Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 65

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.886 Cevap: 719
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #641
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Dizler neden genç yaşta kireçlenir?

Halk arasında “kireçlenme” olarak adlandırılan “eklem kıkırdağı bozuklukları (artroz)”, bilinenin aksine sadece ilerleyen yaşlarda görülmüyor.
Sponsorlu Bağlantılar
Halk arasında “kireçlenme” olarak adlandırılan “eklem kıkırdağı bozuklukları (artroz)”, bilinenin aksine sadece ilerleyen yaşlarda görülmüyor. Sinemada film seyrederken, serviste işe gidip gelirken, merdiven inip çıkarken, uzun süre aynı pozisyonda otururken dizde çeşitli şikayetlere sebep olan diz kıkırdağı bozuklukları, genç yaşta da ortaya çıkarak yaşam kalitesini önemli oranda etkiliyor…

İnsan vücudunda bulunan birçok dokunun aksine, kıkırdak dokusunun kendini yenileyebilen ya da hasarını düzeltebilen bir doku olmadığını belirten Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Metin Türkmen, herhangi bir şikayet başladığında erken dönemde tedbir alınmazsa sorunun büyüdüğüne dikkat çekiyor. Dizde şikayet başlar başlamaz sorun tespit edilir ve sebebi ortadan kaldırılırsa kıkırdak dokusunda hasar olmayacağını veya hasar olmuş ise ilerlemeyecek şekilde tedavisinin yapılabileceğini söyleyen Prof. Dr. Metin Türkmen, gençlerde görülen diz kıkırdağı bozuklarının sebepleri hakkında bilgi veriyor:

Diz kıkırdakları genç yaşta neden bozuluyor?

1. Mekanik bozukluklar:
Dizin yapısında eğer mekanik bir bozukluk varsa, yani diz kapağının yerleşimi doğuştan düzgün değil ve hareketler sırasında bir kayma oluyorsa, diz kapağının hareket ettiği eklemde genç yaşta sorunlar ortaya çıkabiliyor. Benzer sorunlar, diz bölgesinde görülebilen açısal bozukluklarda da ortaya çıkabiliyor

2. Spor yaralanmaları:
Spor yaralanmaları başta menisküs kıkırdağında olmak üzere eklemdeki tüm kıkırdaklarda sorunlar oluşturabiliyor. Bağ hasarlarının tedavisi ihmal edilirse, ilerleyen dönemlerde yine kıkırdak dokusunda hasarlar ortaya çıkabiliyor.

3. Beslenme bozuklukları:
Beslenme bozukluklarına bağlı olarak, özellikle aşırı kilo durumlarında zorlanma nedeni ile kıkırdakta sorunlar ortaya çıkabiliyor.

Belirtileri takip etmek gerekiyor

Eklem harekete geçtiği anda ya da eklemin hareketi sırasında dizde bir ağrı olması önemli bulgulardan biri. Mesela;

• Eğimli zeminde yürürken,
• Sinemada film seyrederken,
• Serviste işe gidip gelirken,
• Merdiven inip çıkarken,
• Uzun süre aynı pozisyonda otururken,
dizde ağrı hissedilmesi diz kapağı kemiğinin yerleşiminde bir problem olduğuna işaret ediyor.

Bir darbe sorunu tetikleyebiliyor…

Birçok insanın diz kapağının yerleşiminde doğuştan gelen bir bozukluk olabiliyor. Buna bağlı dizde gelişebilecek bir sorun, çeşitli sebeplerle daha erken ortaya çıkabiliyor. Mesela, normal şartlarda 30 yaşında ortaya çıkabilecek bozukluk, spor yapılıyorsa ya da düşüp bir darbe alındıysa daha erken ortaya çıkabiliyor. Bu noktada sorunun hemen önemsenmesi ve doktora gidilmesi gerekiyor. Böylece hemen önlem alındığı ve problemin sebebi ortadan kaldırıldığı için, hastanın belki hayatı boyunca bir daha böyle bir şikayeti olmayabiliyor.

Erken teşhis edildiğinde önce kaslar güçlendiriliyor

Diz kıkırdağındaki sorun erken teşhis edildiğinde, öncelikle diz eklemini kontrol eden kas mekanizması üzerinden tedaviye gidildiğini belirten Prof. Dr. Metin Türkmen şunları söylüyor:

“Diz eklemini kontrol eden en önemli mekanizma olan kasların gücü ne kadar yüksek ise, o eklemdeki zorlanma da o kadar az oluyor. Dolayısıyla hastadan, ilk önce diz eklemini kontrol eden kaslarını kuvvetlendirmesini istiyoruz. Çoğu zaman, özellikle diz önündeki küçük kemiğin (patella) yerleşimi ile ilgili olan durumlarda şikayet ortadan kalkabiliyor. Yani kas ne kadar güçlü ise, kıkırdakta şikayet gelişmesi ya da mevcut şikayetlerin ilerlemesi o kadar yavaş oluyor.”

Sorun ilerlemiş ise cerrahi müdahale gerekiyor
Diz kıkırdağındaki bozukluk sadece kasın güçlenmesi ile tedavi edilemeyecek duruma geldiğinde cerrahi müdahaleye başvurulduğunu belirten Prof. Dr. Metin Türkmen, bu yöntemler hakkında bilgi verdi:

1. Küçük hasarlı bölgeler için taklit doku:
Dizdeki hasarlı bölgeye bir takım işlemler yapılır. Orijinal kıkırdak dokusu kendini yenileyemediği için, burada hedef, o dokuya benzer, onu taklit eden yeni bir kıkırdak dokusu oluşmasını sağlamak oluyor. Bunun için mevcut hasarlı doku kazınarak temizleniyor ve onun altında ortaya çıkan kemik dokusu delinerek veya kırılarak kanatılıyor. Bu yöntem, küçük hasar bölgelerinde tercih ediliyor.

2. Mozaik Plastiği (Hastanın kendi dokusundan nakil):
Hastanın ekleminin nispeten daha az kullanılan bir bölgesinden, altındaki kemik dokusu ile birlikte alınan sağlam kıkırdaklar, hasarlı olan bölgeye naklediliyor.

3. Doku kültürü ile laboratuarda yeni kıkırdak dokusunun çoğaltılması:
Bu yöntem aşamalı olarak uygulanıyor. İlk aşamada hastanın kıkırdak dokusunun örneği alınıyor. İkinci aşamada, bu örnekten laboratuvar ortamında kıkırdak hücreleri çoğaltılıyor. Son aşamada ise, üretilmiş olan bu hücreler, onları taşıyan diğer dokular ile birlikte yama olarak dizdeki hasarlı bölgeye naklediliyor. Günden güne gelişen bu yöntemin gelecekte diz kıkırdağı bozuklarının tedavisinde en sık kullanılacak yöntem olacağı tahmin ediliyor.

Son düzenleyen volture; 22 Aralık 2009 00:11 Sebep: ıhım
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #642
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Kekemeliği 12 günde düzeltin

Türkiye genelinde yaklaşık 4 milyon kekeme ve konuşma bozukluğu yaşayan insan var. Kekemelik, genel olarak 2 ila 7 yaşları arasında oluşan bir alışkanlık türüdür
Sponsorlu Bağlantılar
AKEM, (Ankara Konuşma Eğitim Merkezi) tarafından geliştirilen sistem ile kekemelerin 12 günde normal konuşmaları sağlanmaktadır. Merkezi Ankara’da bulunan AKEM, “Siz de konuşabiliyorsunuz” sloganıyla kekeme ve konuşma bozuklukları yaşayan 3 yaşından itibaren herkese bu hizmeti sunuyor.

Düzgün konuşamadıkları için kendilerini yaşamdan soyutlayıp içine kapanan kekemelerle konuşma bozukluğu yaşayan insanların artık kâbus dolu günlerinin geride kaldığını belirten Eğitimci Yazar Kenan ÇETİNER; konuşma sorunu olan insanların hayatlarını değiştireceklerini, çocuğu konuşamadığı için üzüntülerini içine atan ebeveynlerin ise mutluluklarının yüzlerine yansıdığını söyledi.

Öğrencilere motivasyon desteği sağlayıp büyük hedeflere taşıyan ÇETİNER, “Eğer, kekeme olan insanlara bir birinden habersiz; ‘En büyük arzunuz nedir?’ diye bir soru sorulsaydı, inanıyorum ki ağız birliği yapmışçasına tek cevap vereceklerdi: ‘Rahat konuşmak…’ olacaktı.

Evet, bizler de ekip olarak bunu kendimize vazife edinerek AKEM’de kekemelerinde bizler gibi rahat konuşmalarını sağlayacağız diye söz verdik. Ve bu sözümüzde durarak AKEM’de eğitim alan öğrencilerle velilerimizin telefon numaralarını dileyen herkese çok rahatlıkla veriyoruz. Eğitimimizin ne kadar net ve başarılı olduğunu bizden değil de eğitim alan velilerimizden alırsınız düşüncesiyle böyle bir kolaylık sağlıyoruz.

Amacımız kimseye toplumda konuşabilecekleri bir konuşma şekli kazandırmak

Böyle eğitim veren merkezlerden eğitim alan birçok öğrenci bize gelerek, alışkanlık edindikleri bir başka konuşma bozukluğu olarak nitelendirdiğimiz melodik ve ritimli konuşmalardan kurtulmak istiyorlar. AKEM’e gelen öğrencilerimizin sadece sorunlarını yok ederek, konuşmaları ise normal insanlar gibi oluyor.

AKEM’de birebir yapılan eğitim sonunda kekemeler için yeni bir hayatın başladığını vurgulayan AKEM Genel Müdürü Sema Sakin, “Hayatları boyunca korku, endişe, karamsarlık ve kâbuslarla geçen kekemelerin eğitim sonunda ise yaşama olan sevinçleri artarken, özgüvenleriyle rahat konuşabilmenin mutluluğunu doyasıya yaşıyorlar. Eğitimci olarak bizlerde en az onlar kadar bu mutluluğu yaşıyoruz” dedi.

Yeni açılımlarla en etkili eğitimi vermenin gayretiyle yola çıktıklarını belirten Sakin, “eğitimini tamamlamış ve normal konuşan yüzlerce öğrencimize özellikle dönem tatili ile yaz tatilinde çok büyük sürprizlerimiz olacak. Biz hiçbir öğrencimizle iletişimi koparmıyoruz. İnternet sitemizde ( www.kekemeliknedir.com) eğitim alan öğrencilerimizin ve velilerimizin özellikle cep telefonlarını yazmaları bizi son derece mutlu ediyor. Çünkü onlarda aynı sorunu yaşayan birçok aileye yardımcı olmak istiyorlar. Velilerimizin de desteğiyle inanıyorum ki birçok insana bu hizmeti en güzel şekilde verip, hayatta daima mutlu yaşamalarını sağlayacağız. Yurt dışında ve diğer illerde gelen öğrencilerimizin bünyemizde yemek yemelerini ve konaklamalarını sağlıyoruz.

Eğitim için detaylı bilgiyi telefonun yanı sıra internet sitesinde de öğrenebileceklerini belirten Sema Sakin, "mutlu olmak isteyen herkesi eğitimlerine beklediklerini” söyledi.

volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #643
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Deniz kıyısında ve ormanda neden iyi hissederiz?

Ormanda yürürken, dağ havası solurken, sahil kenarında dinlenirken, kendimizi neden daha iyi hissettiğimizi hiç düşündünüz mü?

Deniz esintisi, karlı bir tepe, kırda temiz hava... Tüm bunların, sizi sadece şiirsel güçleriyle mi sağlıklı hissettirdiğini düşünüyorsunuz? Öyleyse bir kez daha düşünün deriz. Bilimsel bir gerçek daha var: negatif iyonlar!

Ormanda yürürken, dağ havası solurken, sahil kenarında dinlenirken, kendimizi neden daha iyi hissettiğimizi hiç düşündünüz mü? Bizi çevreleyen hava, iyon adını verdiğimiz negatif ve pozitif elektrik yüklü parçacıklarla dolu.

Dünyanın birçok yerinde 75 yıldır tedavi amaçlı olarak yararlanılan negatif iyonlar, son zamanlarda oldukça sık konuşuluyor. Yapılan araştırmalar, negatif iyonların insan sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırmacılara göre, havadaki elektrik akımları, bizim ruh halimizi, enerji düzeyimizi ve sağlığımızı ciddi ölçüde iyileştiriyor, işte, negatif iyonlarla ilgili bilinmesi gerekenler...

Hücrelerimizi uyarıyor

Nefes aldığımız havanın elektrik yükünün sağlığımız ve bedenimiz üzerine doğrudan etkisi var! Yapılan araştırmalar, insanların yeteri kadar temiz hava solumaları için, cm3 alanda en az 1500 negatif iyon yoğunluğunun bulunması gerektiğini ortaya çıkarmıştır.

Ayrıca, hayvanlar, bitkiler ve hücreler üzerine yürütülmüş birçok çalışma, negatif iyonların organizmamız üzerinde faydalı etkileri olduğunu kanıtlıyor. Üstelik, hücrelerdeki enzimlerin hareketini uyarıyor, kortizol ve serotonin hormonlarını salgılatıyor.

Bazı hastalıklarda etkili oluyor

Yorgunluk, alerji, konsantrasyon eksikliği, olumsuz düşünceler, zihinsel yorgunluk, baş ağrıları, nefes alma rahatsızlıkları ve uykusuzluk gibi birçok rahatsızlık...

İşte şehir ortamında sıkışıp kalmış insanın şikâyetleri. Bugün içinde yaşadığımız evler ve ofisler negatif iyonları içeriye alamıyor. Bilgisayarlar, floresan ışıklar, havalandırma sistemlerinden gelen suni hava ve modern bina yapımında kullanılan malzemeler, yoğun bir pozitif iyon üretimine yol açıyor.

Günümüzde teknolojinin hızla ilerlediği bu çağda bazı aletlerden vazgeçmek ise neredeyse imkânsız. Kapalı ve klimalı ortamlar, uzun süre şehir içinde araba kullanmak, sentetik koltuk döşemeleri, elektromanyetik aletler, dev ekran televizyon, video, telefon santrali, faks, fotokopi makinaları ve aşırı toz... Gün boyu maruz kaldığımız bu şeyler, pozitif iyon oluşturdukları için insan sağlığı üzerinde olumsuz bir etkiye sahip.

Ayrıca, negatif iyonlar beynimizin içindeki serotonin üretimini dengeliyor; çünkü serotoninin aşırı üretimi migren ağrılarına ve yorgunluğa sebep oluyor. Serotonin dengesi sayesinde uyku problemlerimiz ortadan kalıyor. Ayrıca yapılan çalışmalar, negatif iyonların, depresyon şikâyeti olanların kullandığı anti-depresan ilaçlarından daha etkili olduğunu ortaya koyuyor. Üstelik, zihinsel aktivitelerinizi ve fiziksel performansınızı her zaman yaptığınızdan daha kolay gerçekleştirebiliyorsunuz. Yurtdışındaki bazı hastaneler ise, havadaki mikropları önlemede ve yanık tedavilerinde iyonizerleri kullanıyor.

Negatif iyonlar nerede bulunuyor?

Dünyanın en sakin ve dinlendirici yerlerinde negatif iyon yoğunluğu var. Araştırmalar, bu iyonların su bazlı olduğunu ve daha çok şelalelerin etrafında ya da çok derin denizlerde bulunduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca, bazı doğa olayları havadaki negatif iyonları harekete geçiriyorlar: Kozmik ışınlar, ultraviyole ışınları, doğal radyoaktiviteler (granitik topraklar), bitkilerin fotosentezi, sıvıların püskürmesi (şelale, musluk, plajda sahile çarpan su) ve fırtınaları bunların arasında sayılabilir.

Bu yerlerde bulunamıyorsanız. eğer üzülmeyin. Her gün evinizi havalandırmak, duş almak gibi ufak çözümler sizlere yardımcı olacaktır. Doğadaki negatif iyon yoğunluğuna baktığımızda.

Şelale eteklerinde: 50.000 (-) iyon cm3
Dağlarda: 8.000 (-) iyon cm3
Deniz kıyılarında: 4.000 (-) iyon cm3
Ormanlarda: 3.000 (-) iyon cm3
Şehir dışında: 1.200 (-) iyon
Şehir içinde: 200 (-) iyon cm3
Konutlarda: 20 (-) iyon cm3
Otomobillerde: 14 (-) iyon cm3 olduğunu görüyoruz.

İyonizer cihazları ne işe yarıyor?

Günümüzde gelişen teknoloji sayesinde, negatif iyonlar size düşündüğünden daha yakın. Şehrin yapay ortamında, evinizi doğal yaşam alanına çevirmek için, iyonizerler, negatif iyon sağlayan mucizevi cihazlar olarak karşımıza çıkıyor. Ortamda bulunan toz, duman, koku, partiküller vs. pozitif yük taşıyor. Bu cihazlar ise ortamdaki maddeleri zıt yük olduğundan yakalayarak ve tabana çökmesini ya da filtrelere partiküllerin yapışmasını sağlıyor. Böylece ortamdan toz, duman vs. uzaklaşıyor.

Bugün birçok ülkede tırların ve kamyonların içine iyonizerler yerleştiriliyor. Çünkü içinde bulunduğumuz kapalı ortamdaki negatif iyonları artırırsak, odamızın içinde bile dağ havası solumamız mümkün. Klimalarda kullanılan bu teknoloji, vantilatörlerde de kullanılmaya başlamıştır.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #644
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Beyine zarar veren 10 alışkanlık

Uyurken başınızı örtmenin beyninize zarar verdiğini biliyor muydunuz?

1. Kahvaltı etmemek
Kahvaltı etmeyen kişiler, düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur. Bu durum beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar..

2. Aşırı ısınma
Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak, zihin gücünün azalmasına yol açar.

3. Sigara içmek
Çoklu beyin büzülmesine neden olur ve Alzheimer hastalığına yol açabilir.

4. Yüksek şeker tüketimi
Çok fazla şeker proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur ve dengesiz beslenmeye neden olur ve beynin gelişmesine engel olabilir.

5. Hava kirlenmesi
Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır. Kirli havanın teneffüs edilmesi, beyne giden oksijeni azaltır ve beynin veriminde düşüş yaratır.

6. Uyku yetersizliği
Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar. Uykudan uzun vadeli yoksunluk beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.

7. Uyurken başınızı örtmek
Başınızı örterek uyumak, karbondioksit konsantrasyonunu artırır ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.

8. Hastalık sırasında beyni çalıştırmak
Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir ve ayrıca beyne hasar verebilir.

9. Uyarıcı düşüncelerde eksiklik
Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur, beyni uyaran düşüncelerin eksikliği beyin daralmasına yol açabilir. Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.

10. Az konuşmak
Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #645
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Bu yöntem 4 günde sigarayı bıraktırıyor

Sigarayı bırakmak için bazı hastanelerde bulunan ışın cihazı sayesinde, 4 gün 25'er dakikalık seanslara girenler, endorfin (mutluluk hormonu) salgıları yeniden başlatılarak sigara bağımlılığından kurtuluyor.

Kapalı mekanlara sigara içilmesinin tümüyle yasaklanması, son olarak da sigara paketlerinin üzerine, sigaranın yol açtığı zararları gösteren fotoğrafların konulması, sigarayı bırakmak isteyen kişilerin sayısını artırdı.

Yapılan araştırmaya göre de sigara içenlerin büyük bölümü, akciğer kanserinin en büyük nedeni olan sigaradan, öksürme, gıdaların gerçek lezzetini almama, diş sararması gibi şikayetler nedeniyle kurtulmak istiyor, ancak bağımlılık yapan nikotin nedeniyle sigaranın profesyonel yardım alınmadan bırakılması kişiyi oldukça zorluyor.

Uzmanlar, sigarayı bırakmanın tek başına ve klinik destek almadan gerçekleştirilmesinin son derece zor olduğunu, sigaradan tümüyle kurtulma konusunda kesin kararını vermiş kişilerin resmi ve özel hastanelerdeki sigarayı bıraktırma merkezlerine gitmelerini istiyor.

HİÇBİR ŞEKİLDE AĞRI VE SANCI YOK

Bazı hastanelerde bulunan ışın cihazı sayesinde, 4 gün 15'er dakikalık seanslara girenler, endorfin salgıları yeniden başlatılarak sigara bağımlılığından kurtuluyor. Bu işlem sırasında, kişi hiçbir şekilde ağrı ya da sızı hissetmiyor.

Konya Özel Nakipoğlu Hastanesi Başhekimi Dr. Kutsi Öncü, “Sigarayı bu yöntemle bırakmak çok kolay, ancak pek çok kişi bunu bilmiyor. Oysa 4 günde, 25 dakikalık seanslarımıza giren sigarayı yüzde 90 bırakıyor” dedi.

İKİNCİ SEANSTAN SONRA TİRYAKİYE SİGARA CAZİP GELMİYOR

Bu işlem için, sigaraya bir ayda ödenen kadar, yani çok cüzi bir ücret aldıklarını anlatan Dr. Öncü, şunları kaydetti:

“Pek çok kişi bu sigarayı bıraktırma yöntemini, bu yöntemle sigarayı bırakmış bir tanıdığından öğreniyor, bize öyle geliyor. Bu teknikle enfraruj ışınları vücudun akupunktura duyarlı 35 noktasına birden uyguluyoruz. Bu noktalardan ışınsal uyarıyla ara mesajcılar harekete geçerek, beyine, endorfin salgılaması talimatını veriyor. Böylece, tiryakinin aldığı nikotin nedeniyle artık vücuduna salgılanmayan endorfin hormonu, yeniden yoğun şekilde harekete geçiyor. Artık kişi, nikotinle değil vücudunun doğal olarak salgıladığı endorfin hormonuyla mutlu olmaya başlıyor. İşin güzel tarafı şu, nikotin ve endorfin birbirine adeta düşman. Vücut bu tedavinin 2. seansından itibaren mutluluk hormonu salgılamaya başladığı için, kişi sigaradan zevk almadığı gibi sigara artık bu kişiye cazip bir madde olarak gelmiyor.”

Bu yöntemin özellikle büyük şehirlerde bazı hastanelerde bulunduğuna işaret eden Dr. Öncü, sigarayı bırakmaya azmetmiş herkesin bu yöntemle hiç zorlanmadan nikotin bağımlılığından kurtulabileceğini, hem kendisi hem de ailesi için sağlıklı bir yaşama başlayacağını vurguladı.

Dr. Öncü, bu tedavinin tek şartının uygulamaya başlamadan önce kişinin 24 saat hiç sigara içmemiş olması gerektiğini, tedavi süresince ve sonrasındaki bir haftalık dönemde, vücuttaki sigara zehirinin hızla atılabilmesi için bol su içilmesi ve günde 3 kez 250 gram yoğurt tüketilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #646
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Kış hastalıklarından korunma yolları

Gripten zatürreye kadar bir çok hastalık riskiyle karşılaştığımız soğuk kış günlerine hazırlanmanın en iyi yollarından biri, check-up yaptırmak.
Kişiye özel hazırlanan check-up programında, temel laboratuvar testleri, radyolojik tetkikler ve gerekirse ileri tetkikler uygulanıyor. Kış mevsiminin uzun sürmesi hastalıklardan korunmak için sıkı önlemler almayı gerektiriyor. Bu önlemleri alabilmek için de, kişinin sağlık risklerine göre check-up yaptırması önem taşıyor. Acıbadem Sağlık Grubu uzmanları, kışın vücudu sağlam tutmanın yollarını anlatırken, check-up programları hakkında da yararlı bilgiler aktardı.

Kış Hastalıkları Neden Olur?

Acıbadem Bakırköy Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları, Baş Boyun Cerrahisi Uzmanı
Op. Dr. M. Engin Çakmakçı, kış mevsiminde en sık karşılaşılan hastalıkların başında; nezle, grip, zatürre, sinüzit, larenjit ve orta kulak ltihabının geldiğini söyledi ve pek çoğumuzun aşina olduğu bu hastalıklar hakkında ilgi verdi:

Grip ve Zatürre: Grip kış mevsiminde genellikle Kasım-Mart ayları arasında daha yaygın hale gelse de, tüm bir yıla yayılabilen bir hastalık. Genç ve sağlıklı bireylerde çok önemli bir sorunu oluşturmıyor ama; yaşlılarda, kronik hastalığı olan bireylerde ve bebeklerde ise hayatı tehdit eden ciddi sağlık sorunu haline gelebiliyor. Belirtiler, genellikle virüsün alınmasından 1-4 gün sonra başlıyor. Ek sorunlara yol açmadıysa genellikle bir hafta içinde de kendiliğinden geçiyor. Gribi önemli hale getiren ise bağışıklık mekanizmasının zayıflamasına bağlı, ek olarak gelişebilecek zatürre, kronik bronşitin alevlenmesi, kulak iltihapları gibi diğer enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkması.

Sinüzit: Bu hastalıkta baş ve yüzde ağrı, burun tıkanıklığı ve sarı yeşil renkte burun akıntısı oluşuyor. Öksürük geniz akıntısı nedeniyle ortaya çıkıyor ve bazen ısrarcı şekilde iyileşmesi uzuyor.

Larenjit: Boğaz ağrısının yanında ses kısıklığı eklenmişse Larenjit olarak adlandırılan ses telleri ve içinde bulunduğu gırtlak iltihapları akla geliyor. Çok ağır iltihaplarda nefes alma güçlükleri ortaya çıkıyor ve acil tedaviye ihtiyaç duyuluyor.

Orta Kulak İltihabi: Orta kulak enfeksiyonları, çoğunlukla nezle grip gibi geçirilen bir üst solunum yolu enfeksiyonunun hemen arkasından, orta kulak havalanmasının bozulması ile ortaya çıkıyor. Şiddetli kulak ağrısı ve dolgunluk basınç hissi oluşuyor, kişinin ateşi çıkabiliyor. Kulakta tıkanma oluyor. Hatta orta kulaktaki irin kulak zarını delerek dış kulak yoluna akabiliyor.

Hayatımızın bir döneminde tanıştığımız, vücudumuzu hafif ya da ağır bir şekilde etkileyen bu hastalıklara yakalanmamak için bazı noktalara dikkat edilmesi gerekiyor.
Op. Dr. M. Engin Çakmakçı, kış hastalıklarına karşı riski arttıran etmenlerin başında; aşırı yorgunluk, aşırı sigara alkol tüketimi, yetersiz beslenme, hava kirliliği, bağışıklık direncini kıran ilaç kullanımı ve alerjilerin yanısıra diyabet gibi kronik hastalıkların geldiğini belirtiyor. Bu risk etmenlerine karşı önlem almak şart. Ancak korunmak için sağlığımızın genel durumunu öğrenmekte yarar var. Sağlığımızın genel durumu hakkında ayrıntılı bilgi elde etmenin yolu ise, check-up uygulaması yaptırmaktan geçiyor.

Kış Boyu Kişiye Özel Check-up

Acıbadem Maslak Hastanesi Check-up Merkezi Sorumlusu Dr. Vedat Mizrahi, günümüzdeki bilinçli kişilerin hastalanmadan önce sağlıkları hakkında bilgi aldıklarını belirtiyor. Böylece olası risklerini en aza indirerek sağlıklarını geliştirmek ve mükemmelleştirmek için çabaladıklarını vurguluyor.

Dr. Mizrahi, riskleri en aza indirebilicek başlıca yolun da check-up uygulamalarından geçtiğini belirterek,
“Artık kişiye özel hazırlanan check-up programlarında; öncelikle kişiyi tanımak, yaşam tarzını, beslenmesini, fiziksel aktivite düzeyini, alışkanlıklarını, genetik özelliklerini öğrenmek, genel değerlendirmesini ve fiziksel muayenesini yaptıktan sonra gerekli olan tetkikleri planlayarak uygulamak esastır” diyor. Dr. Mizrahi, check-up programlarında yer alan incelemeler hakkında şu bilgileri veriyor:

  • Kan yağları incelemesi
  • Kan şekeri ölçümü
  • Diyabet göstergelerine bakılması
  • Karaciğer ve böbrek fonksiyonları
  • Kan hücre sayımları
  • İdrar tahlili
  • Akciğer görüntülenmesi
  • Karın içi organların tetkiki için batın ultrasonografis
  • Kalp elektrosu
  • Tiroid ve hormon tetkikleri
  • Elektrolit ve mineraller
  • Kadınlarda meme
  • Erkeklerde prostat ile ilgili tetkikler
  • Kalp tetkikleri
  • Göz ve kulak burun boğaz tetkikleri

En ileri yöntemleri uygularken dahi öncelikle hekim tarafından yapılacak kapsamlı bir muayene önem taşıyor. Ardından kişinin özellikleri ve muayene bulgularına göre uygun check-up programı hazırlanıyor. Bu programlarda temel laboratuvar testleri, radyolojik tetkikler ve gerekirse ileri tetkikler uygulanıyor.

Check-up sonucunda elde edilen bulguların yine check-up hekimi tarafından değerlendirilip kişiye özel öneriler yapıldığını söyleyen Dr. Vedat Mizrahi, “
Check-up yaptıracak kişilerin sabah aç karnına gelmeleri istenir. Genellikle iyi organize edilmiş bir check-up programında kişi yarım günde tetkiklerini bitirerek ilk sonuçları elde edebilir” diyor.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:58
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #647
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Enerjiniz düşükse sebebi magnezyum olabilir

Son zamanlarda kendinizi yorgun hissediyorsanız bunun nedeni magnezyum eksikliği olabilir. Magnezyum eksikliği oldukça sık görülür.
Araştırmalar özellikle sağlıksız yaşayanlarda hafif magnezyum eksikliği bulunduğunu gösteriyor. Özellikle işlenmiş hazır gıdalarla beslenme, alkol alımı, yaşlılık, doğum kontrol hapı kullanımı, diüretik yani idrar söktürücü alınması magnezyum noksanlığı için risk faktörleri arasında sayılıyor.

Adet öncesi yakınmaları olan bazı kadınlarda, alyuvarlardaki magnezyum düzeylerinin düşük olduğunu gösteren çalışmalar var. Ayrıca sindirim sisteminden emilim sorunları, ameliyatlar, böbrek hastalığı, pankreas iltihabı, karaciğer hastalığı, şeker hastalığı, hormonal bozukluklar, kanser, ağır egzersiz ve gebelik sırasında da magnezyum noksanlığı oluşabiliyor.

Magnezyum, insan dokularında en bol bulunan minerallerden biridir.

Erişkin bir kişinin vücudunda 20 - 28 gram magnezyum vardır. Bunun yüzde 60’ı kemiklerde, geriye kalanı kas, yumuşak doku ve vücut sıvılarında bulunur. Özellikle kalp ve beyin hücrelerinde yoğunluğu yüksek düzeyde olan magnezyum, bu organların işlevi için çok önemlidir.

Magnezyum vücutta enerji üretimi, protein yapımı, hücre çoğalması, sinir iletisi, kaslar için vazgeçilmez bir mineral olup, karbonhidratların, proteinlerin ve yağların enerjiye dönüştürülmesine yardımcı olan birçok enzimi aktive etme yeteneğine sahiptir. Şeker metabolizmasını düzenleyen insülin hormonu salgılanmasını ve hücreye girişini de artırır. Aynı zamanda kalsiyum, potasyum, vitamin D ve çinko gibi bazı önemli besin ögelerinin kandaki seviyelerini düzenlemede de yardımcıdır.

EKSİKLİĞİ TÜM VÜCUDU ETKİLER

Vücutta böylesine yaygın bir işlevi olan magnezyumun noksanlığı doğal olarak, bütün vücudu etkileyen bir durum. Yorgunluk, stres, duygu durumu değişimleri, kas krampları ve titremeleri, bulantı, zihinsel konsantrasyonda azalma, uykusuzluk noksanlık belirtileri arasında.
Yetersiz magnezyum alımı ile bazı kalp-damar hastalıkları arasında bağlantı kurulmuş, İsveç’te çeşitli bölgelerde yapılan araştırmalarda, içme suyunda magnezyum miktarı daha yüksek olan bölgelerde yaşayanların kalp krizinden ölüm oranının, diğer bölgelerden daha düşük olduğunu göstermiştir.

Besinlerle magnezyum alımı yapılan diyetler ve beslenme alışkanlıklarındaki değişikler nedeniyle gittikçe azalmaktadır. Bitkilerde magnezyum bulunmasına rağmen kullanılan gübreler ve toprağın işlenişi nedeniyle bunlardaki magnezyum miktarları da gittikçe azalmaktadır.

AŞIRI ÇAY VE KAHVE TÜKETİMİ OLUMSUZ ETKİLER

Magnezyum gereksinimi erkeklerde ve kadınlarda ortalama olarak 280 - 350 mg arasındadır. Birçok yiyecekte bulunmakla birlikte en iyi magnezyum kaynakları tam tahıllar, ceviz, fındık, badem, yer fıstığı, kaju, kabak çekirdeği gibi kuruyemişler, hurma, kuru incir,kuru kayısı, kakao, bitter çikolata, kayısı, muz, avokado ve kurubaklagillerdir.

Bunların yanında roka, ıspanak, marul, maydanoz gibi koyu yeşil yapraklı sebzeler de iyi magnezyum kaynakları sayılabilirler.
Balık, et ve süt de az da olsa magnezyum içerir. Daha çok işlenmiş gıdaların tüketildiği batılı beslenme tarzında magnezyum eksiklikleri görülür. Çay ve kahve tüketiminin fazla olması da magnezyum depolarının azalmasını hızlandırabilir. 100 gram kadar badem veya kajunun yaklaşık olarak 270 mg, bir ince dilim tam buğday ekmeğinin de 30 mg magnezyum içerdiği düşünüldüğünde gereksinmeyi karşılamak hiç de zor değildir.

Özellikle stresli olduğunuz zamanlarda elinizin altında bir avuç kadar badem veya kaju bulundurmak, vücudunuzu stresin zararlı etkilerinden koruyabilir.

TAKVİYE DOKTOR KONTROLÜNDE OLMALI

Alkol kullananlar, yoğun stres yaşayanlar, şeker hastaları, doğum kontrol hapı kullananlar, magnezyum atılımını artıran tipte diüretik kullananlar magnezyum desteğinden yarar görebilir.

Magnezyum destekleri ruh halini düzenlemede yardımcı olarak yaşlanmayla birlikte artan uykusuzluğun tedavisine de destek olabilir.

Piyasada satılan değişik formlardaki magnezyum destekleri vardır. Mide asidini etkisini zayıflattığı için magnezyum destekleri yemekle birlikte alınmamalıdır. Çoğu ilaç ve besin takviyesinde olduğu gibi magnezyum da bazı ilaçların emilimiyle etkileşebilir ve bazı hastalıklarda kullanılması sakıncalıdır. Bu nedenle magnezyum takviyesi yapmadan önce, doktorunuza danışmanız gerekir.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #648
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Fazla tuz insülin direncine yol açıyor

Beslenme de uzak durmamız gereken 3 beyazdan biri olan tuz (sodyum klorür), fazla kullanıldığında insülin direncinin gelişmesine yol açıyor.
Beslenme de uzak durmamız gereken 3 beyazdan biri olan tuz (sodyum klorür), fazla kullanıldığında insülin direncinin gelişmesine yol açıyor.

International Hospital ve Acıbadem Bakırköy Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ender Arıkan, insülin direncinin altında yatan nedenlerden birinin fazla miktarda tüketilen tuz olduğuna dikkat çekerken şunları söyledi:

“Beslenmede sofra tuzunu az kullanmak gerekiyor. Ayrıca sodyumun yoğun olduğu içeceklerden de uzak durmakta yarar var. Çünkü fazla tuz, insülin direncine yol açabiliyor. İnsülin direnci ise birçok hastalığa zemin hazırlıyor. Çağımızın önemli hastalıklarından biri olan kalp krizi bunlardan biri. Bunun yanı sıra; karaciğerde yağlanma, damar sertliği, tansiyon, meme ve rahim kanseri gibi hastalıkların gelişmesinde önemli rol üstleniyor. Erkeklerde kalınbağırsak kanseri ve prostat gelişiminde de etkili.”

İnsülin direncinin saptandığı kişilerin mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Ender Arıkan, tedavi yoluyla birçok hastalıktan korunabileceğini belirtti. Bazı ilaçların insülin direncinin kırılmasında etkili olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:

“Bu ilaçlar, insülin direncini kırmak amacıyla üretilmese de, etki mekanizmasında bu var. Ama rasgele de kullanılması sakıncalı. Kullanım miktarına ve süresine mutlaka bir doktor karar vermeli. Tedavinin bitmesi için yalnızca ilaç kullanmak yeterli değil. Biz, kişiye kilo vermesini, spor yapmasını da öneriyoruz. Önerilerimize uyuyorsa ve kanındaki insülin düzeyi de düşmüşse ilaç tedavisini kesebiliyoruz.”

İnsülin direncinin, dünyada ve Türkiye’de yaygın görülen bir sorun olduğuna dikkat çeken Doç.Dr. Arıkan, bu duruma en sık rastlanılan dönemin, erkeklerde 40-45 yaş, kadınlarda ise 45-50 yaş arası olduğunu belirtti.

İnsülin direnci nasıl oluşuyor?

İnsülin pankreasta salgılanan ve kandaki glükoz seviyesini düzenleyen bir hormon. Glukoz ise besinlerden alınarak kana karışan basit bir şeker. Kandan hücreler aracılığıyla alınıyor ve enerji olarak kullanılıyor. Kandaki glukoz seviyesinin artması, pankreastaki bazı hücrelerin insülin salmasına neden oluyor. İnsülin, kandaki glukozu çeşitli dokulara taşıyan ve kan şekerinin düşmesine neden olan bir nevi aracı görevi görüyor. Ancak insülin direncinde hücreler, insüline karşı duyarsızlık geliştiriyorlar. Normalde vücuda bir birim şeker girdiğinde, bir birim insülin salgılanıyor. İnsülin direncinin olduğu durumlarda ise salgılanan insülin yeterli gelmiyor. Vücut 2-3 kat daha fazla insülin salgılamak zorunda kalıyor.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
22 Aralık 2009       Mesaj #649
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Ağız kokusunu cevizle çözün!

Sağlıklı yaşamak ve beslenmek isteyenlerin mutfaklarından cevizi eksik etmemeleri gerekiyor
Sofralarımızda sıkça yer verdiğimiz, tatlılarımızın vazgeçilmez malzemesi ceviz, kabuğuyla, içiyle, hatta perde tabir edilen iç bölümünde yer alan odunsu zarlarıyla pek çok hastalığın tedavisine destek oluyor.

Cevizin, kabuğuyla, içiyle, hatta perde tabir edilen iç bölümünde yer alan odunsu zarlarıyla birçok hastalığın tedavisinde kullanılıyor.

Sağlıklı Beslenme Uzmanı Dr. Dilek Polat, kalp sağlığı açısından büyük önem taşıyan doymamış yağ asitlerini yüksek düzeyde içeren cevizin, kolesterol birikimini ve damar sertliğini önleyici etkisinin halk arasında artık daha iyi bilindiğini, bu nedenle damak zevkinin yanı sıra, birçok insanın sağlık nedenleriyle ceviz tüketmeye başladığını söyledi.

"Doğanın mucizelerinden" cevizin farklı kullanımının ise iyi bilinmediğini ifade eden Polat, yaş ve kuru ceviz kabuklarının basit işlemlerle çok etkili sonuçlar vereceğini kaydetti.

Güçlü ve canlı saçlar

Dr. Polat, saç dökülmesine ve saçlarının yeterince canlı olmadığını düşünenlere cevizin kuru ve yaş kabuğunu öneriyor. Polat, 20 tane cevizin sert kabuğunu 1 litre suda 10-15 dakika kaynatarak elde edilen suyun saç durulamasında kullanılması durumunda, saçların dökülmesinin son bulacağını belirtiyor.

Taze cevizin yeşil kabuğunun az suyla kaynatılması sonucu macun elde edileceğini anlatan Polat, bu macunun da saç maskesi olarak kullanılabileceğini kaydediyor.

Dinlenme, tiroit, ağız kokusu

Sağlıklı yaşamak ve beslenmek isteyenlerin mutfaklarından cevizi eksik etmemeleri gerektiğini ifade eden Dr. Polat, şu bilgileri verdi:

"8 tane cevizi bir bardak suda 2 gün bekletin. Günde iki ceviz olmak üzere tüketin ve cevizleri içinde beklettiğiniz suyu da için, 4 günlük kür sonunda ne kadar dinlenmiş hissettiğinize şaşıracaksınız.

Cevizin arasında bulunan perdeleri atmıyoruz. 25-30 kadar ceviz perdesini bir litre suda güneş görmeyen bir yerde bir hafta bekletiyoruz. Sabahları aç karnına her gün bir bardak tüketiyoruz, tiroit hastalarına çok yardımcı olacaktır.

Ceviz yaprağını suda kaynatıp biraz zeytinyağı ekleyin. Bu karışımla düzenli gargara yapıldığında ağız kokusu sorunu da ortadan kalkacaktır."

Günde birkaç ceviz tüketmenin sindirim sistemi hastalıkları, öksürük, göğüs ağrıları gibi birçok şikâyeti azalttığına işaret eden Dr. Polat, pürüzsüz bir cilt isteyenlerin de yine ceviz kabuğu suyundan yararlanabileceklerini kaydetti.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
27 Aralık 2009       Mesaj #650
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Neden saçlarımız dökülüyor?

Saç dökülmesi hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilen bir sağlık sorunu. Günde ortalama 50-100 tel saç dökülmesi normal sayılmaktadır

Saç dökülmesi hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilen bir sağlık sorunu. Sağlıklı bir kişinin saçlarının yüzde 15'inin dökülme evresinde olduğunu ve günde ortalama 50-100 tel saç dökülmesinin normal kabul edildiğini belirten Acıbadem Bakırköy Hastanesi Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Belma Bayraktar, erkeklerde saç dökülmesinin daha sık görüldüğünü, bu durumun 25 yaşına kadar erkeklerin yüzde 25'ini, 40 yaşına kadar yüzde 40'ını, 50 yaşına kadar ise yüzde 50'sini etkilediğini belirtiyor. Erkek tipi saç dökülmesi olarak bilinen “Androgenetik saç dökülmesi”, kadınların yüzde 20-30'unu etkilerken, 25 yaşındaki erkeklerin yüzde 30'unda bu tip saç dökülmesi ortaya çıkıyor.

Saç dökülmesi hakkında bilgiler veren Dr. Belma Bayraktar, bu konuda merak edilen soruları yanıtladı:

Saç dökülmesinin nedenleri nelerdir?

Saç dökülmesinin birçok nedeni var. Tedaviden önce nedenleri tespit etmek büyük önem taşıyor.

• Kalıtımsal saç dökülmesi: Erkeklik hormonunun etkisiyle güçlü saç telleri ince tüylere dönüşüyor, bu nedenle saçın uzama aşaması kısalıyor. Saç kökü faaliyeti de önemli ölçüde azalıyor. Bu tür saç dökülmesi önce alnın köşesinde, sonra da saç ayırma çizgisi ile başın üst kısmında ortaya çıkan saç boşlukları ile kendini gösteriyor. Erkeklik hormonu farklı miktarlarda da olsa, hem kadında hem erkekte bulunduğundan kalıtımsal saç dökülmesine kadınlarda da rastlanıyor.

• Androgenetik saç dökülmesi (erkek tipi saç dökülmesi): Erkeklik hormonu olan androjenler tarafından etkilenen, genetik olarak yatkın kişilerde genellikle 20'li ve 30'lu yaşlarda ortaya çıkan ve öncelikle alın bölgesindeki saç çizgisinin çekilmesi ile sonra da tepe bölgesinin incelip açılmasıyla ortaya çıkan durumdur. Erkeklerin yüzde 30'u 25 yaşında, yüzde 40'ı 40 yaşında, yüzde 50'si 50 yaşında saç dökülmesiyle karşı karşıya kalıyor. Kadınların yüzde 20-30'unda erkek tipi saç dökülmesi görülüyor.

• Olağan saç dökülmesi: Ömrünü tamamlamış saç kendiliğinden veya dış etkilerle (tarama, yıkama, fırçalama) dökülüyor. Bunun yerine yeni saç çıkıyor. Günde ortalama 100 adet saç dökülüyor. Stres, yetersiz beslenme ve diyet, demir ve protein eksikliği, cerrahi müdahaleler, ateşli hastalıklar, mevsim değişiklikleri, tiroid bezi hastalıkları ve diğer endokrin bozukluklar, doğum sonrası ve menopoz gibi durumlarda yaşanılan hormonal değişiklikler olağan saç dökülmelerinin içinde yer alıyor.

• İlaçlara bağlı dökülmeler:

  • Yüksek doz A vitamini,
  • Androjenler,
  • Mantar ilaçları,
  • Tansiyon ilaçları,
  • Bazı ağrı kesici şişlik giderici ilaçlar,
  • Pıhtılaşma önleyici ilaçlar,
  • Kanser ilaçları, tiroid ilaçları,
  • Ülser tedavisinde kullanılan ilaçlar,
  • Antiviral ilaçlar,
  • Epilepsi ilaçları,
  • Hormon ilaçları,
  • Psikiyatride kullanılan bazı ilaçlar,
İlaçlara bağlı saç dökülmeleri genellikle geri dönüşümlüdür. Bazı genetik hastalıklar saç dökülmesiyle birlikte olabilir. Bazı hastalıklarda (Lupus, frengi, tiroid hastalıkları, AİDS gibi) saç dökülmesi görülebilir.

• Mevsimsel saç dökülmeleri: Saçın sıkı bir şekilde toplanması ve sert taranması da dökülmeye neden oluyor. Mevsim geçişlerinde artan saç dökülmeleri normal kabul ediliyor, özellikle yaz sonu saçlar yoğun güneş ışını, havuz ve denizden sonra yıpranıyor, dökülme artıyor. Dökülme aylarca devam etmiyor, uzun sürüyor ve saçlarda belirgin seyrelme olursa bir cilt hekimine başvurmak gerekiyor.

Ağır diyetler de saçları döküyor

Saç dökülmesi yaşayan kişilerin önce bir cilt hekimine başvurması gerekiyor. Bazen kan tetkikleri yapılarak demir, çinko, biotin eksikliğinin saptanması, tiroid veya başka bir hastalık olup olmadığı, kullanılan ilaca bağlı mı döküldüğü, stresten mi kaynaklandığının araştırılması önem taşıyor. Çünkü bazen kullanılan ilacın kesilmesi bile çözüm olabiliyor. Aşırı diyetler de saçı dökebildiği için beslenmede protein ve vitaminden zengin beslenme önemli.

Saçı sert fırlamak travma yaratıyor

Beslenme dışında saçlara zarar verici işlemlerden mümkün olduğunca sakınmak gerekiyor. Perma, boya, sık sık fön çektirmek, saçları sık ve sert bir şekilde fırçalamak da döküyor. Saçların yapısına uygun şampuanla yıkanması gerekiyor, ayrıca zaman zaman evde de uygulanabilecek uygun karışımlarla saç maskeleri yapılması yarar sağlıyor. Dr. Belma Bayraktar, eczanelerde bulunan saç besleyici toniklerin bir cilt hekimine danışılarak kullanılabileceğini, saçların kurutucularla değil, doğal akışına bırakılarak kurutulmasını öneriyor.

Dökülme bir ayı aştıysa hekime başvurun

Dr. Belma Bayraktar, tüm bu uygulamalara rağmen dökülmenin bir aydan fazla sürmesi, saçların eski hacmini ve canlılığını kaybetmeye başlaması üzerine mutlaka hekime başvurulması gerektiğini söylüyor. Yağlı saçların sık ve uygun şampuanla yıkanmasını öneren Dr. Bayraktar, “Çünkü saçlar yağlanırsa daha çok dökülür. Kuru saçların ise yumuşak şampuanlarla yıkanması önerilir. Saçları sık ve sert fırçalamak uygun değildir” diyor.

Saç ürünleri dökülmeyi önlüyor mu?

Son dönemde saç dökülmesini engelleyici ve yeniden saç çıkartıcı birtakım ürünler eczanelerde satılıyor. Bunlardan bazıları tablet şeklinde ağızdan alınan, saçı kökünden besleyip nemlendiren, yaşlanma karşıtı olmanın yanısıra içeriğinde buğday tohumu yağı, aminoasit, E vitamini, B vitamini, çinko, magnezyum, yağ asitleri, antioksidanlar da bulunuyor. Bu tür ürünlerin son derece faydalı olduğunu anlatan Dr. Belma Bayraktar, şunları söyledi: “Fakat en az 3 ay süreyle kullanılmaları gerekiyor. Bu ürünlerin bir kısmı ağız yoluyla alınıyor, ayrıca son derece faydalı tonik ve losyonlar da var. Fakat hepsinin cilt hekimi tarafından önerilmesi önem taşıyor. Erkek tipi dökülmede FDA onaylı iki ürün var.

Fakat kullanım süresi oldukça uzundur, bırakıldığında ise aylar içersinde dökülme yeniden başlayabiliyor. Ayrıca saçlara uygulanan saç mezoterapisi yöntemiyle de son derece başarılı sonuçlar alınıyor. Bu tedavide bir takım saçı besleyici vitamin, mineraller enjektör yardımıyla saç köklerine veriliyor. Önce haftada bir, daha sonra seans aralıkları açılarak işleme devam ediliyor.”

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış