Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 51

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.870 Cevap: 719
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
18 Mart 2008       Mesaj #501
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
ANTİBİYOTİĞİN GRİBE FAYDASI YOK!!
Avrupa Grip Gözlem Komitesi ve Avrupa Hastalıktan Korunma ve Kontrol Merkezi’nin A-H1 adlı yeni bir tür grip virüsünün salgın haline geldiğini açıklamasıyla birlikte, grip virüsü tekrar mercek altına alındı.
Sponsorlu Bağlantılar

Ancak gribe yakalananlar için VKV Amerikan Hastanesi’nden Dr. Hayri Aydın’ın önemli bir uyarısı var; ''Grip, influenza virüsünün yol açtığı bir solunum yolu hastalığı olup bildiğimiz antibiyotiklerin bu konuda herhangi bir faydası yoktur.''

Tüm üst solunum yolu şikâyetlerinin grip olmadığını vurgulayan Dr. Aydın, şu bilgileri veriyor: ''Genel olarak gripte ateş, burun akıntısı, boğaz ağrısı, kas ve eklem ağrıları, öksürük, halsizlik gibi şikâyetler görülür. Bunların diğer solunum yolu virüslerinin de yarattığı şikâyetler olduğu düşünülecek olunursa ayırım yapmak çok kolay değildir. Ancak gripte genellikle bu belirtiler biraz daha ağır seyreder. İnfluenza virüsüne karşı yeni antiviraller geliştirilmiştir. Bunlar özellikle ilk 24 - 48 saat içinde alındığı zaman etkinlikleri olan, hastalığın daha hafif ve daha kısa sürmesini sağlayan ilaçlardır. Grip olduğunu düşünen insanların bir an önce bir doktor ile görüşmesi ve bu konuda önerilerini alması uygun olacaktır. Bu arada bol bol C vitamini içeren meyveleri tercih etmek, yine grip önleme konusunda yapabileceklerimiz arasındadır.''

Sık sık el yıkayın
Grip virüsü, hastalıklı insanların virüsün olduğu vücut salgılarına dokunmuş olan elleriyle başka yerlere dokunmaları ve daha sonra burayla temas eden sağlıklı insanların ellerini ağız ve burunlarına götürmeleri ile vücuda girer. Gripten korunmak için eller sık sık yıkanmalı. Eğer yıkamak mümkün olmuyorsa alkol bazlı dezenfektan, temizleyici maddelerle temizlemeli.
Hastaların topluluklara karışmaması, özellikle çocukların okula gönderilmemesi gerekir. Grip aşısı olanlar gribi daha hafif geçirirler.
DreamLiKe - avatarı
DreamLiKe
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #502
DreamLiKe - avatarı
Ziyaretçi
Biyoflavonoidiler (P Vitamini)

Sponsorlu Bağlantılar
Vücutta Kullanım alanları: Doğada bol bulunur. Birçok P vitamini faktörü kanamalı skorbüt tedavisinde C vitaminiyle sinerjik (arttırıcı) etki gösterir. Ayrıca hepsi direncin artmasında ve kılcal damar geçirgenliğinin azalmasında önemli rol oynar. Atardamar ve toplardamarların sağlığı için önemlidir. C vitamini ve biyoflavonoidiler, anti-bakteriyel ve anti-viral özelliklere sahiptir.

Kaynak: Biyoflavonoidiler bazı maddelerin 100 gramında şu şekildedir: Limonda 500, portakalda 490, gül yaprağında 240–680, cevizde 100, lahanada 60–100, domateste 60–70, bezelyede 40–80, maydanozda 130 ve elmada 60 miligram bulunmaktadır. En iyi kaynağı limon ve portakal, özellikle de kabuklarıdır.

Tedavide kullanım alanları: Varislerde, hemoroit tedavisinde kullanım mevcuttur. Dozları: C vitamini ile birlikte alınması önerilmektedir. Günlük doz 500 mg olarak belirlenmiştir. Günde 1 veya 2 adet yemeklerle birlikte alınması tavsiye edilir. Uyarılar: Cerrahi bir müdahale veya tıbbi bir test yaptırmayı düşünüyorsanız biyoflavonoid aldığınız mutlaka hekime söyleyiniz, zira kan testlerinin sonuçları ile etkileşime girebilir.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:34
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #503
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Sağlığınız için 5 strateji

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre herkes en yüksek düzeyde sağlıklı olma ve sağlık hizmeti alma temel hakkına sahiptir.

18 Mart 2008 Salı(milliyet.sağlık)

Sağlık sorunları çok çeşitlidir. Tedavi için gerekli uzman kişiler, teknik ekipman, mekân gibi kaynaklar ise her zaman sınırlıdır. Bu durum tüm dünya için geçerlidir. Sağlık hizmetlerinin temel amacı kişileri hastalıklardan korumaktır. Ancak her türlü çabaya karşın herkesi hastalıklardan korumak mümkün olmaz, bazıları hastalanır. Bu durumda ise tedavi söz konusudur. Tedavi maliyeti koruyucu sağlık hizmeti maliyetinden daha yüksektir ve zor bir süreçtir. Kişiye yönelik koruyucu hizmetler doğrudan bireyleri ilgilendirdiği için herkesin, bu konuya özen göstermesi önemlidir.
Özellikle gençlere yönelik koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında üreme sağlığı, cinsel sağlık, gebelikten korunma yöntemleri, madde bağımlılığı, sigarayla savaş gibi konular en başta gelir. Bunun yanı sıra bağışıklama yoluyla toplumun yüzde 85-90ı bir hastalığa karşı bağışık duruma getirilirse o hastalık kontrol altına alınabilir. Bulaşıcı hastalıklardan korunmada en etkili yollardan biridir. Hastalanmadan önlem alın Hastalıklar ne kadar erken dönemde teşhis edilirse tedavileri de o kadar kolay, başarılı ve ekonomik olur. Kişiler bu konuda eğitilmeli ve sağlık personeli de bu konuya önem vermelidir. Hastalıklar kötü beslenen kişilerde daha ağır klinik tablolar gösterir. Kişilerin beslenmelerinin yeterli ve dengeli olması, hastalıklardan, ölüm ve sakatlıklardan koruyabilir.
Mayo Clinic tarafından Mart ayında yayımlanan yeni bir araştırma, beş önemli sağlık stratejisiyle yılda 100 binden fazla hayat kurtarılabileceğini gösterdi. Masraftan korkmak, yoğun yaşam ve iş programları veya sadece doktordan kaçınmak, kişilerin önleyici bakım almalarına engel oluyor. Ancak önemli taramaları atlamak, hastalık riskini veya bir hastalığın tedavisinin daha zor olduğu ileri bir safhada teşhis edilme riskini artırıyor. Araştırmanın sonucunda çıkan yapılması gereken beş unsur şunlar: 1 Her sene grip aşısı olmak: Eğer 50 yaş ve üstündeki yetişkinlerin yüzde 90ı her yıl grip aşısı olsaydı yılda 12 bin kişinin hayatı kurtulurdu. Yetişkinlerin yaklaşık yüzde 37si grip aşısı oluyor. 2 Meme kanseri taramalarını düzenli yaptırmak: 40 yaş ve üzerindeki kadınların en az iki senede bir mamogram çektirmesi ve klinik bir muayeneden geçmesi gerekiyor. Eğer kadınların yüzde 90ı bunu yapsaydı her yıl 3 bin 700 kişinin hayatı kurtulurdu. Bugün, bu yaş grubundaki kadınların yüzde 67si son iki yılda meme kanseri taramasından geçmiş. 3 Kolorektal kanser taramalarını yaptırmak: 50 yaş; bir doktora, kolorektal tarama seçeneğiyle ilgili danışmanın ve bunu yaptırmanın tam zamanıdır. Eğer yetişkinlerin yüzde 90ı bu taramayı gerektiği zaman yaptırıyor olsaydı her yıl 14 bin kişinin hayatı kurtulurdu. Bu yaş grubundaki yetişkinlerin yüzde 50den azı bu taramayı yaptırmış. 4 Bir doktora aspirin terapisini sormak: Eğer 65 yaş üzerindeki kadınlar ve 40 yaşın üzerindeki erkeklerin yüzde 90ı kalp krizini veya inmeyi engellemek için günde bir aspirin alsaydı her yıl 45 bin kişinin hayatı kurtulurdu. Ancak aspirine başlamadan önce bir doktora danışmak önemli. Erken teşhis ve koruyucu sağlık hizmetlerine mutlaka zaman ayırın. 5 Bir doktorla sigarayı bırakma yollarıyla ilgili konuşmak: Eğer sigara içenlerin yüzde 90ına doktorları tarafından sigarayı bırakmaları önerilseydi ve yardımcı olmak için ilaç ve diğer kaynaklar sunulsaydı her yıl 42 bin kişinin hayatı kurtulurdu. Bugün sigara içenlerin sadece yüzde 28i bu hizmetleri alıyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:35
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #504
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
PANİK ATAK
Yeterince nefes alamadığınızı hissediyorsunuz, kalbiniz yerinden fırlayacakmış gibi atıyor, içiniz sıkışıyor. Herkesin günlük yaşamında yaptığı bazı şeyleri yapamıyorsunuz; süpermarkete ya da sinemaya gitmek, uçağa ya da asansöre binmek gibi. Kaygılanıp, korkuyorsunuz. Korkularınızın herhangi mantıklı bir nedeni olmadığını biliyorsunuz ama yine de bu duygunuzla başedemiyorsunuz. Aklınızı yitireceğinizi, tümüyle kontolünüzü kaybedeceğinizi, bayılacağınızı hatta kalp kirzi geçirip öleceğinizi düşünüyorsunuz. Yalnız değilsiniz!

Panik atak aşağıda sayılan 13 bedensel ve bilişsel belirtilerden en az dördünün eşlik ettiği yoğun korku ve rahatsızlık hissidir.

1 - Çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama
2 - Terleme
3 - Titreme ya da sarsılma
4 - Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma
5 - Soluğun kesilmesi
6 - Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı duyma
7 - Bulantı ya da karın ağrısı
8 - Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
9 - Derealizasyon ya da Depersonalizasyon (Dış dünya yada kendisi gerçekliğini kaybetmiş gibi hissetme).
10- Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
11- Ölüm korkusu
12- Uyuşma ve karıncalanma duygusu
13- Üşüme ürperme ve ateş basması

Bu belirtiler genellikle 10 dakika gibi bir sürede yoğunlaşarak doruk noktada sıkıntı verir sonra da genellikle yavaş yavaş azalır. Bu durum bir kez olursa panik nöbet olarak isimlendirilir. Ancak tekrarlamalarla gideceğinden kişi ne zaman olacak diye beklentiden dolayı sıkıntı duymaya başlar ki buna beklenti anksiyetesi denir. Bu anksiyete nedeniyle dışarı yanlız çıkmaktan korkmaya yanında birisi olmadan uzağa gitmekten kaçınmaya başlar. Tekrarlayan panik nöbetlere ve kaçınma davranışının eşlik ettiği duruma panik bozukluk denir.

Panik atak hastalarında yaşanan bu nönetler bunaltıcı, yorucu sinir bozucudur. Ama size iyi bir haberimiz var.

Panik ataklardan kurtulabilirsiniz.

Bu atakların yarattığı kaygıdan kurtulabilirsiniz.

Panik atak yüzünden artık hiçbir planınızı iptal etmenize gerek kalmayabilir.

Panik ataklar farkında olmadan öğrenilen davranışlar sonucunda oluşurlar. Ataklardan kurtulmak için yapmanız gereken bu davranışları yapmamayı öğrenmektir. Genelde insanlar atakları daha az yaşamak için;

• Panik atak yaşayabileceklerini düşündükleri tüm olayları saf dışı bırakmaya ve kendilerini güvende hissetmedikleri, yardım görmeyecekleri her yerden kaçmaya çalışırlar.
• Yeniden yaşayabilecekleri panik atağını düşünerek sürekli yeni atağın sinyallerini beklemeye çalışırlar.

Ancak bu korkular gittikçe daha büyük korkulara ve bu korkulardan daha çok kaçınmaya yol açar. Peki yaşanan bu kısırdöngüyle nasıl başaçıkabilirsiniz Panik atağın temelinde bulunan iki ana unsurla başa çıkmada iki aşamalı bir çalışmayla başarılabilir.

• Kişinin içinde yaşanan kaygı ve sıkıntı duygusunu kontrol altına alarak, paniğe kapılma korkusunu azaltmak.
• Panik yaratabilecek olan olay ve duygulardan kaçınmayı sona erdirmek.

Bu noktada ilk anlaşılması gereken nokta şudur Panik Atak Tehlikeli Bir Virüs Değildir. Bu anlaşıldıktan sonra panik atak duygusunu yaratan olaylarla yüzleşilmeli ve yarattığı duygularla başa çıkmayı öğrenmelisiniz.
firstlady - avatarı
firstlady
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #505
firstlady - avatarı
Ziyaretçi
Gastrit
Gastrit mide mukozasının bir çeşit inflamasyonudur (Yangı). Bu değişik etkenlerin yaptığı uyarı sonrasında beyaz kan hücrelerinin mukozada birikmesi anlamına gelir. Gastrit akut veya kronik olabilir.

GASTRİTİN SEBEPLERİ NELERDİR?
Helicobacter pylori (HP) :
Kronik gastritin en sık görülen nedenidir. HP ağız yoluyla alınarak midede yerleşen ve burada gastrit olarak adlandırdığımız bir iltihap oluşturan, spiral şeklinde bir bakteridir. Mide mukozasını örten mukus tabakasının altında yerleşerek mide asidinden ve diğer etkenlerden korunarak yaşamını sürdürür. HP hem salgıladığı toksinlerle ve hem de vücudun bakteriye karşı oluşturduğu immun yanıt (vücudun bağışıklık sisteminin bakteriye karşı oluşturduğu yanıt) sonrasında ortaya çıkan bazı maddelerle mukus tabakasını zayıflatarak mide mukozasını asit ve diğer saldırgan faktörlere duyarlı hale getirir. Gelişmekte olan ülkelerde genellikle çocukluk çağında alındığından tedavi edilmediğinde mide mukozasında hayat boyu süren bir kronik iltihaba sebep olur.Yaşlı popülasyonda daha fazla olmak üzere toplumumuzun yaklaşık %80 inin bu bakteri ile enfekte olduğu gösterilmiştir. HP enfeksiyonu ülser oluşumunda önde gelen faktörlerden biri olarak kabul edilmekle birlikte bu bakteri ile enfekte olan insanların hepsinde ülser oluşmaması ve son yıllarda giderek artan oranlarda HP negatif ülserlerin saptanması ülser oluşumunda HP yanında başka faktörlerin de etkili olduğunu düşündürmektedir.

Günümüzde HP enfeksiyonun neden olduğu kabul edilen hastalıklar şekilde görülmektedir. HP Dünya Sağlı Örgütünce (WHO) 1.derece kanserojen faktörler arasında kabul edilmiştir. Bakterinin midede varlığı endoskopik biyopsi, üre-nefes testi ve kan ve dışkıda antikor ve antijen aranması gibi testlerle gösterilebilir. Midede HP varlığı saptanan hastalarda bazı özel ilaç rejimleri kullanılarak bakteri mideden temizlenir. Bu tedavinin etkinliği %80-85 civarındadır.

Aspirin ve antiromatizmal ilaçlar :
Bu tür ilaçlar mide mukozasındaki koruyucu mekanizmaların zayıflamasına yol açmak suretiyle mukozanın asit ve diğer saldırgan faktörlere karşı hassasiyetini artırırak gastrit oluştururlar. Oluşan gastrit hiçbir belirti vermeden sezsiz geçirilebileceği gibi kronik formda ve ülser / kanama gibi komplikasyonların oluşumu ile birlikte de seyredebilir.

Otoimmun gastrit :

Vücudun bağışıklık sistemi (immun sistem) bazı durumlarda yanlışlıkla kendi doku ve organlarına karşı aktif hale gelebilir ve bu doku ve organları hasarlayıcı maddeler ve hücreler oluşturabilir (Otoimmunite ve otoimmun hastalıklar). Hipotiroidi (Hashimato tiroiditi), Sjögren sendromu, romatoid artrit, lupus, tipI diabet bu gurup hastalıklar arasında sayılabilir. Mide mukozasındaki bazı hücreler de immun sistemin hedefleri arasında olabilir ve bu durum kronik gastrit ve mide mukozasında asit salgılayan hücrelerin kaybı ile giden bir hastalığın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu hastalarda mide asidinin azalması yanında vücutta demir ve B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık da görülür ve bu durum otoimmun gastrit ve pernisiyöz anemi olarak adlandırılır. Bu tür midelerde yaşamın ilerleyen dönemlerinde mide kanseri oluşma olasılığı normal kişilere göre artmıştır.

Alkol :
Alkol ve diğer kimyasal maddeler mide mukozasında hasarlanma oluşturabilirler. Normal dozda kullanıldığında ve aç karına içilmediği alkolün mide mukozasında belirgin bir gastrit oluşturması beklenmez.

Hipertrofik gastritis :
Midenin iç yüzünü kaplayan mukozal kıvrımların inflamasyon nedeniyle kabalaşması ve genişlemesi sonrasında ortaya çıkan gastrit hipertrofik gastrit olarak adlandırılır. Bu tür gastritin bir türü Menetrier hastalığı olarak bilinir. Mide mukozasından aşırı protein kaybı sonucunda kanda protein seviyesi düşer ve ödem oluşur.

GASTRİT NE GİBİ BELİRTİLER OLUŞTURUR?
Gastritin belirtileri akut veya kronik oluşuna göre değişir. Akut gastritte karnın üst kısmında ağrı, gaz, geğirme, yanma, ekşime,bulantı ve kusma gibi bulgular görülürken kronik gastritte ağrı daha az belirgin olup yemek sonrasında şişkinlik ve dolgunluk hissi, erken doyma, bulantı hissi, geğirme, iştahsızlık ve ağızda kötü tat gibi dispeptik yakınmalar daha sık görülür. Kronik gastritte ağrı belirginleştiğinde gastrit zemininde ülser veya başka hastalıkların gelişmiş olabileceği düşünülür. Aspirin ve antiromatizmal ilaçların kullanımı sonrasında oluşan akut gastritte gizli veya aşikar kanama oluşabilir.

GASTRİT NASIL TEŞHİS EDİLİR?
Hastadan ayrıntılı bir hikaye alınması ve dikkatli bir beden muayanesi sonrasında, gastritten şüphelenildiğinde doktorunuz size şikayetlerinizi hafifletecek bir tedavi düzenleyebilir. Bununla birlikte gastritin kesin teşhisi için endoskopi (gastroskopi) yapılarak mukozanın görülmesi ve mutlaka patolojik inceleme için doku örneği alınması gerekir (biyopsi). Gastrit düşündüren şikayetlerle başvuran her hastada endoskopi yapılması gerekli değildir. Özellikle 40 yaş altındaki hastalarda, endoskopi yapılmasını gerektirecek başka bir sebep yoksa, kan veya dışkı örneği kullanılarak yapılan testlerle HP enfeksiyonun varlığı araştırılabilir.

GASTRİTİN KOMPLİKASYONLARI NELERDİR?
HP nin sebep olduğu kronik gastrit zemininde sık olmasada mide ve oniki parmak barsağı ülseri, lenfoma ve mide kanseri gibi ciddi koplikasyonlar gelişebilir. HP gastritinin sebep olduğu lenfoma erken dönemde MALT lenfoması (MALT = Mucosa associated lenfoid tissue) olarak adlandırılır ve hastalığın erken döneminde bakterinin temizlenmesi ile tam iyileşme sağlanabilir. Aspirin ve antiromatizmal ilaçlaların sebep olduğu gastrit bazen ciddi olabilen kanamarla birlikte olabilirler.

GASTRİT NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Gastritin tedavisi sebebe göre yapılır. Çoğu zaman mide asidinin azaltılması şikayetlerin hafiflemesini sağlar. HP pozitif bulunan olgularda bakterinin temizlenmesine yönelik en az iki antibiyotik içeren 1 veya iki haftalık tedavi kürleri uygulanır. Aspirin ve antiromatizmal ilaçlar kullanan hastalarda bu ilaçların kesilmesi ve / veya kullanım gerekliliğinin gözden geçirilmesi uygun olur. Daha özel gastrit tiplerinde ve komplikasyon gelişen vakalarda sebebe ve ortaya çıkan komplikasyonlara yönelik tedavi yöntemleri uygulanır.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:35
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
19 Mart 2008       Mesaj #506
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
Osteoporoz
Halk arasında kemik erimesi olarak bilinen osteoporoz bir modern çağ hastalığıdır.Yaşam süresinin uzaması ile osteoporozla ilgili komplikasyonlar katlanarak artmış,tanı yöntemlerinin gelişmesiyle de risk altındaki hastaları erken dönemde teşhis etmek mümkün olmuştur.

Osteoporoz Nedir?

Kemik kitlesinde azalma, kemik dokusunun mikro mimari yapısının bozulması ile karakterize bir hastalıktır. Buna bağlı olarak kemik kırılganlığında artış hastalığın en önemli özelliğidir. Vücudumuzdaki tüm dokular gibi kemiklerimizde yaşayan dokularımızdır. Hayatımız boyunca kemiklerimizde yapım ve yıkım devam eder. 30-35 yaşlarına kadar yapım yıkımdan fazladır böylece kemiklerimiz büyür, ağırlaşır ve yoğunlaşır. Bu yaşlardan sonra yavaş yavaş kemik yıkımı, kemik oluşumunu geçer ve bunun sonucunda da osteoporoz hastalığı gelişebilir. Kemik kaybının en hızlı olduğu dönem menopozdan sonraki ilk yıllardır.

Osteoporozlu Hastalarda Görülebilecek Yakınmalar Nelerdir?

Sırt ağrısı, bel ağrısı, boy kısalması, kamburlaşma görülebilir ancak genellikle kırık oluşuncaya kadar osteoporoz sinsi bir şekilde ilerler. Kırıklar en sık omurga, kalça ve ön kolda görülür. Omurga kırıkları boyda kısalma ve kamburlaşmaya neden olurken kalça kırıkları %30-40 oranında ölümle sonuçlanabilmektedir.

Kimler Risk Altındadır?

Küçük, narin yapılı, ailesinde osteoporoz bulunan beyaz tenli kadınlar risk altındadır. Erken veya cerrahi olarak menopoza girenler özellikle risk altındadır. Bunun dışında alkol ve sigara kullanımı, yetersiz fiziksel aktivite, düşük kalsiyum ve D vitamini alımı fazla tuz kullanımı, kafeinli içeceklerin fazla tüketilmesi, yeterince güneş görmemek, diyabet ve hipertiroidi gibi hastalıklar ve kortizon, epilepsi ilaçları gibi bazı ilaçların uzun süre kullanımı osteoporoz için risk faktörleridir.

Osteoporoz Tanısı Nasıl Konur?

Tanıda hastanın öyküsü ve klinik muayenesinin yanında DEXA metodu ile yapılan kemik yoğunluğu ölçümü altın standart olarak kabul görmektedir.

Osteoporozdan Korunma ve Tedavi

Osteoporozdan korunmak için en ideal yol 30-35 yaşlarına kadar doğru beslenme ve egzersizle doruk kemik kitlesine ulaşmaktır Süt ve süt ürünleri, brokoli ve ıspanak gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler, sardalya ve somon balığı gibi yağlı balıklar ve tahıllar gibi kalsiyumdan zengin yiyecekler her yaşta dengeli bir şekilde tüketilmeli, risk faktörü oluşturan yiyecek ve içeceklerden uzak durulmalıdır. Düzenli egzersiz kemikleri güçlendirir, dayanıklılık ve dengeyi artırır. Her yaşın ve hastanın egzersiz programı farklı olmalıdır, ancak hızlı yürüyüş ve dans engeli olmayan herkese tavsiye edilebilir. Osteoporozun en korkulan sonucu olan kırıkların azaltılabilmesi için risk taşıyan ve tanı konan her hasta mutlaka tedavi edilmelidir. Tedavide kullanılan ilaçlarla kemik kaybı durdurulabilmekte ve hatta bir miktar kemik kazanımı mümkün olmaktadır. Osteoporozlu hastalar kaymayan alçak ökçeli ayakkabılar giyerek, evlerinde uygun zemin döşeme ve uygun ışıklandırma sağlayarak düşme riskini azaltmalıdırlar.
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
20 Mart 2008       Mesaj #507
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
SAÇ KEPEKLENMESİ

Saç diplerinde kepeklenmeler, televizyon reklamlarından tanıdığımız Neşe Hanım'da olduğu gibi pek çok insanda doğal yapının bir parçası olarak, değişik oranlarda bulunabilir. Bu kepekler, ince un kepeği görünüşündedir, yapışık olmadıkları için de kolayca dökülür, saçılırlar. Kimin kepekli, kimin kepeksiz olması gerektiğine nasıl karar verildiği veya başka bir deyişle olayın nedeni belli değildir. Kişisel yatkınlığın üzerine bazı bakteriler ve özellikle de mantarlar suçlanır. İlişki kesin ispatlanamamış olmakla birlikte tedavide mantar ilaçları sıklıkla iyi etki yaparlar. Bazen psikolojik gerginlikler, başın kapalı kalması veya basit tahrişler de arttırıcı etki yapabilir. Şampuan, saç kremi, jöle, briyantin vb. kozmetik ürünlerin özel bir arttırıcı etkisi yoktur. Saçlar yıkandıktan sonra iyi durulamamak da kepek nedeni değildir. Bu tip kepeklenmenin koyu renk elbiseler üzerindeki pasaklı görünümü dışında bir zararı yoktur. Kesin ve köklü olarak tedavi edilemese de özel kepek şampuanları ve losyonları ile uzun süre kepeksiz kalınması sağlanabilir. Bu ilaçlar, çok uzun süre kullanılırlarsa etkinlikleri azalabilir. Bu nedenle Deri Hastalıkları Uzmanınızın önereceği zamanlarda değiştirilmeleri yararlı olacaktır.

Bunun dışında, saç diplerinde kepeklenme ile kendini gösteren çok sayıda hastalık vardır ve basit kepeklenme ile de karışabilirler. Saç diplerindeki deri, bu bölgeyi tutan hastalıkların çoğunda diğer belirtilere ek olarak kepek oluşumu da yapar. Bu grupta mantar hastalıkları, diğer bazı mikropların neden olduğu kaşıntılı, kepekli durumlar, egzemalar, sedef hastalığı, seboreik dermatit (Türkçe adı yok malesef), hatta bitlenme dahi sayılabilir. İyi ve ilgili bir deri hastalıkları uzmanı görünüşte birbirine benzeyen bu hastalıklar arasından doğru tanıyı seçip uygun tedaviyi ayarlayacaktır.
drzombie - avatarı
drzombie
Ziyaretçi
21 Mart 2008       Mesaj #508
drzombie - avatarı
Ziyaretçi
KÖTÜ AĞIZ KOKUSU


Kötü ağız kokusu diş hekimliğinde halitosis olarak adlandırılır. Ağız kokusu ne kadar bakımlı olursanız olun, insanların sizden uzaklaşmasına yol açacak kadar ciddi bir problemdir. Hem özel yaşamı hem de sosyal yaşamı olumsuz olarak etkiler.

Nedenleri İki Grupta Toplanır:
Ağız Kokusu %90 Oranında Ağız İçindeki Sebepleri :
* Düzenli ağız bakımı yapılmazsa, yiyecek artıkları dişler arasında, dilin ve dişetlerinin üzerinde birikerek ağızda kalır ve bir süre sonra kokuya neden olur.
* Sarımsak, soğan gibi kötü kokulu yiyecekler yendiğinde, vücut bu gıdayı elimine edene kadar kötü koku ortadan kalkmaz.
* Dişeti hastalığı sonucu meydana gelen derin dişeti ceplerine tam olarak ulaşılıp temizlik sağlanamaz. Bu cepler ağız kokusuna neden olur.
* Ağızda bulunan çürük dişler, taşkın ve komşu dişlerle kontağı olmayan dolgular, anormal diş temasları ve diş morfolojisinin kaybı, yiyeceklerin bu bölgelerde birikmesine neden olarak ağız kokusu oluşturur.
* Uyumsuz ve kötü kullanılan protezler ağız kokusuna neden olur.
* Ağız içindeki tümörler ağız kokusuna neden olabilir.
* Ağız kokusu sosyal yaşamda oldukça rahatsız edici bir durum olduğu için ihmal edilmemelidir. Zira ufak müdahalelerle bu sorundan tamamen kurtulabilirsiniz.

Ağız Kokusunun Ağız Ortamı Dışındaki Sebepleri İse Şunlardır:
* Sinüs, bronş ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlar ağız kokusuna neden olur.
* Şeker hastalığında ağızda asetona benzer bir koku oluşur.
* Karaciğer ve böbrek yetmezliği ağız kokusuna neden olur.
* Metabolik bozuklukların da ağız kokusuna neden olabileceği belirtilmiştir.
* Özellikle çocuklarda bağırsak parazitlerine bağlı olarak sabahları ağız kokusu görülebilir.
* Diyet yapanlarda ve oruç tutanlarda düzensiz yemek yemeye bağlı olarak ağız kokusu oluşabilir.
Ağız Kokusundan Kurtulmak İçin;
* Ağızdaki dişeti hastalıkları ve diş çürükleri tedavi edilmelidir.
* Ağız ve diş sağlığına dikkat edilmeli, günde en az iki kez florürlü bir diş macunu ile dişler fırçalanmalı ve günde bir kez diş ipi kullanılmalıdır. Diş fırçalama sırasında dilin de fırçalanması gerekir.
* Kullanılan protezlerin bakımına özen gösterilmelidir.
* Eğer ağız ve dişlerinize yapılan müdahalelerden sonra hala ağız kokusundan şikayetçi iseniz, diğer sebepleri de araştırmak gerekir.
Demir YumruK - avatarı
Demir YumruK
Ziyaretçi
22 Mart 2008       Mesaj #509
Demir YumruK - avatarı
Ziyaretçi
Bir dakika yeter!

Kanser, fazla kilolar, kolesterol, diyabet ve daha bir çok sağlık problemini önlemek elinizde! Yapmanız gereken tek şey önerilerimize kulak vermek.

21 Mart 2008 Cuma(kaynak:milliyet.sağlık)

Dilara Koçak Kanserle savaşmak için: Meyveleri kabuğu ile yiyin. Kabuğa yakın olan bölgelerde çok daha fazla besleyici ve faydalı madde bulunur. Yakın zamanda yapılan bir laboratuvar deneyinde kırmızı elmanın kabuğundaki bir düzineden fazla kimyasal bileşiğin meme, karaciğer ve kolon kanseri hücrelerinin büyümelerini engellediği görüldü. Elmayı iyice yıkayın ve kabuğu ile birlikte tüketin. Kolesterol ile mücadele için: Salatanızın üzerine ceviz serpin veya ara öğün olarak tüketin. Araştırmalar, hergün ceviz tüketimiyle total kolesterol ve LDL (kötü) kolesterolde düşüş olduğunu bildiriyor. Bu da kalp hastalığı riskinde önemli azalma demektir. Kilo kontrolü için: Şeker yerine kuru meyve kullanın. Canınız tatlı istediğinde kuru meyve seçin evde komposto ve hoşaflar hazırlayın. Ayrıca kek ve kurabiyelerde de şeker miktarını azaltıp meyve ile destekleyebilirsiniz. Haftada bir-iki yumurta yiyin: Araştırmalar yumurtanın karotenoidler için havuç gibi iyi bir kaynak olduğunu gösteriyor. Yumurtadaki lutein ve zeaxanthin önemli karotenoidlerdir. Günde bir yumurta yemek kandaki lutein seviyesini yüzde 26, zeaxanthin seviyesini ise yüzde 38 artırıyor. Kolesterol veya trigliserid seviyelerinde ise çok fazla fark yaratmıyor. Sıcak içeceklerinizde şeker kullanma alışkanlığınızdan vazgeçin: Bir küp şeker 20 kalori enerji verir. Günde 10 şeker 200 kalori enerji almanıza sebep olur. Hergün bu 200 kaloriden vazgeçmeniz, vücut ağırlığınızın yılda 9 - 10 kilo azalmasını sağlar. Tam tahılları seçin: Beyaz pirinç, beyaz un yerine bulgur ve tam tahıldan yapılmış ekmekleri tercih edin. Dolma ve sarmalarda çorbalarınızda pirinç yerine deneyin. Hem lezzetli hem de sağlıklı bir seçim yapmış olursunuz. Üstelik bu besinler uzun süre midede kaldıkları ve lif içerdikleri için sizi daha da uzun süre tok tutarlar. İştahınızı salatayla kontrol edin: Kilo kontrolünde salata yardımcıdır. Kilo kontrol koruma stratejisine göre, beslenmeciler düzenli bir fiziksel aktivite ile beraber porsiyon miktarının azaltılmasının alınan kaloriyi azaltacağını kabul etmişlerdir. Penisylvania Üniversitesinin araştırmalarına göre salatayı yemekten önce tüketmek kişinin yemek miktarına önemli etkisi var. 42 kadın üzerinde yapılan çalışma sonuçlarına göre salatayı yemek öncesi tüketen kadınlar, tüketmeyenlerle kıyaslandığında, ilk grubun yemek alımında yüzde 12 azalma olduğu gözlemlendi. Araştırma sonuçlarına göre yemekten önce düşük kalorili salata tercih etmek kilo kontrolünde etkili bir stratejidir. Ne kadar renkli o kadar iyi Her gün aynı salatayı yemekten sıkıldınız mı? Değişik sebze ve meyve çeşitleriyle salatanızı renklendirin ve besin değerini artırın. Hatta salatayı iyileştirici gücü olan bir karışım haline bile getirebilirsiniz. Size pratik bazı öneriler; ne kadar renkli o kadar iyi. Renklendirin:
Tatlandırın: Mandalina, portakal dilimleri, dilimlenmiş çilek, doğranmış elma, kurutulmuş meyveler ekleyin, damak tadınızı geliştirin.
Kalbe yararlı bir şekle getirin: Dilimlenmiş yağsız peynir, yağsız tavuk veya hindi, ton balığı, tofu peyniri, haşlanmış mercimek ekleyerek salatayı daha sağlıklı hale getirin ve öğün yerine tüketin.
Kıtır ekleyin yeme sürenizi uzatın: Fırınlanmış kıtır ekmek parçaları, badem, yer fıstığı, fındık çekirdek, ceviz ekleyerek çiğneme sürenizi uzatabilirsiniz. Bu da beyne doya sinyali gitmesini sağlar.
Aroma ekleyin lezzeti artırın: Baharat ekleyin, salata sosunun hafif olması için zeytinyağ, sirke, yoğurt ve kekik ile nane, pul biber gibi baharatlar, çeşniler kullanın. Biraz hardal da olabilir ama mayonezden uzak durun. Daha fazla C vitamini tüketin Salataya ekleyeceğiniz domates, brokoli, havuç, kırmızı biber, yeşil biber ve pancar kansere karşı korur. 1300den fazla yetişkinin yeme alışkanlıklarının dokuz yıl boyunca incelendiği bir çalışmada katılımcıların akciğer fonksiyonları araştırma öncesinde ve sonrasında ölçüldü. Sonuçlar gösteriyor ki C vitaminini fazla tüketen bireylerin akciğer fonksiyonları tüketmeyen bireylere göre daha iyi. C vitamininden zengin besinler, soluk alma problemlerine de iyi gelebilir. Vitamin C içeren portakal, üzüm, biber, brokoli, çilek gibi besinleri daha fazla tüketin.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:36
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
22 Mart 2008       Mesaj #510
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
sp
Suya sabuna dokunun

sp
sp

Eller, vücuttaki en önemli mikrop taşıyıcısı sp
niteliğini taşır. Hastalık yapan mikroorganizmalar, eller aracılığıyla hızla bulaşıp çoğalabiliyor. Tifo, kolera, dizanteri ve sindirim yolu rahatsızlıkları gibi bulaşıcı hastalıklardan korunmanın birinci şartının el temizliği olduğunu ifade eden uzmanlar, normal bir temizlik için su ve sabunun yeterli olacağını dile getiriyor. Sabun mikropların tutunmasını önleyip, hastalık yapıcı mikroorganizmaların suyla akıp gitmesini sağlıyor. Uzmanlar, ellerin günde en az 5 kez yıkanmasını öneriyor.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 18:20

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış