Ziyaretçi
Caspar David Friedrich (1774 - 1840)
18.yüzyıl batı uygarlığı açısından bir değişim sürecinin başlangıcını işaret etmektedir. Aydınlanma’yla bağlantılı olarak gelişen tarih ve doğa ilgisi, Fransız İhtilali sonucunda hızla yaygınlaşan ulus bilinci, kentleşme sürecinin ve endüstriyel gelişmelerin ilk basamaklarının alınması gibi etkenler, yeni bir Avrupa’nın doğuşuna kaynak oluşturmuştur. Toplum yapısında, ekonomik ve siyasi düzende köklü değişiklikleri gerektiren bu süreçte; bireyin yaşama, dine, doğaya bakışında farklı bir konum belirlemesi kaçınılmaz olmuştur. Sanatçılar, içinde bulundukları uygarlığın bu değişen çehresini hassasiyetle kavramışlar, eserlerinde yansıtmışlar ve değişimin biçimlenmesine bizzat katılmışlardır.
18.yüzyıl sonu ve 19.yüzyılın başlarında sanat, edebiyat ve düşün alanlarında karşılığını bulan Romantizm akımı, sanatçıların değişime verdikleri tepkinin erken sonuçlarından birisidir. Resim sanatında doğanın yüceltildiği, insanoğlunun doğa karşısındaki konumunun sorgulandığı manzaralar ağırlıklı bir yere sahip olmuş, sanatçının birey olarak varlığı ve iç dünyası ön plana çıkmaya başlamıştır. Fransa’da Delacroix, Gericault; İngiltere’de Turner, Constable ve Almanya’da Runge, Friedrich gibi sanatçılar romantik resmin en güçlü temsilcileri olmuşlardır.
Caspar David Friedrich, Kuzey Almanya’da Baltık Denizi kıyısındaki Greifswald’da dünyaya gelmiş ve hayatının ilk 20 yılını burada geçirmiştir. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği bu bölgede, Baltık Denizi’nin, Harz Dağları’nın ve buzların çözülmesi sonucunda erkek kardeşinin içinde boğulduğu Elbe Nehri’nin görünümleri belleğine kazınmıştır. Friedrich, 1794 yılında, Baltık’ın doğduğu şehre çok da uzak olmayan karşı kıyısına, Kopenhag’a giderek buradaki Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt olmuştur. Akademi’de 1798’e kadar süren eğitiminin yanı sıra kendi özel çabasıyla da resmini geliştirmenin yollarını aramıştır.
Kopenhag’dan sonraki durağı, bu kez denizden oldukça uzaklarda, Almanya’nın iç kesimlerinde yer alan Dresden şehridir. Burası 18.yüzyılın başlarından itibaren önemli bir kültür ve sanat merkezidir ve daha sonra, 20.yüzyılın başlarında, öncü sanat akımlarından dışavurumculuğun doğuşuna tanıklık edecektir. Friedrich, Dresden’de Alman romantizminin şair, yazar, düşünür ve ressamlarıyla tanışma ve onlarla arkadaşlık etme fırsatını bulmuştur. Novalis, Kleist, Tieck gibi yazar ve düşünürler, Runge gibi ressamlarla paylaşılan görüşler, Friedrich’in romantik ideali benimseyip kavramasında etkili olmuştur. Onun bu dönemde ilişki içerisinde olduğu isimlerden birisi de, resimlerinden övgüyle söz eden ünlü yazar Goethe’dir.
Kuzey romantizminin entelektüel çevresiyle kurduğu bağlantı, onun sanat gelişiminde doğrudan etkili olmuştur. Sanatçı, aynı zamanda aralarında Dahl, Carus gibi ressamların bulunduğu isimlere hocalık etmiştir. 1805 yılında Weimar Sanat Derneği’nin bir ödülünü kazanmış olan Friedrich, 1815- 1824 yılları arasında Peyzaj Resmi Üzerine Dokuz Mektup adlı kuramsal kitabını hazırlamış ve 1824’de Dresden Akademisi’nde profesörlüğe getirilmiştir.
Baltık kıyılarına ve doğduğu kente yaptığı birkaç seyahat dışında hayatını Dresden’de geçiren Friedrich’in resimlerinde, ana tema doğanın yüceltildiği manzaralardır. Sanatı derin bir doğa bilgisine dayanmaktadır ve yapmış olduğu çok sayıdaki eskiz, onun doğayla ve farklı hava koşullarıyla yakından ilgilendiğini ortaya koymaktadır. Koyu bir hrıstiyan olan sanatçının bu doğa ilgisi, resimlerinde manzaraya dinsel bir sembolizm yüklemesi sonucunu doğurmuştur. Dinsel içeriğin doğanın yüceltilmesi yoluyla sunumu, hrıstiyan ikonografisinin geleneksel kompozisyonlarından oldukça farklı bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, romantizmin içeriğine uygun bir şekilde, sanatçının iç dünyasına ve doğaya temellenmektedir. Friedrich’in başlıca amaçlarından birisi, hrıstiyan sanatını yenilemek olmuştur. Dağdaki haç, gotik kilise yıkıntıları gibi öğeler manzaralarındaki dinsel etkiyi biçimlendiren doğrudan unsurlardır. Ancak, onun doğa görünümlerinde ışık ve renk kullanımıyla mistikleştirilmiş atmosfer bile dinsel bir etki vermeye yetmektedir.
Onun manzaraları, sadece doğayı yücelterek dinsel bir sembolizm yaratmayı amaçlamaz, aynı zamanda Turner, Gericault gibi çağdaşlarının resimlerinde olduğu gibi, insanın doğa karşısındaki konumunu sorgular. Deniz Kıyısında Keşiş adlı resminde bu durum oldukça belirgindir: “Keşiş bize doğa güçlerinin ortasındaki insan varlığını ve önemsizliğini anımsatmak, peyzajın maddi boyutunu göstermek ya da onun tinsel boyutunu sezdirmek için oradadır.”[CLAUDON, Francis; Romantizm Sanat Ansiklopedisi, s.52]
Umudun Enkazı
Buna karşılık, başyapıtlarından birisi olan Umudun Enkazı, konu olarak doğrudan romantik gelenekle bağlantılıdır: İnsanoğlunun doğa karşısındaki acizliği. 1823- 1824 yıllarında gerçekleştirdiği resmin yüzeyini büyük oranda kırılmış bir buz kütlesi kaplamaktadır. Donmuş okyanus yüzeyinin soğuk mavi, tekdüze ve yekpare sonsuzluğu; kitlesel, sert, sivri kırılmalardan oluşmuş bu yükselen bütünün karşı çıkışıyla bozulmaktadır. Bu yönüyle resim, çeşitli metaforları da içermektedir: Toplum içerisinde romantik sanatçının birey olarak sivrilen varlığı, birey olmanın keşfi ve zamanın kişiyi yutan tekdüzeliğine sanatçının tepkisi gibi. Her durumda bu resim, bir karşı çıkışın simgesi olarak evrensel bir imge olma özelliğini kazanmıştır.
Oysa, resmin asıl konusu son derece somuttur ve yaşanmış bir olaydan alınmıştır. 1819- 1820 yıllarında William Parry’nin Kuzey Kutbu’na yaptığı keşif gezisi sırasında batmış olan Umut gemisinin enkazı tasvir edilmiştir. Gemi, resmin sağ kısmında, buz kitlesinin hemen dibinde yan yatmıştır ve resim yüzeyinde oldukça küçük bir alan kaplamaktadır. Yükselen dev buz karşısında, yan yatmış geminin küçüklüğü ile yaratılan karşıtlık duygusu, romantik resmin doğanın insana üstünlüğünü temel alan geleneksel temasını destekler niteliktedir.
Firedrich’in resimlerinde renk ve ışık kullanımının resme kattığı bütünlük duygusu, bu çalışmada belirgin bir şekilde izlenebilmektedir. Biçimsel kırılmalar, ışık ve rengin bütünleyici etkisiyle dengelenmektedir. Sanatçı tek bir rengin çeşitlemesini ve çoğunlukla alacakaranlık zamanını akla getiren gizemli bir ışığı kullanarak konunun tanımlanmasına da olanak sağlamaktadır.
Resimlerinde başlıca konu manzara olmakla birlikte, Friedrich doğanın tarafsız bir tanığı değildir, ona sembolik ve bireysel anlamlar yüklemektedir. Sanatçı doğa karşısındaki tutumunu şu şekilde tanımlamıştır: “Ressam yalnızca karşısında gördüklerinin değil fakat kendi içinde gördüklerini de tuvaline geçirmelidir.”
Friedrich’in resimleri yoğun bir içsellik taşımaktadır, bunlar adeta kendi iç manzaralarıdır. Eserlerine kaynak olan duyguları son derece yoğun bir şekilde yaşamaktadır ve bu yoğunluk onun yaklaşık 1810 yılına tarihlenen Otoportre’sinde açıkça belli olmaktadır.
Sanatçının iç dünyasına egemen olan ölüm duygusu resimlerine de yansımıştır. 1819 tarihli, Karda Mezarlık adlı resminde bu duygu özellikle belirgindir. Gotik bir kilise yıkıntısının ve kuru ağaç gövdelerinin arasında uzanan karla kaplı mezarlık görünümü, izleyeni ölüm duygusunun soğuk ürperişiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Karda Mezarlık
Sponsorlu Bağlantılar
18.yüzyıl sonu ve 19.yüzyılın başlarında sanat, edebiyat ve düşün alanlarında karşılığını bulan Romantizm akımı, sanatçıların değişime verdikleri tepkinin erken sonuçlarından birisidir. Resim sanatında doğanın yüceltildiği, insanoğlunun doğa karşısındaki konumunun sorgulandığı manzaralar ağırlıklı bir yere sahip olmuş, sanatçının birey olarak varlığı ve iç dünyası ön plana çıkmaya başlamıştır. Fransa’da Delacroix, Gericault; İngiltere’de Turner, Constable ve Almanya’da Runge, Friedrich gibi sanatçılar romantik resmin en güçlü temsilcileri olmuşlardır.
Caspar David Friedrich, Kuzey Almanya’da Baltık Denizi kıyısındaki Greifswald’da dünyaya gelmiş ve hayatının ilk 20 yılını burada geçirmiştir. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği bu bölgede, Baltık Denizi’nin, Harz Dağları’nın ve buzların çözülmesi sonucunda erkek kardeşinin içinde boğulduğu Elbe Nehri’nin görünümleri belleğine kazınmıştır. Friedrich, 1794 yılında, Baltık’ın doğduğu şehre çok da uzak olmayan karşı kıyısına, Kopenhag’a giderek buradaki Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt olmuştur. Akademi’de 1798’e kadar süren eğitiminin yanı sıra kendi özel çabasıyla da resmini geliştirmenin yollarını aramıştır.
Kopenhag’dan sonraki durağı, bu kez denizden oldukça uzaklarda, Almanya’nın iç kesimlerinde yer alan Dresden şehridir. Burası 18.yüzyılın başlarından itibaren önemli bir kültür ve sanat merkezidir ve daha sonra, 20.yüzyılın başlarında, öncü sanat akımlarından dışavurumculuğun doğuşuna tanıklık edecektir. Friedrich, Dresden’de Alman romantizminin şair, yazar, düşünür ve ressamlarıyla tanışma ve onlarla arkadaşlık etme fırsatını bulmuştur. Novalis, Kleist, Tieck gibi yazar ve düşünürler, Runge gibi ressamlarla paylaşılan görüşler, Friedrich’in romantik ideali benimseyip kavramasında etkili olmuştur. Onun bu dönemde ilişki içerisinde olduğu isimlerden birisi de, resimlerinden övgüyle söz eden ünlü yazar Goethe’dir.
Kuzey romantizminin entelektüel çevresiyle kurduğu bağlantı, onun sanat gelişiminde doğrudan etkili olmuştur. Sanatçı, aynı zamanda aralarında Dahl, Carus gibi ressamların bulunduğu isimlere hocalık etmiştir. 1805 yılında Weimar Sanat Derneği’nin bir ödülünü kazanmış olan Friedrich, 1815- 1824 yılları arasında Peyzaj Resmi Üzerine Dokuz Mektup adlı kuramsal kitabını hazırlamış ve 1824’de Dresden Akademisi’nde profesörlüğe getirilmiştir.
Baltık kıyılarına ve doğduğu kente yaptığı birkaç seyahat dışında hayatını Dresden’de geçiren Friedrich’in resimlerinde, ana tema doğanın yüceltildiği manzaralardır. Sanatı derin bir doğa bilgisine dayanmaktadır ve yapmış olduğu çok sayıdaki eskiz, onun doğayla ve farklı hava koşullarıyla yakından ilgilendiğini ortaya koymaktadır. Koyu bir hrıstiyan olan sanatçının bu doğa ilgisi, resimlerinde manzaraya dinsel bir sembolizm yüklemesi sonucunu doğurmuştur. Dinsel içeriğin doğanın yüceltilmesi yoluyla sunumu, hrıstiyan ikonografisinin geleneksel kompozisyonlarından oldukça farklı bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, romantizmin içeriğine uygun bir şekilde, sanatçının iç dünyasına ve doğaya temellenmektedir. Friedrich’in başlıca amaçlarından birisi, hrıstiyan sanatını yenilemek olmuştur. Dağdaki haç, gotik kilise yıkıntıları gibi öğeler manzaralarındaki dinsel etkiyi biçimlendiren doğrudan unsurlardır. Ancak, onun doğa görünümlerinde ışık ve renk kullanımıyla mistikleştirilmiş atmosfer bile dinsel bir etki vermeye yetmektedir.
Onun manzaraları, sadece doğayı yücelterek dinsel bir sembolizm yaratmayı amaçlamaz, aynı zamanda Turner, Gericault gibi çağdaşlarının resimlerinde olduğu gibi, insanın doğa karşısındaki konumunu sorgular. Deniz Kıyısında Keşiş adlı resminde bu durum oldukça belirgindir: “Keşiş bize doğa güçlerinin ortasındaki insan varlığını ve önemsizliğini anımsatmak, peyzajın maddi boyutunu göstermek ya da onun tinsel boyutunu sezdirmek için oradadır.”[CLAUDON, Francis; Romantizm Sanat Ansiklopedisi, s.52]
Umudun Enkazı
Buna karşılık, başyapıtlarından birisi olan Umudun Enkazı, konu olarak doğrudan romantik gelenekle bağlantılıdır: İnsanoğlunun doğa karşısındaki acizliği. 1823- 1824 yıllarında gerçekleştirdiği resmin yüzeyini büyük oranda kırılmış bir buz kütlesi kaplamaktadır. Donmuş okyanus yüzeyinin soğuk mavi, tekdüze ve yekpare sonsuzluğu; kitlesel, sert, sivri kırılmalardan oluşmuş bu yükselen bütünün karşı çıkışıyla bozulmaktadır. Bu yönüyle resim, çeşitli metaforları da içermektedir: Toplum içerisinde romantik sanatçının birey olarak sivrilen varlığı, birey olmanın keşfi ve zamanın kişiyi yutan tekdüzeliğine sanatçının tepkisi gibi. Her durumda bu resim, bir karşı çıkışın simgesi olarak evrensel bir imge olma özelliğini kazanmıştır.
Oysa, resmin asıl konusu son derece somuttur ve yaşanmış bir olaydan alınmıştır. 1819- 1820 yıllarında William Parry’nin Kuzey Kutbu’na yaptığı keşif gezisi sırasında batmış olan Umut gemisinin enkazı tasvir edilmiştir. Gemi, resmin sağ kısmında, buz kitlesinin hemen dibinde yan yatmıştır ve resim yüzeyinde oldukça küçük bir alan kaplamaktadır. Yükselen dev buz karşısında, yan yatmış geminin küçüklüğü ile yaratılan karşıtlık duygusu, romantik resmin doğanın insana üstünlüğünü temel alan geleneksel temasını destekler niteliktedir.
Firedrich’in resimlerinde renk ve ışık kullanımının resme kattığı bütünlük duygusu, bu çalışmada belirgin bir şekilde izlenebilmektedir. Biçimsel kırılmalar, ışık ve rengin bütünleyici etkisiyle dengelenmektedir. Sanatçı tek bir rengin çeşitlemesini ve çoğunlukla alacakaranlık zamanını akla getiren gizemli bir ışığı kullanarak konunun tanımlanmasına da olanak sağlamaktadır.
Resimlerinde başlıca konu manzara olmakla birlikte, Friedrich doğanın tarafsız bir tanığı değildir, ona sembolik ve bireysel anlamlar yüklemektedir. Sanatçı doğa karşısındaki tutumunu şu şekilde tanımlamıştır: “Ressam yalnızca karşısında gördüklerinin değil fakat kendi içinde gördüklerini de tuvaline geçirmelidir.”
Friedrich’in resimleri yoğun bir içsellik taşımaktadır, bunlar adeta kendi iç manzaralarıdır. Eserlerine kaynak olan duyguları son derece yoğun bir şekilde yaşamaktadır ve bu yoğunluk onun yaklaşık 1810 yılına tarihlenen Otoportre’sinde açıkça belli olmaktadır.
Sanatçının iç dünyasına egemen olan ölüm duygusu resimlerine de yansımıştır. 1819 tarihli, Karda Mezarlık adlı resminde bu duygu özellikle belirgindir. Gotik bir kilise yıkıntısının ve kuru ağaç gövdelerinin arasında uzanan karla kaplı mezarlık görünümü, izleyeni ölüm duygusunun soğuk ürperişiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Karda Mezarlık
Biyografi Konusu: Caspar David Friedrich nereli hayatı kimdir.