Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 37

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.870 Cevap: 719
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
9 Haziran 2007       Mesaj #361
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
KANSERDEN ÖLÜMLERDE AZALMA

Sponsorlu Bağlantılar
İngiltere Kanser Araştırmaları Merkezi nin yaptığı araştırmada, ölümle sonuçlanan kanser vakalarında geçen 30 yıla göre yüzde 23 oranında azalma tespit edildi.

The Independent ın haberine göre araştırmayı yürüten Dr. Harpal Kumar, kanserin artık eskisi gibi ölümcül bir hastalık olmadığını belirtirken, kanserle savaşta elde edilen bu başarıyı, erken teşhis oranlarındaki artış, hastalıkla mücadelede kullanılan daha ileri teknoloji, farklı kanser türlerinin tedavisinde uzmanlaşma ve toplumda kanser hastalığına karşı oluşan duyarlılığa bağladı.

Hedef yüzde 66

Dr. Kumar açıklamasında, kanser teşhisi konan hastalarda hayatta kalma oranının 1970 li yıllarda yüzde 23.6 olduğunu ancak bu oranın 2000 li yıllarda yüzde 46.2 ye çıktığını söyledi.

Gelişmeleri "olağanüstü" olarak niteleyen Kumar, hedeflerinin bu oranı 2020 yılına kadar yüzde 66 ya yükseltmek olduğunu vurguladı.

Kanserle savaşta 10 hedef

Kanserle mücadelede önemli çalışmalara imza atan Cancer Research UK, bu amaçla Kanserle Savaşta 10 Hedef adını verdikleri bir de liste yayımladı. Hedefler arasında bulunan bazı önlemler şöyle:

Ülke genelinde yetişkinler arası sigara kullanımını 12 milyondan 8 milyona indirmek.

Daha etkili kanser ilaçları üretirken yan etkilerini olabildiğince bertaraf etmek.

Şu an yüzde 45 olan erken teşhis oranını yüzde 66 ya çekmek.

Kemoterapi ve radyoterapi uygulamasında daha yüksek teknoloji kullanarak ölüm oranlarını aşağılara çekmek.

İngiltere hâlâ dünyada kanserden kaynaklanan ölümlerin en yüksek olduğu ülke konumunda ve ülkede her 3 kişiden biri bu hastalıkla hayatlarının bir döneminde bir şekilde tanışıyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:09
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Haziran 2007       Mesaj #362
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Su İçmek İçin Susamayı Beklemeyin

Sponsorlu Bağlantılar
İSTANBUL (İHA) - Vücuttaki su miktarının azalmasının sağlığı tehdit ettiğine dikkat çeken uzmanlar, su içmek için susamayı beklememek gerektiğini belirtti.

Uzmanlar, vücutta su miktarının azalmasının (dehidrasyon) kişinin konsantrasyon kapasitesini etkilediğini, enerjisini azalttığını ve organlarının normal şekilde çalışmasını engelleyerek sağlığını tehdit ettiğina dikkat çekti. Yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, vücuttan kaybedilen suyun gün içinde mutlaka yerine konması gerektiğini kaydeden uzmanlar, bunun için en iyi yöntemin su içmek olduğunu ifade etti.

Kaybedilen suyun, diğer içecekler, katı besinler ve besin öğelerinin vücutta yanmasından oluşan su ile yerine konmaya çalışıldığını belirten uzmanlar, "İnsanlar, yedikleri katı gıdalardan gün boyunca 4 su bardağı kadar su elde ederken, besinlerin vücutta yanması sırasında da yaklaşık bir su bardağı kadar su oluşur. Su ve diğer içecekler ise kalan ihtiyacın karşılanmasına yardımcı olur. Yaşamsal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için, kaybedilen suyun gün içinde mutlaka yerine konması gerekir. Bunun için en iyi yöntem ise su içmektir" dediler.

Dehidrasyonun en erken bulgusunun ağız ve boğaz kuruluğu olsa da, pek çok kişinin bu bulguların farkına varamadığını belirten uzmanlar, böyle bir tehdit altında kalınmaması için, susama hissi uyanmadan önce yeteri kadar su içilmesini öneriyor. Uzmanlar, dehidrasyon konusunda şu görüşleri paylaşıyor: "Diğer bir önemli bulgusu ise bulantı ve kusmadır. Baş ağrısı, sürekli sıcaklık hissi, dudaklarda ve dilde kuruma, seyrek veya az idrara çıkma, idrar renginin koyulaşması, deride kuruma, eklem ve kaslarda acıma hissi ise, vücutta su kaybı yaşandığının sinyalini veren diğer bulgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Vücudun su ihtiyacı karşılanmadığı takdirde yaşanan diğer sağlık sorunları, kalori oluşumunda yetersizlik, sürekli sindirim sistemi sorunları, yorgunluk, sersemlik hissi ve kas krampları olarak sıralanır".

ANNE ADAYLARI DAHA ÇOK SU İÇMELİ

Suyun anne adayları için taşıdığı önem, bebeğin içinde bulunduğu amniyon sıvısı için de geçerliliğini koruyor. Bu sıvı her üç saatte bir kendini yenilediğinden, yetersiz su alımına bağlı olarak ortaya çıkan dehidrasyon durumunda miktarı azalabiliyor. Bu nedenle sıvı alımı, hamileliğin her döneminde son derece büyük önem taşıyor. Yeterli sıvı alımı, anne adayının kendisini enerjik hissetmesine yardımcı olmanın yanı sıra cilt kuruluğu gibi problemlerin de görülmesini engelliyor. Yeterli miktarda sıvı alındığında, hem annenin hem de bebeğin kanındaki elektrolit dengesi de kolaylıkla sağlanabiliyor.

Hamilelikte salgılanan hormonlar, kişinin sıvıları kullanım şeklini değiştiriyor. Özellikle gebeliğin son dönemleri yaklaştıkça, kan hacmi yaklaşık 1.5 katına çıkıyor. Solunum yolu ile akciğerlerden kaybedilen su miktarı da hamilelik öncesine göre daha fazla oluyor. Bu nedenle anne adaylarının normal bir yetişkinden daha fazla su içmeleri, böylece hem kendilerini hem de doğacak bebeklerini su kaybı tehlikesinden uzak tutmaları gerekiyor.

Hamilelikte dehidrasyonun bir başka olumsuz etkisi de erken doğum ağrılarıdır. Dehidrasyon durumunda salgılanan bazı hormonlar, doğum kasılmalarını başlatan hormonu taklit ederek, erken doğum kasılmalarına neden olabiliyor. Erken doğum tehdidi karşısında yapılan ilk işlem, damar yolu açarak sıvı verilmesidir. Besin maddeleri ve oksijen, kan yoluyla bebeğe taşınıyor. Hamilelikte sık görülen, erken doğum ve düşüklere neden olabilen idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde de su aktif bir rol oynuyor.

Sağlıklı bir hamilelik geçirmek için anne adayının günde en az 8-10 bardak su içmesi gerekiyor. Anne adayı aktif çalışan bir kişiyse veya egzersiz yapıyorsa, alması gereken su miktarı daha da artıyor. Her bir saatlik egzersiz için, en az bir bardak fazla su içmesi gerekiyor.

HER ZAMAN HER YERDE SU İÇİN

Ağırlığımızın yarısından fazlasını oluşturan suyun vücuttaki dengesini korumak, sağlığımız için büyük önem taşıyor. Uzmanlar, kaybedilen suyu yerine koymak için en iyi seçim su içme olduğundan, gün boyunca belirtilen ölçülerde su içilmesi gerektiğini belirtiyor. Bunun dışında uzmanlar, yemeğe bir kase çorba ile başlanılması ve yemek sırasında da en az bir bardak su içilmesi gerektiğini kaydediyor. Diğer bir dikkat edilmesi gereken noktanın ise fiziksel aktivite sırasında vücuttaki su kaybının, dolayısıyla su ihtiyacının artması olduğuna dikkat çeken uzmanlar, "Bu nedenle, fiziksel aktiviteye su içerek başlamanın ve aktiviteyi su içerek sürdürmenin, vücuttaki su dengesinin bozulmaması açısından önemi büyüktür. Kişi, fiziksel aktivite bittiğinde dahi su içmeye devam ederek, vücudunda oluşan su kaybını eski dengesine kavuşturmaya çalışmalıdır. Otomobilde, trende, uçakta, kısacası tüm yolculuklarda da kişinin yanında mutlaka içme suyu bulundurması gerekir. Özellikle uçak yolculuğu ve dağ tırmanışları gibi yüksek rakımlara çıkılan durumlarda, vücudun su kaybı artar. Fark edilmese de, uçakta ortamın nemi düşer. Yolculukta vücudun kaybettiği suyu hızla geri kazanabilmek için su veya limonla tatlandırılan sıcak su içmek önerilir" diye görüş belirtiyor.

DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
16 Haziran 2007       Mesaj #363
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
ACIKMADAN YEMEYİN

Canınız sıkkın olabilir. Sıkıntıdan birşeyler atıştırmak sizi rahatlatabilir. Ancak obez olmak istemiyorsanız tam acıkmadan yemek yemeyin.

Yeme ve atıştırma alışkanlıklarımız, çoğu zaman beslenme ihtiyacımızdan çok farklı amaçlara hizmet eder. Bazen ne zaman, ne yiyeceğimize vücudumuz değil de duygusal çalkantılarımız hükmeder. Canınız sıkılınca etrafta atıştıracak bir şeyler arar mısınız? Bazı insanlar düşüncelerden uzaklaşmak, bir an olsun unutmak için teselliyi yemekte ararlar. Aynı sigara bağımlılığı gibi bir atıştırma bağımlılığı oluşur. Üstelik böyle zamanlarda aklımıza gelen bir bardak meyve suyu, bir elma, ayran ve birkaç kuru yemiş gibi yararlı yiyecekler değildir. İnsan nedense bol şekerli ve tuzlu gıdalara sarılır. Gelsin kahveler, gitsin çaylar, tuzlu krakerler, çerezler, çikolatalar, şekerlemeler, börekler, hamburgerler, meşrubatlar... Obezite araştırmaları, aşırı yeme alışkanlığının yüzde 75 inin sıkıntıyla ilişkili olduğunu ortaya koyuyor. Yani pek çok insan, yaşamla baş etmek için atıştırmaktan medet umuyor. Depresyon, öfke, bıkkınlık, yalnızlık, bunalım, gerginlik, belirsizlik...

Kendinizi test edin

* Hiç farkına bile varmadan yediğiniz olur mu?

* Bir şeyler yedikten sonra kendinizi suçlu hissettiğiniz veya utandığınız olur mu?

* Kendinizi karışık hissettiğinizde çikolata, kraker ve cips gibi yiyeceklere mi yönelirsiniz?

* Açık büfelerde veya televizyonda gördüğünüz yemekler iştahınızı açar mı?

* Bazen de yapacak başka hiçbir şey bulamadığınız için mi yersiniz? Yukarıdaki soruların çoğuna evet cevabını veriyorsanız, muhtemelen aşırı kilolarla başınız derttedir ve asıl sorununuz da duygusal bir yeme bozukluğudur. İlginç olan, genellikle zayıf ve iştahsız kişilerin stres dönemlerinde kilo vermesi, şişman olanların da kilo almasıdır.

Nasıl kurtulacağız!

* Asla öğün atlamayın yani kendinizi aç bırakmayın.

* Ağzınıza bir şey atarken, aç olup olmadığınızı bir daha düşünmeyi alışkanlık haline getirin.

* Sizi baştan çıkaran zararlı yiyecekleri evinize almayın.

* Gereksiz atıştırmalar yaptığınızda kendinize kızmayın. Üzerinde durmayın, kendinizi affedin ve gayret etmeye devam edin. Yeme davranışlarınızı değiştirmekte çok zorlanıyorsanız size psikoterapi ve hipnoz öneririm. Bu tedavilerle psikolojik yeme alışkanlığının denetlenmesi, kalorili yiyeceklerden alınan haz ve tat olgusunun azaltılması mümkün olabilmekte ve yaşam boyu sürecek bir davranış değişikliği kazanılabilmektedir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:09
DrAm3vLH - avatarı
DrAm3vLH
Ziyaretçi
23 Haziran 2007       Mesaj #364
DrAm3vLH - avatarı
Ziyaretçi
Bu yiyeceklerle hem aç kalmadan kilo veriyor, hem de kendinizi sürekli tok hissediyorsunuz.

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler

1. Karnabaharı ve brokoliyi hafifçe haşlayıp yoğurtla tatlandırın. Bu karışım lif açısından zengin olduğundan sizi uzun süre tok tutar.

2. Salatalığı iyice yıkayın ve kabuklarıyla birlikte ince dilimler halinde kesip üzerine bol bol dereotu serpin. Bu sebzenin kalorisi yok denilecek kadar az ve oldukça tok tutucudur.

3. Tatlı olarak 250 gr. mor eriği biraz tarçınla haşlayın. Bu meyve früktoz açısından oldukça zengin olmakla birlikte tatlı ihtiyacınızı da karşılayacaktır.

4. Albümin iştahı kapatır. Bir porsiyon yeşil fasulyeyi 20 dakika suda haşlayıp sirke, karabiber ve biraz tuzla tatlandırın. İsterseniz yağsız krema da katabilirsiniz.

5. 200 gr. ananası incecik doğrayın ve süzgeçten geçirin. İçine 100 gr. kefir ve taze nane ekleyin. Ananasın içindeki enzimler, protein sindirimini hızlandırdığından oldukça doyurucudur. Ayrıca selülit oluşumunu da engeller.

6. Kendinize yeşil salata, uskumru veya ton balığı, kivi ve portakaldan oluşan bir ziyafet hazırlayın. Balığın içeriğindeki İyot, tiroit bezinin İşlevlerini hızlandırdığından açlık hissi giderilir.

7. Öğünler arasında acıktığınızda kuru erik yiyin. Kuru erik kan şekerinin düşmesini engeller. Ancak fazla abartmayın. Çünkü bir kuru erikte 8 kalori var.

8. Haftada iki yumurta yiyin. Çünkü yumurtada bol miktarda triptofan var. Bu da neşenizin yerine gelmesini sağlar.

9. Enerjisiz kalmak için 1 demet maydanozu blenderden geçirip sebze suyla karıştırın. Bir-iki damla acı biber sosu ekleyin ve bunu bir güzel için. Bu içeceğin içindeki C vitamini ve bitkisel maddeler yağ yıkımını kolaylaştırır.

10. Kırmızı elmayı ince dilimler halinde kesip 1 çay kaşığı kıyılmış ceviz ve yarım çay kaşığı yonca balıyla karıştırın. Bu karışımın içeriğindeki değerli lifler hem doyurucu hem de bağırsakları çalıştırıcı etki gösterir.

11. Yağsız kaşarı ince ince dilimleyin ve siyah zeytin ile süsleyin. Üzerine 1 yemek kaşığı sirke dökün. Bu, birkaç saat için açlığınızı giderecektir.

12. Karaciğerlerinizi çalıştırmak için 10 adet enginar kökünü, içine 1 doğranmış soğan, karabiber tanesi ve yarım limon katılmış suda haşlayın. Daha sonra 1 çay kaşığı bal, iki sap kekik ve biraz limon suyunu kaynatın. Enginar köklerini süzün ve hazırlamış olduğunuz karışımın İçinde biraz pişirip çıkarın.
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
23 Haziran 2007       Mesaj #365
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
SAÇ TEMİZLİĞİ VE BAKIMI


Saçlar da baş derisinde bulunan kıl köklerinden uzayarak büyüyen kıllardır. Kıl köklerindeki bezlerden salgılanan maddeler yağlı yapıdadır.

Sağlıklı saçlara sahip olmak için düzenli biçimde yıkanmak gerekmektedir. Saçların fırçalanması dökülen saçlar, kir ve tozları uzaklaştırıcı işlev görmektedir. Normal bir saçın haftada en az bir ya da iki kez yıkanması gerekmektedir. Yağlı saçlar ise daha sık yıkanmalıdır. Saçlar temiz su ile iyice durulandıktan sonra kurutulmadan önce nazik bir biçimde taranmalıdır. Saçların kurulanmasında yumuşak bir havlu kullanılmalıdır. Kurulama işlemi de yumuşak olmalıdır. Eğer sert bir havlu kullanılır ya da çok şiddetli ovulursa saçların uçları çatallanabilir. Saçlar elektrikli kurutucularla kurutulabilir. Ancak kurutucunun saça çok yakın tutulmaması gerekmektedir. Bu durumda saçlı deri ve saçlar fazla sıcaktan olumsuz etkilenebilirler.

Saçların yıkanması için kullanılan sabunların ve şampuanların esasını kolay çözünebilir özellikteki yağ eritici bir madde oluşturur. Şampuanlara ayrıca koku, renk ve yoğunlaştırıcı maddeler eklenir. Bu ek maddeler saçlı deride tahrişe yol açabilirler. Piyasada bulunan şampuanlarda kullanılan bazı maddeler allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Bu nedenle şampuan seçiminde, niteliği bilinmeyen maddelerden kaçınılmalıdır.
Saç diplerinde kepek varsa, sık sık çok sıcak olmayan su ve sabunla yıkamak yararlı olabilir. Saçlar bol su ile iyice durulandıktan sonra da kepeklenme önlenemiyorsa bir sağlık kuruluşuna danışılmalıdır. Hekim önerisi dışında saçlar için yararlı olduğu ileri sürülen maddeler güvenli olmayabilirler. Saç temizliğinde kişisel olarak kullanılan fırça ve taraklar sık aralıklarla sıcak sabunlu su ile yıkanmalı ve durulanmalıdır. Sağlık yararı dışında saçların temizlik ve düzeni, insanlar arasındaki ilişkilerde ve kendini iyi hissetmede etkisi olan olumlu dış görünüş açısından da önemlidir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:10
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Temmuz 2007       Mesaj #366
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
7 günde Einstein gibi olmanın yolları

Hangimiz bir gün yataktan kalkıp da daha akıllı olduğumuzu görmek istemeyiz ki? Bu dilek her ne kadar ütopik olarak görülse de bir bilim adamının yöntemi, 1 hafta gibi kısa bir sürede, zekayı yüzde 40 oranında artırmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Beynin herhangi bir kas gibi olduğunu ve egzersizlerle güçlenebileceğini öne süren İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nin Biyomedikal Bölümü’nden Prof. Mark Lythgoes’in 1 hafta süren programı BBC’de yayınlandı. Programa katılan 100 kişinin IQ’larında, yüzde 40 oranına varan artış görüldü. Bu artış katılımcıların programa katılmadan önce girdikleri testle, programdan sonra uygulanan test sonuçları karşılaştırılarak elde edildi.

İşte bir haftalık program

Cumartesi: Dişinizi her zaman kullandığını elinizle değil, diğeriyle fırçalayın. Ve gözünüzü kaparatak duş alın.

Pazar: Sabah saatlerinde bulmaca çözün. Ve kısa yürüyüşe çıkın.

Pazartesi: Akşam yemeğinde yağlı balık yiyin. İşe ya yürüyerek ya bisikletle ya da daha önce kullanmadığınız bir araçla gidin.

Salı: Sözlükten bilmediğiniz sözcükleri öğrenin. Ve bunları günlük konuşmanızda kullanmaya çalışın.

Çarşamba: Yoga, Pilates ya da meditasyon derslerine katılın. Daha önce tanımadığınız bir insanla konuşun.

Perşembe: İşe daha önce kullanmadığınız bir yoldan gidin. Televizyondaki ciddi bilgi programlarını izleyin.

Cuma: Alkol ve kafein tüketmekten kaçının. Alışverişe çıkarken listeyi ezberlemeye çalışın.
Dark-Line - avatarı
Dark-Line
Ziyaretçi
12 Temmuz 2007       Mesaj #367
Dark-Line - avatarı
Ziyaretçi
Utangaçların kalbi zayıf


Utangaç erkeklerin kalp krizi nedeniyle ölüm riskinin, girişken hemcinslerden yüzde 50 fazla olduğu ortaya çıktı.

12 Temmuz 2007 Perşembe

İngiltere'de yapılan bir araştırma, utangaç erkeklerin kalp krizi nedeniyle ölüm riskinin, girişken hemcinslerden yüzde 50 fazla olduğunu ortaya koydu.

Araştırmada 40 ila 55 yaşlarında olan 2 binden fazla erkeğin 30 yıl boyunca sağlık durumları incelendi. Yapılan anketlerde utangaç olduğu ortaya çıkan erkeklerin yüzde 60'ının bu süre sonunda öldüğü, bu erkeklerin kalp krizi nedeniyle ölüm riskinin yüzde 50 daha fazla olduğu görüldü.



Unutkanlığa havuç, ezber için ananas!


Yediğimiz besinler daha iyi öğrenme, dikkati toplama ve belleği geliştirmek için birebir... Havuç hatırlama yeteneğini artırırken, ananas ezber için yararlı!

10 Temmuz 2007 Salı

Ayşegül Aydoğan Atakan

Bahçeşehir Koleji Rehberlik Servisi'nin öğrencileri için hazırladığı 'Konsantrasyon ve Beyin Fonksiyonlarını Geliştiren Besinler' adlı programda verilen bilgilere göre, besinler daha iyi öğrenme için çok önemli. Örneğin havuç hatırlama yeteneğini, karides dikkat süresini, limon ise algılama yeteneğini artırıyor. Lahana ise sınav stresi için birebir. İşte algılama ve öğrenme için gerekli yiyeceklerin listesi... Sinir Sistemi: Ceviz, fındık, fıstık zihnin uzun süre çalışma direncini artırır. Beynin haberleşme maddelerinin oluşumunu hareketlendirir. Yaratıcılık: Zencefil içerdiği maddeler ile beynin yeni fikirler üretmesini sağlar. Kan sulandığı için daha serbest akar, beyin oksijenle beslenir.

Bellek: Havuç hatırlama yeteneğini artırır. Beynin metabolizmasını canlandıran enzimlerdendir. Bir ufak tabak sıvı yağlı havuç salatası önerilir. Ananas, ezberlemek için çok yararlıdır. Diğer meyvelerde bulunmayan mangan elementini içerir.

Mutluluk: Mutluyken daha iyi öğreniriz. Enerjimiz pozitif olur. Kırmızı biber acı verse de vücudun kendi hormonu olan endorfinin salgılanmasını hareketlendirir. Çilek, stresin etkilerini azaltır. Muz da beyne mutluluk veren seratonin maddesi içerir.

Öğrenme: Lahana, tiroid bezlerinin aktivitesini azaltır. Bu da sinirliliğe iyi gelir. Sınav öncesi stres için önerilebilir. Limon, algılama yeteneğini artırır. Yeni öğrenilecek bilgilerin öncesinde tavsiye edilir.

Dikkat toplama: Karides beynin besinidir. Vücuda önemli yararı olan Omega 3 yağ asitleri sağlar. Dikkat süresini uzatır. Soğan aşırı yıpranmaya, fiziksel yorgunluğa karşı kanı sulandırır. Beyin oksijeni daha kolay alır.
Dark-Line - avatarı
Dark-Line
Ziyaretçi
16 Temmuz 2007       Mesaj #368
Dark-Line - avatarı
Ziyaretçi
Bekarlık, ilaç kullanımını artırıyor
Evlenmemiş yaşlıların, dul ve evli olanlara göre daha fazla ilaç tükettiği, huzurevi sakinleri tarafından en sık kardiyovasküler sistem ilaçlarının alındığı bildirildi.

16 Temmuz 2007 Pazartesi

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Geriatrik Bilimler Araştırma Merkezi Müdürü (GEBAM) ve Geriatri Derneği Başkanı Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, yaptığı açıklamada, yaşlılarda çoklu ilaç kullanımıyla ilgili üç farklı araştırmanın dikkat çekici sonuçları olduğunu bildirdi.

Kutsal, ileri yaşlardaki hastaların farklı doktorlara giderek çok sayıda reçete alması, reçetelere çok sayıda ilaç yazılması, doktorların fazla sayıda ilaç yazmaya eğilimli olmaları, hastaların fazla ilaç beklentileri, yaşlılarda tanıdan ziyade semptoma yönelik olarak ilaç kullanılması, doktorların eski ilacı kesip yeni ilaca başlama eğilimi, hastanın veya doktorun tercihi olarak kullanılan ilaçların otomatik olarak tekrar yazılması, çok sayıda reçetesiz ilaç satılması ve yaşlı hastaların aile bireylerinden veya çevreden ilaç alarak kullanma eğiliminin gün içinde fazla sayıda ilacın kullanımına yol açtığını kaydetti.

Yaşlılarda çoklu ilaç kullanımının tedaviyi karmaşık hale getirdiğini, maliyeti artırdığını ve sağlık-sosyal güvenlik sistemleri açısından sorun oluşturduğunu ifade eden Kutsal, "İleri yaş grubunda ilaç etkileşimlerinin ve yan etkilerinin görülme oranı da çoklu ilaç kullanımıyla katlanarak artıyor" dedi.

Kutsal, bu konuda ülke gerçeklerini saptamak amacıyla yapılan çok merkezli 3 araştırmanın sonuçlarının yaşlılarda çoklu ilaç kullanımını ortaya koyduğunu bildirdi.

Huzurevlerindeki yaşlılar

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından Türkiyede 23 ildeki huzurevlerinde bin 944 yaşlı ile görüşülerek yapılan araştırmada, huzurevi sakinleri tarafından en sık kullanılan ilaçların kardiyovasküler sistem ilaçları ve aneljezikler olduğunun görüldüğünü belirten Kutsal, çoklu ilaç kullanımıyla ilaç yan etkileri arasında bir bağlantı saptandığını kaydetti.

Araştırma sonucunda cinsiyete göre tüketilen ilaç sayısıyla ilgili elde edilen bulgular şöyle:

İlaç Sayısı Kadın (Yüzde) Erkek (Yüzde)
1 13.9 -16.6
2 14.6 - 12.6
3 11.5 - 9.4
4 7.4- 5.9
5 6.7- 3.7
6 1.6- 2.3
7 1.2- 0.8
8 1.5 - 0.6
9 0.7- 0.3
10 0.3- 0.1
12 0.1 - 0.2


Evlenmemiş yaşlılar daha çok ilaç tüketiyor

Çoklu ilaç kullanımdaha çok ilaç tüketiyorının araştırıldığı ikinci araştırmanın ise, Türkiyenin 12 farklı şehrindeki üniversitelerin tıp fakültesi hastane polikliniklerine değişik yakınmalarla baş vuran 65 yaş ve üzerindeki bin 433 yaşlıyla doktorlar tarafından yüz-yüze görüşmelerle yapıldığı bildirildi.

Bunların yüzde 84.7sinin "Sürekli kullandığı bir ilacının bulunduğunu", yüzde 15.3ünün ise "Kullandığı herhangi bir ilaç olmadığını" belirttikleri bildirildi.

Çalışmaya katılanların yüzde 23.2sinin "Sadece 1 ilaç", yüzde 17sinin "2 ilaç, yüzde 19.2si "3 ilaç", yüzde 38.2sinin ise "4 veya daha fazla ilaç kullandığını" ifade ettiği belirtildi.

Araştırmaya göre 65 yaş ve üzerindeki yaşlılarda medeni durum ilaç kullanımını etkiliyor.

Bu yaş grubundakilerden evlenmemiş olanların yüzde 5i ilaç kullanmazken, yüzde 10u bir ilaç, yüzde 60ı 2-4 ilaç, yüzde 25i 5 ve daha fazla ilaç kullanıyor.

Aynı yaş grubundakilerden evli olanların yüzde 21.1i ilaç kullanmazken, yüzde 18.8i bir ilaç, yüzde 44.6sı 2-4 ilaç, yüzde 15.5i 5 ve daha fazla ilaç alıyor.

Dul olanlardan ise yüzde 14.8i ilaç almazken, yüzde 17.2si bir ilaç, yüzde 48i 2-4 ilaç, yüzde 19.9u 5 ve daha fazla ilaç kullanıyor.

Kadınlarda sürekli ilaç kullanımı daha fazla


Hacettepe Üniversitesi GEBAM tarafından yapılan üçüncü araştırma kapsamında ise, Ankarada 65 yaş ve üzerindeki bin 300 kişi ile yapılan yüz yüze görüşmeler sonucunda, yaşlıların yarısından fazlasının sürekli ilaç kullandığının, çoklu ilaç kullanımının kadınlarda daha fazla olduğunun dikkati çektiği bildirildi.

Ancak bir doktor önerisi veya reçetesi doğrultusunda ilaç kullanımının kadınlarda daha yaygın olduğunun saptandığı kaydedildi.

Ayrıca 4 ve daha fazla ilacın bir arada kullanımının en fazla 71-80 yaş grubunda olduğu, yaş ilerledikçe çoklu ilaç kullanımının azaldığının tespit edildiği belirtildi.

Buna göre, çoklu ilaç kullanımının yaşla ilişkisinin bulunması amacıyla "Birden fazla ilaç kullanıyor musunuz?" sorusuna verilen yanıtlar yüzde olarak şöyle:

YAŞ GRUPLARI Hayır 2 ilaç 3 ilaç 4 ve fazla Diğer
65-70 54.9 18.5 11.8 12.1 2.6
71-80 45.6 18.1 14.3 16.9 5.1
81-85 57.3 11.5 15.6 11.5 4.2
86 ve üstü 63 13 16.7 7.4
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:11
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #369
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Bakımı yapılmayan ve yanlış kullanılan klimalar, sinüzit, göz dibi iltihabı, beyin iltihabı, akciğer problemleri, orta kulak hastalıkları geçirmiş kişilerde yüz felci, denge işitme sorunları ve tonsilit gibi ciddi hastalıklara davetiye çıkarıyor

Düzenli bakımı yapılmayan klimalar ve soğutma sistemlerinde küf mantarların, bakterilerin ve tozların birikmesine bağlı ani ve kronik alerjik hastalıklar ortaya çıkabilir. Astım, alerjik nezle ve nadir de olsa ani veya sinsi alerjik zatürree görülebilir. Bu uygun olmayan havanın solunmasından kaynaklanan hastalıklar karşımıza gribal enfeksiyon benzeri (ateş, baş ve kas ağrıları, halsizlik) yakınmalarla çıkabilir.

Sonrasında nefes darlığı öksürük, balgam yakınmalarına kadar ilerleyebilir. Ani alerjik hastalıklar ve nadir olan alerjik zatürree dışında, gene nadir olan müzmin alerjik zatürree daha sinsi ve uzun süren giderek artan halsizlik, nefes darlığı sıkışma hissi, öksürük gibi yakınmalarla ortaya çıkabilir. Astımı, alerjik nezlesi veya kronik bronşiti olan hastaların yakınmalarında artış gözlemlenebilir veya kontrol altında olan hastalığın kontrol dışına çıkması söz konusu olabilir.

Alerjik hastalıklar dışında, bazı viral ve bakteriyel hastalıkların özellikle uygun bakımı yapılmayan veya eskiyen klimalar ve merkezi soğutma sistemlerinden bulaşabileceği rapor ediliyor. Klimaların neden olduğu bu hastalıkların önlenmesinde, klimaların bakımları ve temizliklerinin düzenli yapılması önemlidir.

Aşırı sıcak ortamdan hızlı bir şekilde aşırı soğuk ortama geçmek bazı hastalıkların riskini ciddi anlamda artırmaktadır. Klimaların belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş ısısını düşürerek kullanılması gerekir.
Klimaların bilinçsiz kullanılması, üst solunum yolu hastalıkları ile yüz felci ve burun kanamalarına yol açabilir.

Bir an önce serinlemek isteyen sıcaklardan bunalanlar klimalarının ayarını birden en soğuk konuma getiriyorlar. Oysa, klimalar belirli zaman aralıklarında yavaş yavaş soğutularak kullanılmalıdır. Böylece vücudun ısı değişikliğine adaptasyonuna izin verilir. Örneğin dışarıda sıcaklık 35 derece ise klima çalıştırılacak ortamda sıcaklık, 5‘er derece düşürülmeli ve son olarak 25 derecede sabitlenmelidir. Klima kullanırken üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren, kronik solunum hastalığı olan kişiler ile tüm çocuk ve yaşlıların özel özen göstermeleri gerekir.

Klimaların yanlış kullanımı sinüzit rahatsızlığı olan kişilerde göz dibi iltihapları, beyin iltihabı, akciğer problemlerine, orta kulak rahatsızlığı (otit) geçirmiş kişilerde yüz felci, denge işitme sorunları, tonsilit gibi problemlerin olmasına yardımcı olabilir. Ani soğuk aynı zamanda adele tutulmalarına da neden olabilir.

Sıcakta kalmaması gereken hastaların ise gölge ve esintili bir mekanda olmaları yeterlidir. Klima her zaman şart değildir. Ciddi sağlık sorunlarına neden olmamak için klimayı bilinçli kullanmak, bakım ve temizliğini düzenli yaptırmak, eskiyen klimaları yenilemek gerekir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:12
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
22 Temmuz 2007       Mesaj #370
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
GÖZ İLE İLGİLİ YANLIŞ BİLİNEN DOĞRULAR


Kontakt lens kullanımı gözlük numarasının artışını engellemez.

Gözlük kullanıp kullanmamak numarayı değiştirmez.

Göze limon sıkmanın faydası yoktur, hatta zararlıdır.

Çocuk büyüdükçe göz kayması düzelmez.

Çocuk yakından televizyon seyrediyor diye gözü bozulmaz. Yakından televizyon seyreden çocuğun gözü bozuk olabilir ve daha iyi görebilmek için televizyona yaklaşır.

Göz muayenesi doğuştan itibaren yapılabilir. 3 aylıktan itibaren bebekler gözlük takabilir.

Halk arasında dinlendirici olarak tanımlanan gözlük numaralıdır ve ihtiyacı olana verilir.

Bilgisayar başında uzun süre durmak gözü bozmaz.

Gözlük takınca göz alışır, numara ilerler düşüncesi yanlıştır.

Başkasının gözlüğünü kullanmak veya yanlış numaralı gözlük kullanmak gözü bozmaz ancak şikayete neden olur.

Gözlük ve lensin muayenesiz alınıp kullanılması doğru değildir.

Bebeklerde katarakt veya glokom (göz tansiyonu) görülebilir.

Gözüne yabancı cisim kaçanların kullandığı kızarıklığı giderici veya uyuşturan bazı ilaçlar göz zarar verir.

Gözün parlaması için kullanılan damlalar zararlıdır.

Göz tembeliği ameliyatla düzelmez. Küçük yaştan itibaren gözlük kullanılması ve gözün kapatılıp çalıştırılması ile düzelir. (7 yaşın altında)

Göz tansiyonu ilaçlarının ömür boyu kullanılması gerekir.

Göz banyosunun göze bir faydası yoktur.

Başkasına iyi geldi diye göz damlası gelişigüzel kullanılmamalıdır.

Çok kitap okumakla göz daha da bozulmaz.

Gözde hissedilen her ağrı mutlaka göz rahatsızlığından kaynaklanmayabilir.

Glokom (Göz tansiyonu) ilerleyip göz sinirinde tahribat yaptıktan sonra belirti verir.

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış