Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 50

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.870 Cevap: 719
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
20 Şubat 2008       Mesaj #491
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Kaloriyi nasıl ölçeceğiz?

Sponsorlu Bağlantılar
Yiyeceklerdeki su, vitamin ve minerallerin kalorisi yoktur. Bu nedenle su oranı yüksek salatalık, marul gibi besinler düşük kalorili, su içermeyen badem, mayonez gibi besinler ise yüksek kalorilidir.

20 Şubat 2008 Çarşamba

Dilara Koçak Kalori bir ölçü birimidir. Nasıl ki kilogram ağırlık ölçüsünü, metre uzunluk ölçüsünü, litre hacim ölçüsünü belirtirse kalori de vücutta tüketilen enerjinin ölçüsüdür. Bir şey yediğiniz zaman, o yiyeceğin içerdiği kalori miktarı, onun vücuda sağladığı enerji birimi sayısıdır. Kalori aynı zamanda vücudunuzun harcadığı enerjinin de ölçüsüdür, yani hem giren hem de harcanan enerjinin ölçüsüdür. Bu yüzden egzersizler boyunca da sürekli olarak yakılan kalori miktarından bahsederiz. Yemeklerdeki kalorileri nasıl ölçeriz?Bunun için biz diyetisyenlerin pratik hesaplama yöntemleri ve eğitimimizin bir parçası olarak çok geniş bilgimiz vardır ancak asıl ölçme yöntemi şöyledir. Yiyecekler kalorimetre kabı (bomb kalorimeter) adı verilen özel bir alet içinde yakılır. Yiyecek, önce içeriğindeki suyu çıkarmak için kurutulur ve sonra da suyun içinde duran özel bir konteynırın içine yerleştirilir. Yiyecek yakılınca ortaya çıkan ısı, bu kap sayesinde suya aktarılır. Suyun kaynadığı miktar, kalorinin ölçüsünü belirler. Bir kalori, bir gram suyun sıcaklığının bir santigrat artması için ihtiyaç duyulan enerji miktarıdır.
Kalori değerlerini bilinYiyecekler içeriklerinde protein, karbonhidrat (şeker ve nişasta) ve yağ içerir, bunların her biri kalori içerir. Yiyeceklerdeki su, vitamin ve minerallerin ise kalorisi yoktur. Bu sebeple su kalorisizdir su oranı yüksek besinler düşük kalorili (salatalık, domates, marul gibi) su içermeyen yağlı besinler ise (badem, mayonez gibi) yüksek kalorilidir. Çoğu yiyecek aslında kilokalori ile ölçülür. Bu da bir kalorideki enerjinin bin katıdır. Ancak pratikte ''kalori'' kullanılır. Bu sebeple bazı etiketlerde veya diyet kitabında gördüğünüz kilokalori kelimesi aslında kalori anlamında olabilir. Bu size biraz teknik gelebilir, dolayısıyla sizin tek bilmeniz gereken yiyeceklerin kalori değerleridir. Bir büyük dilim havuçlu kekin yaklaşık 400 kalorisi, büyük boy taze bir elmanın ise 90 -100 kalorisi vardır. Yani kek size elmanın dört katı kadar enerji (kalori) verir. Bu kaloriyi yakabilecekseniz almanız elbette iyidir ama temel enerji ihtiyacınız zaten karşılanmışsa, vücut kalan fazla kaloriyi yağ olarak depolayacaktır. Bu durumda kek, elmaya göre dört kat daha fazla yağ depolar. Vücut yediğiniz her besinin fazlasını yağ olarak depolar bu besinin sadece yağ olması gerekmez. İnsanlar nasıl kalori kaybettiği konusunda birbirlerinden farklılık gösterirler. Hepimiz sınırsızca yemek yiyen ancak çok az kilo alan insanları biliriz. Bu şanslı kişiler yemeğin bol olduğu ve ince olmanın da makbul olduğu toplumlarda kabul görürler. Ancak herhangi bir açlıkta da ilk gidecek onlardır, çünkü vücutları mideye indirilen kalorileri enerji olarak depolayamazlar (yağ).
Bazı şanssızlar ise yemeksiz yaşayamayız hep yemek düşünür ve yer ve bu yüzden de kilo alma eğilimindeyizdir. Yemeğin az bulunduğu zamanlarda bu adaptif bir davranıştır, ancak yemeğin bol olduğu durumlarda kilo alımına neden olur. Kilo verebilmek için bunun gibi biri kalori alımını düşürmek durumundadır. Kilolu bir insanın kilo vermek için diğerlerinden daha zor zaman geçirmesinin sebebi de budur.
Herkes eşit yaratılmamıştır Şimdi iki ayrı savaş veren iki ayrı insanı karşılaştıralım (Sibel ve Neşe). İkisinin de ağırlığı 90 kilo olsun. Sibel kilosunu korurken günde 2500 kalori yemektedir ve günlük kalori alımını 2000e indirirse haftada bir kilo verebilir.
Diğer yandan Neşe ise günlük ortalama 1800 kalori tüketiyor ve her hafta bir kilo verebilmek için kalori alımını günde 1300 kaloriye kadar azaltmalıdır. Bu şaşırtıcıdır, çünkü Neşe kilo vermek için Sibelden daha zor zaman geçirecektir. Bu bireysel farklı-lıklar yüzünden bu iki kişinin günlük olarak aynı sayıda kalori tüketmelerini beklemek pek verimli olmaz. Her gün 500 kalori azaltmanın yararı7000 kalorinin bir kiloya eşit olduğunu duyarız (yani bir kilo almak için 7000 ekstra kalori alındığını). Eğer haftada 7000 kalori daha az alırsak, vücudumuz bir kilo daha verecektir. Aslında aritmetik şu şekildedir. Eğer günlük tüketiminizden her gün 500 kalori azaltırsanız, haftada 3500 kalori daha az tüketmiş olur ve böylece yarım kilo verebilirsiniz. Bu sayılar kalorilerin nasıl kiloya dönüştüğünü göstermek için yardımcı olur. Ama yine de şu unutulmamalıdır, sayılar kaba ortalamalardır. İnsanlar bir kilo vermek için ne kadar kalori yakmaya ihtiyaç duyduğu konusunda farklılık gösterirler. Dolayısıyla bu sayılar sizin için uygun olmayabilir. Önemli olan her besin grubundan dengeli miktarlarda tüketerek ve orta seviyede egzersiz yaparak aldığı-nız ve harcadığınız kaloriyi dengelemektir.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:32
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
21 Şubat 2008       Mesaj #492
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Dişlerinizi saklayın!

Sponsorlu Bağlantılar
Kök hücreler, kordon kanı bankacılığı derken şimdi de kaybedilen dişlerin yerine getirilmesini sağlayacak ''diş bankacılığı'' gündemde.

21 Şubat 2008 Perşembe

Ayşegül Aydoğan Atakan Süt dişlerinden alınan kök hücrelerle, dişlerin yeniden çıkması mümkün olacak. Gelecekte pek çok hastalığın tedavi umudu, kök hücre tedavilerine bağlanıyor. Birkaç yıl öncesine kadar az sayıda hastalık için çare olacağı söylenen kök hücre tedavilerinin sınırı giderek genişliyor. Diş Hekimi Çağdaş Kışlaoğlu da süt dişi ve 20 yaş dişlerinin, vücutta kemik, kıkırdak, kas, sinir hücre ve dokularına dönüşebilme potansiyeline sahip olduğunu belirterek, kök hücre tedavilerinin diş hekimliğinde de önemli bir yer edineceğini söylüyor. Diş hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, kaybedilen dişlerin yerine yenisinin çıkmasını sağlayacak kök hücre tedavileri ve diş bankacılığı hakkında bilgi verdi. Diş bankacılığının getireceği yararlar ne olacak?Özellikle süt dişlerinin özünde bol miktarda kök hücre bulunur. Diş kök hücrelerinin gelecekte başta dişsizlik olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde önemli avantajlar sağlayacağı tahmin ediliyor. Diş bankacılığı sayesinde, dökülen süt dişlerinden alınarak muhafaza edilen kök hücreler, kaybedilen dişlerin yerlerine ekilerek yeniden diş çıkması sağlanacak. Diş kök hücrelerinin farkı nedir?Kök hücreler, insan vücudundaki tüm hücrelerin gelişimini sağlayan kaynak hücrelerdir. Kök hücrelerin sahip oldukları çoğalma ya da başka hücre çeşitlerine dönüşme özelliği, bilim adamlarını bu hücrelerin yeni kullanım alanlarını keşfetmeye itiyor. Diş kök hücrelerinin, yetişkin kök hücrelerine nazaran tam gelişmemiş ve farklılaşmamış olması sebebiyle çok fazla doku tipi oluşturma potansiyeline sahip olduklarına inanılıyor. Diş kök hücreleri; kemik, kıkırdak, kalp, kas ve sinir hücre ve dokularına dönüşebilme potansiyeline sahip olmaları bakımından da büyük önem taşıyor. Hangi dişlerden kök hücre elde ediliyor? Süt dişleri ve 20 yaş dişlerinden elde edilen kök hücreler dondurularak gelecekte kullanılmak üzere kök hücre ''Diş Bankası''nda saklanabiliyor. Ancak her dişin pulpası olmasına rağmen özellikle üst ön dört ve alt ön dört süt dişi ile 20 yaş dişleri kök hücre canlılığı açısından üstünlük sağlıyor. Çekilen dişler, bankaya nasıl ulaştırılır?Dişler, kök hücrenin canlılığını yitirmemesi için özel solüsyonlu kit içinde diş bankasına ulaştırılır. Kitlerin içinde, çekimden sonra 15 dakika içinde dişin konulması gereken ve oda sıcaklığında 52 saat bekleyebilen solüsyon vardır. Diş bankasının merkezi nerede ve Türkiyede şubesi var mı? Diş Bankasının merkezi, ADBnin Boston şehrinde. 1995 yılında kordon kanından elde edilen kök hücreleri depolamaya, 2007 yılında da dişlerden alınan kök hücrelerin bankacılığına başladı. Merkezin Türkiyede Nişantaşında şubesi var. Dişimizi saklamak için ne yapmamız gerekiyor? Öncelikle diş çekim tarihi için diş bankasını aramanız gerekiyor. Diş bankasından gelen uzmanlar, çekim bittikten sonra imzalanan sözleşmeyi ve dişin konulacağı kiti diş bankasının Türkiye şubesine getirecektir. Gerekli evrakların oluşturulması sonrasında diş, ABDdeki merkeze gönderilecektir. Pulpadaki kök hücrelerin yeterli sayıda olduğu ve saklanabildiği bilgisinin gelmesini takip eden altı hafta içerisinde, size özel bir kullanıcı numarasının (ID number) bulunduğu sertifikanız ve beraberinde imzalamış olduğumuz sözleşme, onaylanmış olarak iletilecek. Yaptığınız sözleşme 20 yıl geçerli olacaktır. Kök hücrelerimizi neden saklamalıyız? Tıpta kök hücre nakli ile tedavi edilebilen hastalıkların sayısı her geçen gün artıyor. Bu bakımdan, kök hücrelerin saklanması, ailenizin geleceği için adeta paha biçilmez bir sigorta poliçesidir. Kişilerin kendi kök hücrelerini gelecekte mümkün olabilecek tedaviler için alıp saklayabilecekleri çok az durum vardır. Diş kök hücresinin saklanması bu durumlardan biridir.

kaynak:saglik.milliyet.com.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:32
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
24 Şubat 2008       Mesaj #493
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Bel ağrısının 10 nedeni

Bel ağrısı en sık karşılaşılan ağrı nedenlerinin başında geliyor. Erişkinlerin yüzde 85i yaşamlarının bir döneminde en az bir kez bel bölgesinde ağrıdan yakınıyor.

Bel ağrısı şiddetli ya da uzun süreli olduğu zaman kişilerin günlük ve iş yaşamlarını olumsuz yönde etkileyerek, yaşam kalitelerini belirgin derecede düşürebiliyor. Türk Böbrek Vakfı Hizmet Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü Uzm. Dr. Suna Mahmuti Roylas, bel ağrısının nedenlerini şöyle özetliyor. 1. Beli kötü kullanma: Uzun süre aynı pozisyonda durmak günlük hayatta bel mekaniğine uygun olmayan yanlış hareket veya kötü duruş belinizde yıpranmaya neden olur.
2. Kas spazmı: Genellikle beli destekleyen kasların veya bağların aşırı gerilmesi, ağır bir şey kaldırmak, atlamak, düşmek ve spor aktivitesi bel tutulmasına neden olabilir. Vücudun buna cevabı ağrılı kas spazmıdır. Mevsimsel ısı değişimleri, rüzgar ve hava akımı kas spazmını artırır.
3. Bel fıtığı: Her iki bel omuru arasında yastık görevi yapan jölemsi dokunun disk kayması veya taşmasıdır. Böylece omuriliklten çıkarak bacağa, ayağa inen sinire baskı yaparak bel ve bacak ağrısı oluşur. Öksürükle, hapşırmakla, ıkınmakla ağrı artar.
4. Omurga kanalında darlanma (Spinal Stenozu): Omurilik ve sinirlerinin geçtiği kanalların daralması, sinirleri sıkıştırması ile oluşur. İleri yaşlarda özellikle belli bir mesafe yüründüğünde bacaklarda ağrı, uyuşma ve topallama ile kendini gösterir.
5. Omurlarda kayma ve biçim bozuklukları: Bel omurlarının birbirinin üzerinden kaymasıyla karakterize ''Spondilolistezis'' de bel ağrısı sebebidir. Hareketle ağrı artar. Ayrıca beldeki eğrilikler, düzleşmele, beldeki açıklıklar, fazla veya eksik bel omuru bel ağrısı nedeni olabilir.
6. Gerilim, stres, sigara: Bel ağrısını artıran ve kronikleştiren en önemli sebeptir. Ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlar bel ağrısını artırır. Sigara da bel bölgesine giden damarlarda tıkanıklığa neden olduğundan diskte harabiyet daha hızlı, kemikte iyileşme daha geç olur. Gülmek, çalışmak, sosyal uğraşılar ve hayata bağlılık ağrıya karşı etkilidir.
7. Fazla kilo: Belimizin taşıdığı yük miktarını arttırdığı için sakıncalıdır.
8. Kireçlenme - Osteoartirit: Yaşın ilerlemesi ile kemik yapıda, bağlarda ve disklerde yıpranma başlar. Yıpranmış dokular kireçlenir, hareket kabiliyeti azalır.
9. Kemik erimesi, osteoporoz: Osteoporoz kemiklerde yumuşamaya yol açarak kolay kırılma ve ağrıya sebep olur. Beslenmede kalsiyum ve D vitamini eksikliği, hareketsiz yaşam, erken menopoz, alkol kortikosteroidler ve sigara riski artırır.
10. Romatizma: Vücudun bağışıklık sisteminin kendi öz hücrelerine savaş açması sonucu gelişir. Omurgadaki normal kemik ve kıkırdak dokuları hasara uğrar.
Sabahları görülen eklem sertliği ve tutulmalar romatizmal hastalıklarda uyarıcıdır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:32
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
24 Şubat 2008       Mesaj #494
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Light ürünlere dikkat

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Şişmanlığın görülme sıklığının artmasıyla beraber önem kazanan light ürünlere karşı uzmanlar uyarıyor.

Diyet Uzmanı Dyt. Şeçil Kenar, light ürünlerin miktarında ve çeşidinde tehlikeli bir artış yaşandığına dikkati çekerek “Bu artış aynı zamanda günlük alınan kalori miktarının da artmasına neden oluyor. Az yağlı-diyet-light diye piyasaya sunulan ürünlerin normal ürünlerle arasında ciddi farklar bulunmuyor” dedi.

DİYET ÜRÜNLER DAHA FAZLA KALORİ ALIMINA NEDEN OLABİLİYOR

Diyet Uzmanı Dyt. Şeçil Kenar, zayıflamak ya da kilosunu korumak isteyen bireylerin piyasadaki light ürünlerin çok düşük kalorili veya kalorisiz olduğunu sanmasından dolayı, günlük tüketilen light ürün miktarında ve çeşidinde büyük bir artış gözlemlediklerini belirtti. Bu artışın aynı zamanda günlük alınan kalori miktarının da artmasına neden olduğunu ifade eden Dyt. Şeçil Kenar, “Az yağlı-diyet-light diye piyasaya sunulan ürünlerin normal ürünlerle arasında ciddi farklar bulunmuyor. Yani bu ürünler referans ürüne göre çok az veya kalorisiz değildir” dedi. Tüketicinin light ürün tüketimindeki yanlış bilgiye de değinen Dyt. Kenar, “Tüketicide bu gıdaların üzerindeki etiket kavramını değerlendirme şekli 'daha az kalorili bunu alayım' ya da 'bu diyet bunu daha çok yiyebilirim' olursa light-diyet tüketilerek total olarak daha fazla kalori alınmış oluyor. Örneğin light tatlılarda sükroz molekülü yerine yapay tatlandırıcılar kullanıldığı halde oldukça fazla kalori değerleri vardır. Fakat kişiler şeker içermediği için bu besinleri çok fazla tüketebilmektedirler” diye konuştu.

DİYABETİK ÜRÜNLER ZAYIFLAMAK AMACIYLA BİLİNÇSİZCE TÜKETİLİYOR

Kilo vermek isterken yapılan hatalardan birinin de özel hastalıkları bulunan kişiler için üretilen gıdaların bilinçsizce tüketilmesi olduğunu belirten Dyt. Kenar, "Diyet döneminde yapılan en büyük hatalardan sağlıklı bireylerin, özel hastalıklarda tüketilmek için üretilen ürünleri bilinçsizce ve sıkça tüketmeleridir. Daha az kalori alayım, zayıflayayım veya kilomu koruyayım derken bu gıdalar ile tüketici daha fazla kilo bile alabilmektedir” dedi. Burada önemli olanın yeterli ve dengeli bir beslenme alışkanlığını hayat tarzı haline getirmek olduğunu belirten Diyet Uzmanı Dyt. Kenar, “Unutmamak gerekir ki asla bir besin gıda teknolojisinin müdahalesiyle sihirli bir hale getirilemez” diye konuştu. Etiket kontrolünün devletin denetiminde olması gerektiğinin altını çizen Dyt. Seçil Kenar “Besinleri; karbonhidrat, yağ, protein, mineraller ya da vitaminler açısından analiz etmek tabii ki tüketici için mümkün değildir. Bu değerler ancak laboratuvar şartlarında bilimsel analizlerle bulunur. Bu yüzden tüketicinin etiket bilgilerini doğru - yanlış olarak değerlendirmesi de mümkün değildir. Etiket kontrolünün hukuksal yaptırımlarıyla devletin denetiminde olması bizce en makul yoldur” dedi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:33
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
4 Mart 2008       Mesaj #495
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Suyun sonsuz vaatleri!

Üç milyon yıldır, hiçbir canlı organizma - bitki, hayvan ya da insan, su olmadan hayatta kalmayı başaramamıştır. Shiseido'nun yaptığı araştırma bildiğimiz ama göz ardı ettiğimiz birçok gerçeği su yüzüne çıkarıyor.

4 Mart 2008 Salı

Kırışıklıklar? Bu kelimeyi asla 30 yaşında kullanmazsınız, ilk mimik çizgileri cildin en ince olduğu yer olan göz çevresinde oluşmaya başlamış olsa bile. Yine de, yüzde ortaya çıktığı gözlenen küçük değişimler endişeye neden olur. "Cildim iki-üç yıl öncesine göre sıkılığını kaybetmiş gibi görünüyor", "Yeterince
bilir miyiz? Evet, çünkü cilt beyin ile aynı embriyonik dokudan (ektoblast) meydana gelmektedir. Her iki organ da yirmidört saat boyunca bir "özel hat" ile iletişim kurarlar -sinir uçlarının olağanüstü elektrik ağı ile. Evet son derece sıra dışı, ancak asla yorulmak bilmez. Cilt 30 yaşındayken 20 yaşındaki gibi görünüyor olsa bile, yine de yorgunluk belirtileri gösterebilir. İyi cilt alışkanlıklar gerektirir Sizce de herkes farklı yaşlanmıyor mu? Aslında Bu artık günümüzde çok da doğru sayılmaz. Her ne kadar hücrelerimizin DNA'sını kontrol edemesek de, iyi önlemler alarak yaşlanmayı minimize edebiliriz, hatta her gün düzenli olarak doğru cilt bakımı ürünleri kullanarak yaşlanma sürecini yavaşlatabiliriz bile. Başlangıç olarak, nemlendirici bakım ürünleri kullanarak. Düşmanlarınızı tanımakta da yarar var. Güneşe maruz kalmak cildin en ciddi tehditlerinden olsa da, aslında kaçınılması en kolay olanıdır. UVB ışınları cildi kurutur ve zarar verirken, UVA ışınları daha derinlere inerek, serbest radikallerin oluşması yoluyla erken yaşta elastin liflerinin onarılamayacak şekilde "kırılmasına" neden olur. Cildi heliodermiden (güneş ışınlarından kaynaklanan erken yaşlanma) korumak demek, yüzü gölgede tutmak ve yıl boyu güneş koruması kullanmak anlamına gelmektedir. Peki ya hava kirliliği? Kaçınılması çok zor olsa da, en azından sigara dumanından kaçınabilir, daha düzenli uyuyabilir ve cildinize daha fazla özen gösterebilirsiniz. Zayıf noktalarınızı tanıyın! Bunun için yüzünüzü incelemeniz gerekiyor. Bakıma ve neme en çok ihtiyacı olan bölgeleri daha iyi hedef almak için oluşmakta olan ince çizgileri okumayı öğrenin. Talepkar, tedirgin, endişeli biri misiniz? Kaşlarınızı çattıkça ilk oluşacak çizgiler kaşlarınız arasında olacaktır. Çok mu gülersiniz? Kaz ayağına karşı korumak için göz kenarlarınıza daha fazla özen göstermeniz gerekir. Meraklı mısınız? Alında oluşacak enine çizgileri dikkat edin. Göz çevrenizde koyu halkalar oluşma eğilimi mi var? Göz kapaklarınız en büyük önceliğiniz olmalı. İdeal bir cilt bakımıAşama 1: Temizleme: Avrupa pazarında yenilikçi bir varoluş ile Shiseido 60'larda çoğu Japon kadının uyguladığı cilt bakım alışkanlığının öncülüğünü yaptı: Köpük temizleyiciler. Bugün Shiseido The Skin-care Extra Gentle Cleansing Foam, fayda sağlama ve narinliğin mükemmel denge¬sini sunuyor. 1 [afif köpük hidrolipidik ta¬bakayı korurken yüzünüzü derinlemesine temizlemekte. Cleansing Massage Brush ile kullanıldığında, mikrodolaşımı hareke¬ti- geçiren narin bir masaj sayesinde sağ¬lıklı ve aydınlık bir cilt sağlıyor. Aşama 2: Dengeleme: Japon kadınların %90'ı dengeleyici losyon kullanır, acaba kaç Avrupalı katlın gerçekten bunun nedenini bilir? Temizlemenin ardından ve nemlendiriciden önce, bu önemli aşama, hijyen ve cilt bakımı arasındaki sınırı belirler. Shiseido The Skincare 1 lydro-Nou-rishing Softener hafif bir enzimatik soyma işlemiyle yumuşatma özelliğinin faydalarını birleştirir. Tüm Shiseido dengeeme losyonları gibi ciltin üst tabakasında maksimum yumuşaklık sağlar ve uygulama sonrasında cildi kurutmaz. Böylece, dengelevici losvonun ardından uygulanan bakım ürünlerinin faydalar en iyi şekilde ve en doğru miktarda alınır. Aşama 3: Nemlendirme: Nemlendirme, "normal" bir cildin temelindeki esas ba¬kımdır. Gündüz ve gece kremi ayrımı ilk olarak 30 yaşında yapılır. Gün içerisinde cilt çevresel bir organdır, gece ise kalp atışları yavaşladığında, faaliyetleri ve beslenme oranı zirveye ulaşır. Dolavısıv la. gündüz ve gece dönemlerindeki ihtiyaçları farklıdır. Bu nedenle, Shiseido The Skincare Dav Moisture I'rotection cildin nem* ihtiyaçlarını hedef alır ve cildi UV ışınlarının hasar verici etkilerine karşı korur. The \ight Moisture Recharge ise, nem vermenin yanı sıra, cildin dokusu üzerinde etkili olan besleyici içerikler sağlar. Tüm bu bakım ürünleri aromakolojik parfüm ile formüle edilmiştir. Ürünlerin uygulanmadan önce parfüm formülünün etkilerini arttırmak için avuç içinde hafifçe ısıtılması tavsiye edilmektedir.
Lavie - avatarı
Lavie
Ziyaretçi
5 Mart 2008       Mesaj #496
Lavie - avatarı
Ziyaretçi
Süt içmek yerine süt yemekten daha fazla hoşlanıyoruz. Bir bardak süt yerine bir kase sütlaç veya keşkül, kazandibi, sütlü nuriye tatlısı yemek genelde daha fazla tercih ediliyor ve seviliyor. Çocuklara sütü sevdirmek için çeşitli aromalar ve farklı tatlar karıştırmayı deniyor anneler.
Çocuğunun süt tüketimi için elinden geleni yapan anne, çoğu zaman kendisi için aynı özeni göstermiyor. Her gün çocukların 2 - 3 su bardağı, yetişkinlerinse 1 - 2 su bardağı süt tüketmeleri sağlık açısından çok değerli. Bu konuda yapılmış çok fazla araştırma var
Süt içmek, böbrek taşı oluşumu riskini azaltmaya yardımcı olabilir: Böbrek taşı geçmişi olmayan 81 bin kadınla yakın zamanda yapılmış olan epidemiyolojik bir araştırmada yağsız süt tüketimiyle böbrek taşı riskinin düşüklüğü arasında bir bağlantı olduğu bulunmuştur.
Günde üç porsiyon koruyor
Bir başka araştırmanın sonuçları da göstermiştir ki kalsiyum açısından en zengin yiyecekleri tükettiklerini rapor eden kadınlar (günde üç veya daha fazla porsiyon süt ürünü) sekiz yılı aşkın süre boyunca böbrek taşı oluşumu riski en düşük olan grubu oluşturmuş. Bunun tersine araştırmacılar kalsiyumu besinle almak yerine supleman (takviye) olarak alanlarda böbrek taşı oluşumu üzerine hiçbir etki olmadığını buldular.
Süt tüketimi, salyanın yerine geçerek diş çürümesi riskinin azalmasına yardımcı olur: Nem sağlayarak dişte oyuk oluşumunu artıran maddelerin (örneğin sukroz gibi basit şekerler) temizlenmesine yardımcı olmaya ek olarak süt, oral asitlere tampon oluşturur. Diş minesinin çözülebilirliğini azaltır ve diş minesinin tekrar mineralize olmasına yardımcı olur.
Daha düşük vücut yağı için etkilidir: İki yıllık bir egzersiz programına kayıt olan 18 - 31 yaş arası genç yetişkin kadınlardan süt ürünlerinden daha yüksek kalsiyum alımını tercih edenlerin, daha düşük vücut ağırlığı ve vücut yağına sahip oldukları görülmüştür.
Folat için önemli. Penn State Üniversitesi’ndeki araştırmacılar günde en az üç porsiyon süt tüketen kadınların diğer yiyeceklerde bulunan folatın kullanımını daha etkin olarak sağladığını öne sürmektedir. Folat, kalp hastalıkları ve inmeleri önlemeye yardımcı olabilir ve özellikle çocuk doğurma yaşındaki kadınlar için, bebekte doğumsal anomali riskini azaltma açısından önemlidir.
İyi bir sporcu içeceğidir. Kanada’da yapılan yeni bir araştırmaya göre egzersizden sonra spor içecekleri yerine süt içenler, daha fazla kas yapıyor ve daha çok yağ yakıyor. Araştırmacılara göre bunun nedeni sütün hidrasyon için, sıvı ve enerji için karbonhidrata ek olarak protein açısından da zengin olması.
İdrar yolu iltihabının engellenmesi: Bir araştırmada yoğurt ve belli tiplerde peynir gibi fermente olmuş süt ürünlerini hafta üç veya daha fazla yiyen kadınların, bu tip yiyecekleri haftada bir veya daha az yiyen kadınlardan yüzde 79 daha az idrar yolu iltihabı olduğu görülmüştür.
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
9 Mart 2008       Mesaj #497
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
3 doz aşı yeter!

Son yıllarda tıp alanındaki gelişmeler, bize rahim ağzı kanseri ile ilgili sevindirici bir haber verdi: Bu virüsten aşı ile korunabilirsiniz!!

8 Mart 2008 Cumartesi(kaynak:milliyet.sağlık)

Bulaşıcı HPV virüsünün sebep olduğu rahim ağzı kanseri yüzünden her yıl 300.000 kadın hayatını kaybediyor1. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre bugüne kadar 630 milyon kişinin HPV ile infekte olduğu tahmin ediliyor2. Dünyada her 10 kişiden biri taşıdığı3 ve belirti göstermediği için4, başka insanlara farkında olmadan bulaştırılan HPV, başta rahim ağzı kanseri olmak üzere kadın sağlığını tehdit eden genital bölgedeki diğer kanserlerin, kanser öncesi lezyonların ve genital siğillerin de en önemli sebebi5. Her iki dakikada bir kadının ölümüne sebep olan rahim ağzı kanseri6 ile mücadelede çok önemli bir ilerleme olan aşı, koldan 3 doz olarak uygulanıyor. Siz bu satırları okurken bir kadın rahim ağzı kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Daha fazla kadının ölümünü engellemek ve sağlıklı bir nesil oluşturabilmek için hemen kendiniz ve sevdikleriniz için önlem alın ve doktorunuza başvurun! Sağlıklı Nesiller İçin Kendimizi ve Kızlarımızı Koruyalım Eşimiz, çocuklarımız, kadınlarımız için böyle bir hastalığa karşı koruyucu bir aşının varlığını duymak hepimizi sevindirdi ama kaçımız bu aşıyı yaptırmak için harekete geçti? Kadınlarımızı düşünmek için maalesef her zaman küçük bir hediye ya da bir çiçek almak yeterli olmayabiliyor. Onları, hayatlarını kurtarabilecek aşı konusunda bilinçlendirmek ve harekete geçirmek ona vereceğimiz en değerli hediye olabilir. 8 Martta kadınlar seslerini duyurmalı! Başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) olmak üzere pek çok önemli derneğin tavsiyeleri8 üzerine Fransa ve Avustralya, Almanya, Belçika gibi pek çok ülkenin hükümetleri doktorlara ve halkına, yayınladıkları bir bildiriyle aşılanma önerisinde bulundu. Bu gelişmelerin ışığında birçok ülke ücretsiz aşılama kararı aldı. Aşının kullanılmaya başlandığı günden bu yana dünyada milyonlarca kadın9 kendini ve kızlarını aşılatarak rahim ağzı kanserine karşı önlemlerini aldılar ve sağlıklı gelecek nesillerin temellerini attılar.
Ülkemizde de yakın zamanda rahim ağzı kanseri hastalığı ve bu hastalığı önlemeye yardımcı olan aşı ile ilgili kamuoyunda bilinç oluşturulmuştur. Türkiyenin genç kız ve kadınları da hastalığa karşı giderek artan sayıda aşılanmaya devam etmektedir. Bilinçli bir anne olmak sadece çocuk büyütmek değil, genç kızlık çağındaki çocuklar için her türlü önlemi de almak ve hayatta karşılaşabileceği risklere karşı önlem almak demektir.
Tüm dünyada kutlanan 8 Mart Kadınlar Gününde, sağlıklı gelecek nesillere sahip olabilmek adına bilinçli annelere düşen görev kızamık, verem, grip gibi hastalıklardan kızlarını korumak için gösterdikleri hassasiyeti rahim ağzı kanseri içinde göstermeleri ve geç olmadan, hemen doktorlarına danışarak önlemlerini almalarıdır. Ayrıca bize düşen görev de çevremizdeki tüm kadınları, bu aşının varlığından haberdar etmek ve onları harekete geçirmektir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:33
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
10 Mart 2008       Mesaj #498
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Ergenliğe geçiş yaşı düşüyor!

Hormonlu yiyecekler ve katkı maddeleri yüzünden kızların ergen olma yaşının 6ya kadar düşebildiği bildirildi.

10 Mart 2008 Pazartesi(milliyet.sağlık)

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Çocuk Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Emre Atabek, yaptığı açıklamada, kadınlarda ergenliğe geçişin tamamen hormonlarla ilgili olduğunu söyledi. Çocukların cinsel gelişimini etkileyen hormonların doğumdan sonra bir süre aktif olduğunu belirten Doç. Dr. Atabek, kısa süre içinde bu hormonların etkisini kaybettiğini ve belli bir yaşa kadar sessiz kaldığını bildirdi. Zamanla bazı etkenlerle hormonların tekrar aktifleşmesiyle ergenlik dönemine geçişin başladığını belirten Doç. Dr. Atabek, şunları kaydetti: "Bu dönemden sonra hormon düzeyleri artmaya başlar ve cinsel gelişim basamakları ilerler. Günümüzde, ergenliğe ilköğretim çağından önce girenlere de rastlanıyor. Özellikle hormonlu yiyecekler ve katkı maddeleri yüzünden kızların ergen olma yaşı 6ya kadar düşebiliyor. Bu düşüşte meyve ve sebzelerde kullanılan hormonlar, uzun raf ömrü için tercih edilen katkı maddeleri kadar, plastik, tekstil, boya, yapıştırıcı, elektronik sanayide kullanılan kimyasallar, hava kirliliği gibi hormon bozucular da etkili." Hormonlu gıdalar ve katkı maddelerinin östrojenik etkiyi artırdığını ifade eden Doç. Dr. Atabek, "Bu etkiyle henüz oyun dünyası içinde olan çocuk regl olmaya başlıyor. Hormonlu yiyecek yüzünden 6 yaşında ergenliğe geçen kız çocuğu bana geldi. Bunun gibi birçok örnek var" dedi. Erken yaşta reglin, boyun uzamasına engel olduğunu bildiren Doç. Dr. Atabek, şöyle devam etti: "Gelecek nesillerin daha uzun olacağı söyleniyordu, ancak bu durum gidişatı tam tersine çevirecek. Özellikle genç kızların boyları gelecek yıllarda daha kısa olacak. Aynı etkiler nedeniyle sperm bozukluğu yüzünden erkeklerin de boy konusunda sorun yaşaması bekleniyor. Erken ergenlik psikososyal sorunlara yol açıyor. Düşünün, 6 yaşında regl, olan bir kız çocuğu, bu sorumluluğu nasıl üstlensin? Ayrıca ergenliğe erken geçiş nedeniyle henüz çok küçükken göğüsleri büyüyor. Taşıyamıyor,kamburluk ortaya çıkıyor. Bütün bunlar çocuğun sosyal hayattan, arkadaşlarından uzaklaşması anlamına geliyor." Doç. Dr. Atabek, çevresel etkilerin erkek çocuklarda da bazı sorunlara yol açtığını belirterek, şunları söyledi: "Son yıllarda halk arasında doğuştan sünnetli olarak bilinen üreme organında deformasyon da çok görülmeye başlandı. Hormonlu yiyeceklerle katkı maddeli gıdalarla beslenen, aşırı kirliliğe maruz kalan annelerin karnında bebeklerin etkilenmesi sonucu bu tür sorun görülüyor. Doğuştan sünnetli çocuklardaki sorun özel ameliyatla düzeltiliyor."
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:33
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
11 Mart 2008       Mesaj #499
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Anti-depresanlar işe yaramıyor

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler Prozac ve Seroxat gibi dünya çapında milyonlarca kişinin kullandığı anti-depresanlar üzerinde yapılan bir araştırmada, bu ilaçların aslında işe yaramadığı sonucuna varıldı.

Prozac'ı dünya çapında milyonlarca kişi kullanıyor
Araştırmada, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bilgi edinme yasası uyarınca ilaç şirketlerinin bu ilaçlar üzerinde yaptığı, ancak yayınlamadığı klinik deneylerin sonuçları elde edildi.
Bu şekilde değerlendirilen 47 klinik deneyden çıkan veriler ışığında da anti-depresanların, hiçbir etkisi olmayan placebo, ya da şeker haplarından çok farklı olmadığı belirlendi.
Çalışma sonucu, anti-depresanların ciddi depresyon hastalarında işe yaradığı, ancak bunun da sınırlı düzeyde olduğu saptandı.
İngiliz, Amerikalı ve Kanadalı bilimadamlarından oluşan araştırma ekibinin başkanı Profesör Irving Kirsch "Anti-depresan ve placebo alan hastalar arasındaki gelişme farkı da çok değil. Bu depresyon hastaların kimyasal tedaviler olmadan da gelişme kaydedebileceğini gösteriyor" dedi.
Araştırmanın eski klinik veriler üzerinden yapıldığına dikkat çeken ilaç şirketleriyse yeni kanıtların tam tersi yönde olduğunu savunuyor.
Seroxat'ın üreticisi GlaxoSmithKline'dan bir sözcü çalışmada mevcut araştırmaların küçük bir kısmına bakıldığını savundu.
Prozac'ın üreticisi Eli Lilly'den de "kapsamlı bilimsel ve tıbbi araştırmalar Prozac'ın etkin bir anti-depresan olduğunu göstermiştir" denildi.
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
12 Mart 2008       Mesaj #500
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
ANTİOKSİDAN


Çayın sağlık için en önemli faydalarından birisi, doğal bir Antioksidan kaynağı olması. Peki Antioksidan nedir? Vücudumuza ne gibi etkileri var? Faydaları nelerdir?

Çay ve Saglık


Antioksidanlar, hücrelere zarar veren serbest radikalleri etkisiz hale getirerek, kanser dahil pek çok hastalığa ve erken yaşlanmaya neden olabilecek zincir reaksiyonları önleyen moleküllerdir. Bu moleküllerin vücutta gerekli seviyelerde bulunabilmesi için, yüksek oranda antioksidan içeren çay, meyve, sebze gibi besinler alınmasına dikkat edilmelidir.

Vücudumuzun kendini tahrip etme özelliği olduğu gibi, kendini savunma mekanizmasından ileri gelen tedavi özelliği de bulunur. İçeriğinde antioksidan bulunduran besinler de bu mekanizmayı tetikleyerek serbest radikallerin ve toksinlerin oluşumunu engeller ve hatta yaşlanma etkilerini azaltırlar.

Camelia Sinensis, yani çay, gerçek ve doğal bir antioksidan kaynağıdır. Çaydaki antioksidan madde Flavonoid olarak adlandırılır. En güçlü antioksidanlardan biri olan flavonoidlere, çay dışında sebze meyvelerde de rastlanır.
Çay tüketimiyle alınan antioksidanların faydaları, bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Yeşil ya da siyah çay içerek elde edilebilecek faydalar arasında, kalp- damar hastalıkları riskini azaltması, bazı kanser türlerine karşı direnç sağlaması, bağışıklık sistemini güçlendirmesi, dişlerde plak oluşumunu azaltması gibi faydalar sayılabilir.
Tein ve Teanin nedir?

Tein, diğer adıyla kafein, kahvenin içerdiği maddeyle aynıdır. Çayda, kahvenin yarısı kadar kafein bulunur. Günde içilecek 8 bardak çay, vücudunuzun ihtiyacı olan kafeini doğal yoldan karşılayarak zinde kalmanıza yardımcı olur.
Teanin ise sadece çayda bulunan bir amino asittir. Çay yapraklarında bulunur ve hem rahatlatır, hem konsantrasyon sağlar.
Tein ve teanin, yeşil ve siyah çayda bulunur. Bu iki mucizevi madde, çayın diğer bileşenleriyle birlikte vücudunuzun ve zihninizin canlanmasını sağlar.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:34

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış