilirler.
Onikiparmak bağırsağı ülserleri ise göbekte batının merkezinde veya sağ kaburga kenarında ağrıya neden olur. Ağrı bele doğru yayılabilir. Daha çok genç ve orta yaşlı erişkinlerde ve erkeklerde görülür. Mide ülserinin aksine açken ortaya çıkar. Yemek yiyince azalır. Ağrı belirli aralıklarla ve birkaç günden bir kaç haftaya kadar sürecek şekilde seyreder. Arada aylarca ağrısız dönemler vardır. Özellikle bahar aylarında artar. Sigara, alkol, asitli yiyecekler ağrının şiddetlenmesine neden olur. Ağrının yanısıra hazımsızlık vardır. Bulantı ve kusma seyrek görülür.


Pankreasın Ani ve Sürekli İltihaplarına Bağlı Ağrılar: Pankreasın iltihabı değişikliklerine bağlı olarak ani ve sürekli ağrılar ortaya çıkabilir. Safra kesesinde taş bulunması aşırı şişmanlık, aşırı alkol gibi nedenlere bağlı olarak pankreas iltihabı gelişebilir. Göbek üzerinde ve göbek çevresinde çok şiddetli ve sürekli bir ağrı vardır. Vakaların yarısında ağrı bele, sırta ve kasıklara vurur. Hasta sırtüstü yatamaz, oturur halde durur.Ani başlayan vakalarda ateş, nabızda hızlanma vardır. Ağrı zaman zaman hecmeler halinde seyrederek kronikleşebilir. Belde kuşak tarzında ağrı pankreatitin temel özelliklerindendir. Pankreas bezi kanserlerinde de aynı biçimde ağrı ortaya çıkar. Pankreas bezi iltihabından farkı ağrının süreklilik taşıması ve sarılığın gittikçe artmasıdır. Ağrının yanısıra hızla artan kilo kaybı, iştahsızlık gibi bulgular vardır.


Hassas Kişilerde Görülen Bağırsaklardan Kaynaklanan Ağrılar (İrritabl Kolon): Aşırı duyarlı insanlarda barsak alışkanlıklarının da değişmesine bağlı olarak nedeni tam belli olmayan bir ağrı gelişebilir. Ağrı özellikle batının sağ alt dörtte birinde daha belirgindir. En çok 20-30 yaşlar arasında ortaya çıkar. Kadınlarda beş kez daha fazla görülmektedir.
Gün boyu dalgalanmalar şeklinde seyreder. Buna karşın hastaya gece uykusundan uyandırmaz. Dışkılama alışkanlıkları değişmiştir. Sabahları beş altı kez yineleyen ishalden sonra gün boyu barsak hareketlerinin normale döndüğü bu dönemi kabızlığın izlediği görülür. Süt ve sigara ağrıyı arttırır. Sakinleştirici ilaçlarla uzun süreli rahatlama dönemleri sağlanabilir.


Makat Ağrıları: Makatta ağrıya neden olan hastalıkların başında hemoroid yani basur gelir. Hemoroid bağırsağın son kısmındaki toplardamarların genellikle sürekli kabızlık ve ıkınma gibi nedenlere bağlı olarak genişlemesine bağlıdır. Normalde ağrısız olan hemoroidler tıkanma ya da ani iltihap sonucu ağrılı hale gelebilir. Bu ağrı dışkılama sırasında artar. Bazen kanama da görülebilir. Hastalar bunu hemen kansere bağlarlar. Halbuki çoğu kez hemoroide bağlıdır. İlaçlarla yatıştırılamadığı takdirde genişleyen damarların cerrahi olarak çıkartılması gerekir.
Hemoroid kuşkusu olan hastaların barsak tembelliğinden kaçınması, kabızlıktan korunması gereklidir. Birçok hasta dışkılama alışkanlıklarını değiştirdiği takdirde cerrahi müdahaleden kurtulmuş olur.
Makattan kaynaklanan diğer bir ağrı nedeni bağırsağın yine son kısmındaki çatlaklara bağlıdır. Bu çatlaklar dışkılama sırasında ağrıya yol açarlar. Bazen de makat bölgesinde çok şiddetli ağrıya neden olan apseler gelişebilir.
Ayrıca kalın barsak kanserleri makatta ağrıya yol açabilir.


Kuyruk Sokumundan Kaynaklanan Ağrılar: Düşme, çarpma sonucu kuyruk sokumu kolaylıkla kırılabilir ve çok uzun süren ağrılara yol açar. Bu kemiğin ya çıkartılması ya da düzeltilmesi gerekir. Gebelik sırasında düşenlerde düzeltmeye gerek yoktur. Çoğu kez bebek çıkarken kendiliğinden düzelir.
Kuyruk sokumundan gelişen diğer bir ağrı da dokumacı makatı denilen durumdur. Kalça kemiğinin oturma durumunda zeminle temas eden bölümünde bulunan bir çeşit yastık görevi yapan kısmın iltihaplanması ile bölgede sürekli ağrı baş gösterir. Bölgeye lokal anestezikler ve kortikosteroid enjeksiyonları ile hastalarda uzun süreli rahatlama sağlanabilir.
Kuyruk sokumu ağrılarının diğer bir özelliği zaman geçirilmeden tedavi gerekliliğidir. Aksi takdirde cerrahi girişime rağmen ağrı devam eder. Hastaların uzun süre simite benzer minderlerde oturması gerekebilir.

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış