Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 67

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 601.879 Cevap: 719
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
6 Ocak 2010       Mesaj #661
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Elma ve elma suyu kalbi koruyor

Elma suyu ve elma özlerinin içerdiği bazı özel bileşenlerin kötü kolesterol olarak bilinen LDL-kolesterolün oksidasyonunu engelliyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Uzmanlar elma ve elma suyunun sağlıklı beslenmede önemli rolü olduğunu vurguluyor. Elma suyu ve elma özlerinin içerdiği bazı özel bileşenlerin kötü kolesterol olarak bilinen LDL-kolesterolün oksidasyonunu engellediği ve böylece damarlara zarar vermesini önlediği belirtiliyor.

Elma suyu, antioksidan etkisi en fazla olan meyve sularından biri. ‘Quercetin’ adlı güçlü bir antioksidan içeren elma suyu, sağlıklı beslenmede önemli bir yer tutuyor. Kötü kolesterolün oksidasyonunu önlemenin yanı sıra, vücudunuzu ultraviyole ışınları, yanıklar ve sigara gibi birçok çevresel faktörün oluşturduğu zararlardan arındırıyor.

Antioksidan etkisi var

Vücudumuzda enerji üreten tüm hücreler düzenli olarak oksijene ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle oksijen yaşamın temelini oluşturuyor. Diğer yandan oksijen vücut hücrelerinde yandığında, serbest radikaller veya oksijen içeren son ürünler oluşuyor.

Antioksidanlar vücudumuzdaki vücut hücrelerinde, dokularda ve hücre çoğalmasını kontrol eden DNA’nın yapısında hasara neden olan serbest radikallere karşı savaşıyorlar. Bunların dışında ultraviyole ışınları, yanıklar ve sigara gibi çevresel faktörler de serbest radikal oluşumuna neden oluyor.

Serbest radikallerin neden olduğu hücre hasarı kanser, kalp ve damar hastalıkları, katarakt, artritler ve yaşla birlikte gelen diğer bozukluklar gibi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Bu sorunlarla karşılaşmamak için erken yaşlardan başlayarak sağlıklı beslenmek önem taşıyor.

Elma suyu, içeriğindeki en fazla antioksidan kapasiteye sahip ‘Quercetin’ nedeniyle bu sorunlara karşı savaşta, sofradan eksik edilmemesi gereken bir yardımcı.
248 elmasuyu

volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
6 Ocak 2010       Mesaj #662
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Hastalıklardan koruyan besinler

Soğuk havanın ülke genelinde etkili olmaya başlaması, aynı zamanda hastalık mevsiminin de başladığını gösteriyor.
Sponsorlu Bağlantılar

Kış mevsiminde ülkemizde yaşanan soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığı artıyor. Enfeksiyonlar özellikle, çocukları, yaşlıları, hamileleri, kronik sağlık sorunları olanları olumsuz etkiliyor.
Kış hastalıklarından nasıl korunabilirsiniz?

- Kış aylarında kalın kıyafetler giyerek soğuktan korunabilirsiniz. Fakat çok terlememeye de özen göstermek gerekiyor.

- Yeme düzenine de dikkat etmek gerekiyor. Enerji verecek yiyecekler tercih edilmeli. Örneğin meyve ve sebze tüketimi artırılmalı.

-Soğukta özelikle hamileler mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı.

-Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmalı.

-Kalp hastalığı olanlar, diyabet hastaları, tansiyon hastaları, yaşlılar ve çocuklar çok soğuk günlerde dışarıya fazla çıkmamaya özen göstermeli.

-Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor.

Bitki çayları: Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için ıhlamur, kuşburnu veya papatya çayını çay ve kahveye tercih etmelisiniz.

C vitamini takviyesi: C vitamini, vücudu virüs ve bakterilere karşı korur, aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir. Vücudun günlük C vitamini ihtiyacı 100 miligramdır. Günde 5 öğün meyve ve sebzelerle beslenirseniz, vücudunuzun ihtiyacı olan C vitaminini karşılamış olursunuz.

Uykunuza özen gösterin: İyi bir uyku, sağlıklı bir bağışıklık sistemi için çok önemlidir. Çünkü organizma gece boyunca kendini yeniler ve yeni gün için güç toplar. Zinde bir gün geçirmek için en az 6, en fazla 8 saat uyumanız gerekir.


volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
6 Ocak 2010       Mesaj #663
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Reflü sorunu olanlara tavsiyeler

Reflüye bağlı yemek borusu iltihabı can sıkıcı bir sorundur. Yanma, ağrı, ses kısıklığı, öksürük gibi belirtilere yol açar.
Reflüye bağlı yemek borusu iltihabı can sıkıcı bir sorundur. Yanma, ağrı, ses kısıklığı, öksürük gibi belirtilere yol açar. Bu sorunun tedavisinde yalnızca ilaçlara bel bağlamak yetmez. Kişisel bazı önlemler de gerekir. İşte onlardan bazıları.

Bunları kullanmayın:

* Acı baharatlar
* Karbonatlı içecekler (kolalı içecek, gazlı meşrubatlar, gazoz gibi)
* Domates ve domates suyu
* Bazı meyve suları (portakal, greyfurt, mandalina)
* Kahve ve demli çay
* Alkol (özellikle şarap ve diğer fermente içkiler)
* Sıcak ve soğuk besinler
* Et suyu ve et suyu eklenmiş besinler
* Kızartmalar, bol yağlı yiyecekler
* Kremalı çorbalar
* Kuruyemişler
* Şeker (glukoz) şerbeti eklenmiş tatlılar
* Çok yağlı yiyecekler (kızartmalar)

Bunları yemekten korkmayın:

* Beyaz ve yağsız etler
* Şekeri, yağı az tatlılar
* Yağsız salatalar
* Mayonezsiz, kremasız yiyecekler
* Fırında veya buharda pişirilmiş besinler, tencere yemekleri
* Izgara yiyecekler
* Gazsız içecekler ve su

Bunları mutlaka yapın:

* Porsiyonlarınızı küçültün
* Fazla kilolarınızı verin
* Öğün aralıklarını kısaltın
* Yavaş yiyin, iyi çiğneyin
* Sık sık su için
* Yemekte sıvı almayın, su ve içecekleri öğün aralarında kullanın
* Proteinden zengin bir beslenme planı uygulayın
* Yatmadan 3-4 saat önce son lokmanızı tamamlayın. Aç yatın.
* Yüksek yastık kullanın, sol tarafınıza yatın.


Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
7 Ocak 2010       Mesaj #664
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Cep Telefonları Beyni Alzheimer'dan Koruyor


ABD'de fareler üzerinde yapılan bir araştırma, cep telefonlarının, Alzheimer hastalığının bazı etkilerini önleyebileceğini ortaya koydu.

Güney Florida Üniversitesinde görev yapan Gary Arendash başkanlığındaki bir grup bilim adamı, Alzheimer hastası olacak şekilde genetik değişikliğe uğratılmış farelerin, cep telefonlarının yaydıkları elektromanyetik dalgalara uzun süre maruz kalmalarının ardından, hafıza ve düşünme yeteneklerini ölçen testlerde sağlıklı farelerle aynı başarıyı gösterdiklerini tespit etti.

Farelere, 7-9 ay boyunca, günde iki saat cep telefonuyla konuşan bir insanın aldığı kadar elektromanyetik dalga veren araştırmacılar, bu sürenin sonunda Alzheimer hastalığının belirleyici özelliklerinden biri olan beta
amiloid proteininin toplanmasının durduğunu gözlemledi.

Cep telefonlarının beyin kanserine neden olduğu konusundaki tartışmaların ardından şaşırtıcı sonuçlar elde eden araştırma ekibinin başındaki Arendash, daha hızlı sonuçlar elde edebilmek ve uygulamayı, insanlar üzerinde denemeye başlayıp başlayamayacaklarını saptamak için deney üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Araştırma ekibinde yer alan Chuanhai Cao da araştırmanın daha çok cep telefonlarının uzun süreli kullanımlarının beyne zarar vermediğinin bir delili olduğunu belirtti.

Uzmanlar, kesin bir tedavi yöntemi olmayan Alzeimer hastalığı konusunda fareler üzerinde etkili olan birçok yöntemin insanlar üzerinde aynı sonuçları vermediğine dikkati çekiyor. counthighlightashx?t1262887747142&ampids2870982427210008629

volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
11 Ocak 2010       Mesaj #665
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Spor yapmak hücrelerin yaşlanmasını geciktiriyor

Yapılan araştırmalar sonucunda, düzenli olarak spor yapanlarda hücre düzeyinde yaşlanmanın geciktiği ortaya çıktı.

"Circulation" dergisinde yayımlanan araştırma, düzenli olarak dayanıklılık sporunun hücre düzeyinde yaşlanmayı geciktirdiğini gösterdi.

Almanya’daki Saarland Üniversitesinden Ulrich Laufs ve ekibinin yaptığı araştırma, sporun birçok kanser türünün gelişmesinin durdurulmasında hayati rol oynayan telomeraz enzimiyle bağlantılı olduğunu ortaya koydu.

Tansiyon, kolesterol seviyesi, kandaki şeker ile kilo alımını düzenleyen ve bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltan sporun bu olumlu etkilerinin kaynağındaki moleküler mekanizmaya yoğunlaşan bilim adamları önce fareler üzerinde araştırma yaptı.

Bir grup fare 3 hafta boyunca bir tekerlek üzerinde koşturuldu. Bu farelerin aortundaki telomeraz faaliyetinde ve kan hücrelerinde artış, programlanmış hücre ölümünde azalma olduğu görüldü.

Daha sonra araştırmacılar, haftada 73 km koşan ortalama yaşı 20 olan profesyonel atletler ile ortalama yaşı 51 olan maratoncu ve triatloncuları inceledi.

Uzun süre yapılan sporun, telomerazı etkinleştirdiği ve akyuvarlardaki kromozomların her iki ucunda bulunan telomerlerin kısalmasını azalttığı belirlendi.

Fransız "Le Figaro" gazetesinin internet sitesinde de yayımlanan araştırmada, onlarca yıl spor yapan atletlerde telomerlerin boyunun sabitliğinin genç sporculara göre daha belirgin olduğu ortaya çıktı.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
11 Ocak 2010       Mesaj #666
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
İştahınızı azaltmak için 5 yol

Yapılan bir çalışmaya göre, erkekler kadınlara göre iştahlarını kontrol etmede daha iyiler.

İştahı kişinin yemek yeme arzusu olarak tanımlayabiliriz. İştah tüm canlılarda bulunur ve metabolik ihtiyaçların sağlanması için yeterli enerjiyi düzenleme işini görür. Yemek yeme arzusunun ciddi olarak azalması durumu ise ‘anoreksiya’ olarak tanımlanır. İştahın düzensiz olma hali bazı kişilerde yeme bozukluklarına sebep olabilir, anoreksiya nervosa veya bulimia nervosa veya çok fazla yeme, tıkınırcasına yeme gibi.

Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde Ocak 2009’da yapılan bir çalışmaya göre, erkekler kadınlara göre iştahlarını kontrol etmede daha iyiler.

Bu çalışmada araştırmacılar, kadın ve erkek gönüllülerin beyin aktivitelerini tomografiyle (PET) izledi. Bu kişiler araştırmaya alınırken kiloları normaldi ve yaklaşık 20 saat boyunca yemek yemediler. Ardından katılımcılara pizzadan kurabiyeye kadar onların en sevdiği besin sunuldu ve koklamaları, tatmaları, seyretmeleri, yemeğe bir şekilde tepki vermeleri, ama yememeleri söylendi.

Bir başka gün ise açlık ve yeme düşüncelerini bastırmak için, bilişsel engel olma tekniği kullanıldı. Bu teknik, aynı yemeklere maruz kalmadan önce kişilere bu yemeklere karşı iştahlarının azalmasını öğretmek için kullanıldı. Diğer bir gün de kontrol etmek amacıyla gözden geçirme seansı yapıldı. Kadınlar ve erkekler açlıklarının azaldığını iddia etti. Oysa sonuçlara göre, yemeklere tepki veren beyin aktiviteleri erkek gönüllülerde azalırken, kadınlarda azalmıyordu.

Bu çalışmanın ardından gelen yorumlar ise cinsiyet farklılığının şaşırtıcı ve şüpheli olduğu yönündeydi. Bazı araştırmacılar bu sonuçların kadınların ve erkeklerin alması gereken besinlerin farklılıklarından ileri geldiğini savunuyor.

Otokontrol de çok önemli

Ben ise iştahı kontrol etmenin davranış değişimi ve düşünce biçimindeki değişiklikle ilgili olduğunu ve bunun da cinsiyetten çok kişisel gelişim ve otokontrolla ilgili olduğunu düşünüyorum.

İŞTAHINIZI AZALTMAK İÇİN 5 YOL

‘Dengeli beslenme programını takip etmek’ denildiğinde akla hemen ‘kilo vermek’ ya da ‘kiloyu korumak’ gelir. Ancak hayat tarzınıza ve yemeğe bakış açınızda yapacağınız beş küçük değişiklikle iştahınızı kontrol edebilirsiniz.

1. Vücudunuz sizi aç hissettiren ya da tokluk hissi veren hormonları ve beyin kimyasallarını üretir. Çalışmalar, uykusuzluğun, hormonların değişmesine ve iştahın artmasına sebep olduğunu göstermiştir. Yeterince uyumak ve belirli bir uyku düzeni oluşturmak, bu hormonlarınızı dengede tutmada size çok yardımcı olacaktır.

2. Yemek yemek için acele etmeyin. Telaş içinde olduğumuz zamanlar, yemeklerin tadına varamıyoruz. Yemeklerinize zaman ayırın. Televizyonu kapatın. Bir masaya oturun. Yemekten sonra kendinize en az 20 dakika, en fazla bir saat ayırın. Eğer daha yavaş yerseniz, doyduğunuzun farkına varırsınız. Böylece yediğinizin her lokmanın tadını alacaksınız.

3. Porsiyonları değiştirmemeye özen gösterin. Son 10 yıldır restoranlarda daha büyük porsiyonlarda yemeye başladık, bu nedenle evde daha büyük porsiyonlar hazırlar olduk. Bu fazla porsiyonlar sağlığımız için iyi değil.

4. Öğle ya da akşam yemeğinden önce salata tüketmek, sizin fazla yemek yemenizi önleyecek çok güçlü bir yöntemdir. Eğer salata yeme fikri sizi yeterince harekete geçirmiyorsa, biraz daha yaratıcı olmak mümkün. Göbek salata ve havuç yerine, bol ıspanak, elma, fındık ve turpu düşünebilirsiniz. Ağız tadınıza göre sevdiğiniz sebze ve meyveleri karıştırarak yiyebilirsiniz. Hatırlamanız gereken, salataların yağsız ya da az yağlı olmalarına özen göstermeniz. Aksi halde, bol sebze ve meyvelerin size kardan çok, zararı dokunabilir.

5. Egzersizden sonra, kaybettiğiniz enerjiyi yeniden almaya ihtiyacınız olabilir. Ama dikkat etmezseniz, egzersizi boşuna yapmış olursunuz. Egzersizi daha fazla yemek için bir araç olarak görmeyin. Egzersiz öncesi iyi beslenmediğinizde, sonrasında açlığınızı kontrol edemeyebilirsiniz.
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
14 Ocak 2010       Mesaj #667
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Ağrısız ve ameliyatsız incelme: MLS


Vücutta biriken ve şekil bozukluklarına yol açan yağ dokusunu azaltmak, şekillendirip selülitleri yok etmede kullanılan MLS, bilinen yöntemlerin önüne geçiyor.

Ameliyatsız, ağrısız bölgesel fazlalıklardan kurtulma yöntemi MLS (Morpho Lipo Sculpture) sistemi ile her kadının istediği vücuda kavuşabileceğini söyleyen Doğan Cerrahi Tıp Merkezi Estetik Birimi Dr. Saliha Güneri bu yöntem hakkında bilgi verdi.

Yeniden yağlanma görülmüyor
Özellikle kadınlar bedensel incelme ve sellülit gibi sorunlarından uzun zamandan beri mücadele ediyor. Ancak bu güne kadar, bu konuda elde edilen tedavi yöntemlerinin her birinin diğerine göre avantaj ve dezavantajları bulunurken, hem riski olmayan hem de yüz güldüren bir tedavi modeli bulunamamıştı. MLS bu konudaki en yeni ve gelişmiş tedavi yöntemlerinden oluyor. İşlem yapılmış bölgede yeniden yağlanma görülmüyor.

Güner, "Sahip olduğu analiz sistemi ile MLS, kişiye özel program yapan tek uygulama. Kişinin analizi yapıldıktan sonra protokolün öngördüğü şekilde cihazın sahip olduğu elektroterapi, infraruj battaniyesi, manyeto terapi battaniyesi, ultrason, drenaj sistemlerinden enjeksiyon öncesi ve sonrası uygulamalar yapılır. Farkı yaratan enjeksiyon sistemi ise yağ hücrelerinin kalıcı kaybını sağlar. Böylece tek bir sistem içinde fazlalıklardan kalıcı olarak kurtulursunuz hem de sarkma, deformasyon ve doku gevşemesi oluşmaz" diyor.

Ağrı, sızı yok
Sonuçların ilk seanstan itibaren alınmaya başladığı bu yöntemle daha sonra da hiçbir ağrı hissetmiyorsunuz. Her seansta giderek verimlilik artıyor. Tedavinin önerilen şeklini sonuna kadar yapılırsa, kalıcılık ve verimlilik o kadar fazla oluyor. Diğer taraftan, kollarda sarkma yapan yağ dokularının ve gıdı daki yağlardan bir seansta kurtulmak mümkün.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:59
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
14 Ocak 2010       Mesaj #668
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Profesörden şeker, kolesterol ve kanser gerçekleri

Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe kendi mutfağımızdan başlayabiliriz!

Genel cerrah Prof. Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor...

Muayenehanesinin kapısında "Prof." yazmıyor. "Ben üniversitede hocayım, burada hekim" diyor. Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim" diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir "akıllı beslenme" uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir?

İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? "Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, şekerle başladı.

"ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL"

DEMİRKOL: Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.

Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. "Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.

"12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR"

Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri doğru değil mi?

- Asla doğru değil.

Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?

- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.

"KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR"

Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?

- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.

Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar.. Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü.

İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.

Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.

"MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME" >>>
Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.

- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.

Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?

- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.

Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?

- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.

Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.

- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara "şunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.

Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.

- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazısı konuyor.

AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE...

Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?

- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek. 1920'li yıllarda Amerikan başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.

KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI

Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.

- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.

Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.

"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"

Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?

- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor . Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor.

Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne diyor?

Oksitleyen maddeleri azalt.

Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.

ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI >>>

Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?

- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardır".

Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.

Antep yöresinin yuvalaması gibi..

- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.

Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.

Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.

Demek Amerika'dakilerin varmış.

- Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.

HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ

Ne fark var arasında?

-İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.

DEPRESYONUN ÇARESİ

İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?

- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.

- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

PROF. KENAN DEMİRKOL'DAN HAYATİ BİLGİLER >>>

ÇAY VE ZEKA

Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?

- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı. Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?

- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.

Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.

- Üç saat.. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor.

Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya "enfarktüs" olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor..

Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?

Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor..

"ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI"

Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?

- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle yapıyor" diye?

Ben güzel yemek yaparım.

- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.

Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara.

- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.

PROF. KENAN DEMİRKOL'DAN HAYATİ BİLGİLER

• Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.

• Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten.

• Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.

• Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.

• Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.

• Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.

• Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.

• Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.




volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
15 Ocak 2010       Mesaj #669
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"
Oturduğunuz yerden kilo verin

Cinsel işlev bozuklukları da dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılan hipnozla tedavi aynı zamanda zayıflamayı da kolaylaştırıyor.
Hipnoz denilince akla sürekli uyku halindeki kişinin karşısındakinin söylediklerini yapması gelse de uzmanlar, hipnozun birçok hastalığın tedavisinde tamamlayıcı olduğunu söylüyor.

Cinsel işlev bozuklukları da dahil olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılan hipnozla tedavi aynı zamanda zayıflamayı da kolaylaştırıyor. Konuyla ilgili olarak görüştüğümüz Psikoterapi ve Hipnoz Uzmanı Dr. Haluk Alan ile hipnozla ilgili merak edilenleri ve hipnozla zayıflamayı konuştuk.

Hipnozla tedavi ne anlama geliyor?

Hipnozla tedavi; hipnoza alınan kişiyi (suje) belli bir trans derinliği ve telkinler eşliğinde, sorunu ya da sorunlarına yönelik içsel olgularına yönlendirebilme durumudur. Alternatif bir tedavi yöntemi olmayıp, tedavileri tamamlayıcı bir unsurdur.

"Hipnozla tedavi ile her şeyi yapabilseydim şimdi zengin olurdum"

Ne kadar zamandır bu işle uğraşıyorsunuz?


Son 7 yılı aktif olmak üzere yaklaşık 9 yıldır hipnoz yapıyorum. Eğer hipnoz yapan kişi olarak elimde farklı güçler olabilseydi ve ben bunları hipnoza giren kişinin bütün karşı çıkmalarına rağmen istediğim şekilde kullanabiliyor olsaydım herhalde Türkiye'nin değilse bile bölgenin en zengin adamı olurdum. Çünkü, bana müracaat eden tekstil fabrikatörlerinin sadece 2-3 tanesinin banka hesaplarını kendi üzerime transfer etseydim bu bana yeterdi.

Kimler hipnozla tedavi yapabilir?

Hipnozla tedavide hekimler, psikologlar ve diş hekimleri görev alabilirler. Sadece sertifika alarak hipnoz yapmaya yetkilendiğini zanneden hekim ve psikolog dışı kişilere güvenmeyin ve onlara hipnoz olarak geleceğinizi karartmayın.

Kişi için bir tehlike var mıdır?

Hipnoz doğduğumuz günden bu yana aslında her gün karşılaştığımız ve hatta yaşadığımız doğal ve normal bir durumdur. Dalmış vaziyette televizyon seyrederken ya da kitap okumaya daldığımız ancak bize sesleneni duyuyor olmamıza rağmen yanıtlayamadığımız anlar hep doğal hipnoza örneklerdir. Bunları yaşadığımız anlarda beynin alfa düzeyindedir. Yani hipnozda yaşanılan evre. Bu yüzden eğer yetkili bir hekim ya da psikolog tarafından uygulanıyorsa, hipnozun hiçbir tehlikesi yoktur. Şimdiye kadar sadece hipnozdan kaynaklanan, tespit edilmiş bir psikolojik ya da fizyolojik zarar belirtilmemiştir.

Hipnozla zayıflamak mümkün müdür? Nasıl?

Düşünerek zayıflama derken biz düşünce gücünü ve dolayısıyla zihnimizi ve daha da önemlisi bilincimizi ve bilinçaltımızı kastediyoruz. Zihinsel yoğunlaşmayla elde edilebilecek yararlar sadece zayıflama ile sınırlı değildir.

Metropolitan Üniversitesi uzmanlarından Dave Smith'in yaptığı araştırmada her gün bir saat egzersiz yapanlardan daha çok, 1 saat aynı egzersizi yaptığını düşünen, bunu düşünen, zihninde canlandıran grup başarılı olmuş hatta yarım kilo daha fazla kilo vermişlerdir.

Bizlerin de hipnozda kullandığı imajinasyon yöntemi kişinin belli bir beyinsel dalga boyuna getirilmesiyle sağlanabilir. Bunun en iyi sağlandığı zaman dilimi beynin alfa dalgalarının hakimiyetinde olduğu dönemlerdir. Uykuya dalmaya hazır olduğumuz anlar ve hipnozun bazı aşamalarında bu dalga boyunun hakimiyeti söz konusudur.Uykulu veya hipnotik trans durumunda vücuttaki bilinçli bütün zorlamalar en aza inmektedir. Dolayısıyla bu dönemde bilinç tarafında ortaya atılacak bilinçli çatışmalar önlenmekte, bilinçaltı bütün haşmetiyle size yardım etmek üzere gönderilecek olumlu telkinleri almaya müsait hale gelmektedir. Telkinlere açık olunan bu dönemde, bilinç geri plandadır. Bilinçaltını size faydasız bazı alışkanlıklardan temizleyip, yepyeni bir anlayışa yönlendirmek işte bu dönemde mümkündür.

Bu imajinasyonun yanı sıra; kendini gelecekte nasıl görmek istiyorsa, yani mutlu, sağlıklı, estetik, ideal kilosuna ulaşmış, stresten uzak, huzurlu v. b. özellikleri kendi üzerinde görmeye çalışır. Ve bilinçaltına şu uyarıyı gönderir: "İşte ben bu olmak istiyorum. İnanıyor ve biliyorum ki bu isteğim mutlaka yerine getirilecektir…"


Çikolata yemekten kendini alamayan hasta tam 12 kilo verdi >>>>>
Yıllardır çikolatalı besin tüketmekten kendini alıkoyamayan bir hastam (A.G.) oluşturduğumuz etkin imajinasyon (Düşünsel yoğunlaşma) etkisiyle ilk seansımızda yediği o çikolatalı dondurmaların gres yağından üretildiği sanısıyla, seans sonunda kısa bir süre öğürme ve kusma şeklinde tepki göstermişti. Bu imajinasyonun bir gücüydü. Şimdi o hastam toplamda 12 kilo ile en iyi zayıflayan hastalarım arasındadır. Aradan 2 yılı aşan bir sure geçmiş olmasına rağmen verdiği kilolarını geri almamıştır. Bu arada çikolatalı dondurma ve diğer ürünleri de çok büyük bir rahatlıkla tüketebilmektedir. Ama sadece ihtiyacı kadar, aşırıya kaçmadan, bilinçli olarak.

Hipnozla zayıflamak kalıcı bir sonuç mudur?

Tüm bu anlatılanlardan sonra evet! Diğer yöntemlere kıyasla zihinsel yoğunlaşma ve hipnoz yöntemiyle yapılan zayıflama kalıcı olmaktadır.

Nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?

Biz uygulamayı genelde 5 seans üzerinden yapıyoruz. Sonra 15 günde bir, ayda 2, ayda 4, ayda 8 ve 12 ayda bir olmak üzere 6 kez hatırlatma seansları uyguluyoruz. Ancak hasta bu dönemler içinde ilk 21 gün geceleri tam yatmadan önce gece hipnozu seansları yapmaktadır. 21 gün sonunda elde edeceği başarı ve kazanacağı alışkanlık onun ruhunda " istediğini elde eden insanın" huzurunu yaşatacaktır. Yaklaşık hastalarımızdan ayda 4-5 kilo civarında kilo vermelerini istiyoruz.

Cinsel sorunlara da çare oluyor

Cinsel sorunlar hipnozla destek veriyor musunuz?

Cinsel sorunların hipnoz yöntemiyle tedavisi mümkündür. Özellikle vajinismus, orgazm bozukluğu, cinsel isteksizlik, erken boşalma, ereksiyon problemi ve geç boşalma, üzerinde çalışılan ve hipnoz yöntemiyle olumlu sonuçlar alınan cinsel problemlerdir. Her bir sorun için farklı hipnotik uygulama bulunmaktadır. Ancak bu ve diğer sorunlarda amaç sadece hipnoz yapmak değildir. Hipnoz öncesinde kişiden sorunu hakkında yeterince bilgi alınmakta, sonra kendisine konulan tanı doğrultusunda bilgi verilmekte ve terapi süreci hakkında bilgilendirilmesi sağlanmaktadır. Bu devrelerden geçen hasta uygun trans derinliğine alınarak çeşitli terapi teknikleriyle tedavi edilmektedir.

Vajinusmusta en etkili yöntemlerden biri

Hipnozla tedavi sonrasında kişi tamamen iyileşir mi?


Hipnozla tedavide kişinin sorununa bağlı olarak tedaviden alınan yanıtlar da değişmektedir. Psikolojik sorunlar bağlamında ele aldığımızda örneğin sadece ilaçlı tedaviye oranla, hem ilaçlı tedavi ve hem de psikoterapi ve hipnoz uygulamaları daha kalıcı tedavi imkanı sunmaktadır. Panik bozukluğundan takıntılı durumlara ve cinsel sorunlara kadar birçok problemde daha kalıcı bir tedavi için psikoterapi ve içinde hipnoza yer verilmektedir. Vajinismusta en etkin tedavi yöntemlerinden biri hipnozdur. Hipnozla daha önce tedavi edilememiş birçok vajinismus hastasını tedavi ederek operasyonlarla sağlanamayan tedaviyi hipnozla sonuçlandırmak mümkün olmuştur. Cinsel yaşamın daha zevkli ve sorunsuz hale getirilmesinde hipnozun çok önemli katkıları olmaktadır. Özellikle batıda ön yargısız bir şekilde terapilerde kullanılmakta olan hipnoz, sorunların kalıcı çözümü noktasında terapistlere büyük kolaylıklar sağlamaktadır.

darkhunter - avatarı
darkhunter
Ziyaretçi
29 Ocak 2010       Mesaj #670
darkhunter - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk ve bebeklerde ateş görüldüğünde evde alınabilecek basit ve temel önlemler önemlidir. Ateşin tedavisi yanlızca ateş düşürücü ilaçlarla değil, aynı zamanda uygun yaklaşımlarla desteklenmelidir. Bu destek yaklaşımlar ateş düşürücü kullanmak kadar önemlidir.
Ateşli bebeğin bulunduğu ortamın ısısı 21-22 C arasında tutulmalıdır. Oda ısısının ayarlanması için havalandırmalar ve vantilatörler kullanılabilir,ancak bebeğin direkt olarak hava akımının karşısında olmamasına dikkat etmek gerekir
-Çocuğun üzerindeki fazla giysiler çıkartılarak az ve gevşek giysilerle çocuğun ısısının düşürülmesine yardımcı olmalı.
-Ilık suyla (29-32 C) duş yaptırmak veya ıslak bezlerle vücut ateşini kontrol edip sık sık ölçüm yaparak ateşin seyrini izlemeli.
-Doktorun tavsiye ettiği bir ateş düşürücü (antipiretik) kullanarak ateşi kontrol altında tutmalı.(Ateş düşürücüler çocuğun yaşına ve kilosuna bağlı olarak farklı miktarlarda kullanılırlar; bu nedenle bir hekime danışarak kullanılmalıdır.
-Yüksek ateşte vücudun daha fazla sıvıya ihtiyaç duyması nedeniyle bol miktarda sıvı almasını sağlamalı. Verilecek sıvının çok sıcak veya çok soğuk olmamasına dikkat etmeli.
Unutulmamalıdır ki ateşi yükselen çocuklarda yapılması gereken bazı basit işlemler ateşi almakta çok yardımcı olurken bazı yanlış uygulamalarda tedavinin uygun olarak yapılmasını engellemektedir.
Öksürüğün sebebi nedir?
Normal koşullarda burundan başlayarak akciğerlere kadar uzanan solunum yolunun üst tabakası toz, bakteri, virüs ve diğer yabancı cisimleri yakalayan ince bir mukus tabakası ile kaplıdır. Çocuklarda yaklaşık olarak günde 0,5 litre mukus yapılır.Cilia adı verilen çok küçük tüy gibi yapılar bu mukusu korumaya çalışır ve solunum yollarına giren yabancı içeriği küçük süpürgeler gibi hareket ederek dışarıya atar.Çocukta solunum yolu enfeksiyonu başladığında ciliaların bu doğaltemizleme hareketleri ortadan kalkar.Solunum yolları da kendisini etkileyecek yabancı cisimlerden korunmak için daha da kalın bir mukus tabakası oluşturmaya başlar.İşte öksürük ciliaların hareketlerinin bozulduğu bu ortamda solunum yollarının temizliğini sağlamak için ortaya çıkar.Ciliaların hareketlerini yeniden düzenleyebilmek için enfeksiyon geçtikten haftalar sonrasına kadar çocukta öksürük sürebilir.
Öksürüğün sebebini bulmak bazı durumlarda zor olabilmektedir. Çocuklar çoğunlukla hastalık belirtilerini anlatamazlar, bazen muayene ile de bir şey bulunamaz ve bu durumlarda akciğer fonksiyon testleri gibi bir takım laboratuvar testleri yapmak gerekebilir.
Aileden alınacak küçük bilgiler ısrarlı öksürüklerin sebebinin bulunmasında yardımcı olacaktır.Örneğin sürekli sigara dumanına maruz kalma, evdeki toz ve akarlar gibi allerjen maddeler, evcil hayvanlar bu türlü ısrarcı öksürüklerin sebebi olabilir.
Öksürükle birlikte sarı,yeşil burun akıntısı, baş ve boğaz ağrısı, nefesin kötü kokması da varsa genellikle sinüzit düşünülür.Solunum yollarına çekirdek, fındık vs. yabancı cisim kaçması sonucu da öksürük ortaya çıkabilir.Astım, soğuk algınlığı, sigara dumanı da muhtemel öksürük sebeplerindendir.
Öksürük sesi bazen tanıda yardımcı olur. Kısa, kuru ve hırıltılı öksürük astım, bronşit veya zatürrede ortaya çıkar.Balgamlı öksürükler ise genellikle üst solunum yolu enfeksiyonları ile oluşur.Boğmaca ve krup ta da kendine özgü öksürük sesi vardır.
Soğuk algınlığında veya sinüzitlerde öksürük genellikle yatarken ( mukus sürekli boğaz gerisine akmaktadır) artar.Çocuk sabah kalktığında şiddetli öksürerek ve bazen de kusarak bu mukusu temizlemeye çalışır. Israrcı öksürükler ise bronşit, zatürre veya astımda görülür, pzisyonla ilgisi yoktur, gece veya gündüz oluşabilir, egzersizle artar.Çığlık atmak, bağırmak veya gülmek ile şiddetli bir öksürük atağı oluşabilir.
Bebeklik yaşlarında zatürre ve bronşiolit hastalıkları oldukça ciddi hastalıklardır. 1 yaşın altındaki bebeklerde havayolları henüz çok küçüktür. Bazı virüsler bu küçük hava tüpleri (bronşioller) in zarar görmesine sebep olurlar.Aldıkları hava yetersiz gelmeye başlar, nefes almakta güçlük çekerler ve acil müdahaleye gereksini duyarlar.
Astım uzun süreli öksürüklerde en çok görülen sebeplerden biridir. Genellikle öksürük dışında başka belirti yoktur.Dinlemekle göğüste tipik solunum sesleri duyulur.

Öksürükte Ne yapmalıyız ?
Öncelikle evde kesinlikle sigara içmemelidir. sigara dumanı ciliaların hareketlerini felce uğrettığı gibi mukus salınımını da arttırır.
İkinci önlemimiz ise mukus salgısını inceltmek ve irritasyonu yumuşatmak için çocuğumuza bol su veya benzer sıvılar içirmek olmalıdır.
Üçüncü önlemimizde havayı nemlendirici cihazlar kullanmak olabilir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 20:00

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış